KARANLIĞI ATEŞE VER - GÖLGE A...

By gokadan

101K 7.4K 1.9K

(Eski adı: Gölge Adam) "Beni bulmak için karanlığa ihtiyacın var, büyücü. Çünkü gölgeler, karanlıkta yaşar." ... More

KARANLIĞI ATEŞE VER
1. Bölüm: "Doğuş"
2. Bölüm: "Saf Korku"
3. Bölüm: "Peşindeki Karanlık"
4. Bölüm: "Ayna"
6. Bölüm: "Duvar"
7. Bölüm: "Savunmasız"
8. Bölüm: "Adım"
9. Bölüm: "His"
10. Bölüm: "Hayal Kırıklığı"
11. Bölüm: "Orman"
12. Bölüm: "Hiçlik ve Kayboluş"
13. Bölüm: "Aynadaki Kırık Yansıma"
14. Bölüm: "Panzehir - umut"
15. Bölüm: "Karanlığın Tohumları"
16. Bölüm: "Yabancının Kalbi."

5. Bölüm: "Gizem"

7.4K 664 165
By gokadan

Bölüm şarkıları:

Soen - Last Light

Soen - Lotus

5. Bölüm: "Gizem"

Damarlarımda çağlayan korku adımı haykırıyordu.

Burnumun dibindeydi. Yüzümde hissettiğim boğucu nefesi kan kokuyordu. En ufak bir hareketimde öğütler yağdırıp canımı yakacak gibiydi. Hareket etmek istiyordum. Buradan uzaklaşmak, arkama bakmadan koşup kaçmak istiyordum ama bir güç beni yerime mıhlamıştı sanki. Gözlerimin önündeki siyah kadife perde görüşümü tamamen benden çalmıştı. Onu titreyen ellerimle bile aralamama izin yok gibiydi. Kulaklarımın içinde çanlar çalıyordu. Sessizliğin ortasına yıldırım misali düşen çanlar saniyede bir gibiydi. Hızlıydı, can yakıcıydı, engelleyiciydi.

Ben görmek istiyordum.

Önümdeki aynayı, ayağımın altındaki cam kırıklarını, kendi yansımamı... Şu an içinde bulunduğum durumu açık seçik görmek istiyordum. Gözümdeki siyah kadife kalksın, bana görmem için olanak versin...

Ben duymak istiyordum.

Sessizliğin ortasına düşmüş, bir şeyin vaktinin geldiğini haber eden o uğursuz çanlar sussun istiyordum. İçinde bulunduğum odanın bana ait olduğunu hissetmek ve kendi soluklarımı açık ve net bir şekilde duyabilmek istiyordum.

Hareket etmek istiyordum.

Ayağımı kesen ve bana kavurucu bir acı bahşeden camları umursamadan, üstümdeki bornozu görmezden gelerek buradan def olmak istiyordum. Kaçmak, bir daha geri dönmemek...

Ben kendi odamda değildim artık.

Burası bir mağaraydı. İçindeki tüm kötülüğü gözler önüne seriyordu. Sürünerek çıkıyordu bütün kötülükler. Yıkıcıydı, ürkütücüydü, kaçmak istememe neden oluyordu. Mağaranın kapısını görmek için başımı yanıma çevirmek istedim ama hiçbir harekette bulunamadım. Ayazın ortasında tek başına kalmış kurumuş bir yaprak gibi titriyordum. Korku sarsıcıydı. Bütün bedenim farkındalıkla titrerken bunu bana kimin yaptığını düşündüm. Hala evin içinde miydi, benim şu anki şaşkınlığımı keyifle izliyor muydu? Aklıma düşen bu dehşet verici düşünceyle dudaklarım aralandı ve iznim olmadan acı dolu bir hıçkırık kaçtı.

Bana zarar verir miydi?

Ben hiçbir şey yapmamıştım. Tüm bu olanlara anlam veremeyen zihnim allak bullaktı. Dibi görünmeyen bir deniz gibi bulanıktı. Dalgaları kıyıya sertçe çarpıyor, içindeki tüm pisliği muhafaza ediyordu. Zihnim ne zamandan beri böyleydi? Kim kirletmişti, nasıl olmuştu bilmiyorum ama içinde bulunduğum can yakıcı duruma daha fazla dayanamıyordum.

Bacaklarım beni daha fazla taşımak istemezcesine şiddetle titremeye başladığında yere çöktüm. Dizlerim camların tam üstündeydi. Aynı ayak tabanlarım gibi kesilmiş, kavruk bir acıyı bana sunmuşlardı. Bir kere daha hıçkırdım ve görüşümü netleştirmek için ellerimle gözlerimi silmeye çalıştım. Önümü görmem gerekiyordu. O yazıyı bir daha görmeliydim. Anlamını bilmediğim cümle kulaklarımda çalan çanların ardında yankılandı.

Serius est quam cogitas.

Zihnimde defalarca kez yankılanan cümlenin her bitişinde uğursuz çanların sesi şiddetleniyordu. Kulaklarımı kapatıp duymamak istedim ama ses içtendi. Beynimin içinden, keskin bir şekilde yankılanıyordu.

"Dur artık!" diye bağırdım hıçkırıklarımın arasından. "Dur artık, yalvarırım!" Kendi sesimi duyamayıncaya kadar ağladım. Ellerim kulaklarımda, göğsüm hıçkırıklarımın etkisiyle şiddetle sarsılırken cam kırıklarının üzerine uzandım ve ağladım. Durmasını istiyordum. Bu her neyse artık bitsin istiyordum. Bilincim ellerimden kayıp giderken çanların sesi uzaklaştı. Uğursuz gürültü artık daha boğuk geliyordu.

Telefonumun zili bütün odada yankılanırken acıyan gözlerimi aralamaya çalıştım. Buz gibi bir esinti çıplak bacaklarıma dokunup yakıcı çentikler atıyordu. Hissettiğim acıyla inledim ve bu histen kurtulmak için bacaklarımı hareket ettirmeye çalıştım. Her hareketimde üzerinde yattığım camlar bacaklarıma kesikler atıyordu ama umursayamadım.

Kirpiklerim ayakkabının ince ipleri gibi birbirine dolanmıştı. Açılmamak için direniyordu sanki. Gözlerimin içinde hissettiğim yanma yüzümü buruşturmama neden oldu.

Telefon çalmayı bırakıp sustuğunda ve hemen ardından bir kere daha çalmaya başladığında inledim ve bir kere daha denedim gözlerimi açmayı. Benim için zordu. Daha önce uyanmak için hiç bu kadar çaba sarf etmemiştim.

Sonunda gözlerim araladığında bakışlarım aynayla kesişti. Üzerinde yazan yazı capcanlı, taze bir şekilde duruyordu. Kalbim korkuyla teklediğinde çantama uzandım. Hala yerde öylece yatıyordum. Vücudum acıyordu. Korkunç bir ağırlık tüm vücudumu ağrıtıyordu. Görmezden gelmeye çalıştım ve çantamın içinden telefonu çıkardım. Arayan Duru'ydu. Acıyan gözlerimi kırpıştırıp ne yapacağımı düşünürken yutkunmaya çalıştım.

Ona ihtiyacım vardı.

Birinin bana yardım etmesine ihtiyacım vardı.

"Duru?" Titreyen sesim çatallıydı ve bir o kadar güçsüz çıkmıştı. Duru sesim karşısında bir süre duraksadı. Birkaç saniye sonra konuştuğunda sesi şaşkındı. "Efsa?"

Cevap veremedim.

"Efsa iyi misin? Sesin kötü geliyor."

Yutkunmaya çalıştım, boğazımda korkunç bir ağrı vardı. "Duru bize gelebilir misin?"

"İyi misin sen, sorun ne?" Sesi artık şaşkın değildi. Korkmuş ve endişeli çıkıyordu. Ona cevap vermeyeceğimi anlayınca yeniden konuştu ve telefonu kapattı. "Geliyorum hemen."

Ne kadar süre geçti emin değilim, kapı çaldığında ben hala yerde yatıyordum. Pencerem açıktı, ne zaman açılmıştı, ne kadar süre bu soğuk havaya maruz kalmıştım bilmiyorum ama üşüyordum. Güçsüz hissediyordum.

