Derin Duygular

By ZeynepDefne

713 26 4

Gülşah Hanım, diğer kadınlardan farklıydı ve bir o kadar da aynıydı. Sadece ailesi tarafından evlatlıktan red... More

Tanıtım Ve Karakterler
2/ En Masum Günah
3/ Or-Al
4/ Küçük Kız
5/ Sapık
6/ O Kız
7/ İş Birliği
8/ Su Ve Ateş
9/ Şarkıların Dili
10/ Telve
11/ Pentagram
12/ Gelecek Felaketler

1/ Anı Yaşa

117 5 0
By ZeynepDefne

Video linkinde, Mercan'ın çaldığı parça var. O sahne geldiği zaman açmanızı tavsiye ederim...

Keyifli okumalar...

---

Gülşah ellerini saçlarına atıp karıştırdı ve ayaklarını kış bahçesindeki demirlikle uzatmaya bir son verip oturduğu hasır sandalyeden kalktı. Boş kahve fincanını eline alıp, elini çalmaya başlayan telefonuna atıp kotunun cebinden çıkardı.

Arayan kişinin yakın arkadaşı Nazan olduğunu görünce aramayı yanıtladı.

''Efendim Nazan?''

''Gülşah! Neden sabahtan beri açmıyorsun telefonlarımı? Rezervasyon yapacağız, sana ulaşamıyoruz!''

Arkadaşının sitem ve hiddet dolu ses tonuna karşılık şaşırmıştı Gülşah. ''Dur bir dakika, ne rezervasyonu?''

''Sevgililer günü rezervasyonu tabi ki de Gülşah! Bugün on dört Şubat! Biz bekâr hanımlar olarak toplanacağız, Ekrem'in olmadığını bildiğimiz için seni de davet ediyoruz. Geleceksin değil mi?''

Gülşah gözlerini kapatıp birkaç saniye düşündü.

''Ben gelmesem Nazan? Gerçekten başım çatlıyor. Teoman zaten sevgilisi ile birlikte çıkacak bu akşam, Sıla da bu gece bir arkadaşında kalacak, Defne evde yalnız kalmasın.''

''Yahu koca kız oldu Defne artık! Boyumuzu geçti hergele! Bırak sen, kalsın evde yalnız. Ya da olmadı iki dakika birini bulsun kendine o da bir yere kapak atsın bunu da ben mi söyleyeyim? İçi geçmiş bu kızın, içi! Dört kişilik yaptırıyorum rezervasyon. Bak gelmezsen vallahi küserim!''

''Tamam, tamam.'' Dedi en sonunda Gülşah. Hiçbir zaman Nazan'la çene yarıştırmaya girememişti. Ayrıca, zaten birkaç haftadır çok yoğundu. Evi ve atölyesi arasında mekik dokuyordu. Bu akşam dışarı çıkıp, hava alabilirdi. ''Geleceğim. Yaptır sen rezervasyonu.''

Gülşah telefonu kapatıp, yeniden kotunun arka cebine koyduktan sonra kış bahçesinden çıktı ve mutfağa yürümeye başladı. Bazen evinin bu kadar büyük olmasından huysuzlanıyordu. Mutfağa gitmesi için ta arka bahçeden çıkıp, kocaman salonu geçtikten sonra mutfağa varması lazımdı.

Mutfakta fare gibi dolapta bir şeyler arayan küçük kızına ''Defne?'' diye seslendiğinde Defne korkarak kafasını kaldırmıştı ki açık olan rafa kafasını çarptıktan sonra annesinin yanında olduğunu hatırlayarak ''Anasını seveyim!'' diye bağırıp kafasını vurduğu yere ellerini bastırarak kendisini yere bıraktı. Gülşah elindeki fincanı tezgâha bırakıp hızlı adımlarla kızının yanına çöktü ve vurduğu yeri ovalamaya başladı. Bir yandan da kıkır kıkır gülüyordu.

''Ya anacığım niye gizli gizli geliyorsun!'' diye sitem etti Defne ellerini zonkladığı kafasından çekerken. ''Kanlı Meryem geldi sandım, kıymetlim Yusuf Yusuf diye bağırdı!''

Mutfağa girmekte olan Sıla, kardeşinin söylediği cümleyi duyunca ''Bloody Mary, diyordun herhalde?'' diyerek uzun sarı saçlarını elinin tersiyle savurup, kardeşini düzeltti.

Defne, ablasının bu hareketine gözlerini devirdi. ''Hayır! Kanlı Meryem bu Kanlı Meryem! Siz bilmezsiniz gâvurun tohumları!'' Defne kendi kendine hayıflanmaya devam ederken Sıla annesine dönüp, ''Mutfak dolaplarını kurcalarken mi oldu?'' diye sordu.

Gülşah kafasını salladı.

Sıla kardeşine dönüp, ''Hem kilo alıyorum diye yakınıyorsun, hem de hala daha dolapları kurcalayıp çikolata bulmaya çalışıyorsun Defne! Sonra da kilo aldıkça anneme gidip, 'Sıla'yı da sen doğurdun Teoman'ı da, neden ben şişkoyum!' diyerek ağlıyorsun.' Kes artık şu hareketlerini!'' diyerek iyi bir azar çekti.

Defne burnunu kıvırdıktan sonra, ''Ben göbeğimle barışık bir insanım.'' Dedi. ''Ayrıca nereye baksam bütün kızlar çöp gibi, ben popolu ve memeli olup erkeklerin aklını çelen bir Afrodit olacağım.''

''Birinci Afrodit mi, ikinci Afrodit mi?'' diye sordu Sıla, ikinci Afrodit'in Banu Alkan olduğunu vurgulayarak. ''Çünkü senden olsa olsa Banu Alkan olur.''

