Hey, Matmazel!

By endlessadness

276K 15.8K 11.4K

Okumayın, bağımlılık yapabilir. More

1. Bölüm: Ahmet Şükrü Bey
2. Bölüm: Batarya bizi ayırana kadar
3. Bölüm: Uçamayan pokemon
4. Bölüm: 457864 Boyutlu & HD kaliteli
5. Bölüm: Dexter bakışlı çilekçi ayı
6. Bölüm: Dilleri usta güzeller
7. Bölüm: Evcil Köpekten Korkan Vahşi Türk Kızı
8. Bölüm: Aptal bir panda
9. Bölüm: Kafasına düşen elmayı yemeyen Newton
10. Bölüm: Louis Vuitton ayakkabılı öküz
11. Bölüm: Sümüklü Aptal
12. Bölüm: Altın mantık yumurtlayan horoz
13. Bölüm: Yüzyıllardır samanlıkta aranan iğne
14. Bölüm: Öküz dilinden dinozor hikayesi
15. Bölüm: Süt reçeli kokan öküzün süpürgesiz cadısı
16. Bölüm: Saklambaç oynayan şans
17. Bölüm: Pamuk Gamze ve Yedi Cüceler
18. Bölüm: Eyfel'in yolları taştan
19. Bölüm: Huysuz Matmazel ve Şövalyeleri
21. Bölüm: Kod adı: Yaratıcı Panda
22. Bölüm: Küçük Prenses
23. Bölüm: Tuzlama bizi Nusret
24. Bölüm: Yıldız Kusan Gökyüzü
25. Bölüm: Zil zurna
26. Bölüm: Beceriksizliğin beden buluşu
27. Bölüm: Ablan Sıkar Bebeğim
28 Bölüm: Korelinin Doğum günü
29. Bölüm: Yansın geceler Pelinsu Eceler
30. Bölüm: Kalbe jilet atma isteği
31. Bölüm: Son uyku
32. Bölüm: Becerikli beceriksizlik
33. Bölüm: Canda çıkan yangın
34. Bölüm: Koca yaşlı şişko dünya
35. Bölüm: Aşk şekeri
36. Bölüm: Sadece Sen
37. Bölüm: Kapıdan geçemeyen iğne deliği
38. Bölüm: Ah, neşesi yeter
39. Bölüm: Fotoğraf
40. Bölüm: Hayat kötü kolla götü
41. Bölüm: Nöbetçi marketin kız kasiyeri
42. Bölüm: Çığlık atan gülümseme
43. Bölüm: Kusmuklu Crazy Boy
44. Bölüm: Deja vu
45. Bölüm: Kaplumbağa vs. Tavşan
46. Bölüm: Alaaddin'in sihirli Gamze'si
47. Bölüm: Selam bebek donun ne renk
48. Bölüm: Son perde
49. Bölüm: Mumu yatsıya kadar yananlar
50. Bölüm: İki ucu boklu değnek
51. Bölüm: Sikik papatyanın sikik yapraklarından çıkan sikik sonuç
52. Bölüm: İntikam çiğ yenen bir yumurtadır
53. Bölüm: Sana bir sır vereceğim
54. Bölüm: Sümüklü güzel
55. Bölüm: Orospularla mücadele vakfı
56. Bölüm: 0 rh+ karakter aranıyor!
57. Bölüm: Zurnanın zart dediği yer
58. Bölüm: Lanet adam ve lanet kadın
59. Bölüm: Şut ve gol
60. Bölüm: Taşaklı plan operasyonu
61. Bölüm: Davetkar Patates
62. Bölüm: Huba huba huba
63. Bölüm: Ronaldo vurdu gol oldu
64. Bölüm: Son gülen iyi güler
65. Bölüm: Gökyüzü denizi
66. Bölüm: Yılan Tıs Tıs Tıs
67. Bölüm: Dün yediğin hurmalar bugün götünü tırmalar
68. Bölüm: Batsın bu dünya, bitsin bu rüya
69. Bölüm: Hesabını bilmeyen çavuşlar döner götünü avuçlar
70. Bölüm: Pinokyo
71. Bölüm: Minicik ufacık tatlı bir kaçık
72. Bölüm: Yalancının şahidi şıracı
73. Bölüm: Bir gün belki hayattan
74. Bölüm: Tek yön seçtiğin tüm yollar
75. Bölüm: Aynada biriken uzayan yalnızlıklar
76. Bölüm: Küçük düşler, büyük düşüşler
77. Bölüm: Bir ihtimal daha var
78. Bölüm: Bir varmış bir yokmuş
79. Bölüm: Suda boğulan balık
80. Bölüm: Uçurtmanın kaçışı
81. Bölüm: Zehirli cesaretsizlik çukuru
82. Bölüm: Artık uyan, bitti rüya
83. Bölüm: Senden benden bizden
84. Bölüm: Patlamış Prezervatif Çocuğu
85. Bölüm: Bir gece ansızın
86. Bölüm: Tükürdüğünü yalama sanatı
87. Bölüm: 59 Saniye
88. Bölüm: Yine Yeni Yeniden
89. Bölüm: Eşek şakası
90. Bölüm: Hastane's Secret
91. Bölüm : Bam bam bam

20. Bölüm: Ablan Star Bebeğim

4.5K 259 269
By endlessadness

Multimedia: Semih (sağda) ve Emre  (solda)

20

"Evet, geldim sayılır... Sen girdin mi eve? Bir şey dediler mi?... Beni pek sevmezler de... Ha unutmadan, Gamze'yle konuşurken sakın ağzından kaçırma... Sana da iyi geceler, Aylin."

