KARANLIĞI ATEŞE VER - GÖLGE A...

By gokadan

101K 7.4K 1.9K

(Eski adı: Gölge Adam) "Beni bulmak için karanlığa ihtiyacın var, büyücü. Çünkü gölgeler, karanlıkta yaşar." ... More

KARANLIĞI ATEŞE VER
1. Bölüm: "Doğuş"
2. Bölüm: "Saf Korku"
3. Bölüm: "Peşindeki Karanlık"
5. Bölüm: "Gizem"
6. Bölüm: "Duvar"
7. Bölüm: "Savunmasız"
8. Bölüm: "Adım"
9. Bölüm: "His"
10. Bölüm: "Hayal Kırıklığı"
11. Bölüm: "Orman"
12. Bölüm: "Hiçlik ve Kayboluş"
13. Bölüm: "Aynadaki Kırık Yansıma"
14. Bölüm: "Panzehir - umut"
15. Bölüm: "Karanlığın Tohumları"
16. Bölüm: "Yabancının Kalbi."

4. Bölüm: "Ayna"

6.7K 648 100
By gokadan

Bölüm şarkıları:

No Clear Mind – Lulu

Hedonutopia – Kör Baykuş

4. Bölüm: "Ayna"

Duyduğum kelimeler acı dolu bir haykırışla kendilerini zihnimin çürümüş duvarlarına çarpıyorlardı. Her çarptıklarında afallayarak geri çekiliyor ve sonra yeniden çığlık çığlığa savuruyorlardı kendilerini. Kulaklarımdaki uğultu derin bir hal aldığında kendimi çok yüksek bir yerden atlamış ve suya çakılmış gibi hissettim. Sanki bütün vücudumdaki kemikler çarpmanın etkisiyle kırılmış ve etime batmaya başlamıştı. Vücudum keskin bir acıyla sarsıldı. Bu acıyı iliklerime kadar hissetmiştim. İçinde bulunduğum odanın havası bir anda bir güç tarafından çekilmiş gibi nefes alamadığımda ellerim boğazıma gitti ve baskı uyguladı.

Nefes alamıyor gibi hissediyordum. Vücudum ağrıyordu, kulaklarım uğulduyordu. Karşımda bana bir şeyler diyen Camilla'yı bile duyamıyordum. Sanki sağır olmuştum.

Tüm bu sağırlığıma rağmen damarlarımdaki fokurdamayı duyabilmiştim. Bir şey kaynıyordu, suyun kaynadığı zamanki fokurdaması kulaklarıma çarpıp geri çekildi. Farklı bir his tarafından dikenli tellere sarılırken damarlarımda fokurdayan ve derimi yakan şeyin kan olmadığını fark etmiştim. Damarlarımda korkunun saf hali kaynıyordu. Damalarımın ulaştığı her yerimin yanmaya başladığını hissettiğimde dudaklarım aralandı.

Kendime gelmem lazımdı.

Şu an acilen kendime gelmem lazımdı.

Kendi kendime yaptığım hatırlatmalar derin nefeslere dönüştü ve göğsümün şiddetli bir şekilde inip kalkmasına neden oldu. Kalbimin şaşıran ritmi tekleyerek yavaşlamaya başladığında boynuma dolanan sivri dişli yılanı fark etmiştim. Kuyruğunu boynuma dolamıştı ama sıkmıyordu. Tıslayarak boynuma eğildiğinde korkmadım. Sivri, yakıcı dişlerini boynumdaki damara geçirdiğini hissettim.

Yılan beni zehirlemiyordu.

Zehrimi emiyordu.

Damarlarımda dolaşan korku boynumdaki yılan tarafından emildi, sömürüldü. Ta ki korku benden tamamen uzaklaşana kadar.

Kulaklarımdaki uğultu yavaş bir şekilde kaybolurken görüşüm giderek netleşti ve dizlerinin üzerinde oturmuş endişeyle bana bakan Duru'yu görebildim. Ellerini dizlerimin üzerine koymuş sıkıyordu.

"İyi misin?" dedi önce. Sesi yankılanmış gibi gelmişti.

"Efsa?" Gözlerimi kırpıştırarak kendime tam olarak gelmeye çalıştım ve birkaç saniye tepkisiz bekledim. Biraz önce hissettiğim vücudumdaki ağrılar tamamen yok olmuştu ama yerini keskin bir baş ağrısına bırakmıştı. Şakaklarım zonklarken damarlarımın nasıl attığını hissedebiliyordum.

Yutkunurken Duru'ya baktım ve gülümsemeye çalıştım ama ne kadar başarılı olduğumu bilmiyordum. Belki de gülümsememiş ve yüzümü acıyla buruşturmuştum. Emin değilim.

"İyiyim." Sesim titremişti, kekelememe engel olamadım.

"Ne oldu birden? Donup kaldın. Kaç kere seslendik sana."

Sahiden birden ne olmuştu? Bunu açıklamam imkansızdı. Nasıl açıklayacağımı ve tam olarak neyi açıklayacağımı bile bilmiyordum.

"Gitmek istiyorum." Dedim ayaklanırken. Bir an dengemi kaybedip sendeledim ama toparlanmam uzun sürmemişti. Duru dizlerinin üzerinde bana şaşkın bir bakış attı ve beni takmadan Camilla'ya döndü.

"Ne gölgesi?" diye sorduğunda sesindeki saf merakı soludum. "Rüyaydı değil mi?"

Onları dinlemek istemedim. İçimdeki ses bir yılan gibi tısladı ve duymak istemediğim şeyler söylemeye başladı. Benim kabullenmediğim şeyleri sivri diliyle sayıklarken kulaklarımı tıkamak ve onu hiç dinlememek, duymamak istedim. Hatta belki de onu içimdeki kuytu bir köşeye gömmeliydim. Böylelikle sesini sonsuza kadar keserdi.

Camilla Duru'nun sorusuna birkaç saniyelik sessizlikle cevap verdiğinde kapıya doğru yürümeye başlamıştım. Buradan çıkmam gerekiyordu. Buradan çıkıp derin bir nefes almam gerekiyordu.

Camilla, "Efsa..." diye seslendi arkamdan. Omzumun üzerinden ona dönerken aslında söyleyeceği şeyleri duymak istemiyordum. Yüzümdeki gerginliği bakışlarını yüzümde gezdirerek incelerken bir süre duraksadı. Söylemekle söylememek arasında kalmış gibiydi. En sonunda dudaklarının arasından titrek bir nefes çekti ve, "Rüya değildi." diye fısıldadı.

Büyük bir hava parçası boğazıma takıldı. "Ne saçmalıyorsun sen?" Sesim sertti. Onun dediği şeylere inanmaktan korkan tarafım onu keskin bir şekilde terslemek istiyordu. Yalancı olduğunu, rol yaptığını yüzüne doğru bağırmak istiyordu ama içimdeki diğer taraf ise onun diyeceği şeyleri delicesine merak ediyordu ve hatta ona inanıyordu bile.

"Gördüğüm şey senin görmüş olduğun rüya değildi. Gerçekti. Gerçekten yaşadığın veya yaşayacağın bir şeydi."

"Gerçekten yaşadığım mı?" deyip sinirle güldüm. "Yaşadığım bir şeyi hatırlayamayacak kadar aptal birine mi benziyorum? Bu deli saçması şeylerinle Duru'yu kandırabilirsin ama beni kandıramazsın." Resmen tıslamıştım.

