Sen Gitmeden Önce.

By jensenology

8M 170K 11.3K

☆ ★ WATR 2013 En İyi Teen Fiction Hikayesi ★ ☆ Genç bir kızın yıllar sonra İstanbul'a dönüp geçmişiyle tekrar... More

-1- Bahşiş.
-2- ''Sana arkadaşlık etmek istiyormuş.''
-3- Anılar.
-4- Sahilde parti.
-5- ''Seninle aynı yatakta asla yatmam.''
-6- Kıyafetler.
-7- Fahişe ?
-8- Anılardan kaçamazsın.
-9- Çalışma.
-10- Kaza ?
-11- Yolculuk.
-12- Konfetiler..
-13- Tüm dileklerimde o vardı.
-14- Doğruluk-cesaretlik ve biraz da sarhoşluk..
-15- Düne dair anıları hatırlamak.
-16- Olmak istediğim yer.
-17- "Tutmam gereken bir sözüm var."
-18- Artık gerçeklerin vaktiydi.
-19- Yapılacaklar Listesi.
-20- ''Eğlence anlayışınız bu mu cidden ?''
-21- 4 peluş hayvan.
-23- Üniversite mevzuları.
-24- "Evinin önünde."
-25- Minik sır.
-26- "Acaba bu sebep Buğra olabilir mi ?"
-27- Bir bar sürprizi daha.
-28- Kız tavlama teknikleri.
-29- "Sana bu kadar yakından bakmak.."
-30- Siyah ve dantelli.
-31- "Lades yapalım mı ?"
-32- "Kampa mı gitsek ya ?"
-33- Davetsiz misafir.
-34- Küçük sürpriz.
-35- Kamp Kahkahaları.
Notumsu bir şey.
-36- İltifatlar.
-37- Uzun bir yürüyüş fikri.
Minik dünyamız.
-38- "Sleeping with sirens,"
-39- "Pasif kalan her zaman bendim, Buğra."
-40- Gerçeklerin acı versiyonu.
-41- İyileşme süreci.
-42- Yine bir kural listesi.
-43- İşkence zamanı.
-44- Hazan vakası.
-45- "Buraya kadardı."
-46- Karmaşık olaylar döngüsü.
-47- Mail saçmalığı.
-48- Karşılık vermeme durumu.
-49- ''Ve son bir şey,''
-50- Loser.
-51- Minik bir döngü.
Özel bölüm. ☆ Yıllardan kesitler. ☆
-52- Esmer çocuk.
-53- Koala mevzusu.
Final.
Veda Şeysi.
İkinci Kitap!

-22- ''Bu bir evlenme teklifi değildi.''

153K 3.2K 182
By jensenology

"Tamam, şimdi ne yapıyoruz ?" diye sordum Buğra'ya doğru. Saat 9'a geliyordu, hava kararmıştı ve gitmeme son 4 saat kalmıştı. Yaklaşık 3 saattir de Buğra'nın odasında boş boş oturuyorduk.

''Benim bir fikrim var.'' dedi ve daha üstümü bile değiştirmeme fırsat bırakmadan elimden tutup dışarıya doğru çekti beni. Aptal. Sabahtan beri her yere aynı kıyafetle gitmeme rağmen değiştirmeye fırsat bulamamıştım. Neyse ki o da değiştirmemişti, hala kot gömlek-pantolon ikilisiyle duruyordu.

"Nereye gittiğimizi söyleyecek misin ?" diye sordum otel dışına çıktığımızda.

"Bekle biraz, göreceksin."

Sesimi çıkartmadım ve ona ayak uydurmaya devam ettim. Bir sinemanın önüne geldiğimizde durdu. "Biraz klişe olacak ama sinemaya ne dersin ?" dedi, şu ana kadar duyduğum en sevimli ses tonuyla. Sen böyle konuş ben Everest'e bile çıkarım vallahi.