Edis'in kapının önüne geldiğini fark ettiğimde olduğum yere daha da sindim. Umarım beni fark etmezdi. Kapıyı açıp içeri girdiği an hapşırdım kendime engel olamadan deniz fantezisinden hallice. Elimi ağzıma koysam da çıkan sese engel olamamıştım. Kapı anında geri açıldı ve Edis'in bakışlarını üzerimde hissettim.

"Ne yapıyorsun orada?" Ona bakmasam da kaşlarını çattığını tahmin edebiliyordum. Sert sesinden belliydi.

"Hiç ya, soğukla iki çift laf edeyim dedim," diye homurdandım sert bir çıkışla. "Görmüyor musun? Kapıda kaldım."

Bir şey demedi. Ayağa kalkıp montumu yerden aldım ve ayağı yardımıyla aralık tuttuğu kapıyı bir hışımla itip içeri attım kendimi. Tam merdivenlere yöneldiğim sırada beni kolumdan yakalayıp sırtımı duvarla buluşturdu Edis. BIK-MIŞ-TIM!

"Neden üzerinde Onur'un kıyafetleri var?" Gözleri sorgular gibi bakıyordu. Fakat burada sorgulanması gereken biri varsa o kesinlikle ben değildim. Sorgulanması gereken Aylin ve Edis'di. Ayrıca Aylin'e gerçekten çok kırgındım. Bunu benden nasıl saklardı? Sırf Edis saklamasını istedi diye üstelik...

"Gerçekten mi Edis?" Engelleyemediğim küçük bir kahkaha bedenimden firar etti. "Bunu bana ne hakla sorabilirsin ki sen?"

Asla kendinden taviz vermeyen sert duruşu ve bakışları yine üzerimde egemenlik kurmuştu. "Neden kıyafetlerini değiştirme gereği duydun?"

Ne sanıyordu ki? Ne ima ediyordu? Onur'la yattım, duştan sonra da onun kıyafetlerini giydim dememi falan mı bekliyordu?

"Sen sor diye!" dedim, olduğum yerde çırpınırken.

"Söylemezsen, sabaha kadar burada bekleyebiliriz."

Gözlerimi öfkeyle yumup sakinleşmeyi denedim içimden beşe kadar sayarak. Tekrar gözlerine baktığımda istikrarlı bir şekilde ifadesini koruduğunu gördüm. "Edis," diye mırıldandım, sinirlerim iyice gerilirken. "Seni ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokma."

Sert rüzgarların estiği gözlerini bir an olsun benimkilerden ayırmıyordu. "Ne olduğunu bilmek istiyorum."

"Neden?"

"Bir sebebe ihtiyacım yok."

"Ama benim var."

"Lütfen Gamze," dedi inatla. "Uzatma."

"Uzatan sensin. Kimsin ki bana hesap soruyorsun? Çok anlamsız şu an yaptığın şey."

Kısaca düşünüp, "Arkadaş olduğumuzu sanıyordum," diye geveledi ama bunu sırf bir şey söylemiş olmak için öylesine söylediği belliydi.

"Arkadaşlarım bana senin gibi davranmıyorlar, Edis."

"Altı üstü ne yaptığınızı söyleyeceksin."

Beni yoruyordu. Çok fazla yoruyordu. Şu an beni bu şekilde hapsetmeye ne hakkı vardı? Yoksa ona bu hakkı ben mi vermiştim? Tıpkı az önce ima ettiği gibi.

"Ne duymak istiyorsun?" dedim sonunda yorgun ve bıkkın bir sesle. "Onur'la yattıktan sonra duş almam gerekti ama kirli kıyafetlerimi giymek istemediğim için onunkilerden giydim. Oldu mu?"

"Çirkinleşme," dedi dişlerini sıkarak.

Güldüm. "Çirkinleşmek? O nedenmiş? Yapamaz mıyım?"

"Yapamazsın değil, yapmazsın."

"Madem yapmayacağımı biliyorsun, o halde bu sorgu neden?"

"Sen benim soruma cevap vermiyorken benden cevap beklemen fazla ironik."

Ofladım. "O halde cevapsız sorularla odalarımıza dağılsak artık?"

Alayla gülümsedi. "Sabaha kadar burada bekleyebiliriz demiştim."

Tabi Edis işsizdi. Yapardı. Ama benim yerine getirmem gereken sorumluluklarım vardı bu nedenle sabaha kadar Edis ile burada nöbet tutamazdım. Sonunda pes edip, "Suya düştüm," dedim düz bir sesle. "Şimdi izin verirsen duş alıp yatmam gerek, malum yarın bazılarının aksine okulum var."

Kaşları çatıldı söylediklerimden sonra. Gözleri soru işaretleriyle dolmuştu. "Suya nasıl düştün?"

Gözlerimi kaçırdım. "Tamam, atılmış da olabilirim... Doğum gününün intikamını almadıysa ben de bir şey bilmiyorum!"

"Doğum günü mü?" Sesi şaşkın, bir o kadar da meraklıydı. "Bu da ne demek oluyor?"

Dilimi sertçe ısırdım aptallığım karşısında derin bir nefes alarak. O gün oradakilere rezil olduğum yetmemişti şimdi bir de herkese anlatarak dünyanın geri kalanına rezil olmalıydım. "Pastasına kusmuştum..."

