MIH

By _Mehsa_

7.3M 325K 182K

İntikamın kıyafetini hiç merak ettiniz mi? Peki ya bedenini? İntikam,nefretle kararmış lacivert gözlerdi. İn... More

TANITIM VE PROLOG
1-*Canavar(Canver)*
2-*Ceylan*
3-*Kuyunun Hikayesi*
4-*Azrail'in Evi*
5-*Gazap*
6-*Ezinç*
7-*Cefa-Pişe*
8-*Gönülçelen*
9-*Kaçak*
10-*Nikah*
11-*Lahza*
12-*Charlie*
13-*Kale*
14-*Şiraze*
15-*Müge*
16-*Zar*
17-*Tutulma*
18-*Figan*
19-*Hükümdar*
20- *Mecruh*
21-*Kral Payı*
22-*Billur*
23-*Hançer*
24-*Sanrı*
25 -* Raks*
26-*Dildâde*
27-*Kor*
28-*Sevda*
29-*İhtilal*
30-*Bahar*
31-*Meftun*
32-*Ateşpare*
* SİRAÇ VUSLAT 19.04*
33-*Fedakar*
34-*İrade*
35-*Oda*
36-*Cambaz*
37-*Vurgun*
38-*Asil*
39-*Kırmızı*
40-*Azap*
41-*Uçurum
42-Veda
43-*Güz*
44-*Acı*
45-*Katran*
46-*Safderun*
47-*Devran*
*19.04 & Doğum Günü Özel*
48-*Anne*
49-*Baba*
50- *Bedel*
52-*Masal*
53-*Şakayık*
*Özel Bölüm*
*54- Toprak*
*21.21*- DUYURU

51-*Kader*

66.2K 3.8K 1.8K
By _Mehsa_

SOHBET KÖŞESİ

Selamünaleyküm Mehsa'nın Fedaileri! Ben geeeeeeeldim. 🥳🥳🥳🥳

Sonunda hasret bitti kavuştuk sizinle.


Sınav sonucum açıklanmadan önce gelmek istedim ama sınavlarım bittikten sonra masa başına oturduğumda sanki içim kurumuş gibiydi. 

Bu yüzden tekrar heybemi heyecanlarla doldurmak size o heyecanımı sunmak için kendimi beslemeye çalıştım. 

Zaten araya giren bunca hasrette sanki boşunaymış gibi geliyor. Sınav sonucum istediğim gibi gelmedi. Onun hayal kırıklığıyla mücadele etmeye çalışıyorum. 

Sizler nasılsınız? Hadi burada konuşup birbirimizle bolca hasret giderelim. 

Çok, çok özledim sizi. 

Sonra başlayalım.

Bu arada Şüheda sana sesleniyorum balım.

Hesabını bilmiyorum ama sözüm vardı sana. Bu yüzden bu bölümü sana ithaf ediyorum.

Tekrardan iyi ki doğdun canımın içi! 🥳🥳🥳😍

İyi ki varsın. 

Seni çok seviyorum. 💚

Sizi çok seviyorum. İyi okumalar dilerim. 💚

MÜZİK KUTUSU

Shawn Mendes- It'll Be Okay 

Levent Yüksel- Med Cezir

Instagram Sayfamız: Mehsa Hikayeleri

🥀🌙 Kişisel Instagram Sayfam: _mehsaa_
🥀🌙 Twitter: mehsahikayeleri

🥀🌙Takip edebilirsiniz. Özellikle duyurular ve alıntılarımız için çiçeklerim.🌺

🌌☀️🌌☀️🌌☀️

Elif'ten:

Yürek ağırlaşınca insanın hayatta attığı adımlar da yavaşlıyormuş. İnsan yaşarken de kalbini durdurabiliyor, yaşamayı unutabiliyormuş.

Çok genç yaşta tecrübe ettiğim bir gerçekti bu.

Yaklaşık üç ay önce, sevdiğim adamı uçurumda bulduğumda tecrübe etmek zorunda bırakılmıştım. Karnımda onun bebeğini taşırken onun gözlerinde gördüğüm yaşamaya karşı isteksizlik benim de kalbimi öldürmüştü.

Eğer Allah'a inanmıyor olsaydım, eğer onun bize vermiş olduğu yaşamdaki imtihanlara sabır göstermem gerektiğini fark etmemiş olsaydım kendim için tutunacak hiçbir dal bulamazdım.

Bunu şimdi şimdi anlayabiliyordum. İnsan yaşadıklarının zorluğunu onu yaşarken değil kurtulduktan sonra idrak ediyordu. Nelere göğüs gerdiğini geçmişe dönüp bakınca anlayabiliyordu.

Hala kalbimde derince oyulmuş bir yara vardı.

Tamir edilmiş, üstü örtülmüştü ama hala oradaydı. Yaşanmışlıklarla, yaşadığım kırgınlıklarla tam yüreğimin ortasındaydı.

Bugün üstü açılmış ve içindeki zehir akıtılmıştı.

Meğerse içimde tuttuğum her şeyin beni yaralayan keskin bir parçası varmış. Bilmiyormuş, bu parçanın da bana ait sanıyormuşum. Kendi kendimi yaralıyor, farkında bile olmuyormuşum.

Siraç, dövüşürken tam olarak bana bu keskin kenarların ne kadar canımı yaktığını göstermişti. Sürekli örtüp durduğum güvensizliklerimin ileride bizi ne kadar yakacağını idrak etmemi sağlamıştı.

Onu kendimden iterken aslında olay güvenmek değildi. Canımı en çok yakan insanın kim olabileceğini keşfetmiştim.

Bunu yalnızca sevdiğim adamın yapabileceğini öğrenmiştim.

Canımı tekrar bu denli yakmasından korkuyordum çünkü bir daha ayağa kalkabilecek gücü kendime bulabilir miydim bunun cevabını bilmiyordum.

Bilinmezlikler de beni boğuyordu.

Küvetteydik. Onun bacakların arasında oturuyordum. Sırtım geniş göğsüne yaslanmıştı. Gözlerim yorgunluktan kapanmak üzereydi ama zihnim yaşadıklarımızla dolu olduğu için yalnızca bilinçle bilinçsizlik arasında bir yerdeydim.

Tenimin her zerresini sevmiş, her zerremle onu sevmiştim. Bedenlerimiz ayların hasretini gidermişti ama kalbim hala sızlıyordu ve eğer gücüm olsaydı ardımı dönerdim. Kalbim kalbine kenetlenene kadar sımsıkı ona sarılırdım çünkü ben yalnızca onunla tamamlanırdım.

İki kafes ucu arasında, tam kalbinin ortasında saklanmak, bedenim onunla bir bütün olana kadar orada yaşamımı sürdürmek istiyordum.

Bedenlerimizle birbirimize sözler vermiş olsak da sözlere de ihtiyacım olduğunu hissediyordum. Başımı geriye doğru yatırdığımda dudaklarını ıslak saçlarımda hissettim.

Karnımda tembelce dolaşan eli beni kendine doğru çekerken kendimi sudan farksız görüyordum. Ona doğru şekil aldım ve başımı yana doğru çevirip yüzümü pürüzsüz olan göğsüne sürttüm.

Kalbinin düzenli ritimleri, kapanmamak için savaşan gözlerimi doldurdu. Bu kadar duygusal olmamın sebeplerinden biri de hamile olmamdı ama uzun zaman sonra ilk defa tam manasıyla kendim gibi hissediyordum.

Sanki sonunda beni duyacak bir adam vardı karşımda. Aylarca bana duvar olurken ilk defa beni anladığını gösterecekti.

Karnımdaki eli yukarı çıktı ve usulca çenemi kavradı. Yüzüm, büyük ellerinin yanında küçücük kalıyordu. Başımı göğsünden uzaklaştırdı ve yüzümü görmek için çenemi hafifçe yukarı kaldırdı.

Ona baktığımda tüm gün boyunca bir arada, ten tene, göz göze olmamıza rağmen yüreğim yine de tekledi. Kum rengi ıslak saçları geriye doğru taranmıştı. Islak kirpiklerinin ardındaki lacivertleri iki mücevhermiş gibi parlıyordu.

Bir kolu küvetin kenarına koymuştu. Bir tahta kurulmuş yüce bir kral gibi gözüküyordu.

Başta gönlümün tahtına kurulmuştu.

Yüreğimin sızlayacağı bir güzelliği vardı. Boğazımı düğüm düğüm edecek bir sevgiyi besliyordum yüreğimde.

Dudaklarındaki tembel gülümseyiş de bakışlarındaki şefkatte derin bir huzur saklıydı. Onu mahrum bırakışım ikimizin de canını yakmıştı ama onu aynı zamanda cezalandırmıştı da.

Ayrılmak benim gözümde ona ceza vermek değildi aslında. Sadece kendi yaralarımı sarmak için bu yolu seçmek zorunda kalmıştım ama sonra ikimiz içinde bir yaraya dönüşmüştü ve ben engel olamamıştım.

Şimdi bu ceza bitmişti ve o en büyük huzura kavuşmuş gözüküyordu ama benim için aynı durumun geçerli olmamasından dolayı kendime kızıyordum. Ne yazık ki bedenim huzurdayken kalbim hala huzursuzdu.

"Neden uyumuyorsun Günışığı?" dedi çenemdeki baş parmağı usulca tenimi okşarken. Dudak büktüm bilmiyorum der gibi.

"Düşünüyordum." dedim bana bile yorgun gelen bir sesle. Çenemdeki eli yukarı doğru kaydı. O çenemi tutmasaydı muhtemelen kafamı bile dik tutamazdım.

Diğer kolu küvetinin kenarından çekip belime sardı ve aşağı doğru kayan bedenimi kendine bastırdı. "Yoksa yaşadıklarımızı mı düşünüyorsun?" dedi. Cümlenin sonuna doğru dudağının bir kenarı yüreğimi çelen bir gülüş için yukarı doğru kıvrıldı.

Kendimi tutamadan bende gülümsedim çünkü o gülümseyince istemsizce insanın gülesi geliyordu. Nadir gülümseyişi benim en büyük hazinemdi.

"Uğraşma benimle!" dedim. Elimi hafifçe göğsüne vurdum ama hissettiğini bile sanmıyordum. "Bence sen bile bugün fesatlık kotanı doldurmuş olman lazım." Bu cümlem tek kaşının kalkmasına sebep oldu.

Kısık ses tonu sudan açıkta kalan tenimin ürpertirken, "Yorgun olan ben değilim." dedi. Bana doğru eğilirken. "Uzun bir sürede olmayı planlamıyorum." Dudaklarını dudaklarıma usulca bastırdı.

Öpüşündeki hassasiyet karşısında gözlerim kapandı. Dudaklarını çektiğinde gözlerim tattığım huzurla birlikte açıldı. "Sana doymuş da değilim." dedi. Yüzündeki gülümseme soldu ve hasretle doldu bakışları.

"Bir ömür de doyabileceğimi sanmıyorum." O böyle bakınca tekrar gözlerim doldu.

O da fark etti bunu. "Konuş!" dedi sanki ruhumu okuyormuş gibi. "Dilinin ucundakiler neyse söyle ki seni rahat rahat öpebileyim." Gözlerim büyüdü o birden böyle söyleyince. Dilimin ucunda tuttuğum kelimeleri yakalamış gibi hissettim.

"Sanki kelimeler senin öpmene engel olabilirmiş gibi." dedim alaycı olmaya çalışarak ama gerçekten şaşırmıştım.

O ise bu halime ciddi ciddi güldü ve kalçalarımdan kaldırıp tamamen kucağına oturttu. Şimdi ona tepeden bakıyordum.

"Anlamayacağımı mı sandın?" dedi hala ona şaşkın şaşkın bakarken. "Sen ne kadar kocana alık desen de," bana imalı bir şekilde baktı. Bu söze ciddi bir şekilde takılmıştı. "Ben senin nefes alıp verişinden bile bir anlam çıkaracak kadar seni izledim, Günışığı. Uyurken bir gülümsemen için tüm geceyi feda ettim."

Ellerim ona tutunmak için yüzünü kavradı ama beni tutan oydu. Ben ise onunla nefes alandım. Boğazıma tekrar bir düğüm oturdu.

"Değdi." dedi sanki uykusuzluğunun her anıyla gurur duyar gibi. "Sen hep güzelliğinle geceyi alt ettin."

Ağlamak istemiyordum artık ama yine göz yaşım hazırda bekliyordu sanki. O böyle güzel konuşurken, bana bu denli güzel bakarken de kendime engel olamıyordum.

Bu sözlerinden sonra, "Sana söylediklerim için kızgınsan, şayet kırıldıysan söyle bana." dedi yüzündeki ifade ciddileşirken.

Başımı olumsuz anlamda salladım. Nereden başlayacağımı tam bilmiyordum ama artık susmayacaktım.

Birbirimizi bu kadar anlamaya çalışıyorken kendi hislerimi ardıma koymak daha büyük bir yıkıma sebep olurmuş gibi geliyordu.

"Değilim aslında." diyerek konuşmaya başladım. "Çünkü benim içimde olduğunu bile fark etmediğim yaralarımı, içini dolduran zehri ortaya çıkarttın. Şimdi hepsi boşalmaya başlamış gibi hissediyorum ama bir kere zehir akıtılınca durmak da bilmiyor sanırım."

Derin bir iç çektim. O beni dikkatli gözlerle izlerken kendimi anlatmaya çalışmak zordu ama denedim.

"Ben çok korkuyorum." dedim sesim titremeye başlarken. Gözlerinin içine baktım. "Yani çok korkuyormuşum." dedim kırık dökük bir tebessümle.

