KARANLIK İKİLEM

Oleh leyagediz

18.7K 4.2K 1K

© Tüm Hakları Saklıdır Hayat, beni iki karanlık adam arasında bırakacak kadar acımasız mıydı? **** Öyle bir b... Lebih Banyak

K.İ.1
K.İ.2
K.İ.3
K.İ.4
K.İ.5
K.İ.6
K.İ.7
K.İ.8
K.İ.9
K.İ.10
K.İ.11
K.İ.12
K.İ.13
K.İ.14
K.İ.16
K.İ.17
K.İ.18
K.İ.19
K.İ.20
K.İ.21
K.İ.22
K.İ.23
K.İ.24
K.İ.25
K.İ.26
K.İ.27
K.İ.28
K.İ.29
K.İ.30
K.İ.31
K.İ.32
K.İ.33
K.İ.34
K.İ.35
K.İ.36
K.İ.37
K.İ.38
K.İ.39
K.İ.40
K.İ.41
K.İ.42
K.İ.43
K.İ.44
K.İ.45
K.İ.46
K.İ.47
K.İ.48

K.İ.15

421 94 14
Oleh leyagediz



Multi: Öykü & Emir

İyi okumalar.

*******


"Ya Atıl o kadar mı beceriksizsin ya?" diye dakikalardır ikna etmeye çalıştığım Atıl'a sordum. Sıkıntıdan gözlerini devirip "Yav kızım gelmez diyorum sana!" diye tekrar aynı şeyi söyledi. Valla deli edecek bu çocuk beni ha, aynı şeyi tekrarlayıp duruyor.

"Ya salak bizi söylemeyeceksin. Sadece sizin olduğunuzu düşünecek.Gezmeye falan gidiyoruz de." dediğimde sesim sanki biraz yüksek çıkmıştı. Ve tahtada ders anlatan hocanın ölümcül bakışlarına maruz kalmıştım.

Sırıtarak "Merih gezmeyi sevmez ki." diye saçmaladı. Anlamayarak yüzüne bakarken o pis pis sırıtıyordu. Ne diyor bu çocuk Allah aşkına? Merih ne alaka?

Hala yüzümde o aptal ifade varken bütün ciddiyetimle "Salak mısın sen?" diye sordum. Ondan cevap gelmeyince de devam ettim. "Merih'le ne işimiz var? Sen Emir'le geleceksin." diyerek artık anlamasını istercesine yüzüne baktım.

Dakikalardır dersi dinlemeyip aynı konuyu konuşuyorduk. Ve bizim konuşmamız hocanın gözüne batmıştı.

Dün Cenk'in o tavrından sonra sinirden oturup planlar kurmuştum Öykü ve Emir hakkında. Bu akşam da o planların ilk adımını atacaktık. Aslında Öykü'nün de Cenk'ten hoşlandığını düşünseydim hiç böyle şeylere kalkışmazdım ama adım gibi emindim Öykü Cenk'ten değil Emir'den hoşlanıyordu. Emir de Öykü'den tabi. Ve ben de Cenk bir boklar çıkarmadan bu ikisini yapacaktım. Çöpçatan kimliğimle tanışın millet.

"Kızım iş çıkarıyorsun durduk yere." dediğinde sıranın üzerinde duran koluna vurdum bir tane. Durduk yereymiş! " ne durduk yeri? Bir yuvanın kurulmasına vesile olacağız işte." dediğim an o da ben de gözlerimizi devirmiştik. Yuva kurmak nedir ya?

"Bak tamam o yuvanın kurulmasını ben de istiyorum da, Emir gelmez." dedi sabahtan beri aynı şeyi söyleyerek. 'yuvanın kurulmasını' derken de alay eder gibiydi sesi. "Bizi söylersen tabi gelmez." diye sessizce kızdım ona. ardından da "Şey de mesela... Yemek yemeye gidelim." diye bir fikir sundum. Bu fikrimle Atıl yüzüme 'bu mu yani?' der gibi baktı. Ne yapayım yani aklıma bu geldi.

"Restoran, lokanta varken neden AVM de yemek yiyelim." diye fikrimi saçma bulduğunu ima etti. "Çok ince düşünme kafa yapar. " dedim, parmağımla da kafasına vurarak. Gözlerini kısarak yüzüme baktı "Tam dayaklık kızsın ha." dediği cümle yüzümün düşmesi için yetmişti.

Aklıma dayak yediğim gelince bedenim titremişti sanki. Atıl'ın yüzünden söylediği şeye pişman olduğu çok açık bir şekilde belli oluyordu. Bakışlarımı ondan çekip önümdeki deftere baktım. O anı tekrar hatırlamak kötü hissetmeme sebep olmuştu. Tekrar dayak yediğimi düşünmek... Berbat bir histi...

Atıl "Yaprak gözlüm!" deyince o anı yaşamak düşüncesini beynimden kovup ona döndüm. Yüzünde hala pişmanlık vardı. Kafamı sağa sola sallayıp, yüzüme yerleştirdiğim sahte gülümsemenin arkasına sakladım acılarımı.

Ortamın havasını değiştirmek istediğimden "Her neyse. Getir mutlaka." diyerek konuyu değiştirmiş oldum. "Ya bana küserse!" dediğinde onun da ortamdaki soğuk havayı değiştirmek istediği sesinden okunmuştu. Ve büzmüş olduğu dudaklarından. Yapma şöyle lan çok tatlı oluyorsun! Tabi ona söylemedim.

" siz çocuk musunuz? Küsmek ne?"

. "Tamam be ne olacaksa olsun. Kardeşim ve o kızıl cadı mutlu olacaksa her şey yaparım." dedi bir yanı hala kabul etmek istemezken. Rahatlamayla gülümseyip sırtımı sırayla birleştirdim. "Ha şöyle."

Atıl söylediğimi es geçip başka bir şey söyledi. "Merih'i de getireyim mi?" sırıtarak söylediği şey benim yüzümü buruşturmama sebep olmuştu. Hem bu çocuk niye sırıtıyor ki? "Günümüzün mahvolmasını istemiyorum." diyerek sorusunu olumsuzca cevaplamış oldum. Benim yüzümde tek bir mimik kıpırdamazken o sırıtıyordu. "Tamam Tamam kızma getiririm onu da." dedi imalı imalı.

Ne saçmalıyor bu çocuk yine? Gözlerimi kısıp sırıtan yüzüne baktım. "Atıl allasen ne saçmalıyorsun sen yine?"

"Hiç canım ne saçmalayacağım." dediğinde sesindeki ima ve yüzündeki sırıtış bir nebze olsun azalmamıştı. "Merih de akşam seni- ah pardon sizi gördüğüne sevinecek." dediğinde sırıtışı daha da büyümüştü. "Atıl!" diye dişlerimin arasından tısladım. "Ne be! Sıra arkadaşın değil mi? Mutlu olursun diye düşündüm." diye o da sırıtışının arasından konuştu. O sırıtarak bana bakarken bende gözlerimi kısıp koluna yumruğumu geçirdim. "Ah!" diye acıyla inleyip sırada geri kaçtı benden.

"Acıttı lan. Taş gibi elin var." dedi yüzünü buruştururken ve sesini yükseltirken. Şimdi sırıtan taraf bendim. Ona taraf dönüp yumruğumu havada sallayıp tek kaşımı kaldırarak konuştum. "Bir tane daha ister misin?" diye sordum, yaptığı imaların bir karşılığı olmalıydı. Atıl bana ölümcül bakışlar atarken ben de ona sırıtarak bakıyordum.