"Sen..." Gerildi zaten keskin olan yüz hatları nedenini bilmesem de. Geri çekilerek beni bir anda serbest bıraktığında kaşlarımı çattım. Ama onun yüzüne anlamlandıramadığım bir gülümseme çizildi. "O yaz oradaydın?"

"Evet?"

Gülümsemesi daha da genişledi. Az önceki gerginliğinden eser kalmamıştı. Sanki kaybettiği bir şeymişim de uzun zaman sonra yeniden bulmuş gibi bakıyordu gözlerime. Aydınlanmıştı ifadesi.

"Ne oluyor?" dedim kaşlarım iyice çatılırken. "Neden öyle bakıyorsun bana?"

"Hiç," diye mırıldanarak merdivenlere yöneldi. Üç harflik kelimesi bile neşeliydi. Dudaklarında asılı kalan gülümseme dikkatimi dağıtıyordu. "İyi geceler, Gamze."

Anlam veremesem de bu haline, üstelemedim. Daha önemli bir işim vardı şu an. Onun nereden geldiğini sormak mesela. Her ne kadar biliyor olsam da... Hep o benim sinirlerimi bozacak değildi ya?

"Sen neredeydin?" diye hesap sordum burnunu havaya dikip.

Omzunun üzerinden dönüp baktı bana. "Yürüdüm," demekle yetindi. Soğuktan yanakları kızarmıştı. Demek ki uzun zamandır dışarıdaydı.

"Tek başına mı?"

Doğrudan gözlerime baktı ve, "Tek başıma," dedi tereddüt etmeden. Eğer telefon konuşmasını duymamış olsaydım kesinlikle inanırdım. Ama ne mutlu bana ki duymuştum.

Küfür edip kafasını duvara sürtmek istesem de dilimi ısırdım kendimi tutmak adına. Pis yalancı! Kafamı usulca salladım cevap olarak ve zorla gülümsedim ona. Merdivenleri çıkmaya başladığımda yanından geçip gitmemi bekledi beni takip etmek için. Son basamaktan sonra yollarımızı ayırdık, o sağdaki odaya bense soldaki odaya yöneldim.

Bir an önce duş almalı ve şu pis sudan kurtulmalıydım. Kaşınmaya başlamıştım uyuz gibi! Kıyafetlerimi hazırlayıp banyoya attım kendimi haliyle ve en neşeli şarkılarımı söylerek suyun altında keyifli dakikalar geçirdim. Hem eğlendim, hem temizlendim.

Çıkıp kurulandıktan sonra pijamalarımı üzerime geçirip çıktım banyodan. Odama girdiğimde yatağımın üzerinde kitap okuyan bir Edis bulmayı beklemiyordum. Okuma gözlükleri vardı gözünde ve itiraf etmeliydim ki kemikli yüzüne gözlükler çok yakışmıştı.

"Ziyaretini neye borçluyum?" diye sordum aynanın önünden tarağımı alıp saçlarımı taramaya başlayarak. Her seferinde düğüm düğüm oluyorlardı ve ben onları taramaktan çok yoluyordum aslında.

Adımlarımı yatağıma çevirdim ve yatağın boş tarafına oturdum o beni izlerken. "Masaj yapacağın aklıma geldi."

Ah, evet. Demek ki unutmamıştı... Eğer yapmazsam haram olur muydu kullandığım wifi? Hakkı kalırdı üzerimde. Of! Ama benim artık uyumam lazımdı...

"Başka bir gün yapsam olmaz mı? Saat iyice geç oldu. Sabah kalkamayacağım."

"Bunu Onur'la çıkmadan önce düşünseydin. Bana öncesinde söz vermiştin."

Pekala, yine haklıydı. Ama neden konumuz sürekli Onur'du?

"Onur ile çıkmış olmam seni neden rahatsız ediyor?" diye sordum en sonunda çatık kaşlarla. Açık açık söylemeliydi ya da laf sokmayı kesmeliydi artık.

"Rahatsız ettiğini de nereden çıkardın?"

"Beni sorguya çekmenden?"

Gözlüklerini düzelttikten sonra duruşunu dikleştirdi. "Sadece çıkmanızı mantıksız buldum."

"Neden mantıksız olsun?"

"Çünkü onu henüz tanımıyorsun bile."

"Seninle çıkarken seni çok mu tanıyordum?"

Ama aslında içimden geçen şuydu: Aylin seninle çıkarken seni tanıyor muydu?

"Her neyse, Gamze," dedi sonunda sertçe. Sıkılmıştı bu konudan, yüzünden okuyabiliyordum rahatça. Ama haklı olduğumun da farkındaydı.

"Bence de," diye homurdandım saçlarımdaki tarağı biraz daha zorlayarak. Ulan tarağın dişleri kırılıyordu saçımın düğümü çözülmüyordu be!

"Ver şunu," dedi bıkkın bir sesle, kitabı kenara bırakıp tarağı eline alırken. Arkama geçip saçlarımı sırtıma topladı usulca ve ayırıp taramaya başladı tek tek. "Bir problemi çözmek istiyorsan, onu küçük parçalara ayırman gerek." Sanki ders anlatır gibiydi bir öğrenciye. "Küçük parçalar düzeldiğinde, problemin bütünü çözülmüş olur."

Uykuya muhtaç beynim onu dinlese de pek anlamlandıramıyordu açıkcası. Sesi ninni gibi geliyordu kulağıma. "Mmm..." diye mırıldandım o saçlarımı usul usul tararken gözlerimi yumarak.