Duru endişeli bir şekilde yerinden kalkıp yanıma geldi ve kolumdan tuttu. "Sakin ol, Efsa." Diye fısıldadığında ona çevirdim gözlerimi.

"İnanıyor musun bu kadına?" Aşağılayıcı çıkan sesim beni bile rahatsız etti. Duru'nun ne düşündüğünü merak eden tarafım başını sindiği yerden çıkarmış kulaklarını kabartarak Duru'nun vereceği cevabı bekliyordu. Duru bu kadının dediklerine inandıysa kesinlikle bir zır deliden farksızdı.

Gözlerini kaçırdı. "Hayatta böyle garip şeyler olabilir."

"Ne yani ben karanlıkta koşuyorum ve peşimde birileri var, öyle mi?" Kahkaha attım ama neredeyse sinirden ağlayacaktım. İçimde beni dürtüp duran yanım sakin olmamı söylüyordu. Tüm bu olanlara şimdiden inanmıştı. "Gölgeler peşimde..." Bir daha güldüm. "Peşimde olan tek şey kendi gölgem olur, Duru." Diye tıslarken Duru elini kolumdan çekip bir adım uzaklaşmıştı.

"Böyle yapma, dinleyelim lütfen." Çenesinin ucuyla Camilla'yı gösterdi. "Önemli bir şey olabilir."

"Hala ne diyorsun ya? Ne dinlemesi Duru? Bir daha böyle saçma işlere beni alet etme, kalbini kırarım." Duru'nun yanından sinirle çıkıp giderken kan sıçramış gibi duran duvarlara bakmamaya özen gösterdim ve uzun koridordan resmen koşarcasına geçtim. Çıkış kapısını sertçe açıp çıkarken, "Gidiyor musun güzellik?" diyen adama dönüp bakmamıştım bile.

Öfke damarlarımı yakıp geçerken biraz önce olan hiçbir şeyi düşünmemeye çalışıyordum. Camilla'nın garip davranışları, deli saçması sözleri, hissettiğim tuhaf şeyler... Hepsini unutmak istiyordum ama zihnim sürekli aynı şeyleri oynatıyordu. Bir CD biraz önce yaşadıklarımı eksiksiz kaydetmişti ve sürekli başa sarıyordu. O CD'yi çıkarıp sivri uçlu bir bıçakla çizmek ve bozmak istedim.

Omzumda asılı duran çantama sıkı sıkıya tutunup adımlarımı sıklaştırırken kararmaya başlayan gökyüzüne kısa bir bakış attım. Güneş kendini ufuk çizgisine kadar düşürmüştü, neredeyse kaybolacaktı. Gökyüzünü kaplayan puslu mavi içimde kasveti doğurduğunda Camilla'nın sesi iznim olmadan kulaklarımda uğuldadı.

Rüya değildi.

Gördüğüm şey senin görmüş olduğun rüya değildi. Gerçekti. Gerçekten yaşadığın veya yaşayacağın bir şeydi.

Tüylerimin ürpermesine engel olamadım. Delirmek üzere gibiydim ve bu durum canımı sıkıyordu. Ben böyle şeyler hissetmek istemiyordum. Her normal insan gibi günlerimi huzurlu ve rahat geçirmek istiyordum ama bir şey son zamanlarda buna engel olmaya başlamıştı. Derin bir nefes aldım ve ensemdeki hafifleyen sızıyı ovaladım. En azından ağrı artık şiddetli değildi.

Evime giden kestirme yolu tercih ettiğimi kafamı yerden kaldırınca fark etmiştim. Uzun, dar sokak gri rengini tam olarak kendinde hapsedememiş ve eski binalara sıçratmıştı. Gri rengi sokaktan taşıyor, ayaklarıma bulaşıyordu. Bakışlarımı yere indirdim ve adımlarımı takip ettim. Kafamı biraz olsun dağıtmak için yerdeki taşları saymaya başladığım sırada arkamdan gelen tıkırtıyı duydum. Kaşlarım çatılırken umursamamaya çalışmıştım ama adımlarım çoktan hızlanmıştı. Ensemdeki ürperti içimdeki sesi harekete geçirmişti. Dişlerini boynuma geçirdi ve korkuyla tısladı.

Biri var!

Kalbim ritmini şaşırırken nefes nefese kaldım. Havanın keskin soğukluğuna rağmen terleyen vücudum saçlarımın enseme yapışmasına neden olmuştu.

Arkanda biri var!

Neredeyse korkudan ağlayacak olduğumu fark ettiğimde dudaklarım aralandı ve küçük bir inleme döküldü dudaklarımın arasından. Küçük kalbim yaşadığı korkudan dolayı acı çekiyordu ve bu acı giderek katlanılmaz olmaya başlamıştı.

Biri seni izliyor!

Sokağın sonuna nasıl ulaştığımı hatırlamıyordum ama görüş açıma giren birkaç insanı gördüğümde yoğun bir rahatlama karşılamıştı gergin bedenimi. İnsanların vermiş olduğu cesaretle adımlarım sokağın sonunda duraksadı ve omzumun üzerinde arkama bir bakış attım. Uzun, dar sokakta boşluktan başka hiçbir şey yoktu. Bomboş gri duvarlar kasveti içine hapsetmiş, boşlukta sallandırıyordu. İç sesimin haksız olduğunu görebiliyordum ama üzerime baskı yapan huzursuzluk tam tersini haykırıyordu.

İçimde biri amansızca sayıklıyordu.

Onu duymazdan geldim ve önüme dönerek adımlarımı sıkılaştırdım. Bir an önce evime ulaşmak ve sıcak yatağımın içinde kaybolmak istiyordum.

Sabah yeniden kan ter içinde uyanmıştım. Bu sefer ne gördüğümü hatırlamıyordum ama hatırlamadığıma memnundum. Zira gördüğüm şeyler beni huzursuz etmekten başka bir işe yaramıyordu. Hızlıca bir duş alıp üzerimi giyinmiş ve saçlarımı kurutarak kafamın üşümemesi için siyah bir bere takmıştım. Okula gitmeye çok halim olduğu söylenemezdi ama evde kalıp düşüncelerle boğuşmak istemiyordum. Evde kalmanın benim için daha yorucu olacağından neredeyse emindim.

Duru'dan dünden beri haber alamıyordum. Ne beni aramıştı ne de herhangi bir mesaj atmıştı. Bana kızgın olup olmadığını bilmiyordum ama buna hakkı yoktu. Böyle şeylerden rahatsız olduğumu yüzlerce kere söylemiştim. Böyle şeylere inanmadığımı da biliyordu. Şimdi gelip bana dünden sonra kızamazdı. Asıl benim ona kızmam gerekiyordu. Gereksiz yere korkmama neden olan o yalancı kadının lafını dahi açmak istemiyordum.

Telefonuma kısa bir bakış attım. Hala yazmamıştı ve bu beni biraz da olsa endişelendirdi. Ben gittikten sonra ona orada bir şey yapmış olamazlardı, değil mi?