''Anne şuna bir şey söyle!'' Diyerek bağırdı Defne sinirle. Sıla ise kardeşinin bu sinirlenmesine sırıtarak cevap verdi.

Ve Gülşah araya girip klasik cevap olan, ''Bir şey.'' yanıtını verdi.

Sıla sırıtarak elini tezgâhta duran meyve sepetine attı ve bir elma alıp kardeşine fırlattı. Elma Defne'nin kucağına düştü. ''Çikolata yerine elma ye ufaklık.''

Defne göz ucuyla annesine baktığında, Gülşah fincanı çalkalamakla meşguldü. Defne bir eliyle elmayı, diğer eliyle Sıla'yı işaret edip poposunu gösterdiğinde Sıla, kardeşinin dediğini anlayıp, ''Terbiyesiz Otaku!'' diye bağırmıştı.

Defne yüzüne yerleşen serseri sırıtış ile elmayı ablasına geri fırlattığında Sıla tek eliyle yakalamıştı. Defne ona öpücük attığında, Sıla da ona öpücük atmıştı.

Onların kavgası da bu kadardı işte.

Defne çöktüğü yerden kalkıp, dolaptan tavuk soslu bardak kapta hazır bir ramen çıkardı. Su ısıtıcısına su koyup, ısıtma düğmesine başladığı sırada, bardağın üstündeki jelatinin yarısını açıp içinden acı sosu ve baharatları çıkarıp erişteye dökmekle meşguldü.

''Defne ben gece dışarı çıkacağım kızım.''

Defne baharatları dökerken bir anda kafasını kaldırıp, ''Babam mı geldi yoksa?'' diye sordu heyecanla.

Gülşah başını hafifçe yana eğip, ''Hayır baban gelmedi, Nazan Ablanlar ile çıkacağız.'' Dedi.

Defne başını salladı. ''Anladım. Şey, tamam çıkabilirsin. Ben kendi başımın çaresine bakabilirim. Beni merak etme tamam mı? Bir şey olursa, ilk seni, sonra abimi arayacağım. Söz veriyorum.''

''Gerçekten yaramazlık yapmayacağına söz verir misin?'' diye sordu Gülşah. Çünkü Defne'nin şu yaşına kadar yaptığı her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşündüğünde onu bir kafese kapatmak istiyordu.

''Gerçekten bir şey yapmayacağım anne.''

''Sana güveniyorum.''

Defne yüzündeki şeytani gülümsemeyi annesine göstermemek için başını yana çevirdi. Bu gece çok eğlenceli geçecekti.

---

Sıla odasında en yakın arkadaşı ile telefonda konuşuyordu.

''Ya, annem duyarsa bizi gebertir biliyorsun değil mi?'' diye sordu arkadaşı Sinem'e sorunun cevabını bilmesine rağmen. ''Ayrıca abimin ne kadar sosyal olduğunu biliyorsun Sinem, birisi beni görürse hemen abimi arar. Bu sefer de Teoman bizi gebertir.''

''Ay hiçbir şey olmayacak Sıla! Bir rahat olur musun lütfen çok rica ediyorum?''

''Rahat olamıyorum çünkü abisi kıskanç psikopat olan sen değilsin benim. Ayrıca abim seni beni ayırt etmez hepimizi birlikte döver. Hem bizi o bara nasıl alacaklar? Biz reşit değiliz ki! Hem de sevgililer gününde! Bence rezil olacağız Sinem. Okuldaki kaşarlara hava atacağız diye kendimiz bok yoluna öleceğiz. Bence gitmeyelim. Gel, sizde normal iki kız gibi oturalım. Başımızı derde sokmayalım?''

''Korkak! O bara gideceğiz! O kadar Sıla!''

''Of be of! Ne barmış arkadaş! Hayır ne var ki bu barda?!''

''Ya barın sahibi çok yakışıklı bir adam...'' dedi ve iç çekti Sinem. ''Bir de onun oğlu ve çevresi var... Etraf yıkılıyor yani. Kesinlikle gitmemiz lazım Sıla!''

''Eğer başımıza bir şey gelirse-''

''Gelmeyecek! Hadi kapatıyorum. Akşam çok geç kalma, hemen bize gel.''

''Tamam.''

Sıla telefonu kapatıp, yatağından kalktığı gibi odasındaki boydan boya dolabına gitti. Kapakları açıp, kıyafetlerine bakarak araştırmaya koyuldu. Sinem'in o bara illa ki gideceğini biliyordu. Aklı sıra gidip barın sahibini ve onun oğlunu görüp, 'Allah'ım onları ölmeden önce canlı görebildiğim için sana teşekkür ederim.' Diyerek teşekkür edecekti. Gözlerini devirdi Sıla. Sinem'in bu huyu yüzünden ikisinin başı bir gün derde girecekti.

---

Teoman yatağında uzanmış, telefonuyla iki gündür çıktığı kızla konuşuyordu.

''Aşkım.'' dedi karşıdaki kız cilveli bir sesle.

''Efendim aşkım?'' diye yanıtladı Teoman samimi olmaya çalışan bir ses tonuyla.

''Bugün günlerden ne?''

Teoman içinden, bu kız salak, yemin ediyorum gerizekalı diye geçirdi.

''Bilmem. Ne aşkım?''

''On dört şubat aşkım.''

''Hmm!'' dedi Teoman. Sanki ilk defa on dört şubatı duymuş gibiydi.

''Ne yapacağız bugün? Bizim ev boş.''

Teoman yattığı yerde birden doğruldu. Tam, 'Yemin et lan?' diyecekti ki o ağzına kadar gelen her şeyi yutup, ''O zaman siz de kutlarız aşkım?'' dedi.

''Olur, tabi ki aşkım. Gece bizde de kalırsın?''

''Kalırım tabi ki aşkım, seni hiç bırakır mıyım gece yalnız?''