"Siz ikiniz!" diye kadın hocanın cırtlak sesi yankılandı sınıfta. Biz hocanın uyarısını hiç üstümüze alınmamıştık, bize demiyordur diye. "Dolunay ve Atıl!" diye adımızı söylediğinde bize söylediği gerçeğiyle yüzleştik. Atılla aynı anda bakışlarımızı birbirimizden çekip hocaya baktık. Kızmış bir adet hocayla göz göze geldim. Hoca ile birlikte sınıftaki diğerleri de bize bakıyordu. Hoca hiç bir şey demeden direk işaret parmağıyla kapıyı gösterip ardından "Dışarı!" diye kesin ve itiraz istemeyen bir tonda emir verdi.

Bakışlarımı hocadan Atıl'a çevirdiğimde onun zaten ayağa kalkmış olduğunu gördüm.Ben de itiraz etmeden ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdüm. Haklıydı bizi atmakta hoca çünkü derse girdiğimizden beri susmamıştık. Dersten atılmak pek umurumda değil de sınıftan çıkmadan gördüğüm Öykü ve Merih'in bize olan bakışları beni rahatsız etmişti.

Öykü'nün bakışlarını tanıyordum da Merih'in bakışlarını anlayamamıştım. Öykü Atıl'la konuşup dersten atılmama kızıyordu ama Merih'in çatık kaşlarla olan bakışlarını anlayamamıştım. Kızgın gibi. Atıl'a kızdı herhalde.

Sınıftan çıkıp koridorun başındaki merdivenlere gidip oraya oturduk. "Tebrik ve teşekkürlerimi sana iletirim yaprak göz. Dersten de atıldık!" dedi Atıl elini bana uzatıp elimi sıkarken. merdivenlere bir koltukmuş gibi yayılan Atıl'a gülüp "Biz daha ne derslerden atılacagız. Bu daha başlangıç." dedim bütün samimiyetiyle. Yüzüne bakıp gülümsedim. Ona çok alışmıştım.

"Neyse. Sana hangi AVM olduğun mesaj atarım ben." Dedim yüzüne hayran hayran bakmayı kesip.

"Tamam da sence de AVM sinema falan çok klişe değil mi?" diye sorduğunda haklıydı ama başka ne yapabilirim ki? Daha ilk andan onları nikah salonuna mı yollayayım?

"E başka ne yapayım Atıl? Aya falan mı yollayayım onları?" dedim sitem ederek. Yalnız nikah salonunu düşünüp ay demek de ne bileyim...

Durur düşünür gibi elini çenesine koyup dudak büzerek "Hmm?" deyi mırıldanıp ardından "Mantıklı aslında aya çıkmak." dediğinde ciddi olup olmadığını anlamak için dikkatlice yüzüne baktım. Ciddi olduğunu anladığımda gözlerimi devirdim. Çevremdeki manyaklara göz devirmekten bir gün gözüm çıkacak.

Ona umutsuz vakaymış gibi bakıp "Senin ve benim mantığımın aynı olmadığını bir kez daha görmek ne güzel." diye alayla konuştum. Ay çıkmayı söyleyen ben çocuğa mantıksız diyen yine ben. Sırıtıp "Düz mantık olduğuna sevindiğini görmek ne güzel!" dedi aynı benim gibi alay ederek. "Mim mim mim mim!" diye ağzımla onu taklit etmek için saçma sesler çıkardım. Bu hareketime o da ben de gülmüştük. Biz de böyleydik işte. Birbirimize laf soksak bile alınmazdık. Emir'le de öyleydi. Gerçekten iyi arkadaşlar olmuştuk.

Atıl gülmeyi kesip yine ciddi bir tavırla "O değil de bu ikisi akşam AVM'yi ateşe vermesin?" diye sordu.Anlamadığımı belli ederek "O niyeymiş?" diye sordum. "Niyesi mi var ! Ateş ve barut gibiler resmen." diye açıkladı. Dediği şey doğruydu. Ama ne yapalım başka çare yok. Hem ben ve Merih bile bir arada birkaç saat durabildiysek onlar da durabilir. Şirkette kaldığımız o birkaç saat.

"Öyle ama ne yapalım mutluluğa giden yolda her şey mübahtır." dedim kurduğum cümleden emin bir şekilde. Bana anlamadığım bir şekilde bakıp "Başarıya giden yol." dedi. Dediğinden bir şey anlamadığım için "Ha?" diye sordum. Gözlerini devirip "Salak başarıya giden yol olacak o." diye açıklama yaptı. Dediği şeyi düşününce emin bir şekilde kurduğum cümlenin yanlış olduğunu anladım. "Öf be her neyse." dedim. Her ikisi de olabilirdi sonuçta. Onlar mutlu olunca biz başarmış olacaktık. Aynı şey fark etmez.

___________

Zil çalıncaya kadar Atıl'la merdivenlerde oturmuş ve saçmalamıştık. Eğlenmiştik aslında. Tabi sesimizden dolayı bizi azarlayan hocaları saymazsak.

Şu an Öykü'yü ikna etmeye çalışıyordum. okuldan çıktığımızdan beri dil döküyorum ama kız nuh diyor peygamber demiyordu. Birazdan kalkıp ağzına geçireceğim o olacak. Bugün gittik gittik gidemezsek bir daha akşam bir yere gidemeyeceğim çünkü. Abimi zorla ikna etmiştim. Bir ton laf söylemişti ama çocuk gibi mızmızlanınca kabul etmişti. Abimle aramızda hala eritemediğimiz buzlar vardı ama onları da zamanla halledeceğiz umarım. Önceden bir yere giderken ona sormazdım sadece haber verirdim, hayır deseydi bile takmaz giderdim. Ama şimdi düzelmeye başlamışken o yokmuş gibi davranamam.

Tek sorun şimdi Öyküydü. "Öykü bak kızım gebertirim seni!" deyip yine her zamanki gibi yatağıma yayılmış Öykü'ye masamın üzerinde duran kalemin kapağını fırlattım. "Ne be gelmiyorum işte. Hiç halim yok." dediğinde kalemi de fırlattım ona. "Geleceksin. Ben seninle her seferinde geliyorum." deyip ardından "Hem sana diyorum giyecek kıyafetim yok." dedim ikna olması için dua ederken. "Senin mi kıyafetin yok?" dedi inanamayarak. "Evet." dedim yalan söyleyerek. "Yürü be oradan! Dolabında tek bir pantolon ve t-shirt kalsa bile bir sürü elbisem var dersin." dedi beni benden bile iyi tanıyarak. Haklıydı. Kıyafete giyime falan o kadar önem veren biri değildim.

"Ya kızım sen de diyorsun işte, ihtiyacım olmazsa istemezdim." dedim artık kabul etmesini dileyerek. "Niye bu akşam? Hafta sonu gideriz." dediğinde gözlerimi pörtletip "Olmaz!" diye sesimi yükselttim. Anlaşılan Öykü bu gün gerçekten yorgundu. Çünkü alışverişi deli gibi seven biriydi o.

