Sen Gitmeden Önce.

By jensenology

8M 170K 11.3K

☆ ★ WATR 2013 En İyi Teen Fiction Hikayesi ★ ☆ Genç bir kızın yıllar sonra İstanbul'a dönüp geçmişiyle tekrar... More

-1- Bahşiş.
-2- ''Sana arkadaşlık etmek istiyormuş.''
-3- Anılar.
-4- Sahilde parti.
-5- ''Seninle aynı yatakta asla yatmam.''
-6- Kıyafetler.
-7- Fahişe ?
-8- Anılardan kaçamazsın.
-9- Çalışma.
-10- Kaza ?
-11- Yolculuk.
-12- Konfetiler..
-13- Tüm dileklerimde o vardı.
-14- Doğruluk-cesaretlik ve biraz da sarhoşluk..
-15- Düne dair anıları hatırlamak.
-16- Olmak istediğim yer.
-17- "Tutmam gereken bir sözüm var."
-18- Artık gerçeklerin vaktiydi.
-19- Yapılacaklar Listesi.
-20- ''Eğlence anlayışınız bu mu cidden ?''
-21- 4 peluş hayvan.
-22- ''Bu bir evlenme teklifi değildi.''
-24- "Evinin önünde."
-25- Minik sır.
-26- "Acaba bu sebep Buğra olabilir mi ?"
-27- Bir bar sürprizi daha.
-28- Kız tavlama teknikleri.
-29- "Sana bu kadar yakından bakmak.."
-30- Siyah ve dantelli.
-31- "Lades yapalım mı ?"
-32- "Kampa mı gitsek ya ?"
-33- Davetsiz misafir.
-34- Küçük sürpriz.
-35- Kamp Kahkahaları.
Notumsu bir şey.
-36- İltifatlar.
-37- Uzun bir yürüyüş fikri.
Minik dünyamız.
-38- "Sleeping with sirens,"
-39- "Pasif kalan her zaman bendim, Buğra."
-40- Gerçeklerin acı versiyonu.
-41- İyileşme süreci.
-42- Yine bir kural listesi.
-43- İşkence zamanı.
-44- Hazan vakası.
-45- "Buraya kadardı."
-46- Karmaşık olaylar döngüsü.
-47- Mail saçmalığı.
-48- Karşılık vermeme durumu.
-49- ''Ve son bir şey,''
-50- Loser.
-51- Minik bir döngü.
Özel bölüm. ☆ Yıllardan kesitler. ☆
-52- Esmer çocuk.
-53- Koala mevzusu.
Final.
Veda Şeysi.
İkinci Kitap!

-23- Üniversite mevzuları.

152K 3.2K 126
By jensenology

Multimedia'daki taşOnur arkdşlr. Kim olduğunu biraz ilerleyince anlayacaksınız, iyi okumalaaar.

Buğra'dan,

Sabah gözlerimi açtığımda ilk fark ettiğim şey kollarımın arasındaki ve yatağın diğer tarafındaki boşluktu.

"Hazal ?" diye seslendim, yeni uyandığımı belli eden ses tonumla. Cevap gelmedi. Belki banyodadır da sesimi duymamıştır düşüncesiyle bir daha seslendim ama yine ses yoktu.

Hazal'ın benden önce uyanma ihtimali %0'dı. Yani belki de %1. Genelde erken uyanan taraf ben olurdum. Yatağın yanında bulunan komidinin üstünden telefonumu aldım ve ekran kilidini açıp saate baktım. 9'a yaklaşıyordu. Bir de mesajlar falan vardı ama onlara bakmadan önce Hazal'a bakmayı planlıyordum. Zaten mesajların çoğu ya çıkarcı arkadaşlardan, ya kızlardan ya da operatörden geliyordu. Ve bunlar da hiç ilgimi çekmiyordu açıkçası.

Yataktan çıktım ve gözlerimi ovuşturduktan sonra elimi yüzümü yıkama işlemlerini hallettim. Dolabıma geçip elime gelen ilk şeyi almak yerine Ramones tişörtümü aradım. Uzun zamandır giymiyordum. Aslında şimdi giymemin asıl sebebi Kaan'ın Ramones tişörtünün, annemin sayesinde çamaşır suyuyla mahvolmuş olmasıydı. O salağa en sevdiği tişörtün aynısıyla hava atmak için giyecektim. Tabii bulabilirsem. Dolabın arkalarını bile araştırmama rağmen bulamadım. Nerede ol --

Ah. Hazal.

