killer melody » ji min ✅

By alliekookie

250K 24.2K 18K

"Güneşin doğuşunun güzelliğinden bahsediyordu hayranlıkla,ayın batışını farketmeden." dollyjim'e ithaflarımla... More

first »1
no,i'm insane» 2
my little girl» 3
you are my dead captive» 4
lion house» 5
in my trouble» 6
smoke» 7
steal my soul» 8
surprise dinner» 9
sorry,i was late» 10
cold moon» 11
orange» 12
he lied to us» 13
the truth,the sun» 14
october 12» 15
the day» 16
fifteen singers.
hoeryong» 17
love is pain» 18
u are my once in a lifetime» 19
letter from 2021 Oct 13» 20
dream» 21
shameless» 22
breath» 23
snowdrop» 25
despair» 26
darkness bye» 27
don't cry,i'm sorry» 28
assembly» 29
final» december 31,2021
thanks for everything.

serenity» 24

6.5K 655 466
By alliekookie

Titreyen parmaklarım,ekose motifli halı üzerinde dolanırken akıl sağlığımı yitirmemek için derin bir nefes aldım.

Kendimi aptal gibi hissediyordum.

Yakamı sımsıkı kavrayan tırtıklı anılar şahdamarım üzerinde merhametsizce geziniyor ve biraz daha aleyhime yelken açıyordu.Yıllardır koca bir yalanın gerçekliğinde boğulduğum gerçeği damarlarımda toprağa karışmış bir plastik gibi ölümsüzce dolanıyordu.

Her şey,yalan mıydı?

Her gün içime akıttığım ve koca bir çınar ağacının dalına astığım özlemim yalan mıydı?Ya da her zaman göz çukurlarıma kadar işlediğim parlak yıldızın babam olduğu yalan mıydı?

"Ne-neden?"

Onlarca soru bütün benliğimi işgal etmişken tek bir kelimeyi akıtmakta bile zorluk çekiyordum.Neden hayatımın engebeli yolunda her seferinde bir heyelanın akıbetine kapılıyor ve tepetaklak oluyordum?

Neden nefes aldığım her an özlem yağmurlarına yakalanmışken,bunun kışın açan bir güneş kadar yalan olduğunu anlamak bana bu kadar boş hissettiriyordu?

Bedenime sımsıkı sarılan güçlü kollar sayesinde zeminle olan bütünleşmem ittifakını bozarken bu kokuyu tekrar alabilmek titrememe neden olmuştu.

Babamı özlemiştim.

Kesik kesik atıştıran hıçkırıklarım bu anın tanıklığını üstlenmiş mum alevlerini titreştirirken fazlasıyla mayhoş hissediyordum.

Olmam gereken o güven hissinin doruklarındaydım ve bu bölgenin bir daha fethedilmesini kesinlikle istemiyordum.

"Seni özledim,Yuwi."

Babamın titrek ses tonu zihnimde bir karıncalanmaya neden olduğunda gülümsememe engel olamamıştım.Belki de nedenlerin kancasına takılmak yerine,o anın mutluluğuyla sarhoş olmalıydım.

İki yanımdan sarkan kollarımı babamın omuzlarına doladığımda,başparmağıyla gözyaşlarımı sildi ve yanağıma duygu yüklü bir öpücük kondurdu.

"Yanında olamadığım için çok üzgünüm,kızım."

Buğu sinmiş gözlerim babamın ak düşmüş saçlarında gezinirken cevap veremeyecek kadar yorgun ve huzurlu hissediyordum.Kafamı belli belirsiz sallayarak kolunun altına girdim ve yaşlanmış bedeninin ardından bedenimi sürüklemesine izin verdim.

Bu sefer içimde yeşerttiğim hislerim yerine kelimelerimin çoraklaşmasını tercih edebilirdim.

"Siz de peşimden gelin,genç adamlar."