Taramayı bitirdikten sonra banyoya gidip saç kurutma makinasını aldı ve yeniden odaya döndü. Yatağın kenarındaki prize takarken kabloyu şaşkınca izledim onu. Bazen o kadar ilgili davranıyordu ki anlamlandıramıyordum.

"Gerek yoktu," diye mırıldandım mahcup bir sesle.

"Olsun, hasta olma."

"Teşekkür ederim... Hem bunun için, hem geçen gece makyajımı çıkardığın için."

Usulca iki yana salladı kafasını. "Önemi yok."

Yavaş yavaş kuruttu saçlarımı, canımı yakmamaya özen göstererek. Ördü sonra bana sormadan ve yatağın üzerine bıraktığım tokayla bağladı örgünün ucunu. Sanki o abimdi, ben de onun küçük kız kardeşiydim. Öyle bir şefkat hissetmiştim parmak uçlarında. Aslında ona da sinirliydim. Neden Aylin'le aralarında bir şey varsa benden gizliyordu ki? Sonuçta "durun siz kardeşsiniz" diyecek halim yoktu.

Edis omzuma baskı uygulayarak beni yavaşça yatağa ittiğinde yumuşak yatak gülümsememe sebep oldu. Yanağımı yorgana sürterken, "Aşığım sana," diye mırıldandım yatağıma. Şu huzuru hiçbir yerde bulamıyordum.

"Masajı yarına erteliyoruz, matmazel." Sesi hala ninni gibi geliyordu kulağa. Gülümseyerek gözlerimi yumdum.

Rüyamda beni öptükten sonra söylediği cümle geldi o an aklıma. "Teşekkür ederim, matmazel," demişti.

"Teşekkür ederim, Edis," diye mırıldandım ben de uykuya teslim olmadan hemen önce.

*

Alarm sesiyle aralarken gözlerimi yine içimden rutinsel küfürlerimi sıralamaya başlamıştım. Bir yandan kalkmam gerektiğini kendime hatırlatıyor, diğer yandan hangi organımı kullanılamaz hale getirsem de okula gitmekten kurtulsam diye düşünüyordum.

Sınava girmemek için kolumu bacağımı kırmayı göze almış kızdım ben. Emre'ye, "Kanka beni merdivenden yuvarlasana," dediğim günü çok iyi hatırlıyordum. Ama yapmamıştı tirrek.

Yorganı üzerimden kaldırıp dikleştim yatakta. Tam ayağa kalkacakken hapşırdım bir anda. Şifayı kapmıştım işte. Burnumun akmaya başladığını da hissedince söylene söylene banyoya gittim. Ilık bir duş aldıktan sonra hızlıca üzerime bir şeyler geçirdim ve sessiz olmaya özen göstererek mutfağa indim. Ballı, sıcak süt her zaman işe yarardı.

Tam sütü dolaptan çıkarırken arkamda bir kıpırtı hissettim. Bu ürkmeme sebep oldu. Ben arkamı dönmeye fırsat bulamadan omzuma bir el dokununca korku içinde yerimde sıçradım haliyle.

"Benim," dedi tanıdık tok bir ses.

Baş parmağımla üst dişlerime hafif bir baskı uyguladıktan sonra, "Günaydın," dedim uykulu bir sesle. Duş aldığım halde kurtulamamıştım uykudan.

"Günaydın. Nar suyunu da uzatır mısın?"

Süt şişesinin yanındaki nar suyu kutusunu da alıp masanın üzerine bıraktım o bardakları çıkarırken. Ben sütü bardağıma dökerken o da nar suyunu boşaltmaya başladı.

"İyi misin?" diye sordu çatık kaşlarla. Ses tonu sertti. Sanırım bilerek yapmıyordu bunu. Bir insanın ses tonu her daim böyle çıkamazdı sonuçta değil mi?

"Kötü mü görünüyorum?" diye sordum süt bardağını ısıtmak için mikro dalgaya koyarken.

"Zombi gibisin."

Gözlerimi devirdim. "En azından hayvana benzetmedin." Mikro dalganın sinyal düdüğü ötmeye başlayınca aceleyle açtım kapağını ve çıkardım sütü içinden. "Bal nerede biliyor musun?"

Dolaplardan birini açarken, "Boğazın mı ağrıyor?" diye sordu.

"Gibi gibi. Hep böyle başlayıp akşama fenalaşıyor."

Garip bir homurtu çıkardı, Onur'un adını duyar gibi oldum ama ne dediğini sormadım. Büyük ihtimalle dün akşamki su macerasına gönderme yapmıştı. Balı önüme itti ve oturup yeniden nar suyunu yudumlamaya başladı.

"Neden erken uyandın?" dedim meraklı bir sesle, balı sütle karıştırırken.

"Birkaç işim var." Hep kısa cevaplar veriyordu.

"En son işim var dediğinde bir nehir kenarında-"

ALLAH KAHRETSİN!

Ona o geceyi hatırlamadığımı söylemiştim...

Keskin gözleri gözlerimi buldu. "Bir nehir kenarında?"

"İçip içip uyuyorsun," dedim kıvırmaya çalışarak. "Artık ne zaman uyanıp eve getirdiysen bizi... Ben de uyumuşum hatırlamıyorum o yüzden. Sahi kaçta geldik eve?"