Yorgun ve yıkılmış gibi.

Kendimi toparlamaya ve son kalan güç kırıntılarıma tutunmaya çalıştım. Yerden doğrulurken dudaklarım sıkıca birbirine geçmişti. Acı her yerdeydi.

Dizlerimde, ayaklarımda, sırtımda, zonklayan başımda...

Kapı sabırsız bir şekilde çalarken yerden sonunda kalkabilmiş ve adımlarımı kapıya yönlendirmiştim. Yere her basışımda ayağımın altındaki kesikler sızlıyordu. Dişlerimi bastırarak acıyı yok saymaya çalıştım. Fiziksel acıdan daha yoğun bir şey dalgalanıyordu vücudumda. Neredeyse fiziksel acımdan daha sancılıydı.

Burnumu çekip titreyen ellerimle artık yumruklanmaya başlayan kapıyı açtığımda Duru'nun nefes nefese kalmış haline baktım. Dehşet içindeki ifadesinin beni görmesiyle daha fazla keskinleştiğini gördüm. Gözleri şaşkınlıkla büyüdü ve bütün vücudumda dolaştı. En sonunda ile dudaklarını aralayabilmiş ve kelimeleri zorlukla ağzından çıkarabilmişti.

"Ne oldu Efsa?" Sesindeki titreme kekelemesine neden olmuştu. Ona cevap veremedim ama ağladığımın farkındaydım. İçeri girip bana sarıldığında, "Biri bir şey mi yaptı?" diyordu. "Geçti, tamam." Diyip saçlarımı okşuyor ve beni sakinleştirmeye çalışıyordu ama mümkün değildi. Korkuyla sarsılan bedenim dehşet içindeydi.

Kapıyı kapattı ve beni odama yönlendirdi. Orada göreceği manzaraya nasıl tepki vereceğini düşündüm. Dağılan şifonyerimi, aynanın üzerindeki yazıyı, bacaklarımdan yere damlamış olan kanları... Bütün bunlarla karşılaşınca nasıl bir tepki verecekti?

Benim kadar korkacağını biliyordum.

Odaya girdiğimizde duraksadı. Nefesini tuttuğunu fark ettim ama gözlerimi ona çeviremiyordum. Onun yüzündeki o dehşeti görmek istemiyordum. Bu beni daha fazla korkuturdu.

"B-bu ne?" Kekelemişti. Nefesinin giderek hızlandığını duyabiliyordum. Açık penceremden esen keskin hava kollarımı kendime dolamama neden oldu. Sorusuna verecek bir cevabım yoktu. Görünen neyse oydu işte. Aynamın üzerinde ürkütücü bir cümle yazıyordu, şifonyerimin üzerindeki her şey yerdeydi. Parfüm şişesinin kestiği bacaklarım kanıyordu. Biri evime girmiş ve beni bu hale sokmuştu.

"Anlamıyorum." Dedi kolumu bırakıp tam karşıma geçerken. Gözlerimi sımsıkı yummak ve gözlerindeki o ifadeyi görmeme engel olmak istedim ama yapamadım. Gözlerim tam olarak gözleriyle buluştuğunda endişeli bakışları nefesimin teklemesine neden oldu. "Bu ne Efsa? Biri eve mi girdi? Odanın bu hali ne?" Kolumu tutup sarstı.

Ellerim yüzümü kapatırken bir hıçkırık kaçmıştı dudaklarımdan. Başımı iki yana salladım ve, "Bilmiyorum." Dedim. Sesim yüzümdeki ellerim yüzünden boğuk çıkmıştı. Bir kere daha başımı dehşet içinde salladım. "Bilmiyorum, Duru. Delirmeye başlıyorum."

"Şşş..." Sıcacık kollarını bana sardığında hıçkırıklarım artmıştı. "Tamam, sakin ol. Polisi arayalım."

Polis mi? İçimdeki çok güçlü bir ses bunun polisi ilgilendiren bir durum olmadığını söylüyordu ve ben nedense bu sese karşı bile çıkamıyordum. Sanki dilim düğümlenmiş, içimdeki o baskın taraf elimi kolumu bağlamıştı. Korkuyordum. Yere çökmüş ürkek gözlerle etrafına bakan, elleri ve ayakları bağlanmış aciz bir yanım vardı. Kan revan içindeydi. Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor ama çevresini saran karanlık buna izin vermiyordu.

Titrek bir nefes aldım ve dudaklarımı araladım. "Hayır." Dedim önce. Dilim sızlıyordu. "Polis olmaz." Kelimeler birleşip ağzımdan çıkarken bıçak etkisi yaratıyordu.

"Ne demek polis olmaz? Birisi evine girmiş Efsa!"

Duru'ya bunu nasıl söyleyeceğimi bilemedim. Okulda yaşadığım şeylerle bağlantılı mıydı tüm bu olanlar bilmiyordum ama neredeyse emin olduğum bir şey vardı. Polis evime giren ve o yazıyı yazan kişiyi bulamazdı.

"Annem bilmesin." Dedim bu kez. Onu endişelendirmek, beni deli sanmasına neden olmak istemiyordum. Eğer böyle bir olayın yaşandığını duyarsa beni asla evde yalnız bırakmazdı. Gözetiminden çıkarmaz ve sürekli yanımda olurdu. Aynı bir çocuk ya da bir deli bakıcısı gibi...

"Sen çıldırmışsın!" Birkaç saniye odada gezdirdi bakışlarını bir şey ararmışçasına. Sonra ise sert bir nefes verdi ve anında bana çevirdi gözlerini. Gözleri şaşkınlıkla irileşmişti. Aklından geçen düşüncelerin gürültüsünü neredeyse duyabiliyordum. "Camilla..." Dudakları bir balık gibi açılıp kapandı. "Camilla'nın dedikleri..."

Kaşlarımı çattım. Mantıklı yanım oturduğu yerden ayağa kalkmış bas bas bağırıyordu. Camilla'nın bir yalancı olduğunu haykırıp Duru'yu susturmam gerektiğini söylüyordu. Bunu üzerine Camilla'nın dediklerine biraz olsun inanan tarafım da ayaklanmış ve mantığımın karşısına dikilmişti. İki zıt taraf birbirine ölümcül bakışlar atıyorlardı.

"Sen gittikten sonra dediklerine b-"

"Gerçekten inanıyor musun ona?" diye sordum aniden. Duru'nu cevabı benim için önemliydi. O kadar güçsüz, o kadar kimsesiz hissediyordum ki ne söylense hiç sorgulamadan inanacak gibiydim.

Gözlerini suçlu gibi yere indirdi ve dudaklarını dişledi. İnandığını görebiliyordum ama o her şeye inanırdı! Sorun da buydu. Normal bir insan değildi. Böyle şeylere kendini bildi bileli her zaman inanması şu an işimi zorlaştırıyordu. Eğer karşımda benim gibi biri olsaydı benim bu durumuma ne derdi?

Delirdiğimi söylerdi. Bundan hiç şüphem yoktu.

"İnanıyorum, biliyorsun Efsa." Yutkundu ve gözlerini gözlerime kilitledi. "Böyle tuhaf şeyler hayatın her yerindedir. Biz sadece bazen fark edemiyoruz." Bir kere daha yutkundu. Gözünü bu kez benden çekti ve aynaya odakladı. Dudaklarının arasından dökülen cümleyle bütün tüylerim ürperirken açık pencereden esen sert rüzgar resmen tenimi dağlamıştı.

"Serius est quam cogitas..." dedi soru dolu sesiyle."Ne demek acaba?"

"Ne demek olduğunun bir önemi yok." Sesim çatladı. "Önemli olan onu kimin oraya yazdığı..." Duraksadım ve yutkunmaya çalıştım. Ne demek olduğunun tabii ki de bir önemi vardı ama bunu düşünmek acıyla karışık keskin bir dehşeti vücuduma işliyordu. Zihnimde dönüp duran sorular kan içinde kalmış feryat ediyorlardı. Çığlıkları kulaklarımı çınlattı.