''Süper fikir derim,'' dedim sırıtarak. ''Yaklaşık 2 aydır sinemaya gitmiyordum zaten.'' Yalan. En son gittiğim film Harry Potter -Ölüm Yadigarları part 2 idi. Yani 2 yıldır sinemaya gitmiyordum. Sinemada izlemek yerine DVD'leri alıp evde film gecesi yapmayı tercih ederdim.

Sinemanın giriş yerine bir göz attığımda renkli ışıklandırmalarla süslenmiş tabelası olan, tahtadan kapısının üstünde çeşitli yazılar bulunan, küçük ve sevimli bir sinema ile karşılaşmıştım. Kapıdan içeri girince hiç de küçük olmadığının farkına varmıştım, orası ayrı konu. İçerisi dışından daha asil ve süslüydü. Tavanlardaki ışıklandırmalar sadeydi ama kenarlarda çeşitli abartılı süsler vardı. AVM'lerde bulunan sinema kısımları gibiydi işte. Büyük ve görkemli. Biletlerimizi - romantik film ısrarlarıma rağmen bir korku filmine gitmeye karar vermiştik - ve patlamış mısırları aldıktan sonra filmin başlayacağı salon 9'a doğru ilerledik. Salonun girişi bile mor ışıkla aydınlatılmıştı.

Salon kapısının önünde bekleyen görevli bize oturacağımız yerleri gösterdiğinde en arkanın orta kısımlarına doğru ilerleyip oturduk. Buğra acaba korku filminde korkup ona sarılacağımı falan mı düşünüyordu ? Daha çok beklerdi. Korku filmlerindeki hiçbir sahneden korkmayacağıma dair tüm kalıbımı basabilirdim. 

''Eğer korkup da sana sarılacağımı düşünüyorsan... Düşünme derim ben.'' dedim sırıtarak. O ise kendinden fazlasıyla emin bir gülüş atıp ''Bunu film başladıktan sonra tekrardan tartışırız.'' dedi. Hayır, korksam bile ona asla belli etmezdim. Asla. Ama ben genellikle ''Asla,'' dediğim her zaman yine tıpış tıpış o işi yaptığım için bu kadar emin konuşmak istemezdim ama bundan emindim. Asla korkmayacaktım.

''Siktir !'' diye tısladım, kafamı Buğra'nın omzuna gömerken. Ben film başlamadan önce ''Korkmayacağım,'' diyordum, değil mi ? Vazgeçiyorum. Bundan sonra hiçbir şeyden bu kadar emin konuşmayacağım. Söz. Ama sahne o kadar korkunçtu ki. Aslında tiksinçti. Kadın koşuyor, arkasından zombi geliyor, beynini koparıyor, ve sonra bum. Kadın yerde, her taraf kan. Aslında burada önemli olan sesler. Gerilim müziğini dayamışlar arkaya, götün yiyorsa korkma. Adamların hakkını vermek lazım, tam bir korku filmi olmuş yani.

''Asla,'' dedi alaycı bir ses tonuyla. ''Kendinden bu kadar emin konuşma. Eee sonuçta en son 'Seninle aynı yatakta yatmam. Asla !' diye bir şeyler gevelediğini hatırlıyorum. Yanlış hatırlamıyorsam yine yanıma yatmıştın.''

Onu umursamadım ve ellerimi de kafamın yanlarına siper ederek, yüzüm Buğra'nın omzuna gömülü bir şekilde, gözlerimi daha da yumdum. Ona cevap vermek yerine kokusunu içime çekmekle meşguldüm. Nefesi kulağıma çarparken '''Seninle evlenmem. Asla.' da der misin ? İleride lazım olabilir.'' diye konuştu aşırı seksi bir ses tonuyla. Bir insan konuşurken nasıl hem seksi, hem de fazlasıyla çekici olabilirdi ki ? Gel beni ısır diyordu resmen.