Az önceki tavrıma şaşırıp "Niye?" diye sordu artık bıkkın çıkmaya başlayan sesiyle."Olmaz çünkü... Abim bu akşam için sorun çıkarmadı." diye aklıma gelen ilk yalanı söyledim. Pek yalan da sayılmazdı aslında. Durup biraz düşünür gibi yapıp ardından hiç istekli olmayan bir sesle "Tamam gideriz." diye kabul etti. "Yes be!" diye ciyaklayıp yerimden kalktım. Gözlerini devirmesine sebep olmuştu bu hareket. Ona göre bir alışverişe bu kadar sevinmem saçmaydı, bana göre de bir alışveriş için bu kadarı saçmaydı ama bu sevinç başka bir şey için olduğundan hiçte saçma değildi.

Öykü akşam Emir'le buluşacağımızı bilse beni camdan atardı valla. Ama ne yazık ki Öykü'cük AVM'ye kadar her şeyden habersiz olacaktı. Yazık kuzuma. Düşünceme sinsice sırıtıp dolabıma yöneldim. Okuldan çıkıp direkt bizim eve geldiğimiz için Öykü'ye de benim kıyafetlerimden verecektim. Güzel giydirmem gerekiyordu onu. Öykü arkamdan söylenirken ben ona aldırmadan dolabıma bakmaya devam ettim. Birkaç dakikanın içinde hem ona hem de kendime kombin yapmıştım. Onunki daha şıktı tabii.

Yüksek bel kot eteğimi askısından çıkarıp Öykü'ye fırlattım. Tabi benim yetenekli arkadaşım eteği havada yakalamıştı. O eteği yüzünü buruşturarak incelerken ben tekrar dolabıma dönüp beyaz üzerinde mavi desenler olan gömleğimi ve siyah deri ceketimi çıkardım. Dolabımın alt çekmecesinden opak çorabımı da çıkarıp Öykü'nün yanına gittim. Havalar soğuktu. Şimdi kızı güzel giydirelim derken de hasta etmeyelim. (Resmi çoraplı hayal edin.)

Öykü önce kıyafetleri inceleyip sonra tekrar bana uzattı. "Sadece bir alışveriş için fazla abartmışsın Dolunay." diye itiraz etti. "Ya Öykü hadi ama ben pantolon giyeceğim sende etek giy ikimiz aynı olmayalım." diye yine saçma bir yerden konuyu bağladım. "Sen etek giy. Ben pantolon giyerim." diye fikir sundu Öykü. Ardından ayağa kalkıp dolabıma yöneldi. Önüne geçip onu engelledim.

"Ya Öykü hadi ama ben etek giyemem." diye kaşımı kaldırıp anlamasını umarak yüzüne baktım. "Niye be?" diye anlamadığını belli etti. Aslında giyebilirdim ama şimdi sırf ona giydirmek için yalan söylüyordum. "Giyemem işte." dediğimde az önce anlamadığı için çattığı kaşları gevşedi. "Haa." diyerek dolaba yönelmek yerine banyoya yöneldi. Oh be. Bu gün söylediğim kaçıncı yalandı bu ya. Valla yalandan ölünebilseydi şu an mezarımı kazıyor olurlardı.

Öykü banyoya girerken bende dolabımdan kendim için düşündüklerimi çıkardım. Yırtık kot pantolonum, beyaz kazağım ve siyah ceketimle bende idare ederdim işte.

Öykü banyodan giyinmiş bir şekilde çıkarken bende siyah ayakkabılarımı giyiyordum.Öykü'nün yüzünden üzerindekilerden pek memnun olmadığı anlaşılıyordu."Yav kızım bende pantolon giyeyim işte." dediğinde "Yok ya böyle çok güzel olmuşsun." diye hemen itiraz ettim. "Cidden güzel olmuşsun." dedim her an üzerindekileri çıkarıp pantolon giyecekmiş gibi duran Öykü'ye. "Of tamam ya." deyip okul kıyafetlerini yatağın üzerine bırakıp aynanın karşısına geçti tekrar. Eyeliner, rimel ve bilmediğim bir şey daha sürdü yüzüne. Ben sadece sabah okula giderken sürdüğüm eyelinerle yetinecektim. Ben zaten hazırlanmıştım Öykü de hazırlanınca çantalarımızı alıp aşağı indik.

Salonda kimse yoktu. Abim de evde yoktu anlaşılan. Buna şükredip Öykü'nün koluna girerek kapıya yöneldik. Evden çıkmadan ceketimin cebinde olan telefonum titremişti. Telefonu açtığımda Atıl mesaj atmıştı, gideceğimiz yeri soruyordu. Hey ben aklıma! Çocuğa mesaj atacaktım. Tabi Öykü'yü ikna etmekle uğraşırken onu unutmuşum. Atıl'a gideceğimiz yerin adresini yazıp yolladım. Evden çıkıp kapıyı kapattığımda Öykü'nün meraklı gözlerine maruz kalmıştım.

"Kim kız, o?" diiye sorduğunda bu günün bilmem kaçıncı yalanını söyledim. "Hiç canımı reklam şeysi." dediğimde inanmayıp kaşını kaldırdı sorarcasına. "Hep öyle olur zaten." dedi imalı imalı. Telefonumu cebimden çıkarıp yüzüne doğru salladım. "Al bak inanmıyorsan." dediğimde "Kalsın." diyerek yürümeye başladı. Arkadaşınızı iyi tanıyınca her şey çok iyi oluyordu be.

Öykü ile taksiye binip AVM'ye gittik. Yol boyunca konuşarak taksicinin kafasını şişirmiştik resmen. Bir ara adamın bizi taksiden atacağını düşünmüştüm ama neyse ki öyle bir şey olmadı. O da çok büyütmüştü canım. İki kız olarak azıcık(!) çok az (!) dedikodu yapmış olabiliriz.

AVM'ye girdiğimizde Atıl'a nerede olduklarını soran bir mesaj atmıştım. Tabi yine Öykü'nün sorgulayan bakışlarına maruz kalmıştım. Neyse zilyonuncu yalanımı söyleyerek kurtulmuştum. Hemen Atıl'ların yanına çıkmak yerine Öykü'yü bir mağazaya soktum. Şüphelenmemesi gerekiyordu. Öykü kolumdan çıkıp direkt elbiselere yönelince gözlerimi devirdim. Bir de halim yok diyor. Ben arkadaşımı tanıyorum bir mağaza görünce hiçbir şeyi kalmazdı onun. Ama şu an alışveriş yapamayız, sadece şüphelenmesin diye öylesine girmiştim bu mağazaya. Öykü çocuk gibi mağazanın içinde bir oraya gidip bir buraya giderken bende askıdan yazılı bir t-shirt aldım.

Valla Öykü benim gibi bir arkadaşa sahip olduğu için çok şanslı. Ben de onun gibi birine tabi. Onun için her şeyi yapardım tıpkı şu an yaptığım gibi. Emir'den hoşlandığını biliyordum. Hem zaten ilk geldikleri gün kendisi demişti 'Emir Aras tam benlik' diye. Şimdi itiraz etmeye hiç hakkı yoktu. Ve ben de o itiraz edemeden onları sevgili yapacaktım. Esra Erol'e bağladım yeminlen. Bir daha ki bölüme de başka bir çiftimizi birleştiririm artık.