Yüzündeki huzur yok olurken konuştuğuma pişman oldum çünkü onun bu halleri o kadar nadirdi ki doyasıya mutluluğu yaşamasına izin vermem gerekirken bizzat engel oluyormuşum gibi hissediyordum.

"Neyden korkuyormuşsun?" dedi sanki korkularımı almak istermiş gibi sıkı sıkı sararken.

"Tek bir şeyden değil." dedim omuzlarımı yukarı kaldırıp indirirken sözlerim mahzundu. "Birçok şeyden aslında. Yüzüme vurduğun her şeyden korkuyormuşum mesela." Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı ama bu gülümseme değildi. "Gitmenden, aynı şeyleri yaşamaktan, canımı yakmandan."

Acı çektiğimi fark ettikçe onun da yüzü düşüyordu ama kendimi durduramıyordum.

"Aslında bunların hepsinin temelinde tek bir neden varmış. Ben en çok da bunların hepsini benden uzaklaştığında yapacakmış gibi hissetmekten korkuyormuşum. Bunu sen yüzüme vurunca fark ettim. Bu yüzden intikam almandan korkuyormuşum, bunu idrak ettim çünkü benden uzak olduğunda gidermişsin gibi geliyormuş. Elbette bu korkunun farkındaydım ama mantıklı düşünmeme engel olmaya başladığını yeni fark ediyorum."

Gözümden bir damla yaş süzüldüğünü hissettiğimde onun da bakışları bu damlaya takıldı ama ben kendime kızdım. "Hayır, ağlamayacağım." dedim. Elimin tersiyle yüzümü sildim.

Kendime kızdığımı fark edince, "Yapma!" dedi ama onu susturdum. Elimi ağzına bastırdım.

"Hayır!" dedim. "Sordun, önce anlatacağım sonra yine kendi duygularımdan bile beni sakınırsın ama önce bir yüzleşeyim."

Bunu her zaman benim için yapıyordu ama artık yüzleşmem gerekiyordu. Bu hayatta kaldırmam gereken birçok ağır yük vardı ne yazık ki, bu yüzden kendimi doğru anlatabilmeliydim ki anlaşılabileyim.

İtiraz etmek istiyordu ama izin vermedim. Elimi geri çektiğimde susmayı zoraki kabul etmişti. Yine de havada duran elimi tuttu ve dudaklarına bastırdı üzüntüme merhem olur gibi.

"Bunu üzül diye anlatmıyorum ama saklayıp saklamamam gerektiğini düşünüyordum. Fakat sonra fark ettim ki ben sustukça bir şeyler birikiyor ve sonra kendi kendimi yemeye başlıyorum. Senden kendi hislerini anlatmanı isterken meğerse ben hislerimi saklayarak iki yüzlü davranıyormuşum."

Konuştukça sesimin titremesi dinmeye başladı ama hala yanlış bir şey söylermişim korkusu vardı.

"Seni de bu yüzden zorluyormuşum zaten. Kaldırıp kaldırmayacağımı bilmeden kendimi büyük bir operasyonun içine dahil etmeye çalıştım ama bu yalnızca korkumdandı. Gitmenden ibaret bir korkuydu."

Yüzündeki hafif çıkan sakalları sevdim usul usul. "Bu arada bir kadına gitmenden korkmuyorum onu da dipnot olarak geçelim." dedim hafif bir tebessümle.

Oysa bu da benim için acı bir konuydu.

"O zaman da inanmamıştım zaten ama beni kıran benim bunu yaptığına inanabileceğimi düşünmüş olmandı. Beni hiç beklemediğim bir yerden yaraladın sen."

Lacivert gözlerinde bir acı peyda oldu. Pişmanlık onun ömrü boyunca taşıyacağı bir yüktü ve ben buna engel olamazdım.

"Sanırım asıl korkum da bu. İnsan sırtını yasladığı yerden yara alınca tekrar yaslandığı yere ardını dönemiyormuş. Ya düşersem ya tekrar aynı yerden yara alırsam diye korkuyormuş."

Bunu ona söylediğimde canının bizzat yandığına şahit oldum ama kendimi açıklamak zorundaydım ve bu da yalın hislerimden geçiyordu.

"Babam öldüğünden beridir ilk defa kendimi tam manasıyla sana yasladığım için de zaten bu denli canım yandı benim çünkü bende insanlara kolayca güvenmem. Fıtratım gereği kolay yaklaşamam."

Daha çocukluğumdan itibaren bunu bir huy edinmiştim. Herkese karşı neşeli, sürekli hareket halinde, herkesle iletişim kurabilen bir yapım vardı ama içten içe öyle herkese güvenmezdim çünkü insanlar hakkında hep ailem tarafından uyarılarak yetiştirilmiştim.

"Sana güvenmem için çok hilekarca davrandın sen." dedim ona aşık olmamın sebebini tek bir cümlede özetleyerek. Bu sefer sahici bir gülümseme peyda oldu yüzümde. "Yüreğimi çaldın."

O gülümsemedi ama. Ağır konuşuyordum çünkü. Ona kızgın olduğumdan daha ağır konuşuyordum ve ondan bunu kaldırmasını bekliyordum ama suskunluğumdan beni tanımasını istemiyordum.

Bu yüzden o cevap vermeyince yanağına bir buse kondurup devam ettim.

"Bunları tahmin ettiğinin farkındayım. Üstüne hem baba olmanın hem de bir daha hata yapmamanın yükünü de yükledim ama bu sırada ikimizde gerçekleri çarpıtıyormuşuz gibi geliyor şimdi. Ben sen uzaklaşınca korktum. Üç haftanın korkusunu sana yansıttım." dedim.

Ellerimle alnına düşen bir tutam saçını geri çektim. "Sen ise bana istediğim gibi operasyona müdahil olmamı söyledin ama bunu hata yapmamak için mi yoksa beni memnun etmek için mi istedin?" diye devam ettim.

Derin bir iç çekti bu sorumdan sonra. Yüzünde hoşnutsuz bir ifade vardı. Sanki hislerimden memnun değil gibiydi.

"O kadar yaralarından konuştun Günışığı." dedi bu hoşnutsuzluğunu sesine de yansıtarak. "Dinlerken canının yandığını gördüm ki ben senden kaç defa kendi hislerini dinledim ki zaten?" dedi sitem edercesine.

Kızgınlığın belli edercesine iç çekti.

"Cümlenin sonunda bağladığın yer yine ben." dedi sanki bundan nefret etmiş gibi. "Yine benim hislerim ve beni ilgilendiren gerçekler. Sen ne istiyorsun asıl? Aylarca senin isteklerini görmezden geldim ben. Bildiğimi okudum, bile bile gönlüne girdim. Zerre de pişman değilim kalbini kazandığım için."

Yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Gözleri kısıldı ve istediğini elde ederken gözlerinde dolanan karanlık yönünü gördüm.

"Kalbin benim bu dünyadaki en büyük zaferim ama yapmak istediklerim için seni görmezden geldiğim için pişmanım." Bunu yansıtırcasına sesinde bir mahcubiyet belirdi.

"Şimdi kendi isteklerinden bile utanıyorsun."

Başını hafifçe yana doğru eğip bana baktı. O böyle bana bakarken sanki ruhumu okuyordu.

"Hala yaralıysan söyle bana. Bırak sarayım! Üstüme ağır bir yük yüklemedin sen. Ben o yükü hak ettim!" dedi. Yüz ifadesi öfkeyle gerilirken yatıştırmak için yüzünü okşadım ama farkında değildi.

"Sırf uçurumla alakalı değil bu. Öncesinde de hata yapıp yapıp tekrar sana dönmek için bin bir dalavere çevirdiğim için hak ettim!"

O böyle söylüyordu ama benim bakış açımdan her şey çok farklıydı. "Bende kabul ettim ama. Sabredince düzelir sandım her şey ama artık susamıyorum. Sanki tahammülüm kalmamış gibi." dedim kendime ait yorgunluğumu dile getirerek.

"Ben bu dört duvarın arasında günün saatlerini tüketirken sanki hep seni ardından izliyormuşum gibi geliyor."

Gövdeme sardığı ellerini havaya kaldırdı. "İste!" dedi sanki bu huyuma kızıyormuş gibi. "İste sana dünyayı ayaklarına sereyim." Blöf yapmıyordu. "Sadece istemen yeterli ama istemiyorsun." Tam olarak bu duruma karşı bir kızgınlık beslediğini gördüm. "Sen benimle evlendiğinden beri kendin için ne istedin Günışığı bana söyler misin?" dedi.

Ağzımı açtım ama, "Ben haricinde." dedi sanki vereceğim cevabı biliyormuş gibi. "Beni yanında tutma isteğin haricinde." Bakışları karnıma doğru kaydı. Yüzünde beliren şefkat ifadesi çok nadirdi. Ş

imdiden iyi bir baba olduğunu gösterircesineydi.

Bunu hiç düşünmemiştim. Düşünmeme de gerek kalmamıştı çünkü isteyebileceğim her şey zaten elimdeydi. Ben yalnızca huzur istiyordum ama böyle bir hayatta da bu yalnızca birlikteysek mümkündü.

"Gerek duymadım." diye mırıldandım. Böyle söyleyince sanki yanlış gibi geliyordu ama gerçekten gerek duymamıştım. O ellerini tekrar gövdeme koyarken suya batan ve bana dokunan ellerinin hissiyle birlikte omurgamdan yukarı doğru sıcak bir his yükseldi.

"Eğer bu denli korkmasaydım gerek de duymazdım çünkü bende tehlikenin farkındayım ve hiçbir zaman da tehlikeye karşı ilgi duymadım. Bu benim için bir oyun değil. Asla olmadı! Bu dünya aşık atılabilecek bir dünya değil, insanların canı yanıyor ve ölüyorlar! En küçük bir hatamda bile başka insanların canının yanacağını çok iyi biliyorum ben."

Bu uğurda kaybedilmiş çok can vardı ve ben buna şahit olmak zorunda kalmıştım.

"Ama yanında olmak istiyorum. Yanında güçlü durmak istiyorum. Benim isteğim bu!"

Bence hiç de kolay bir istek değildi çünkü onun karısı olarak hep ilk hedef olarak bütün oklar bana yöneltiliyordu ama o bunu sanki kolaymış gibi gösterdi.

Başıyla beni onayladı. "Güçlü olmana gerek yok. Sen zaten burada, güvende olarak bana en büyük desteği veriyorsun ama isteğin buysa sana engel olmayacağım. Bunu alacaksın." dedi sanki bir buyruğu yerine getirir gibi. Islak saçlarımı geriye doğru itti. "Başka?" dedi. Yüzümü saran elleri çekildi ve ıslak elleri yüzümü sardı.

"Ne istiyorsun benim güzel karım? Canın yanıyor mu?" O böyle sorunca sevgi görmek isteyen her zerrem onun adını zikrediyordu. "İçinde ne ukte kaldı da bana söylemedin?"

Bunları ona hislerimi açtığım için soruyordu. Doğru olanı mı yapıyordum bilmiyordum ama tek bildiğim şey olan yarayı kapatmak gerçekleri yalın bir dürüstlükle konuşmaktaydı.

"Yok." dedim. O bana sanki başka bir şeyler söylememi bekliyormuş gibi bakarken yoğun bakışlarına daha fazla tahammül edemeyip gözlerimi kaçırdım. "Gerçekten yok!" dedim ama inandırmadım kendimi.

"Daha yeni korktuğunu söylüyordun?" dedi üstüme gelmeye devam ederek. "Hastalığımdan mı korkuyorsun?"

Birden başımı ona doğru çevirdim. "O nereden çıktı şimdi?" dedim ciddi bir ifadeyle. Sanki Aslı Ablayla konuştuklarımızı duymuş gibi hissettim. O benim aksime sözlerimin ağırlığına rağmen sakin gözüküyordu.

"Ben iyileşmedim Elif!" dedi yine de ciddi bir ifadeyle. Beni korkutan bir gerçekle. "Hala zihnimde taşıyorum zehrimi. Korkun da aslında tam olarak benim aklımı kaybetmem."

O böyle söyleyince bir kez daha aynı korkuyu hissettim. Evet, tam olarak buydu ama bunu söylemeye cesaretim yoktu.

Asla da söyleyemezdim çünkü zaten yeterince kendini bu konuda dışlamıştı ama yine de anlamış gibi baktı bana. Bu da söylediklerimi söyleyeceğime pişman etti beni.

"Ben baştan beri bunun farkındayım." Hislerimi saklayamadım, onu kendi kuşkularımdan sakınamadığım için de üzüldüm.

"Aslında..." dedim tereddütle. Bir kez daha ağzımda baklanın ıslanmayacağını gösterircesine, "Aslı Abla bana yapacağın operasyondan bahsetti ve bunun bir katliam olduğunu söyledi. Senin yıllardır kurduğun planlarına karışmak derdim değil ama öfke senin en büyük tetikleyicin." dedim.

Bunları söylerken bile yanlış anlaşılırım diye korkuyordum çünkü çok hassas bir konuydu. Gerçekten konuşmak da en az susmak kadar bir dertti.

Daha konuşurken kaşları çatılmıştı çünkü. "Benim için asıl tehlikeli olan Aslı Hanım, Eylül ve kızlarla bir arada olman bence." dedi huysuz bir sesle ve bu bütün ciddiyete rağmen gülümsememe sebep oldu.

O da gülümsedi ama kısacık bir andı sonra tekrar ciddileşti. Bu sırada sürekli tenime dokunuyordu.

Dokunuşuyla yatışıyor sözleriyle ise geriliyordum.

Bu gerginliğimin sebebini dile getirir gibi hiç çekinmeden kendine ait acı gerçekleri söyledi. "Sana yalan söylemeyeceğim Günışığı,kontrolümü kaybettiğim gözümün döndüğü ve onun sesini dinlediğim zamanlar olacak çünkü yıllarca yaşama sebebim buydu!"

