Channie Says Special

By mello-mello

222K 19.7K 9.7K

Tuhaf. Galiba beni ve onca yıllık yaşantımı tanımlamaya yeterli bir kelime. Başka kelimeler de biliyorum ama... More

Özel
1. Bölüm "Eve Hoşgeldin"
2. Bölüm "Başlangıç"
3. Bölüm "Afrodit"
4. Bölüm "Ücret Meselesi"
5. Bölüm "Anlaşma ?"
6. Bölüm - Part 1 "Hazırlık"
6. Bölüm - Part 2 "Dejavu"
7. Bölüm - Part 1 "Birinci Derece Temas"
7. Bölüm - Part 2 "Sorun Çıkarma!"
8. Bölüm "Yalnız Kutlama"
9. Bölüm "Bi Sorun Var, Ama Ne?"
10 .Bölüm "Bilmesen Daha İyi"
11. Bölüm "Geçmiş Olsun"
12. Bölüm "İyi Bak Yeter"
13. Bölüm "Kaybedilen Günün Telafisi"
14. Bölüm "Sana Arkadaş Getirdim!"
15. Bölüm "Fare Kai"
16. Bölüm - Part 1 "Doğaüstü Bir Şeyden Bahsediyoruz."
16. Bölüm - Part 2 "Uyku Hapsi"
17. Bölüm "İsimsiz Not"
Orpheus I
Pororo ve Ben
Orpheus II
18. Bölüm "Yüzleş Onunla"
19. Bölüm "Sorular"
20. Bölüm "Hazırla Kendini"
22. Bölüm "Kendime İlk Kez İtiraf Ediyordum."
23. Bölüm "Yeni Renkler"
24. Bölüm "Tanıdık Yüz"
25. Bölüm "Bu Sözümü Yedir Bana."
26. Bölüm "Artık Benim Sorunum"
27. Bölüm "Yardım Eli"
28. Bölüm "Çaresiz Kalmak"
29. Bölüm - Part 1 "Beraber Susmak"
29. Bölüm - Part 2 "En Yıldızlı Gecelerimize"
30. Bölüm "Ters Düz"
🌌⭐
31. Bölüm "Karmaşa"
32. Bölüm - Part 1 "Yeniden Düşme"
32. Bölüm - Part 2 "Limonata Etkisi"
33. Bölüm "Çekirdek"
34. Bölüm "Toksik"
35. Bölüm "Ballad"
36. Bölüm "Yeni Düzen"
37. Bölüm "Myulchi"
38. Bölüm "Editör Buluşması"
39. Bölüm "Oyuncu"
Orphdogus
40. Bölüm "İğrenç"
41. Bölüm "Baskın"
42. Bölüm "Karma"

21. Bölüm "Bence Çıkarmayalım..."

4.6K 402 432
By mello-mello


Odanın kapısını kapatıp içeri girdiğimde direk yatağıma ilerlemek yerine bir süre kapının önündeki pozisyonumu koruyup heykel gibi hareketsizce düşünmeye çalıştım. Vücudumun tek bir noktasını bile oynatmadan sadece beynimi çalıştırmalıydım.

Evden içeri girdiğimiz anı hatırlıyordum. Ve bunu yaptığım ilk an vücudumdaki kıpırtısızlık sabit kalmış olsa da rengimin değiştiğini hatta yavaş yavaş soğumaya başladığımı hissediyordum.

İçeri girdiğimiz ilk an neden sıradan canlanmıyordu kafamda? Birinin sırtında uyuklarken gelip öylece yatağıma fırlatılıp serbest bırakılmış gibi hissettirmiyordu hatırladıklarım. Fazlası vardı. En azından odama girene kadar. Kendim yürüyordum ve biri asla olmaması gerektiği kadar yakındı bana.

Parmak uçlarımda yalpalayarak yürürken bir şeyler söylüyordum gülerek. Gülüşmeleri hatırlıyordum. En azından kendiminkileri.

"Dikkat et düşeceksin."

Aldırmadan odama yürümeye devam ediyordum. Karanlık salonda sadece kendi kahkahalarımı duyabiliyorken arkada biri daha eşlik etmişti bana sesiyle. Dikkat etmemi söylüyordu.

"Sıkı tut o zaman."

Beni tutmaya çalışan kolları yakalayıp kendime çektim. Gülümseyen yüzüne baktıkça daha sıkı tutunmak istiyordum. Düşmemek için, ya da , her ne için olursa olsun.

"Jongin."

"İçeri girip uyu."

"İstemiyorum."

Sözüm bitmeden tuttuğum kollarından iteklemeye başladım kapalı olan kapıya. Ayakları geri geri giderken yüzü bana kuşkuyla bakıyordu.

"Sehun." Yüzlerimiz arasındaki bir karışlık mesafeyi açmak için yaptığı ilk hamleyi elimle yüzünü tutarak karşılamış ve bunu yapmasına izin vermemiştim.

