Derin Duygular

By ZeynepDefne

713 26 4

Gülşah Hanım, diğer kadınlardan farklıydı ve bir o kadar da aynıydı. Sadece ailesi tarafından evlatlıktan red... More

Tanıtım Ve Karakterler
1/ Anı Yaşa
2/ En Masum Günah
3/ Or-Al
4/ Küçük Kız
5/ Sapık
6/ O Kız
7/ İş Birliği
9/ Şarkıların Dili
10/ Telve
11/ Pentagram
12/ Gelecek Felaketler

8/ Su Ve Ateş

28 2 0
By ZeynepDefne

Multimedya: Adele - When We Were Young

Keyifli Okumalar Dilerim!

***

Sıla, odasında oturmuş bugünkü işledikleri derslerin tekrarlarını yapıyordu. Her akşam eve geldiğinde bir saat boyunca tekrar yapardı. Sonra YGS konuları için test çözerdi. Seneye sınava girecekti ve o onuncu sınıfın yaz tatilinden itibaren çalışmaya başlamıştı. Sıla herkesin özendiği o ''Hem dersleri iyi, hem bir sürü arkadaşı olan, hem sosyal, hem de flört hayatı iyi'' olan kızlardandı. Yani nesilleri giderek azalıyordu.

Teoman ise League Of Legends oynuyordu. Telefonu çalsa, umurunda olmazdı. Şu an ona Barbara Palvin bile mesaj atsa cevap vermezdi. Çünkü dereceli maç atıyordu. Kısacası Teoman çevrimdışıydı.

Defne kulağına kulaklıklarını takmış son ses Adele dinliyordu. Bir yandan da elindeki telefonundan WhatsApp'a giriyordu. Miraç ve Gamze ile konuştuğu gruptan mesajlar, kendi sınıf grubundan mesajlar, okuldaki arkadaşlarından gelen mesajların hepsini okudu. Defne herkes tarafından sevilen bir kızdı. Onu sevmeyen insan bulmak çok zordu. Herkesle iyi geçinen, komik ve yardımsever bir kızdı.

Mesajlaşma işini olabildiğince kısa kestikten sonra telefonu bir kenara bıraktı. Çalışma masasının üstündeki kitaplarla göz göze geldiğinde eş zamanlı olarak aklına sınavların birkaç hafta sonra başlayacağı da geldi...

Onuncu sınıfın ilk dönemi üç tane bir getirdiğini hatırladı. Bu dönem sonunda ise bölüm seçecekti. Gamze ve Miraç kesinlikle sayısal seçeceklerdi. Defne onlara uyup sayısal seçerse herhalde sınıfta kalırdı ve sonra da okulu bırakırdı. Bu yüzden hakkını eşit ağırlıktan kullanmak istiyordu. Ama hala daha karar veremiyordu.

Annesinin dediği kadarıyla abisi ilkokuldan beri hayalini kurduğu mesleği okuyordu. Teoman abisi gerçekten yirmi yaşında olsa bile hayta biriydi.

Defne de bu özelliğini abisinden almıştı ama tek bir farkları vardı. Defne'nin dersleri düşük gelirken, Teoman abisi İstanbul Teknik Üniversitesi Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesinde okuyordu. Pilot olmayı da isterdi ama askeri sınavlarda mülakatlar da elenmişti. Eh, madem pilot olup uçamıyordu, o zaman o uçakları yapardı.

Defne bu yönden abisini hep kıskanırdı. Abisi lisedeyken neredeyse annesi her hafta farklı bir şikâyet alarak okula giderdi ama abisinin bir kere bile karnesinde dört getirdiğini hatırlamıyordu. Üniversite sınavında da zaten çok yüksek bir puan almıştı. Gittiği okulda, ülkenin en iyi teknik üniversitesiydi...

Ablasının ise çalıştığını gözleriyle görüyordu! Sıla gerçekten çok çalışkan bir kızdı. O da doktor olmak istiyordu. Ve bu gidişle de olacak gibiydi. Paranoyak gibi sınava hazırlanıyordu. Defne bazen ablasından korkuyordu. Aklını sayısal ile bozmuştu...

Sıla çalışkan bir kız olduğu gibi usluydu da. Lise hayatında bir kere bile eve şikâyet getirmemişti. Tam bir örnek öğrenci ve evlattı.

Abim ve ablam böyleyken, ben nasıl böyle oldum ya?

Defne iç çekerek odasındaki kocaman kitaplığına döndü ve baktı. Okuma yazmayı söktüğünden beri kitap okuyordu ve altıncı sınıftan beri de kitap biriktiriyordu. Hayatındaki en iyi yanı kitap okumasıydı...

Belki de on beş senelik hayatının her gününde bunu kendine sormuştu Defne. Kendisini çok yetersiz hissediyordu. Ne bir sosyal faaliyeti vardı, ne de dersleri harikaydı. Kendi halinde takılan, çok tipik ve düz bir insandı.

Normalde bundan şikâyet etmezdi ama mükemmel olan iki kardeşe sahip olduğunda canı sıkılabiliyordu.

Abisinin futbol maçlarını ailecek izlemeye gittiklerinde çok imrenirdi Defne. Ya da ablasının dans gösterilerini izlemeye gittiklerinde. Annesi ve babası çocuklarıyla gurur duyardı. Ama hiçbir zaman Defne'nin bir organizasyonuna gittiklerini hatırlamıyordular.

Çünkü gitmemişlerdi! Çünkü öyle bir organizasyon hiçbir zaman olmamıştı!

Çünkü ben lanet olası bir yeteneksizim.

Defne ders kitaplarına elini bile sürmeden odasından çıktı. Ablasının odasının kapısını çaldı. İçeriden gelen, ''Gir!'' sesini duyunca içeriye girdi.

Tam tahmin ettiği gibi... Ablası harıl harıl ders çalışıyordu.

''Bir şey mi oldu ablacığım?'' diye sordu Sıla.

Defne başını iki yana salladı. ''Hayır olmadı. Ne yaptığına bakmak için geldim sadece.''

''Defnem bak çözemediğin soruların falan varsa getir, onuncu sınıf YGS çözüyorum. O soruları da çözerim.''

''Oldu o zaman,'' dedi Defne. ''Eğer soru çözersem ve yapamazsam getiririm. Hadi sana kolay gelsin.''

Sıla kardeşinin garipliğine pek aldırış etmedi çünkü Defne hep garip bir kızdı.