Ciddi bir sesle söylediği sözler bir bir yüzüme çarparken o ise elleriyle yüzümü tutup ona bakmam için beni sabit tutuyordu.

"Sana krizlerimin olmayacağının sözünü veremem ama bu kadar! Tam bu kadar artık."

Hırsını, öfkesini ama en çok da bana, bize olan inancını gördüm. Hiç beklemediğim bir anda beni kendine çekip dudaklarını dudaklarıma bastırdı.

Ani baskı karşısında şaşırdım ama bu onun ikna çabasıydı bu yüzden dudaklarıma sözsüz saldırısına karşılık verdim. Onun da ruh halinin ani değişimlerini hissediyordum çünkü.

Geri çekildiğinde konuşmaya devam etti ama benim gözlerimin önü buğulanmıştı sanki.

"Ölüm yok, uçurum yok. Aklımın ucunda bile yok!" dedi aklım bulanık olduğu için uzaktan geliyormuş gibi gelen yakarışıyla. "O gün orada bu yönümü söküp aldın sen benden. Sana zarar görmeyeceğim sözünü veremem ama bunun sözünü verebilirim çünkü ikinci kişiliğim..." bir an duraksadı. Onun için bunun hakkında konuşmak çok zordu.

Bahsini açmak bile zordu. Aklımı yerine getiren de tam buydu.

"Kontrolümü kaybetmeden önce genelde onun sesini sanki susturamayacağım birisi karşımda varmış gibi duyarım. Kontrolümü kaybettiğimde ise beynime hükmeden bir işgalci varmış gibi hissederim."

Bunu ilk defa söylüyordu bana. Kişilik bozukluğu hastalarının çoğunun hastalığını bilse bile saklamaya meyilli olduğu anlatılıyordu makalelerde çünkü kendi bedenindeki kişilikler haricinde kimseye güvenleri yoktu ama o buna rağmen benimle konuşuyordu.

"Bazen tamamen bilincimi kaybettiğimde kendi yansımamı karşımda görür gibi olurum ve her seferinde beni önce öldürmeye sonra ise yaşattıklarımın cezası olarak gördüğü bir sona teşvik eder."

Sözler zorlukla ağzından çıkarken benim için nadide olan bu bilgileri özümser gibi dikkatle onu dinledim.

"O..." dedim yatıştırıcı bir sesle. "Artık bu kontrole sahip değil mi?"

Duraksadı. Yüzünde ciddi bir ifade belirdi. Belki nefret de vardı o hislerin arasında ama binlerce duygu geçişini izledim kusursuz olan yüzünde.

Belki zihninde onu yöneten o sesle yüzleşiyordu şu an, bilmiyordum.

Sonra geriye saf bir acı kalırken bana baktı ve, "Ele geçiriyor." dedi. "Ama artık ölümü istemiyor çünkü onunla zihnimde savaştığım tek gerçekle vurdun onu. Çocukluğumuzda yalnız oluşumuzu kimsenin bize acımadığını fısıldardı hep bir şeytan gibi. Sen uçurumdayken eğer ölürsek aynı şeyi hem sana hem de bebeğimize yapacağımı söyledin. Seni bertaraf edebileceği en büyük bahanesi tenime sinen ölüm ve çirkinlikti ama o bile masum bir bebeğe bahane bulamadı."

Yüzümü okşadı usulca. O acı çekerken dinledim sessizce.

"İlk duyduğum an hissettiğim korku bizzat ölümü yaşamak gibiydi. Sanki derim canlı canlı yüzülüyordu. O kadar çok kendimi kötüye odaklamıştım ki başka bir çare olamazmış gibi geliyordu. Ardımı dönmek istedim." dedi büyük bir itiraf yaparak.

"Benle birlikte bütün çirkinlik örtülsün istedim."

Alt dudağımı dişlerimin arasına aldım ağlamamak için. O anın acısı yüreğimi yaktı ama onun hislerini ilk defa bu denli yalın bir şekilde dinliyordum. Bu yüzden gözünün içine baktım yaşadığı her acı duyguyu özümsemek için.

Zamanı geldiğinde her birini tek tek saracaktım.

"Ama yüzüme attığın tokat, o an ki sert duruşun ve benden gidişin sanki olması için çizdiğim kaderin hepsini kumdan bir kaleymiş gibi yerle bir etti. Son diye bildiğim yere yeni bir başlangıç çizdin."

Usulca gülümsedi sonra. İkimizde yaşanılanlarla acı çekerken baş parmağını çeneme bastırdı ve kanatacak kadar bastırdığım dişlerimi dudaklarımdan usulca kopardı.

Sonra başını eğdi ve bu sefer şifa olurcasına dudaklarını alt dudağıma bastırdı. Gözlerimi huzurla yumdum. Öpüşüyle birlikte bende dudaklarımı onun dudaklarına bastırırken dili usulca alt dudağımı okşadıktan sonra yine öpüşünü derinleştirmeden geri çekildi.

İlk defa benimle bu kadar konuşuyor sanki yüreğimi ikna etmeye çalışıyordu. Üstelik bunu hem sözleriyle hem de dokunuşuyla yapıyordu.

Benim aklım onun dokunuşunda kalmışken o ise sanki hiç öpmemiş gibi ciddi konuşmasına devam etti.

Gerçekten bunu başarabilmesi bile başlı başlına yetenekti.

"Oysa o sonu yıllarca hesapladım ben." deyince bende ciddileşmek zorunda kaldım. "Vazgeçmek zor olur sanıyordum ama şimdi ne kadar sınırda hissedersem hissedeyim bu aklıma bile gelmiyor çünkü bir şeyleri idrak etmeye başladım."

Gözlerinde gördüğüm hayaletler geçmişine aitti. O hayaletleri görmezden gelmem ona karşı yaptığım en büyük haksızlık olurdu.

O yaşadıklarının hesabını sormak zorundaydı.

Bu onun çocukluğuna olan borcuydu.

"Tedavi olmak için birileriyle görüşme düşüncesi hala beni delirtiyor ama bir şeyler bizim içinde değişti." dedi. Bu gelişmeleri bana söylemedi. "Artık bir yere kendimi bağlamak istemiyorum çünkü en son kendimi bağladığımda, kulübede yaşadığım onca yıldan daha çok aciz hissettim kendimi."

Onu gördüğüm o kulüp odasından bahsediyordu. O anı hatırladığımda anıların yaşattığı acı ile titredim ama o bunu üşüdüğüme yorup içerisi çok sıcak olmasına rağmen beni kendine doğru çekti.

Ben ise onun iki büklüm, göz yaşları içerisindeki haline karşı nasıl kendimi kaybettiğimi hatırlıyordum.

"Bu yüzden bağlanmak istemiyorum! Bu yüzden yaptıklarımdan hala tiksinti duysam bile kendimi durdurabilmek için yeni yollar arıyorum."

Bahsettiği yöntemlerin ne olduğunu sormak için yüzüne baktım. "Ne yöntemleri?" diye sordum ama eskiyi hatırlatırcasına bir sessizlik girdi aramıza.

"Umarım canını yakacak bir şey değildir." dedim sesimde beliren öfke eğer bu ihtimal gerçekse onunla yine onun için savaşacağımı gösterircesineydi ama yalnızca, "Değil!" diyerek beni susturdu.

Aramızdaki durum hassas olmasına rağmen susması daha düşünce aşamasında olduğunu gösteriyordu bana bu yüzden güvensizliklerimi bir kenara bırakıp daha fazla deşmedim.

Söyleyebilecekleri yalnızca buymuş gibi bir kez daha suskunluk girdi aramıza. Sonra beni şaşırtarak tekrar konuştu.

Benim söyleyecek sözlerim olmamasına rağmen o beni, benim yerime okudu.

"Öfkem olacak Günışığı!" dedi tekrar tekrar gelecekte olacaklara dair beni hazırlayarak. "Gördüklerin belki de seni dehşete düşürecek ve korkutacak."

Hala görmediğim mahzenleri belki de cinnet geçirdiğinde verdiği zarardan bahsediyordu. Bu yönüyle yüzleştiğimde ne tepki vereceğimi ikimizde bilmiyorduk ama benim de bu süreçte eğer sorumluluk alacaksam kendimi her türlü olumsuzluğa karşı hazırlamam gerekiyordu.

"Seni korumak isteyen tarafım asla seni bu işe müdahil etmek istemiyor ama seni de anlıyorum. Anlıyorum ve bu sefer görmezden gelmeyeceğim. Bu yüzden..." dedi bana doğru eğilirken. Sözlerinde ve bakışlarında bana olan inancı vardı.

"Bunu bilerek bir şeylere evet de!"

İhtimaller bir bir önüme koyulurken her şeyi düşünüp ileriye yönelik planlar yapan bir liderin bakış açısıyla bana yol gösteriyordu.

"Bebeğimizi de düşünerek yap bunu. Tek beni değil, tek beni kaybetmenin korkusunu değil! Onu da kaybetmekten korktun sen. Buna sebep olacak hiçbir tehlikeye tahammülüm yok benim. Senin de olmasın!"

Stresimden bahsediyordu ve çok haklıydı da. Haddinden fazlasını yüklemek benim için bu süreçte hiç iyi değildi. Ne kadar kendimi sakinleştirmenin, her sıkıntımda Allah'a sığınmanın benim için kurtuluş olduğunu biliyor olsam da kendime eziyet etmenin de faydası yoktu.

Sonuçta bu bedende iki can taşıyordum.

Bana baktı, bende ona baktım. Söyleyecek sözlerim bundan sonra izleyeceğimiz yolu belirleyecekti. Bu yüzden, "Düşüneceğim bende." dedim ruhum da bedenim gibi sakinlerken. "Tıpkı senin dediğin gibi korkularımı bir kenara koyup eksinini artısını bir tarafa koyup düşüneceğim."

Sonra ona gülümsedim. Dudaklarımın hizasında olan omzuna bir öpücük kondurdum ve minnetle ona baktım.

"Teşekkür ederim ben bile kendimi anlamazken sen beni anladığın için, sevdiğim." dedim. Hissettiğim bu buhranın içinde onun beni anlaması benim için çok değerliydi.

Sevda bile bazen bir şeyleri düzeltmeye yetmiyordu. Nice nice aşklar anlaşmazlıkların uğrunda yitip gidiyordu. Mühim olan aynı kalp dilinden konuşmaktı. İlk defa tam manasıyla onun kalbimin dilinden anladığını fark ettim.

Eskiden de anlıyordu aslında ama görmezden geliyordu. Bunun itirafını yapmıştı.

Şimdi ise aynı dilden konuşup aynı dilden anlaşmıştık.

"Etme!" dedi yüreğimin ısıtan bir gülümseyişle. "Seni kaybetmenin korkusunu tatmışken bu yalnızca bir daha aynı hataları yapmamak için aldığım önlemler, Günışığı."

Dudaklarını hafifçe dudağımın kenarına bastırdı ve tenime dokunarak kısık sesle konuştu.

"Yani yalnızca bencil isteklerim için öncesinde önlem alıyorum." Tenime vuran nefesi içimin gıdıklanmasına sebep oldu. Bir daha öptü. Her dokunuşuyla birlikte daha yeni yalnızca hüznü hissediyorken şimdi tam manasıyla tekrar çiçek açıyordum.

"Neymiş o bencil istekler?" dedim bende onun gibi gülümserken. Başını hafifçe geri çekti ve gözlerinin izi tekrar gülüşüme düştü.

Yüzündeki tebessüme rağmen bakışları tekrar yumuşadı. "Gülüşün!" dedi. Dudaklarını bu sefer dudağımın kenarına bastırdı gülüşümü öper gibi. Sonra geri çekilip bana baktı. "Şu güzel gözlerin! O gözlerde bulduğum mutluluğum!" dedi. Yüzümdeki eli gözlerime kaydı.

Kirpiğimin uçlarına dokunan baş parmağı ile gülümsemem daha da genişledi. Elleri yüzümden uzaklaşırken ona sımsıkı sarılmak istiyordum ama söyleyecekleri bitmemişti daha. Bu sefer ıslak saçlarıma çevrildi bakışları.

Yüzünde aniden beliren acıyla birlikte bende sarsıldım.

"Saçların!" dedi o acıyla birlikte. Sonra bana doğru döndü. "Kalbin!" dedi içi gider gibi. "Kalbim!" dedi sanki ona ait olduğuna yemin eder gibi.

"Hepsini kaybetmiştim." diyerek canının ne denli yandığını ifşa etti. Dudaklarımda donan gülüşüme ıslak parmakları değdi.

"Gülüşün soldu, sanki hayatım karardı." Gözleri gözlerime değdi. "Sen gülünce gözlerinin içi ışıldardı. Gözlerinde ilk kez mutluluğu tatmıştım ben. Sen onlardan beni mahrum ettin."

Sonra tekrar bakışları saçlarıma kaydı. Elleri uzandı. Islak saçlarımı usulca okşadı. "Saçlarını kestiğinde düştüğüm ümitsizliği ben yıllarca ölmek istediğimde hissetmedim, benim güzel karım."

Gözlerim dolarken bu sefer hissettiğim acıyı saklamadım. Aşağıda dövüşerek yüzleşmiş, bedenlerimiz sevişerek kavuşmuştu ama burada konuşarak aslında yüreklerimiz tekrar uzlaşıyor aynı yolda yürümeye yemin ediyordu.

"Uzadılar ki..." dedim gözlerimden tekrar usulca göz yaşları süzülürken. "Bak ben yine sana gülümsüyorum çünkü sen yanımda yokken gülmek için sebep bulamıyordum kendime. Yemin ederim," dedim sesim tekrar titremeye başlarken. "Sana yemin ederim benim de dünyam kararmıştı!"