Saçmalamaya başladığımı fark edince düşüncelerimi elimdeki çalı süpürgesiyle halının altına savurdum ve kantine girdim. Duru'nun bu sabah dersinin olduğunu biliyordum ve her sabah buraya gelip çay içtiğini de biliyordum. Bu yüzden burada olduğuna inanmak istedim. Gözlerim kantindeki kalabalıkta gezinirken Cemre'yle göz göze geldim. Gözlerini öylece dikmiş bana bakıyordu. Yüzü her zamanki gibi alaycı değildi, sadece bomboştu. Gözlerimi rahatsız bir ifadeyle ondan kaçırdım ve o tarafa bakmamaya çalıştım. Bakışları kötü hissettirmişti. Özellikle de dün ona olanlardan sonra. Sanki Cemre'nin o duruma düşmesine sebep olan şey benmişim gibi hissediyordum ama bunun mümkün olmadığının da farkındaydım. Saçma bir histen başka bir şey değildi.

Kulaklarıma çarpan Duru'nun kahkahasıyla birlikte bakışlarımı sesin geldiği yöne döndürdüm ve onları gördüm.

Duru ve onu.

Yüzümde donup kalan ifademle olan bitene anlam vermeye çalıştım bir süre. Aynı masada karşılıklı bir şekilde oturuyorlar ve konuşuyorlardı. Katran siyahı tanıdık gözler beni hissetmiş gibi bana döndüğünde içimde bir yerlere yıldırım düştü ve bacaklarımı titretti. Neredeyse bir kuş tüyü gibi yere süzülecektim.

Katran siyahı gözlerin ardında bir ışık parladı. Dudağının bir kenarı hafifçe yukarı kıvrılmıştı ama tam olarak gülümsemiyordu. Donuk ifadesi gözlerine de oturmuştu. Bu çocuğun sürekli karşıma çıkması her seferinde elektrik akımına kapılmışım gibi hissettiriyordu. Ondan bu kadar etkilenmem normal miydi bilmiyorum ama içimdeki ses sinirli bir şekilde tıslayıp gözlerimi ondan çekmem gerektiğini söyleyip duruyordu.

Onu dinledim ve gözlerimi titreyerek ondan ayırdım. Bu sırada Duru beni fark etmiş ve neşeli bir sesle bana seslenmişti. "Efsa, gelsene buraya. Ne dikilip duruyorsun?" Gözlerimi çocuğa değdirmemeye özen göstererek yanlarına adımlarken nefeslerim boğazıma tıkanmıştı. Bu çocuk ve Duru ne alakaydı, neden aynı masada oturup konuşuyorlardı bilmiyorum ama çok kötü bir tesadüfün içine düşmüştüm.

Yanlarına geldiğimde çocuğa kısa bir bakış attım ve hemen Duru'ya döndüm. Ben daha hiçbir şey diyemeden kolumu tutup yanındaki sandalyeye oturmam için çekiştirdiğinde oturmak zorunda kalmıştım. Kaşlarımı çatarak ona baktım. Dünden sonra bana bir açıklama yapması gerekiyordu. Hem ben çıktıktan sonra peşimden gelmemiş ve orada kalmıştı hem de akşam herhangi bir haber vermemişti. Ona kızgındım.

"Huysuzluğun yine üzerinde ha?" diye sordu benim halimi görünce. Ona gözlerimi devirerek baktım.

"Beni bilirsin." Omuz silktim ve masaya diktim gözlerimi. Oturduğum masada boğucu bir hava hâkimdi ve ben gözlerimi kaldırıp o tanıdık gözlerle buluşmak istemiyordum. O günün sabahında, beni evime bıraktığında o Duru'yu görmüştü ama Duru onu kaskından dolayı görmemişti. Yani bu durumda Duru ve benim arkadaş olduğumuzu biliyor olmalıydı. Bayıldığım gün beni evine götürenin kendisi olduğunu Duru'ya söylemiş miydi acaba? Kaşlarım bu düşünceyle çatıldı.

"Masanın üzerinde bizim görmediğimiz ama senin gördüğün ne var?" Duru'nun sesiyle ona dönüp baktığımda kıkırdadı. Dün olan şeylerden sonra nasıl bu kadar neşeli olabiliyordu? Hiçbir şey olmamış gibi nasıl davranabiliyordu? Belki de yanımızdaki yabancı çocuktan dolayı böyleydi. Aramızdaki şeyi belli etmek istemiyor olabilirdi. Gözlerim Duru'dan katran siyahı gözlere kaydığında göz göze geldik. "Tanıştırmadım sizi. Yankı, bu en yakın arkadaşım Efsa." Dediğinde gözlerim gözlerinin en dibine hapsolmuştu. Nasıl bu kadar derin olabilirdi? Sanki derin, uçsuz bucaksız bir kuyuydu gözleri ve ben bu kuyunun içine düşmüştüm. Tam en dibinde çırpınıyor ve çıkmaya çalışıyordum. Gözleri ardında küçük bir yıldız parladı ama yüzü ifadesizdi. Bir süre gözlerini gözlerimden ayırmadan durduğunda nefes almayı unuttuğum fark etmiştim. Dudakları titredi ve usulca bir kenarı yukarı kıvrıldı. Gözlerine ulaşmayan bu gülümseme kalbimi tekletmişti.

"Memnun oldum, Efsa." Sesi hatırladığım gibiydi. Sesi karşısında kulaklarım uğuldarken kuruyan dudaklarımı birbirinden ayırıp ona cevap vermek istedim. Sormam gereken şeyler vardı. Bu okulda ne aradığıyla, bu masada arkadaşım Duru'yla ne yaptığıyla ilgili... Ben daha konuşmadan Duru'ya döndü ve yeniden konuştu. "Biz tanışıyormuşuz zaten." Dediğinde gözlerim şaşkınlıkla irileşmişti. Aynı şekilde Duru'nun yüzündeki şaşkınlığı da gördüm.

"Nerede, nasıl?"

"Esmeralda'da. Bayılmıştı." Duru'nun ağzından tiz sesli bir ıslık çıktı. Nefesini sertçe bırakmıştı.

"Sen o muydun?" diye sordu şaşkın bir şekilde. "Efsa'yı sabah motorla bırakan çocuk sen miydin?"

Yankı başını sallayarak onayladığında Duru bana imalı kısa bir bakış attı. Onun ne düşündüğünü tahmin edebiliyordum. Yine saçma sapan imalarına maruz kalacak olmak beni şimdiden yıldırmıştı.

"O gece birden ortadan kaybolunca endişelenmiştim." Diye mırıldandı. "Neyse ki şanslıymış." Bana bakıp pis pis gülümseyen Duru'ya şu an içimden bildiğim en ağır küfürleri sallıyordum. Neyden bahsediyordu bu kız? Ne şansından bahsediyordu?

Dudaklarım aralandı bir şey demek için. Duru'yu tersleyecektim ama içimde bunu yapmamam gerektiğini söyleyen bir yanım vardı. Onunla uğraşmak, laf anlatmak zorunda değildim ve hala ona deli gibi kızgındım.

Adının Yankı olduğunu öğrendiğim çocuğun sessiz kaldığını fark ettiğimde bakışlarımı ona çevirdim. Kemikli çenesi, düzgün burnu ve adem elması bu açıdan çok güzel görünüyordu. Ayrıca o sabah uyandığımda buruma dolan vanilya ve baharat kokusu hala çok baskındı ve her nefes alışımda ciğerlerime doluyordu.