Dün akşam tişörtlerimi alacağını söylerken ciddiydi. Elimde olmadan gülümsedim ve bu sefer elime geçen ilk şeyi aldım dolaptan. Kaan'ı başka bir konuyla sinir ederdim artık.

Odamdan çıkarken hala tişörtü giymekle uğraşıyordum. Mavi tişörtümü kafamdan geçirdim ve kapıyı hızlıca kapatarak çıktım lobiye. Cebimdeki, Hazal'ın odasının kapı kartını çıkarıp kocaman bir gülümsemeyle açtım kapıyı. Hazal'ı görememle yüzümdeki o gülümseme de yok olmuştu ister istemez. Kapıyı açık bırakıp içeri geçtim ve banyoya baktım. Orada da değildi. Tam odasından çıkacakken beyaz dolabın üstünde kendini belli edecek kadar parlayan yeşil not kağıdına takıldı gözlerim. Ayaklarımı oraya doğru yönlendirdim, sakin adımlar atsam bile kendi içimdeki tuhaf sessizlik yüzünden ayakkabıların çıkardığı ufak sesleri bile duyabiliyordum.

"Odandaki notu görmediğine ve beni kontrol etmek için buraya kadar geldiğine eminim. Odana geri dön ve parfümlerinin arkasındaki nota bak."

Haklıydı. Not olduğunu bile fark etmemiştim. Biraz önceki adımlarıma göre fazla olan bir hızla odama gittim. Banyomda duran parfümlerimin dizili olduğu rafa ilerledim ve üstündeki notu aldım elime. Madem notu görmeyeceğimi biliyor, neden beni uğraştırmak yerine o nota yazmıyordu ki yazacaklarını ?

Hah, tahmin etmiştim. Neyse. Uyandığında yanında olup seni öperek uyandırmadığım için gerçekten üzgünüm hayatım. -Ya o değil de bana sevgi cümleleri hiç yakışmıyor, değil mi ?- Yine neyse. Ama en geç iki hafta sonra yanında olacağıma emin olabilirsin. İzmir'e gidiyorum. Ve hayır, gelmene gerek yok. Sözümü tutup geri döneceğimi biliyorsun. Kısa işlerim var, onları halletmem gerekiyor. Daha sonra detaylı olarak anlatırım, otobüsüme geç kalıyorum. Seni gerçekten çok seviyorum. Ben gelene kadar kendine çok iyi bak ama sakın kızlara falan bakma, tamam mı ? Gelince hepsini tek tek yolarım. Dengesizim, bilirsin.  -Biriciğin.

Hazal'dan,

Başımı, üstünde uyukladığım laptop tuşlarının üstünden kaldırdım; etrafıma bakındım ve tekrardan kafamı laptopa gömdüm. Oteldeki odamı görmek yerine eski odamı gördüğüm her an daha da deliriyordum. Sabah saat 11'e yaklaşırken eve gelmiştim ve tam 14 saattir bu cehennemdeydim. Burada durduğum der dakika daha da bunalıyordum, özlem duygusu beynimi daha da kemiriyordu ama yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. Telefonumu cebi olmayan pijamamın bel lastiğinin arasına tıkıştırıp, depresyon topuzum ve somurtan yüzüm ile birlikte mutfağa indim. Babam, çakma annem ve Beste uyuduğu için etraf sessizdi, ben de bu sessizliğe ayak uydurdum. Isıtıcıya su koyup çalıştırdıktan sonra kahveyi koydum kocaman bardağıma. Su ısındıktan sonra suyu bardağa döktüm, buzdolabından bir çikolata aldım ve ayağımla buzdolabın kapısını ittirip yukarı, odama çıktım. Geldiğim gibi yine sandalyeme yığılmıştım. Laptopta facebook'um açıktı ve Onur'dan mesaj beklerken Ezgi'den mesaj gelmişti.