Elimdeki bedenine bile son anda baktığım t-shirtle Öykü'nün yanına gittim. Bir şey beğenmemişti ki eli boştu. "Hiç güzel bir şey yok burada." dedi burun kıvırarak. "Ben bunu alıyorum." diyerek elimdeki t-shirti gösterdim. "Sen bilirsin. ben başka mağazaya bakacağım." dedi. Onunla birlikte kasaya gidip elimdekinin parasını ödedim. Kol kola mağazadan çıkıp onu Emir ve Atıl'ın olduğu yöne doğru ilerlettim. Kolundan bilerek çıkmıyordum, yoksa şu an Öykü başka yerlere giderdi. Yürüyen merdivenlerden çıkıp sağa yönlendirdim onu. Atıl ve Emir az ileride salak gibi boş boş duruyorlardı. Merih'in gelmesini tabi ki beklemiyordum.

Biraz daha onlara yaklaşınca onlar bizi biz onları fark ettik. Ama ben görmezden geldim. "Bunlar ne arıyor şimdi burada?" diye mırıldanan Öykü'ye sanki hiç haberim yokmuş gibi "Kimler?" diye sordum. Öykü'nün yüzünde memnuniyetsiz bir ifade belirmişti.

Atıl ve Emir'in yanına ulaştığımızda "Bunlar işte." dedi gözleriyle onları işaret ederken. Bakışlarımı Öykü'den çekip Atıl ve Emir'e baktım. Öykü daha durmadan devam edecekti ki kol kola olduğumuzdan ben onu rahatlıkla durdurdum. Bize bakarak sırıtan Atıl ve yine bize bakarak somurtan Emir'e sanki her şeyden habersizmişim gibi "Aaa Atıl ve Emir. Siz ne arıyorsunuz burada?" diye sordum. Sanki sesim biraz yapmacık çıkmıştı. Tüh bilseydim buna da çalışırdım.

Eli ceplerinde olan Emir umursamaz bir tavırla "Atıl'ın ebesini." diye mırıldandı. Öykü onun bu lafına gözlerini devirmişti. Atıl onun dediğini yok sayıp "Aaa Dolunay ve Öykü. Hiç öyle gezmeye geldik." dedi onunda sesi yapmacık çıkmıştı. "Ya ya ne güzel. Biz de öyle alışveriş yapmaya gelmiştik." dedim lanet olsun ki sesim yine yapmacıktı. Atıl "Ay ne mutlu size." dediğinde Öykü bizim bu halimize de göz devirmişti. Aha şimdi sıçtık. Anlarsa hiç iyi olmaz valla. Zoraki bir şekilde gülümseyip "Ya evet evet." diye yine saçmaladım.

Öykü artık dayanamayıp bir eliyle beni diğer eliyle Atıl'ı gösterip "Şu yapmacıklığı keser misiniz acaba? kendi kendinizi ifşa ediyorsunuz çünkü." dedi her şeyi anlayarak.

Zeki kız abi ben ne yapayım? Anlamaz sanmıştım. En iyisi salağa yatmak olduğunu düşünüp "Ne yapmacığı? Ne ifşası? Neyden bahsediyorsun sen?" diye telaşlandığım için ardı ardına soruları sıraladım. Alayla gülüp "Dolunay şu salak inanabilir ama ben inanmam." diyerek salak olarak Emir'i gösterdi. Emir Öykü'nün ona salak demesine kaşlarını çatıp " Salağın alası sensin." dedi o da. Öykü'de kaşlarını çatıp Emirin üzerine doğru bir adım yürüdü. Ben kolundan tutmasaydım daha da yürüyecekti ama neyse ki tuttum.

Atıl araya girip "Aa ne terbiyesiz çocuklar oldunuz siz böyle." diye aşağılayıcı bakışlarını attı ikisine de. Onun bu yaptığına ben komşu çocuğu muamelesi diyordum.

Atıl'a destek olmak için "Bence de hadi öpüşün barışın." dedim. Bugün saçmalama ve yalan söyleme günümdeyim anlaşılan. Öpüşün barışınmış!Öykü bana 'seninle de sonra görüşeceğiz' bakışını atınca bakışlarımı ondan çektim. Şimdi bir ton laf edecekti bana. Uf bilmiyor ki her şey onun mutluluğu için.

Atl da söylediğimi desteklemek için "Bence de. Hadi Emir Öykü'yü öp." diye saçmaladı. Gözlerimi kısarak ona 'kes sesini gerizekalı' bakışlarımı attım. Ama o bunu anlamamış olacak ki kaş göz yaptı. Harbi salak ha.

Emir Atıl'a ölümcül bakışlar atıp "Hayatta öpeceğim en son kız bile değil o." diye büyük konuştu. Öykü küçümser gibi ona bakıp "Hah! Ben izin verdim de sen öpmeyeceksin." dedi onu küçümsediği sesine de yansırken. Valla bu ikisi de büyük laflar ediyor. İkisinin öpüştüğü günü görünce bunu onlara hatırlatacağım. Çünkü ne demişler 'büyük lokma ye büyük laf etme!' Şimdi ikisi de büyük konuştu kesin öpüşecekler yani.

"Emin ol seni öpmek istesem sen daha itiraz edemeden ben seni öpmüş olurum." dedi ukala ve bir o kadar çapkın bir tavırla. Öykü yüzünü buruşturup "Pislik!" dedi Emir'in gözlerini içine bakarken.

Planım şu ana kadar berbat ilerliyordu. Emir Öykü'ye cevap vermek için ağzını açmıştı ki araya ben girdim. "Eh uzattınız ama. Çocuk gibisiniz." dediğimde Atıl bana destek olmak amaçlı "Bence de." dedi. Cidden mal bu çocuk. Öykü delici bakışlarını bana çevirip "Haklısın uzatmayalım. Hadi Dolunay biz alışverişe devam edelim." dedi bastırarak. Ama plan bu değildi ki. Birbirlerine laf söylesinler sonra biz alışverişe devam edelim. Bu değildi amacımız.

Ne yapacağımı bilemeyince çaresizce Atıl'a baktım. O da ne yapacağını bilemez gibiydi. Bir kaç saniyenin sonunda kaş göz yapıp elini karnına koydu. Zeki bir kız olduğumdan anlamıştım ne demek istediğini. Birden Öykü'ye dönüp "Açım ben." dedim. Atıl "Ben de açım ya Dolunay. Hadi bir yere geçip yemek yiyelım. " dediğinde işte şimdi asıl amacını anlamıştım. Birlikte oturacaktık.

"Aynen Öykü hadi bir kafede oturalım." dedim Atıl'ın söylediğini onaylayarak. Öykü "Birlikte mi oturacağız?" diye sanki birlikte oturmamız çok olağan dışı bir durummuş gibi sordu. "Ne olacak arkadaşız sonuçta." diyerek sorusunu cevaplamış oldum. "Biz ayrı bir yerde oturalım." dedi onaylamayarak. Sesinde isteksizlik vardı ama gözlerinde o isteksizlik yoktu. O da istiyordu çünkü onlarla oturmayı.

Yine ne diyeceğimi bilemeyince Atıl'a döndüm. Atıl 'bende o iş ' der gibi hafiften kafasını salladı. "Ya kızıl cadı itiraz etme." dedi sanki bir çocuk gibi. Onun bu tavrı Öykü'yü gülümsetmişti. Ama Emir için aynı şeyi söyleyemem. Öykü önce biraz karasız kalsa da ardından kabul etti. "Of tamam ya." dedi fazla uzatmayarak. "Ha şöyle." dedi Öykü'nün kabullenmesiyle rahatlarken. Onlar yürümeye başladığında ben de Emir'in koluna girerek yürümeye başladım. Emir için birlikte oturmak pek sorun değildi galiba, itiraz etmediğine göre. Ama az önce Öykü ve Atıl'ın birbirlerine olan tavırlarını kıskandığı belliydi.