Kaşlarım derince çatıldığında kendime şok olmuştum. Ne diyordum Allah aşkına?

Gözlerimi utançla kaçırmadan önce gözlerini bana çevirdiğini gördüm ama umursamamaya çalıştım. Kaşlarımı çatmaktan başım ağrımaya başlamıştı, hissedebiliyordum.

Ortamdaki sessizlik Duru'nun sandalyeyi geriye iterek kalkmasıyla son buldu. "Ben derse gidiyorum." Bana doğru eğilip öptükten sonra dudaklarını kulağıma yaklaştırmıştı. "Seninle sonra konuşacağız." Dedi imalı bir şekilde. Yutkunmama engel olamadım. Geri çekilip neşeyle, "Çıkışta beni bekle, Efsa." Dedi ve Yankı'ya dönüp, "Memnun oldum. Sonra görüşürüz." Deyip hızlı adımlarla yanımızdan ayrıldı. Duru'nun bunu yaptığına inanamıyordum. Beni resmen tanımadığım, en azından çok fazla tanımadığım, bu çocukla yalnız bırakmıştı. Son günlerde hiç hoşlanmadığım şeyleri yapmaya başlamıştı.

"Duru ve sen oldukça zıt karakterlersiniz." Kirpiklerim titrerken bakışlarımı usulca masadan kaldırdım ve ona baktım. Yüzündeki boşluk beni yine şaşırtmamıştı.

"Ne bakımdan?"

"Neşeli biri. Sen ise somurtmaktan başka bir şey yapmıyorsun." Başını hafifçe yana eğip gözlerini bir şey arar gibi yüzümde gezdirmeye başladığında ağır bir gerginlik bindi üzerime. Kaskatı kesilmiştim ve nefes bile alamıyordum. Biri tarafından bu kadar dikkatli incelenmek tuhaf ve rahatsız hissettirmişti.

"Sana somurtuyorum. Başkalarına değil." Diye söylendim. Kalbim deli gibi göğüs kafesimi tekmeliyor ve o daracık yerden çıkmak istiyordu. Kaşları usulca havalanırken dudaklarında belli belirsiz bir titreme oldu. Gülümseyecek sanmıştım ama yüz ifadesi sarsılmaz görünüyordu.

"İnandırıcı değil." Sesindeki alayı soludum. "Aynı sınıftayız ve bir kere bile gülümsediğini görmedim."

Şaşkın bir nefes iki dudağımın arasından kaçarken dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "Aynı sınıf mı?" İnanamaz gibi baktım suratına. Hayır, beni kandırıyordu. Onu sınıfta daha önce hiç görmemiştim. Görseydim unutmayacağıma da emindim üstelik.

"Evet." Diyerek beni onayladı. Eğleniyor gibiydi ama yüzünde gülümsemeye dair hiçbir şey yoktu. Bu yüz ifadesi, pardon ifadesizliği beni rahatsız ediyordu.

Şüpheyle baktım. "Seni daha önce görmedim."

"Çok okula uğramam. Geldiğimde de arka sıralarda otururum." Ona bir tarafım hala inanmıyordu. Onu bu zamana kadar görmemiş olmam imkânsız gibi bir şeydi.

Şüpheli olan yanımı bastırarak konuyu değiştirmek ve bu konudan uzaklaşmak istedim. Zira onunla aynı sınıfta olma düşüncesi içimde bir yerleri ateşe vermişti. Görmezden gelmeye çalıştım ve benden aşağı kalır yanı olmayan ifadesiz yüzüne baktım.

"Senin de pek gülümsediğin söylenemez."

Bana tuhaf hissettiren bir bakış attığında ağzımın içi kupkuru kalmıştı. Yutkunmak isterken buldum kendimi. Bir bakışı nasıl bu kadar etkileyebiliyordu, aklım almadı. "Gülümsüyorumdur belki." Dedi ayağa kalkarken. Bana tepeden bakıyordu. Kirpiklerimin altından ona baktım, tepki bile veremiyordum. Dudakları aralandığında farkında olmadan benim de aralanmıştı. Gözleri dudaklarıma kaydı ve ardından hızlıca yeniden gözlerime tırmandı. Arkasını dönüp beni masada tek başıma bırakıp gitmeden önce kurduğu cümle dudaklarım arasından titrek bir nefesin çıkmasına neden olmuştu.

"Görmediğin bir anda..."

Kantinden çıkıp gidene kadar benden uzaklaşan geniş, kaslı sırtına bakakalmıştım. Üzerindeki siyah kazak her adımında atletik vücuduna yapışıyor ve geriliyordu. Pantolonu ise ince bacaklarını kusursuzca sarmış, fit bir görüntü elde etmesini sağlamıştı. Gözlerim bu görüntü karşısında titrediğinde utançla dudağımı dişledim. Kalbimin sesi kulaklarımda uğulduyordu ve ben bu durumdan hiç hoşnut değildim.

"...İnsan zihnini gözleyebilmenin olanaksızlığı karşısında psikologlar, psikolojiyi 'gözlenebilen davranışların bilimsel incelemesi' biçiminde tanımlamışlardır. İnsan zihninin davranış üzerindeki etkisini kabul etmeyen bu yaklaşıma, psikoloji içinde tepki oluşmaya başlamış, bellek süreçleri ve düşünme gibi zihinsel işlevleri inceleyen bilişsel psikoloji ortaya çıkmıştır..."

Yılmaz hocanın sesi beynimde dönüp duruyordu. Arada sırada yankılanan sesi kulaklarıma çarpıp geri yok oluyor ve kulaklarımın uğuldamasına neden oluyordu ama dikkatimi ona asla veremiyordum. Ne dediğini duyamıyor ve algılamakta zorluk çekiyordum. Sanki konuştuğumuz dili artık bilmiyor gibiydim. Yankı denen çocuğun şu an bu sınıfta olabileceğini düşünmek kalbimin ritmini tuhaf ve rahatsız edici bir şekilde hızlandırmıştı. Hiç olmadığım kadar gergindim. Elimdeki kalemi havaya fırlatarak çevirirken Yılmaz hocaya dikkatimi vermeye çalıştım ama şu an için imkânsız gibiydi. Aklımda sürekli yüzü canlanıyordu. Gözleri, dağınık siyah saçları, düzgün burnu... Kısacası onunla ilgili hiçbir şey gözümün önünden gitmiyordu. Bu halim beni yavaş yavaş sinirlendirmeye başlamıştı. Hissedebiliyordum. Bilinçsiz bir şekilde ofladım. Acilen kendime gelmem gerekiyordu.

Elimin içine gömülmüş yüzüm Yılmaz hocanın, "Efsa." Demesiyle ona doğru kalktı.

Yılmaz hoca bana kaşlarını kaldırmış bakarken dudağımı gergin bir şekilde dişlerim arasına çekmiştim. Ders dinlemediğim fark etmişti. Yılmaz hocayla yıldızlarımız şu ana kadar bir türlü barışmamıştı. Okulun ilk günleri onunla saçma sapan bir konuda tartıştığım ve düşüncelerimi dile getirdiğim için bana o zamandan beri sinir oluyordu ve bunu engelleyememiştim. Sınıfta onun mimli öğrencisiydim ve zor bir soru soracağı zamanlarda veya benim bilemeyeceğimi düşündüğü zaman beni kaldırır ve sorardı. Şimdi de dersini dinlemediğimi fark etmişti, rezil edeceğini düşündüm ama bunu düşünürken aklımda sadece bir şey geçiyordu.