Defne bu sefer bir üst kata çıkıp, abisi Teoman'ın odasının kapısını çaldı. İçeriden ses gelmeyince kapıyı açıp içeriye girdi. Abisinin kilitlenmiş bir şekilde bilgisayar ekranına bakıp bir şeyler yaptığını gördü. Yanına gidip ne yaptığına baktığında gözlerini devirdi.

''İstanbul Tekniği lol oynarken mi kazandın, ne yaptın sen ya?'' diye söylendi kendi kendine. ''Bende mi lol oynamaya başlasam acaba? Belki derslere katkısı da vardır...''

Defne abisine bir şey sorsa da cevap vermeyeceği, verse de saçma sapan şeyler söyleyeceğini bildiği için geldiği gibi odadan çıktı. Bu sefer de istikamet olarak aşağıya indi.

Annesi ve babasının salonda oturduklarını görünce yanlarına gitti ve tekli koltuklardan birine ters bir şekilde oturdu. Bacaklarını sırt koyma yerine uzatmış, kafasını da oturma yerine yaslamıştı. Yer çekimine meydan okumak ister gibi ters duruyordu.

Belki beynime kan gider de zeki olurum.

Gülşah, kızının yaptığı saçmalığı gördüğünde ''Anneciğim miden bulanır, düzgün otursana.'' Dedi.

''Yok ya benim midem bulanmıyor.''

''Başın döner anneciğim.''

''Dönmez ya.''

Gülşah elindeki sanat dergisini kapatıp, sehpanın üstüne koydu.

''Sen iyi misin?'' diye sordu kızına.

''Bilmiyorum da, geçer birazdan.'' Dedi Defne. ''Geleneksel rutin şeyler.''

Ekrem konuşmaya dahil oldu. ''Ben bilmiyorum. Neymiş o rutin şeyler?''

Defne normal bir şekilde oturdu. Sırtını arkaya yaslayıp, babasına baktı.

''Sen bütün zekiliğini abimle ablama vermişsin! Bana hiçbir şey bırakmamışsın!'' Defne bu sefer annesine döndü. ''Sende sanat ve spor yönünden her şeyi abimle ablama vermişsin! Yine bana bir şey kalmamış!''

İçinden, ''Yine başlıyoruz...'' diye geçirdi Gülşah.

''Bilmeden bir şey mi yaptım?'' Ekrem gerçekten küçük kızının neler demek istediğini anlamıyordu.

''Ah be babacığım keşke bilerek yapsaydın...'' diye geveledi Defne. Babası ona anlamsız bakışlar atınca, ''Yok bir şey.'' Diyerek oturduğu yerden kalktı. ''Acıktım ben, ne zaman yemek yiyeceğiz?''

''Bu akşam dışarıda yiyeceğiz.'' Dedi Ekrem gülümseyerek. ''Harika bir restoran buldum. Abinle ablana da söyle herkes hazırlansın.''

''Ablam ders çalışıyor,'' dedi Defne. ''Abim de oyun oynuyor. İlk önce siz hazırlanın, onlar da birazdan hazırlanır. Neyse ben yukarıya çıkıyorum.''

Defne annesi ve babasına sırtını dönüp merdivenlerden çıkmaya başladığın da, Ekrem Gülşah'a döndü.
''Defne neden saçmalıyor?'' diye sordu.

''Saçmalamıyor,'' dedi Gülşah kaşlarını hafifçe çatarken. ''Kendini bulmaya çalışıyor ama zorlanıyor. Sıla ve Teoman bunu becerdikleri için de kendisine kızıyor. Keşke çocuklarınla biraz ilgilenseydin.''

Gülşah oturduğu tekli koltuktan kalkıp yukarıya çıkmak için hareketlendiğinde Ekrem şaşırarak gözlerini araladı.

''Ne yaptım şimdi ben yahu?'' diye kendi kendine sordu. Gülşah ise onu duysa bile duymazlıktan gelmeyi tercih etmişti.

Sıla üzerine en güzel elbiselerinden birini giyerken, Defne bir kot ve kazak giymişti. Teoman ise her zamanki şıklığından ödün vermiyordu. Defne onlara baktıkça, ben gerçekten bu ailenin çocuklarından biri miyim? Diye düşünmekten kendini alamıyordu. Çirkin ördek yavrusu gibi hissediyordu!

Gülşah arkadaşı Nazan'ı da arayıp yemeğe davet etmişti çünkü sıkılacağını adı gibi biliyordu. Nazan onun dikkatini dağıtabilirdi.

Sıla, Defne'nin salaşlığını görünce ''Göz pigmentlerimi yok ediyorsun!'' diyerek yüzünü buruşturdu. ''Senin yüzünden bir gözüm mavi, diğeri mor olacak!''

Defne ise Sıla'nın onu eziklemesinden ziyade 'Gözümüzde pigment mi var?' diye düşünüyordu. Sıla merdivenlerden inerken, Teoman'da kolunu Defne'nin boynuna atmıştı. Abi kardeş merdivenlerden indiler.

Demirören ailesi her ayın bir haftası arabaya binme konusunda problem yaşardı. Çünkü aileye –misafir gibi- gelen bir babaları vardı. O baba eve geldiğinde problem yoktu fakat ailecek bir yere gidildiğinde arabaya binme konusu her zaman problem olurdu.

''Defne çek şu kocaman poponu suratımdan!''

''Abi ayağıma basıyorsun!''

''Sıla saçın ağzıma giriyor çek şu saçını yoksa kökünden koparacağım!''

''Abla azıcık kaysana ya herkesi kendin gibi kuru Gandi mi zannediyorsun sen!''

''Bu kızın kilo vermesi lazım!''

''Ya siz Teoman gibi mükemmel bir çocuğunuz olduktan sonra neden iki tane daha yapmak istediniz ki? Benden daha beterlerine bakıp oh be iyi ki Teoman'ı yapmışız demek için mi!?''

Gülşah bunların hepsine alışıktı ve artık duymuyordu. Ama Ekrem alışık değildi ve başı ağrımaya başlamıştı.

''Çocuklar susar mısınız artık! Sığamadınız kocaman arabaya!''

Sıla ve Defne babalarının sesini yükseltmesi ile birlikte bir anlığına sustuklarında Teoman yüzünden Sıla'nın saçlarını çekip, resmen üstüne çıkmış olan Defne'yi de iteklemişti. Defne öne doğru düşme tehlikesi geçirdiğinde ise Teoman kız kardeşini kafasını gözünü yarmadan belinden yakalayıp bir dizinin üstüne oturtmuştu. Defne yaşadığı şokla birlikte ne olduğunu şaşırırken Sıla da hemen kulağına kulaklıklarını takmış ve ona seslenenleri duymazlıktan gelmeye başlamıştı.