"Ooo İzmir'e döndüğünü bilmiyordum bebeğim. Niye bana İstanbuldayken haber vermedin ? Özlemiştim seni, buluşurduk işte :)"

Ay hoşt, pis samimiyetsiz seni. Bu kızı oldum olası sevmem, hala bana buluşsaydık diyor ya. Onu küçükken benim arabalarımdan birini kırmadan önce düşünecektin vallahi tatlım, hala sinirim geçmedi sana.

"Ayy canım ya ben de seni özlemişim ama zamanım olmadı pek." Kesinlikle bu konuda dürüst değildim.

"Ahahah neyse önemli değil. Bomba haberlerim var sana :D"

Ezgi dedikoduya başlıyorsa sığınaklara kaçmanın vakti gelmiş demektir. Cidden bu saatte Gossip Girl çakması salak Ezgi'ye nasıl dayanabilirdim, bilmiyordum.

Bir daha mesaj atmasına zaman bile bırakmadan "Benim çıkmam lazım, sonra görüşürüz Ezgicim." yazıp direkt çevrimdışı yaptım durumumu. Ay yok yok cidden internetten uzak durmak en iyisiymiş. 1 aydır sosyal medyalardan uzakta yaşıyorum, yemin ederim cennetimi buldum ya. Ezgi'nin dedikoduları olmadan 1 ay ne kadar da güzel ve mutlu geçmişti benim için. Onur'un bir daha facebook'a girmeyeceğinden emin olunca tam laptopı kapatmaya yeltenmiştim ki aklıma gelen dahiyane fikirle duraksadım. Fareyi arama kutucuğuna sürükleyip, aramaya Buğra Kaya yazdım. Önüme yüzlerce arama sonucu çıkmıştı ama benim aradığım Buğra en üstte duruyordu. Canım benim. Bak, bana zahmet bile ettirmemişti facebook adresini bulmamda. Sanırım bunda 59 ortak arkadaş olmasının bir ayrıcalığı vardı.

Ha ?!

59 mu ?!

Profiline tıkladım. Profil resmi kapalı olduğu için göremiyordum ama kapak fotoğraflarlarına bakmıştım. Zaten iki tane resim eklemişti kapak fotoğrafına, bu ikisi de grubuyla çekilmiş olan fotoğrafıydı. İkisinde de hepsinin suratında kocaman bir sırıtma vardı. Fotoğrafların tek farkı çekildikleri mekanlar, diziliş sıraları ve bir tanesinde bir kişinin fazla olmasıydı. Ve bu fazla olan kişi bendim. Doğum günü gecemde, sarhoşken çekilen fotoğraflardan biriydi. Fotoğrafta Buğra ayaktaydı ve beni de kucağına almıştı. Kafamı arkaya doğru atmış bir şekilde kahkaha atıyordum ve Buğra'nın da yüzünde kocaman bir sırıtma vardı. Diğerleri de kendi aleminde bir şeylerle uğraşıp kahkaha atıyorlardı, asıl dikkatimi çeken Buğra ve ben olduğum için öbürlerinin nasıl göründüğüne pek dikkat etmemiştim.  Buğra'ya arkadaşlık isteği (!) gönderdim ve diğerlerinin profillerine baktım. Hepsinde ortak arkadaş vardı. Ve Ezgi de hepsinde ekliydi. Sakin ol Haz, dedim kendi kendime. Hepsine tek tek arkadaşlık isteği gönderdim ve tam laptopı kapatacakken Ezgi'den mesaj geldi. Yine.

''Sınav sonucun nasıl ?''

''İyi sayılır yaa. Seninki ?''

''Fena değil işte. Eee üniversite mekanı olarak İzmir'i mi düşünüyorsun tatlım ?''

''Hayır, İstanbul :)''

''İyi bari, neyse canım ben çıkıyorum. Kendine iyi bak :D''

Cevap yazmaya üşendim ve bu sefer cidden laptopı kapatıp yorgunluğumla beraber kendimi yatağa attım. Çikolatama ve kahveme hiç dokunmamıştım bile ama şimdi kalkıp da onları almaya çok üşeniyordum. Hem iştahım da kaçmıştı. Rahatımı bozmamak en iyisiydi. Buğra'yı bir kere daha aradım ama sabahtan beri yaptığı gibi yine açmamıştı. Onlarca mesajıma ve aramalarıma rağmen...