Babamın kadifemsi sesi geniş koridorda yankılandığında yılların birçok ayrıntıya cila çektiğini henüz farketmiştim.Sesi o eski gürlüğünün himayesinden çıkmış ve çatallaşmıştı.Şuan kafamı yasladığım omuzunun içe çöktüğünü kafatasıma basınç uygulayan kemiklerinden anlayabiliyordum.

Zaman bize,gölgesindeki rüzgarından sakınamayan bir çöl iklimi yaşatmıştı.Toprak attığımız geçmişin,her defasında inşa ettiğimiz güneşin ışınlarıyla can bulmasını umut ederek aslında bizi biraz daha kurutmasına izin vermiştik belki de,her kurtuluş yolu için diktiğimiz çiçeklerin sonunda bir kaktüs olup,bizi kanatacağını hesaba katmadan.

Fakat artık bitmişti.

Her gece kum fırtınasıyla gözlerimizi kör eden bu iklime itaat etme devri artık bitmişti.

Az önce bulunduğumuz koridordan daha küçük bir odaya geldiğimizde babam,beni toprak tonlarındaki koltuğa oturttu ve yanıma geçmeleri için Ji Min ile Jung Kook'a talimat verdi.Ardından çökmüş ruhumun cenazesini yaptığım üç güzel insanı aslında kaybetmemiş olmamın verdiği his damarlarıma binlerce çiçeğin enjekte edilmesine neden oluyordu.

Bu anın sarhoşluğuyla sırtımı koltuğun baş kısmına yaslayıp,yanıma oturan Ji Min'e baktığımda huzur dolu gülüşüyle karşılaşmıştım.

Park Ji Min,cennetin vücut bulmuş hali olmalıydı.

Ruhunda beslediği siyah gül cennetine tamamen zıt olan gülüşü,sahip olduğu her dudak kıvrımına huzur kokulu güller ekilmiş bir cennet bahçesini andırıyordu.

"Size her şeyi anlatacağım."

Babam,gözlerini üçümüzün üzerinde dolandırırken yılların etkisiyle kırışmış yüzüne sanki yeniden kaybedecekmişçesine büyük bir özlemle baktım.Gözlerimin temas ettiği her gözeneğinde yeni bir hayatın tohumladığını hissedebiliyordum.

"2001 yılının ekim ayında,Genelkurmay başkanlığına,Kuzey kuvvetlerinin sınır bölgelerimizi yağmalandığını dair bir bildiri geldi.Güney-Kuzey sürtüşmesi o sene doruk noktalarına ulaşmıştı ve hatta devlet büyükleri bile 51 yıl sonra yeniden filizlenen bu sürtüşmelerin savaşa kadar yolu olacağını söylüyordu."

"Park Ji Yong,Jeon Jae Hyung ve ben başta olmak üzere toplam on yedi komutan dış hatların güvenliğini sağlamak için yola çıktığında,olumsuz hava şartlarının yanı sıra devletin ihmali nedeniyle on bir komutan sınırda yardım beklerken öldü."

Babamın sesi hafifçe titrediğinde,hala olayın gri bulutları altında sağanağa kaldığını anlayabiliyordum.

Göz ucuyla tekrar Ji Min'e baktığımda korkunç bir sakinlikle yerdeki halının desenine bakıyordu.İlk gün gördüğüm o hışım ve intikam arzusu dolu gözleri kendini istirahate çekmişçesine,büyük bir özleme bürünmüştü.

"Geride kalan altı asker,geri dönmek için Yangju dağına tırmansa da,sınır hattında Kuzeyli kuvvetler tarafından esir alındı ve Hoeryong'dan öldürülene kadar işkence edildi.Devlet,bu olayın sorumluluğunu üzerine almamak için donarak ölen on bir askeri bizim öldürdüğümüz ve Kuzeylilerle anlaşma yaptığımız yalanını insanlara aşıladı."

Kulaklarımda yankılanan her kelime ruhumun sıkışmasına neden olurken boğulduğumu hissederek derin bir nefes aldım.

İnsanlar,korkutucuydu.