"Ve neden yazdığı." Diye tamamladığında gözleri dizlerimin üzerine inmişti. "Dizlerin kanıyor." Dedi ve kolumu tutarak yatağın oraya sürükledi. "Otur şuraya, kalkma. Temizleyelim. Sonra konuşuruz."

Yatağın üzerine oturup onu beklerken gözlerimi kırık parfüm şişeme çevirdim. Paramparçaydı, tuzla buz olmuştu. Makyaj malzemelerim, takılarım, kremlerim... Hepsi yerdeydi.

Anlam veremiyordum.

Her şey çok anlamsız geliyordu.

Bir anda tepetaklak olan hayatım ellerimden kayıp gidiyordu ve ben engel olamıyordum. Belki de ellerimden kayıp giden tek şey sadece hayatım değildi. Belki de aklımı kaybediyordum. Emin olduğum hiçbir şey yoktu artık. Adım gerçekten Efsa mıydı ona bile emin değildim.

Duru ellinde tuttuğu pamuk ve küçük bir şişeyle odama girdiğinde gözlerimi kaçırdım. Ondan utanıyordum. Bana olan şeylerin bir sebebi olduğunu gerçekten de düşünüyor muydu yoksa benim deli olduğumu bana belli etmemeye mi çalışıyordu emin değildim.

Dizlerimin önünde eğildi ve elindeki pamuğu oturduğum yerin hemen yanına koydu. Şişenin kapağını döndürerek açarken gözleri dizlerimi inceliyordu. "Şimdi batikonla yaralarını temizleyeceğim." Şişedeki sıvıyı pamuğa döktüğünde gözleri gözlerimi bulmuştu. "Azıcık yakabilir." Yakacağını, canımın acıyacağını tabii ki de biliyordum ama şu anki ruh halimle bunu umursamam mümkün değildi. Elindeki pamuğu nazik bir şekilde dizlerimdeki kesiklere bastırırken iç çektim ve gözlerimi kapattım. Acı dayanılmaz değildi. Dayanılmaz olan düşüncelerimdi.

"Başka bir yerin kesildi mi?"

Ayaklarımı kaldırıp ona gösterdiğimde dudakları arasından sert bir nefes verdi. Ayak tabanımın nasıl göründüğünü bilmiyordum, tahmin de edemiyordum. "Ne yaptın be kızım, camların üstünde ördek yürüyüşü mü yaptın?" Ayağımı tutup kaldırdı ve gözleri her bir santimini taradı.

İçine düştüğüm kasvetli ruh halinden kurtulmamı istediğine emindim. Bu yüzden benimle şakalaşıyor ve unutturmaya çalışıyordu ama işe yaramıyordu.

"Allahtan camlar ayağının içine girmemiş." Elleri ayaklarımın altında bir şeyi süpürdü ve eline temiz bir pamuk alıp batikon denen sıvıyı pamuğa döktü. Ayağımı tam olarak temizlediğinde getirdiğini görmediğim yara bantlarıyla kesiklerimin üzerini bantladı.

Yanıma oturup elindeki pamuğu yere bırakırken bir süre ikimiz de sessizdik. Diyecek hiçbir şeyim yoktu. Bedenimdeki gerginlik bütün kaslarımı ağrıtmıştı. Kemiklerim sızlıyor, sanki üzerimden tır geçmiş gibi hissettiriyordu. Derin bir nefes almaya çalıştığım sırada Duru'nun telefonundan bir şeylere dikkat kesilmiş olduğunu gördüm. Gözleri bir aynaya bir telefona bakıyordu. Kaşları derince çatılmış, dudakları gergin bir şekilde üst üste binmişti.

"Ne o?" diye sordum telefonuna eğilirken. Bakmam için izin verdiğinde nefesim kesildi.

İnternetten çeviri kısmını açmış ve aynanın üzerindeki yazıyı çevirmişti.

Vakit sandığından da geç.

"Ne demek bu?" diye sordum dehşet içinde. Gözlerimi telefondan çekemiyordum. Duru'nun da benden aşağı kalır yanı yoktu. Yutkunduğunda, "Bilmiyorum Efsa." Dedi. Sesi kısık çıkmıştı.

"Ne için geç?" Korkuyla ayaklandım. Ayağımın altındaki kesik kendini hatırlatmak için sızladığında dişlerimi birbirine bastırdım ve açık pencereye doğru yürüdüm. Temiz hava almak istiyordum. Buz gibi hava tenimi dağlasın, beni kendime getirsin istiyordum. Boğuluyor gibi hissetmeme engel olamıyordum.

Vakit sandığından da geç.

Ne için geçti? Vakit ne için geçti? Benim sandığım neydi? Kim neden böyle bir cümleyi benim aynama yazmıştı? Sorular sancılı bir şekilde yuvarlanırken sağır olmak istedim. Zihnimdeki bu gürültüyü susturmak istiyordum. Bunları duymak akıl sağlığım açısından iyi değildi. Gerçi akıl sağlığım kalmış mıydı ona bile emin değildim.

"Vakit ne için geç, Duru?" Sesimin tonu bilincim olmadan yükseldiğinde boğazıma kadar tırmanan hıçkırığıma engel olamadım.

"Polise haber vermek istememenin nedeni ne?" diye alakasız bir soru sorduğunda hala yatağımın üzerinde oturuyor ve aynaya bakıyordu. Bakışları donuktu. Bir şeyler düşündüğünü görebiliyordum. "Bir şeyler saklıyorsun benden Efsa. Hissediyorum."

Sessiz kaldım.

"Sen mantıklı olan taraftın, hatırlıyorsun değil mi?" Ayağa kalktı ve yanıma geldi. Gözlerini yüzüme diktiğinde bulanık görüşüm onu net olarak görmeme engel olmuştu. "Şimdi ne oldu da böyle bir olaydan sonra polisi çağırmak istemiyorsun?"

Bakışlarındaki sorgunun yoğunluğunu hissedebiliyordum. Merak ediyordu, sorguluyordu ve bendeki bu farklılığın sebebini öğrenmeden beni bırakmayacaktı ama ben ona durumumu nasıl açıklayacağımı bilmiyordum. Zihnimdeki her bir kelime boşlukta süzülüyordu. Onları toparlamam imkânsız gibiydi.

"Anlat bana." Dedi güven verici sesiyle. Sıcak parmakları koluma tutundu. "Camilla bana bir şeyler anlattı. Bu konuyu seninle konuşmayacaktım çünkü böyle şeylere inanmadığını biliyordum ve ben sana bunları anlatırsam kafama bir kürek geçireceğine dair şüphelerim vardı." Keyifsiz bir şekilde güldü. "Ama şimdi görebiliyorum Efsa. Farklısın, mantığın sanki bir köşede sessizce seni izliyor. Bir şeylerden korkuyorsun ama neyden?"

Duru'nun ilk defa bu kadar ciddi olduğunu fark ettim. Normalde asla bu kadar uzun cümleler kurmaz ve asla bu kadar uzun süre ciddi kalamazdı ama şimdi farklıydı. Sanki rolleri değişmiştik. Sanki soğukkanlı ve ciddi olan taraf oydu ve benim gibi bir korkağı sakinleştirmeye çalışıyordu. Bu durum karşısında kendimi berbat hissetmekten alıkoyamadım. Kötü hissediyordum ve bunu engelleyecek gücüm bile yoktu.

Kolundan kurtulup yanından geçtim ve yatağıma geri oturdum. Pencere hala açıktı, odam buzhaneye dönmüştü ve ben bornozumlaydım. Duru pencereyi kapatıp yanıma geldiğinde aklımı okumuş gibi, "Üstünü giyin önce." Dedi. Benim kalkmama izin vermeden dolabımdan iç çamaşırlarımla siyah taytımı ve sweatshirtümü çıkardı. Hızlıca üzerimi giyinirken Duru telefonuyla ilgilenmişti. Kaşları çatık bir şeye bakıyordu ve ben onu ilk defa bu kadar ciddi görüyordum. Anlaşılan şaşırmam gereken çok şey vardı.

Üstümü giyinmiş ondan bir tepki beklerken gerginlikten neredeyse bayılmak üzereydim. Ne yapacağımı, ne hissedeceğimi bilmiyordum ve korkuyordum. Camilla'nın ona dediği şeyleri daha duymadan ürpermeme engel olamıyordum.