''Bu araba bize küçük geliyor babam geldiği zaman.'' Dedi Teoman. ''Bence artık bana ayrı bir araba almanın zamanı geldi.''

''Sen araba isteme hakkını Ceyhunlarla birlikte yaptığın kazada kaybettin Teoman.''

Teoman gözlerini devirdi. Bunun üstüne konuşmak istemiyordu çünkü suçluydu.

''Hani şu Teoman'ın alkollü olarak araba kullandığında yaptığı kaza mı?'' diye sordu Ekrem.

Defne ve Gülşah başını salladığında Ekrem dikiz aynasından oğluna baktı. ''Sana kesinlikle araba yok. Belki birkaç sene sonra,''

''Şu an araba istediğime pişman oldum. Neyse.'' Teoman sustuğunda, Ekrem bakışları yola çevirip arabayı sürmeye devam etti.

Defne her zaman ortada oturmayı tercih ediyordu. Sıla kulaklık takıyordu, Teoman muhabbet etmeyi sevmiyordu. Annesi ve babası arada bir şeyler konuştuğunda Defne fikirlerini söyleyebiliyordu ve etrafta ne var ne yok her şeye bakabiliyordu. Ayrıca anne ve babasının arasının gergin olduğunu fark ettiği için tatlı tatlı gülümseyerek aralarını yapmaya çalışıyordu.

Nazan stresten yeni manikür yaptırdığı tırnaklarını ısırmamak için ellerini kendinden saklıyordu adeta. Gülşah onu arayıp yemeğe davet ettiğinde Ekrem'in verdiği adresin Sevgililer Günü gecesinde geldikleri restoran olduğunu arabayı park ettiği anda fark etmişti. Şu anda restoran kapısının önünde ne yapacağını düşünüyordu.

Burasının Mercan'ın mekânı olduğunu ve içeride yüzde doksan dokuz Mercan'ın olduğunu tahmin edebiliyordu. Gülşah ve Mercan karşı karşıya geldiklerinde ne olacaktı hiçbir fikri yoktu. Ayrıca Ekrem tahmininden çok zeki bir adamdı ve Gülşah'ı da çok iyi tanıyordu. Eğer bir şey anlarsa bu Gülşah'ın bittiğinin resmi olurdu.

Gülşah'a mesaj atıyordu ama herhangi bir geri dönüş alamıyordu. Telefonu kapalı olabilirdi. İçeri girip kontrol etmek istiyordu ama kendisi de çok korkuyordu ve tek yapabildiği şey de Gülşah'a dakika da yirmi tane mesaj atmak oluyordu...

(...)

''Farkında mısın, uzun zamandır ailecek yemek yemiyoruz.''

Pera bu konudan çok şikâyetçiydi. Annesi ve babası daha çok, akşam-gece çalışan insanlardı, biliyordu. Çok yorgun oldukları için de sabahları erken uyanmıyorlardı. Bu yüzden gün içinde annesi ve babasını dört ya da şanslıysa beş saat görebiliyordu. Kendisinin dersleri de genelde hep öğleden sonra oluyordu. Kardeşi de liseli olduğu için sabah dokuz akşam beş evde yoktu.

Özgür, ablasının bu ailenin bir arada olması merakını anlamıyordu.

''Ya sen hanedan üyesi misin? Ne bu ailenin bir olma merakı?''

Pera gözlerini devirerek, ''Böyle çok mu güzel?'' diye sordu. ''Annemi, babamı ve beni özlemiyor musun? Ben seni bile özlüyorum.''

Özgür sırıtmıştı.

''Hadi kalk gidelim.'' Dedi Pera. ''Babam bu gece sahne almayacakmış, annemin yanında restoran da ona yardım edecekmiş. Hazır yemek yemekten zehirleneceğim artık. Restoran da bizimkilerle birlikte yiyelim.''

''İlla annemle babamı göreceksin yani?'' diye sordu Özgür bezgin bir sesle.

Ablasının başını sallayarak tatlı bir şekilde gülümsediğini görünce pes edip, ''İyi hadi gidelim.'' Dedi.

Pera oturduğu mutfak sandalyesinden hızla kalkıp koşarak odasına gitti. Üzerini hızlıca değiştirip, saçlarını tarayıp, rimel-eyeliner makyajını yapıp, on beş dakika içinde aşağı indiğinde Özgür'ün mutfağı gelişi güzel toplayıp kapının önünde ceketini ve postallarını giydiğini gördü.

O da hemen botlarını ve ceketini giydi. Pera kapıyı kilitledikten sonra iki kardeş otobüs durağına doğru yürümeye başladılar.

Pera ve Özgür restorana doğru yürüyordular. Pera yüzündeki gülümsemeyle camlardan içeriye bakarken kapının yanındaki kadını fark etti. Yüzünde telaşlı bir ifade vardı. Beti benzi akmış bir haldeydi.

Özgür'le birlikte kapıya geldiğinde Pera dönüp kadına, ''Hanım efendi iyi misiniz?'' diye sordu. Kadın gerçekten kötü durumda gözüküyordu ve Pera elinden geldiği kadarıyla yardım edebilirdi.

Nazan işittiği sesle başını çevirdi ve ona soru soran güzel bir kızla karşılaştı. Kızın yüz ifadesine bakılırsa dehşete düşmüş gibi görünüyorum. Ayol kendine gel Nazan!

''Teşekkür ederim canım iyiyim. Üşüdüm biraz galiba,''

Pera sıcak bir gülümsemeyle, ''İçeride sizi misafir edebiliriz?'' diye bir teklifte bulundu. Restoran annesinin olduğu için çok rahattı.

''Bende içeri gireceğim zaten, arkadaşlarımı bekliyorum, teşekkür ederim küçük hanım.''

''Peki, siz bilirsiniz. İyi akşamlar.''

Nazan ve Pera karşılıklı birbirlerine gülümserken Özgür bu manzarayı gözlerini kısmış bir şekilde izledi. Ablası ile içeriye girdiklerinde, ''Ne meraklısın millete yardım etmeye,'' diyerek laf attı. ''Sana ne milletin derdinden?''

''İnsanlara yardım etmeyi düşünmek bile güzel bir şey Özgür. Arada sende yapmalısın.''

Özgür o gece aklına gelen Küçük Kız'la birlikte, ''Nereden biliyorsun insanlara yardım etmediğimi?'' diye sormuştu ama ablası çoktan kardeşinin yanından gidip bar bölümündeki müşterilerle ilgilenen babasının yanına gidip ona sarılmıştı.
Cem küçük bir şok yaşarken kızının sarılışına karşılık verdi. Daha sonra kadehlere şampanyaları doldurmaya devam ederken, ''Siz nereden çıktınız?'' diye sordu. ''En son evdeydiniz.''

