KARANLIK İKİLEM

By leyagediz

18.7K 4.2K 1K

© Tüm Hakları Saklıdır Hayat, beni iki karanlık adam arasında bırakacak kadar acımasız mıydı? **** Öyle bir b... More

K.İ.1
K.İ.3
K.İ.4
K.İ.5
K.İ.6
K.İ.7
K.İ.8
K.İ.9
K.İ.10
K.İ.11
K.İ.12
K.İ.13
K.İ.14
K.İ.15
K.İ.16
K.İ.17
K.İ.18
K.İ.19
K.İ.20
K.İ.21
K.İ.22
K.İ.23
K.İ.24
K.İ.25
K.İ.26
K.İ.27
K.İ.28
K.İ.29
K.İ.30
K.İ.31
K.İ.32
K.İ.33
K.İ.34
K.İ.35
K.İ.36
K.İ.37
K.İ.38
K.İ.39
K.İ.40
K.İ.41
K.İ.42
K.İ.43
K.İ.44
K.İ.45
K.İ.46
K.İ.47
K.İ.48

K.İ.2

862 236 33
By leyagediz

   

Multi: Dolunay

   ~~~~~

      Sersem adımlarla bahçe kapısından girdiğimde gözüm garaja kaymadan edememişti. Evdeydi lanet çocuk.

Deli gibi ağlamak geliyordu içimden. Ama tutmalıydım kendimi, en azından abimin yanında.

Hem niye öldürmemişti ki beni? Niye umut verip de yapmamıştı? Evet ölmediğime üzülecek kadar çaresizdim. Öldürmemişti beni, silahı bana doğrulttuğu anda gözleri boynuma  takılmıştı bunun üzerine gözlerinden hafif bir şaşkınlık dalgası geçtiyse de kendini toparlamıştı. niye öldürmediğini  sorduğumdaysa yüzüme bile bakmadan çekip gitmişti.

"Gerizekalı," diye mırıpdanıp anahtarımı çıkarıp eve girdim. Kimseye görünmek ya da şöyle söyleyeyim abimin o lanet yüzünü görmek istemediğimden direkt odama yönelmiştim ama boş bir çaba.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun ha? Bu kadar sorumsuzluk da ne?" Hadi ama bunları o mu söylüyordu? Yıllardır tek bir kere bile bana haber vermeden kafasına esen her şeyi yapan o? Yıllardır beni tek bir kez bile kale almayan abim?

Alayla gülüp demin koparmak istercesine tuttuğu kolumu kurtardım elinden. Gözüm arkaya kayınca Cenk'in -abimin çetesinden biri, en yakını- de burada olduğunu fark ettim. Tekrar gözlerimi ona diktim.

"Oo Soykan, sana da merhaba?" Yüzümde acı bir alay vardı. Lanet olsun ki ben onun kadar acımasız değildim.

"Nerde ne bok yiyordun?" Sinirliydi. Fazlaca. Tenimi ürpertiyordu bu ses tonu ve tavrı.
Düşmanıymışım gibi davranıyordu bana her fırsatta. Oysa kardeşiydim ben onun. Ailesiydim onun sahip olduğu tek ailesi.

"Bana hesap soramazsın!" diye tısladım onu taklit ederek. Göz yaşlarım beni rahat bırakmıyordu.

Kolumdan tutup sıkmaya başladı. Ah! Acıtıyordu adi.

"Benimle emir kipiyle konuşabileceğini sana düşündüren ne?" Bağırmıştı. Evet o benden daha korkutucuydu.

Gözlerim dolunca -tutamadım kendimi, yine- kolumu gevşetti ama bırakmadı. Acımış mıydı yoksa? Ah, pek sanmam!

"Kendi hayatına bak, beni görme." Zaten her fırsatta görmezden geliyordu, söylediğim saçmalıktı. Kolumu çekip gözümden akan yaşları umursamadan merdivene yöneldim.

Bıkkınlıkla soluyup "Seni gerçekten merak edebileceğime inanmıyorsun değil mi?" diye sakince konuşunca olduğum yerde durdum. Beni merak etmesi? Kağan Soykan beni merak edecek öyle mi? Pek inandırıcı değil.

"İnanmıyorum." dedim ona dönmeden ve artan göz yaşlarım ile odama girdim.

Kendimi yatağa atıp tuttuğum bütün yaşları akıtmaya başladım. Hem ölmediğime ağladım hem bir türlü gerçek birer kardeş olamayışımıza. Benden nefret ediyordu, sanki ben yokmuşum gibi yaşıyordu hayatını. Biliyordum hayatı oldukça karanlıktı, gittiği yerler, muhatapı olan insanlar, kendisi oldukça karanlıktı. Her türlü kötülüğe her türlü kötü insana yer vardı hayatında ama bi bana yoktu sanki. Ve tüm bunlara rağmen ben bir türlü nefret edemiyordum ondan. Hatta lanet olsun ki seviyordum onu. Çünkü o bana babam ve annemi hatırlatan tek canlıydı, nasıl nefret ederdim? Of.