"Efendim?"

Sırtını kapıda hissettiğinde yüzüne garip, rahatsız bir gülümseme yerleşmiş ve bir şeyler mırıldanmıştı.

"İ-ikinci kez aynı hatayı yapmam."

"Ne hatası?" dedim ondan daha içten bir ifadeyle gülerek.

"Kafan iyiyken-"

"Yani?" Konuşmasına izin vermeden dakikalardır gözümü ayırmadığım dudaklarına götürdüm baş parmağımı.

"Dudakların neden bu kadar yumuşak?" Dalgınlıkla gülümsedim baktığım yere. Yatak odamın kapısında ikimiz dip dibe dikiliyorduk. "Yaparken hamuruna fazladan kabartma tozu katmış gibi."

"Bu kadar yeter."

"Kabartma tozu mu?"

Kollarımın arasından kurtulup arkasını döndü ve az önce sırtının dayalı olduğu kapıyı açtığı gibi kolumdan tutup beni içeri itti.

"Git uyu Sehun."

"Beraber?"

Ben gülerken o durumdan fazla zevk alıyor gibi değildi. En azından bakışları ve donuk vücudundan anladığım kadarıyla.

Bir şey söylemeden geri dönüp gideceği anda beni son ittiği yerden ilerleyip ellerimle belini kavradım.

"Yüzleşelim işte. Bunu istemiyor muydun? Jongin sana-"

Saçlarından kulağına sürüklediğim dudaklarım son cümlemi fısıldayamadan önce Jongin ellerimden kurtulup bana dönmüştü yüzünü. Bense salona gitmesini istemediğim için önce arkasına geçip sonra yüzünü yeniden bana çevirmesini sağlamıştım. Ve sağ elimle kapıyı tutarak geçmesine izin vermemeye kararlıydım.

"Neden kaçıyorsun?" Suratımın ciddileştiğini fark edip yeniden başladım gülmeye. "Bak ben hazırım."

Jongin benim kadar sarhoş olmasını beklediğim halde gayet kendinde gibi davranıyordu. Bunu bakışlarını anlamaya çalışır gibi yüzümde gezdirdiğinde anlamıştım. Ve onu izlerken son söylediğim sözleri bile unutuyordum. Burnunu, az önce dokunduğumda bende fena hisler uyandıran yumuşak dudaklarını, benimkilerle buluştuğunda kendimi tutmakta zorlanmama neden olan simsiyah gözlerini...

"Hazırım mı?! Sabah kalktığında şu an neden bahsettiğini bile hatırlamayacaksın."

Onu o zaman düşünürüz diyen alaycı bir bakışla süzdüm kısa bir süre. Ardından kapıda olan elimi çekip omzuna dokundum. Diğer elim beline uzanırken onun yadırgayan bakışlarını umursamadan dudaklarına ulaşmak için hızlı bir hamle yapmıştım bile. Ve dudaklarım onunkilere temas ettiği an geri çekilmesi tek bir saniye bile sürmemişti.

"Hadi ama!" dediğimde gözleri on santim ötemde benim sızlanmama şok olmuş gibi bakıyordu. Bense anormal olan ne anlayamıyordum. Sadece onu yakınımda istiyordum. Çok yakınımda. Yalnızca yüzüne bakarken bile ben dayanamazken o niye bu kadar soğukkanlıydı?

"Bana uzun zaman önce bir şey söylemiştin, hatırlıyor musun Sehun? Bana kalırsa siktir git."

Onu duymuyor gibi tişörtümü çıkarmaya çalışıyordum. Git gide görüşüm bulanıklaşıyordu ama o hala görebileceğim kadar yakınımdaydı. Tişörtümü çıkarıp çıkarmadığımdan emin olamasam da ona bir kaç adım atana kadardı her şey. Duyduğum son fısıltılarsa "İstiyorsan, uyan ve buna o zaman hazırla kendini." olmuştu.

Gerisi yoktu. Film orda kopuyordu ve ben çakılıp kaldığım yerde kocaman açtığım ağzımı ellerimle kapatarak hatırlama işini sürdürdüğümü yeni fark etmiştim.

Siktir.

O ben olamazdım.

Hani o... Jongin'i yemek istiyor gibi davranan.

Siktir.

Sırtımı dikleştirip sıçtım efektli derin bir nefes aldım ellerim hala ağzımın üstündeyken. Hızla altımdaki şorta baktım. Sarhoşken sevişip sevişmediğimizi nerden anlıyorduk?

Hayır. Hafızamda canlanan Jongin kolay lokma gibi görünmüyordu. Benden uzak duruyordu. 'Hazırlan öyle.' tipinde bir şeyler söylüyordu. Bana bunu yapmış olamazdı. Pekala her şeyi siktir et, ben ne yapmıştım? Ondan hoşlanmıyordum. Ona o gözle bakmıyordum, bakmamıştım, bakamazdım. Her şeyden önce ben gay değildim.