Kendi çıkarları yarım kalmasın diye acımasızca diğer insanların eksilmelerine neden oluyor,yaptıkları hatalar idam kalemlerini kırmasın diye süslü yalanlarıyla masum insanların hayatlarına kabuk bağlıyorlardı.

Katran dökülmüş bir okyanusun içinde çırpınan zavallı balıklardı belki de sadece,zehir onları bulmadığı sürece etraflarında yok olan diğer nefesleri çalan.

"Kuzey Birlikleri bizi bulduklarında,devletin istihbaratını açığa çıkaracağımızı düşünürek bizi ellerinde tutmak istedi ve Hoeryong'da işkenceden tanınmayacak hale gelmiş bedenlerin bizim olduklarına dair bir yalan ortaya atıp sahte bedenlerimizi Güneylilere teslim etti."

"Devletin sakladığı bir şey mi vardı?"

Ji Min uzun süre sergilediği sessiz tutumunu sonunda bozduğunda babam ona bakarak hafifçe güldü. Sorulan soru keyfini yerine getirmiş gibi bir hali vardı.

"Tıpkı baban gibisin evlat,önemli ayrıntıları yakalayabiliyorsun."

İmalı bakışlarımı Ji Min'in kabuk bağlamış yaralarının sığındığı yüzünde dolandırdığımda aynı şekilde onun da gözlerinde heyecanlı bir parıltı yakalamıştım.Kabaran bir gururla omuzlarını dikleştirdi ve çevik bir hareketle göz kırptı.

Pekala bunun hoşuma gitmediğini kesinlikle söyleyemezdim.

"O zamanlar,siyasi meselelerin ve ordunun birlik olmaması anayasamızdaki önemli maddelerden biriydi.Devlet ve ordu sadece halkın refahı için beraber hareket edebilirlerdi fakat bunun dışında siyaset sadece devlet büyüklerini ilgilendiren bir meseleydi.Bu yüzden ordu sadece devlet büyüklerinin iki dudağı arasından çıkan söz kalabalığına boyun eğmekle yükümlüydü."

"İlk senelerde,Kuzey Devleti'yle Hoeryong bağıntılı olduğu için ülkemizin istihbaratını sızdırmamız amacıyla birçok işkenceye maruz kaldık.Ki dört komutan bu yüzden burada şehit düştü."

Babam bir süre duraksayıp Jung Kook'a baktıktan sonra"üzgünüm evlat." dedi kısık bir ses tonuyla."Jae Hyung'un ölmesine engel olamadım."

Dudaklarımı endişeyle ısırıp göz ucuyla Jung Kook'a baktığımda heyecanla yanıp sönen irislerinde bir matem havasını görmem çok da uzun sürmemişti.

Asıl ölmesi gereken biyolojik babası iken,her zaman sol tarafını kutsayan gerçek baba olarak gördüğü kişinin yeniden hayatta olmaması gerçeğiyle boğuşuyordu.

Kendimi kötü hissediyordum.

Bu kelimelerin yetersizlikle kafasını eğip sustuğu anı sadece ben yaşadığım için kendimi kötü hissediyordum.

"Bu duruma alıştım,sorun değil."

Jung Kook elini boşlukta sallayıp burukça gülümsediğinde Ji Min omzunu destek verme amacıyla patpatladı.Her ne kadar babasız kalmış olsa da Park Ji Min'in ona mükemmel bir abi olduğundan kesinlikle şüphem yoktu.

"Geride sadece Park Ji Yong ve ben kaldığımda buradan kaçmanın yollarını düşünmeye başladık.Her gün bilerek kuralları çiğneyip işkenceye maruz kalıyor fakat bu sayede de her hücreden çıkışımızda Hoeryong'un iç mimarisi hakkında bilgi ediniyorduk."

"Bir süre sonra,işkenceden ölen insanların atıldığı bir kanal olduğunu öğrendik.Uzun çalışmalar sonucu şuan sizin kaldığınız odaya yeni bir tünel inşa ettik ve buradan çıkış kapısını araladık."