Telefonu kapatıp yanına koyduğunda bana döndü. Yüzünde sorgulayıcı bir ifade vardı. "Anlat hadi, neler oluyor?"

Bunu ona anlatabileceğimi sanmıyordum. Düşünürken bile gerilirken bunu dile dökemezdim. Tuhaf hissettiriyordu.

"Camilla ne dedi?" Konuşmak istemiyordum, bu yüzden topu ona attım.

"Bunu sana söyleyen olmak istemiyorum." Dediğinde kaşlarım çatıldı. "Onun yanına gidelim mi?"

Camilla'nın yanına bir daha gitmek isteyip istemediğimden emin değildim. Bu yüzden sessiz kaldım ve sadece suratına baktım.

"Bak, birçok şey söyledi. Emin ol seni düşünmekten dediklerinin çoğuna odaklanamadım bile. O yüzden bu şeyleri sana yarım yamalak söylemem doğru değil." Onu anladığıma emin olmak ister gibi birkaç saniye yüzüme baktı. "Anlıyorsun, değil mi?"

Başımı sallayarak onayladım onu. Anlıyordum. Keşke anlamasaydım, keşke anlamak zorunda olmasaydım.

"Bana neler olduğunu söyler misin artık?"

Gözlerimi ondan kaçırırken bunu nasıl dile dökeceğimi düşündüm. Tam olarak nereden ve hangi zamandan başlamalıydım? Bundan bile emin değildim. Tüm bu olan şeyler ne zaman başlamıştı? Doğum günümden önceki haftalarda vücudumu saran tuhaf huzursuzluğu hatırladım. O huzursuzluk doğum günümden önce de vardı ama hiçbir zaman somut olarak karşıma çıkmamıştı. Gerçekten vücudumda bir değişikliğe neden olmamıştı. Sadece hislerden oluşuyordu. Aklıma gelen anıyla birlikte kaşlarım çatıldı. Doğum günümden bir gün önceki geceyi anımsadım. Duvardaki gölgeyi, benim pencereden aşağıya bakmamı ve aşağıda kimseyi görmememe rağmen gölgenin duvarımdaki izini... Gerçekçi bir rüya gibiydi. Kendimi onun bir rüya olduğuna inandırmıştım. O anı bir daha hatırlamak istememiş ve sadece bir sanrı olduğu konusunda hatırlatmalar yapmıştım ama bir yanım korkunç bir düşünceyle o günden beri sarsılıyordu.

O gölge gerçekten orada mıydı?

Tıpkı okulda, tuvaletteyken gördüğüm an gibi gerçekten o anı yaşamış mıydım?

Nefeslerim boğazıma takıldığında dehşet içinde kaldım. Ne demişti o medyum? Karanlığın içinde koştuğumu ve peşimde de birilerinin olduğunu...

Peşimde gölgelerin olduğundan bahsetmişti.

İnanamaz bir şekilde başımı sallarken neler olduğu hakkında en ufak bir düşüncem yoktu. Anlamıyordum, anlayamıyordum ve ne kadar beynimi yorarsam yorayım anlayamayacağımın farkındaydım. Tüm bu olan şeyler benim için fazlaydı. Bu çok ağır bir yüktü ve ben üstesinden gelemiyordum.

Altında eziliyor, her geçen zaman daha şiddetli kanıyordum.

"Gölgeler..." Sesim o kadar cılız çıkmıştı ki beni duyduğundan bile emin değildim. Gözlerimi ona çevirdiğimde bana dikkatle bakıyordu. Gözleri konuşmam için bana cesaret veriyor, yanımda olduğunu haykırıyordu. Derin bir nefes aldım. "Hiç duydun mu? Yani..." Titrek bir nefes. "Sen böyle şeyleri araştırırsın. Vampirler, sirenler falan... Yani fantastik şeyler..." Titrek bir nefes daha. "Gölgeler hakkında bir şey duydun mu?"

Bana anlayışla baktı. Bu halime içten içe şaşırdığını hissedebiliyordum. İlk defa ona bu konularda bir şey soruyor ve merak ediyordum. "Hayır... Daha önce ne bir yerde duydum, ne de onlar hakkında bir şey okudum." Derin bir nefes aldığında ellerimle oynamaya başlamıştım. Dikkatimi dağıtmak istiyordum. "Senin de dediğin gibi, duyduğum ve gördüğüm tek gölge kendi gölgem. Gölgelerimiz..."

"Anlamıyorum Duru, delirecek gibi hissediyordum. Engel olamıyorum."

"Bu sefer benim de kafam karışık." Dediğinde ona döndüm. Başını yumruk yaptığı elinin üstüne yaslamıştı. Bakışları halının üzerindeydi ve düşünceli gözüküyordu.

Şimdi ne olacaktı? Nereden başlayacağımı, nasıl devam edeceğimi bilmiyordum. Hayatımın hiçbir döneminde böyle boşlukta hissetmemiştim.

İlerleyen saatlerde Duru konuyu değiştirmiş ve benimle birlikte odamdaki dağınıklığı toplamıştı. Aynadaki cümleyi aklıma kazıdıktan sonra aynamı silmiştim. Pırıl pırıl, üstüne bir şey yazılmamışçasına temiz görünüyordu. Keşke zihnim de böyle olabilseydi. Zihnimdeki bütün gürültüyü aynama yaptığım gibi silip atmak isterdim. Duru annesini arayıp bugün bizde kalacağını, ders çalışmamız gerektiğini de söylemiş ve beni bugün için yalnız bırakmama kararı almıştı. Ona minnettardım. Eğer bu evde bir dakika bile yalnız kalsaydım kendimi pencereden dışarıya atacağımdan hiç şüphem yoktu.

Şimdi ise odamda durmak istemediğim için salonda oturuyor ve Duru'nun benim için yaptığı kahvemi yudumluyordum. Büyük bir yudum alıp dilimi yaktığımda bunu umursamadım. Düşüncelerimdeki yanıklar canımı daha çok sıkıyordu.

"Eee..." Duru'nun keyifli sesi ona dönmemi sağladı. "Demek bayıldığın gün seni evine götüren adam Yankı'ydı, ha?" Suratında ima dolu ifadeye karşılık sadece kaşlarımı çatmakla yetindim. Benim bu huysuz suratıma umursamadan konuşmaya devam etti. "Onu görünce mi bayıldın yoksa? Doğru söyle. Bacaklarını titretti değil mi?" Şu an kafamı dağıtmak için böyle konuştuğunu bilsem de sinir olmama engel olamadım. Böyle konuşmamalıydı!

"Ne diyorsun ya? Saçma sapan konuşup asabımı bozma."

Kıkırdadı ve dibime sokuldu. Koluyla karnımı dürterken ona sert bir bakış attım. "Aman be kızım! Yankı gibi bir adamın evinden çıkıyorsun, motoruna biniyorsun, sonra da okulda karşılaşıp üstüne üstlük aynı sınıfta çıkıyorsunuz! Yemin ediyorum ballısın. Başka bir şey demiyorum."

"Duru, kes sesini."

"Yalan mı? Yüz metre öteden bile anlaşılıyor ne kadar seksi olduğu..."

"Madem bu kadar beğendin senin olsun."

"Yok canım, almayayım. Ben sizi yakıştırdım."

Gözlerimi devirdim. "Öyle bir düşüncem yok benim."

Sinsi bir gülüş attı. "İlerde olacağından eminim."

Bağırarak ofladığımda bana şaşkın bir bakış attı. "Ne bağırıyorsun be? İyice manyadı karı."

Evet, bu konuda haklı olabilirdi. Delirmiştim, manyamıştım.

"Yankı hakkında konuşmak istemiyorum." Çünkü aklıma başımı döndüren kokusu geliyordu.

Kaşlarımı çattım ve düşünmemeye çalıştım. Bunun ne yeri ne de zamanıydı. Üstelik onu düşündüğümde bozulan sinirlerime engel de olamıyordum. Nedensizce sinirlerimi bozuyordu.

"Etkilendin, değil mi?" Sinsi bir gülüş yüzüne yerleştiğinde elimin altındaki yastığı ona doğru savurdum.