Rezil olmak benim için çok problem değildi. Şu ana kadar zaten yapmıştı yapacağını ve artık bunu umursamıyordum ama Yankı denen çocuğun önünde rezil olacak olma düşüncesi nedensiz bir şekilde canımı sıkmıştı.

"Buyrun hocam?" Yine de sesimi sakin tutmayı başarabilmiştim. Huyuna gitmeye çalışıyordum. Ne kadar işe yararsa artık.

"Bilişsel süreçler nasıl gözlenir Efsa?" Diye sorduğunda sesindeki alayı net bir şekilde duyabilmiştim. Bana zafer kazanmış gibi bakıyordu. Bilemeyeceğimden emindi. Boş boş suratına bakmaktan başka bir şey yapamadım.

Birkaç saniye sonra dudakları arasından alaylı bir hah sesi çıkmıştı. "Evet. Aferin Efsa." Gözlerime dik dik baktı. "Ne zaman bileceksin sorduğum soruları?" Durdu ve benden cevap bekledi ama sesimi çıkarmadım. Sorduğu soruları benim bilememem için özenle seçiyordu, tabii ki bilemezdim. "Dinlemeyeceksen dersime gelme. Sınıfımda senin gibi bir öğrenci istemiyorum. Hatta bence okuma da, burası sana uygun bir yer değil." Sınıftan bir kıkırtı yükseldi. Kaşlarım çatılmıştı ve artık sinirlenmeye başlıyordum. Hocanın suratına dik dik bakarken ağzımdan bir söz kaçmaması için kendimi tuttum.

Derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalışırken gözlerimi kapattım ve düşünmemeye çalıştım. Bu hocanın bu nefretini hak edecek hiçbir şey yapmamıştım. Sadece onunla farklı düşündüğümüz konularda tartışmaya girmek beni kötü bir öğrenci yapmazdı. Biraz olgun biri olmalı ve gerçekten bir öğretmen gibi davranmalıydı. Yaşı benden kat kat büyük olsa da benimle bu şekilde konuşma hakkı yoktu. Sinirden ağlamak üzere olduğumu fark ettiğimde yumruğumu sıktım ve derin bir soluk çektim içime. Sakin kalmalıydım.

Sakinleş.

Gözlerimi yavaşça araladığımda biraz önce parmaklarımda çevirdiğim kalemim havada asılı duruyordu. İlk birkaç saniye olanı idrak edemedim. Gözlerimi kırpıştırıp kaleme bakarken ne yapacağımı şaşırmış bir haldeydim.

Kalem resmen bir güç tarafından masaya saplanmış gibi dimdik duruyordu!

Kalemi beklemeden elime alıp sıkı sıkıya tutarken birinin görmüş olma ihtimaline karşı etrafıma bakındım. Neyse ki herkes önüyle ilgileniyordu ve bana bakan biri yoktu. Sıkı sıkıya elimde tuttuğum kaleme gözlerimi indirip dikkatle inceledim. Benim kalemimdi işte. Parmaklarımın arasında çevirdiğim sıradan bir kalemdi ama biraz önce resmen sıranın üzerinde havadaydı...

Şaşkın bir soluk alırken neredeyse kalbim ağzımdan fırlayacaktı. Ne olup bittiğine anlam veremeyen beynim çoktan can çekişmeye başlamıştı. Sigortasını attırmak ve bir süre dinlenmek istiyordu, zira kısa devre yapmasına az kalmıştı.

"Sanırım uyuyor." Yılmaz hocanın sesi kulaklarımda uğuldadığında kafamı aniden kaldırıp ona baktım. Bütün sınıfın bana baktığını hissedebiliyordum ama henüz şaşkın halimden sıyrılabilmiş değildim.

"Hımm?" diye mırıldandığımda ne yaptığımın pek farkında değildim. Aklım hala biraz önce olan şeydeydi.

Sınıf hep bir ağızdan kıkırdamıştı ama onları umursayacak ruh halinde değildim.

"Kızım daha biraz önce azarladım seni. Bu kadar mı şaşırdın söylediklerime?" Gözlerim Yılmaz hocaya kilitlenirken gözlerinin içindeki alaylı parıltılar içimi tuhaf bir hisle doldurmaya başlamıştı. "Bu akılla buraya nasıl geldin anlamadım." Biraz önceki şaşkınlığım kendini özenle sıyırıp üzerimden atarken nefeslerim hızlanmaya başlamıştı. İçimde fokurdayan şeyin sesini duyabiliyordum. Kulaklarımdaki uğultu giderek şiddetlenmeye başladığında Yılmaz hocanın sesini artık duyamamaya başlamıştım. Sadece Yılmaz hoca da değil. Kimsenin sesini duyamıyordum. Duyduğum tek ses kanımın damarlarımdaki kaynama sesiydi. Yakıcı bir his bütün vücudumu ele geçirirken bu tanıdık his karşısında sarsıldım. Kalbimin hızlı ve şiddetli ritmi göğüs kafesime çarpıyor ve kendini hatırlatıyordu. Görüş alanım buğulandığında o çok tanıdık siyah benekler yeniden ortaya çıkmıştı. Gözümün önünde kendilerini bir kenardan bir kenara savuruyorlar ve görmeme tamamen engel oluyorlardı. İçimdeki öfkenin sivri uçlu, zehirli bir hançer tuttuğunu gördüm. Bana elindeki hançeri sallayarak yakınlaşırken nefes alış verişlerim hızlanmıştı. Şu an ne olup bittiği hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu ama öfke tam önümde durduğunda titrememe engel olamadım. Elindeki hançeri gerdanıma sürttüğünde gözlerimdeki beneklerin hızı şiddetlenmeye başlamıştı. Midemin bulandığını hissettim. Öfkem karşımda bana bakıyordu. Yüzünde sinsi bir gülümseme vardı. Bir kere daha titrediğimde elindeki hançeri tenime doğru bastırdığını ve kanlı bir çentik attığını hissettim. Yakıcı his gözlerimi karartmıştı.

Yılmaz hocanın alaylı yüzü gözlerimin ardında belirirken ona zarar vermek istediğimi fark etmiştim. Tamamen bilinçdışıydım. Ne yaptığımı, neden yaptığımı veya nasıl yaptığımı bilmiyordum. Sadece bu an vardı. Öfke tenime bir çentik daha attı. Dudaklarım aralanırken nefretle doldum.

Adamın beynini dağıtmak istiyordum.

Yılmaz hocanın yüzü gözümün önüne geldi. Yüzü kasılmıştı, acı çektiği belli oluyordu. İster istemez kendime engel olamayarak gülümsedim. Farkında bile değildim.

İçimdeki öfke bu sefer hançeri daha derine sapladı. Zehir bütün bedenime hızla yayılırken Yılmaz hocanın acı çeker bir şekilde inlediğini duymuştum. Sesi uzaklardan geliyordu. Boğuk ve uğultuluydu.

Birkaç patırtı oldu. Birileri koşturuyordu. Birileri ise Yılmaz hocanın ismini söylüyor ve iyi olup olmadığını soruyordu.