"Peki,nasıl yakalanmadan burada bir hayat kurabildiniz?Hoeryong'a bir peçete bile sokulmazken,burada son derece teknolojik şeyler var."

Bakışlarım kirli beyaz rengindeki duvara asılmış kablolar üzerinde gidip gelirken babam kolundaki saate bakıp çökmüş omzunu dikleştirdi.

"Yirmi dakika sonra kontrol yapılacak çocuklar,konuşmamıza daha sonra devam ederiz."

Daha beni kendine doğru çekip saçlarıma küçük bir buse bıraktı ve gözlerini Ji Min'in üzerinde dolandırdı.

"Biliyorsun,o sana emanet."

*
*
*

"Herkes sıraya girsin!"

Kim Pang Do'nun sesi hücre koridorlarında büyük bir hiddetle yankılanırken soluklanmak için kafamı zemine doğru indirdim ve sağ elimi Jung Kook'un koluna sabitledim.

Yaklaşık 15 dakika boyunca çürümüş et kokusunun yayıldığı tünelde koşmuştuk.Yürümek bile bana katlanılmaz bir acı verirken koşmak,sırtımdaki bütün kurumuş yaralarımın yeniden kanamasına neden olmuştu.Daha şimdiden sırtımdan erimiş bir mum gibi süzülen sıcak sıvıyı net bir şekilde hissedebiliyordum.

"Hey,iyi misin?"

Tiz bir sesin bana doğru fısıldadığını farkettiğimde kafamı kaldırıp üzerime doğru eğilen bedene baktım.Yeon Ai henüz işkenceye maruz kalmış,kanayan yüzünün ardına sığınmış endişeli bakışlarını üzerimde dolandırıyor,ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

"O iyi,ama sen değilsin gibi."

Jung Kook konuşmama fırsat bırakmadan atıldığında gülümsememek için dişlerimi dudaklarıma sertçe bastırmıştım.Sağ elimi Jung Kook'un kolundan çekip aralarından sıyrıldım ve imalı bir bakış fırlatıp kenara doğru çekildim.

Hücreye girdiğimiz an,onunla bir güzel dalga geçecektim.

Kırbaç sesleri dibine daldığım düşünce denizinden sıyrılmama neden olduğunda,sayma merasimine başladığımızı anlamam çok da uzun sürmemişti.Kim Pang Do o ucuz uçkurunu işkenceyle tatmin ediyor olmalıydı.

Yan tarafıma dizilmiş her insanın acıyla zemine çöküşünü izlerken Pang Do'nun sıranın bana geldiğini ilan ettiği kahkahası kulaklarımda yankılanmıştı.Elinde neşeyle salladığı kırbacını üst bölgelerimde gezindirdiğinde Jung Kook hızla önüme geçti ve Pang Do'yu sertçe ittirdi.

"Kaşınma."

Jung Kook bileğimi sımsıkı kavrayıp Pang Do'ya meydan okusa da bunun hiçbir yararı olmayacağını ikimiz de biliyorduk.Eninde sonunda o kırbaçı yiyecektim,tıpkı diğerleri gibi.

Nitekim etrafta dolanan Hoeryong görevlileri Jung Kook'u önümden çekip duvara doğru savurduğunda sırtıma şiddetli bir darbe yemem kaçınılmaz olmuştu.Boğazımdan güçlü bir inilti yükseldiğinde Pang Do önüme düşen saçlarımı kulağımın altına sıkıştırdı ve kulağıma alayla fısıldadı.

"29. kurban."

Çevremdeki diğer insanlar gibi bedenim zeminle buluştuğunda nefes almakta zorluk çekiyordum.Boyun bölgemden sırt bölgeme kadar keskin bir yanma hissi tekrar belirginleşmeye başlamıştı ve kendimi,tırtıklı bir zeminden sonunu alamadığım bir hızla düşüyormuş gibi hissediyordum.

Bir süre neredeyse dışımda kalan bütün herkesi,asit yağmurlarının kirlettiği bir fanusun camından izlediğimde Jung Kook'un beni kucağına almasıyla gözlerimi sıkıca yumup acımı akıtmaya çalıştım.