Yüzüne bakıp "Yüzün asık sanki?" diye sorarcasına konuştum. "Asıldı." dedi az önceyi kast ederek. "Hım bizi görünce asıldı yani." diye açıkça konuştum. Ben onun yüzüne bakarken o önüne bakıyordu. "Gibi." diyerek söylediğimi onaylamış oldu. Yüzünün asıklığının nedenini bilsem de başka bir şey söyledim ben.

"Benden bu kadar nefret ettiğini bilmiyordum." dedim sahte bir üzüntü ile kafamı önüme çevirirken. Sadece ağzını arıyordum onun. Başka bir amacım yoktu. "Saçmalama! Senden nasıl nefret edebilirim ki? Sen benim hiç olmamış kız kardeşim oldun." dediğinde gülümsemiştim. Beni öyle gördüğünü biliyordum ama onun ağzından duymak beni mutlu etmişti. Bakışlarımı ona çevirip "Siz de benim için öylesiniz." dedim. O da gülümsemişti bu dediğime.

Konuyu Öykü'ye getirmek istediğimden "Benden nefret etmiyorsan Öykü'den ediyorsun o zaman?" dedim yine sorarcasına. Yüzünde bir şey düşünüyormuş gibi bir hal belirdi. Ardından "Nefret demeyelim ona." diyerek ondan nefret etmediğini itiraf etmiş oldu. Hadi şimdi birde hoşlandığını itiraf etsin bakayım. Zaten onun o halleri asla nefret olamazdı, hoşlantıydı ve bu çok belliydi.

"Çekememezlik?" diye sordum yine. Çekememezlik de değildi. Belki arada çekemiyor olabilirdi. Sanki karşısında bir çocuk varmış gibi burnuma dokunup "Çok mu bilmişsin sen?" diye sordu. Bu çok bilmişlik değildi. Bunu bilmemiz için çok bilmiş olmamız gerekmiyordu. Onların birbirlerine karşı olan tavırlarını biraz incelersek her şeyi anlayabilirdik.

" Olanları söylüyorum." dediğimde anlamadığı için kaşlarını çattı "Olanlar?" diye sormayı da ihmal etmedi. "Evet olanlar." dedim tereddüt dahi etmeden. "Ne gibi?" diye hala anlamayarak sordu. "Birbirinize karşı olan tavırlarınız mesela." dedim ondan hiçbir şeyi gizlemeyerek. Onunla rahatça konuşabilirdim. Hem zaten bugün konuşmalıydım çünkü bugün buradaki amacımız onların arasını yapmaktı. "Tavırlarımız derken?" diye tekrar sordu. Ve ben onun bu tavrıyla daha da açık konuşmam gerektiğini anlayıp

"Of Emir bibirinizden hoşlanıyorsunuz işte." dedim. Dediğim şeyle alaydan bir kahkaha atıp "Şimdi saçmalamaya başladın işte." dedi. Kahkahasıyla önümüzden yürüyen Öykü ve Atıl bize bakmıştı. Ama Atıl hemen anlayıp Öykü'nün kafasından tutarak başka bir yere çevirmişti. Hayvan.

"Saçmalamıyorum Emir. İkiniz de hoşlanıyorsunuz." dedim, söylediğim şeyden emin bir şekilde. "Ne yani o da mı benden hoşlanıyor?" dediğinde gülmüştüm. Biliyordum onunda hoşlandığını. Ne dediğini anlayıp kısık sesle bir küfür savurdu.

Gülümseyerek ona bakıp "Senin de hoşlandığını biliyordum." dedim çekinmeyerek. "Soruma hala cevap vermedin." dedi inkar etmeyerek. Sırıtarak "Sen de inkar etmedin." dedim. Yaptığım imalardan sıkılmış olacak ki önce biraz düşünüp sonra kabul etti. "Benimki hoşlantı değil ama onu kıskanıyor olabilirim." tamam böyle diyerek tam kabullenmiş olmaz ama kıskanmakta hoşlandığının bir belirtisi sonuçta. "O da her seferinde senden hoşlandığını inkar ediyor, tıpkı senin yaptığın gibi." dedim hala hoşlandığını söyleyerek.

"Hoşlantı olmadığını söylemiştim." diye artık anlamamı istercesine konuştu. Yav he he hoşlantı değil. "Kıskanıyorsun ama." dedim hala dediğimin aksini söylemeyerek. Onun ne diyeceğini beklemeden de devam ettim. "Bak sana sevineceğin bir haber söyleyeyim, o da seni kıskanıyor." dedim. Başta gözlerini devirmişti ama sonra "Bunu kendisi mi söyledi?" diye umursamaz göründüğünü düşünse de meraklı bir şekilde sordu. "Bunu onun söylemesine gerek yok. Bakışlarından belli." deyip "Aynı senin bakışların gibi." diyerek de ekleme yaptım. Bunu da kabullenip "Çok mu belli oluyor?" diye sordu. "Dışarıdan birine göre çok belli oluyor ama bunu Öykü fark edemez, Kendi kıskançlığı görmesini engelliyor çünkü." dediğimde Emir kafasını çevirmeden önce gülümsemişti sanki. Ben de heyecanla gülümseyip konuşmaya devam ettim.

"Sence Öykü güzel mi?" Ne kadar bilgi o kadar çabuk sevgili olmaları demektir. "Oo Dolunay hanım iyice etkin altına alıp soruyorsun sorularını bakıyorum. Üzgünüm ama benden alacağın cevaplar buraya kadradı." diye sorumu cevaplamayı reddetti. Olsun ama ben almıştım cevaplarımı. "Tamam ben aldım zaten cevabımı." dedim sinsice sırıtarak. "Fazlaca zekisin." dedi gerçekçi bir tavırla. "Biliyorum." dedim hiç mütevazı olmayarak. Gülmüştü o bu samimiyetime ama.

Hep birlikte gidip bir kafeye oturduk. Herkes yiyeceklerini söylemişti. Ben hamburger söylemiştim, Öykücük kendinden taviz vermeyip sadece salata söylemişti, Atıl hayvanı tek başına yemek için bir büyük boy pizza söylemişti, Emir ise soslu makarna istemişti. Okuldan çıktığımızdan beri bir şey yememiştik ve ben kurt gibi açtım. Yemeklerimiz geldiğinde hiç beklemeden dalmıştım hamburgere. Aç olduğum zaman gözüm yemekten başkasını görmezdi. Ve şu an da kim yemem hakkında ne düşündüğü umurumda değildi.

Benim hamburgerim bittiğinde Öykü daha hala salatasını bitirememişti. Atıl hayvanı geçekten hayvan benimle birlikte bitirmişti bir büyük boy pizzayı. Ben ve Öykü;'nün bitiremediği bir büyük boy pizzayı çocuk tek başına yemişti.

Atıl kaş göz yapınca hiçbir şey anlamamıştım. Tekrar bir şeyler işaret etti ama ben yine anlamadım. Gözlerini devirip "Benim bir test kitabı almam lazım." dedi. Yalan söylediğini anlamıştım. Bir şeyler düşünüyordu. Yanımda oturan Emir birden öksürmeye başlayınca elimle sırtına vurdum birkaç tane. Öykü de Emir'in suyunu ona uzatmıştı. Ben şaşkınca sırıtırken Emir suyu alıp içmeye başladı. Bilseydim Öykü'nün Emir'le böyle ilgilenip ona su vereceğini ben boğardım lan çocuğu.