Tam o sırada kulaklarımdaki uğultu bir anda sessizliğe gömüldü ve boğuk bir ses duydum. Sağır edici sessizliğin içinden biri bana seslenmişti.

"Efsa?" Görüş alanım dalgalandı. Titredim. "Durmalısın." Gözlerimin önünde uçuşan benekler şiddetli bir şekilde savrulup birbirlerine çarparak infilak olduklarında görüşüm yavaş yavaş netleşmeye başlamıştı. Uğuldayan kulağıma fısıldayan bir ses daha duydum. "Dur!"

Gelen emirle birlikte irkilerek gözlerimi kırpıştırırken sanki dakikalardır nefes alamıyormuşum gibi nefes nefese kalmıştım. Boğazımdan geçen her soluk canımı acıtıyordu. Sanki milyonlarca iğne özensizce boğazıma dizilmişti ve her yutkunduğumda büzüşüp boğazıma batıyorlardı.

Yutkunmaya çalıştım. Zordu ama yapabilmiştim. Önümde bağrışan öğrenciler doktoru çağırmaları gerektiğini söylüyorlardı. Biri koşarak sınıftan çıktı. Bir öğrenci ise yerde başını tutarak yatan Yılmaz hocanın kravatını gevşetiyordu. Kaşlarım derince çatıldığında neler olduğunu anlamamıştım. Bir anda adama ne olmuştu da yere serilmişti?

İçimdeki ses korku dolu gözlerle bana baktı ve Cemre olayını hatırlattı.

Sen yaptın, diye korkuyla bağırdığında irkildim. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı. İç sesim sürekli bir şeyler söylüyor ve beni huzursuz ediyordu. Onu duymak istemiyordum. Şakaklarımdaki zonklamayı hissettiğimde iki parmağımı şakaklarıma getirdim ve bastırdım.

İyi hissetmiyordum.

Buradan gitmem, uzaklaşmam gerekiyordu.

Hızlıca sıramdan kalkarken çantamı yarım yamalak topladım ve resmen koşarcasına sınıftan çıktım. Koridor boyunca koşarken neredeyse ağlamak üzereydim, gözlerim dolmuştu. Tüm bu olanların anlamını bilmiyordum. Neler oluyordu bilmiyordum. Kendimi suçlu hissetmekten alıkoyamıyordum. Sanki biraz önceki bütün olan şeyler benim yüzümdenmiş gibi hissediyordum ve bu düşünce bana neredeyse aklımı kaybettirecekti. Koşmayı bıraktığımda ve yerini ufak adımlar aldığında kollarımı kendime sardım ve okuldan dışarı çıktım. Soğuk hava keskindi, tenimi dağlıyordu ve montumun sınıfta unutmuştum. Kendime daha sıkı sarıldım ve bedenimi soğuktan korumaya çalıştım.

Zihnimde sürekli biraz önceki an tekrar ederken titrek nefeslerim boğazımda kalıyordu.

Durmalısın.

Boğuk fısıltıyı anımsadım. Ne olduğuna anlam veremeyen mantıklı tarafım köşeye çökmüş, kollarını bacaklarına sarmış ağlıyordu. Olan biten hiçbir şeye anlam veremiyordu.

Dur!

Verilen emir kulaklarımda yankılandı. Adımlarım titrerken düşmemek için önüme bakmaya çalıştım ama gözlerimdeki yaşlar önümü görmeme engel oluyordu.

İsmimi söylemişti. O tuhaf fısıltı ismimi biliyordu!

Belki de deliriyordum veya çoktan delirmiştim. Sanrılar görüyordum, kulaklarıma değişik uğultular bana anlamlı geliyordu. Gerçek gibi hissediyor ve buna engel olamıyordum.

İki dudağımın arasından ufak bir hıçkırık çıktığı sırada ayaklarım bir şeye takıldı ve dengemi kaybettim. Yüzümün sertçe zemine yapışacağından neredeyse emindim, yaşadığım şokla dudaklarım arasında tiz bir çığlık kopmuştu. Ellerimi öne doğru uzatıp düşüşümü hafifletmek için hazırlarken her şey bir anda gelişti ve güçlü bir el koluma dolanıp beni düşmekten kurtardı. Dengesiz bir şekilde arkaya doğru sendelediğimde beni tutan kişinin göğsüne çarpmıştım. Saçlarım önce karşımda duran kişiye doğru savruldu, sonra yüzüme keskin bir şekilde çarptı. Aynı anda burnuma dolan tanıdık koku başımın dönmesine neden olmuştu. Yüzlerimiz arasındaki kısa mesafeye bakarken gözlerimdeki yaşlar nedeniyle onu net olarak göremiyordum. Bacaklarım titredi ve bilinçsizce onun sert kollarına tutundum. Tırnaklarım benden izinsiz olarak onun tenine geçmişti. Gözlerimi kırpıştırıp kendime gelmeye çalıştım. Onun kolları arasındayken bu biraz zordu.

"İyi misin?" diye sorduğunda yüzümü incelediğini gözyaşlarım arasından görebilmiştim.

İyi miydim? Bu zor bir soruydu. Bu sorunun iki cevabı vardı.

Evet, iyiydim çünkü bütün bu olanların benimle hiçbir alakası yoktu. Sadece kocaman, iğrenç bir tesadüften başka bir şey değildi. Son günlerde belki de uykusuz kalmıştım ve o yüzden tuhaf şeyler görüyor ve duyuyordum.

Hayır, kötüydüm çünkü birkaç gündür üzerime yapışan balçık kaplı huzursuzluk beni bataklığın en dibine çekmek istiyor gibiydi. Beyaz elbisem leş gibi olmuş, ağırlaşmıştı. Çırpınacak halim bile yoktu. Bütün bu olanlar benim delirdiğimin bir habercisiydi. Gördüğüm şeyler, duyduğum sesler... Delirmiştim. İyi değildim, kötüydüm. Çok kötü.

Ona verecek bir cevabım yoktu. Bu yüzden gözlerimdeki yaşlarla birlikte ona bakmaya devam ettim. Yüzü net değildi ama katran siyahı gözlerini çok rahat seçebiliyordum. Burnumu çekip titrek bir nefes aldığımda yanağıma değen elini hissettim. Usulca yanağımdaki ıslaklığı sildi. Eli sıcacıktı. Anlık bir rahatlama vücudumu ele geçirirken ıslak kirpiklerimin altından onu görmeye çalıştım. Yakındı, kokusu burnumun hemen dibindeydi.

"Sorun ne?" diye sordu yüzümdeki ıslaklığı tamamen sildiğinde. Üzerime çöken farkındalık ondan uzaklaşmam gerektiğini söylüyordu. Bu kadar yakın olması sağlıklı değildi. Dönen başımı ve titreyen bacaklarımı umursamadan tırnaklarımı hızla kolundan çekerek bir iki adım geriledim ve gözlerimdeki ıslaklığı bir daha sildim. Görüşüm artık netti ve onu tamamen görmem izin veriyordu.

Katran siyahı gözleriyle birleşen ela gözlerim hapsolduğunu hissetti. Ondan gözlerimi alamıyordum. Ciddi ifadesi karşımda yıkılmaz dururken paramparça olduğuma emindim. Korkuyordum, tedirgindim. Hiç olmadığım kadar yıkılmış hissediyordum ve elimden hiçbir şey gelmiyordu. Sorunumun ne olduğunu bile bilmiyordum üstelik.