Hıçkırıklarım artınca yatakta doğruldum. Gözyaşlarımı elimin tersiyle silip saatlerdir cebimde titremesini yok saydığım telefonumu çıkardım. Ekranı aydınlattığımda gözlerim irileşti. Cevapsız çağırıların ve mesajların iki sahibi vardı: abim ve Öykü. Bi an gerçekten merak etti mi diye düşünsem de düşüncemin saçmalığına kendi kendime güldüm. Hem gülüp hem ağlıyordum manyadım galiba ya.

Abimden gelenleri yok sayıp Öykü' nün  mesajlarına baktım. Kıyamam ya çok merak etmiş. Okula da gelmemişti bugün, görüşememiştik. Sıkıntıyla ofladım.

"Özür dilerim seni meraklandırdığım için. İyiyim merak etme beni. Yarın her şeyi anlatacağım kızılım." Yazıp gönderdim.

İyi miydim gerçekten? Bence bok gibisin, diyen iç sesime hak vererek yataktan kalkıp dolabımdan kıyafetlerimi alıp odamdaki banyoya ilerledim. Tek iyi gelecek şey soğuk bir duştu sanırım.

Duştan sonra kendimi tekrardan yatağıma bıraktım. Ve bilmem kaç saattir düşünmemeye çalıştığım şeyin kafamda yer edinmesine izin verdim.

O sokak... Ve o soğuk çocuk. Silahın önüne geçtiğimde diğer ikisinin yüz ifadesi dehşet bir hal alırken o sadece bir anlık şaşırmıştı ama anında yüzüne buz gibi bir duvar indirmişti. Çok güzeldi yüzü, gözümün önünden gitmeyecek kadar güzeldi. Ya benim yaşımdaydı ya da benden bir iki yaş büyüktü. Bir katil olamayacak kadar genç ve güzel yüzlüydü. Kahve gözleri sıcacık olması gerekirken buz gibiydi. Çenesi, burnu, dudakları...

"Ah, gerizekalı Dolunay! Adam seni öldürecekti sen hala yüzünün güzelliğindesin. Aptal," diye kendi kendime sinirlenip yastığımı alıp yüzüme bastırdım. Mallığım tutmuştu yine anlaşılan. Acilen uyumalıydım yoksa ya abimi düşünerek ya da o çocuğu düşünerek beynimi kaybedecektim.

****

Sabah uyandığımda kendimi düne göre daha iyi hissediyordum. Okul için hazırlanıp merdivenlerden istemeye istemeye inmeye başladım. Görmek istemiyordum abimin yüzünü. Ayaklarımı sürüyerek insemde bu salonda koltuğa yayılmış Öykü'yü görmemle son bulmuştu. Hızlıca inip koltuğun arkasından koşarak ona sarıldım.

"Dolunay..." dediğinde "Şışt, sadece sarıl," diye onu susturup gülümseyerek sarılışıma karşılık verişini izledim. İşte benim gerçek kardeşim. Gerçek dostum.

"Dün çok korktum," dediğinde pişmanlıkla yüzümü buruşturdum. Onu bırakıp da ölmek istemem... "Özür dilerim." diye mırıldandım. Sesime yansımıştı pişmanlık.

Arkada bir öksürük sesi duyduğumda abimin geldiğini anladım. Öyküden kollarımı ayırdığımda, abim görüş alanıma girdi. 

"Geldi cenabet suratlı," dediğimi Öykü duymuş olacak ki kıkırdadı. Abim bize bir şey demeden masaya geçip oturdu kahvaltısını etmek için. Bende ayağı kalkıp öyküye elimi uzattım. "Hadi kahvaltıya." Öykü de elimi tuttuğunda beraber geçip masaya oturduk. Abime bakmamaya özen gösterdim.

Masada sadece ben ve öykü konuşmuştuk kahvaltı boyunca. Kahvaltımız bittiğinde okul için evden çıktık. Abim garajdaki arabasına doğru ilerlerken ben Öykünün kuluna girerek onu bahçenin kapısına doğru ilerlettim. Yaptığım şeye şaşırsa da sesini çıkarmadı. 