Ama uyanıkken bile neden kendime engel olamıyordum? Sabah kahvaltıya onunla devam edemememe kadar her şey nasıl bu kadar etkiliyordu beni?!

Uzun ve seksi bacaklarım odamın kapısının önünde çaresizce sabit dururken titriyordu. Az önce ayakta dik durabilmek için kolona dayadığım elim de öyle. Olamazdı değil mi? Yani hayır tabii ki!

Ne yapacağımı bilemez halde hızlı adımlar ve kocaman açılmış gözlerle yatağa yürümeye başladım. Ayak ucu sınırını geçtiğim anda vazgeçip yönümü tekrar arkaya çevirdim. Bu olay kapının önünde durup koşarak dolabın kenarına gittiğimde de tekrar etmişti kendini. En son başa dönüp sertçe kendimi kapıya yasladım. Başım iki elimin arasında ve soluk soluğaydım.

Film klişeleri dönüyordu aklımda. O abuk senaryoların, filmin ortasına kadar aşık olduğunu fark etmeyen abuk karakterleri gibi olamazdım. Çünkü ben vücudumu iyi tanıyordum. Gerçek hayat böyleydi. İnsan salgılanan hormonlarının tetiklediği kalp atışlarını anlardı. Ben o sevmek denilen şeyi yaşamamıştım ama aşk nasıl bir şey acaba diye sormayacak kadar zekiydim. Tanrım kaçıncı yüzyıldaydık, medya bunlarla doluydu. Her yer aşk edebiyatıyla kaynarken anlamak için yaşamak gerekmiyordu. Sikilesi yanılma ihtimalim yoktu.

Tüm bu düşünceler kafamda sadece 3 saniye yer bulabilmişti galiba. Ardından başımın iki yanında duran ellerimi çıldırmış gibi kafama geçirirken bulmuştum kendimi.

"Saçmalama!!" Odada ileri geri hızla yürürken kafama vurmaya devam ediyor ve yüksek sesle bağırıyordum. "Bunlar sadece çılgın hormonlarımın bi oyunu. Evet. Çünkü uzun zamandır hormonlarımı kullanmıyorum. Evet. Öyle."

Koşarken cebimdeki telefonumu aldım elime. "Bir bakalım." Mesajları açmış, son kısımdakilere bakıyordum.

"Tanrım nerde bunlar?" Gözlerim her yerde son birlikte olduğum kızlardan birini arıyordu. Biri oralarda olmalıydı. Üstünden fazla zaman geçmemişti çünkü.

"O-on iki? On iki gün önce mi?" Açık kalmış ağzım ve gözlerimle ağlayacak gibi bakıyordum ekrana. "On iki gündür tek bir kızla bile?"

Telefonu patlayıcı madde gibi elimden yatağa atmıştım hızla.

"YO- Y-YOOO!" Pencereye koşup odadan uçarak çıkmak icin yaptığım bir hamleyi odanın dışından gelen bir ses bölmüştü.

"Sehun?"

Derin bir nefes alıp pencereyi kapattım ve tavuk gibi odanın içini turlamaya başladım. Gözlerim kocaman açılmış, telaşla ne yapmam gerektiğini düşünüyordum.

"Niye bağırıyorsun?"

Cevap verememiş ve yatağın ayak ucunda titreyerek durmuştum sadece. Bir kaç saniye sonra muhtemelen tepki gelmemesinden duyduğu merakla kapının koluna asılmıştı. Gözlerim kapının titreyen kolu ve yatak arasında gidip gelirken çareyi kendimi sürüngen çevikliğiyle yatağın altına itmekte bulmuştum.

Ve yatağın baş hizzasına kadar sürünmeye vakip bulamadığım için ayaklarım dışarıda kalmıştı.

Kapının açıldığını duyduğumda gözlerimi sıkıca kapatmış, sıktığım dişlerimi yumruk yaptığım ellerimin üstüne bastırmış titremekle meşguldüm.

"Sehun?"

İsmimi ağzından duyduğumdaysa kalkmak için hızlı bir hamle yapmış ve başımı yatağımın zemine sabitlemiştim.

"N'apıyorsun orda?"

Can çekişiyordum aslında. Kafamın arkasındaki renk değişimini görmesem de hissedebiliyordum.

"Telefonum!" Acıyla dudaklarımı kemirirken aklıma gelen ilk saçmalığı uydurdum. Aynı anda da tek elimi o sıkışık alanda cebime kadar götürüp telefonumu elime almaya çalışıyordum.

"Telefonumu düşürdüm."

"Yatağın altına mı?"

Haklıydı.