Dayanamadım ve bir mesaj daha attım. ''Trip mi atıyorsun ? Sana tercih işlemlerim için geldiğimi mesaj atmama rağmen ?''

İnadıma mı yapıyordu yoksa cidden aramalarımı, mesajlarımı falan hiç görmemiş miydi ? Belki de görmemiştir ? Böyle bir ihtimal olabilir miydi ? Belki. Küçük bir ihtimal olsa da bu ufak ihtimale sığınıyordum.

Aramalarımı görse de, görmese de şu ana kadar beni araması gerekmez miydi ama ? Görmüştü ama cevap vermeye tenezzül etmemişti aptal. Tamam, hatalı bendim, ona haber vermeden gitmemem gerekirdi. Ama onun da biraz anlayışlı olması gerekmez miydi ? Çünkü eğer ona gitmeden önce haber verseydim beni göndermeyeceğini veya onun da yanımda geleceğini biliyordum. Onu buraya kadar boşu boşuna da sürüklemek saçma olurdu zaten. Aman zaten en fazla iki gün konuşmadan durabilirdi, sonra yine tıpış tıpış arayacaktı. Eh, malımı tanıyorum diyelim.

Uykumun geldiğini belli ederek ağırlaşan gözlerime daha fazla karşı koymadım ve kendimi uykunun huzurlu kollarına bıraktım. Ne kadar huzurlu olabiliyorsa artık.

"Hadi abla kalk !"

"Bak son kez söylüyorum."

"Ya of tüm günümü seni beklemekle geçiremem, tamam mı ?"

"İyi, sen kaşındın. Babamı çağırıyorum."

Gözlerimi açtım ve yatağın yanında bekleyen minik cadıya baktım uykulu halimle. 1 aydır bu şekilde uyandırılmadığım için şimdi biraz tuhaf geliyordu bu sahneyle uyanmak. Cadı tabirlerine uymayan sarışın, mavi gözlü ve minicik burnu olan 8 yaşındaki üvey kardeşim kocaman bir sırıtışla bana bakıyor ve uyanmam için boş boş konuşup beni tehdit etmeye çalışıyordu. Aslında üvey kelimesine ihtiyacım yoktu, öz kardeşim gibi severdim cadıyı.

Beste "N'oldu, daldın gittin ? Ay saçlarım mı çirkin olmuş yoksa ?" diye bir ciyaklama aşaması yaşarken kahkahalarıma engel olamıyordum.

"Evet, çirkin olmuş." dedim gülümsememi bastırıp ciddi olmaya çalışarak.

Pembe dudaklarını sarkıttı. "Ciddi misin ?"

"Evet," Ah, bu sevimli cadının karşısında ciddi olmak da çok zordu.

"Beğenmedin mi ? İstersen sen istediğin gibi örebilirsin saçımı. Annem beceremiyor bu işleri."

Daha fazla ciddi olamayacağımı anladığım an onu belinden yakalayıp yatağa çektim. Onu bir yandan gıdıklarken bir yandan da yanağına ufak öpücükler konduruyordum. ''Hayır bebeğim, çok güzel olmuş.'' 

Kıkırdamaktan kıpkırmızı olduğunda odamın kapısı açıldı ve "Hadi kızlar, kahvaltıya." diyen babamın kadifemsi sesini duyduk. Babamın sesini duymamızla ikimiz de kafamızı oraya çevirmiştik.

"Tamam baba," dedik aynı anda. Gülümseyen yüzümü tekrardan Beste'ye çevirdiğimde kahkaha atmamak için dudaklarını sıktığını fark ettim. Daha fazla kendini sıkamayacağını anladığında minik kahkahasını serbest bıraktı. Bir ay boyunca neden Beste ile sadece bir kez konuştuğumu ben de merak ediyordum. 1 ay boyunca onu fazlasıyla özlemiştim ama üvey annemin -üvey anne demek bile zoruma gidiyordu.- sesini duymaktansa hiç aramamayı tercih etmiştim. Besteyle olan bir kere konuşmamız da babamın elinden telefonu zorla alarak konuşması sayesinde olmuştu zaten. Üstünden kalktım ve yataktan fırladım hemen. Yataktan kalktığım gibi ilk yaptığım şey telefonumu kontrol etmekti ama yine her zamanki gibi hiçbir şey yoktu.