Pek inanmış gibi durmuyordu ama uzatmadı. "Sabaha karşı," dedi inatla gözlerime bakarak.

Konuyu değiştirmek amaçlı sandalyeden ayağa fırlayıp, "Süt reçeli ister misin?" diye sordum.

Cevap vermedi. Aklında o geceyi canlandırdığından adım kadar emindim. Dilimi eşek arısı soksaydı da konuşamasaydım yahu! Madem bir yalan söylüyorsun, bari devamını getir...

Önüne süt reçeli kavanozunu bırakıp iki çay kaşığı da aldıktan sonra kuruldum hemen Edis'in dibine. Kavanozu açıp ortamıza koydu ve kaşığı doldurup ağzına götürdü yüzüme bakmadan. Kafamı boynuna yaklaştırıp kokladıktan sonra, "Sen de bunun gibi kokuyorsun," dedim gülümseyerek.

Yüzünde mimik oynamadı. "Daha önce söylemiştin."

WTF? Kaşlarımı çattım anında. "Ne zaman?"

"Sarhoştun."

"Tam olarak..." Sertçe yutkundum şirince gülümsemeye çalışarak. "Ne söyledim?"

"Kollarını boynuma dolayıp derin derin kokladıktan sonra 'süt reçeli gibi kokuyorsun' dedin."

Bir an kendi tükürüğümde boğulacak gibi oldum ve öksürmeye başladım. Hassiktir. Gerçekten böyle bir şey yapmış olamazdım, değil mi?

Yüz ifademi görünce sırıtarak devam etti konuşmaya. "En sevdiğin reçel kavanozunun içine atılmış gibi hissettiğini söyledin bir de kollarımdayken."

Kaşlarım bu kez havalandılar. "Kollarındayken?"

Kafasını gülerek salladı. "Doğru duydun."

"Biz..." İşaret parmağımla bir onu bir kendimi işaret ettim rahatsız bakışlarla. "Sarıldık mı?"

"Kucağıma oturdun, abartılacak bir şey yok."

Gözlerim kocaman kocaman açıldılar. Ne demek abartılacak bir şey yoktu?!

"Saçmalamışım işte," dedim ben de önemsizmişçesine gülümsemeye çalışarak. "Alkolün etkisinde mantıklı davranmam beklenilemezdi."

"En iyisini sona sakladım," diye fısıldadı dudaklarındaki reçeli yaladıktan sonra. Alay kokan sırıtışı hala silinmemişti yüzünden.

Merakla beklediğimi görünce gülerek kulağıma eğildi kimsenin duymasını istemiyormuş gibi. "Bana lezzetli göründüğümü söyledin."

"Yok artık!"

"Var artık."

"Fena saçmalamışım..."

"Aksine, saf düşüncelerini söyledin."

"Yok yok, alkol düşüncelerimi ele geçirip kodlarıyla oynamış. Sen kim, lezzetli olmak kim, en sevdiğim reçel kavanozuna düşmek kim, ben kimim?" Konuştukça battığımın farkındaydım ve şu an feci derecede ateş basmıştı. "Çok mu sıcak oldu burası bir anda?"

Gözlerini kısıp ifademi inceledi şüpheyle. "Neden utandın?"

"Ne utanacağım ya? Sıcak burası o yüzden kızardım."

Gözlerinde gördüğüm bakışlar 'tabi tabi kesin öyledir' diyordu ama Allah'tan üzerime gelmedi. Göz ucuyla yüzüme baktıktan sonra gözleriyle süt reçelini işaret etti. "Ben bitirmeden yesen iyi edersin."

Koca bir kaşık alıp akmasını umursamadan ağzıma soktum hepsini. Konuştukça batıyordum çünkü. Kaşığın kenarından akanlar çeneme bulaşsa da umursamadım ve koca bir kaşık daha aldım. Vallahi bu reçel ölü insanları diriltirdi. Bu nasıl tattı Allahım!

"Ziyan etme," diye homurdandıktan sonra parmağıyla çenemdeki reçeli alıp parmağının ucunu yaladı. O sıra onun dudağının kenarındaki yer ilişti gözüme. Parmağımla temizleyip gözünün önüne getirdim. "Kimin ziyan ettiği belli..."

Parmağımın ucundakini de etli dudaklarıyla emdikten sonra, "Ben değilim," dedi gülerek. Gülerken kısılan gözleri göğüs kafesimin içine çiçekler ekiyordu sanki.

Emdiği parmağım havada kalmıştı öyle. Hoş ben tam anlamıyla kalakalmıştım. İçimde oluşan gıdıklanmayı görmezden gelmeye çalıştım ama beceremedim. Kalbim ona dokunduğumda ya da bana dokunduğunda neden hızlanıyordu bilmiyordum. Dudaklarımı aralayıp titrek bir nefes aldım. O an gözlerime baktı. Bakışlarımız çarpışınca içinde bulunduğum o hissin daha da güçlendiğini fark ettim.

"İyi misin?" diye sordu, öylece tepki vermeden ona baktığımı görünce.

Gözlerimi gözlerinden ayırdım. Boğazımı temizleyip, "Evet," dedim normal görünmeye çalışarak.

Kaşığını reçele daldırırken yeniden, "Kaçta bitirereksin bugün?" diye sordu.

"Bilmiyorum, Nermin'e belli olmuyor."

Kafasını onaylarcasına salladı. Hala gergin hissediyordum kendimi az önce olandan sonra. Bu nedenle gitmeye karar verdim.