"Evet. Nasıl oldu ben de anlamadım." Sıkışıklıktan ve kafamın acısından zorlukla cümle kuruyordum ve bir de o cümlelerin mantıklı olmasını bekleyemezdi kimse. Elimdeki telefonla yerimi korurken diğer elimle acı içinde çarptığım bölgeyi ovuşturuyordum.

"Bulamadın mı?"

Arkamda dikiliyor ve hala benimle konuşuyordu.

"B-buldum."

"Çıksana o zaman."

"N-neden?" Sorumun saçmalığını fark ettiğim an toparlamak için bir kaç yararsız girişimde bulundum. "Şey yani. Bir şey mi söyleyeceksin? İçeri gitsene."

"Hayır, bağırıyorsun diye... Her neyse... Gidiyorum."

Bendeki garipliğin farkına vardığı ses tonundan rahatça anlaşılıyordu. "Ben içerdeyim o zaman."

"Evet lütfen."

Kapının kapanma sesini duymadan önce sessizlik ve çaresizlikle sarf ettiğim son cümlemdi.

O çıktıktan saniyeler sonra derin bir nesef alıp yine aynı sürüklenmeyle yatağın altından kurtulup perişan halde ayağa kalktım. Dolabımın aynası bana korkudan süklüm püklüm olmuş bi zavallıyı gösterirken sonunda gözümü karmakarışık olmuş saçlarımdan ayırıp telefonumu kavradım. Bu bugün bitmeliydi. Ben bi kızın düşüncesiyle yatağın altına saklanacak bi erkek değildim. Hele o bir kız değilse hiç değildim. Bi kere ben gay değildim!

Beynim bana oyun oynuyordu. Uzun süre bizim çocuklarla, Jongin'le filan uğraşacağım derken kızları fena halde aksatmıştım. Ve benim bünyem böyle şeylere alışkın değildi. Etrafta sadece Jongin olduğu içindi garipliğim. Eğer fare Kai olsaydı ona bile sulanırdım. Evet. Özel olan Jongin değildi. Sadece çaresiz olan bendim. Bütünüyle bir zavallıya dönüşmeden önce yapılabileceklerden birisi Jongin'den uzaklaşmak değildi. Zaten bunu yapamazdım aynı evde yaşıyorken üç gün denediğimde dengem daha da bozulmuştu. Tek çaresi vardı. Onu evden gönderemiyorsam başkasını getirmeliydim. Ve o kişi de benim aklımı yerine getirmeliydi. Etrafta insan kalmamış hissimi yok etmenin tek yolu buydu. Evet, işte tam olarak bu!

-

Saat 10 buçuk gibi salonda otururken zil çaldı. Gelenin kim olduğunu tek bilmeyen Jongin olduğu için karıştırdığı kitabı kapatıp kanepedeki kitap yığınına bıraktı. Ve tedirginlikle bana çevirdi yüzünü.

"Birini mi bekliyoruz?"

"Benim bi arkadaşım." Ayağa kalkıp kapıya ilerlerken göz kırparak yanıtladım.

"Baekhyun filan mı? Ya da o dediğin-"

Jongin'in endişeli bakışlarını görünce hayır anlamında kafa salladım.

"Hayır korkma." Derin bir nefes alıp saçlarımda ve kıyafetimde kısa bir düzeltme yaptım. Üstümü değiştirmiştim ve iyi görünüyordum.

"Min ah."

Misafirimin ismini söylediğimde Jongin'in bakışlarını görmek için geçti çünkü önüme dönüp çoktan açmıştım kapıyı. Ve açar açmaz her zamanki okul dışındaki seksi görünümüyle Min ah atlamıştı üstüme.

"Evde bile iyi giyinen Oh Sehun."

Kız kıkırdarken bana sıkıca sardığı kolları birden garip şekilde bir sürü yabancı arasında tanıdık birini bulmuşum güveni vermişti. Övgü dolu sözleri kulağıma seni kurtarmaya geldim der gibi doluyordu. Tanrım parfümünün kokusu bile tanıdıktı. Kadın parfümü duymanın bile bu kadar rahatlatacağını önceden bilseydim asla bu kadar beklemezdim.

"Seni çok özledim."

"Ben de." dedim rahat çıkması için uğraştığım bir ses tonuyla. "Yarım saat sonra bekliyordum."

"Şikayetçi misin?" Kollarının boynumdaki pozisyonunu bozmadan içeri itti beni. "Beklemek istemedim-"

Benim yüzüm kapıya, onunki de Jongin'e dönük olduğu için cümlesini garip bir duraksamayla kesmesinin sebebini anlamıştım ve yüzümdeki gülümsemeyi bozmamaya çalışarak bir şeyler söylemesini bekledim.

"A-arkadaşın olduğunu söylememiştin."

Üstümden inip Jongin'e ve bana bakmaya başladı. Bense arkaya bakmaya fazla cesaret edemediğim için gülümseyerek yavaşça kolunu kavradım.

"O şey, birazdan çıkacak."