Durun. Olayın şokunu pek yaşayamadım sanırım. Buğra'nın çekiciliği o kadar etrafımı kuşatmıştı ki sözlerinin pek de üzerinde durmamıştım. Aman boşver, demişti iç sesim. Ne de olsa yine seninle alay edecek. Ama sonra konuşmasına dikkat edince dediklerini iyice kavrayabilmiştim. Gözlerimi sonuna kadar pörtletip ''Ne ?!'' diye bağırdım. Hayır, kızgınlıktan değil, tamamen şaşkınlıktan kaynaklanan bir bağırıştı. Ve tamamen aptallık dolu olan bir bağırış. Salonda, sinemanın ortasında olduğumuzu unutmuştum. Tüm kafalar bizim olduğumuz tarafa dönerken korkulu bakışlarımı onlara çevirdim. ''İnanamıyorum ! O zombinin orada olmaması gerekiyordu !'' diye sıvışmaya çalıştım olaydan. Hiç değilse o bağırışımın film için olduğunu düşünmeleri daha mantıklıydı. Sonra tüm herkes ayıplayan bakışlarıyla birlikte önüne dönerken, ben de yine Buğra'ya doğru döndüm. Yüzümde yine o ifade vardı.

''Sakin ol,'' dedi sırıtarak. ''Bu bir evlenme teklifi değildi.''

''Onu anladım zaten salak.''

Sırıtması genişledi. ''Ama bu ileride böyle bir teklif gelmeyeceği anlamına da gelmiyordu.''

Sinemada ses çıkarmamak için seslerimiz fısıltıya dönüşmüştü.

"Geri zekalı," dedim dişlerimin arasından. "Sinemada denilecek şey mi bu ? Kalbime mi indirmeyi planlıyorsun ?"

"Senin gibi manyak bir kızla evlenme fikri şu anda bana da saçma geldi zaten, boş ver." deyip omuz silkerek önüne döndü. Umursamaz görünse de yüzünde hala alaycı sırıtışı vardı. Omzuna vurdum.

Başını bana çevirdi, gözlerinin rengi bu karanlıkta belli olmasa bile parıltısı belli oluyordu. O bana dönünce, "İyi o zaman. Ben de diğer taliplerimle görüşürüm. Dünyada milyonlarca adam var, birisiyle evlenirim işte." deyip omuz silkerek önüne dönen bendim bu sefer. Aradan yaklaşık bir dakika geçmesine rağmen hiçbir tepki vermedi. Ona bakmak yerine filme bakmayı tercih ediyordum. Kaçamak bir bakış bile atmamıştım ona, ki bu benim için fazlasıyla zor bir şeydi. Sonunda dayanamadım ve ona döndüm. Alaycı bir ifadeyle karşılaşmayı beklerken karşılaştığım ifade kızgınlıktı.

"Taliplerim derken ?" dedi sıktığı dişlerinin arasından. Filmin ışığı yüzünü biraz aydınlattığı için ifadelerini görebiliyordum.

Yüzümde hiçbir ifadeden eser olmadığına emin olduktan sonra "Evet, taliplerim. Sırada bekliyorlar." dedim. Gülmek istesem de gülmedim. Ona biraz oyun oynamak istiyordum. Tepkisinin ne olacağını merak ediyordum çünkü.

"Ben seninle evlenmesem başkalarıyla evleneceksin yani ?"

"Eee insan ister istemez yanında birisine ihtiyaç duyuyor tabii."

"İzin verir miyim sanıyorsun ? Seni başkalarına kaptırma aptallığını bir kere yaptım, bir daha da yapmam."

Sakın sırıtma Hazal. Sakın. İfadesiz kal. Bu cümleden etkilendiğini belli etme sakın. Aptal ! Niye sırıtıyorsun ?

Farkında olmadan ağzım kocaman bir sırıtma ifadesine bürünmüştü. Bu aptal çocuk her konuşmasıyla beni etkileyebiliyordu. Benimle alay ettiği zamanlar hariç tabii.