''Bırakmazsın demi aşkım?''

''Bırakmam tabi aşkım.''

Kız cilveli bir şekilde kıkırdadığında Teoman sadece sırıtmıştı.

---

Saat sekize gelirken Gülşah aynada bir kez daha kendini süzdü. Giydiği kırmızı kısa elbisenin abartılı olup olmadığını düşündü. Sonra da bugünün sevgililer günü olduğunu hatırladı ve başını iki yana salladı.

Çektiği kalın eyeliner, sürdüğü kırmızı ruj, kıvırdığı uzun kirpikleri ile çok güzel bir kadındı Gülşah.

Odadan çıktığı anda, karşısına Teoman çıktı. İkisi göz göze geldiğinde, Teoman olduğu yerde kalıp annesini baştan aşağı süzdü.

''Anne sultan?'' Diye sordu yarım ağız sırıtırken. ''Çok güzel olmuşsun, nereye böyle?''

''Nazan Ablan ve arkadaşlarıyla çıkıyoruz yakışıklım.'' Dedi Gülşah oğlunun yanına gidip giydiği beyaz gömleğin yakalarını düzeltirken. ''Sen nereye?''

''Bende işte Tuğçe'nin evine...'' dedi Teoman.

Gülşah temkinli bakışlarını oğluna çevirdi ve ona uyaran bakışlarıyla ona bir şeyler söyledi.

''Anne ya,'' diyerek güldü Teoman. ''Kocaman adam oldum ben, biliyorum herhalde bazı şeyleri, hazırlıklıyım sen kafana takma merak etme.''

''Eh, sen öyle diyorsan öyle olsun. Sonra bana gelip, 'Anneanne oluyorsun,' deme de.''

İkisi birlikte güldüklerinde Gülşah yavaşça eliyle oğlunun yanağına vurdu. ''Ne zaman büyüdün sen ya?''

''Büyüdük işte bir ara,'' diyerek elini ensesine atıp sıvazlarken sırıttı Teoman. ''Neyse hadi, birlikte çıkalım da beni de bırak. Araba sende kalsın, ben gece gelmeyeceğim.''

''Öyle olsun bakalım.'' Dedi Gülşah ve oğlunun koluna girdi. Kalan merdivenleri de oğluyla birlikte indi.

Defne salondaki koltuğa oturmuş, merdivenlerden aşağı inen annesi ve abisini izliyordu. Onlar indiklerinde oturduğu koltuktan kalkıp ayılı pijamalarıyla birlikte yanlarına koştu.
''Gidiyor musunuz?'' diye sordu gülümserken.

Teoman kardeşini kendine çekip sarıldı ve saçlarından öptü. Defne kollarını abisine sardı. Gülşah da o sırada topuklu ayakkabılarını giyiyordu.

''Gidiyoruz. Bir şey olursa hemen bizi arıyorsun.'' Teoman'ın söylediği cümleye, Gülşah ''Mümkünse bir şey olmasın.'' Diye atladı.

Defne uslu bir kız gibi başını salladı.

''Sıla nerede?'' diye sordu Teoman.

''Sıla bir saat önce çıktı. O da Sinemler' e gitti. Bu gece orada kalacak.''

Teoman başını salladı.

Gülşah da Defne'yi öptükten sonra ikisi birlikte evden çıktılar ve arabaya bindiler. Teoman arabayı çalıştırdığında Gülşah emniyet kemerini takıyordu. Teoman da emniyet kemerini taktıktan sonra gitmeye başladılar.

Gülşah, Teoman'ı bıraktıktan sonra Nazan'ın verdiği adrese gitti. Karşısında çok şık bir restoran gördü. Arabasını valeye verdikten sonra, restorandan içeriye girdi. Kapıdaki görevliye rezervasyonu olduğunu söyledi ve Nazan'ın ismini verdi. Görevli de listedeki ismi bulup, ona masaya kadar eşlik etti.

Nazan' ın yanına oturmadan önce Gülşah diğer üç arkadaşı ile selamlaştı ve yerine oturdu. Paltosunu çıkarıp, görevliye verdi. Sonra dördü siparişlerini verdiler.

Gülşah az pişmiş bir bonfile, havuç ve brokoli haşlamasıyla beyaz şarap sipariş etmişti. Diğer arkadaşlarının siparişlerinden sonra, açılan şaraptan bir kadeh aldı. Kadehini yudumlarken arkadaşlarıyla sohbet içine dalmıştı.

''Çocuklar nasıllar?'' diye sordu Nazan'ın karşısında oturan kadın Gülşah'a bakarken.

''İyiler.'' diyerek gülümsedi Gülşah. ''Küçük kızım evde tek başına, ortanca kızım arkadaşında kalacak bu gece. Oğlum da kız arkadaşıyla birlikte kutluyor sevgililer gününü.''

''Ne güzel yahu, çocuklarını kısıtlamayan anneleri her zaman çok sevmişimdir.''

Gülşah başını salladı. ''Kısıtlayarak nereye kadar gider ki? Özgür kalıp, özgüvenli olmaları lazım.''

''Çok haklısın vallahi.'' Dedi o kadının yanında, yani Gülşah'ın karşısında oturan kadın.

''Gülşah zaten her zaman çok iyi bir anne olmuştur.'' Dedi Nazan ve ona dönüp gülümsedi. ''Ayrıca mükemmel bir arkadaştır da.''

''Canım benim.'' diyerek gülümsedi Gülşah arkadaşına.

''Eh! O zaman sevgililer günümüz kutlu olsun bayanlar.'' Diyerek kadehini kaldırdı Nazan. Gülşah ve diğer bayanlar da ona uyup kadehlerini kaldırdılar. ''Aşka!''