Kız gülümseyerek başıyla Jongin'i selamladığında dayanamayıp çevirmiştim kafamı arkaya. Kanepede dik oturmuş, birbirine bastırdığı dudakları ve donuk bakışlarıyla ikimizi izleyen birini görmenin ortamdaki tüm o tanıdık feminen havayı yeniden tuzla buz etmesini beklemiyordum.

Jongin'le gözlerimiz bir kaç saniyeliğine buluştuğunda bakışları karşısında gülümsemem sönmüştü. Kıza tiksinir, banaysa sikecek gibi bakıyordu. Ve gözlerimi yüzünden çekebildiğimde görmüştüm deri koltuğumu tırnaklayan elini.

"E-e hadi biz şimdilik... İçeri geçelim..."

Kararsızlıkla kurduğum cümleden sonra kimseden bir ses çıkmasına izin vermeden kızın az önce kavradığım kolundan odaya çekiştirdim. O da itiraz etmeden peşimden gelmişti.

Düşünmek yoktu. Beklemek yoktu. Huzursuz hissetmek... Hiç yoktu.

Odadan içeri girdiğimiz anda ayak uçlarımız birbirine değerken kızla gülümseyerek birbirimize bakmaya başlamıştık. Elim, kapı kolundaydı ve kapıyı kapatma işi biter bitmez Min ah'nın omzundaki yerini almıştı. Hafif yaklaşırken elimi çekmeden dudaklarına fısıldamıştım.

"Uzun zaman oldu."

Muzip gülümsememe göz kırparak cevap vermiş ve saniyeler içinde dudakları dudaklarımı bulmuştu. Bunu bekliyormuş gibi az önceki gülümsememle dudaklarının her çizgisini öpmeye başladım. Elleri boynuma sarılı dururken kendini iyice bana bastırıp bacaklarını kalça hizzamda bir yerlere dolamıştı. Ve bu, hızlı girişlerde yatağa aynı hızda ulaşmak için bir çeşit kısa yoldu aslında. Elimle yüzünü okşarken diğer kolumu kalçasından onu havada tutmak için kullanıyor ve yavaş adımlarla yatağa ilerliyordum.

Sanırım her şey olağan ilerliyordu. Yatağa ulaştığımızda da öyleydi. Onu yatağın ucuna oturtup hemen karşısına geçmiştim tişörtümü çıkarırken. O da aynısını yapıyordu ve hareketlerimiz benim liderliğimle olağandan hızlı akıyordu. Dizlerimin üstünde karşısında oturuyordum ve tişörtümü üstümden yırtarcasına atmıştım.

"Bi yere mi yetişmen gerekiyor yoksa bundan ateşli olduğumu mu çıkarmalıyım?" Gömleğini açarken gülümseyerek sormuştu.

Tişörtü görmediğim bir yere fırlatırken sorusu karşısında yüzüne ahmak gibi bakmıştım sadece. Cidden niye böyleydim? Acemi liselinin teki değildim ve annemler eve dönmeden kız arkadaşımı becermem filan gerekmiyordu. Kızın üstünde gömlek olduğunu bile çıkarıp kenara attığında fark etmiştim. Tüm olaylar benim gözlerim kapalıyken ilerliyordu sanki ve hızım dışında olağan olmayan tek şey buydu işte.

Kısa şoktan sonra nihayet acemice gülümsemeyi başarmıştım. "İkincisi ya da öyle olmasa bile kimin umurunda?"

İkimiz de gülümserken dudaklarımız yeniden buluşmuştu. Tuttuğum ellerinden hafifçe itip sırtını yatakla buluşturmuş ve hemen ardından dirseklerimden destek alarak üstünde yerimi almıştım. Dudaklarım kızın dudaklarından çene kemiğine doğru kayarken aklım salondan gelen ani sesle yerine gelmişti. Gözlerimi kapatmış ve düşüncelerimi devre dışı bırakmıştım dış kapının şiddetle çarpılan sesini duyana kadar. Evet bu kapıydı. Beni bir an duraksatan sesten bahsediyorum. Jongin dışarı çıkmıştı.

"Neyin var?" Kız yüzlerimiz birbirine bakarken nefesini düzenleyip merakla sordu. Duraksadığımı fark edip kaşlarını çatmıştı.

"H-hiç. Hiçbir şey." Gülümseyip yeniden başımı altımdaki bedene çevirdiğimde yeniden duraksamış ve kızın doğrularak ellerini sırtına götürmesine şahit olmuştum. Ben düşünmekle meşgulken üstündeki son parçadan kurtulacaktı.

Kopçasını açıp üstünden kaydırmak için yaptığı ilk hamlede sağ elimi sırtına götürüp ellerini tutmuştum donuk bakışlarım ve zoraki gülümsememle.

"Sütyenin güzelmiş!.. Bence çıkarmayalım."

Tedirgin gülümsemem daha da genişlerken kızın yüzü merakla gerilmişti.