"Eee tercih işlemlerini ne yapacaksın kızım ?" diye sordu babam, kahvaltı masasındayken. "Hangi bölüm ?"

Bu sorusuyla ağzımdaki ekmeğin boğazıma takılması bir olmuştu. Bir öksürük krizine girmemek için kendimi fazlaca sıktıktan sonra "Hangisi tutarsa artık," deyip hafifçe öksürdüm. "İstanbuldaki herhangi bir üniversite işte."

Umursamaz görünmeye çalışıyordum ama bu babamın bakışları altında biraz zor oluyordu. Bakışlarımı kahvaltı tabağından ayırdım ve babama baktım. Düşünür gibi bir hali vardı.

Kısa bir süre sonra konuştu. "Olabilir. İstanbul'daki üniversitelerin daha iyi olduğuna eminim. Geleceğini garantiye almış olursun. Ama sensizliğe nasıl bu kadar uzun süre dayanabilirim, bilmiyorum."

"Sana karıcığın yeter," dememek için kendimi zor tuttum ve gülümseyerek "18 yaşıma geldim baba, bensizliğe alışsan iyi olur." dedim. Laf sokma amacıyla dememiştim, samimiydim.

"Küçük kızım bayaa büyümüş anlaşılan."

Gözlerimi devirdim. Büyümüştüm, sadece o fark etmemişti.

Aslına bakarsanız çok sevinsem bile fazla çaktırmamıştım. Her koşulda İstanbul'a gidecektim ama babamın da bu fikrime katılması hoşuma gitmişti işte. Her ne kadar çoğu zaman sinirlerimi bozsa da, onun fikirleri benim için önemliydi. Açıkçası babam hiç de beklediğim tepkiyi vermemişti. Normalde daha fazla düşünüp, bu düşünme sürecinden sonra da kocaman bir ''Hayır.'' bekliyordum. Ama toplasan en fazla 2 dakika düşünmüştü ve cevabı evet olmuştu. Cidden babamın nesi vardı ? Hiç beklemediğim tepkiler veriyordu. Ama bundan şikayetçi değil, mutluydum.

Doyduğumdan emin olduktan sonra ''Neyse, size afiyet olsun. Ben çıkıyorum.'' deyip fırladım masadan. Telefonumun cebimde olduğundan emin olunca Beste, babam ve Beste'nin annesini -Evet evet, böylesi daha mantıklıydı.- kahvaltı masasında bırakıp kendimi dışarı attım. Birileriyle buluşmayacaktım, sadece dışarıda gezinmek istemiştim.

Dışarıya adım attığım gibi tipik İzmir havası ile karşılaşmam bir olmuştu. Sıcak. Boğucu. Ve fazla bunaltıcı. Ah, evde oturmak daha iyi bir fikirdi sanırım. Kendimi zorladım ve adımlarımı gezdirdim sokakta. Tanıdığım kişilere gülümseyip geçiyordum, hiç konuşacak havamda değildim. Taa ki Onur'u görene kadar. Öbürlerine kıyasla da samimi ve daha içten gülümsememle birlikte yanına ilerledim. Beni gördüğü gibi ''Hazal, bu ne kızım, hala aynısın.'' olmuştu tepkisi. ''Biraz daha esmerleşip, şu çirkin halinden kurtulsaydın bari.'' Sonra da kendi dediği şeye sadece kendisi kahkaha attı.

''Ha-ha.'' deyip yapmacık bir kahkaha attım. ''İğrençsin. Senin bu iğrenç espri yeteneğini esmerleşmek bile kurtarmaz.''

Gözlerini kısıp bana baktı. ''Bir şey mi oldu ? Yüzün asık. İstanbuldayken beni mi özledin yoksa ?'' Evet, fazlasıyla çekici bir bakıştı. Eğer kardeşim dediğim kişilerden olmasaydı ve Buğra gibi bir sevgiliye sahip olmasaydım, ona yavşayabilirdim. Ama buna hiç mi hiç gerek yoktu.