Nazan'ın kadehleri tokuştururken ''Aşka!'' demesi Gülşah'ın gülümsemesine neden olmuştu. Sevgililer günü temalı bir yemekte tabi ki aşka kadeh kaldırılacaktı.

---

Sıla ve Sinem, Sinemler' in boş evinde üstlerini değiştirip bar ortamına uygun kıyafetler giymişlerdi. On dört şubat günü, giydikleri kısa elbiseden dolayı ''Kıçımız donacak!'' diyerek Sinem'e kızıyordu Sıla.

''Ya Allah sana dehşet bir fizik vermiş, kullansana!'' diyerek Sinem'de Sıla'ya kızıyordu.

Kısacası kızlarımız, on dört şubatı evde film izlemek yerine, bir barda bol bol öz çekimler yaparak okuldaki arkadaşlarına hava atmak için kullanacaklardı.

Ne Sinem'in ailesinin haberi vardı, ne de Sıla'nın ailesinin. İkisinin başına bir şey gelse bunun hesabını kim verecekti?

Sıla içine dolan huzursuzlukla bara doğru yürüyen Sinem'in koluna yapıştı. ''Sinem, gitmesek mi acaba?''

''Saçmalamaz mısın Sıla!'' Diyerek kolunu çekti Sinem. ''Okuldakilerin ağzına laf mı vereceğiz? O kadar atıp tuttuk ya okulda 'On dört şubat gecesi bara akıyoruz' diye? Sıla tırsıp kaçtı, gidemedik mi diyeceğiz? Yemin ediyorum reziller rezili oluruz! Kübralar' ın ağzına laf veririz!''

Aklına Kübra ve Esra gelince kaşları çatıldı Sıla'nın. O kızlardan ölesiye tiksiniyordu.

''Battı balık yan gider!'' dedi Sıla gaza gelerek. ''Gidelim be!''

''İşte benim kızım ya! Aferin sana, helal olsun! Göster bakalım kankaya pençelerini!''

Sıla, özenle törpüleyip, kırmızıya boyadığı tırnaklarını Sinem'e gösterdi. Sinem ellerinin başparmaklarını kaldırıp kankasını onayladı.

Ve ikisi bara doğru yürümeye başladılar.

Kapıdan içeri girmek için adım atıyordular ki, iki izbandut kılıklı adam Sinem ve Sıla'nın önüne geçtiler. Siyah camdan yapılma, iki katlı, müzik sesinin dışarıya kadar taştığı barın havalı konseptine girmeleri için iki adamı geçmeleri lazımdı.

''Girebilir miyiz?'' diye sordu Sinem, Sıla'nın bir şey demeyeceğini görünce.

''Damsız girilmez.'' Deyince kapıdaki adam, Sıla kaşlarını çattı.

''Nasıl yani? O söz sadece erkekler için geçerli değil mi? İyi de, biz zaten kadınız, erkek değiliz ki! Erkeklerin dam bulması lazım... Bu işte bir yanlışlık olabilir. Yani, biz girmeliyiz değil mi?''

''Ayrıca biz belki lezbiyeniz?'' dedi Sinem. ''Ne biliyorsunuz ki? Yani biz ikimizin damıyız.''

Görevlinin konuşmasına bile izin vermeden nefessiz bir şekilde yardırmaya devam ediyorlardı Sıla ve Sinem. En sonunda görevli, ''İçerideki denge bozuluyor!'' diyerek sesini yükselttiğinde Sıla ve Sinem konuşmaya ara verdi.

''Ne dengesi?'' diye sordu Sinem. ''Ya biz vallahi müzik dinleyip, fotoğraf çekilmek için geldik. Yoksa ne işimiz olur buralarda? Heves almaya geldik biz, heves!''

''Kusura bakmayın küçük hanımlar, damsız almıyoruz.''

''Yahu bize ne!'' Dedi Sıla. ''Çekilir misiniz lütfen, bizim oraya girmemiz lazım.''

''Duymuyor musun kızım almıyoruz içeriye.''

''Duyuyoruz! Ama bizi ilgilendirmiyor! Bak bu arkadaşımın adı Sıla, kendisi benim damım olur.''

Sıla ve Sinem, izbandut gibi adamın sert bakışlarına maruz kaldılar.

''Ne yahu? Hayatında hiç eşcinsel görmemiş gibi bakma bize!'' Diyerek kendilerini savundu Sıla.

Barın cam kapısı açıldı ve içeriden siyahlar içinde giyinmiş iki kişi çıktı. İkisi de erkekti. Birinin kumral saçları uzundu, kaşında bir piercing vardı. Ayrıca o saçlarına uygun, kumral bir keçi sakalı da vardı. Yunan Tanrısı gibi... Diye düşündü Sinem. Saçları Sıla'nın kardeşi Defne gibi omuzlarına geliyordu ama geçmiyordu. Siyah gözleri yerden kalkıp, kendisini buldu. Sonra da bakışlarını Sıla'ya çevirdi.

Sıla bakışlarını onun yanındaki biraz daha uzun olan çocuğa çevirdi. Siyah kısa saçları dağınıktı. Siyah gözleri insanın içini yakar gibi kavurarak bakıyordu. Kartal gibi. Yüzünde piercing yoktu. Ama kulağı delikti. Siyah halka bir küpe vardı. Tanrılar Tanrı'sı gibi... Sıla uzun saçlı erkeklerden pek hoşlanmazdı. Ama bu siyah saçlı çocuk çok yakışıklıydı. Ama yanındaki kumral, işte o tam Sinem'in tipiydi! Aslında her kız bu iki çocuk için kendi tipi diyebilirdi. Çünkü ikisi de yakışıklıydı.

Sinem de aynı Sıla gibi düşünüyordu. Kaşında piercing olan çocuğa hayran olmuş gibi bakıyordu. Çünkü Sinem'in de dudağında bir piercing vardı.