Pera üstündeki ceketi çıkarıp tezgâhın altındaki bölüme koydu ve beline önlüğü bağlarken, ''Sizi özledik.'' Dedi. ''Özgür'ü ikna etmek bu sefer zor olmadı.''

''Karnınız aç mı?''

Pera yüzündeki gülümsemeyle, ''Evet aç ama şu anda açlığım gitti sanırım. Bu gece burası ne kadar kalabalık böyle, vay canına...''

Cem, sıradaki kadehleri doldurmak üzere Pera' ya getirmesi için bir içki şişesi söyledi. Pera, babasının istediği şişeyi bulup ona uzattı. Bar bölümünde oturan müşteri sayısı azdı. Genelde garsonlar sipariş fişini getirir, Cem de kadehleri hazırlardı. Cem kadehleri hazırlarken, Pera da orada oturan müşterilerle ilgileniyordu ve işinde fena değildi.

Özgür babasıyla selamlaştıktan sonra arka tarafta mutfakta yemek yapan annesi ve diğer aşçıların yanına geçmişti. Annesinin kendinden geçmiş bir şekilde yemek yapmasını, sırtını duvara dayayarak izlemeye başladı. Mutfakta dikkatli ve kontrollü bir telaş hâkimdi. Herkes kendi işini en hızlı ve en iyi şekilde yapıyordu. Ortaya dehşet bir kargaşa yerine kontrollü bir iş döngüsü çıkıyordu.

Özgür bu dengeye hayrandı. Herkes burada kendi işini yapıyordu ve kimse kimseye karışmıyordu. Ayrıca ilahi bir güç varmış gibi herkes konuya hâkimdi ve en son ocakta yemek pişiren aşçı, en baştaki aşçının ne yaptığını bile biliyordu. Özgür buna hayrandı.

Annesini hiçbir şekilde rahatsız etmek istemiyordu çünkü bugün restoran kalabalıktı ve pişmesi gereken bir sürü yemek vardı.

Özgür geldiği gibi mutfaktan çıktı. En tenhadaki rezerve olmayan en küçük masaya oturdu. Karnı aç değildi. Buraya sadece ablasının gönlü olsun diye gelmişti. Bu yüzden masanın altından ayaklarını diğer sandalyeye uzattı ve yayvan bir şekilde oturup etrafı izlemeye başladı.

Restoranın öteki tarafıyla bu tarafı arasında dağlar kadar fark vardı. Bu tarafta birbirinden nezih insanlar klasik müzik eşliğinde kaliteli şaraplarından içerken sakin bir şekilde yemeklerini yiyordular.

Açıkçası Özgür öteki tarafı tercih ediyordu.

(...)

Gülşah biraz sonra olacaklardan habersiz bir şekilde, Ekrem'in durdurduğu arabadan indi.

Sıla kendisini arabadan resmen attığında Defne'de uyuşmuş poposunu arabanın koltuğuna koydu. Teoman da arabadan inmişti. En sonunda Defne de arabadan inince ''Ben dönüşte Nazan Teyzemle döneceğim!'' dedi. ''Bu ne ya? Resmen ailenin istenmeyen çocuğuyum! Üvey miyim ben ya!''

''Biz seni çöpte bulduk, acıdık. Sonra da evimize aldık. Biraz daha konuşmaya devam edersen seni yine çöpe atarız!''

Sıla kardeşine çemkirdikten sonra babasının koluna girip önden önden yürümeye başladı. Teoman da annesine kolunu uzattığında Gülşah oğlunun koluna girdi.

Defne en arkada kalıp birkaç saniye boyunca önden giden ailesinin izledi.

''Beni istemiyorlar,'' dedi kendi kendine. ''Kimse beni sevmiyor!''

''Ben seni seviyorum teyzeciğim!''

Defne aniden belirip, tombul yanaklarını sıkmaya başlayan ellerle neye uğradığını şaşırdı. Nazan, Defne'nin yanaklarını sömürdükten sonra poposunu cimcikledi.

Defne küçük bir çığlık atıp içinden, seveni s*kerler, s*keni severler diye geçirdi. Ben en iyisi ne seveyim ne de sevileyim...

Gülşah geldikleri restoranı gördüğünde olduğu yerde durdu. Teoman annesinin durduğunu fark edince dönüp ona baktı.

Gülşah son birkaç gündür anca susturduğu iç sesinin yeniden gün yüzüne çıktığını fark etti.

Kaderden kaçılmaz!

Peki, şimdi ne yapacaksın Gülşah Hanım? İçeri de O'nun olduğunu ikimiz de biliyoruz!

Sevgililer Günü gecesini hatırlıyorsun değil mi? İçin karıncalanıyor değil mi? Unutmadın Gülşah, unutmayacaksın!

İçeri gir ve yüzleş! Korkak kadın!

Gülşah geriye doğru adımladığında Teoman ''Anne?'' diye seslendi.

Gülşah oğlunun sesiyle göz bebeklerini Teoman'a çevirdi. ''Efendim?''

''Ne oldu? Dışarısı çok soğuk bak üşüyeceğiz. Hadi içeriye girelim.''

''Teoman sen gir ben geliyorum oğlum.''

''Anne iyi misin sen?''

''İyiyim. Hadi gir içeriye, geliyorum birazdan.''

Teoman bir şey demeden başını sallayıp restoran kapısından içeriye girdi.

Nazan ve Defne kıkırdayarak Gülşah'ın yanına geldiklerinde durdular. Gülşah'ın transa geçmiş bir şekilde karşıya baktığını fark eden Nazan Defne'ye dönüp, ''Teyzeciğim hadi sen içeriye gir, biz geliyoruz annenle.'' Dedi.

Defne başını sallayarak içeriye girdiği anda Gülşah Nazan'a dönüp, ''Burası onun mekânı Nazan! Kesin içeridedir. Ne yapacağım şimdi?''

''Sen onu unutmamış mıydın Gülşah?'' diye sordu Nazan.

''Konu şu an o değil Nazan. Ben onu görmemeliyim. Ben onu görürsem-''

''Sen onu görürsen? Ne olur Gülşah, Mercan'ı görürsen? Adını söylemeye bile korkuyorsun!''

''Evet korkuyorum!'' dedi Gülşah. ''Çünkü kalbim çelinmiş bir haldeyken aklımı da çelmesine izin veremem! Çünkü bunun sonunda olacaklardan korkuyorum!''