Sarı saçlarına elimi geçirdim ve saçlarını dağıttım. ''Hayır geri zekalı. Yokluğunu hiç fark etmedim bile.'' Tabii ki de şaka yapıyordum. Onur çok farklıydı benim için.

''Çekil önümden çekil. Çok kırdın beni. Gidiyorum ben.'' deyip yapmacık olduğu fazlasıyla belli olan bir üzgün surat ifadesi takındı.

''Gerçekler acıtır Onurcum.''

Konuyu değiştirip ''N'oldu lan sana ? Ciddi ciddi bir şeyin var senin.'' deyip eski konumuza döndü.

''Bayaa uzun konu o ya.'' derken boş ver dermiş gibi bir elimi havada sallamıştım. ''Anlatacak halim yok. Hem Sevim Sultan seni beklemiyor mu ya ? Gitsene evine.'' Sevim Sultan dediğim kişi Onur'un annesiydi.  

''Hayır. Komşularda geziniyor hanımefendi. Hiç oğluna da baktığı yok ki. Her neyse. Tüm detayları ayrıntılı olarak istiyorum.'' Onur'dan kaçış olmadığını biliyordum. Bir şeyi dediğinde onu yaptırmadan bırakmazdı. Benden daha inattı. İzmir'e geldiğimden beri -yani 3 yıldır- fazla iyi anlaşırdık onunla. Her şeyimi bilen biriydi. Ve evet, kardeşim gibiydi. Beni hiç yalnız bırakmazdı. Ama şu tatile gittiğim zaman boyunca en fazla 2-3 kez konuşmuştuk. Yaz demek onun için kızlar demekti ve onlarla vakit geçirdiği için beni aramaya zamanı kalmıyordu. Ona kızmıyordum. Eh, yavrucak okul zamanında bu işlerle pek uğraşamıyordu zaten, bari yazın takılsın kafasına göre. Aslına bakarsanız tüm konuşmalarımızda arayan kişi oydu, ben Buğra'larla vakit geçirmekten aramayı pek aklıma getirememiştim.

Beni yan tarafımızda duran parka çekti ve banka oturtturdu. Öküzümsü insan. Hiç ''İşin var mı ?'' gibisinden bir şey bile sormamıştı.

''Anlat,'' dedi sakin bir tonda. ''Tüm ayrıntıları diplerine kadar bilmek istiyorum. Doruk'la falan karşılaştın mı hiç ?''

Dalga mı geçiyorsun ? dercesine güldüm. ''Anlatacak fazla şey var.'' Derin bir nefes alıp konuştum. ''Doruk'la karşılaştım. Onunla aynı ortamda geçti bir ayım. Beni hala sevdiğini söyledi. Bir de sevgilisi var, Ada. Sevgilisi olmasına rağmen bana onları dedi yani. Bir şey demedim ve kapıyı çarpıp çıktım.''

Tam devam edecektim ki Onur ''Süper bir habermiş,'' deyip sözümü böldü. Ona kınayan bakışlarımı atıp ''Hayır aptal, iğrenç bir haber.'' dedim.

Sonra daha fazla sözümü bölmesine izin vermeyip tekrardan konuşmaya başladım. ''Bir de otele gittiğimde birisiyle tanıştım. Buğra. Aslında tanışmak denmez buna, daha çok karşılaşmak diyelim. Onunla fazla vakit geçirmiştik ve ona fazla bağlandım. Fazlasıyla. İşte sonra bunun çocukluk aşkım olan Buğra olduğunu öğrendim. Yıllar sonra tekrardan karşılaşmıştık. Onu pek de hatırlayamıyordum, aklımda bölük pörçük anılar vardı işte. Biliyorsun, hafızam pek kuvvetli değil.''

''Bilmez miyim.'' İmalı bir şekilde sırıttı. ''Eee sonuç olarak ?''

''Sabret.'' dedim bıkkın bir tonda. ''Doğum günü gecemde de, sarhoşken olan oldu işte.''