"Ne?"

Bir kaç saniye sonra yeniden gülümsemeye başlayıp elimi göğsüne götürmüş ve yavaşça alta kaydırmaya başlamıştı ve bunu yaparken sadece tedirginlikle onu izliyordum.

"Az önce hızlı olan sendin unuttun mu? Heyecanlıysan kendini bana bırak Sehunnie."

Evet saçmalamayı kesip önümdeki afetle ilgilenmeli ve kafama geri dönen aklımı geri gitmesi için ikna etmeliydim.

"Bunu şaka olarak kabul ediyorum."

Yeniden geri doğru yatırıp üstünde yerini almadan önce söylediğim son şeydi. Aklımı kaybediyor olmalıydım bu kızdan uzak durmak gibi saçmalıklar geçiyorsa aklımdan. Bunun için bi sebebim yoktu. Hatta bu kız bir çeşit yaşama geri dönüştü benim için. Saçmaladığım günlerin hesabını kesmenin zamanıydı şu an. Aklımı kaybetmemiştim henüz.

Ya da kaybetmiştim.

"N'oldu?"

Aniden doğrulup yataktan indiğimde neye uğradığını şaşırmış gibi yüzüme bakıyordu. Aslında ben de öyle bakıyordum. İkimiz de Sehun'un yaptığına inanamıyorduk.

"Dün üstüm açık yattım ve sanırım soğuk aldım... Boğazımın şu an nasıl acıdığını anlatamam sana." Parmaklarımı belimde kütletmeye çalışırken bir şeyler söylemeye çalışıyordum. "Bunu sana yapamam bilirsin, grip zor atlatılıyor."

"Saçmalama..." Şaşkınlıkla sırıtıyordu şaka yaptığımı filan söylememi bekler gibi. Ama benim donuk suratımda bir kıpırdama olmayınca o da alaycı ifadesini kaybetmiş ve yüzüme endişeyle bakmaya başlamıştı. "Gerçekten... Neyin var Sehun?"

Endişeli gözleri belimden altlara kaymaya başladığında telaşla sesimi yükseltmiştim.

"ASIL SEN SAÇMALAMA!" Ellerimi kendimi gizlemeye çalışır gibi alt kısmımda çaprazlayıp daha da geri çekilmiştim. "Grip oldum diyorum. Tuhaf tuhaf şeyler düşünme."

Bir şey söylemeden bir süre yüzüme baktıktan sonra doğrulup yatağın kenarından gömleğini almak için yere uzandı.

"Bekle ben alırım." Hızlıca gidip yerden gömleğini aldım ve eline tutuşturdum. Hala yatakta oturmuş az önceki şeyin şokunu atmaya çalışıyordu.

"Tuhaf davranıyorsun." diye mırıldandı kollarını gömleğe geçirip ayağa kalkarken. "Tanıdığım Sehun bu değil."

"Tuhaf davranmıyorum." Yaklaşıp gülümseyerek yanağına küçük bir öpücük kondurdum. "Sadece seni düşünüyorum."

Bakışları hala yadırgama doluydu. Etraftan üstüne ait olan diğer parçaları da toplayıp kapıya yöneldi son kez baktıktan sonra.

"Biraz yalnız kalıp düşünmen gerekiyor sanırım. Sonra ararım."

Düşünmem gerektiği açıktı. Sadece ne düşünmem gerektiğinden emin değildim. Neden böyle davrandığımdan da öyle.

Kapıya kadar onunla gidip çıktığı an derin bir nefes alıp kapıyı kapattım. Kapıya yaslanmış kocaman gözlerle odayı tarıyordum. Bu ben olamazdım. Tuhaf bir şeyler hormonlarıma durmasını söylemiş ve içimi sızlatmıştı ona yaklaşırken. Mutlu değildim. Bir şekilde huzursuzdum beş dakika öncesine kadar. Şimdi daha rahat hissediyordum. Sadece sebebini bilmiyordum. Anlam verememiş olsam da kendimi büyük bir yükten kurtulmuş gibi hissediyordum.

Sürünerek kendimi deri koltuğuma kadar götürüp kumandayı elime alır almaz büyük bir gürültüyle uzandım.

-

Saat hala fazla geç olmadığı için yarım saat içinde kendimi dışarı atmıştım. Baekhyunlarla buluşmak aklımdan geçmiş olsa da elemiştim. Okuldan birileri? O da olmazdı. En güzeli biraz yalnız takılıp cebimdeki son parayla az önce kaçırdığım hatuna hakkımda tuhaf dedikodular çıkarmasın diye affettirici bir şeyler almaktı. Yani bunu lüks bi bijuterinin önünden geçerken akıl etmiştim.