Bana doğru başını eğip dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Sen olmayınca hiçbir şeyi taşıyamayacakmışım gibi hissettiğimden kestirdim." Tekrar tekrar dudaklarını saçlarıma bastırdı ve her yaram kapandı onun dokunuşlarıyla. Yüzünü tutup geri çektiğimde dudakları zorlukla saçlarımdan ayrılmıştı.

Sonra ona yüreğimle gülümsedim. "Ama sen şimdi yanımdasın ya!" dedim. "Sanki seninle her şeyi taşıyabilirmişim gibi geliyor. Sanki her çektiğime değermiş gibi çünkü ben seninle yalnızca bu dünyayı yaşamak istemiyorum. Ben seninle sonsuzluğu arzuluyorum!"

Tüm ümitlerimi bir cümleye sığdırdım.

"Bu yüzden çok dua ettim Allah'a! Ona dedim ki," derin bir nefes aldım konuşabilmek için güç bulmaya çalışarak. "Ona dedim ki, bana bir çare ver ki onu kendine ettiği bu zulümden kurtarayım. Çektiklerinin mükafatı yalnızca küçücük bir ömür olmasın Allah'ım!" Boğazım düğüm düğüm olup usulca ağlarken ona içimdeki ukdeleri paylaşıyordum.

O ise kendini affetmeyişleriyle karşımda tekrar acı çekmeye başladı.

"Ben onunla iki dünyada da mutluluğu yaşayayım. Onun önünde diz çöktüğüm her seferinde dualarımdan biri buydu. Ömrüm yettiğince de dua edeceğim çünkü sen bunu hak ediyorsun sevdiğim. İmtihandan sonra mükafatı vaat eden Rabbimin de vaadi bu ve ben buna iman ediyorum."

Bana bakarken benimle birlikte acı çekti ama ilk defa inkârı seçmedi. İlk defa hak etmiyorum demedi. Belki hala içinde bir yerde bu gerçeği taşıyordu. Bunu gözlerinde de görüyordum ama sözleri duymamak bile beni ümitlendirdi.

Ona bakarken, ona gülümserken onun için ağlarken sanki dünyammış gibi bana baktı.

"Bu kadar mükafatı nasıl taşıyacağım?" dedi ilk defa yüreğindeki kırgınlıkları ortaya dökerken.

Hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendimi zor tuttum. Karşımda o kadar çok kırgın gözüktü ki yaralarım bir hiç oldu karşısında.

Bir anne olarak bir çocuğun yarım kalmışlıklarını gördüm.

"Onları hak etmek için çabalayarak." dedim ağlamamak için kendimi zor tuttuğum için boğuk çıkan bir sesle. "Teşekkür ederek başlayabilirsin mesela." dedim.

Dişlerimi göstererek yüreğime düşen huzurla gülümsedim. "Ben her gün seni bana verdiği için şükrediyorum."

O da gülümsedi ama gülümseyişinin ardında düşünceler saklıydı. Hesaplaşması gereken yalnızca ona bunu yapanlar değildi benim gözümde. Bu süreçte o Rabbiyle de yüzleşecekti.

Benim tek duam onun bu yüzleşmeden kendini affettiği ve hesaplarını kapattığı bir zaferle çıkmasıydı. Ben onu ne kadar kurtarmaya çalışırsam çalışayım eğer kendini affetmez ve teslim olmayı bilmezse geçmişte gömülü kalacaktı.

Her şeyi konuşmuş olsak da bu aslında benim en büyük korkumdu ve bunu ona asla söylemezdim çünkü bu onunla Allah arasındaydı.

Ben yalnızca dua edebilirdim. Benden yardım istemediği sürece tek çarem buydu.

Ben hep bizim için dua edecektim. Ta ki hayırlısıysa kabul olduğu gün şükrünü edene kadar.

Bunu göreceğime tüm benliğimle inanıyordum.

Sırtımı tekrar onun geniş göğsüne yaslayıp kolları arasında sessizliğe düştük ikimiz de. Bu sefer düşünceleriyle baş başa bırakan kişi bendim. Belki onun durgun sularını bulandırmıştım ama aslında bende gizli saklı olan zehrin son parçalarını da söküp atması için ondan yardım isteyerek doğru olanı yapmıştım.

Uzun süren sessizliği yalnızca hafif hareketlerimizle dalgalanan suyun sesi bozarken içim boşalmış gibi hissetmekten kendimi alamıyordum. Dakikalar geçti o sessizlikte ve onun kollarında sonunda huzura tam manasıyla kavuşabileceğimi hissettim.

Sessizliği bozup, "İşte şimdi uyuyabilirim." diye mırıldandım kollarında olduğum için iyice gevşeyerek. Gözlerimi kapattım ama dudaklarını omzumda hissettiğimde tekrar tekrar aralandılar.

Konuşmaz hatta düşünceli olur zannediyordum ama muzip bir ses tonuyla, "Tabi karıştırdın ortalığı, aldın da istediğini uyu istediğin gibi, küçük hanım." dedi.

Dudaklarımı büzdüm gülmemek için. Gerçekten de bu sefer sözlerimle ben ortalığı karıştırmıştım ama o da sabahleyin çok haince bir oyun oynamıştı.

"Kimmiş o istediğini alan?" dedim daha yeni tüm dünyanın yükünü üstümden atmamış gibi. Dudakları bu sefer kulağımı buldu.

"Aşeren kimdi?" dedi kulak mememi ısırmadan önce. O böyle dokunduğu sürece mayışan o isteğim tekrar uyanıyordu.

Onun tenine doyduğumu zannetmiyordum. Sadece şimdilik tatmin olmuştum. Bu doymuşluk hissiyatı kedi gibi geriniyordu ama lezzetli bir avı görünce geri çekileceğini hiç sanmıyordum.

"Bilmem, hatırlamıyorum." dedim tıpkı onun gibi işi pişkinliğe vurarak. "En son hatırladığım kocamın kanın beynime sıçrayacağı kadar beni sinirlendirmiş olduğuydu." diyerek bende onu vurdum.

Bir yandan da gülümsüyordum. O ise birden belimden tutup beni kendine doğru döndürdüğünde ağzımdan küçük bir çığlık kaçtı.

Burun buruna geldiğimizde üstümden sular süzülüyordu. Dengemi bulmak için onun omuzlarına tutundum. Küvet yuvarlaktı, üç dört kişinin sığacağı kadar genişti ama yine de bu ani hareketle birlikte su dışarı taştı.

"Siraç!" dedim yüksek sesle. Sesim banyonun içinde yankılanırken dudakları tüylerimi diken diken eden bir ifadeyle yukarı kıvrılmıştı.

"Daha yüksek sesle bağır." dedi buram buram vaat kokan bir sesle. "Bu diğerlerinin yanında kısık kaldı." dedi. Yaptığı imayı geç algıladığım anda omzuna bir tane yapıştırdım.

"Doğurduğumda görüşelim. Bu sefer tekme tokat sana dalmazsam bana da Elif demesinler." dedim o ise bunu umursamadı bile.

"Senin hafızan zayıflamış. "dedi gamzeleriyle canıma okurken. "Önce onu düzeltelim ondan sonra görüşürüz."

Başını geriye atıp bana baktı. Islak saçları, kısık gözleri ve sanki tek lokmada beni yutabilecek bir yırtıcının bakışlarına sahip lacivert gözleriyle üzerimde hain bir etkisi vardı.

Tüm bedenim ona ait olmak için sızlanıyordu.

"Benim hafızam gayet yerinde bir kere. Sana it dediğimi gayet iyi hatırlıyorum mesela." dedim.

O ise cıkladı. "Ama unuttukların var demek ki. Sana verdiğim sözü tutmadım mı?" dedi tenimi okşayan bir sesle. "Yoksa doymadın mı?" Yaklaştı. "Söyle Günışığı. " Alt bedenini bana bastırdı. "Öyle kolay geçmiyor bazı açlıklar." Büyük elleri belimde boydan boya dolandı. Dudakları ile sözcükleri soluğuma aksediyordu. "Eksik bırakırsam nasıl iyi bir koca olurum?"

Dokunuşlarıyla birlikte sözcükleri karşısında soluğum hızlandı. Hayır, tüm gün beraberdik. İhtiyaçlarım ve ibadetlerim haricinde söz verdiği gibi hiç rahat bırakmamıştı beni ama yine de dediği gibi doymanın yakınından bile geçmiyordum.

Şimdi kokusu dört bir yanımı sarmışken üzerime çöken yorgunluk hissi bile dağılmıştı ama abartıp abartmadığımızı bilmediğim için başımı geriye doğru çektim.

"Tebrik bekliyorsan çok beklersin." dedim sırf onu gıcık etmek için. "Sen o hakkını alık olmakla kaybettin, paşam."

Etkileniyor olsam da suratında beliren anlık huysuz ifadeden daha çok zevk alıyordum bu yüzden içten bir şekilde kahkaha attım bu haline.

"Sanki sabahleyin hesabını kesmemişim gibi." dedi ve dudaklarını ben gülerkendudaklarıma bastırdı. Alt dudağımı dişleri arasına alıp ısırdığında ağzımdan yalancı bir çığlık yükseldi. Dişlerini tenimde sürükleyerek bırakırken yalancıktan, "Ya bırak!" dedim. "Yedin bitirdin, yeter!" dediğimde o da güldü ama dudakları minik öpücüklerle aşağı doğru kaymaya başladı.

"Doymadım!" dedi benim aksime bu durumdan hiç şikayetçi değildi. "Yetmiyor..." diye tenime fısıldadığında başımı geriye doğru atıp gülümsedim.

"Fırtınam, felaketim, hasretim..." diye mırıldandım. Şarkının devamını bilir gibi aşağıdan bir bakış attı bana. Tüylerim diken diken oldu. Ben bu adama her zerremle aşıktım.

O da bunu biliyordu. Bin katı severcesine bana bakıyordu. Dudaklarını iki göğsümün arasına bastırdı.

Şarkının devamını söylemedi ama yetmediğini gösterircesine dudaklarıyla anlatmaya girişti.

Ben ise hem etkileniyor hem de nazlanıyordum ama sonra dudaklarının şirazesi kaydı. Benimde aklım kaydı ve ancak bir saat sonra ben neredeyse yorgunluktan bayılmak üzereyken banyodan çıkabildik.

Bütün yıkama işini o yapmış, bende onu görmediğim zamanların acısını çıkarırcasına kapanmak üzere olan gözlerimle onu izlemiştim.

Bornozumu giydirdiğinde kendi üstüne göğsü yarı açıkta olsa da bir bornoz giymeye tenezzül etmişti. Sonra saçlarımı usul usul kuruttu. Ayna da onun sanki mühim bir iş yapıyormuş gibi halini izledim.

İşimiz bittiğinde sürünerek ilerliyordum. Bunu fark etmiş olacak ki yatak odamızın girişinde kalçamdan tutup beni havaya kaldırınca bende bunu yapmasına alışmış olduğum için ellerimi hemen omuzlarına koydum.

Havada süzülürken kendimi onun boyundan dolayı kocaman hissediyordum. Yüzümde gevşek bir gülümseme vardı. Aşk sarhoşuydum belki de bilmiyordum ama kendimi durduramadan güldüm.

O ise alttan beni izliyor, gülüşüme bakıyordu. "Neden güldün Günışığı?" dedi gülüşümü içercesine lacivertleri yüzümde dolanırken.

"Bilmem," dedim. "Çocukluğum aklıma geldi sanırım." Sesim bile mayışmış gibi çıkıyordu. Beni yatağa bıraktığında yüzünde merak etmiş bir ifade belirdi.

Yatağın köşesinde ayaklarım sallanıyorken o ise beni giydiremeyeceği kadar uykumun gelmiş olduğunu anlamış olacak ki yatağın örtüsünü açtı ve sonra bana baktı.

"Neyi hatırladın?" dedi.

Gülümsemem genişledi, bu sefer buruk hissetmeden. "Babamı." dedim. Onun ise gülüşü yüzünde dondu. Babam hala onun için yaraydı biliyordum ama en son seferki gibi onun canını yakmak için babamı anmıyordum.

Gövdemi yana doğru kaydırıp kendimi yatağa bıraktığımda yumuşak bornozun içinden çıkan saçlarım yatağa doğru uçuştu.

"Ben küçükken," dedim gözlerimi kapatmadan önce. "Babamın üstüne tırmanmak en sevdiğim eğlencemdi. Üstelik bunu sürekli namaz kılarken yapardım."

Kendi kendime kıkırdadım. Üstüm onun tarafından örtülürken üzerimde tanıdık gölgesini hissedebiliyordum.

"Babam bana hiç kızmazdı hatta annem müdahale edemediği anlar da beni de taşıyıp öyle namaz kılardı. O zamanlar sanki bunlar bütün bir oyunmuş, ben de her şeyi en yüksekten izliyormuşum gibi gelirdi. Sanki bulutların üstündeymişim gibi."

Ellerimi havaya kaldırdım o yüksekliği göstermek istercesine ama ellerim tutuldu. Dudaklarına usulca bastırıldı.

"Tabi o zamanlar da o boya gelemeyeceğimi hissetmişim gibi hep kocaman gelirdi babam."

Hem sözlerine hem de avuçlarıma bıraktığı öpücüğe güldüm. Gözlerimi açıp yanıma oturmuş olan kocama baktım. Yüreğimden gelen bir sevgiyle onu izlerken onun da yüzünde yumuşak bir ifade vardı.

"Bir gün bir amca biz camideyken kızdı bana." dediğimde ise sanki o amca bunu şimdi yapmış gibi kaşları çatıldı.