"Seni çok seviyorum." dedim elimle karnına vururken. Tabii elim taş gibi bir kas yığınına çarpınca ister istemez kısa bir şaşkınlık geçirmiştim.

Ben "Yuh öküz ya," diye mırıldanırken o sırıtıyordu. "Bu nasıl bir vücut ?" Eliyle çenemi tutup sıcak dudaklarını dudaklarıma bastırdıktan sonra geri çekilip "Yılların kazancı o," dedi ukala bir tavırla. "Kız tavlama araçlarından biri olduğu için bayaa özen göstermiştim fiziğime. Herkes senin gibi göbekli olmuyor tabii."

Burada bana göbekli mi dedi o ? Bana ?

Gözlerimi karnıma çevirdim ve gerçekten de göbekli görünüp görünmediğimi kontrol ettim. Yok be, o kadar da kilolu değildim. Zayıftım ya ben. Bir kez daha göbeğime dikkatlice baktıktan sonra dirseğimi Buğra'nın karnına geçirdim. O inilti gibi bir "Ah !" sesi çıkartırken yan taraflarımızda kimse yok diye şükrediyordum.

Muzurca gülümsedim. "Sen bana bir daha göbekli dersen bu sefer karnına dirsek atmak yerine, başka taraflarına tekme atarım, haberin olsun."

Yaptığım imadan dolayı pis pis sırıttı. "Pis manyak," dediğinde film ara vermişti bile. Salonun ışıkları yandı. 10 dakikalık klasik aralardandı işte. Masum bakışlarımı Buğra'ya çevirdim. "Filmin devamını izlemeyelim. Zaten senin filmle alakan yok, filmden çok beni izliyorsun."

Dediğime uydu ve bir tane bile yemediğimiz patlamış mısırları koltuğun kenarına tıkıştırıp kendimizi salonun dışına attık. Daha sonra da sinemanın dışına.

Dışarıya çıktığımızda bardaktan boşalırcasına yağan yağmurla karşılaşmıştık. Gülümsedim. Yaz yağmurlarını çok severdim, bana huzurunu iliklerime kadar hissettirirdi. Üstümde kısa şeyler olmasına aldırmadım ve Buğra'yı da çekiştirip sinemanın tavanının altından çekildim ve yavaş yavaş adımlar attım. Yağmur damlaları her tarafımı sırılsıklam yapmıştı. Ama umrumda mıydı ? Hayır. Buğra'nın elini bıraktım ve kollarımı iki yana açtım. Yağmur beni daha da ıslatırken, düşüncelerimle daha da boğuşmamı sağlıyordu. Ben aptal aptal sokağın ortasında durup kollarımı iki yana açmış bir şekilde gökyüzüne doğru bakarken, diğer tüm insanlar kafalarına ellerindeki bir şeyi siper edip evlerine doğru koşuşturmakla meşguldü. Bu diğerleri kısmına Buğra girmiyordu, çünkü o da benim yanımda durup, bana bakıyordu. Beni anladığını biliyordum. Yoksa ilk tepkisi "Salak mısın nesin, hasta olacaksın." olurdu. Kızma aşamasını sonraya bırakıp, şimdilik biraz beni kendi halime bırakmayı tercih etmişti. Ona bunun için minnettardım.

Yağmur suları yüzümden aşağı doğru akarken, düşünceler beynime bir savaş açmıştı sanki. Hepsi birlikte beynimin içinde koyun sürüsü gibi dolaşıyordu.

Kafamdaki bu düşünceler ve hayatımdaki o eksiklikle beraber İzmir'e geri dönemezdim. Yağmurla birlikte düşündüm, düşündüm, düşündüm. O yağmurun altında, şu an durduğumuz yerde hayatımı derinden etkileyecek bir karar aldım ben de. Fazlasıyla etkileyecek bir karar hemde. Evet, İzmir'e gidecektim. Gitmek zorundaydım. Şu tercih meseleleri yüzünden. Ama iyi bir yer kazanmış olsam da olmasam da tekrardan buraya geri dönecektim. Kendi benliğimi bulduğum bu şehre, sevdiğim adamın yanına geri dönecektim. Tamamiyle hemde, kısa bir süreliğine değil. Ama bunun için ilk önce İzmir'deki tercih işlemlerimi halletmem, daha sonra da babamdan izin almam lazımdı. Neyse, ikinci maddeyi siktir edin. İzin falan almama gerek yoktu. Onun, benim hayatıma bu kadar karışmasına izin veremezdim. Bundan sonra olmaz. Benim yerime kararlar almasından bıkmıştım.