Çünkü her zaman o da bende birbirimizin yaptıklarını sorgulamadan uyardık. Bahçe kapısını tam açacakken abimin sesini duydum. "Dolunay!" Yavaşça arkamı dönüp garajın kapısının önünde duran abime baktım. 

"Nereye gittiğinizi sanıyorsunuz binin şu arabaya!" dediğinde gözlerimi devirdim. Yine klasik Kağan Soykan emirlerinden biri. Ama bu sefer dediğine uyacak bir Dolunay yoktu karşısında , dün ona olan ufacık saygımı da kaybetmişti. 

Sakin sesimle "Bir daha bana emir verme!" dedim. Biliyorum şu an sinirden içinde kocaman bir savaş veriyor ama hak etti her şeyi. Birkaç büyük adımda yanımıza gelip kolumu tuttu. Yine acıtmıştı. "Sabrımı sınama kızım! Bak kardeşim demem..." diye sinirle solurken kendini zor tutmuştu, ben de aynı onun gibi sinirle kolumu elinden çekip "Sakın bir daha bana dokunayım deme!" deyip hızlıca arkamı döndüm ve bahçe kapısından çıktım.

Dün onu o pis vaziyette gördükten sonra birde onun dediklerine mi uyacaktım? Ah, hayır. Asla yapmazdım.

Birkaç adım atmıştım ki öykünün arkamdan"Dolunay!" diye seslendiğini duydum. Yerimde durup öykünün bana yetişmesini bekledim. Yanıma geldiğinde koluma girdi ve birlikte yürümeye başladık.

"Artık her şeyi anlatmak istermisin?" diye sorduğunda kafamı olumlu anlamda sallayıp dün okul çıkışından başlayıp herşeyi teker teker anlattım. Öykü konuşmam sırasında bazı yerlerde yorum yapıp bazı yerlerde abime küfürler savurmuştu. 

Ve silhın önüne geçtiğimi söylediğimde, bana bir anne edasıyla nasihat vermişti.

Okuldan içeriye girdiğimizde abimin arabasını görmüştüm. Bizden önce gelmişti. 

"Şu sürtüğün icabına da bakmak lazım," dedi öfke ile. Tamam Kağan'ın yattığı kızların listesini tutup da icaplarına bakmıyorduk ama bu kız her kimse benim evime gelmeye cesaret edemezdi. Ya da şöyle söyleyeyim: Abimden çıkaramadığım hırsımı birinden çıkarmak istiyordum.

"Öykü tek başıma halledebilirim," dediğimde kolumu cimcikledi sinirle. Ona zarar gelmesini istemiyordum.

"Tek başına diye bir olay yok Dolunay. Mevzu sensin benden uzak kalmamı bekleme." Haklıydı hep birlikte olmuştuk biz onunla. Hep destekçiydik birbirimize.

"Hem tırnaklarım çok uzadı denemem gerek birinin üzerinde," diye gülerek konuşunca bende gülmüştüm.

"Tamam kızılım tamam," dediğimde rahatlamayla "Aferin kızıma," diyip okula yöneldik.

Sınıfa çıktığımızda Öykü kendi yerine ben de kendi yerime geçtim. Evet ikimizde rahatına düşkün insanlar olduğumuzdan tek oturuyorduk.

Öykü bi önümdeki yerine oturduğu an "Yuhum gelir." repliğini yapıp kafasını sırasıyla birleştirdi. Bu haline gülümseyip yerime kuruldum ben de. Deli kız.

  Hoca gelip de ders başladığında bende uyumanın daha cazip olduğunu düşünmüştüm. Kim fizik dersini dinler ki zaten.

Daha uyku pozisyonunu alacaktım ki sınıfın kapısı açıldığında önce kim olduğuna bakmaya karara verdim. Merkalıydım birazcık.

İlk giren kişiyle ağzım açılmıştı, ikinci giren kişiyle gözlerim ağzımı yalnız bırakmayıp açıldı ve sonuncu kişiyle korku bedenime yayıldı bir anda. "Lütfen sadece rüya olsun lütfen," diye mırıldanırken buldum kendimi.

"Gelin gençler gelin." diyen hocayla yeni bir şeyi daha idrak etmiştim. Onların üzerinde okul forması mı vardı? Ağlayabilirdim şu an.

"Öykü!"diye dişlerimin arasından korkuyla tıslayıp önümdeki kızılı dürttüm. "Deş deş öyle olmuyor," diye sızlanıp kafasını kaldırdı bana döndü.