"Daha iki- üç yaşları civarındaydım ancak ama hatırlıyorum. Babanı rahatsız ediyorsun, insene kızım babanın sırtından dedi. Tabi ben bastım yaygarayı çünkü babam hiç kızmamıştı bana. O adam kızınca hoşuma gitmedi. Tüm cami ağlama sesimle yankılandı resmen!"

Ben gülerken o da küçüklüğümü görüyormuş gibi gülümsedi ama hala adama kızmış görünüyordu.

"Adam söylediği söyleyeceğine pişman oldu o sözleri ama sonra babam namazı bitirdi. Hiç unutmam öyle kolay kolay sinirlenmezdi ama önce beni sakinleştirdi sonra sert bir ifadeyle baktı adama. Sen hiç namazda meleklerin etrafında dönmesini, sana cennetini vaat etmesini istemez misin bey amca diye sordu amcaya."

Siraç merakla bana baktı ama hoşuna gitmiş gibi gözüküyordu. "Adam ne dedi peki?" diye sordu.

Onun merakı hoşuma gidince uykusuzluktan bayılacakmışım gibi hissetsem de hevesle cevap verdim.

"Amca da beni ağlattığı için mahcup görünerek elbette isterim dedi. Babam bana bakarak gülümsediğini ve sonra amcaya dönüp ne diye o zaman benim meleğimi kaçırmaya çalışıyorsun. Üstelik bir de ağlattın onu deyişini hiç unutmadı çocuk aklım. Adam babamın karşısında dumura uğramıştı ama ben yüzümü babamın göğsüne gömmüş ilgi görmek için konuşmasının bitmesini bekliyordum."

İç çektim bu anının hatırasıyla. Siraç'ın beni izlerken düşünceli hale bürünen ifadesini göremeyecek kadar mutluydum o an.

Bana bakıp şefkatle, "Bazı şeyler hiç değişmemiş Günışığı." dediğinde ise alınmadan gülümsedim. Gerçekten de bazı şeyler hiç değişmiyordu. Ben hala ilgi bekleyen o minik kızı yüreğimde büyütüyordum.

Kapattım gözlerimi tekrar yaşadım sanki o anı.

"Gerçekten değişmiyor." dedim. "Sonra aylarca ben onun meleğiyim diyerek bu sefer hepten tepesine bindim ama benim için unutulmaz bir andır. Şimdi ne zaman namaz kılarken babasının etrafında dolanan bir çocuk görsem kendimi görür gibi olurum çünkü benim için kendimi en dokunulmaz hissettiğim anlar babamın sırtında olduğum anlardı."

Bir daha gözlerim açılmadı. Onun da sesi çıkmadı. Dudaklarını yanağıma bastırdığında, "Şimdi sen öyle beni taşıyınca aynısını hissettim. "dedim.

Yanıma uzandığını yatağın çöküşünden hissettim. Sonra beni kolları arasına aldı. Göğsüne usulca sokulurken, "Bu sefer sen taşıdın beni kollarında." dedim. Başımın üstüne dudaklarını bastırdı.

"Benim meleğim oldun." dedi sevgi dolu bir sesle. İç çektim, dünyanın en huzurlu yeri burasıydı.

"Ama bu sefer tek değilim." dedim. Bu son bilinçli sözlerimdi.

O karnımı okşayıp, "İki melekleyim." diye mırıldandığında çoktan bilinçsizliğin kollarına teslim olmuştum.

"O da bir gün senin baban gibi bir babası olmasını isteyecek mi?" diye sorduğunda cevap veremedim bu yüzden.

İç çekip canını yakan bir gerçekle yüzleştiğinde ona sıkı sıkı sarılmayı dilerdim.

"O da yalnızca Allah karşısında boynunu büken bir babaya kahramanım demek istemez mi?"

Sorusunu rüya sanmasaydım tüm yüreğimle cevap verirdim çünkü bu benim en büyük hayalimdi ama gerçek olmaz korkusuyla yalnızca Rabbime fısıldıyordum.

Belki duyar diye.

Duyar da bu mucizeyi bize nasip eder diye.

⚜️🔱⚜️

Ertesi gün onca aydan sonra ilk defa tam manasıyla huzurluydum çünkü geçmişle ilgili hesap defterini sonunda kapatmış gibi hissediyordum. Elbette hala beklentilerim vardı ama kendime dair ukdelerimle, onun içinde kalanlarla yüzleşmiş ve sakinleşmiştim.

Üstümde derin bir sakinlik pelerini giymiş gibiydim. Üstelik bugün Aziz Nehar yaptıkları hakkında hesap verecekti ve yarın bebeğimizin cinsiyetini öğrendikten sonra sonunda bir zehirli sarmaşık gibi onu yiyip bitiren kuruldan kurtulmak için harekete geçecekti.

Bu iki stresli duruma rağmen ben bebeğimizin cinsiyetini öğreneceğimiz için heyecanlıydım yalnızca.

Akşam için Emel Abla her şeyi hazırlamış olsa da son hazırlıklar için mutfakta düzenlemeler yaparken Eylül içeri girdi.

Onu uzun zamandır hep bir yoğunluk içinde ya da yorgun bir şekilde görüyordum. Kendini oyalamak için bu yoğunluğa sarıldığını düşünüyordum ama bu konu hakkında yorum yapmak bana düşmezdi.

O da çok zor bir dönemden geçiyordu. Babası sevdiği herkese ihanet etmiş ve onu da sevdiklerinden uzaklaştırmıştı.

Bunu kaldırmak onun için çok zordu ama bugün içeri girdiğinde uzun zaman sonra ilk defa eski Eylül'ü gördüm karşımda. Bal rengi gözleri ışıl ışıldı. Saçlarını tepesinde topuz yapmıştı. Üstüne mor bir kazak, altına ise yüksek bel siyah pantolon giymişti.

Bugün tekrar Aziz Nehar'la yüzleşecek olan o olmasına rağmen bu halde olmasına şaşırdım ama ben kimdim ki mutluluğunu sorgulayacaktım?

"Nasılmış benim gebişim?" diyerek yanağımı öptü. Genişçe gülümsedim. Başımla karnımı işaret ettim.

"Hamile ve sürekli yiyor." dedim. Bu sözlerim onun kıkırdamasına sebep oldu.

Ben ise hiç gülmüyordum bu duruma. Ağlayacak göz yaşım kalsaydı buna da ağlardım muhtemelen.

Geçen gün domatese takmışken bugün bir köşede tahin kavanozu vardı. Canım o kadar çok tahin çekmişti ki Mehmet dedemi çarşıya yollayıp hakiki tahin aldırtmıştım. Şimdi de dibindeki sert kısmından gidip gelip kaşıklıyordum.

Annem bile artık bu aşerme durumuma şaşkınlıkla bakıyordu çünkü hem tatlı hem de tuzlu aşeriyordum.

Bu yüzden cinsiyeti tahmin edemiyorlardı. Bende zaten tahmin edilsin de büyüsü kaçsın istemiyordum.

Bizim minik de şimdilik gizemli davranıyor kendini belli etmiyordu. Daha doğmamış bebeğe don biçmek gibi olacaktı ama bu da bana çok fena babasını hatırlatıyordu.

Eylül üstümdeki siyah tişörtün üstünden karnımı sevdi. Daha hazırlanmamıştım. İnce tişörtten karnım daha belirgin bir şekilde gözüküyordu.

"Olsun." dedi. "Şifa olsun benim yeğenime! Yeter ki sağlıklı olsun da." Benim de tek temennim buydu ama yine de boğazımı durduramazken nasıl sağlıklı olacaktım ki?

Kilo aldığımı fark ediyordum ve bu sinir bozucu bir durumdu. Ne kadar kocam bu durumun hoşuna gittiğini tüm gün boyunca kanıtlasa da.

Dokunuşuyla.

Ağzıyla. Dün boyunca resmen evden ayrılmamıştı. Sırf bunu kanıtlamak için.

Yoksa hiç başka sebepten değildi.

Yersen.

Hatırlayınca yanaklarımın kızardığını hissettim bu yüzden Eylül fark etmeden, "Amin!" dedim ve konuyu değiştirdim. "Yeni bir gelişme var mı? Her şeyi neredeyse hazır ama bu düğün ve kınayı ne zaman yapacağımızı bilmiyoruz bir tek."

Eylül eli hala karnımdayken bana baktı ve omuz silkti. "Ben her şeyi ayarladım. Siraç ve Demir ne zaman güvenliği ayarlarlarsa o zaman olacak. Zaten düğün kapalı yerde olacak. Kınayı ise bu evde yapmamızı söylemiş Siraç."

Bizzat Siraç 'la konuşmadığını öğrendiğimde yüz ifadem ciddileşti. "Benim işime gelir. Zaten burada sıkıntıdan ölüyordum. Üstelik aylardır da erteleyip duruyorsun." dedim ama asıl aklıma takılan bu değildi.

Onların ilişkisiydi. "O günden beri..." dedim tereddütle. "Hiç mi konuşmadınız?"

Eylül gülümsemeye devam etti ama yüzünde bambaşka bir ifade belirdi. Bun duygunun sonra umut olduğunu anladım .

"Bugün DNA testleri geldi." dedi. İhtimallerden dolayı kalbim hızlandı.

"Sonuç?" dedim ona doğru bir adım atarak. Heveslenmemeye çalışıyordum çünkü yüz ifadesi mutlu olsa da emin olamıyordum.

Ama o umudumu gerçek kıldı. "Onun kardeşi olduğum kesinleşti." dedi, buna sevindiğini gösterircesine dişlerini göstererek gülümsedi. "Diğer DNA testleri de çıkmış." diye devam etti. Elini karnımdan çekti ve tezgâha sırtını yasladı.

Yine de yerinde duramıyormuş da heyecanını bastırıyormuş gibi duruyordu.

"Aziz Nehar, Siraç'ın babası. Annem onun da annesi." dedi. Gözleri ışıldadı resmen. "Annelerimiz aynı babalarımız ise farklı ama kardeşiz."

Aziz Nehar hakkında olumsuz düşündüğünü biliyordum ama yine de mutlu gözüküyordu. Bu yüzden kollarımı açtım ve, "Sonunda! Sonunda her şey ortaya çıktı. Şükürler olsun!" dedim. Bu uğurda çok acılar çekilmişti.

Yüreğimden geçen bir sevinçle, "Senin artık bir abin var." dediğimde güldü ve kollarıma atıldı.

Bana sıkı sıkı sarılırken, "Niye bu kadar mutluyum, bilmiyorum. Yaşanılan bunca acıya rağmen ve Aziz Nehar'a gıcık oluyorken sonuçların pozitif olması beni çok mutlu etti." dedi kulağıma doğru.

Sırtını sıvazladım. "Çünkü bir ailen var." dedim onda aylardır gördüğüm yoksunluğu dile getirerek. "Zaten vardı, biz vardık ama artık gerçekte de bir ailen var. Bir annen, bir abin ve," Başımı geri çekip ona baktım. "Anneni hala takıntılı bir şekilde seven Siraç'ın babası var."

Eylül'ün yüzünde uyuz olmuş bir ifade belirdi.

"Gıcık oluyorum o adama." dedi hoşnut olmadığını dile getirmekten hiç çekinmeyerek. "Resmen annemle birlikte yaşamaya başladı. Ne zaman yanına gitsem 5 dakika yalnız kalmamıza izin vermiyor. Üstelik sürekli bana pchela deyip duruyor."

Kaşlarımı havaya kaldırdım. "O ne demekmiş?" dedim.

Sinirle iç çekti. "Bal arısı." dedi bir kez daha gıcık olduğunu ifade edercesine ama bu benim kahkaha atmama sebep oldu.

"Seni seven adamlar tarafından balın her türevi olarak ilan edildin, Eylül." dedim. O ise bu işten hiç memnun değildi.

"O adam beni sevemez." dedi sanki bu mümkün değilmiş gibi. "Ben onun en büyük düşmanının kızıyım. Üstelik Demir bu hitabı duyduğunda neredeyse adamı dövmeye gidecekti." Kıs kıs güldü. "Bir tek o bana bal diyebilirmiş. Zaten adamlarına uyuz oluyormuş."

Benim aklım ise Demir'in sözlerine değil Eylül'ün sözlerine takıldı. Demir her zamanki Demir'di çünkü.

"Bana kalırsa eğer Melek Hanımın tekrar gönlünü kazanmak, onun iyileşmesine yardımcı olmak istiyorsa seninle arasını iyi tutmak zorunda." dedim.

Bu kesin bir gerçekti. Melek Hanım çocukları için herkesi harcayabilecek bir kadınmış gibi geliyordu bana.

Özellikle yaşadıklarından sonra.

Eylül bu sözlerim üzerine ciddileşti. "Benimle hiçbir şey yapmak zorunda değil. "dedi bu mümkünmüş gibi. "Anneme iyi geldiği sürece sorun çıkartmayı düşünmüyorum." Tekrar sırtını tezgaha yaslarken yüzünde ciddi bir ifade belirdi.

"Görünen o ki annem her ne kadar istemiyormuş gibi gözükse de bu adam ona iyi geliyor. Yeni doktorları da tamamen iyileşme konusunda ümit vermeseler de akli dengesini tekrar bulabileceği konusunda ümitliler. Onun yanında birileri olduğu ve travmalarıyla yüzleştiği sürece daha da iyiye gideceğine inanıyorlar. Bende ümit etmeye korksam da gittiğim her seferinde onun yanından daha da umutlanarak ayrılıyorum. Onu görmeye gittiğim her seferde tekrar bir şeyleri unutmasının korkusunu yaşıyorum ama bana geçen gün Demir'i bile sordu biliyor musun?"