Emir'in öksürmesi durunca inanamayarak Atıl'a baktı ve "Senin bir test kitabı alman lazım?" diye sordu. Şimdi anlamıştım neden az kalsın boğulacağını. Atıl sanki çok çalışkan bir öğrenciymiş gibi "Evet." dedi büyük bir istekle. Emir hala şaşkınca "Kıyamet mi yaklaşıyor?" diye sordu. Atıl "Ne var ya olamz mı?" diye sorunca Emir hiç tereddütsüz "Olamaz." cevabını verdi.

"Sınava kaç ay kaldı haberiniz var mı sizin? Hadi Dolunay şu aşağıdan alalım bana bir tane test kitabı." dedi 'hadi bir şeyler ayarlamamız' göndermesi yaparak.

Yalnız cidden sınava çok az kalmıştı. Ve ben sınava, sorulara dair hiçbir şey bilmiyordum. Çok yüksek ihtimalle mezuna kalacaktım.

"Tamam." dedim ayağa kalkıp çantamı koluma geçirerek. Sınavı daha sonra düşünecektim. Atıl da ayağa kalkmıştı. Öykü "Ben de geliyorum." dediğinde hemen "Hayır!" diye çıkışmıştım. Anlamadığını göstererek "Niye?" diye sordu. Ben ne diyeyim diye düşünürken Atıl "Çünkü senin salatanı bitirmen gerekiyor." dedi 'aklıma ancak bu geldi' edasıyla. Öykü "Saçmalamayın." deyip ayağa kalkmaya yeltenince "Saçmalamıyoruz. Hadi sen bitir onu biz geliyoruz." diyerek itiraz etmesini beklemeden ben ve Atıl cafenin çıkışına yöneldik.

Kafeden çıktığımızda "Yalan üzerine yalan söyledim bu gün." diyerek sitem etti Atıl. "Sen mi ben mi." diyerek bende onun sitemine ortak oldum. Ardından "Yalnız test kitabı nedir ya?" diye bir yandan gülüp bir yandan konuşmuştum. Atıl'ın test kitabı istemesi komikti. "Ne yapayım lan aklıma o geldi birden." dedi. Of önemli olan kafeden çıkmamızdı. Test kitabı yalanını söylemiş olsak da çıkmıştık. "Aman neyse çıkabildik ya." diye rahatlıkla konuştum. "Aynen de ne yapacağız şimdi?" diye sordu. Öykü ve Emir'e bir şeyler yaptırmamız gerekiyordu. "Bilmem." diyerek bilmediğimi belli ettim. Atıl biraz düşünüp "Bence şu sinema salonuna kitleme fikrini eylemleştirelim." dedi. Sinema salonu fikri bu gün ürettiğimiz saçma fikirlerden bir tanesiydi. Emin olamayarak "Olur mu ki dersin?" diye sordum ona. Emin olamıyordum çünkü o ikisinin ne yapacağı belli olmazdı. "Başka yapacak ne var Dolunay? En azından orada ikisi yalnız kalır." dedi fikrini söyleyerek.

O ikisinin yalnız kalmak isteyeceklerinden pek emin değildim ben. yalnız kalınca yapacakları tek eylem birbirlerini boğazlamak olurdu herhalde. "Tamam ya inşallah sinema salonunu patlatmazlar." diye kabul ettim. "Ve inşallah döndüğümüzde kafe yerinde olur." diye gülerek konuştu Atıl.

"Tamam o zaman sen git salon görevlisiyle falan konuş bende şu test kitabını alayım. Elimiz boş gitmeyelim." dedim. Atıl beni onaylayıp sinemanın olduğu kata doğru yürümeye başladı. Aslında elimiz boş gitmek istememek değil de cidden sınava dair bir eylemde bulunmak istememdi amaç.

aşağı kırtasiyenin olduğu yere doğru yürüdüm. Onları sinema salonuna kilitlemek pek doğru bir fikir değildim ama yapacak başka bir şeyde yoktu.

Aşağı inip kırtasiyeden YGS soru kitabı aldım. En azından bu gün aramızdan birisi bir şeyler kazanabilirdi. Atıl soru çözerdi. Bu dediğime ben bile inanmamıştım açıkçası. Atıl ve soru çözmek. Komikmiş cidden.

Yukarıya çıkmak için yürüyen merdivenlere yönelmiştim ki biri koluma hayvan gibi çarptı. "Ah." diye ağzımdan bir nida dökülmüştü. Bana çarpan kişi bir erkekti. "Pardon ya." dedi büyük bir ilgiyle yanımda dururken. "Sorun değil de daha yavaş olmayı deneyebilirsin." dedim bana ilgili davranan yakışıklı çocuğa soğuk davranırken. "Kusura bakma gerçekten." dediğinde onu aldırmayı bir adım atmıştım ki kolumdan yakaladı ben. Önce kolumda olan eline bakıp ardından anlamayan gözlerle yüzüne bakarak "Hayırdır?" diye sordum.

Yüzümü dikkatlice inceleyip "Sen Dolunay değil misin?" diye sordu. Bu soruyla daha fazla anlayamamıştım bu çocuğu. Anlamadığım için kaşlarımı çatıp kolumu kurtardım elinden ve "Değilim." dedim. Hemen kalkıp evet oyum diyemezdim. Manyağı var, sapığı var, katili var.

Yine bir adım atmıştım ki yine tutu kolumdan. Gözlerimi yavaşça kapayıp tekrar açtım, sakinleşmek için. "Ya bir dakika sen Dolunay'sın." dedi emin bir şekilde.

Tamam ben Dolunay'ım ama o kim?

tekrar kolumu elinden çekip "Değilim diyorum sana!" diyerek çıkıştım ona. "Tamam bak bu devirde böyle davranman çok normal ama ben seni tanıyorum." dedi bu devirde böyle davranmamı haklı bularak. O beni nereden tanıyor ki? 'sosyal medyadan' diyen iç sesim haklıydı.

"Tamam. Diyelim Dolunay'ım ne olacak?" diye sordum bana hala ilgiyle bakan yakışıklı çocuğa. O söylediğimi yok sayarak "Beni tanımadın mı gerçekten?" diye başka soru yöneltti. "Seni tanımadım gerçekten." diyerek onu soru ekiyle kurduğu cümleyi düz bir cümle şeklinde kurarken. Onun tekrar saçmalamasını beklemeden bir iki adım yürüdüm. Bilin bakalım üçüncü adımı niye atamadım? Manyak arkadaşımız yine kolumdan yakaladı çünkü.

"Bir dakika ya ne aceleci kızsın sen!" diye kolumu ikide birde tuttuğu yetmiyormuş gibi birde beni azarlıyordu. Artık iyice çatılan kaşlarımla yüzüne bakıp " ne saçmalıyorsun sen? Çek elini üzerimden!" diyerek bir kez daha kurtardım kolumu. Ben hala ona çatık kaşlarla ve ölümcül bir şekilde bakarken o birden "Biz seninle kuzeniz Dolunay." dedi. Dediği şeyle tükürüğün boğazımda kalmış ben öksürmeye başlamış, gözlerim resmen yuvasından fırlayacakmış gibi açılmıştı. Ne dedi o az önce? Biz seninle kuzeniz mi dedi? Bu çocuğun deli olduğu gerçeğini şu an anladım. Ya da dalga geçecek birini arıyordu beni buldu.