Ve şu İzmir'e gitme konusunu Buğra'ya söylememekte kararlıydım hala. En fazla birkaç hafta sürerdi zaten. Sonra buraya dönecektim ve ona büyük bir sürpriz yapacaktım. Yani planım buydu, diğer her şey gibi bunda da bir sorun çıkmazsa.

Soğukluk benliğimi o kadar sarmıştı ki, artık soğuğu fark etmiyordum. Soğukluk sadece bir kavram haline gelmişti benim için. Tabii Buğra kolumu tutup beni düşünce dünyamdan çıkarmadan önce hissetmiyordum soğuğu. Gerçek dünyaya döndüğümde soğuğu tüm hücrelerimle hissetmeye başladım. Düşüncelere o kadar dalmıştım ki dişlerimin soğuktan birbirine çarptığının bile farkına daha sonradan varmıştım.

Buğra "Aptalsın," diye bana kızarken güçlü elleriyle omzumdan tutup beni kendine doğru çekti ve ilerideki duvarın kenarına doğru kendisiyle birlikte yürüttü beni. Duvar kenarına geçtiğimizde derin bir nefes alıp sırıttım. Ellerim fena halde üşüyordu, onları birbirlerine sürterek ısıtmaya çalışırken bile sırıtmakla meşguldüm. Neden sırıttığımı bilmiyordum, sadece içimden geliyordu işte. Belki de aldığım bu karardan dolayıdır bu sırıtmam. Sevdiğim adamın, hayatımda gördüğüm en mükemmel arkadaş grubunun her zaman yanında duracağım için ?

"Hah, bir de sırıtıyor ya," diye kendi kendine sesli bir şekilde konuşurken yüzümü Buğra'ya çevirdim. O da ıslanmıştı benim gibi. Üstündeki tüm eşyaları ve kendisi... Saçları yağmurdan dolayı birbirine karışmıştı ve her tarafından yağmur damlaları süzülüyordu. Ben de o yağmur damlalarını izliyordum.

Ben hala onu incelemekle meşgulken o omzumu tuttuğu elini çekti omzumdan ve beni kendine doğru çevirdi. Birbirine sürterek kıvılcım çıkartmayı umduğum ellerimi aldı o ince ama güçlü ellerinin arasına. Ne yapacağını dikkatli bir şekilde incelerken ellerimi dudaklarının önüne getirdi. Aralarında en fazla 2-3 santim falan vardı. Sırıtmam merak ifadesine dönüşürken o beni fazlasıyla şaşırtarak sıcak nefesini yöneltti ellerime. Öyle sıcak bir nefesi vardı ki... Tenimi yakıp kavuracak gibi hissediyordum. Aslında bu nefesinin sıcaklığından değil, Buğradan kaynaklanıyordu. Bana öyle bakması ve ellerimi ısıtmaya çalışmasından. Her elime doğru verdiği nefeste ona olan aşkımı, neden ona bu kadar bağlandığımı tekrardan anlıyordum. Elimi yeteri kadar ısıttığından emin olduktan sonra bana tekrardan kızma işlemine geri dönmüştü. "Ya sen cidden problemlisin. Hadi bir iki dakika durursun anlarım da, en az 5 dakika durdun o yağmurun altında. Ben çekmesem daha da dururdun hatta." dedi sinirli bakışlarıyla birlikte.