Bakışlarında beliren hüzün yalnız geçirilen çocukluğuna aitti. Her şeyi unutan bir anneyle büyümek zorunda kalmış bir kızın umuduydu bu.

"Evleneceğimizi söylememiştim ama Aziz Nehar söylemiş. Bana mutlu musun diye sordu. Demir hep iyi bir çocuktu. Onun seni sevdiğini daha küçükken bile biliyordum dedi. " Başkaları için küçük ve belki de önemsiz ayrıntılarken Eylül için bu gelişme bile o kadar büyüktü ki onun yerine benim canım yandı. Annesi onu önemsiyordu ve Eylül bu umuda hayatını adayabilirdi.

O gülümserken ben hüzünlendim.

"Onun için çok önemlisin Eylül." dedim bu yüzden. Bir anne adayı olarak daha tam anne olamasam da anne ve çocuk arasında kurulan bağın çok ayrı olduğunu anlayabiliyordum.

Sanki ruhumdan bir parçayı ona veriyormuşum ve o bağı tüm ömür boyu sevgiyle büyütecekmişim gibi bir histi bu.

"Eğer o adam sana kötü davransaydı içimden bir ses annenin ona tamamen sırtını döneceğini söylüyor. Melek Hanım evlatlarına çok düşkün. Onu kısacık bir zamandır tanıyorum ama bunca yaşadıklarına rağmen eğer sen olmasaydın hayata tutunabileceğini zannetmiyorum ben."

Eylül bunun farkında değilmiş gibi gözüküyordu ama bunu söylediğim zaman suskunlaştı. Yere bakarken gözlerinde düşüncelerin dolaştığını görebiliyordum.

Sonra o düşüncelerden sıyrılırcasına, "Her neyse..." dedi. Geniş bir şekilde tam Eylül gülümsemesiyle gülümsedi. "Sonuçta bugün annem de buraya gelecek. Ben asıl Siraç'la nasıl olacaklar bunu merak ediyorum."

Heyecanlı gözüküyordu. Sanki hastaneden sonra bir araya gelişi yaşayacaktık.

Bende merak ediyordum. Bir anne olarak ilk defa yüzleşeceklerdi ve Siraç bu konuda sessizliğini korumaya devam ediyordu ama merak ettiğim başka bir şey vardı.

"Sen nasıl olacaksın onunla?" dedim tekrar aynı soruyu ona sorarak. Ellerimi tezgâha yaslayıp ona baktım. Esin ölmüştü. Bu süreçte Siraç onun ölüsüyle bile uğraşmak zorunda kalmıştı.

Bir araya gelmediklerini biliyordum çünkü eğer böyle bir durum yaşansaydı Eylül kesin bana anlatırdı.

Eylül omuz silkti. "Aynı." dedi sanki bu konuyu gözünde büyütmek istemiyormuş gibi. "O zaten benim abim gibiydi. Sen gelene kadar hayatında tuttuğu tek kadın bendim ki o zaman bile bunun onun için ne kadar zor olduğunu biliyordum. Beni kendi çapında önemsediğinin de farkındayım. Bu yüzden ne ben ona farklı davranırım ne de onun farklı davranmasını beklerim."

Eylül'ün ona verdiği değeri baştan beri görüyordum. Siraç'ta göstermese de ona aynı şekilde değer veriyordu ama yine de arada içinde kalan ukdeler olduğuna emindim.

"Yani sana yakın davransın istemez misin?" dedim bu yüzden. Siraç ona sarıldığında bana gelip ağlayan Eylül'dü karşımdaki. Saklamaya çalışsa da bu konuda yaralı olduğunu görmüştüm. Ama, "Hayır." diyerek beni şaşırttı ve tezgâhta duran havuç toplarından birini eline aldı.

Yemeden önce, "Eskiden olsa buna evet derdim ama öğrendiklerimden sonra ben yalnızca ona anlayışla yaklaşabilirim." Sözleri birden ciddileşti. "Bana attığı her adım için minnettarım Elif."

Havuç topu ağzındayken konuşmaya devam etti. Konu ciddi olsa da ağzı dolu olduğu için gülesim geliyordu.

"Bence güvensizlikleri onu hayatta tutmuş. Bunun için onu yargılamak bana düşmez. Aksine ondan nefret eden ve onun hayatına mal olmuş bir babam olmasına rağmen beni onunla bir tutmayıp hayatına aldığı için ona olan saygım ve sevgim de arttı çünkü yapabilirdi." dedi yalın bir acıyı dile getirircesine.

"Benden nefret edebilirdi ve ben bunu engellemek için hiçbir şey yapamazdım."

Haklıydı, haddinden fazla olgun düşünüyordu ve ben bir kez daha hayran kaldım Eylül'e. Her zaman herkesten daha farklı düşünüyordu. Ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra, "Bu yüzden o benim abim demekten mutluyum. Yanındayım, onun da ihtiyacım olduğunda benim yanımda olduğunu biliyorum. Şimdilik bu kadarı yeterli. Daha fazlasına ihtiyacım olursa da bundan sonra harekete geçmek için beni hiçbir şey tutamaz."

Gerçekten de tutamaz gibi gözüküyordu. Görünen o ki tahammülü kalmamış olan tek ben değildim.

Yeni bir havuç topu almadan önce bana bir bakış attı. "Malum, yıllarca Demir Efendiyi bir yanlış anlaşılma uğruna beklemek zorunda kaldım."

Gözlerini devirdiğinde kıkırdadım ama Eylül'ün bu konuşmaları da bana aslında çok farklı bir bakış açısı kazandırmıştı. Siraç'ın hayatında sakin ve sabırlı insanlara ihtiyacı vardı. Onun yaşadığı hayatta kötü insanlar, yaşanılacak kötü olaylar varken de bu metanet yegâne ihtiyaç duyulandı.

Benim de sahip olmam gereken bir duyguydu bu. Uzun zamandır yaşanılanları kabullenemediğim için yitirdiğim bir duyguydu. Bu yüzden tekrar aynı davranışa dönmem gerektiğini hissettim.

"Her eve senin gibi birisi lazım, bal kazanı." dedim düşüncelerimden sıyrıldıktan sonra. Uzanıp kolunu sıvazladım. "Sen hem bizim neşemizsin hem de her şeyden güzellikler çıkartabiliyorsun. Çoğu zaman ümitsizliğe kapıldığımda beni bile o karanlıktan çekip alan da sendin. Cidden, her insanın yapabileceği bir şey değil bu. Yüreğinin güzelliğinden."

Eylül'ün yüz ifadesi yumuşadı. Sevildiğini bilen ama en çok daha güzel seven yüreği güzel bir kadındı karşımdaki.

"Yalnızlığın ne demek olduğunu biliyorum ben, Elif." dedi, bununla gerçekle artık bir problemi yokmuş gibi." Bu yüzden olanın değerini bilmek ve onu korumaya çalışmak sadece bu." O sıradan bir şeymiş gibi dile getirse de bu yalnızlık benim canımı yaktı.

"Yoksa her daim pozitif düşünen biri olduğum için değil. Bende ümitsizliğe kapılıyorum ama sizin gibi karamsarlığa düştüğümde kendimi ayakta tutabilecek bir yapım yok. Bu yüzden umudu tercih ediyorum."

Gözleri tekrar karnıma kaydı. "Bu yüzden her şeyin eninde sonunda güzel olacağına inanıyorum." Bana döndüğünde bakışlarındaki şefkatle birlikte aramızdaki bağın güzelliğini hissettim.

Bebeğimi kast ederek, "O gerçekten bizim için mucize olacak, biliyorsun değil mi?" dedi bir kehaneti dile getirircesine.

Bunu bende en derinlerimde hissediyordum.

Farkındalığımla birlikte şefkatle karnıma dokundum. Artık dokunuşlarımda varlığını daha net hissedebiliyordum. Her dokunuşumla birlikte ona sıkı sıkı tutunuyordum.

"Tüm aileyi birbirine sıkı sıkı bağlayacakmış gibi hissediyorum. Gerçekten bize iyi gelecek halteyinin bir tanesi!"

Böyle söyleyince ikimiz de güldük. Eylül her zamanki Eylül'dü. Neşemdi, çok güzel bir hala olacaktı.

Bu yüzden söylemediğimi hatırlayarak bana kızacağını bilsem de, "Yarın inşallah cinsiyeti öğreneceğiz." dedim ve tam tahmin ettiğim gibi tepki verdi.

Kulaklarımı acıtacak şekilde bir çığlık attı.

O çığlıkla birlikte yerimden sıçradım ama o bunu fark etmedi bile. "Nasıl?" dedi dehşete kapılarak. "Benim bundan nasıl haberim olmaz?" Bir an uyuyan devi uyandırmış gibi hissettim ama geçmişti borun pazarı.

Bu konuda beni kesin paralayacaktı. Bu yüzden onu sakinleştirmek için onun aksine uysal bir sesle konuştum.

"Konuşmaya fırsatımız olmadı ki şimdi söylüyorum işte! Siraç'ı bekliyordum bende. Yoksa Serra Hanım çoktan bildiğini söyledi. Kadın tüm kontrol boyunca on kere bak öğrenmek istiyorsan hemen söylerim, Elif. İçimde tutmaktan şişerim ben dedi."

Eylül kıkırdadı bu sözlerden sonra. "O kadın deli bence." dedi. Buna kesinlikle bende katılıyordum. Ama sonra haklı bir sitemle, "Bunun için organizasyonlar var. Eğer haber verseydin, hemen ayarlamaya başlardım." deyince böyle şeyleri bilmediğim için boş boş bakmakla yetindim ona sadece.

O ise benden adam olmazmış gibi kınayan bir ifadeyle bana baktıktan sonra iç çekti.

"Bende çok heyecanlıyım ama sevmiyorum, biliyorsun." dedim özür diler gibi gülümseyerek. Gerçekten hiç sevmiyordum. Ben sakinlik ve sadelik insanıydım.

Yani kocamın tam zıttıydım.

Benim için mühim olan ailemle birlikte bu güzel haberi samimi bir ortamda kurtulmaktı. Bu samimiyetle birlikte bağlarımızı daha da kuvvetlendirmek istiyordum ama bu da şimdilik yalnızca bir hayaldi.

Bugün bir araya geliniyor olsa da Aziz Nehar hala bir düşman konumundaydı. Neler yaşanacağını tahmin bile edemiyordum.

Ben sadece her şeyin iyiye gitmesini umuyordum. Bu yüzden, "Bana sitem ediyorsun ama senden de hiç haber alamadık, Eylül Hanım." dedim. "Siz nikahı kıydıktan sonra o kadar olay oldu ki Demir'le ne durumdasınız bundan bile haberdar değilim."

Eylül konuyu değiştirmem ile birlikte surat astı. "Kocası kılıklı olmaya başladın iyice sen. Konuyu yine istediğin yöne çekiştiriyorsun." deyince alınmadan güldüm.

Çiftler birbirine benzer diyorlardı zaten. "Üzüm üzüme baka baka..." derken o hala yemekle meşguldü. Ben ise tekrar tahine yönelmekle. Gerçekten mutfakta durmak insanın sürekli bir şeyler yeme isteğini tetikliyordu. Bunun başka bir açıklaması olamazdı.

"Sen konuyu dağıtma da bana cevap ver." dedim kavanozu elime aldığımda. Eylül surat asmaya devam ediyordu ama yanaklarının hafif kızarmaya başladığını gördüğümde bizim dağılmak üzere olan ilişkimizi toplarken onların da ilerleme katettiğine emin oldum.

O da sorumu ciddi manada düşündü ve bana dürüstçe cevap verdi.

"Pek mühim bir şey yok aslında. Birlikte yaşıyoruz." Etrafına bakarak yaşadıkları anları hatırladı sanki. " O kırk yıllık evliymiş gibi sürekli eve geliyor ve her seferinde benden yemek bekliyor. Bende zıkkım ye, az ye de uşak tut dağ ayısı diyerek her gün onu paylıyorum." Söylediği söz karşısında kıkırdadım çünkü gerçekten onlar bir arada olunca neşem yerine geliyordu.

"Sürekli didişiyoruz ama..." bir an duraksadı. Yüzünde gerçek bir huzur belirirken. "Mutluyum ya! Yani ne kadar daha cicim aylarını yaşamadan birbirine kışkırtan yaşlı çiftler gibi olsak da ev artık bir yuva gibi hissettiriyor."

Onun da tam olarak ihtiyacı olan buydu zaten. Yılları yanlış insanların yönlendirmeleri yüzünden kaybetmişlerdi. Şimdi dilediğince kaybettikleri zamanı telafi etmelerini istiyordum.

"Dedem hep derdi ki, insanoğlu topraktan yaratılmış yadigarım. Hiçbir toprak tohumu ekilmeden kendini yurtlu saymaz. Bir kadını bu yüzden toprağa benzetirler atalarımız çünkü bir kadın kalbine sevgi tohumu ekilmeden kendini tam olarak bir yere ait hissetmez. Bu erkeklerde nasıl bilmiyordum ama dedem bunun için de demişti ki onlar da köklerini bir yere bağlamadıkça aynısını hissedermiş." İç çektim gerçekten böyle olduğunu düşünerek.

"Demir de bu şekilde hissediyordur eminim."

Bu sözlerden sonra tahin dolu kaşığı ağzıma attım.

Ben işin felsefi ve ruhsal yönüne bakarken Eylül dan diye, "Demir şimdi burada olsaydı bundan da bebek yapmamız gerektiği sonucunu çıkartırdı." diyerek ağzımda kaşıkla donmama sebep oldu.