"Pardon?" diye sordum büyük bir hayretle. Hayrete düşmüştüm çünkü delinin teki kuzenim olduğunu iddia ediyordu. Ben şaşkın ve duyduklarıma anlam veremeyerek onun yüzüne bakarken o çok normal bir şey söylemiş gibi bakıyordu bana. "Evet. Beni tanımamana çok şaşırdım." deyip ardından bana elini uzatıp "Ben Furkan kuzenin." dedi. Ben dalgayla eline vurup "Hadi oradan. Dalga geçiyor bir de." dedim emin bir sesle. Onun benim kuzenim olmadığından emindim.

"İnanmıyor musun?" diye sorduğunda kesin bir şekilde "İnanmıyorum!" demiştim. Omuz silkip "Sana şimdi bunu kanıtlayamam ama biz seninle kuzeniz." diye diretti. Sabır dilercesine yukarıya bakıp ardından tekrar karşımda duran Furkan adındaki manyağa baktım. Yüzünde çok inandırıcı bir tavır vardı ama inanmıyordum ona. Elimle etrafı gösterip "Burada kendine, dalga geçecek bir çok kişi bulabilirsin." diyerek yürümeye başladım.

Bütün manyaklar,bütün deliler bütün salaklar beni bulurdu. Kolumda tekrar bir el hissettiğimde dişlerimi sıkarak arkama döndüm. Yine ve yine manyak çocuktu. "Sakın bir daha o pis elinle kolumu tutayım deme!" diye dişlerimin arasından tısladım. Artık sinir olmaya başlamıştım çünkü. Delinin teki çıkmış kuzeniz diyor o da yetmezmiş gibi sürekli kolumdan tutuyor, gel de katil olma. sırıtıp "Oo ne yaparsın kuzen?"

"Kırarım!" bunu diyen ben değildim. Arkamdan gelen bir sesti bu. Ama ben bu sesin sahibini hemen yan sıramda oturacak kadar iyi tanıyordum. Bu sesin sahibi Merih'ten başkası değildi. Onu duyduktan birkaç saniye sonra Merih belirmişti yanımda. Yüzünde her zamanki soğukluğu vardı ama bu soğukluk gözlerine ulaşmamıştı. Gözlerinde büyük bir koruma duygusu vardı. Yoksa Merih Karan beni koruyacak mıydı bu manyaktan? Onu daha önce görmeyen biri şu anki yüzünde soğukluktan başka bir şey görmezdi ama ben onu biliyordum. Bu sefer soğuk bakmak yerine koruyucu gibi bakıyordu yüzüme. Ya bilerek bakışlarını gizlememişti ya da gizleyememişti. Ama ben onu umursamayacaktım şimdi. Çünkü Merih'in beni korumak istemesi gibi bir gerçek vardı ve bu gerçek umursama diyordu.

Merih ile aramızdaki bakışmayı bölen şey manyak çocuğun sesi olmuştu. Bakışlarımı ona çevirdiğimde çatık kaşlarla Merih'e bakıyordu. Ve az önceki tavrının aksine oldukça... Ürkütücü. Bir anda tüylerim ürperdi bakışlarına karşı.

"Sana ne oluyor? Ben onun kuzeniyim." diye yine saçmaladı. Ya bu çocuk gerçekten benim kuzenimdi bu kadar emin konuşuyordu, ya da gerçekten eğlenecek bir şey arıyordu ve beni bulmuştu. Ama onun benim kuzenim olmadığına emindim. Merih "Dolunay?" diye sorarcasına konuşup yüzüme baktı. Kuzenim olup olmadığını soruyordu. "yalan söylüyor tanımıyorum bile onu." diyerek cevapladım onu. Merih bakışlarını benden çekip adının Furkan olduğunu iddia eden deliye baktı. "Tanımıyormuş seni!" diye tek kaşını kaldırıp ve soğukça konuştu.

Deli çocuk "Sen ne karışıyorsun ki? Benimle Dolunay arasında !" deyip tekrar kolumu tuttu. Artık iyice saçmalayan çocukla " çeksene be elini!" diye cırladım. Tam dövülecek kişi ha. Çocuk daha kolumu bırakmadan bir adım atmıştı ki diğer kolumu da Merih tuttu. Allah'ım sen beni kollarımla mı sınıyorsun?

"Bir daha bu kız çek elini demek zorunda kalırsa sen de hastaneye gitmek zorunda kalırsın!" diye insanın kanını donduracak soğuklukta tehdit ederek konuştu Merih. Çocuk kolumu bırakmıştı Merih'in bu tehdidinin üzerine. Ama Merih kolumu bırakmamıştı. Bende çekmemiştim zaten. Çünkü bu manyak her an 'kuzenim o benim' deyip kolumdan tutup kaçıracakmış gibi duruyordu.

Çocuk tekrar "Benimle Dolunay arasında sen karışma!" diye konuştu. Yalnız şu son söylediğinden sonra bu çocuktan korkmadım değil. Aynı Merih gibi soğuk ve aynı onun gibi mimiksiz konuşmuştu. Merih meydan okurcasına "Artık benimle senin aranda." dedi ve kolumu bıraktı. Merih benim için konuyu üstüne alınmıştı ve ben şu an ne diyeceğimi ne yapacağımı bilmiyordum.

"Sen kimsin lan?" diye sinirle soluyup Merih'in üzerine doğru geldi bir adım. Tabii Merih durur mu, o da çocuğun üzerine yürüyüp "Asıl sen kimsin ?" diye aynı sinirle sordu. Onun bu hali kendime gelmemi sağlamıştı. Meri'in kolunu tutup "Merih lütfen!" dedim kavga etmemesi için. Birilerinin benim yüzünden zarar görmesinden nefret ediyordum çünkü. Merih beni aldırmamıştı ama bende hala kolunu bırakmamıştım. "Boşver Merih. Delinin teki herhalde." dediğimde çocuk yüzünü buruşturmuştu bu dediğime. "Deli miyim? Adını nereden biliyorum o zaman?" diye inkar ederek sordu. "Sosyal medya denen bir şey var." dedim iç sesimin bana söylediğini.

"Anlaşıldı inanmak istemiyorsun." dedi kabullenircesine çocuk. "İnanmak istemiyorum değil. İnanmıyorum." dedim kesin bir dille. "Tamam. Öyle olsun" dedi pes ederken. Bunun üzerine Merih ile aralarında kısa bir bakışma geçmişti ama çocuk uzatmadan çekip gitmişti. Oh be. Manyak sülük gibi yapıştı. Yok kuzenimmiş yok neymiş neymiş. Gerizekalı.

"Kimdi o?" diye sordu Merih. Omuz silkip umursamaz bir tavırla "Tanımıyorum." dedim ve yürümeye başladım. Bir iki adım atmıştım ki Merih yetişmişti bana. Birlikte yürüyen merdivene bindiğimizde "Hala tavırlı mısın bana?" diye sordu. Bakışlarımı ona çevirip "Niye tavır yapayım ki sana?" diye sordum. Tavırlıydım ona. Ona söylemesem de öyleydi. O gün kırmıştı beni. Ve hemen öyle unuttum deyip kırgınlığımı da geçiremiyordum. Üzmüştü o gün beni. Kırmıştı. Hala birbirimizin yüzüne bakarken o konuştu. "Bende onu diyorum işte. Yapma bana tavır." dedi. Son söylediğini sanki pişman olduğunu görmemi ister gibi söylemişti. Ya da gerçekten on tavır yapmamı istemez gibi. Tam anlayamamıştım ama anladığım bir nokta vardı o da Merih'in onunla tavırlı olmamamı istemesiydi.