"İki dakika odunluk yapmadan duramıyorsun sen ?" dedim, üstüme yapışmış olan pembe tişörtümü çekiştirirken. Zaten babetlerim bile suyla dolmuştu. İyice suya batmıştım anlaşılan.

"Duramıyorum, doğama ters." dedi, omzunu silkerek. O omzunu silkerken vücuduna bakmamaya çalışıyordum çünkü o aptalın da gömleği üstüne yapışmıştı resmen. Ve bu da sanki normalde hiç belli olmuyormuş gibi, kaslarını daha da gözler önüne sunuyordu.

"Öküzlük doğası bu olsa gerek," diye mırıldandım ve ona taksi çağırmasını söyledim. O da çağırdı, taksi geldi, bindik falan filan. Adam bu halimizle arabaya binmemize nasıl izin verdi bilmiyorum ama şimdi onu da düşünecek halim yoktu. Taksiden indiğimiz gibi kendimizi Buğra'nın odasına attık. Yıkanmaya gerek duymadım, sadece saçımı kurutmakla yetindim ve Buğra'nın dolabından kendime kıyafet çıkarttıktan sonra üstümdeki kıyafetleri banyoya atıp Buğra'nın dolabından aşırdığım kıyafetleri giydim. Ve Buğra'nın dolabında gözüme önemli bir ayrıntı çarpmıştı. Fiziksel çarpmadan değil, mecazi anlamda çarpmadan bahsediyorum zekiler. Denizdeki boğulma anımdan sonra Buğra'nın odasında kaldığım o gece burada çıkardığım kıyafetlerim onun dolabında duruyordu hala. Bu kıyafetlerin burada olduğunu unutmuştum, Buğra da bana hiç hatırlatma zahmetine girmemişti zaten. "Heey ?" dedim yatakta uzanan Buğra'ya. O hızlı bir şekilde kıyafetlerini değiştirip saçlarını kuruttuğu için şimdi yatakta keyif yapıyordu. "Kıyafetlerimi niye getirmedin bana zeki insan ?"

Yüzünü göremesem bile ukala bir şekilde sırıttığından emindim. "Sen de benim kıyafetlerimi getirmedin, hatırlatırım. Kısasa kısas." E çocuk haklı olduğu için ağzımı açma zehmetine bile girmedim. Şimdi ona laf yetiştirecektim, o da inadına bana en sevdiği kıyafetlerini getirmemi söyleceyecekti falan. Katil olurdum bu olay için, o yüzden hiç konusunu bile açmaya gerek yoktu. Ölsem de vermezdim o kıyafetleri. Hepsi benim oldu artık, tapulu mallarım.

Paytak adımlarla yatağa ilerledim ve kendimi Buğra'nın yanına attım. "Bu tişörtü ve pijamayı da ben alacağım, çok beğendim." dedim sırıtarak. Ona sıkıyorsa hayır de, bak neler yaparım sana sırıtışı atıyordum. Belimden tutup kendine doğru çekti ve kafamı göğsüne dayadı. Susmam için yaptığını adım gibi biliyordum. "Al Hazal, tüm dolabım senin olsun." dedi uykulu sesiyle. Elimi beline doladım sıkıca. "Ama sözünden dönmek yok, tamam mı ? Sabah uyanınca dolabını boş görürsen şaşırma." dedim boğuk bir kahkaha sesi çıkartırken. Çaktırmayın, sesimin boğuk çıkması Buğra'nın beni göğsüne yaslaması yüzündendi. "Tamam Hazal, şimdi uyuyalım, sabah konuşuruz hayatım. Tamam mı ?"

Onu önemsemedim ve konuşmaya devam ettim. "Seni bırakıp İzmir'e gitsem ne yapardın ?" diye sordum, ne sorduğumun daha sonrasından farkına vararak.

"Yanına gelirdim." dedi mırıltıyla.

"Ya gelmeni istemiyorsam ? Yani sadece kısa bir süreliğine gidiyorsam ?"