Ağzımdan kaşığı şok olmuş bir şekilde çıkartırken onun da dalgınlıkla bunu söylediğini fark ettim çünkü bu sözlerden sonra, "Yani işte toprak ve tohumdan bahsettin ya! O da düz mantık bir erkek sonuçta." diyerek mum dikti kırdığı pot üzerine.

Ben ise artık hamile bir fesat olduğum için, "Niye siz yaşadınız mı bir şeyler..." diyerek hiç çekinmeden asıl soruyu soracağım sırada Eylül elleri yanmış gibi ikisini de havaya kaldırarak.

"Hayır!" dedi yüksek sesle. "Hayır olmadı öyle bir şey." Sanki mahkemede yargılanıyormuş gibi tepki verince dayanamayıp kahkaha attım. Yanakları kıpkırmızı olmuştu.

O ise sanki alev almış gibi tezgâhtan uzaklaştı ve bir o yana bir bu yana döndü kendini sakinleştirmek için. Ben ise hala gülüyordum.

"Valla olmadı bir şey!" dedi yüksek sesle. "Düğün yapılmadan izin verir miyim ben? Sadece âdi durmuyor yerinde." dedi yılmış gibi. " Sürekli eli, gözü üstümde."

Ateş basmış gibi eliyle yüzünü yellerken roller değişmiş olacak ki bu haline kıkır kıkır gülmeye devam ettim.

"Gülme!" dedi ama güldüm. "Bak gülme!" derken üzerime yürüdü ama umurumda bile değildi. O da beni az kızdırmamıştı bu konularda.

"Kurt ve kuzu hikayesine benziyor ama." dedim nefes almaya çalışırken. Bu onu daha da sinirlendirdi. Dudaklarımı birbirine bastırdım nefes almak için ama sonra, "Kurt kuzuyu eninde sonunda avlar Eylül, vazgeç bu sevdandan." dedikten sonra suratında öyle bir dehşet ifade belirdi ki tekrar bu sefer onun yüz ifadesine gülmeye başladım çünkü görünen o ki tam olarak bundan şikayetçiydi.

Beni durduramayacağını fark edince sonunda pes etti. Yılmış gibi gözükürken sitem edercesine, "Bende buna engel olmaya çalışıyorum ama bu da can ya!" deyince gülmekten yerlere yattım artık ve bu mecazen değildi.

Tezgâhın köşesine çökerken gülmekten nefes alamıyordum.

"Valla bıktım!" dedi halimi umursamayarak.

"Ne zaman olacak bu düğün, kırmızı kar yağınca mı? Neden artık bir tarih vermiyorlar. Sözümde duracağım diye keşiş hayatı yaşıyorum burada ama adam şeytan gibi sağdan soldan her gün dibime dibime yanaşıyor. Aklımı seveyim nerden inat ettim de düğün yapmadan seni koynuma almam dedim ki ben buna!"

Artık gülmekten kurt gibi uluyacaktım yakında. Tezgâhın dibine oturup gülmekten gelen göz yaşlarımı silerken içeriye cümbüşü duymuş gibi Nergis girdi. Ardından da Aslı Abla. Gülmekten geldiklerini duymamıştım bile.

"Ne oluyor burada?" dedi Aslı Abla. Nergis ise benim gülüşüme karşı gevşek bir şekilde gülümsedi ve Eylül'e baktı. Eylül hem stresten hem de ani patlamanın etkisiyle kıpkırmızı olmuştu.

"Bağırma sesin dışarıdan geliyordu. Kurt, kuzu bir şeyler dediniz anlamadık. Hayırdır av falan mı var?" Başını eğip imalı bir şekilde baktı ve, "Kim kimi yiyiyor?" dedi her zamanki gibi kaostan eğlence bularak.

O zaman duyduklarını anlayan Eylül yüzünü elleri arasına gömdü ve, "Yok et beni Rabbim! Şu an şuraya gömüleyim." dedi.

Ben gülüyordum, Nergis bilmiş bir şekilde sırıtıyordu. Tam olarak hain arkadaşlar gibi davranıyorduk.

Bu yüzden ihale Aslı Ablaya kalmış olacak ki gidip Eylül'ün sırtını sıvazladı ve o meşhur tavsiyelerinden birini verdi.

"Zifaf gecesi size helal artık ablacım. Geciktirmek evliliğe fesat getirir." dedi açık açık.

Bu konu burada konuşulmamalı, bende burada höykürerek gülmemeliydim çünkü oklar bana dönseydi kıpkırmızı kesilirdim. Üstelik Aslı Ablanın son tavsiyesini dinleyeli bir gün bile olmamıştı.

Bana dün ne yaptınız diye sorsaydı muhtemelen yerin dibine girecek olan kişi ben olurdum.

Eylül ellerini yüzünden hafifçe çekip başını kaldırarak Aslı Ablaya baktı. "Öyle mi?" dedi tereddütle sanki verdiği sözü bozmak için bir açık bulmuş gibi.

Eğer bu denli dertli olduğunu bilseydim bende ona anlatırdım ama Aslı Abla büyüğümüz olarak onu daha kolay ikna edebilirdi. Üstelik bende resmi nikah kıyılana kadar benimkini bekletmiştim. Bu yüzden pek konuşmaya hakkım yoktu.

"Öyle ya sonuçta evlilik de bir çeşit anlaşmadır ve evliliğin tamamlanması için zifaf gecesinin yaşanması icap eder."

Eylül, Aslı Ablanın anlayışlı yüz ifadesine karşılık biraz olsun normalleşerek olduğu yerde dikleşti. "E ama düğün günümden sonra yaşansın istiyordum ben. Öyle düşünmüştüm hep." dedi.

Aslı Abla onu utandırmayacağını bilse gülecekmiş gibi duruyordu ama bizim hiç öyle dertlerimiz olmadığı için Nergis'le ikimiz güldük.

O da bize ters ters baktı ama umurumuzda değildi işte.

Aslı Abla yine anlayışlı bir sesle, "Emin ol düğünden sonra yorgunlukla birlikte yaşamak daha zor." dedi. İnsanın bedeni aylarca verdiği hazırlığın stresinde olduğu için zaten yeterince gergin oluyor. Eğer sende istekliysen sürekli engelleyip durmanın da bir manası yok."

Eylül ona tereddütle bakarken kısa bir sessizlik oldu.

Aslı Abla da Eylül'ün daha fazla üstüne gitmek istemiyor olacak ki bana doğru döndü. "Yardıma geldim ama her şey bitmiş gözüküyor. Benim adam da bugün burada olacakmış. Sen de gel Elif'e destek olursun dedi."

Diz çöktüğüm yerden karnımı tutarak ayağa kalktım. Biraz daha gülseydim doğuracaktım herhalde, ellerimin tersiyle yanağıma süzülen göz yaşlarını silerken, "Bir şey kalmadı abla. Emel Abla her şeyi hazırladı. Annem de akşam geç gelecekmiş ama o da geleceğini ve yardım edeceğini söyledi. Ben sadece eksik gedik var mı diye kontrol ediyordum zaten." dedim.

O da keyifle bakışlarını karnıma doğru çevirdi. "Öyle olsun bakalım, sen kendini zorlama da." dedi.

Dün yeterince zorlamıştım ama bu konuyu açmaması için Allah'a dua ediyordum. Neyse ki imdadıma Nergis yetişti.

"Bende Aslı Ablanın peşine patronun emriyle takıldım ama iyi oldu geldiğim. Tam cümbüşe düştüm." dedi keyifle sırıtarak.

Eylül utancını öfkesinden çıkartırdı ki yine öyle yaptı. Çirkef modunu açıp, "Senin hesabın doluyor Nergis Hanım." dedi Nergis'e. "Sen bugün Aziz Nehar'a hayran hayran bakacaksın nasıl olsa." Ona doğru bir adım atıp ellerini göğsünde kavuşturdu. "Bende Umut'a bu hayranlığını çıtlatmazsam bana da Eylül demesinler."

Eylül'ün tersine denk geldiğini anladığını anlayan Nergis her zaman ki gibi durumu ciddiye almadı ve omuz silkti. "Azıcık kıskançlıktan zarar gelmez. Hem ilişkiyi diri tutar." dedi gamsız bir şekilde. Sonra hin bir şekilde sırıttı. "Senin aksine ben kaçmam."

Eylül onun bu meydan okumasına karşı şaşırmış gibi kaşlarını kaldırırken, "Ne yani yatacak mısın adamla?" diye sorduğunda Nergis sırıtıp bana doğru döndü.

Böyle durumlarda başlar bana doğru çevrilince geriliyordum çünkü her an kabak benim başıma patlayabilirdi.

Tecrübeyle sabit bir durumdu bu yaşadığım.

"Neyse, zaten ben senin için geldim. Patron bir tane gri elbisen varmış onu giymeni söyledi. Modaya mı ilginiz var diye espri yaptım ama ters ters baktı bana. Gergindi, bu yüzden bende şansımı daha fazla zorlamadım tabi."

Bunu anlatırken ki alaycı ifadesine gülebilirdim ama bunu istemesine şaşırdım yalnızca. Bugün sabah ne giysem diye kendi kendime söylenirken bu elbiseye de bakmıştım. Elbise kışlıktı ve hamileler içindi ama bel oyuntusu fazla olunca karnıma tam oturuyordu. Bende karnımı çok belli etmeyi sevmediğimden vazgeçmiştim.

Siraç'ta bu sırada hazırlanıyordu ama bana dikkat ettiğini fark etmemiştim çünkü hem hazırlanıyor hem de telefonla konuşuyordu.

"Neden istedi ki acaba? Daha önce kıyafetime karışmamıştı." dedim merakımın içinde kaybolmuşken. "Garip."

Onlar da benimle aynı fikirde gözüküyorlardı.

Nergis'e ve Aslı Ablaya baktım ama bir şey bilmiyorlarmış gibi gözüküyorlardı üstelik sonra konu değişti ve bende izin isteyip hem akşam namazını kılmak için hem de giyinmek için yukarı çıktım.

Abdest alıp, üstümü giyindim. Hala Siraç'ın neden bu elbiseyi istediğini bilmesem de ne diyeceğini merak ettiğimden gri elbisemi giydim. Namaz kıldıktan sonra tam son rekattayken kapının açıldığını duydum.

Selam verirken ardımdan gelen adım sesleri sertti ve bana yalnızca birinin geldiğini düşündürttü. Başımı yana doğru çevirdiğimde o birinin benimki olduğunu gördüm. Bir hışımla içeri girmiş, üstündeki gömleği çıkartıyordu.

Ona bakmak için yana dönerken gömlek de aynı hızdan nasibini aldı ve kollarından kurtulduğu gibi yatağa fırlatıldı. Normalde düzen takıntılı bir adamdı. Kıyafetlerini fırlatmayı sevmez, her şeyin düzenli olmasına dikkat ederdi ama acelesi varmış gibi duruyordu.

Beni fark edip etmediğinden bile emin değildim. Yüzü bana dönük olduğu için yüz ifadesini de göremiyordum ama arkası da şimdilik keyifleneceğim bir manzara sunuyordu bana.

Geniş sırtı yürüdükçe dalgalanan kaslarına ev sahipliği yapıyordu. Sırtındaki yaralar ruhundaki yaralar kadar derindi. Belki çoğu insana çirkin gözükebilirdi ama benim için gücü temsil ediyordu.

Onun çok güçlü olduğunu görüyordum yalnızca. Adamı seccadenin üstünde kestiğimi fark edince, "Tövbe ya Rabbi çok tövbe!" dedim kendi kendime.

Sadece yarattıklarına karşı bir hayranlık benimki.

İç sesim bile bu bahaneme inanmazken duaya odaklanamayacağımı bildiğimde tövbe çeke çeke yanımdaki koltuktan destek alıp ayağa kalktım.

Gerçekten bu adam beni yoldan çıkarıyordu. İyi ki hemen evlenmiştim de bu günahtan kurtarmıştım kendimi.

Bu şekilde içten içe söylenirken bile gözlerimi ondan ayırmıyordum. Giyinme odasına doğru ilerlediğini görünce seccademi de kaldırıp bir kenara koydum ve üstümdeki elbiseyi düzeltip girdiği odaya doğru ilerledim.

İlgi budalası değilsem neydim bilmiyordum ama resmen beni görsün, istediği elbiseyi giydiğimi bilsin diye fıtı fıtı yanına gidiyordum.

Bir de tabi rahat rahat onu kesmek için de olabilirdi bu isteğim.

Giyinme odasının içine girdiğimde kumaş pantolonunun çıkartmış ve siyah bir kot pantolon giymişti. Sanki ciddi bir işe odaklanmış gibi başı eğilmiş kaşları hafif çatık bir şekilde kot pantolonun düğmesini ilikliyordu.

Silahı ve saati hemen yanı başındaki koltukta duruyordu.

Bana dün yetmemişti sanırım; duruşu, odaklanmış hali, geniş gövdesi ve hiç dövmesinin bir parça görüntüsü iç çekmeme sebep oldu.

Bu aşermeyse şayet en çok açlık duyduğum bu adamdı.

"Yeni mi geldin?" diye sorduğunda başını kaldırıp bana baktı. Yüzünde ciddi bir ifade vardı, hatta düşünceli bile olabilirdi.

Dalgın olduğunu hissettim.

Yine de yüzünü gördüğümde gülümsedim çünkü lacivertleri yüzüme değince parlamaya başladı. Sonra bakışları üstümde dolandı ve o aydınlık yüzüne vurdu. Gamzelerinin ikisinin de göstererek gülümsediği bir aydınlıktı bu.

Bakışlarındaki hayranlıktı.

Her güldüğünde kalbimin hızlanması, ona olan aşkımın hiç bitmeyeceğini gösterircesineydi.