Park Ji Min'in bu halimi görmesini istemiyordum.

Titrek bir nefes alıp boğazımı yakan acı düğümü yutkunmaya çalıştım ve "beni indir Jung Kook." dedim mırıldanarak. "Ji Min'in böyle görmesini istemiyorum."

Gözlerimi açıp Jung Kook'un yüzüne baktığımda onun da acı çektiğini farketmiştim.Burnundan akan kan bir tılsım gibi beni kendine çekiyor,bütün gücümü emiyordu.

"Geldik zaten."

Güçsüz nefesi yüzüme çarparken Jung Kook beni yatağına oturttu ve elinin tersiyle kanını silip tünelin olduğu kısıma doğru adımlamaya başladı.Ji Min'in tünelde beklediği gerçeği soğuk bir dalgayla savrulmama neden olduğunda gözlerimin kenarlarına sıkışıp kalmış yaşları aceleyle sildim ve saçlarımı ön tarafıma doğru aldım.

Mutlu olmak için birçok sebebim varken,yaşadığım acının bahsini açmak bile istemiyordum.

Tünel kapısı kısık bir gürültüyle aralandığında yüzüme samimi olduğunu umduğum bir tebessüm yerleştirdim ve gelen kişiye odaklandım.

Zaman hepimizi değiştirmişti.

Birkaç ay önceki kaslı ve sağlıklı vücudunu emen zayıflığı net bir şekilde belli oluyordu.El konulduğu zaman boyunca işkence gördüğünü,yüzünü bir karabulut gibi saran koyu,kabuk bağlamış yaraları kanıtlıyordu.

Fakat bütün bu olanlara rağmen hala kusursuz ve yakışıklı görünüyordu.

"O şerefsiz yine işbaşındaydı,değil mi?"

Ji Min Jung Kook'un yüzüne baktıktan sonra gözlerini yüzüme sabitledi.Şuan sinirinin himayesi altına girdiğini bir yumruk halini alan ellerinden anlamamak salaklık olurdu.

"Aptal aptal gülmeye çalışma Yun Hwa,kabızlık çeken bir eşeğe benziyorsun."

Gözlerimi devirmeme engel olamadan kafamı eğdiğimde bana doğru attığı adımlarını görebiliyordum.Derin bir nefes alıp ağlamamak için dudaklarımı ısırdım ve sırtımı tamamen koltuğun baş kısmına yasladım.

Park Ji Min'inden bir şey saklamak imkansızdı.

"Geldiğine göre,uyuyorum hyung."

Jung Kook kurumuş kan lekelerini umursamadan yatağa yattığında Ji Min üzerindeki Hoeryong üniformasını çıkardı ve bana doğru eğildi.

"Ne yapıyorsun?"

Engel olamadığım bir heyecanla bedenimi geriye doğru çektiğimde Ji Min'in alayla kıvrılmış dudaklarıyla karşılaşmıştım.Aramızda bir nefeslik mesafe olmasının yanı sıra yarı çıplak olması binlerce havai fişek yutmuşum gibi hissetmeme neden oluyordu.

Park Ji Min,bir sanattı.

Dipsiz bir kuyuyu andıran renklerinde kaybolduğum,ruhuma vurduğu her fırça darbesinde biraz daha ona tamamlandığım bir sanattı.

"Şuan başka şeyler yapmak isterdim ama yaralarını temizlemeliyim."

Ji Min hafifçe öksürüp üzerimdeki kazağın uçlarını kavradığında eline sertçe vurdum.Böyle bir utancı yaşayacağıma kan kaybından ölmeyi tercih ederdim.

"Ben iyiyim Park Ji Min,o kadar da değil yani."

Çıplak bedenine odaklanmamaya çalışarak kafamı hücre penceresine sabitlediğimde hala etrafın karanlık olmasının mutluluğunu yaşıyordum.Yüzümün bir pancarı aratmadığına emindim.