İçeri girdim ve fazla kalabalık olmayan mağazada ürünlere göz atmaya başladım. Yardımcı olmak için yanıma gelen görevli fıstığa güzel ama cep yakmayan bir şeyler arıyorum kız arkadaşım için diyemezdim. Bu yüzden gülümseyip öylesine baktığımı söyledim ve gönderdim başımdan.

Marka çantaları direk geçip sevimli bir şeyler aradım. Mağazanın neredeyse öbür ucunda saç aksesuarları gözüme çarpmıştı ve aradığım şey orda olabilir deyip o bölüme gittim. İkinci rafta üstünde pırlantamsı şeyler bulunan taç benzeri bir şey dikkatimi çekmişti. Pekala ucuz değildi ama kızın bugün taktığı tokaya benzediği için onu seçmiş ve çıkarken yanıma ne kadar para aldığımı hatırladıktan sonra ucu ucuna yeten paramla şık bi paket içinde satın almıştım. Özel gün hediyesi değildi sonuçta çok pahalı bir şeye gerek yoktu.

Ama çıkmadan önce ödeme yapılan yerin yanında askılardaki lisanslı anahtarlıklar çekmişti dikkatimi. Animasyon karakterlerinin arasında benim anahtarlığıma benzer bi batman karakteri gördüğümde gidip dikkatli bakmıştım. Yarasa kanatları, Batman kafası ve benzer zımbırtılar arasında Robin şekilli bi tanesini görüp gülümsedim ve fiyatına baktım. Şu kızın lüzumsuz saç aksesuarından çok daha uygun fiyatlı ve en azından espriliydi. Jongin'i – nam-ı diğer Mr. Robin'i- hatırlamış ve bir sebepten içimden gelmiş, anahtarlığı da eklemiştim alacaklarıma.

Saat gece yarısına yaklaşırken cebimde Jongin'in anahtarlığı ve elimde kızın hediye paketiyle eve dönmüştüm. Evden çıkarkenki huzursuzluğumu tamamen atmıştım ve gülümsüyordum. En azından kapıdan içeri girene kadar.

"Dünyadan Robin'e-"

Kapıyı açıp içeri ilk adımımı attığımda ışıkların hala açık olmasına şaşırmıştım ilk olarak. Normalde bu saatte evi sadece televizyonun ışığı aydınlatıyor ve kanepesinde bir Jongin uzanıyor olmalıydı. Kitaplığın yarısının boş, her şeyin toplanmış, yerde de Jongin'in önceden odamda duran valizlerinin olması değil.

Hediye paketini kenara bir yere bırakıp kapıyı kapattım ve içeriyi taramaya başladım elimde Robin anahtarlığını sallarken.

"Pşşt?" Bir kaç adım atıp salonda olmadığını fark edince hole doğru yürümeye başlamıştım. "Ekim'de bahar temizliği mi?"

Ama banyodan üstünde ceketi ve elinde sırt çantasıyla çıkıp yanımdan orda yokmuşum gibi geçip gitmesini beklemiyordum az önce seslendiğim kişinin. Salona gidip ayaklarıyla valizlerini kapının kenarına sürüklemeye başladı.

"N'apıyorsun?"

Durup şaşkınlıkla baktım. Gerçekten bu günkü olaya kızmış olamazdı değil mi?

"Televizyonu önceden gönderdim. Uzun süre kalmayacaktım zaten. Abarttım bile."

Yarı açık gözlerle umursamazca yüzüme baktı bir saniye için. Sonra kapıyı açıp unuttuğu bir şey olup olmadığını hatırlamaya çalışır gibi son kez arkasına bakarken mırıldandı yüzüme bakmadan.

"Ve teşekkürler yaptığın onca şey için. Başkası olsa yapmazdı. Çıkardığım sorunlar için de yeterli olmadığını biliyorum ama üzgünüm. Hastane ücretini de en kısa sürede geri ödeyeceğim."

"N-ne, nasıl ya?" Gözlerimi kısıp yanına yaklaştım. Az önce elimde sallandırdığım anahtarlığıda yumruk yaptığım elimin içine hapsetmiştim. "Şaka mı yapıyorsun?"

Odayı taramayı bırakıp önüne dönmeden önce derin bir nefes aldı sakin kalmaya çalışır gibi.

"Kalacak yerim var, mutfağı toplayıp ahjummaya onun olan tabakları iade ettim. Hamster'a gece verilen mamayı verdim... Burda başka bir şey kalmadı yapmam gereken."

"Onun adı Kai! Ne demek kalmadı?" Anlamıyordum. Bir kaç adım yaklaşıp sorar gibi baktım ona ve valizlere. "Neyin var senin?"

Dişlerini sıktığını anladığım bir ifadeyle gözlerini daha da kısıp valizlerden birini kapının eşiğine çıkardı. Hemen ardından da diğerini onun yanına yerleştirdi.

Ben de aptal gibi dikilmeyi kestim ve hızlı adımlarla yanına gidip kolundan tutarak sarstım hafifçe. Sesim açık kapı yüzünden apartmanda yankılanıyordu.