''Resmen benim için yaratılmış.'' dedi Sinem ikisinin duyduğunu umursamadan Sıla'ya.

Sıla yutkunarak kankasına döndü. ''Rezil edeceksin bizi. Sus!''

İzbandut kılıklı adam, bu iki çocuk dışarı çıktığında bakışlarını kızlardan çevirip ''Özgür.'' dediğinde Sıla kaşlarını çattı.

Özgür olduğundan emin olduğu siyah saçlı çocuk sırıtarak Sıla ve Sinem'e baktı. Kafası güzel gözüküyordu.

İçmiş bu içmiş...

''Bugün sevgililer günü değil miydi ya?'' diye sordu yanındaki arkadaşı Tuna'ya. ''Yirmi üç nisan alanı gibi olmuş, her yer çoluk çocuk.''

Sıla ve Sinem'in öfkeyle suratlarının şekilleri değişirken, Tuna ve Özgür kahkahalar atmaya başlamışlardı. Bir an ikisi de kahkaha atarken Özgür dengesini kaybedip yere çömelir gibi olduğunda Tuna onu tutmaya çalıştı ama Özgür'ün bir anda kendisini bırakmasıyla düştüler.

''Bize çoluk çocuk diyene bak!'' Diyerek çığırdı Sıla. ''Kendisi ayakta durmayı bile beceremiyor! Bebe!''

''Çirkefleşme kanka boş ver, baksana şunlara. Pis ayyaş kekolar!'' Diye destek verdi Sinem.

Sinem ayağının ucuyla, uzun saçlı çocuğun koluna dokundu ve sonra kendini geriye çekti.

İzbandutlardan biri, yere düşen Özgür ve Tuna'yı kaldırdı. Sonunda ikisi kahkaha atmayı kestiğinde, Tuna cebinden telefonunu çıkarmakla meşguldü.

Sonunda telefonunu çıkardığında, Özgür de hala dudaklarını sımsıkı birbirine bastırmış bir şekilde Sıla'ya bakıyordu. Soktuğu laftan sonra keyfi o kadar yerine gelmişti ki, o kadar!

''Ne bakıyorsun be!'' diye tısladı Sıla.

Ve bu cümleden sonra Özgür yine kahkahalar atmaya başladı. Sıla' nın gittikçe sinirleri bozuluyordu...

''Alo, Şilin,'' dedi alkollü ses tonuyla Tuna. Sinem hemen dikkat kesilip dinlemeye başladı. Acaba sevgilisi miydi? ''Benim kafam yerinde de, Özgür çok içti. Neredesiniz siz? Gelip alın bizi. Diğerleri de yanında demi? Tamam.''

Telefonu tekrar cebine koyduğunda, kahkahalar atan Özgür'e döndü. ''Ne gülüyorsun lan tırrek?'' diye sordu. Önüne gelen uzun kumral saçlarını geriye atıp, keçi sakalını sıvazladı.

''Ya şu tipe bak,'' diyerek kıkırdamaya devam etti Özgür, Sıla'yı göstererek.
Sıla kaşlarını çatarak, ''Ne var benim tipimde be? Asıl sen kendine bak!'' Diye bağırdı.

''Bir de turuncu turuncu giyinerek gelmiş.'' Özgür gülerek, Sıla'nın üstündeki elbiseyi gösterdi. Sıla üzerine baktı. Ne vardı ki elbisesinde? Gayet tatlı olmuştu ve Sinem' de çok beğenmişti.

''Sana ne be benim elbisemden keko!'' diyerek sinirle ellerini yumruk yaptı Sıla.

Sinem araya girip, ''Arkadaşına bir şey söyler misin? Saçmalamaz mı lütfen?'' diye sordu Tuna'ya bakarak.

''Saçmalayan o değil, sizsiniz.'' Diyerek Sinem'e baktı Tuna. ''Siz burayı ne tür bir bar zannediyorsunuz? Demet Akalın'ın atarlı giderli şarkılarını dinleyip eski sevgilinize gönderme yapacağınız bir mekân değil burası.''

''Biz buranın nasıl bir mekân olduğunu çok iyi biliyoruz. Açıklama yapmana gerek yok.'' Dedi Sinem aynı sinir bozuculukta.

Aslında Sıla buranın nasıl bir mekân olduğunu bilmiyordu ve şu anda da çok merak etmişti. Sinem'e yaklaşıp, ''Burası nasıl bir mekân?'' diye sordu.

Sinem de arkadaşına dönüp, ''Ne bileyim kızım ben? En popüler yer burasıydı, bende burayı buldum.'' Dedi sessizce.

Tuna iki kızın fısıldaşmasını duyup gözlerini devirdi. ''Burası metal bar.'' Dedi.

Metal deyince, Sıla'nın aklına ''Periyodik cetvel gibi mi?'' diye bir soru geldi ve bunu dışarıdan söyleyerek Özgür'ün anıra anıra gülmesine sebep oldu. Artık dayanamayan Sıla, Sinem'in kolundan tuttu ve ''Yürü giriyoruz!'' diyerek kapıya doğru yürüdü.

İzbandutlar tekrar engel olacaktı ki Özgür, ''Bırakın abi girsinler.'' Dedi anırmasını keserken. ''Girsinler de içeride neler var görsünler.''

Kızlar içeriye girdiklerinde, sahnedeki adamın bir nevi çığlık atarak şarkı söylediğini gördü Sıla ve her yer, sizlere yemin edebilirdi ki simsiyahtı.

Deri ceketli otuzlu, kırklı yaşlardaki amcalar, onlara keza annesi yaşındaki kadınlar, kendi yaşlarındaki ama kendisinden o kadar farklı gözüken gençler... Hepsi kollarını havaya kaldırmış elleriyle bir işaret yaparak kafalarını öne arkaya sallayarak bedenlerini de hareket ettiriyorlardı.