"Senin gibi bir dengesizin ne yapacağı belli olmayacağı için yine de yanına gelirdim Hazal. Ne olursa olsun. Gelirdim. Bu kadar açık ve net." dedi gayet net bir sesle. Sonra da başımın tepesini öptü ve "Neden akşam akşam böyle bir şey konuşma gereksinimi duydun ?" diye sordu.

"Hiç," dedim geveleyerek. "Merak ettim sadece."

Aradan sanırım 10 dakika falan geçmişti ki "Dolabını iyi kolla." dedim kıkırdayarak. Cevap vermedi. Demek ki uyumuştu. Kafamı zorla da olsa kaslı göğsünden ayırdım ve yüzüne baktım. Gerçekten de uyumuştu. Bu saatte uyuması normaldi çünkü bugün bayaa yorulmuştuk. Sabahtan beri dışarıdaydık resmen. Tamamen uyuduğundan emin olunca kollarının arasından sıyrıldım. Otobüsün kalkmasına 2 saat vardı. Ben hazırlanana kadar geçerdi zaten tüm zaman. İçimdeki, Buğra'nın güvenli kollarının arasına girerek uyuma isteğimi bastırmaya çalışarak dolabına doğru yöneldim. İçinden bir tane kahverengi tonlarında kareli gömlek ve bir tane de siyah Ramones tişörtünü çıkarttım. Aynı tişörtten Kaan'da da görmüştüm. Onu buraya geldiğim zaman ilk gördüğümde de o tişörtü giyiyordu şapşal. Aslına bakarsanız aynı tişörtten bende de vardı. Ama Buğra'nın tişörtü olması, bu tişörtü daha da özel bir hale getiriyordu. Dolabından başka bir şey aşırmadım ve parmak uçlarımda ilerleyip Buğra'nın yanına gittim tekrardan. Elimle yumuşak yüzünü ve siyah, gür saçlarını okşadıktan sonra yanağına ufak bir öpücük kondurdum ve yine aynı sessizlik içinde çıktım odadan, içimde kalan yarım bir öpücük hissiyle.

Evet, gitme zamanı gelmişti.

Ama bu uzun süreli bir ayrılık süreci olmayacaktı. En fazla iki hafta. Sonradan yine ait olduğum yere geri dönecektim.

EVET GNÇLR. Ihihihi biricik yazarcığınız Mel geldi, özlediniz mi beni ? Hadi, hadi, özlediğinizi biliyorum ;);)););))) Tamam, itiraf ediyorum ben de özledim. Sadece 3 gün falan olmasına rağmen. Her neyse. Beğenmişsinizdir umarım çünkü bu bölümü bayaa zor koşullar altında yazdım. Okulda ve mobil olarak. Eziyetti resmen. Ama benim Buğracığımı mıncırasım geldi valla. He bir de lütfen Haz'ı gönderiyorum diye triplenmeyin bana. Kısa sürecikliğine. Ya o değilde hepiniz beni Mel olarak tanıyorsunuz. Gerçek adımı bilen var mı ? Merak ettim :dd

Sizi sevdiğimi biliyorsunuz. Öbür bölümde görüşmek üzereee :ddd Ayyy bir de bu arada bayramınız mübarek olsuuun.

Continue Reading

You'll Also Like

14.2K 1.1K 27
"Ben bu hayatı istemedim.." "Üzgünüm malysh, seni ben yanımda istedim.." "Sen katilsin.." "Bir tek senin olmayacağım.." "Senden nefret ediyorum!" "Se...
3.8M 201K 97
Fırat bencildi, İsyan Çiçeği asiydi, lakin kaderleri bir yazılmıştı. İkisi birbirine aitti, ayrılık ölüm getiriyordu...
4M 150K 85
Savaş ağa adlı hikayem ÇİLEM olarak değiştirilmiştir haberiniz olsun. Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyo...
47.9K 4.1K 34
Psikolojik hasta olan bir asker ve psikiyatristin hikayesi...