"Emin ol sadece yaralarına odaklanacağım."

Ji Min bir şey dememe fırsat bırakmadan yüz üstü yatırdığında yanaklarımı şişirip bu anın bir an önce bitmesini diledim.Midem heyecanla kasılıyor,başım aşırı adrenalin yüzünden çatlıyordu.

Tanrı Aşkına,etrafımda olması bile yeteri kadar gerilmeme neden olurken tenime bir dokunuş kadar uzak olması bayılacak gibi hissetmeme neden oluyordu.

Onu bir daha kaybetmek istemiyordum.

Ait olmayı istediğim tek yer onun yanıyken,onu bir daha kaybetmek istemiyordum.

"Sence buradan kurtulabilecek miyiz?"

Tenimde hissettiğim soğuk sıvının verdiği ürpertiyle konuştuğumda tek düşündüğüm şey Ji Min'in vereceği cevaptı.

"Sen istersen neden olmasın."

Ji Min bez parçasını çıplak sırtımla buluştururken dudaklarımdan kısık bir inilti yükseldi.Yaşadığım her acı biraz daha umudumu fethediyordu.

"Yeni bir hayata başlamak,her zaman kendimi farklı bir renk olarak gördüğüm o insan topluluğundaki normal biri olmak istiyorum.Fakat yürümeye bile acizken bu isteğim çok fazla,öyle değil mi?Eğer sakat kalma ihtimalim olursa belki.."

Kelimelerimin dudaklarımın ardında boğulmasını tercih edip sustuğumda cümlemin devamını düşünmenin bile beni ürküttüğünü farketmiştim.

Sakat kalmaktan korkuyordum fakat o ihtimal ölecekmişim gibi hissettiriyordu.

"Seni bırakacağımı mı düşünüyorsun?"

Ji Min tenime bastırdığı bezi geri çekip konuştuğunda mayhoş bir yorgunlukla kafamı salladım.Henüz yeni bir araya gelmişken ayrılık hakkında konuşmak karın boşluğuma binlerce iğne ucunun batmasına eşdeğer bir acı enjekte ediyordu.

Yaralarımın üzerinde hissettiğim yumuşak baskıyla kafamı çevirdiğimde iliklerime kadar afallama hissine ruhumu teslim etmeye başlamıştım.

Park Ji Min..yaralarımı öpüyordu.

Kalbimin üzerinde hissettiğim yoğun duygu birikimini göz ardı etmeye çalışarak,"yapma." dedim fısıltıyla. "Mikrop kapabilirsi-"

Ji Min konuşmama fırsat bırakmadan beni kendine yasladı ve alnıma tutkulu bir öpücük kondurdu.

"Dudakların kıpırdarken o kadar güzel ki,dediklerine odaklanmakta güçlük çekiyorum.Kendini benim gözümden görebilseydin eğer,bu kadar güzel olmaya utanırdın Choi Yun Hwa."

---

Bölüm bitmek bilmediği için,Ji Min ve Jung Kook'un kurtulma olayını diğer bölüme sakladım.Ve tabiki de devletin sakladığı olayı da.

Çünkü na-nappeun gizibe.

Ve ayrıca Killer Night::Jeon Jung Kook kitabıma bakarsanız müthiş olur.

Continue Reading

You'll Also Like

73.2K 7.7K 35
okulun popüler kızı kim jennie kendisini kim taehyung'a fark ettirip aşkına karşılık alma konusunda son derece kararlıydı. taennie
49.4K 5K 22
"MİNHO EZ BENİ"
1.2K 187 26
~~ "Oturmak ister misin?" diye sorduğunda başını olumlu anlamda salladım ama oturmadan önce görüş alanıma bir şeyler girdi. Şu an beni tutan Jungkook...
180K 13.8K 36
Aşık olmak sorun değildi; asıl sorun, abimin en yakın arkadaşına aşık olmamdı. @bendis_urania için yazılmıştır. Not: Yaşanmış bir hikayeden esinlene...