"Susacak mısın yoksa canın yastık mı yemek istiyor?" Elimdeki yastığı bir kere daha savurduğumda acıyla inledi ve, "Tamam kızım be. Vurma, pes ediyorum." Diye söylendi. Onun bu hali kaçan keyfimi yerine getirmişti. Dudaklarım usulca havalandığında, "Sadist!" diye tıslamıştı. "Kötü bir arkadaşsın."

Yatana kadar ve hatta uyuyana kadar benim ne kadar korkunç bir arkadaş olduğumu, onu hak etmediğimi ve onun gibi bir arkadaşa sahip olduğum için ne kadar şanslı olduğumla alakalı bir sürü şey söylemişti. Bütün dediklerinde haklıydı.

En çok da, onun gibi bir arkadaşa sahip olduğum için ne kadar şanslı olduğum konusunda.

Günler sonra ilk defa normal insanlar gibi uyanmıştım. Korkunç kâbusların bıraktığı izler olmadan, ter içinde kalmadan, kalbim korkuyla çarpmadan... Kâbus görmemiştim ve bu durumu yanımda bana sarılarak uyuyan Duru'ya bağlamıştım. Onun sıcak kolları arasında huzurla gözlerimi açmış ve rahat bir nefes almıştım. Sanki dün yaşadıklarım kötü bir rüya gibiydi. Hatırlamak istemediğim, bir daha görmeyeceğim korkunç bir rüya...

Uyandığımdan beri zihnim aynı cümleyi kulağıma fısıldayıp duruyordu. Farklı bir ortama girmiş olmam, derste olmam veya başka hiçbir şey bu fısıltıyı etkisiz hale getirmeye yetmiyordu. Yeniden ve yeniden çınlıyordu kulaklarımda.

Serius est quam cogitas.

Fısıltı acımasızca sayıklarken ne anlama geldiğini düşünmeme engel olamıyordum.

Vakit sandığından da geç.

Ne için geçti, neden geçti bilmiyordum. En çok da bu boşluk hissi rahatsız ediyordu. Eğer ne yapmam gerektiğini bilseydim bu şekilde olmayacağına emindim. Düzeltmek için elimden geleni yapardım. Tüm bu şeylerin anlamını bilsem uğraşırdım, hiç düşünmeden her şeyi yapardım ama arafta gibiydim. Boşlukta süzülüyor, beni savurmasına engel olamıyordum.

Geçen gece görmüş olduğum rüyamdan aklıma bir parça düştüğünde kaşlarım çatılmıştı. Ne için koştuğumu bilmeden koşuyor ve bir yere yetişmeye çalışıyordum. Bir yere yetişmeye çalıştığımı fark etmiştim. Rüyamdaki o saat zihnimde belirdiğinde dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Saati durdurmak için, o bozuk saati düzeltmek için koşuyordum. Yetişmem gereken şey zamanımdı ve ben yetişemeden vakit dolmuştu. O saat gürültüyle çalmıştı.

Vakit sandığından da geç.

Rüyamda gördüğüm şey bana bir hatırlatma mıydı?

Titrek bir nefes aldığımda yaşadığım farkındalığın kalbimi titrettiğini hissettim. Rüyam bana mesaj vermiş olabilir miydi?

Tüm bunlara rağmen hala anlamadığım bir şey vardı. Zamanı ne için durdurmam gerekiyordu? Ne için o saate koşuyordum?

Bu soruların cevapları koca bir soru işaretinden başka bir şey değildi ve ben o soru işaretinin altında eziliyordum. Sanki üzerime devrilmişti. Noktası bir tekerlek gibi yuvarlanmış ve beni altına almıştı.

Nefes alamıyordum.

"... Ödev için ilk önce ikişer grup olmanız gerekiyor. Üçer kişi de olabilir ama sınıfımızın nüfusu ikişer kişi için daha uygun."

Sınıfta konuşan hocayı dinleyemiyordum bile. Ne hakkında konuştuğundan emin değildim.

"Kura mı çekelim yoksa herkes isteğine göre mi eşleşsin?" Sınıftan yükselen gürültüyü anlamam imkânsız gibiydi.

"Tamam, herkes ödev eşini seçsin. Boş bir kağıt göndereceğim. Eşleştiğiniz kişiyle adınızı ve numaranızı kağıdın üzerine yazın."

Olup biten hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Boş bakışlarım tahtanın üzerindeydi ve düşüncelerime kalın bir çizgi çekmeye çalışıyordum. O kalın çizgi şimdilik hayatımı kurtarabilirdi.

"Efsa?" Tanıdık bir ses ve aynı anda burnuma dolan o tanıdık kokuyla beraber kaskatı kesilirken omzumun üstünden arkama doğru döndüm. Arka sıradan bana doğru eğilmişti. Yüzlerimiz arasındaki mesafe karşısında bozguna uğradığımı hissettim ve kendimi biraz olsun uzaklaştırdım.

"Ne oldu?"

Başını hafifçe yana eğip bana baktığında kaşlarımı çatmamak için zor tuttum kendimi. Güzel görünüyordu ve bu benim sinirimi bozuyordu. Dudaklarının titrediğini gördüm ama yüzündeki ifade ciddiyetini koruyordu.

Gözleri kısıldı. "Sabahtan beri tek bir kelime dinlemedin, değil mi?" Sesi alay doluydu.

"Ne?" Şu an kendimi tam bir aptal gibi hissediyordum.

"Hocayı diyorum." Çenesiyle tahtayı işaret etti. Gözlerim titreyerek çenesine düştüğünde farkında olmadan yüzünü incelemeye başlamıştım. Yeni yeni çıkmaya başlamış kirli sakalları keskin yüzüne daha sert bir ifade vermişti. Acaba sakalları da vanilya mı kokuyordu?

Bu düşünceyle birlikte dehşet içinde kaldım. Ne diyordum ben böyle? Ona bakmamak için hızla önüme döndüğümde yanaklarımın yandığını hissedebiliyordum. Düşündüklerim utanç vericiydi. Buna engel olamamam daha da utanç vericiydi. Ben ne zamandan beri bu kadar arsız biri olmuştum?

"Aklın başka yerde." Sıcak nefesini ensemde hissettiğimde alt dudağımı farkında olmadan dişlerimin arasına çekmiştim. Acaba ona olan bakışımı fark etmiş miydi?

Ne utanç verici!

Başımdaki onca problem yetmezmiş gibi saçma sapan davranıyordum. Yapmamam gereken şeyleri yapmakta üstüme yoktu. Vücudumu saran gerginlik karşısında rahatsız bir şekilde kıpırdandım ve gözlerimi sınıfta gezdirmeye başladım. Yankı artık konuşmuyordu. Arkamda ne yaptığını, bana biraz önce ne söylemek istediğini delice merak ediyordum.

Ne hakkında konuşmuştu sahi?

Sınıftakiler kendi aralarında konuşurken bir şeye karar vermek istiyor gibiydiler. Kaşlarım çatıldı ve olup biteni anlamaya çalıştım. Bir şeyleri kaçırmıştım.

Yankı'nın soluğunu yeniden ensemde hissettim. Çok geçmeden konuşmuş ve kaskatı kesilmeme neden olmuştu. "Eşim ol."

"Ne?" Soluksuz bir şekilde ona döndüğümde kaşları alayla havalandı.

"Eşim ol." Omuz silkti ve alaylı ifadesini yüzünden silmeden bana bakmaya devam etti. Bilmediğim bir şeyi biliyor gibi bir hali vardı. Gözlerim kocaman ona bakarken ön sırada oturan kız üstünde isim dolu bir kağıdı bana uzatmıştı. Ona döndüm ve, "Bu ne?" diye sordum.

Kız bana garip bir bakış attı. "Ödev için. Herkes ismini ve eşlerini yazıyor." Deyip önüne döndü. Pancara döndüğümden neredeyse emindim. Ensemde yeniden bir sıcaklık hissettiğimde dönüp bakamadım bile. Utanıyordum ve kendimi koca bir aptal gibi hissediyordum.