"Sohbet güzel ama okul beni bekler," dedim kaşığı masanın üzerine bırakıp, ayaklanarak. "Akşam görüşürüz."

Tok sesinin kulaklarımı doldurması gecikmedi. "Görüşürüz."

*

"Minnoş parmaklarım Cenk'i takip eden kızları engellemekten yoruldu," diye mırıldandı Sude ellerine bakarak. "Hayır, anlamıyorum, neden ölüme bu kadar açlar?"

"Benim de bir sandığa koyup saklamam gereken nöronlarım test çözmekten yandı," dedi Aylin esneyerek. "Dün gece uykuya popomu çevirdim resmen."

Çevirirdi tabii. Sokaklarda elin çocuğuyla yürümesini iyi biliyordu.

"Test çözdün bütün akşam yani?" dedim, tek kaşımı havaya kaldırarak. "Test? Bütün akşam? Hiç senlik bir şey değil..."

"Evet, vallahi," dedi gözlerime kararlılıkla bakarken. "Gece rüyamda fonksiyonlarla ip atladık, o derece."

"İyi," diye mırıldandım omuz silkip ve kafamı cam tarafında oturan Semih'in omzuna yasladım. Aylin'in yalan söylediğini biliyordum, ama bilmesem kesinlikle ona inanırdım. Çünkü benim aksime çok güzel yalan söylüyordu. Edis gibi.

Telefonumun titrediğini hissedince çıkardım cebimden. Semih de kafasını kafamın üzerine dayayıp ekrana bakmaya başladı benimle birlikte. Onur mesaj atmıştı.

"Oh," dedi Semih elini yaşlı nineler gibi 'vayy' anlamında havada smllarken. "Numaralar verilmiş, mesajlar atılıyor."

"Süper hızlı internetten daha hızlı çıktı bu çocuk," diyen Emre'yi duyunca ona baktım düz düz. Arkamızdaki koltukta oturduğu halde kafasını araya uzatmış bizi dinliyordu.

"Aktif işte, sizin gibi sap kalmaz en azından," diye homurdandım ve onlarla muhattap olmayı kesip mesajı açtım.

Gönderen: Onur
Geç kalacağım, hocaya söyle.

Bana emir vermişti. Bana. BANA. Karşılığında para verse hadi neyse, ama bedavaya yaparsam boğazıma otururdu yani.

Gönderen: Gamze
Hizmetçin yok.

Az yeseydi de götüne bir hizmetçi tutsaydı beyimiz. En azından azıcık kibar olmayı deneyebilirdi değil mi? Ne bileyim şu meşhur kelimeyi söylese fena olmazdı yani. Benim de ara sıra insancıl konuşmalara ihtiyacım olmuyor değildi sonuç olarak.

Gönderen: Onur
Hocalara geç kalacağımı söyler misin?

Gülümsedim. Ancak yine de olmamıştı. Bu sefer de çok soğuktu. Neden ortayı bulamıyordu bu çocuk?

Gönderen: Gamze
Söyleyemem. Sihirli kelimeyi göremiyorum.

Şu an yaptığım şey tam olarak onu delirtmekti. Farkındaydım ama hoşuma gidiyordu. Semih'in burnunu omzuma sürttüğünü hissedince kaşlarımı çatarak ona döndüm.

"Alnımda 'Selpak' mı yazıyor kanka?"

Bir süre daha burnunu olduğu yerde sürttükten sonra yüzünü bana çevirdi hafifçe. "Kanka kaşınıyor ama elimi kaldırmaya eriniyorum. Kaşısana?"

"Evde unutmuşum parmaklarımı kanka ya, kusura bakmazsın değil mi?"

"Yok kanka canın sağ olsun," dedi elini kalbinin üzerine bastırarak. "Bir başka sefere artık."

Emre saçımı çekti o ara. Acı dolu sessiz bir inlemeyle kaşlarımı çatarak elini çimdikledim. "Kanka," dedim usulca. "Hatırlıyor musun küçükken dişin düştüğünde yastığının altına koymuştun, diş perisi gelsin de dişini alıp yerine para bıraksın diye."

Kafasını sallayıp, "Gelmemişti kevaşe," diye homurdandı sitem dolu bir sesle.

"Hah işte, geldi bence o," dedim, ona ezikleyici bir bakış atarak. "Ama dişini almadı. Beynini alıp gitti, bir şeye yaramadığı için de sana para bırakmadı pericağızcık haklı olarak. Bu denli kuş beyinsiz olmanı buna borçluyuz."

Cenk kafasını Emre'nin kafasının üzerinden bize uzattı sinsi bir sırıtışla. "Gamzuş, burdan cehennemin dibine kadar haklısın kanka. Beyinsiz bu. Her konuştuğunda kafamdan kıvılcım çıkıyor."

"Cenk sen de bu konuda haklısın bro," diye lafa atladı Semih. "Yerden göğe kadar haklısın desen az gelirdi. Burdan cehennemin dibi daha fazla kilometre yapıyor."

Önümüzde oturan Sude de arkasına dönüp tehditkar gözlerle bize baktı. "Zincirleme saçmaladınız şu an."

Telefonum titreyince Sude'nin ekşi erik yemiş gibi buruşmuş yüzünden gözlerimi ayırıp gülerek mesajı açtım.

Gönderen: Onur
Hocalara geç kalacağımı söyler misin, LÜTFEN?