Titrek bir nefes aldığımda dudaklarım aralandı ve ona bir şey söylemek istedim. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Sadece herhangi bir şey söylemem lazımmış gibi hissediyordum.

"Neden buradasın?" diye sordum kaçan sesimi bulduğumda ve ne diyeceğime sonunda karar verdiğimde. Peşimden mi gelmişti yoksa zaten bu yol üzerinde miydi bilmiyordum ama bunu sormak istemiştim. Belki de içime doğmuştu...

"Sınıftan birden fırlayıp çıkınca..." deyip duraksadı. Sonra gözlerini ellerindeki monta doğru indirdiğinde onunla birlikte ben de bakışlarını takip ettim. Elinde benim montumu tutuyordu. "Montunu unutmuşsun." Dedi bana uzatırken. Titreyen ellerim montuma uzanıp aldı. Hava buz gibi olduğu için daha fazla kendime bu işkenceyi çektirmek istemedim ve hızlıca montumu giydim. Bir yandan da Yankı'yı izliyordum.

"Teşekkür ederim." Sesim bir fısıltıdan farksızdı.

"Kendini de unutsaydın." Derken başını usulca yana eğmişti. Kısık gözleri alaylı bir ifadeyle parlıyor, yüzümü tarıyordu. Onun bu dikkatli incelemeleri bir gün bana kalp krizi geçirtecekti. Rahatsız bir şekilde kıpırdanıp çantamı sol omzuma astım ve gözlerimi devirdim. Benimle bu haldeyken uğraşmasını istemiyordum. Tartışacak bir ruh halinde değildim.

"Yorgunum, tamam mı?" deyip tekrar yürümek için arkamı döndüm ve adımlamaya başladım ama varlığı beni terk etmemişti. Arkamdan geldiğini hissedebiliyordum. "Niye geliyorsun?" Huysuz çıkan sesim karşısında bir an pişman oldum. Bana bir iyilik yapmıştı ve arkamdan montumu getirmişti. Ne olursa olsun biraz daha nazik biri olabilirdim.

"Motorum o tarafta." Sesi dümdüzdü.

Beni takip ettiği sanmıştım.

Tam bir aptalsın Efsa, diye fısıldadı iç sesim. Ona gözlerimi devirerek cevap verdim. Düşünmeme izin vermeyen bir ruh hali içindeydim, bu yüzden yanlış anlamam da normaldi. Umursamamaya çalıştım ama yanaklarımın pembeleştiğine emindim.

Hala arkamdaydı. "Seni bırakmamı ister misin?" diye sorduğunda sendeledim ve neredeyse bir daha düşecektim ama bu sefer onun tutmasına gerek kalmadan toparlanabilmiştim.

"Gerek yok, teşekkürler." Biraz önceki huysuzluğum resmen buharlaşıp havaya karışmış gibiydi.

"Ne inatçı bir kızsın." Dediğinde sesindeki alayı soludum.

"İstemiyorum bırakmanı falan." Sesim sertti ve ben buna engel olamamıştım. İçimde bir taraf onunla sürekli zıtlaşmamı söylüyordu.

"Sen bilirsin." Deyip adımlarını hızlandırdı ve önüme geçerek yürümeye başladı. Gözlerim geniş sırtındaydı. Bu ani tepkiyi ondan beklemediğim için dudaklarım şaşkınlıkla aralandı ve anlık bir duraksama yaşadım. Sanırım daha fazla ısrar edeceğini düşünmüştüm. Zihnimde küçücük harflerle yazılmış iki kelime dalgalandı. Yere süzülürken onu net olarak görebilmiştim. O kelimeler hayal kırıklığı idi. Kendi kendime kaşlarımı çattım ve kelimeleri zihnimden def ettim.

Ne rezillik ama!

Benden uzaklaşan bedenini artık göremeyinceye kadar arkasından bakmıştım. Eğer bunu yaptığımı bilseydi büyük ihtimal benimle gerçekten dalga geçerdi, buna eminim. Çantamdan telefonumu çıkarıp Duru'yu aradım ve kulağıma götürdüm. Okuldan çıktığımı ona haber vermem gerekiyordu. Boşu boşuna beni beklemesini istemezdim. Birkaç çalıştan sonra meşgule düştüğünde derste olduğunu anlamıştım. Ona bilgilendirici bir mesaj attım ve adımlarımı hızlandırdım. Duru'ya hala kızgındım ve dün olan şeyi açığa kavuşturabilmiş değildik. Neden benim peşimden gelmemişti veya mesaj atmamıştı bilmiyorum ama bu beni ciddi anlamda sinirlendirmişti. Üstüne bir de şu Yankı denen çocuk vardı. Onunla nasıl tanışmıştı, ne ara tanışmıştı? Bu soruların her biri zihnime çarpıp duruyordu.

Eve geldiğimde annemi evde görememiştim. Daha işten çıkmadığını düşünmüştüm ama aradığımda bana bugün nöbetçi olduğunu, bir arkadaşının yerine baktığını söylemişti. Gergin bedenim mümkünmüş gibi daha da gerilirken yalnız kalacak olma düşüncesi beni olabildiğince ürkütmüştü. Eskiden bu benim için pek problem değildi ama şimdilerde... Sanırım çocuk gibi davranmaya başlamıştım.

Gergin bedenimi gevşetmek için sıcak bir duş almaya karar verdim ve üzerimdeki kıyafetlerimi hızlıca çıkarıp banyoya girdim. Aynadaki yansımam dağılmış görünüyordu. Gözaltlarım kızarmış, yüzüm kireç gibi beyazlamıştı. Gözlerimdeki yorgunluğu uzaktan bile görebiliyordum. Hastalıklı görünüyordum. Yansımamı görmezden geldim ve duşakabinin içine girdim. Suyun sıcaklığını ayarlayıp kendimi suyun rahatlatıcı kollarına attığımda günün bütün yorgunluğu bir an için beni terk etmiş gibiydi. Kendimi biraz daha rahatlatmak için aklıma gelen bir şarkıyı mırıldanmaya başladım. Zira banyodaki sessizlik beni neredeyse sağır edecekti.

Şarkı mırıldanıp saçlarımı şampuanlarken duşakabinin dışından gelen bir tıkırtı duyduğumu sandım ve duraksadım. Gözlerimi köpüklerden dolayı açamıyordum. Kalbim ritmini anında şaşırırken neredeyse duş başlığından akan suyla boğulacaktım. Yüzümü hızlıca yıkayıp köpüklerden arındırdıktan sonra hızlıca gözlerimi açtım ve kulak kesildim. Herhangi bir ses var mı diye duymaya çalıştım ama sessizlik kör ediciydi.

"İyice delirdim." Diye homurdandım vücudumu sabunlarken. Elimdeki lifi sertçe tenime sürterek kendime ceza vermek istiyor gibi bir halim vardı. "Delirdin kızım, valla delirdin." Beyaz ve hassas tenim ovalamamın etkisiyle çabucak kızarmıştı ve acıyordu.