"Jongin ne saçmalıyorsan anlat şimdi! Ne gitmesi tanrı aşkına?!"

Tuttuğum kolunu derin bir nefes aldıktan sonra sertçe geri çekti. "Bilmek mi istiyorsun?"

"Ne halt varsa kafanda bilmek istiyorum! Kız gibi ne bu saçmalık toplayıp eşyalarını gidiyorsun? Neyse anlat!"

Nefes alışverişimin hızlandığını ve vücudumun ısındığını fark etmiştim. Hafif bir titreme bile çökmüştü vücuduma. Korkuyor muydum? Neden ellerimi sallayarak konuşuyordum? Lanet bi heyecan ve telaş yüzünden adeta titriyordum.

"Ben bundan kaçtım!" Askısından tuttuğu valizi itip büyük bir gürültüyle kapıdan dışarı düşmesine neden olmuştu. Aynı şeyi kolundan sarkan sırt çantası için de yaptığında içimdeki aynı acı verici titremeyle onu izliyordum.

Bağırdığı için ahjummanın her an çıkabileceği korkusuyla bir yandan apartmanı gözetliyordum.

"Senin bana bir yerden tanıdık gelme sebebini çok farklı sanmıştım!"

Acı çeker gibi aptal bir ifadeyle öfkeden deliye dönmüş halini izliyordum. "Benden bir şeyler gördüğümü sanmıştım. Annemi buldum sanmıştım! Çektiğim onca sıkıntının bittiği nokta sandığım yer kaçtığım sıkıntının kendisiymiş, nasıl anlayamadım?!"

"N-ne-"

Son seste bağırırken eşikte duran diğer valize sert bir tekme atıp diğerinin yanına yolladı.

"Babamın evini terk edip, kadınları yürüyen vajinalar olarak gören başka bi piçin yanına yerleştim!"

Kapı kolunu tutup valizleri gibi kendini dışarı atmadan önce yüzüme acır gibi baktı. "Tıpkı onun gibisin."

Sonrası ben olduğum yere çakılı kalmışken suratıma çarpılan bir kapı olmuştu. Donup kalmış vücudum az önceki adrenalini yavaş yavaş yok ederken ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Kafamın içinde bir şeyler söylüyordum ona seslenir gibi.

"O kızla birlikte olmadım..!"

Ama dışarıdan duyabildiğim tek ses fare Kai'nin kafesindeki tıkırtıları ve benim yeni yeni dinginleşen kalp atışlarımdı.

Çünkü evi bomboş bırakıp gitmişti.

Sıkıca kapalı olduğunu yeni fark ettiğim yumruğumu açıp içindeki anahtarlığı kapının kenarındaki çekmeceli dolabın üstüne bıraktım. Duvar, parke, dolap kapakları ve görüş alanımda saçma sapan ne varsa boş boş bakıyordum hepsine. Ve kafamdaki seslere her saniye yenileri ekleniyordu.

"Ne olacak şimdi?"

Ama dışarıdan hala sessizdim. Etrafa bakarken yere bıraktığım hediye gözüme çarptığında dişlerimi sıkıp sıkı bir tekme geçirmiştim pakete. Sonra tuttuğum nefesi burnumdan serbest bırakırken kitaplığın yanındaki puflardan birine gidip oturdum.

Şu an raflarında boktan edebi kitaplar olmayan kitaplığın.

"Göt herif."

Sessizliğimi bozup kendi kendime mırıldanmaya başladım bu kez.

"Kimsin sen?"

Dirseklerimi dizlerime dayayıp saçlarıma daldırdım ellerimi sertçe.

"Ben senin baban gibi? Ben?!"

Ellerimle son bir kez saçlarımı karıştırdım ve öfkeyle, cebimde baskı yapan telefonu çıkarıp yanımdaki pufa koyacağım sırada elimde titremesiyle ekrana baktım. Mesaj sanmıştım ama biri arıyordu. Bu saatte... Arayan isme baktığımda merakım iki katına çıkmıştı. Pororo?

Continue Reading

You'll Also Like

93.6K 4.9K 61
"Komşum ünlü bir futbolcu. Fazla yakışıklı ve bunun da fazlasıyla farkında. Üstelik inatçı keçinin teki, tam anlamıyla gıcık ve çekilmez biri. Başta...
17.6K 2.7K 30
biz harikalar diyarını bulduk, sen ve ben onun içinde kaybolduk. ve bu sonsuza dek sürebilirmiş gibi davrandık.
53.7K 5.9K 21
Taehyung bir katildir ve hapishaneden kurtulmak için taklit yaparak akıl hastanesine girer. O sırada orada hasta yatan Jungkook ile karşılaşır ve Jun...
168K 9.1K 59
Oynanılan her oyun er ya da geç bitmeye mahkumdur..