Cevap vermeden sıkıştırdım telefonu cebime. Kafamı bıkkın bakışlarla cama çevirdiğimde yanımızdan akıp giden arabalara takıldı gözlerim. Çok da geniş bir yol olduğu söylenemezdi. Sürekli küçük aralara açılıyordu. Okulun yoluna girdiğimizde yine bir ara dikkatimi çekti. Kaşlarım gördüğüm tanıdık görüntüyle irileşirken içimdeki merak duygusu ağır basmaya başlamıştı. Okula birkaç dakikalık uzaklıktaydık. Aklıma anlık bir cesaretle gelen fikre uyup bir elimi ağzıma diğerini midemin üzerine bastırarak otobüsün dar koridoruna attım kendimi. "Kusacağım! Durdurun otobüsü!"

Herkesin şaşkın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Bizimkiler 'öğkk' gibi sesler çıkarıyorlardı. Arkadaş diyordum bir de bunlara. Yazıklar olsun! İnsan avuçlarını önüme uzatıp, 'kus kanka, ellerim sana feda olsun,' falan derdi.

Nermin cadısının şoföre fransızca bir şeyler zırvaladığını duydum. Çok geçmeden otobüs durmuştu ve ben de kendimi dışarı atmıştım. Şimdi oyunu devam ettirip izin koparma vaktiydi.

Yolun kenarına dizlerimin üzerine çöküp yapmacık birkaç öğürme sesi çıkardım ve tükürüğümü ağzımda biriktirip usulca yere bıraktım. Evet, şu an kendimden tiksiniyordum. Feci derecede.

"Iyy, bir bu eksikti," diyen Nermin'i duyunca orta parmağım yukarı kalkma ve onun gözlerinin önünde dans etme aşkıyla yanıp tutuştu ama buna götüm yemediği için müsaade edemedim.

Kısa bir süre daha o pozisyonda bekledikten sonra popomun yere yeteri kadar yakın durduğuna kanaat getirip ayaklandım ve yüzüme tiksinç bir ifade yerleştirdim. "Hocam midem çok kötü oldu, beni araba tutuyor. Okula kadar yürüsem olmaz mı? Zaten az kaldı..."

Ben itiraz etmesini beklerken o çok rahat bir ifadeyle bana baktı ve, "Baştan söylesene, iki saattir seni bekliyoruz şurada," deyip bana kıçını döndüğü gibi otobüse girdi. Şaşkınlıktan aralanan dudaklarım şoförün gaza basıp otobüsü harekete geçirmesiyle biraz daha aralandılar mümkünmüş gibi.

Anne, baba, beni emanet ettiğiniz insanlara dönün de bir bakın.

Cama sülük gibi yapışmış beş surat geçerken gözlerimin önünden, hepsi kaşlarını çatmış 'ne ayaksın kızım' bakışı atıyordu bana. Tabi anlamamışlardı neden bir anda böyle bir şey yaptığımı. Ben de anlamamıştım aslında tam olarak. Ama merak içime düşmüştü bir kere. O ara sokağa gidip beyimizin neden geç kalacağını öğrenmezsem olmazdı.

Bir dedektif edasıyla duvara sürtüne sürtüne çok da uzaklaşmadığımız o araya yaklaştım ve kafamı hafifçe iç tarafa uzattım. Az önce tek olan Onur şimdi Lee ile birlikteydi. İkisinin de dudaklarında emanet gibi duran bir dal sigara vardı ve her ne kadar Lee hayallerimin erkeği olsa da Onur baktığım açıdan nefes kesici görünüyordu. Üzerinde siyah olmayan tek şey asker yeşili olan montuydu.

Dar olan araya ilk adımı attıktan sonra sırtımı anında duvara yasladım beni fark etmemeleri için. Aralarında hararetli bir konuşma geçiyordu ve şu an benim ya da bir başka birinin onların dikkatini dağıtması imkansız gibi görünüyordu. Nefes alış verişlerim kadar sessiz adımlarla onlara yeteri kadar yaklaştıktan sonra gözüme çarpan küçük sığınağa saklandım ve onları dinlemeye koyuldum. Tabi bir bok anlamıyordum orası ayrı meseleydi.

Derken bir araba daha girdi dar araya ve giriş tamamen kapandı. Olduğum yere iyice sinip siyah arabanın kapılarına diktim gözlerimi. Kendimi mafya filmlerinde gibi hissediyordum.

Siyahlar içinde, yüzünün birçok yeri sargılarla dolu bir genç çıktı dışarı. Fena benzetilmişti. Yapılı vücudu önümden geçerken bakışlarının sorgusuz Onur'u hedef alması varlığımın ifşa olmaması açısından işime gelmişti, fakat o bakışları sevmemiştim.

"Tek gelmemişsin," dedi yabancı adam gür bir sesle. Sonra alaycı bir gülüş belirdi yüzünde. "Düzeltiyorum, gelememişsin."

Gözlerim Onur'un gözlerini bulduğunda, o, büyük bir rahatlıkla karşısındaki adamı izliyordu. Sağa sola bıkkın birkaç bakış atıp cebine daldırdı elini ve sigara paketini aldı parmaklarının arasına. "Hafızam yanılmıyorsa seni bu hale tek başıma getirmiştim." Sesi olabildiğince ilgisizdi. Bitse de gitsem havasındaydı.

Bizim yaşlarımızda gibi görünen genç sinsi sinsi güldü. "Bence," diye söze başladığında, ses tonundan bu cümlenin güzel bitmeyeceğini anlamıştım. "Kız kardeşine yaptıklarımın yanında, birkaç haftaya geçeçek olan bu yaraların lafı bile olmaz."