Ama burası o filmlerde gördüğü gibi herkesin yiyiştiği, liseye giden gençlerin su gibi alkol tükettikleri bir mekan değildi. Gayet, annesi ve babası yaşındaki insanların geldiği, kendi yaşıtında ya da ondan birkaç yaş daha büyük olup ama onunla hiçbir alakası olmayan akranlarının da geldiği bir yerdi.

Çalan şarkı ise Manowar - Warriors of the World United'dı.

Here our soldiers from all around the World

İşte askerlerimiz burada duruyor tüm dünyadan

Waiting in a line to hear the battle cry
Savaş çığlığını duymayı bekliyorlar bir sırada

All are gathered here victory is near

Hepsi burada toplanmış zaferimiz yakın

The sun will fill the hall bringing power to us all

Gürültü salonu kaplayacak ve hepimize güç verecek

Sıla, şarkıyı kendi diline çevirdiğinde korkmadan edememişti. Aklına her türlü şey gelmişti. Bir ayinde olabilirdi, buradaki insanlar kedi, köpek kesiyor da olabilirlerdi!

Dönüp Sinem'e baktığında, Sinem'in sahnedeki adama hülyalı bakışlar attığını gördü.

''Sinem!'' diye bağırdı. ''Burası ne böyle? Hemen çıkmamız lazım! Şu tiplere bak!''

Sinem arkadaşına, sahnedeki gitar çalarken kendini kaybetmiş, dünyadan soyutlanmış adamı gösterdi.

''Bak! Bu mekânın sahibi o! Adı Cem Tufan... Herife bakar mısın? Adam yıkılıyor, adam bitiyor... Neredeyse kırk yaşında ama on sekizlik delikanlı gibi!''

''Baban yaşındaki adama asılıyorsun Sinem! Yürü, gidiyoruz! Yoksa burada birazdan kendimi öldüreceğim! Burası bize göre değil!''

''Bize göre olmadığını bende biliyorum Sıla ama şu ortama bakar mısın? Burada farklı bir hayat var...''

Sıla son kez, başını içeriye çevirdi ve herkese neredeyse teker teker bakmaya çalıştı. Ama şarkı sözleri beyninde kendinden izinsiz bir şekilde Türkçe' ye çevriliyordu ve Sıla'nın sinirleri bozuluyordu.

''Hadi gidelim!'' dedi Sıla ve Sinem onu onayladı. İkisi birlikte sonunda girdikleri mekâna, üç dakika bile dayanamadan dışarıya çıktılar.

Özgür, kızlar çıktığında telefonundaki sayacı durdurdu. ''Sana demiştim!'' dedi Tuna'ya bakarak. ''İki dakika yirmi sekiz saniye!''

''Üç dakika dayansaydınız ne olurdu?'' diye sordu Tuna kızlara bakıp. ''Sizin yüzünüzden bütün biraları ben ısmarlayacağım!''

Sinem kaşlarını çattı. ''Bizim üzerimizden iddiaya mı girdiniz?!''

Sıla umursamadan basamaklardan indi ve kendini bu mekândan olabildiğince uzaklaştırmaya çalıştı.

''Sinem hadi gidelim.'' dedi arkadaşına dönerken. ''Bu kedi yiyen insanlarla aynı havayı solumak istemiyorum.''

Tuna ve Özgür, Sıla'nın dediklerine gülerken Sinem de arkadaşının yanına gitti. Tam o sırada, önlerinde bir araba durdu.

İçinden iki kız, iki erkek indi. Kızlardan birisinin omzuna gelen saçları kıpkırmızıydı. Diğerinin saçları ise yeşildi. Onlar da simsiyah giyiniyordular. Arabadan inen bir erkeğin saçları üç numarayken, diğerinin saçları Sıla'nın saçlarından bile uzun, simsiyahtı.

''Oha artık!'' dedi Sıla. ''Ben bir de kendi saçlarıma uzun derdim.''

''Kızlar niye geldi ki şimdi?'' dedi kendi kendine Sinem. ''Acaba birisi sevgilisi mi?''

''Sinem sana ne?'' diye sordu Sıla. Karşıdan gelen taksiye elini kaldırarak işaret etti. ''Bir an önce defolup gidelim şuradan.''

Taksi önlerinde durduğunda ilk önce Sinem, sonra da Sıla bindi. Sıla binmeden önce son kez dönüp, Özgür'e baktığında onun da ona baktığını gördü ve dilini çıkarıp orta parmağını gösterdikten sonra taksiye bindi.

Arkasında yine kahkahalarla gülen bir Özgür bırakmıştı.

---

Defne, koskocaman evde yalnız başına bir oradan, bir buraya koştururken en sonunda Sıla'nın odasına girdi ve yatağının altındaki kutusunu çıkarıp içinden bir miktar para aldı. Kendi zulasını bitirmişti, nasıl olsa Sıla da para bitmezdi ve Defne zaten sonra parayı yerine koyacak kadar akıllı bir kızdı...

Merdivenlerden tekrar aşağı kedi gibi hızlıca inip, evin anahtarını bile almayı unutarak kendini evden dışarıya attı ve kapı arkasından gürültülü bir şekilde kapanınca olduğu yerde durdu.

''Has siktir.'' Diyerek ellerini bacaklarına vurdu ve geriye döndü. Elleriyle ceplerini yokladığında sadece parası ve telefonu vardı. ''Anahtarları unuttum!''

Ellerini yanaklarına götürdü ve olduğu yere çöküp düşünmeye başladı. İşaret parmaklarını düşünürken ritimli bir şekilde yanaklarına vuruyordu.