Nazan sıkıntıyla kollarını göğsünde bağladı. ''Ekrem birazdan kıllanacak, içeriye girmemiz lazım. Olacakla öleceğe çare yok derler.''

Gülşah istemeye istemeye başını salladı çünkü Nazan haklıydı.

Birlikte restorandan içeriye girip yürümeye başladılar. Gülşah ayaklarının geriye geriye gitmek istediğini biliyordu. Ama kalbide tam tersini yapıp Mercan'ı bulmak ve onun boynuna atlayıp sıkıca sarılmak istiyordu. Beyni çocuklarını düşün derken, kalbi Mercan'la bir atıyordu.

Araf gibi bir şeyde kalmıştı Gülşah. Her iki tarafa da gitse canı yanıyordu...

Ekrem'in rezerve ettiği altı kişilik masaya yürüdüler Nazan'la. Paltolarını çıkarıp görevliye teslim ettiler ve yerlerine oturdular.

Herkes menülerden ne yiyeceğini seçerken, Gülşah gözlerini kocaman açmış etrafa bakıyordu Mercan var mı diyerek. Bir yandan da Ekrem'i kontrol ediyordu fakat Ekrem, kızlarının yemek seçimine yardımcı olmakla meşguldü.

Nazan da arkadaşının ne yaptığının bilincindeydi. Bu yüzden o da radarlarını açmış bir vaziyette etrafına bakıyordu. Ama görünürde Mercan yoktu.

Garson gelip siparişleri teker teker aldı. Gülşah bir şey seçmeye vakit bulamadığı için Nazan ne sipariş ettiyse ondan sipariş etti.

Ekrem çocuklarla konuşurken bir ara Nazan ve Gülşah'a da sorular sormuştu. Nazan, dirseğiyle Gülşah'ı dürtüp, ''Gerçek hayata dön,'' diye fısıldadığında Gülşah kendine gelmiş ve Mercan'ı aklından uzaklaştırıp masada konuşulanlara yoğunlaşmaya çabalamıştı.

Cem ve Pera, bar bölümünde iyi işler yaparken Özgür sıkıntıdan patlamak üzereydi.

Oturduğu küçük masadan kalkıp, bar bölümüne yürüdü. Babası ve ablası bir şeyler hakkında konuşup, işlerini de yaparlarken oldukça uyumlu gözüküyordular.

(...)

''Ben gidiyorum,'' diye seslendi Özgür.
Pera işlerini bırakıp, ''Nereye?'' diye sordu. ''Daha yeni geldik Özgür.''

''Çok sıkıldım! Burada benim yapacağım bir şey yok ki.''

''Aslında var,'' dedi Cem. ''Garsonlar yetmiyor. Bu yüzden üzerine bir önlük giyip, servis yapabilirsin.''

''Yok artık.'' Özgür güldü. ''Bir de garsonluk yapacağım ha?''

''Alt tarafı birkaç kadeh bir şey taşıyacaksın Özgür.'' Diyerek kızdı Pera. ''Egondan bir şey eksilmez ya da eline yapışmaz.''

Özgür babasından kurtulsa bile ablasının dırdırından kurtulamayacağını bildiği için üzerindeki ceketi çıkarıp ablasına uzattı. Simsiyah giyindiği için, ablası ona siyah bir önlük verdi. Özgür gözlerini devirirken önlüğü beline bağladı.

''Masa yirmi dört,'' diyerek bir tepsi gösterdi Cem. ''Dökmemeye dikkat et suratsız oğlum.''

''Niye dökeyim ki? Sakar mıyım ben?'' Özgür söylenerek tepsiyi iki eliyle aldı. Annesi ona birkaç tepsi taşıma tekniği göstermişti. Ağırlık merkezi falan filan diye bir şeyden bahsetmişti ve Özgür'ün fiziği iyi olduğu için tepsiyi kolaylıkla taşıyabilirdi.

Özgür masa yirmi dörde kadar elindeki tepsiyle sadece önüne bakarak yürüdü. Masaya ulaştığında genç bir çiftin oturduğunu gördü.

''Merhaba,'' diyerek önlerinde durdu. ''Siparişleriniz geldi.''

Kadehleri dikkatli bir şekilde masaya koydu ve daha sonra sırıtarak masadaki adama bakmaya başladı.

O kadar kadeh taşıdım! Bence bir bahşişi hak ettim? Hadi bana bahşiş ver!

Masadaki adam bunu anlayınca gülümseyerek elini cebine attı ve bir yirmilik çıkarıp Özgür'ün eline sıkıştırdı. Özgür yüzündeki gülümsemeyi bozmadan teşekkür etti ve geriye döndüğünde sırıtmasını yüzünden sildi.

Cimri adam! Söylediği şarabın şişesi iki yüz lira, verdiği bahşişse yirmi lira.

Geriye döndü ve boş tepsiyi bara bıraktı. Bar taburelerinden birine oturup, ''Benden bu kadar,'' dedi. ''Bir daha servis falan yapmayacağım. Bana bir kola versene abla.''

''Çok bile yaptın.'' Diye söylendi Pera. Cem ise sadece gülmekle yetindi. Pera kardeşine bir kutu kola verip, bardakları silmeye devam etti.

Özgür kolayı açıp, birkaç yudum içti. Aldığı bahşişle de ucuz bira içerdi.

(...)

''Burası çok güzelmiş,'' dedi Sıla içten bir şekilde gülümserken. ''Yemekleri dehşet bir şey...''

''Aynen, bence de.'' Teoman başını sallayarak kardeşini yanıtladı.

Defne kendi suyunu bitirmişti. Sadece bir su istemek için garsonu ayağına kadar çağırmakta ayıbına gidiyordu. Bu yüzden oturduğu sandalyeden kalktı.

''Ben su almak için nereye gidebilirim baba?'' diye sordu.

Ekrem, ''Bar bölümüne bir sor kızım,'' dedi.

Defne başını sallayıp, bar bölümüne doğru yürümeye başladı. Bar bölümüne ulaştığında uzun saçlı bir adamla, abisinin yaşlarında olduğunu tahmin ettiği güzel bir kızın çalıştığını gördü.

Bar taburelerinden birinde oturan arkası dönük kişinin yanına geçip, ''Bakar mısınız?'' diye sordu.

Pera, kendisine seslenen kıza dönüp ''Buyurun?'' dedi.

Kızın siyah saçları çenesine kadar geliyordu. İri yeşil gözleri gülümserken kısılmıştı.

''Bana su verebilir misiniz?''

Pera gülümseyerek başını salladı. ''Hemen veriyorum.''