Onun ne dediğini az çok anlamıştım ama kırgınlığım sağ olsun bunu ona yansıtmama engel olmuştu. "Tamam yapmam. Maazallah onun içinde kolumu morartırsın falan." dedim kırgınlık sesime yansırken. Merdivenlerden indiğimizden "Küçük kız!" dedi uyarıdan çok anlamamı ister gibi. "Tamam Merih uzatmıyorum." dedim. Ardından "Bak sustum." diyerek elimle ağzıma görünmez bir fermuar çektim.

Şu an Merih ile oturmuş Playstation oynuyordum. İnanabiliyor musunuz? MERİH İLE PLAYSTATİON OYNUYORUZ!

Öykü ve Emir'i sineme salonuna kilitlemiştik. Merih her ne kadar bize acıyarak baksa da yapmıştık bunu. Kafede oturmaktan sıkılınca Atıl en alt katta olan kafeye maç izlemeye gitmişti. Merih de gidecekti ama Atıl 'sen burada kal. Dolunay'ı kaçırırlar.' dediğinde kalmıştı. Asıl buna inana biliyor musunuz? MERİH İTİRAZ ETMEDEN OTURMUŞTU!

Galiba dünyanın sonu yaklaşıyor arkadaşlar. Kafede sıkılmıştık ve Merih 'Playstation biliyor musun?' diye sormuştu bende 'evet' deyince işte şimdi oturmuş onu oynuyorduk. Kaderde Merih'le Pes atmakta varmış.

Ben bu oyunu çok iyi biliyordum ama Merih de en az benim kadar iyi oynuyordu. Ortaya bir iddia koymuştuk eğlenceli olsun diye. Kaybeden yaklaşan yazılılarımızın birinde kazananın kağıdını da yapacaktı. Valla sırf yazılıdan sıfır almamak için bile kaybedebilirdim. Ama Merih kendine güvenmeseydi bunu söylemezdi. Ben klasik kaybeden diğerinin bir gün boyunca isteklerini yapsın demiştim. Merih 'klişe' diyerek yok saymıştı fikrimi.

Oyunun skoru 3-1 di. Bilin bakalım kim yeniyor? Tabii ki ben arkadaşlar. Evet doğru duydunuz ben yeniyordum. Ve maçın bitmesine on dakika falan kalmıştı.Ben oyuna odaklanmış Allah ne verdiyse yağdırırken Merih birden oyunu durdurdu. Anlamayarak ona bakıp "Ne oluyor be?" diye sordum. "Susadım." deyip masada duran sudan alıp içti. "Sanki orada top koşturan sensin ha." diyerek susamasını nedenini bilmediğim bir şekilde saçma buldum.

Dediğime sadece soğukça sırıtıp oyuna döndü. "3-1 olman beni yeneceğin anlamına gelmiyor." dediğinde alayla güldüm. "Ya ne anlamına geliyor?" diye hala gülerken sordum. Yenilmeyi yedirememişti anlaşılan. "Daha on dakika var."

"Sekiz dakika. Hem zaten kaç dakikadır bir gol attın sekiz dakikada mı yenmeyi düşünüyorsun." dediğim an gol atmıştı.

"Hay anasını..." diye mırıldandım. "Ne oldu sekiz dakikada bir kaç gol atabilirmiş miyim?" diye alaylı ses tonuyla sordu. Oyun durmuştu. Ve ben öfkeyle onun yüzüne bakıyordum. Beni konuşturup dikkatimi dağıtıyordu. Şike yapıyordu pislik. "Konuşma dikkatim dağılıyor." deyip kolu elime alarak tekrar oyunu başlattım.

"Bence kalan şu altı dakikada sana iki gol atıp maçı alabilirim. Sen ne diyorsun ha yapabilir miyim?" diye dikkatimi dağıtmak için tekrar konuştu. "Susar mısın lütfen." dedim susması için dua ederken. "Sen rica etmesinidemi biliyordun?" diye alayla sordu. "Sen insan gibi, birilerinin kolunu sıkmadan konuşabiliyorsan bende rica edebilirim." dedim. Ve bir gol daha attım. Ve Dolunay skoru 4-2 yapar. Son söylediğimle onunda dikkati dağılmıştı. Ya Merih anla bakalım beni şimdi.

Oyunu tekrar başlattığımızda Merih yine susmayı reddedip konuşmayı seçti. Bak sana yemin ederim kıyamet yaklaşıyor. Valla bak.

"Öyle yapmak istemediğimi kaç kere daha söyleyeyim?" diye sordu artık anlamamı istercesine. Bu dediği de dikkatimin dağılmasına yetmişti ve bir gol daha atmıştı. Skor 4-3 olmuştu. Ve oyunun bitmesine iki dakika kalmıştı. Sorusunu cevaplamadan tekrar başlattım oyunu. Ona kırgındım.

"Beni kırdın." ve bir top daha Merih'in kalesiyle buluşurdu. Gizlemedim. Beni kırdığını bilsin belki biraz uysal davranır.

Ona bakmıyordum. Bakmak istemiyordum çünkü. Oyunu tekrar başlattığımda bir dakika vardı oyunun bitmesine. Merih tekrar konuştu. "Özür dilerim küçük kız." işte duyduğum o söz bir gol daha yememe sebep olmuştu. Oyun kolunu masaya bıraktım duyduğumu idrak etmem gerekiyordu. Hem zaten maç bitmişti.

Merih Karan benden özür mü dilemişti az önce? Yoksa benim uydurmam mıydı? Siz de duydunuz mu?  O benden özür dilemişti. Bunu düşününce şaşkınlıktan yüzümde bir gülümseme belirmişti. Onun asla benden özür dilemesini beklemezdim. O... asla özür dilemez gibi görünüyordu ama dilemişti işte. O kırdığı benden özür dilemişti.  Tiksintiyle, nefretle baktığı gözlerimden o bakışları belki siler diye özür dilemişti. Kusarcasına söylediği o sözleri belki beynimden siler diye özür dilemişti... O özür dilemişti...

LAN OLUM ÖZÜR DİLEDİ!! YEMİNLE KIYAMET...

Düşüncelerimi beynimde bir köşelere serpiştirmeme sebep olan Merih'ti. "Maçı sırf sen sınavda bir şey yapamazsın diye kaybettim." dedi ben hala afallamış bir şekilde dururken. Maçı 5-4 ben yenmiştim ama Merih son anda attığı özürle skoru eşitlemişti. Maçın galibi ben olabilirdim ama onun özür dilemesi her şeyi dengelemişti.

O özür her şeyi dengelemişti...

****

Bölüm sonu.:)

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

4.3M 122K 41
054* ***: benim seninle sevişme 054* ***: pardon antrenman yapma ihtimalim nedir? - : kapak tasarımı için @gokbuttired 'a çok teşekkür ederim.<3 :
12.7M 911K 57
"Sana hiç söylemedim ama sana aşıktım. Bunu yüzüne karşı söyleyememek de benim ayıbım olsun." 070822 ☁️
304K 14.8K 72
4 arkadaşın numara komşuları üzerine iddiaya girmeleriyle başlar her şey... Argo, küfür vs. içerir!!!
1.2M 86K 59
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...