''Annemi ararsam, gecesi bozulur ve beni anahtarı unuttuğum için öldürür. Teoman'ı arasam o kızı bırakmak zorunda kalır, sonra kızı bıraktığı için beni öldürür. Sıla gece bu saatte dışarı çıkmaya korkar, gelemez, hadi yürek yiyip gelir ama sonra beni 'Ya tinerciler saldırsaydı!' diyerek öldürür. Babam zaten İsviçre'de... Allah'ım ben ne yapacağım!''

Defne çöktüğü yerden kalkıp başka bir şekilde düşünmeyi seçti.

''Eğer ben bir hırsız olsaydım bu eve nasıl girerdim?''

Bir eliyle düşünürken çenesini tutup, diğer elini de cebine koydu ve kocaman evin etrafında yürümeye başladı. Her yer kapalıydı, her yer kilitliydi.

Kendi odasına giden yangın merdiveninden yukarı çıkabilirdi ama annesi gitmeden önce bütün pencereleri kapatmıştı. Yani bu imkânsızdı.

Sonunda, mutfağın bahçeye açılan kapısının önünde durdu ve tepesindeki küçük, havalandırma penceresine baktı.

Zıplayıp, eliyle camı itekledi ve pencere açıldı!

''Hay yaşa be kızım, aklını seveyim senin! Kesin Kanlı Meryem açtı bunu benim için. Ya çok seviyorum seni Meryem'im!''

Ön bahçeye gidip, bir sandalye kaparak hızlıca yeniden arka tarafa koştu. Sandalyeyi koyup, tepesine çıktı ve ellerini pencereye koyup kendini oraya doğru kaldırdı. Kafasını pencereden içeriye sokup, yılan gibi içeriye kıvrıldı ama sıra kalçasını geçirmeye geldiğinde sıkıştı!

''Ay!'' diye bir çığlık attı. ''Kız sıkıştım!''

Kendini geriye çekmek istiyordu, gitmiyordu. İleriye itmek istiyordu, yine gitmiyordu!

''Allah'ım Allah'ım!'' Diye avaz avaz bağırdı. ''Şuradan bir kurtulayım, söz sana diyete gireceğim! Eriteceğim bu kalçayı, basenleri! Zaten az bir şey vardı, niye beni kendime rezil ettin ki şimdi! Ah Kanlı Meryem ah! Hep sen planladın bunları değil mi! Yelloz seni!''

Kendi kendine saydırıp giydiriyordu Defne. Bir yandan da yer çekimine meydan okurcasına havada durduğuna seviniyordu.

''Mavi kuş! Bak uçuyorum!'' dedi Küçük Kız gibi. ''Ama biraz daha baş aşağı durursam kusacağım!''

Telefonuna da uzanması imkânsızdı. Parmak ucunu sokacağı kadar bir boşluk bile yoktu. Zaten parmağını soksa, ileriye doğru kendini itip eve girecekti!

''Sanırım ben bunu hak ettim.'' Dedi ve iç çekti. ''Daha Sinek Vale'sini bile bulamadan geberip gideceğim!''

Birkaç saniye durdu ve ''Ay ben şimdi ikinci bir Müjde Ar vakası olmayayım!'' dedi kendi kendine. ''O, taksinin camına, ben havalandırma penceresine sıkıştım! Allah'ım Allah'ım! İmdaaaaaaat!''

Defne avazı çıktığı kadar bağırsa da hiçbir etkisi olmadı, çünkü o sitede oturan hiç kimse, onun sesini duymadı...

---

Gülşah, çok hızlı içen arkadaşlarının aksine yavaş yavaş, tadını ala ala içiyordu. Amacı kör kütük sarhoş olmak değildi. O keyfini alarak içmek istiyordu.

Restoranda, Clint Mansell - Together We Will Live Forever parçasının çaldığını duyunca gülümsedi. Bu piyanoyla çalınan, sözsüz bir şarkıydı ve Gülşah bu şarkıyı çok seviyordu ki, sessiz bir yerde dinlemek istediğini fark etti.

''Kızlar ben bir lavaboya gidiyorum.'' Diyerek oturduğu yerden kalktı. Lavaboya gitmeyecekti. Restoran'ın bar bölümüne gidip kendine bir kadeh içki alacak ve sessiz bir kafayla dinleyecekti. Çünkü canlı çalınıyordu.

Kızlar onaylayan sesler çıkarınca, bar bölümüne doğru yürüdü. Beyaz renkli, şık bar sandalyesine oturup kendine bir kadeh karadutlu likör ısmarladı. Dirseğini tezgaha yaslayıp, çenesini de zarif bir şekilde eline yasladıktan sonra parçayı dinlemeye başladı.

Piyanoyu çalan bir kadındı. Üstünde, siyah, üst tarafı askılı, alt tarafı bileklerine kadar gelen dar bir tulum vardı. Sarı saçları kısaydı. Kaşında bir piercing vardı ve kollarında dövmeleri vardı.

Hayranlıkla izlemeye başladı Gülşah.

Beyaz tenine uyumlu, ince uzun parmakları piyanonun tuşlarına basarken cennetteki bir huri gibi gözüküyordu. Gözlerini yummuş, şarkıyı yaşıyor gibiydi.

Tapılası bir güzelliği var...

Dolgun, güzel dudaklarındaki kırmızı mat ruj, uzun kirpiklerini kıvıran siyah rimel, ihtişamla çektiği eyeliner, kulaklarındaki ve boynundaki mercan taşından olduğunu buradan bile anladığı beyaz takım... Duru bir güzelliği vardı. Nefes kesiciydi.

Beş dakika boyunca, gözlerini ondan ayıramadı Gülşah. Kalbinde bir şeylerin filizlendiğini, yanaklarının ısındığını hissetti. İçkisini içmeyi bile unutmuştu. Elleri buz tutmuştu adeta.