"Öykü!" dedim yine korkuyla o bana uykulu uykulu bakarken. Ve sorarcasına. Parmağımla fizikçinin konuştuğu kişileri gösterdim. Oraya dönünce ağzından bir "Oha!" kaçmıştı.

Heyecanla bana dönüp "Olum taş bunlar taş," diye hayranlığını gizlemeyerek konuştu.

katil onlar katil, diye bağırasım geldiyse de kendimi tuttum. "Öykü, bunlar o çocuklar." dememle anlayamdı başta ama zeki kızılım birkaç saniye sonra anlayarak "Ne!" diye cırladı. Yüzümü buruşturdum, fena cırlıyordu.

Sınıfın odak noktası olmaktan kurtulamamıştık bu sesle. Gözümü kısarak bakınca sınıfa hepsi önüne dönmüştü. E Küçük Soykan var karşılarında. Hani şu Kağan Soylan'ın kardeşi olan...

"Boş yerlere geçin gençler," diyen hocayla bakışlarımı tekrar oraya çevridim. Fazla uzun sürmemişti bakışlarım orda zira önümde hızlıca konuşan Öyküye dönmeden edemedim.

"Kızım bunlar seni öldürmeye mi geldi yoksa?"

"Evet yeterince korkmuyordum zaten Öykü iyi hatırlattın," deyip göz devirdim.

"Neye geldi o zaman bu herifler?" Sesini alçatmayı unutmuştu sanırım çünkü hala cırlıyordu.

"Üzerlerindeki formalara bakarsak..." diye mırıldandım ben onun aksine sessizce.

"Dönem ortası yeni kayıt oluyor muydu ya?" diye gereksiz bi ayrıntıya takıldı. "Bilmiyorum Öykü bilmiyorum," diye korkuyla inledim.

Bakışlarımı ondan çektiğimde... çekmez olaydım. "Gelme, gelme,"diye mırıldandım bana doğru yaklaşan dün katilim olacak potansiyele sahipken bugün sınıf arkadaşım olan çocuğa bakarken.

"Sana doğru geliyor bu Dolunay." Bravo ben fark etmemiştim.

Geldi. Sormadan, konuşmadan oturdu. Yanıma. Gözlerimi ondan alıp da ağzımı açamadım. Bana bakıp sırıttığında içim karıncalandı, sanırım korkudan.

Neye sırıttığını duvara girmeye çalışan sırtımla fark etmiştim. Hay lanet, korktuğumu belli ediyordum. E ama korkuyorum ne yapayım.

Bana doğru eğildiğinde nefesim kesildi. Kulağıma doğru eğilip "Korkma, küçük kız," diye fısıldadı.

"K-korkmuyorum." Kekelerken de çok inandırıcı(!) zaten. Of.

Sırıttı "Fark ettim." diye alaylı sesiyle ekledi. Ardından benden uzaklaşıp sırtını sırayla birleştirdi.

Ben ondan alamıyordum bir türlü gözümü. Sanırım herhangi bir hareketlendiğinde korkuyla çığlık atardım. Cebinden silah falan çıkar mıydı? Tamam ben istemiştim ölmeyi ama bu Öykü'yü unuttuğum birkaç dakika için geçerliydi. Onu bırakamazdım.

Önüme güçlükle döndüğümde o ara sokakta beni tutan çocuğun -Emir'di galiba adı- da Öykü'nün yanına oturduğunu gördüm. Benim aksime Öykü korkuyla değilde sinirle bakıyordu ona.

Öbürü de yan tarafa oturmuştu.

"Emir Aras?" diye fizikçi sorduğunda Öykü'nün yanında oturan bakışlarını Öyküden çekmeden ve sırıtarak "Benim." dedi.

"Atıl Yüksel" dediğinde hoca yan taraftaki kendisi olduğunu belirtti.

"Merih Karan" diye seslenince hoca yanımdaki -sonunda adının Merih olduğunu öğrendiğim buz çocuk- burada olduğunu belirtti.

Merih Karan... Kimsin sen? Ve ne işin var burada?


****

Bölüm sonu.

Continue Reading

You'll Also Like

4.3M 122K 41
054* ***: benim seninle sevişme 054* ***: pardon antrenman yapma ihtimalim nedir? - : kapak tasarımı için @gokbuttired 'a çok teşekkür ederim.<3 :
443K 16.6K 48
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
1.2M 86.4K 59
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
1M 37.8K 58
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!