Pera arkasını dönüp dolaba yürüdüğünde, Özgür de başını uğraştığı telefonundan kaldırıp yanında duran kıza çevirdi. Gözlerini kısıp, kızı baştan aşağı bir süzdü. Sanki bir yerlerden tanıdık geliyor gibiydi...

Defne, çalışan kızın su vermesini beklerken meraklı bir şekilde etrafa bakıp neler olduğunu inceliyordu. O kadar çok içki şişesi vardı ki! Bunları gerçekten içenler var mı, diye düşünmeden edemedi.

Çalışan kızın uzattığı su şişesini gülümseyerek aldıktan sonra geriye döndü ve masaya ilerledi Defne. Yerine oturup, su şişesini açtı ve bardağına doldurdu. Bardağından birkaç yudum su içti.

''Of! Ben bir lavaboya gideyim.'' Diyerek kalktı Sıla.

Hızlı adımlarla lavaboya yürümeye başladı. Çok fazla tuvaleti gelmişti. Bir an önce tuvalete girip rahatlaması lazımdı.

(...)

Özgür telefonuna bakmaktan elindeki kolanın eline dökülmesini fark etmemişti bile. Telefonu hızla tezgâha bırakıp, ıslanmasını önledi. Hızlıca oturduğu yerden kalktı.

''Hay ben böyle işin ebesini!''

Pera kaşlarını çatıp, ''Ağzı açık ayran budalası gibi telefona bakmasaydın dökülmezdi.'' Dedi.

Özgür sert bakışlarını ablasına yollarken, Cem araya girdi. ''Ellerini yıkamaya git hadi Özgür.''

Özgür başını sallayıp, lavabolara doğru yürümeye başladı. Ellerinden akan kola damlalarıyla yapış yapış olmuş bir vaziyetteydi.

Özgür önüne bakmadığı için, önündeki sarışın kızı da fark etmemişti ve kıza arkadan hiç de uygun olmayan bir vaziyette çarpmıştı...

Sıla arkasından gelen çarpma etkisiyle öne doğru savrulduğunda, küçük bir çığlık kopardı. Özgür önündeki kızın yere düşmesini engelleyip, belinden tutup geri çekti. O kadar sert bir şekilde çekti ki ikisinin bedenleri birbirine yapıştı. Özgür kollarını kızın beline sardığında, kızın sırtı göğsüne yaslanmıştı.

Sıla, ne olduğunu anlamamışken kendini bir bedene yaslı bir şekilde buldu. Gözlerini kırpıştırırken karşısındaki beyaz duvara bakmaya çalıştı.

Özgür nefes alıp verirken göğsü hızla inip kalkıyordu. Kendine yasladığı kızın saçlarının kokusu ciğerlerine karışırken, bedeninin titrediğini hissetti.

Hayır, hayır. Şimdi olmaz ufaklık!

Sıla, arkasında hareketlenen bir şeyler olduğunu hissettiğinde beline sarılmış olan kolları hızla çözdü ve arasından çıktı. Geriye döndüğünde karşısında Özgür'ü bulmak aklının ucundan bile geçmezdi...

''Sen ne yaptın biraz önce?'' diye sordu Sıla yanaklarına ateş basarken. Biraz önce arkasında hissettiği o... Ah!

''Yemin ederim benden istemsiz bir şekilde oldu.''

Özgür de en az Sıla kadar utanmıştı.

Sıla ellerini nereye koyacağını bilememiş bir şekilde arkasında kenetlediğinde, ''Eğer birine söylersen seni mahvederim.'' Dedi.

''İsteyerek yapmadım.''

''Sen bana dayadın!'' Sıla'nın kısık bir şekilde ama hiddetle söylediği o cümle daha da utanmasına sebep vermişti. ''Ahtapot gibi sardın kollarını! Resmen taciz ettin beni pislik!''

''Ben sen düşme diye-''

Sıla uzanıp Özgür'ü göğsünden itekledi. ''Yalan söyleme!''

''Yemin ediyorum isteyerek yapmadım. Ben öyle biri değilim.''

''Hadi oradan!'' diye çemkirdi Sıla. ''Seni son kez uyarıyorum. Eğer birine söylersen seni doğduğuna pişman ederim!''

Sıla omzunu, Özgür'ün omzuna vurarak yanından geçip gittiğinde Özgür geriye doğru bir adım sendeledi.

Kendine geldiğinde, kendi kendine bir tokat atıp '' Ne yaptın oğlum sen!'' dedi. ''Allah'ın belası!''

Sıla, yüzü allak bullak olmuş bir şekilde masaya geldiğinde kendini çok kötü hissediyordu. Yanakları alev alevdi, elleri buz tutmuştu. Masadakilere bir şey çaktırmamak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Mesela bakışları tabağında hiç dokunmadan durduğu sufle kekteydi.

Defne, Sıla'nın kolunu dürttü. Bakışlarıyla, Sıla'nın tabağındaki keki işaret etti. ''Onu yiyecek misin?''

Sıla anlamamış bakışlarını kardeşine çevirip, ''Anlamadım?'' diye sordu.

''Tabağındaki velinimeti diyorum? Yiyecek misin onu?''

''Haa,'' dedi Sıla. ''Hayır, istersen sen yiyebilirsin.''

''Oha gerçekten mi? Çok sağ ol.'' Defne ablasının tabağını alıp, kendi tabağının üstüne koydu ve çatalını keke daldırdı.

Sıla bakışlarını tekrar önüne çevirdi.

Gülşah bu gecenin artık bir an önce bitmesini istiyordu. Bu yüzden Ekrem'e ''Kalkalım mı artık?'' diye bir soru yöneltti.

Ekrem, ''Olur,'' dedi. ''Ben hesabı ödeyip geliyorum, siz çıkın.''

Ekrem ayaklandığında Teoman da kalktı. ''Bende seninle geleyim baba.''

Ekrem gülerek başını salladı. Teoman ve Ekrem birlikte kasaya doğru yürümeye başladılar.

Gülşah, Nazan ve kızlar sonunda Defne kekini bitirince oturdukları masadan kalktılar.

Teoman, babası hesabı öderken bakışlarını etrafta gezdiriyordu. Bakışları bar bölümünde durduğunda kaşları hafifçe yukarıya doğru kalktı.

Adımları eş zamanlı olarak oraya doğru hareket etti. Bar tezgâhının önüne geldiğinde dirseklerini tezgaha yaslayıp, öne doğru kendini yasladı ve tezgahın arkasında çalışan kıza bakmaya başladı.

''Hey sert kız!''

(...)

Pera duyduğu ses ile kafasını kaldırıp, ona seslenen erkeğe baktı. Kaşları çatılırken, tabi ki onun kim olduğunu tanıdı!