Kendine gel Gülşah! Demek istedi kendine ama iç sesinin dudaklarından çıkan kelimeler bir toz bulutu gibi etrafa dağıldı. Duymadı Gülşah...

Şarkı bittiğinde, piyanoyu çalan kadın kafasını kaldırdığı anda onun mavi gözleri, Gülşah'ın renkli gözleri ile buluştu. Gülşah'ın kalbi o kadar hızlı atıyordu ki bir an nefes almayı unuttu.

Senin kalbin yirmi senedir atıyor muydu Gülşah? O kalbini sen ikiye katlayıp, rafa kaldırmadın mı? Neler oluyor sana?

Piyanist kadın, ona şuh bir gülümseme sundu. Gülşah bütün bedeninin titrediğini hissetti. Elindeki kadeh düşmesin diyerek sıkı sıkıya kavradı.

Ve o da gülümsedi Piyaniste.

Herkes piyanisti alkışlarken, nazik bir selam verdi kadın. Oturduğu tabureden kalkıp, adımlarını bara doğru çevirdiğinde Gülşah şuraya yığılabilirdi. O kendisine yaklaştıkça, sanki ruhu da Gülşah' dan uzaklaşıp piyanist kadına sürükleniyordu.

''Merhaba.'' dedi Piyanist kadın Gülşah'ın yanındaki sandalyeye oturup, bacağını diğer bacağının üstüne atıp bedenini ona çevirirken.

Ses tonu... Ah o ses tonu! Milyonlarca ses tonu duymuştu Gülşah şu yaşına kadar, lakin ancak bu kadının sesi onu aptallaştıracak kadar etkilemişti!

Gülşah tebessüm ederek, ''Merhaba.'' dedi. ''Sesiniz, çok güzel.''

Sesi mi! Ah Gülşah ah! Kadın piyano çalmıştı! Şarkıyı söylememişti ki!

Kadın Gülşah'ın bu masum, tatlı haline kıkırdadı. ''Çaldığım parça enstrümantal bir parçaydı ama...''

''Evet, evet!'' dedi Gülşah yanakları kızarırken. ''Ben, ses tonunuzdan bahsetmiştim. Kusura bakmayın, çakır keyif oldum sanırım...''

Kadın anlayışla başını salladı. ''Yalnız mısınız?'' diye sordu.

''Aslında evet, yani hayır...'' Kadın gerçekten Gülşah'a gülüyordu. Gülşah ise yerin dibine girmek istiyordu. ''Aslında şu an yalnız değilim. Arkadaşlarımla geldim.''

''Sıkılmışsınız galiba? Kaçtığınıza göre...''

''Kaçmak denemez. Bu parçayı çok seviyorum ve yalnız dinlemenin daha kıymetli olacağını düşündüm.''

''Anlıyorum.'' dedi kadın gülümseyerek. Elini uzattı. ''Tanışmadık, benim adım Mercan.''

Gülşah ona uzatılan güzeller güzeli ele baktı. Sonra da kendi elini uzatıp, kadının elini tuttu ve nazikçe birbirlerinin ellerini tutup sıktılar. ''Gülşah.''

Gülşah'ın eli birden ısınmıştı, hatta bütün vücudu ısınmıştı sanki! Gözleri, kadının mavi gözleriyle birleşmişti.

Ve o an Gülşah anlamıştı. Karşısındaki kadın da kendi gibiydi.

''Gülşah, daha sessiz bir yere gitmek ister misin?'' diye sordu Mercan.

''Evet.'' Diye yanıtladı Gülşah onu, kendisi bile tahmin edemeden. Beyni saf dışı kalmıştı. Konuşan kendisi değil, kalbiydi.

''Hadi kalk!'' Dedi Mercan ve oturduğu yerden kalkıp hala daha elini bırakmadığı kadının elinden tutarak, onunla birlikte hızlı adımlarla yürümeye başladı. Sanki elini bıraksa yanındaki güzellik kaçacakmış gibi hissediyordu.

İkisi birlikte Gülşah'ın paltosunu aldıktan sonra restorandan çıktılar.

''Arabam valede.'' dedi Gülşah.

''Benimki şurada!'' diyerek ilerideki siyah arabayı gösterdi Mercan. ''Araban burada kalabilir, sorun değil. Restoran benim.''

Gülşah gülmeden edemedi. İkisi birlikte Mercan'ın arabasına gittiklerinde hala daha ne yaptığı konusunda bir fikri yoktu!

Aklında şu anda ne Ekrem, ne Defne, ne Sıla, ne de Teoman vardı. Şu an tüm kalbiyle bu kadının peşinden gidiyordu. Kendisini durduracak ne bir ebeveyni vardı, ne kocası, ne de çocukları...

Carpe diem, diye fısıldadı iç sesi.

Arabaya bindiler ve Mercan bindikleri gibi gaza bastığında Gülşah kahkaha atmadan edemedi.

---

Ve ilk bölüm! :) Umarım hoşnuza giden bir bölüm olmuştur. Lütfen oylarınızı ve yorumlarınızı eksik etmeyin.

Hoşçakalın!

Continue Reading

You'll Also Like

Sarı bukle By ID

General Fiction

44.5K 5.9K 14
interseksüel birey içerir. .... "Ben ona ait değilim, insan sevdiğine ait olur." "Ya kime aitsin? Kiminsin?" İç çekti..." Senin..." .... 🤍
334K 12.5K 62
[DÜZENLENİYOR] Bir hastasına iyilik yapmak isteyen Ahu, hastane kayıtlarından aldığı numarayı yanlış girip bir komutana yazarsa ne olur? Nerden bileb...
1M 55.2K 42
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
2.2M 207K 42
"Benim topraklarımda ölmek için özel bir nedene gerek yok." Mihra Elnurova, Türkiye'nin güneyinde yer alan, ufak bir Türkmen ülkesi olan Karahan'da...