Ben kendi kendime söylenerek vücudumla uğraşırken bir şeyler gürültülü bir şekilde devrildi. Bunun üzerine dudaklarımın arasından tiz bir çığlık kaçmasına engel olamamıştım. Korkak bakışlarım duşakabinin arkasını görmek için o yöne döndü ama buzlu camdan dolayı hiçbir şey göremiyordum. Herhangi bir karaltı, hareketlilik hiçbir şey yoktu. Tek başımaymış gibiydim ama biraz önce devrilen şeylerin kendiliğinden olmadığını biliyordum.

İç sesim mağarasına girdi ve yere çöktü.

Bir sorun var!

"Anne?" diye seslendim, hala gözümü ayırmadan duşakabinin ardını görmeye çalışırken. Bir umut annemin burada olduğunu düşünmek istemiştim ama içimdeki büyük huzursuzluk kendimi kandırdığımı söylüyordu. Annem yoktu ve bugün gelmeyecekti. Tepemden dökülen sıcak su tenime kurşun etkisi yaratmaya başlamıştı, buradan çıkmam lazımdı. Çıkmak istiyordum. Gözlerim doldu, ağlamamak için dudağımın içini dişledim ve derin nefesler almaya çalıştım. Sakin olmalıydım. Soğukkanlı olmalıydım. Bir şeyler dengesiz olarak koyulmuş sonra da düşmüş olabilirdi. Bu ihtimal de vardı.

Evet, kesinlikle bir şeyler kendiliğinden düşmüştü...

Mantıklı yanım sıkı sıkıya bu ihtimale tutundu ve beni duştan çıkmaya zorladı. Diğer yanımın ise korkudan dili tutulmuştu. Evde birinin olma ihtimali bile bayılacak gibi olmama neden oluyordu.

Banyonun içinde soluk alış veriş seslerimden başka hiçbir ses yoktu. Yalnızdım ve bu sefer gerçekten yalnız hissediyordum. Kendime cesaret yükledikten sonra suyu kapattım ve elimi yavaşça kabinin kapısına götürdüm. Hala biraz kararsızdım ama nereye kadar böyle gidecektim? Yarın sabah annem gelene kadar bu duşakabinin içinde kalacak değildim. Eninde sonunda çıkmak zorundaydım.

Derin bir nefes alıp kapıyı kaydırırken soğuk hava çıplak vücudumu yalayıp geçti. Titredim. Banyonun içi boştu. Görmeyi beklediğimin aksine her şey yerli yerindeydi. Hiçbir şey devrilmemiş, yere düşmemişti. Kabinden çıkıp hızlıca bornozumu giydim ve yaklaşık bir dakika boyunca banyonun ortasında öylece dikildim. Evden herhangi bir ses geliyor mu diye kulak kabartmıştım. Bir yandan da tedirgin bir şekilde dudaklarımı dişliyordum. Dudaklarımdan kan tadı gelmeye başladığında onları serbest bıraktım ve derin bir nefes aldım.

Çıkıyordum.

Evet, çıkabilirim. Bunu yapabilirim.

Kendimi cesaretlendirdikten sonra banyodan yavaş adımlarla çıkıp gözlerimi etrafta gezdirdim. Evin içinde ölüm sessizliği vardı. Çıt çıkmıyordu. Sadece kendi nefes seslerimi duyarken keskin bir rahatlama hissettim. Hava kararmaya başlamış, güneş ışıklarını kendine saklamıştı. Islak ayaklarımdan çıkan sesler eşliğinde odama geçtim. Her şey yolundaydı ve düşündüğüm gibi bir şey yoktu. Hepsi benim deli saçma hislerim yüzündendi ve kendimi boşu boşuna korkutmuştum. Evet, durum buydu. Bütün bedenim rahatlamıştı.

Saçlarımı taramak için şifonyere doğru döndüğümde gözüm aynada donup kaldı. Eve sahiplik yapan ölüm sessizliği kulaklarımda uğuldamaya ve cızırdamaya başladığında nefes bile alamadım.

Nefes almayı unutmuştum, zaten içinde bulunduğum durumda gerek yok gibiydi. Sanki nefes alsam, gözlerimi kırpsam engel olamayacağım şeyler olacaktı. Korku içimde şiddetle kaynamaya başladığında titrememe engel olamamıştım. Görüşüm titrerken öne doğru sendeledim. Ensemde yine aynı ağrı baş göstermişti. Zonklamaya başlayan bölgeye elimi götürüp bastırdım. Bayılacak gibi hissediyordum. Sanki yer, ayaklarımın altında siyah saten bir çarşaftı ve biri o çarşafı bana acımadan çekiyordu.

Yer ayaklarımın altından kayıyordu.

Zaman bir an için durmuştu sanki. Ben donmuştum, her dakika bir adım ilerleyen yelkovan donmuştu, çevremde olup biten her şey bir anda bir güç tarafından sekteye uğratılmıştı sanki. Birkaç kere gözlerimi kırpıştırdım ve karşımda duran şeyin gerçek mi hayal mi olduğunu anlama çalıştım.

Titreyen bacaklarım bilincimi geride bırakırken aynaya doğru bir adım daha yaklaştı. Bu sırada ayaklarıma sivri bir şeyler batmış ve canımın yanmasına neden olmuştu ama gözlerimi aynanın üzerindeki yazıdan ayıramamıştım. Ayak tabanlarım kesilmenin etkisiyle yakıcı bir acıyla kavruldu. Biraz önce banyodayken duyduğum devrilme seslerinin odamdan geldiğini fark etmiştim. Bütün şifonyerimin üstü darmadağındı, büyük ihtimalle üzerine bastığım ve ayaklarımı kesen şey parfüm şişesiydi ama gözlerimi çevirip bakamadım bile. Gözlerim kırmızı rujum ile aynaya yazılmış o cümledeydi. Sanki başka yere baksam yok olacaktı.

Gözlerim birkaç kez aynı yabancı cümle üzerinde dolaştı. Anlamını bilmiyordum. Ne demek istediğini, neden aynamın üzerine yazıldığını ve kim tarafından yazıldığını... Hiç biri hakkında bir bilgim yoktu ama tuhaf bir şekilde dudaklarım aralanmış ve o cümleyi bilincimin izni olmadan sesli bir şekilde okumuştu.

"Serius est quam cogitas.*"


*Vakit sandığından da geç.




Bölümler bu uzunlukta olacak ve hatta bazen çok daha uzun olacak. Bölüm arasındaki zamanları kısa tutmaya çalışıyorum. 2-3 güne bir atacağım bir problem çıkmazsa.

Yorumlarınızı ve beğenilerinizi bekliyorum.

kocaman öpücükler

Continue Reading

You'll Also Like

7.6M 670K 72
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler...
50K 4.3K 22
AlfaxDelta Birbiriyle küçüklükten beri anlaşamayan Delta ve Alfa'nın ruh eşi çıkması.. Homofobikler girmesin.Bu bir bxb kurgusu, ona göre.
817K 25.7K 24
Yetişkin içerik!!! ***** Bilinmeyen numara: "Bugün siyah giyinmişsin." Bilinmeyen numara: "Ne isterdim biliyormusun?" Bilinmeyen numara: "O düğmeleri...
38.8K 2.9K 51
# Gençkurgu-- Fantastik # # 1. Akademi # 1. Efsane # 1. Ejderha # 2. Savaş # 1. Büyü - Düşünsene, sen büyünün her şey olduğu bir dünyada, zerre ka...