''Senin ne işin var burada?'' diye sordu Pera sinirli bir sesle. Etrafına bakındığında babasının olmadığını gördü ve biraz rahatladı.

Teoman'ın dudakları yukarı doğru kıvrılırken, ''Beni o kafede rezil ettikten sonra bir an bile aklımdan çıkmadın.'' Dedi. Daha sonra yüzündeki gülüş silindi ve ciddi bir hal aldı. ''Seni unutabileceğimi mi sandın? Sana, kendine dikkat et dedim. Etmiyorsun demek ki.''

Pera sırıtıp, ''Yarası olan gocunur, diye bir laf var bilir misin?'' diye sordu. Sonra da elindeki bezi havada sallayıp, ''Dükkânın önünü kapatma, yol al hadi Tezcan.'' Dedi.

Teoman sinirlenirken, ''Teoman'' Diye düzeltti.

Pera başını sallayıp, ''Aynen Turancan.'' Dedi. Tek yapmak istediği şey, Teoman'ı yerin dibine diri diri sokmaktı. Adını tabi ki hatırlıyordu! Kim unutabilirdi ki?

Teoman sinirli bir şekilde gülerken başını yana doğru çevirdi. Daha sonra birden ciddileşti ve hızla önüne dönüp Pera' nın kolundan tuttuğu gibi kendine çekti.

Pera, gerçekten böyle bir şey beklemiyordu. Teoman kuvvetlice onu kendine çekince elindeki bardak kaydı ve yere düşüp onlarca parçaya ayrıldı. Pera' nın gözleri irice açılırken çıkan kırılma sesiyle barda oturanlar onlara doğru döndü.

Teoman kısılmış gözleriyle, ''Sinirlerimi bozuyorsun.'' Dedi. ''Adın neydi senin?''

''Sana ne!'' diye bağırdı Pera. ''Çek şu elini kolumdan! Sen kimin çöplüğünde horozluk yapıyorsun be!''

Teoman, sinirlenince konuşması birden mahalle ağzına dönen kıza güldü. Pera gerçekten anlamıyordu. Bir an sinirlenip, iki dakika sonra nasıl gülebiliyordu!

''Adını söyle hemen,''

''Seni son kez uyarıyorum horoz,'' dedi Pera. ''Buradan kemiklerin kırılmadan çıkartmam seni. Hemen bırak şu kolumu!''

''Allah Allah,'' Teoman kahkaha attı. ''Nasıl olacakmış o? Sen mi döveceksin yoksa?''

''Yoo,'' dedi Pera. ''Ben değil, babamla erkek kardeşim dövecek!'' Ve daha sonra Pera avazı çıktığı kadar ''Babaaaa!'' diye bağırdı.

Cem, kızının bağırışıyla beraber elindeki şarap dolu kutuyu bir kenara bırakıp barın arka kapısından içeriye koşarak girdi. Bar bölümüne geldiğinde, bir çocuğun Pera' yı sıkıştırdığını gördü.

Cem koşarak Pera' nın yanına gidip fazla sert olmayacak şekilde kızının diğer kolundan tuttuğu gibi çekti.

Teoman elini, Pera' nın kolundan çektiğinde babası yaşlarında olan ama babasından kat ve kat daha genç gösteren metalci kılıklı bir adamla burun buruna geldi.

Bu ne biçim baba lan?

''Hayırdır?'' dedi Cem bir gözünü de kırparken. ''Ne istiyorsun lan kızımdan?''

Pera, baktı ki Teoman ne diyeceğini şaşırdı hemen zeytinyağı gibi üste çıkıp, ''Baba beni rahatsız etti! Kolumdan tuttu çekti onun yüzünden bardak da kırıldı. Gitmesi için onu uyardım ama bir türlü gitmedi. Sürekli adımı sordu!''

Teoman, Pera' yla göz göze geldiğinde Pera, Teoman'a dil çıkardı.

''Alkollü müsün sen?'' diye sordu Cem.
Teoman başını iki yana sallayıp, ''Valla abi ne dersen haklısın. Biraz rahatsız ettim kızınızı.'' Dedi dürüstlükle. Yalan söylese delikanlılığına yediremezdi. Pera, Teoman'ın yalan söylemesini beklerken dürüst olmasına açıkçası çok şaşırdı. Teoman daha sonra, ''Ama biz önceden tanışıyoruz değil mi!?'' diyerek soruyu Pera' ya yöneltti.

''Ben seni tanımıyorum.'' Dedi Pera.

Cem, ''Hadi delikanlı, hadi uza sen buradan.'' Diyerek tezgâhın arkasından çıkıp, Teoman'ın yanına gitti. ''Seni de bir daha buralar da görmeyeyim. Bir daha böyle anlayışlı olmam. Kendi kızımda dâhil başka hiçbir kızı benim olduğum mekânda rahatsız etme.''

Teoman bir şey demedi çünkü birisi de onun kızına böyle bir şey yapsaydı onu orada rezil eder, gebertmekten beter ederdi.

Tam o sırada Özgür geldi. ''Ne oluyor?'' diye sorduğunda, Pera yüz yılın boş boğazlığını yaptı.

''Ne olacak! Beni rahatsız etti eşek herif!''

Özgür, babası Cem gibi değildi. Bunu duyduğu anda bütün devreleri attı ve iki eliyle kendinden iki, üç yaş büyük çocuğun yakalarını hızla kavrayıp ''Sen kimin ablasına laf atıyorsun ulan ibne!'' diyerek kafayı gömdü...

Teoman yediği kafanın etkisiyle geriye doğru sendeleyip, kanayan burnunu tuttu. ''Hay ebeni sikeyim,'' dedi birkaç saniye başı dönerken. Özgür bunu duyduğu anda, ''Dur bak şimdi ben senin ebeni nasıl domaltıp sikeceğim!'' diyerek Teoman'a doğru koşmaya başladığında Cem araya girip oğlunu belinden yakaladı. Bu sefer Teoman, ''Lan! Ben bebeden dayak yiyecek adam mıyım lan!'' diyerek kenetlenen baba oğula koşup, Özgür'ü yakaladığı gibi yere fırlattı.

Ekrem, bar bölümünden gelen bağırışları ve kırılma seslerini duyunca hesap ödeme işini halledip oraya doğru gittiğinde gördükleriyle şoka uğradı. Oğlu ve oğlu yaşlarında gözüken bir çocuk yumruk yumruğa kavga ediyordu! Etraftakiler de onları ayırmaya çalışıyordu.