"Olacak mısın?" Diye fısıldadığında bütün tüylerimin havalandığına emindim. Büyük bir utanç dalgası cılız bedenimi gerçekliğe savurmuştu. Yutkunmaya çalıştım ama onun nefesini hissederken bu zordu. Onu yanlış anladığıma inanamıyordum... Gergin bir şekilde önüme düşen saçımı kulağımın arkasına itekledim ve kağıda ismimi yazdım. Pek bir seçeneğim olmadığını düşündüm. Bölümde tanıdığım ve ödevi yapabileceğim kimse yoktu.

Yankı'ya mecburdum ve bu mecburiyet gergin hissettiriyordu.

Elimdeki kağıdı Yankı'ya uzatırken dönüp ona bakmadım bile. Yüzümün ne derece kızardığını bilmiyordum. Görmesini istemiyordum.

"Yaz ismini." Diye mırıldandığımda, "Yazalım bakalım." Dediğini duymuştum.

Onunla nasıl oturup da ödev yapacaktım bilmiyorum ama kendimi bu fikre alıştırsam iyi olacaktı. Onunla aynı ortamda bulunacak ve onun hakkında bir şeyler öğrenmek zorunda kalacaktım.

Ders bittiğinde rahatsız düşüncelerimi toparlayıp ayaklandım. Yankı'nın arkamdaki varlığını görmezden gelmeye çalışıyordum ve bu durum beni zorluyordu. Elimde değildi, engel olamıyordum.

Onu görmezden gelmek zordu.

Sınıftan hızlı adımlarla çıkıp kantine yürürken telefonumu çıkardım ve Duru'yu aradım. Derste miydi bilmiyorum ama yalnız kalmak istemiyordum. Telefon kulağımda Duru'nun açmasını beklerken koluma dolanan sıcak parmakların sahibine döndüm. Sare karşımda gülümseyerek bana bakıyordu. Gülümsemesine karşılık verirken Duru'nun sesini duymuştum.

"Dersteyim." Diye fısıldadığında gözlerimi devirdim.

"Ne açıyorsun o zaman?"

"Hoca şu an başka bir işle uğraşıyor. Birazdan çıkacağım." Fısıltısı giderek söndü.

"Sare'yle birlikte kantinde bekliyoruz o zaman."

Telefonu kapatıp Sare'ye döndüğümde yüzünün ışıl ışıl parladığını gördüm. Mutluydu ve anladığım kadarıyla baya huzurluydu. Onun bu halini ister istemez kıskandım. En son ne zaman bu kadar mutlu ve huzurlu olduğumu bile hatırlamıyordum. Sanırım beş yaşındayken falandı...

Kendi kendime gözlerimi devirip dikkatimi Sare'ye verdiğimde kantine doğru yürümeye başlamıştık.

"Nasıl oldun?" diye sorduğunda daha kötü demek istedim ama verdiğim cevap tam aksiydi.

"İyiyim." Yutkundum. Yalan söylemek artık canımı sıkmaya başlamıştı. "Dikkat ediyorum o günden sonra."

"Doğru düzgün yemek bile yediğini görmüyorum. Ne yemekhanede karşılaşıyoruz ne de kantinde." Kolumu tutup beni kantinde boş bir masaya çekiştirirken gülümsedim. "Şu koluna bir bak. Kürdan gibi kalmışsın. Sana şimdi yemek yedireceğiz."

Sare benim için yiyecek bir şeyler almaya gittiğinde aklım Yankı'ya kaymıştı. Düşüncelerime sızan çatal dilli yılan sürekli onun adını tıslıyor ve görüntüsünü gözümün önünde dalgalandırıyordu. Duru'nun dediği saçma şeyler bile aklıma geliyordu ama bunun sırası değildi. Olmadığını biliyordum. Normal bir zamanda olsak bile böyle düşünmem benim için fazla imkânsızdı.

Onu düşünmemem lazımdı.

Beynim sanki inadına yapıyordu. Ben onu düşünmek istemediğimi söyledikçe onun hakkında hatırlatmalar yapıyordu. Kusursuz yüzünü, geniş sırtını, siyah dağınık saçlarını, kemikli parmaklarını bile hatırlıyordum.

Sinirli bir nefes aldığım sırada yan tarafımdaki sandalye çekilmiş ve Yankı tam olarak yanıma oturmuştu. Yüzündeki ifadesizlik hala yerli yerindeydi ama ben onu görmüş olmanın şaşkınlığını yüzüme yansıttığıma emindim. Onu düşündüğüm sırada karşımda görmem bu durumum için çok da iyi olmamıştı.

"Kaçıyor musun sen?" diye sordu. Sesi şüpheciydi.

"Ne kaçması?" Evet, kaçıyordum.

"Benden kaçıyor musun?" Kaşları usulca havalandı.

Yutkunmaya çalıştım. "Ne alakası var?" Sesim huysuzdu. Kendimi koruma içgüdüsü ile kollarımı önüme bağladım ve arkama yaslandım. Gözlerimi ona çevirmemeye çalışıyordum. Gözlerim kantindeki herkesi tararken derin bir nefes aldığını duydum. Göz ucuyla ona baktığımda telefonuna baktığını gördüm. Gözkapakları katran siyahı gözlerini kapatmış, bir kepenk misali üzerine örtülmüştü. Göz çukuruna dökülen kirpiklerinin gölgesinde gezdirdim bakışlarımı. Nasıl bu kadar güzel görünebiliyordu aklım almadı bir an. Kemikli çenesinden, düzgün burnuna kadar yüzünde bulunan ve hatta sahip olduğu her şey biri tarafından özenle çizilmiş gibiydi.

Boş bir zamanda yaratıldığını düşündüm.

Ben hala ona bakıyorken kafasını birden kaldırmış ve göz göze gelmemize neden olmuştu. Panikledim. Onu izlerken yakalanmak utanç vericiydi. Tek kaşını kaldırırken yüzündeki yumuşamaya şahit oldum. Ciddi ifadesi an be an gevşedi. Benim ona bakmam hakkında bir yorumda bulunmadı ve elindeki telefonu bana uzattı.

Bön bön suratına baktım. "Ne?"

"Numaranı ver." Elindeki telefonu almam için bana doğru salladı.

Kaşlarım derince çatıldı. "Neden?"

"Ödev için Efsa. Sapığın olmayacağım merak etme." Sesi bıkkın çıkıyordu. Tabii ki onun öyle bir şey yapacağını düşünmüyordum. Sadece içimdeki birbirine zıt iki tarafım kavgaya tutuşmuştu. Bir tarafım ona numaramı vermeyi deli gibi isteyen taraftı, diğer tarafım ise Yankı'ya karşı olan düşüncelerimden oldukça rahatsız olmuştu ve başka bir adım daha atıp durumu ilerletmek istemiyordu.

Tereddütle elindeki telefona baktım ve daha fazla düşünmeden elinden aldım.

"Bir an önce yapalım, bitsin." Diye mırıldanıp numaramı yazdım ve ona telefonunu geri uzattım.

"En kısa zamanda." Dediği sırada Sare ellerindeki tepsiyle masaya gelmişti. Elindeki yemeği masaya bırakırken gözünün Yankı'nın üzerinde olduğunu gördüm. Dikkatle bakıyordu ve kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yankı'nın karşısına, diğer yanıma oturduğunda ve sorgu dolu bakışlarını Yankı'dan ayırmadığında öksürdüm ve, "Teşekkür ederim." Dedim dikkatini çekebilmek için. Yankı'ya bu şekilde dikkatli bakmamalıydı.

"Rica ederim." Dedi bana dönüp gülümserken. "Arkadaşın mı?" diye sordu parmağıyla Yankı'yı gösterip.

Arkadaşım mıydı? Sanmıyorum. Onun hakkında bildiğim çok bir şey yoktu. Onun da benim hakkımda bildiği bir şey yoktu ve bu durumda çok da arkadaş sayılmazdık. Sare'ye ne diyeceğimi düşünürken Yankı gözlerini bana dikmişti, vereceğim cevabı bekliyor gibi görünüyordu.

"Ödev arkadaşıyız." Sanırım Yankı'yla aramızdakini en iyi bu açıklayabilirdi. Yankı'nın dudakları titrediğinde gülümsemesini bekledim. Nasıl göründüğünü merak ediyordum ve içten içe gülümsemesini istiyordum ama gülümsemedi. Onun yerine başını sallamış ve beni onaylamıştı.