Kotun fermuarını çekip, "Evet, birazdan gelecekler, Günışığı." dedi. Bir kez daha kıyafetime baktı. Bakışlarının durağı beni gören herkes gibi karnımda son buldu ama onda farklıydı işte. Sahiplendiğini sonuna kadar hissettiğim bir bakıştı bu.

Bedenimin kontrolünü kaybetmek üzere olduğumu izleyerek ellerimi bedenime doladım.

Bakışları tekrar bana döndüğünde, "Bana gri elbiseyi giy demişsin." dedim.

Durdu, "Evet, dedim." dedi. Başka bir açıklama yoktu.

Yanıma yaklaşmak yerine tekrar dolaba yöneldi.

"Ne için?" diye direten yine ben oldum. Artık alışkın olduğum için her şeyin altından bir sebep arıyordum. Bana yine çok güzel bir sırt manzarası sunarken bu sefer çekmecelerden birini açıp içinden çoğunluğu oluşturan siyah kazaklardan birisini aldı.

"Cevap vermezsem şüphelenecek misin Günışığı?" diye sordu. Bu yeni bir kaçış yoluydu sanırım. Sesi keyifli geliyordu ve sözleri çarpıtmak istediğini bilecek kadar onu tanıyordum.

Bu yüzde ilerledim ve ona arkasından sarıldım. Ellerimi teninde yavaşça dolaştırarak karnında birleştirdim. Sıcak ve sert olan teni ellerimin altında kasılırken, "Bilmem," dedim. "Tavrına göre değişir. Her halükârda o cevabı alacağım."

Arkasını dönüp omzunun üstünden bana baktı. Gür kirpiklerinin ardındaki lacivertler insafsızdı. "Birazdan misafirler gelecek." dedi. Kısık gözleri beni izliyordu. Bakışları yüzümde dolaşırken bu sefer durağı dudaklarım oldu.

"Yani?" dedim inatla onu kışkırtarak.

"Yanisi elini biraz daha aşağı indir Günışığı. Azcık daha!" dedi bana doğru eğilip meydan okuyarak. "Bende sana sebebini göstereyim. Zaten bir günün yetmeyeceğini sana söylemiştim. "

O böyle bana meydan okuyunca karşılık vermek isteyen tarafıma engel olamıyordum. Bu yüzden tırnaklarımı sert karın kaslarına batırdım.

"Yapamazsın." dedim onun gibi gülümseyerek. Yaptığım hareketle birlikte gözleri kapandı. Dişleri birbirine bastırdığını çenesindeki bir kasın atışından anladım ve güldüm.

Bana doğru gövdesini çevirdiğinde ellerimi geri çekip geri kaçtım. "Yapamazsın çünkü bugün önemli bir gün." derken biraz tırssam da onu olmadık yerlerde çileden çıkartmanın heyecanını hiçbir şeye değişmezdim.

Yüzünde delice bir ifade vardı. "Hani bugün Aziz Nehar bize açıklama yapacak ya!" dedim üzerime üzerime doğru gelince.

Neden güldüğümü bilmiyordum çünkü rezil olacak olan bendim ama kendimi durduramıyordum. "Üstelik bu kıyafeti de boşuna giydirmediğine eminim." dedim.

Son sözüm onun durmasına sebep oldu. Neyi hatırladıysa kaşları çatıldı ve iç çekti. Durdu, ellerini beline koydu ve sabır çeker gibi başını geriye doğru atıp sıkkınca bir nefes aldı.

Yüzüne yüzüne karşı gülmek istemediğimden hafif başımı eğdim.

O ise kontrolünü kazanmış olacak ki hala elinde olan kazağı üstüne geçirdi. Sonra silahını aldı ve beline taktı.

Saatini bileğine geçirirken tekrar yüzünde ciddi bir ifade belirmişti. Ben ise onu izliyordum sadece. Bir şey mutlaka onu yine germiş olmalıydı. Aslında yeni bir nedene ihtiyacı yoktu ama yine de merak ediyordum işte.

Kazağı giydikten sonra bana doğru geldi ve başını eğip dudaklarını dudaklarına bastırdı. Öpüşüne hazırlıksız yakalandığı için yalnızca aynı şekilde dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Geri çekildiğinde dudaklarımızın birbirinden kopuş sesiyle birlikte gözlerim açıldı ve ona şaşkınca gülümsedim.

"Bekliyorum." dedim burnumun dibindeki güzel yüzüne bakarken.

O ise hala gülüşüme takılıydı. İç çekti tekrar. Sonra elimden tutup beni odadan sürüklercesine çıkardı. "Hey!" dedim. "Bana cevap ver."

Umurunda değilmiş gibi gözüküyordu ama diretecektim. "Bak kesin bir şey var! Sen yine gerginsin." dedim.

Bana baktı. "Ben hep gerginim, Günışığı." dedi bir durum tespiti yapar gibi.

Sırıttım. Tahin kafa yapmıştı herhalde. "Benim yanımda değil." dedim böbürlenerek. Dün aramızda farklı bir bağ kurulmuş gibi hissediyordum bu yüzden içime böbürlenen yeni sürüm bir Elif kaçmış olmalıydı.

Parmaklarını parmaklarımdan geçirip bizi yatak odasından da çıkartırken bana baktı. "O zaman bırak yanında huzuru tadayım, benim güzel karım." dedi yüz ifadesi yumuşak olsa da hala gergindi.

O geldiğinden beridir ilk defa ciddileştim.

"Kontrolünü kaybedeceğini mi düşünüyorsun?" dedim tekrar hareket ettiğimizde.

"İhtimalleri es geçmem." diyerek kaçamak bir cevap verdi. Bu sefer beni sürüklese bile ayaklarımı sert bir şekilde yere bastım. Tam koridorun ortasına bastım.

"Kime karşı?" dedim. O da durmak zorunda kalınca bana baktı. İşte konu şimdi benim için ciddileşmişti. Kararsız görünüyordu ilk kez. Bu da normalde olsa hayatta söylemeyeceği bir şey olduğunu daha çok ortaya çıkartıyordu.

Bugün yeterince onu zorlayacak insan etrafında olacaktı. Bu yüzden şu an gergin tavrına karşılık tam vazgeçip anlayışlı olmayı tercih edecektim ki konuştu.

"O puşt canlı bir bağlantı yapacak." dediğinde duraksadım. Adını anmadan bahsettiği kimse daha cümlenin başında bile sinirlenmişti.

Farkında olmadan, "Hangisi?" diye bir soru yönelttim. Alışkanlıktandı bu belki ama ciddi bir an olmasına rağmen birden keyiflendi.

"Aferin." dedi o keyifle birlikte. "Böyle piç heriflerin hepsini bil ve uzak dur." Çocuk gibi davrandığı için göz devirmekle yetindim sadece.

"Sanki evden çıkıyormuşum gibi." Elini sıktım. "Söyle hadi. "

Israrın bu kadarı da aşık usandırırdı.

O da usanmış gibi derin bir nefes aldı.

"Murat şerefsizi ..." dedi adı anılınca benim bile gerildiğim kişiyi zikrederek.

Adı anıldığında bile her an delirecekmiş gibi gözüküyordu.

"Neden?" diye sordum. Benim için de hiç hoş anılar yoktu bu adam hakkında. En son ona yumruk atmıştım. O zamandan beridir de görmüyordum. Siraç'ın onu öldüresiye dövdüğünü duymuştum ama hak ettiğini bildiğim için ses çıkartmamıştım.

Siraç gönülsüz bir şekilde açıklamaya girişti. "Annen ve deden girdi araya. Bugün o da bir şey açıklayacakmış. Dedenle görüşmüşler, deden istemiş bunu. Annenle de konuşmuşlar. Annen gelip benden rica edince ve bir şey olmayacağına dair söz verince engel olamadım."

Bu hikaye tanıdıktı. Daha önce Esin içinde aynısını yapmışlardı ve canı yanan Siraç olmuştu. Bu yüzden benimde kaşlarım çatıldı. Sinirlenmeye başladığımı hissediyordum.

"Siraç..." dedim ciddi bir sesle. "Annem ve dedem de insanlar. Eğer mantıksız geliyorsa sırf benim yüzümden susma. Rahatsız olduğunu dile getir. Şimdi ben konuşurum onlarla, ne söyleyecekse dedeme söylesin, kapansın bu konu."

Aşağı inmek için harekete geçtiğimde bu sefer beni durduran o oldu. "Hayır,Günışığı!" dedi ciddi bir ifadeyle. "Ben mantıksız davranmamak için kabul ettim. Babanla ilgili bir durummuş. Onu yıllardır babanın ölümünün sebebi olarak suçluyorum ama öldüresiye dövdüğüm halde inkar etti piç!" dedi.

Hala hırsını alamamış gibi gözüküyordu.

"Şimdi bu konu hakkında konuşmak istiyormuş." dedi zoraki açıklamasını sonlandırarak.

Sinirliydi ama öfkesi onu tamamen ele geçirmemiş olacak ki kendini kontrol etmeye çalışışını görebiliyordum. Üstelik konu babam olduğunda itiraz edecek bir şeyim kalmıyordu. Babamla ilgili hiçbir şeyi es geçemezdim.

"O zaman," dedim gergin yüz ifadesine bakarken, "bu elbiseyi giymemi istemenin sebebi ne?" dedim.

Güzel bir elbiseydi ve konu Murat Komiserse Siraç beni karşısına başıma çuval geçirsem bile çıkartmazdı.

Tekrar hareket etmemiz için bizi yönlendirdi. Bu sefer itiraz etmedim. Cevap beklediğimi biliyordu ama inatla söylemiyordu. Sonunda ona dik dik baktığımı fark ederek pes etti.

Yüzüme bakmadan, "Karnını saklıyorsun." dedi. Bu cümleden sonra tekrar olduğum yerde durdum.

Hatta donmuş bile olabilirdim.

"Ne var bunda?" dedim şaşkın şaşkın. O da durmak zorunda kaldı ama her an kolumdan çekip beni kucaklayacakmış gibi bir hali vardı. "Göstermemi mi istiyorsun?" dedim. Yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. Cevap yoktu. Açıklama yaparsa patlayacakmış gibi gözüküyordu.

Yemin ediyorum tam bir trafoydu benim kocam. Bunun hastalığıyla alakası yoktu. Kafasında kurduğu ilginç düşüncelerle alakası vardı.

Sanki saklamak isteğimin utanmak olduğunu veya çocuğumuzun olmasının ona ait olduğunun nişanesi gibi gördüğünü düşünmüyorsa onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum ben.

Ama buna bu kadar içerlemiş olması aşağıda kız kardeşine güldüğüm gibi gülmek istememe sebep oldu.

Aziz Nehar'ın sağ kolu da gelecekti bugün. Kıskandığından yapmıyorsa bende hiçbir şey bilmiyordum.

"Tüh!" dedim onun bu surat ifadesine bakıp gülmemek için kendimi zor tutarken. "Keşke üzerinde burada Siraç'ın bebeği var yazan elbisemi giyseydim."

Dalga geçtiğimi anlayınca kaşları çatıldı. Beni kendine çekti ve dudaklarını bu sefer yanağıma bastırıp, "Gülme Günışığı!" dedi çenesindeki sakallar tenime battı. "Sonuçta hamilesin."

Sırıttım. Çok da gülerdim. Sonuçta sınırsız kıskançlığının sonuçlarını çeken hep ben oluyordum. Bu yüzden eğlenmekte bittabi hakkımdı.

O tekrar beni çekiştirince itiraz etmedim. "Çocuğumuz olacağını cümle aleme duyurmamızı mı gerektiriyor bu? Bir de Yatsı ezanı sonrası duyuru yaptır minarelerden istersen." dedim.

Ses yoktu, gergin yüz ifadesinden sorduğum sorunun cevabının evet olduğuna emindim ama minare kısmından emin olamazdım daha çok bu racon aleminde bunu duyurmanın bir yöntemini kullanırdı herhalde.

Kurşunla bebeğimiz oluyor yazısı yazıldığını kafamda hayal ederken benimde gittikçe delirdiğimi düşünmeye başladım çünkü bu hayal bile gülme isteğimi arttırıyordu.

"Senin kıskançlığının cidden sınırı yok." dedim hala gülümserken.

"Konu sensen benim hiçbir sınırım yok." karşılığını verdi.

Buna verecek bir cevabım yoktu. O sınırsızlığın bugün oldukça zorlanacağına dair güçlü bir tahminim vardı yalnızca.

Bu tahminim de ne yazık ki gerçek olacaktı. 

⚜️🔱⚜️

O sırada son yüzleşme kaoslarını yazan benim sıfat-ü eşfal djdjdjd

Nasıl buldunuz bebeklerim?

Bizimkileri çok özlemişim ben.

Eylül'e hunharca gülen biri de bendim. 🤣

Siraç'ın kıskançlığı. 😎

Asla değişmiyor, asla djdjd

Bu bölüm karakter değişimlerini derinden hissettiğim bir bölümdü. Diğer bölüm de bunun yansımalarını çokça göreceğiz. 👌

Yarın inşallah yeni bölüm gelene kadar kendinize iyi bakın. 😘

Allah'a emanet olun. Kalın sağlıcakla. 

Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 99.2K 51
Her şey, sosyetenin ve iş dünyasının gözdesi Affan Saltan'ın kirli işler denildiği zaman ilk akla gelen çete lideri Ziko'ya işinin düşmesiyle başladı...
107K 368 14
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.
5.2M 282K 29
Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar topar kaçan Kayra, birlikte old...
39.1K 2.2K 28
Yaşadığı bir olay yüzünden sesini kaybeden bir kız. Annesinin yeni evliliği yüzünden mecbur İtalyaya taşınır, italyada yeni arkadaş edinen kız, arkad...