''Ne ?!'' deyip bağırırken çoktan ayağa kalkmıştı bile. Tepemden bakıyordu bana. Şaşkın bir ifadeyle yüzüne baktığımda sesini daha da yükseltmişti. Etraftaki birkaç kişinin de dikkatini çekmiştik. Gömleğinin ucundan çekiştirdim ve ona ''Aptal mısın nesin ya, niye bağırıyorsun ?'' deyip, oturmasını sağlamaya çalıştım.

''Asıl sen aptal mısın ? Bu ne ya ? Bir de öyle bir rahat tonda söylüyorsun ki.'' dedi sinirle. Elini saçlarına daldırdı ve mavi gözlerinin üstüne göz kapaklarını indirdi. ''Ah, cidden çıldıracağım.''

Tam ''Neden bahsediyorsun ?'' diyecektim ki o sözümden anladığı şeyi fark edip kahkaha attım.

''Bunu düşünmüş olamazsın.'' dedim kahkahamı bastırır bastırmaz. Ben kahkaha atarken o bana deliymişim gibi bakıyordu. ''Aptalın tekisin.''

Sözlerimle biraz sakinleşmiş gibiydi. Tekrardan yanıma oturdu ve deniz mavisi gözlerini üstüme dikti. ''İnsan gibi anlat o zaman.'' Sonra da koluma çimdik attı. ''Bekliyorum.'' Pek acımasa da çimdiklediği yeri hafifçe ovdum. Acıdığını sanıp bakışlarını daha da yumuşatmıştı.

''Of, o gece doğruluk-cesaretlik oyununda öpüştük, tamam mı ? Sarhoş olduğum zaman da onu sevdiğimle ilgili bir şeyler zırvalamışım işte. Sonra da sevgili olduk. Tekrardan. Bahsettiğim şey buydu. Tabii senin aklın fikrin sevişmekte olduğu için anlamakta zorlanmış olman gayet normal.''

''Ben yapabilirim ama sen yapamazsın. Yaşın kaç başın kaç senin ya ?'' dedi sanki abimmiş veya babammış gibi. Asıl önemli olan konu bana ''Yaşın kaç başın kaç senin ?'' diye hava atarken aynı yaşta olduğumuzu unutmuş olmasıydı.

''Seninle bu konuşmayı yaptığıma inanamıyorum,'' dedim başımı hafifçe iki yana doğru sallarken. ''Hem neden sana izin varmış da bana yokmuş ? Gören de 30 yaşındaki kadınlarla yatıyorsun sanacak.''

''Onlar ayrı, sen ayrı. Ki eğer öyle bir şey yapmayı aklından geçirirsen o kişiye fena bulaşırım, haberin olsun. Kolay kolay da bırakmam yani.''

İçten bir şekilde gülüp başımı omzuna yasladım. ''Aptalın önde gidenisin ama seviyorum seni işte.'' dedim kıkırdayarak. ''Hah, bu arada tercihleri ne yapacaksın ?''

''Okumak istemiyorum ya ben, boş işler bunlar.'' dedi. Sesinde çok fazla umursamazlık vardı. Onun bana yaptığının daha acılı olanı şeklinde bir çimdik attım koluna. ''Kapat çeneni. Puanın kaç ?''

''400 falandı sanırım. Babamlar baktı, ben pek uğraşmadım.''

Gözlerimi pörtleterek omzumdan kaldırdım başımı. ''Sen fazlasıyla aptallaşmışsın. Benimki bile 390'larda. Kesinlikle üniversiteye gideceksin. Aynı okula gideriz, bana derslerde de yardımcı olursun hem.''

Şapşal gülümsemesi yüzüne yayılıverdi. ''Siktir et İzmir'i, başka yerlere kaçalım o zaman.'' Al işte Onur'un en sevdiği konu. Kaçmak, çılgınlaşmak. Aile baskısı olmadan bir yerlere uzaklaşmak. ''İşte benim oğlum,'' diye minik bir sevgi gösterisi yapacaktım ama vazgeçtim.

''Hah, ben de tam onu diyecektim. İstanbul'a ne dersin üstün zekalı arkadaşım ? Ev falan tutarız hem ?''

Benim ona yapacağım sevgi gösterisini o bana yaptı ve ''İşte benim kızım,'' diyerek omuzlarımdan kendine doğru çekti ve sarıldı. Ellerim boşlukta kalmışken sıkıca sardım ona.