Sare anladığını belirtircesine başını salladığında çok geçmeden elini Yankı'ya uzatmıştı. "Sare ben."

Kaşlarım çatıldı. Onunla tanışmasına gerek yoktu. Ne de olsa bir daha görüşmeyecektik. Ne Sare'nin ne de benim Yankı'yla bir daha iletişime girmeyeceğimizi biliyordum.

Yankı'nın gözleri önce bana değdi. Sonra ise Sare'nin ona uzatmış olduğu eline baktı. Aklından bir şeyler geçtiği belliydi. Zihnindeki gürültüyü duyabiliyordum ama ne düşündüğünü hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Karmaşık görünüyordu. Ciddi ifadesini bozmadan Sare'nin elini tuttu ve, "Yankı." Diye cevapladı. Rahatsız bir şekilde kıpırdandım. Ne diye tanışmışlardı ki? Gerek vardı sanki.

"Yemeğini ye Efsa." Sare koluyla kolumu dürttüğünde neredeyse gözlerimi devirecektim. İştahım kaçmıştı, yemek yemek istemiyordum. Midem bulanıyordu ve hatta şimdi de kusmak istiyordum. Suratımın asık olduğuna emindim ama bunu düzeltmek için çabalamadım. Her şey benim isteğim dışı gerçekleşiyordu ve ben buna engel olamıyordum. Bu durumdan sıkılmıştım. Olan biten şeylere sadece seyirci kalıyordum ama ana karakter de bendim. Oynamaya iznim yok gibiydi. Sanki senaryoda yapmam gerekenler eksikti yazılmıştı ve ben senaryoya uymak zorunda olduğum için hiçbir şey yapamıyordum.

Yemeğimi tırtıklayarak yemeye başladığımda Sare ve Yankı konuşmuyordu. Ne yaptıkları, neden sessiz kaldıkları hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Onlara bakmak istemiyordum. Sare'nin yanımdaki sandalyesi geriye itildiğinde başımı ona çevirdim. Çantasını omzuna takmış bana doğru eğilmişti. "Dersim var bebeğim." Dedi beni öpmeden hemen önce. "Yemeğinin hepsini yiyorsun bak."

"Tamam anne..." Gözlerimi devirdiğimde gülümsedi ve Yankı'ya döndü.

"Memnun oldum Yankı." Yankı ona cevap vermemiş, sadece bir baş işareti yapmıştı. Onun bu kaba hareketine karşılık kaşlarım çatıldı. İki kelime etmek zor olmamalıydı. Zaten bir daha görüşeceklerini bile düşünmüyordum ama bu şekilde kaba davranması, özellikle de benim arkadaşıma bu şekilde davranması canımı sıkmıştı. Sare yanımızdan ayrıldığında hala Yankı'ya bakıyordum.

Bakışlarımı fark ettiğinde kafasını telefondan kaldırdı ve bana baktı. Gözleri bulanık, gecenin yansımasını içine hapseden bir okyanusu andırıyordu. Dalgasız, siyah bir çarşaf gibiydi. Üzerine ise dolunayın ışığı yansımıştı.

Gözlerinde yakamoz vardı.

Yutkunmaya çalıştım. Bakışlarının üzerimdeki etkisinin farkında olmamasını diliyordum.

Kaşları alayla havalandığında bakışlarımı ondan kurtarmak istedim ama yapmadım. "Niye yiyecek gibi bakıyorsun?" diye sordu yüzümü incelerken.

Dediği şeyi umursamadan huysuz bir ifade takındım. "Çok kabasın."

"Ne yaptım durup dururken?" Yüzündeki ifade sorgulayıcıydı.

"Arkadaşlarıma kaba davranma."

Başını hafifçe yana eğip siyah mürekkep bulaşmış gözleriyle yüzümü inceledi.  "Kime nasıl davranmak istiyorsam öyle davranırım."

Dik dik yüzüne bakarken ne kadar da sinir bozucu biri olduğunu düşünüyordum. Bu kadar ifadesiz bir suratı olması onu sinir bozucu yapan şeydi belki de. Yüzünde bir mimik görmek için çırpınan bir yanım vardı. Gülümsemesini, şaşırmasını ya da olumlu birkaç hareket yapmasını bekliyordu. Bunu ondan görememek o yanımı çıldırtıyor ve sinirlerinin bozulmasına neden oluyordu. Bunu hissedebiliyordum.

"Arkadaşlarıma kaba davranamazsın!" diye inatlaştığımda bal gibi de yapabileceğini biliyordum. Onun için kaba davranmanın çok da sorun olmayacağını şimdiden öğrenmiştim. İster benim arkadaşım olsun, isterse de kendi arkadaşları olsun, herkese isteği gibi davrandığına emindim.

Gözleri usulca kısıldığında onu sinirlendirmiş olabileceğimi düşündüm. Hem emir vermiştim hem de sesimin tonuna fazla hakim olamamıştım. Yankı gibi birinin bundan hoşlanmayacağını biliyordum. Aniden elini uzatıp sandalyemi kendisine doğru çekti ve burun buruna gelmemize neden oldu. Gözlerimi kırpıştırarak ona bakarken üzerimdeki şok dalgası nefeslerimi boğazıma dizmişti. Sıcak nefesi yüzüme çarpıyordu ve tam olarak o başımı döndüren kokusunu yakından alıyordum. Yutkunmaya çalıştım.

Gözlerindeki karanlık ifade beni kendisine hapsetmişti. Kirpikleri ise parmaklıklarımdı.

Gözlerimi gözlerinden ayıramazken dudaklarım aralandı. "Ne yapıyorsun?" Sesimin titremesine engel olamamıştım.

"Kime nasıl davranmak istiyorsam öyle davranırım." Dedi bir kez daha. Dişlerini sıkmasından dolayı yanakları içe çökmüş ve kemikli çenesini daha belirgin hale getirmişti. Kocaman olmuş gözlerle bu haline bakarken şu lanet olası aptal dilimi tutmuş olmayı diliyordum ama o zamana geri dönmek imkânsızdı.

Kendimi zorlayarak geri çektiğimde gözleri hala ateşini harlamaya devam ediyor ve baktığı tenimi kavuruyordu. Kaşlarımı çattım ve öfkelenmeme engel olmaya çalıştım.

"Manyak mısın nesin? Kime nasıl istiyorsan öyle davran, tamam." diye homurdandığımda dudakları titredi. Gözlerindeki alevin giderek söndüğünü görebiliyordum. Yüzüne keyifli bir ifade konduğunda neredeyse gülümseyecek gibi duruyordu. Bu kadar ani ruh halinin değişmesi beni fazlasıyla şaşırtmış ve korkmama neden olmuştu.

"Manyaksın sen." Dedim bir kez daha. Üzerimdeki şaşkınlığı atabilmiştim değildim ve bedenim gerginlikten ağrımaya başlamıştı. Sandalyemi geri eski yerine kaydırdım ve ona göz ucuyla baktım.

Gözlerine yapışan yıldız tozları parıldıyordu. "Manyağım." Dediğinde kaşlarımı çattım ve ona ters bir bakış gönderdim. Keyifli sesi istediğini almış gibi çıkıyordu ve bu daha fazla öfkelenmeme neden oluyordu. Güzel suratının tam ortasına yumruk atmak istiyordum. Mesela o düzgün burnuna ya da kemikli çenesine.

Ben Yankı'yı dövme hayalleri kurarken Duru'nun neşeli sesi şiddet içeren hayallerimin üstüne kocaman bir çizgi çekmiş ve beni gerçekliğe geri döndürmüştü.

"Kimler kimlerle beraber..." diye şakıdı. "Gözlerim yaşardı."

Gözlerimi devirdim ve arkama yaslandım. Tam bir huysuzdum, bunun farkındaydım ama engel olamıyordum. Özellikle de Yankı'nın son yaptığı şeyden sonra sinirlerim iyice bozulmuştu.

Duru yanıma oturdu ve direkt olarak Yankı'ya laf attı. "Ne bu elektrik?" diye sorduğunda gözlerimi devirmemek için zor tuttum kendimi. "Aranızda gerilim hattı var resmen. Cızırdıyorsunuz."