Ekrem oraya gidip, ''Teoman bıraksana çocuğu!'' diye bağırıp oğlunu almak istedi ama nafileydi. İki çocuk da birbirlerini bırakmıyor, araya girenlere de nasiplerini aldırıyordular.

Defne, Sıla, Nazan ve Gülşah dışarıda beklemekten ağaç olmuşlardı. En sonunda Gülşah, ''Kızlar bir gidip içeriye baksanıza babanızla abiniz ne yapıyor.''

Kızlar başlarını sallayıp yeniden restorana girdiler. Defne içeriye girip, etrafa bakındığında bar bölümünde olan kalabalığı fark etti ve oraya doğru yürürken ablasına da seslendi.

İki kardeş oraya geldiklerinde gördükleriyle şoka uğradılar. Defne, ''Abla git hemen annemleri çağır!'' diye bağırdığında Sıla koşarak annesini ve Nazan Teyzesini çağırmaya gitti.

Defne, babasına ''Baba burada ne oluyor!'' diye bağırdı. Dört tane adam, iki çocuğu ayıramıyordular!

Ekrem kızına cevap verememişti çünkü oğlunu ahtapot gibi sarıp geriye doğru çekmeye çalışıyordu ama Teoman hırsını alamamış bir şekilde ardı ardına vuruyordu Özgür'e. Özgür de aşağı kalmıyor, sağlı sollu yapıştırıyordu!

Pera, ''Ya ben bu çenemi niye tutamıyorum! Neden!'' diye kendi kendine hayıflanırken birbirlerini yuvarlana yuvarlana döven kardeşini ve Teoman'ı hiçbir şey yapamadan izliyordu. Bu kadar gürültüye herkesin rahatsız olmasına ve bağırmasına karşılık mutfaktaki aşçılar bile dışarıya çıkmıştı...

Benim yüzümden rezil olduk!

Gülşah ve Nazan dışarıda beklerken, restorandan şimşek hızıyla çıkıp, ''Anne abim birini dövüyor!'' diye bağıran Sıla'nın peşinden koşarak içeriye girmişlerdi. Sıla başta olmak üzere iki kadın toplanan kalabalığı yararak kavganın ortasına girdiklerinde Gülşah gördükleriyle bir çığlık kopardı.

Nazan orada Teoman ve diğer çocuğu ayırmaya çalışan adamların arasındaki Cem'i görünce şaşkınlıktan çenesi yere değecek gibi oldu. Yoksa... Yoksa bu Cem'in oğlu olan Özgür müydü!?

(...)

Mercan dışarıdan gelen bağırışlara karşı ocağı kapatıp, hızlı adımlarla mutfaktan dışarıya çıktı peşinde bir sürü aşçı ve çalışanla beraber...

Barın oradaki kalabalığa doğru yürüyüp, ''Burada ne oluyor!'' diye bağırdı. Mercan öyle bir bağırmıştı ki, bir anda bütün herkes sustu ve Özgür ile Teoman kendiliğinden birbirlerini bıraktılar... Öyle dominant bir sese ve kişiliğe sahipti Mercan işte!

Özgür yüzünden akan kanları elinin tersiyle sildiğinde canı yanmıştı. Nefes nefese kalmış bir şekilde yerde uzanıyordu. Cem eğilip, oğlunun omuzlarından tutarak yerden kaldırdı. Özgür, ağırlığını babasına verirken, Cem oğlunun kolunu boynuna atıp, kolunu beline attı ve onu tuttu. Özgür'ün bakışları ona çok tanıdık gelen mavi gözlerle buluştuğunda dudaklarından bir inleme koptu.

Sıla dayak yiyenlerden birinin Özgür olduğunu görünce çok şaşırdı. Ağzı, burnu, yüzü kan içinde kalmıştı. Yoksa! Yoksa abisi Özgür'ün Sıla'yla olan temasını gördüğü için mi Özgür'ü dövmüştü? Allah kahretsin!

Ekrem oğlunu aynı Cem gibi yakalayıp tutarken, Teoman hırslı hırslı nefes alıp veriyordu. Elinin tersiyle burnundan oluk oluk akan kanı silip yutkundu. Gözleri aynı anda Pera' yı bulduğunda kendisine endişeli bir şekilde baktığını gördü ki bu Teoman'ın umurunda bile değildi.

Pera o kadar pişmandı ki o kadar! Bütün bu olanlar onun bir anlık sinirlenmesiyle olmuştu. Kardeşi ve Teoman bir senelik dayak kotalarını beş dakika içinde doldurmuştular. Ve Pera, Teoman için gerçekten üzülüyordu.

Defne, Özgür'ü gördüğü anda 'Oha bu o çocuk!' diye bir tepki verdi. Daha sonra, Özgür'ün yanına gidip gitmemek arasındaki ince çizgi de kaldı. Çünkü abisi tarafından dayak yemişti ve abisini de dövmüştü. En iyisi şu an gitmemek, diye düşündü. Zaten eli yüzü kan içindeydi. Defne'yi görse bile tam olarak onu tanıyamazdı.

Mercan olay yerinde, olanlara baktığında sinir krizi geçirecek gibi oldu. Daha sonra eli yüzü kan içinde olan oğlunu gördü ve ''Özgür!'' diye bir çığlık attı. Sonra öteki tarafa dönüp öteki dayak yiyen çocuğa karşı ''Aman Allah'ım!'' diye bir tepki verdi. Bakışları ilk önce çocuğu tutan adamı, sonra yanındaki iki genç kızı ve daha sonra... Gülşah'ı buldu.

Bu çocuklar tıpkı Gülşah'a benziyordu ve Gülşah endişeli bir şekilde yaralı çocukla ilgileniyordu. Bir el sanki Mercan'ın kalbini sıktı.

Gülşah birden Mercan'a döndüğünde iki kadın yüz yüze geldiler ve o an bütün restoran, insanlar, aileleri silindi. Mercan ve Gülşah birbirleriyle kaldılar. Sonsuza kadar...

Ve Gülşah ile Mercan o an deli gibi çarpmaya başlayan kalplerinden anladılar, birbirlerine su ve ateş gibi aşık olduklarını... 

Continue Reading

You'll Also Like

3M 162K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...
116K 6.2K 18
"ya siz kafayı mı yediniz çocuk daha o çocuk iki gün önce papucu yırtıldı diye ağlayan kızı gelmiş bana koynuna al diyorsunuz o yetmezmiş gibi bid...
1M 57K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
2.2M 207K 42
"Benim topraklarımda ölmek için özel bir nedene gerek yok." Mihra Elnurova, Türkiye'nin güneyinde yer alan, ufak bir Türkmen ülkesi olan Karahan'da...