''Ama sen git de babandan izin al önce.'' diyerek bu sevimli anı böldü sonradan.

Havalı olmaya çalışarak saçlarımı arkaya doğru attım ve ''Alındı bile.'' dedim sırıtarak.

Göz kırptı. ''Aferin, kapıyorsun benden bir şeyler.''

Onur ile birkaç saat boyunca konuştuktan sonra eve geldim. İstanbul'dakilerden falan konuşmuştuk işte. O aptal da yaz boyunca olan tüm sevgililerini anlatmıştı. Sanki o salak kızların yaptığı salakça şeylere çok hasretmişim gibi. Onlar çıkmasının tek sebebi eğlenceydi ve kızların saçma sapan hareketlerini anlatırken bile bayaa eğleniyordu zaten. Bir gün Onur'un gerçek aşkını bulmasını ve şu kızlarla olan davasını kapatmasını dört gözle bekliyordum. Neredeyse her hafta sevgili değiştiriyordu - Onlara sevgili demek de saçma olur, birkaç gecelikler işte,- ve durumdan ben bile bunalmıştım. En uzun ilişkisi 3 ay sürmüştü ve beni o kızla tanıştırmıştı. Sevimli bir kızdı ve akıllıydı. Akıllı olmasaydı Onur'dan ayrılmazdı zaten. Şu değiştirdiği yüzlerce sevgilisinin arasından tek sevdiğim kız oydu, hala ara sıra görüşüyorduk.

Eve geldiğim gibi üstümü değiştirip Buğra'nın Ramones tişörtünü giydim. Hala kokusu vardı üstünde, sanki içine sinmiş gibiydi. Altıma da Buğra'nın lacivert-siyah karışımı bol pijamalarından birini giydim. Belini biraz sıkılaştırmak zorunda kalıyordum ama yakışıyordu. Evet, kıyafetler konusunda Buğra'dan geçinmek hobim haline gelmişti adeta. Telefonumu fazlasıyla benimsediğim pijamacığımın cebine attım ve su içmek için mutfağa indim. Saat gecenin biri olduğu için bizim ev ahalisi yine uyuyordu. Buzdolaptan soğuk suyu çıkardım ve bardağıma doldurdum. Tam suyu içecektim ki telefonumun sesiyle bardağı tezgaha koydum yeniden. Ekrana baktığımda kocaman sırıtmakla meşguldüm. İki gün sonra beni aramayı aklına getirmişti demek ki.

Aramayı yanıtladım ve telefonu kulağıma götürdüm. Ah, iki günlük bir aradan sonra onunla konuşacak olmak cidden değişik bir duyguydu.

''Sana hala sinirim geçmedi.'' dedi telefonu açar açmaz. Daha konuşmama bile izin vermemişti. Tam ağzımı açacaktım ki ''Ama bu sana verdiğim sözü değiştirmiyor. Ne olduğunu anlamışsındır belki ?'' dedi hep kullandığı seksi ses tonuyla.

İşte benim Buğra'm.

Hazal ile Buğra'nın ayrılığı uzun sürmeyecek demiştim ehehehe. *Sevimli sırıtış yapıyor* Sözümü tuttuuuum. Şu Onur'a iyi bakın bnc. İlerki bölümlerde bayaa olacak çünkü. Seviliyorsunuzzz :d Bol bol harçlık toplamanız dileğiylee :d

Continue Reading

You'll Also Like

2.4M 38.4K 55
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...
66.1K 884 9
'Işık, ışığım canını yakmak istemiyorum bugünün güzel geçmesini sağla ve bana geleceğin yolları kısaltmaya çalış bebeğim akşam sizdeyim bana söylemek...
199K 10.8K 23
❝ Konserdeki Sevgilim: Mine, üç ay. Konserdeki Sevgilim: Sadece üç ay çıkıyormuş gibi davranacağız. Konserdeki Sevgilim: O kadar. Siz: Üç ayın sonun...
42.1K 158 6
"Aradığım tüm erkeklere bedel bir adamsın" - "Ve sende bunun bedelini ödemek zorundasın" |🔞|