Gerçekten bazen Duru tarafından sınandığımı düşünüyordum.

"Arkadaşına sor." Çenesiyle beni işaret ettiğinde yüzümü buruşturmuş ve sinirli bir bakış göndermiştim. Tüm olan şeylerin huysuz biri olduğum için üzerime yıkılmasından bıkmıştım.

İnsan hatayı biraz da kendinde aramalıydı!

"Klasik Efsa desene." Duru yanağımdan bir makas aldı. Onlara cevap vermeyecektim. Kesin kararımdı.

Telefonumu çıkarıp internette gezinmeye karar verdim. Belki de araştırma yapmalıydım. Aklıma gelen bu düşünce içimdeki bir şeyi harekete geçirmiş ve kalbimin heyecanla atmasına neden olmuştu.

Evet, kesinlikle bir araştırma yapmalıydım ama bunu bu küçücük telefon ekranından yapmayacaktım. Kütüphaneye gidecek ve durumumla alakalı bütün makalelere göz atacaktım. Bütün ansiklopedilere. Fantastik güçlerle ilgili olanlara bile.

Her ne kadar hala inanmak istemesem de içimdeki bir ses bu yaşadıklarımın normal olmadığını bas bas bağırıyor ve saçmalamamam gerektiğini söylüyordu. Durumumu en kısa sürede kavramalı ve benimsemeliydim, bunun farkındaydım ama o kadar da kolay değildi.

Belki Duru olsaydım daha kolay olabilirdi.

Sandalyemi sertçe geri itip ayağa kalkarken Duru soru dolu bakışlarını üzerime kilitlemişti. "Nereye?" diye sordu merakla.

"Kütüphaneye." Montumu giyip çantamı omzuma taktıktan sonra Yankı'ya kısa bir bakış attım. Katran siyahı gözlerini gözlerime dikmişti. Bakışları karşısında titrememe engel olmaya çalıştım. Bu şekilde ne zaman baksa rahatsız olmama engel olamıyordum. Göz rengine ve gözlerinin ardındaki ifadesizliğe hala alışamamıştım.

"Araştırma yapacağım." Duru ima ettiğim şeyi anladığında dudakları aralandı ve bir süre suratıma bön bön baktı. Benden bunu beklemiyor gibi bir hali vardı.

"Araştırma?" diye sorduğunda, "Araştırma." Diyerek onu onayladım. Neyden bahsettiğimi biliyordu ve bu konu onu bile germişti.

"Ben de geliyorum." Dedi anında ayağa kalkarken. Sandalyesini o kadar hızlı itmişti ki sandalye dengesini kaybedip arkaya devrilmişti. Onun bu heyecanlı haline bakakaldığımda kantindeki birkaç kişinin meraklı bakışlarını üzerimizde hissettim. Duru aceleyle sandalyeyi yerden kaldırdı ve montunu benim gibi üzerine geçirdi. Çantasını masadan alırken bu aceleci hali beni neredeyse güldürecekti.

"Araştırma yapmak için bu kadar heyecanlanan birini daha önce görmemiştim." Dedi Yankı donuk bir sesle. Gözleri Duru'yla benim aramda gidip geldikten sonra bende durdu.

Omuz silktim. "En büyük zevkimiz." Dedim en kelimesini vurgulayarak. Kaşları alayla havalandı. "En mi?" O da benim gibi vurgulamıştı. Gözlerinden anlamını bilmediğim bir ifade geçtiğinde dudaklarım aralandı ve sert bir nefes verdim. Gözlerine serpilmiş parıltıları yıldıza benzetmeyi bırakmam gerekiyordu.

"En. İzin verirsen gideceğiz." Sinir bozucu sesim karşısında mimikleri bile hareket etmezken başını yana eğdi.

"Tabii. Gidin bakalım." Duraksadı. "En büyük zevkinize." Gözlerindeki ifadenin ne anlatmak istediğini neredeyse anlayacaktım ama Duru'nun sesi dikkatimi tamamen dağıtmıştı.

"Atışıp durmayın ya! Gidelim hadi."

Duru'ya cevap vermeden yürümeye başladım. Yere her adım atışım yeri dövmemle eş değer gibiydi. Sinirliydim ve neye sinirlendiğimi bile bilmiyordum. İç sesim alay dolu bir kahkaha patlattı ve bana o çok duyduğum cümleyi hatırlattı.

Sen her zaman sinirlisin, huysuz!

Eh, ona hak vermemek elde değildi.

Dışarı çıktığımızda Duru adımlarını bana yetiştirmiş ve koluma tutunmuştu. "Efsa?" dedi beni kendisine çevirirken. Ona, ne oldu dercesine bakarken yutkundu ve, "Camilla'ya gitmeyecek miyiz?" diye sordu. Tepkimden çekindiğini biliyordum ama dün olanlardan sonra onu kıracak değildim.

"İlk önce kendim araştırmak istiyorum." Dedim sesimi yumuşak tutmaya özen göstererek. Gergindim ama bunu ona yansıtmak istemiyordum. Benim gerginliğim ona yansıyor ve benden daha fazla gerilmesine neden oluyordu ve bu olmasını istediğim son şeydi. Beni sakin tutmalıydı. Bunu da onu sakin tutarak yapabilirdim. "Biliyorsun, bu şeyler benim için çok yeni." Yutkundum ve kolumun üzerinde duran elini okşadım güven vermek istercesine. "Sadece bir şeylere alışmam lazım. Bunu da kendim çabalayarak yapabilirim. Şimdi Camilla'yı görmek istemiyorum."

Anlayışla bana bakarken elimin üzerine elini koydu. "Emin ol ben bile neyin içinde olduğumuzu bilmiyorum." Dudaklarını birbirine bastırıp çok kısa bir süre yüzümü inceledi. Yüz ifademde ne gördüğünü bilmiyordum ama ruh hali birden bire değişmiş ve yüzüne heyecanlı bir ifade kondurmuştu.

"O zaman..." dedi heyecanlı bir sesle. Benden iki adım uzaklaştı ve yüzüne en güzel gülümsemelerinden birini yerleştirdi. Ben daha ne olduğunu anlayamadan birden koşmaya başladığında arkasından bakakalmıştım. Bu kadar hızlı nasıl değişebiliyordu, nasıl mümkündü bilmiyorum ama aklımı dağıtmamda bana yardımcı olduğu kesindi. Biraz uzaklaşıp bana döndüğünde artık bağırıyordu. "Dünyanın en gizemli araştırmasını yapmaya hazır mısın?"

Bir an bu heyecanlı haline karşılık ben de heyecanlandım. Yaşadıklarımdan sonra çok fazla olumlu duygu hissedemeyen bedenim bu heyecan karşısında sarsıldı ve şaşkın zihnim beni harekete geçirmek üzere dürtüklemeye başladı. Zihnimin içinde dönmeye başlayan çarkların sesini duyabiliyordum.

Dudaklarım yavaş yavaş kıvrılıp en sonunda sahici bir gülümsemeye dönüştüğünde kalbimin heyecanla titremesine engel olamamıştım. Heyecanlıydım, endişeliydim ve korkuyordum ama yanımda Duru vardı. Onunla her şey daha kolay olacaktı, biliyordum.

İçime kaçan sesimi sonunda bulduğumda dudaklarım aralanmış ve çoktan ona doğru koşmaya başlamıştım.

"Hazırım!"


Yorumlarınızı ve beğenilerinizi bekliyorumm

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Continue Reading

You'll Also Like

26.3K 230 11
Oy kullanmaya giderken tanıştığım ak partili sandık görevlisi kadın hayatımı değiştirdi.
7.5K 664 8
facts ¡Semekook¡
5.8K 699 15
Sesini duyar duymaz kolumdaki yılanın varlığı kayboldu. Ona baktığımda sinirlendiğini gördüm. Tek kaşım havaya kalktı. "Tam olarak neye sinirlendiniz...
817K 25.7K 24
Yetişkin içerik!!! ***** Bilinmeyen numara: "Bugün siyah giyinmişsin." Bilinmeyen numara: "Ne isterdim biliyormusun?" Bilinmeyen numara: "O düğmeleri...