Onur'un çenesi seğirdi. Gözlerindeki nefreti soluyabiliyordum. Ve tehlikeyi de öyle. İç organlarım gerilim ve bilinmezlik içinde birbirine geçerken, "Siktir ol git yoksa bu kez canını alırım," diye hırladı Onur. Yırtıcı bir sessizlik çöktü ortama.

"Ben de senin güzel yüzüne hasret kaldığımdan gelmedim," dedi yabancı. "Bir hafta sonra Afra geri dönüyor. Birlikte tuttuğunuz evin hala durup durmadığını sordu bana, ben de bilmediğimi söyledim. Bizim aramızın bozulduğundan haberi yok galiba."

Onur başını havaya kaldırdı ve yanaklarının içini şişirdi. Bu konuşmadan sıkıldığını idrak edebilmiştim. Ardından gözleri yeniden adama kaydığında öfkesi katlanmıştı. "Duruyor."

"Ah." Hınzırca sırıttı tanımadığım adam. "Aşkın sürüyor mu yoksa?"

Onur'un hızlı bir şekilde öne doğru atıldığını görmemle sıçradım olduğum yerde. Adamın yakasına yapışıp duyamayacağım bir sesle konuştu. Kulaklarıma uğultu şeklinde ulaşıyordu ama kelimeleri seçemiyordum. Gencin yutkunduğunu görünce Lee olaya müdahale edip Onur'un ellerini adamın yakalarından uzaklaştırdı.

Az önceki korkak halinden sıyrılan yabancı, "Mahkeme kararını hatırla, Onur," dedi eğlenen bir sesle. "İkinci kavganda parmaklıklar ardında kalırsın. Öfkeni kontrol etmeyi öğrenmelisin. Hayır yani, sebebin olmak istemem, iyiliğini düşünüyorum."

Bu adamı tanımıyordum ama sadik tavırları beni ürpertmişti. Onur'u resmen kışkırtıyordu. Bir film sahnesinde oyuncu gibiydim ve Nermin beni birazdan geç kaldığım için sopayla kovalayacaktı.

"Siktir ol git," dedi Onur dişlerinin arasından. "Afra da, o ev de umurumda değil."

Etkili bir rüzgar bacaklarımı ısırdı o an. İrkildim ve kıpırdamamayı denedim. Ama ayaklarım uyuşmaya başlamıştı. Kollarımı göğsümün üzerinde topladım bir umut ısınırım diye ve yeniden karşımdaki sahneye odaklandım.

"Pekala." Adam arkasını dönmüş gidiyordu ki, birkaç adımdan sonra bir şey unutmuş gibi Onur'a baktı yeniden. "Dicle'ye selam söyle. Tadı damağımda kaldı."

Ve o andan itibaren her şey çok hızlı gelişti. Onur bir anda adamın üzerine atılıp sert bir kafa vuruşuyla onu yere serdi. Bu korkunçtu. Nefesimin boğazımda takılı kaldığını hissettim. Lee ona engel olmayı denedi ama Lee'nin kolunu sertçe itip yerdeki adamın üzerine çullandı ve yumruklarını konuşturmaya başladı bu kez.

Aklıma az önce adamın söylediği şeyler gelince fırladım saklandığım yerden ve, "Onur, dur!" diye bağırdım tüm gücümle. Anladığım kadarıyla mahkeme kararına göre ikinci kavgasında ceza alacaktı ve bu adam Onur'u kışkırtarak amacına ulaşmayı deniyordu.

Gözleri beni bulduğunda bakışlarında doğan şaşkınlık somut ellere dönüşüp ona doğru ilerleyen ayaklarımı birbirine doladı. Yine de durmadım ve ona ulaştım metreler sonra. Ellerim ellerinin üzerine ilişirken parmaklarım parmaklarını kavradı. "Amacına ulaşmasına izin verme," diye fısıldadım.

O kadar karanlık bakıyordu ki ellerimi çekip çekmemekte tereddüt ettim. Boynundaki damarlar genişlemişti. Benden önce davranarak ellerimi ittiğinde ne yapacağımı bilemedim bir an. Ayağa kalktı ve yerdeki adama tek bir kez dahi bakmadan arabasına ilerledi yeri delen adımlarla. Yerdeki adam zorlukla ayaklandıktan sonra dağılmış üzerini düzeltti ve saçlarının arasından geçirdi ellerini. Gözleri dikkatlice beni süzüyordu.

"Yürü." Onur'un tanıdık sesi dolunca kulaklarıma ona kaydı bakışlarım. Bana bakıyordu. "Arabaya geç."

Elimle bir dakika işareti çakıp beni süzen adama döndüm ciddi bir ifadeyle. "Dilinin ucunda örümcek var."

Adamın -adam denilebilirse- kaşları çatıldı. Dilini dışarı çıkarıp şaşıya dönmüş gözlerle dilinin üzerinde örümcek aradığını görünce ona yaklaşarak, "Bak tam şurada," dedim ve yeterli yakınlık sağlanınca çenesinin altına yumruğumu geçirdim. Dili dişlerinin arasında kalmıştı ve şu an ağzının içinin kanla dolduğundan emindim.

Koşarak arabaya geçerken Onur'a takılan gözlerim yüzünde bir gülümseme yakaladı ama seyredecek vaktim olmadığı için aceleyle arabaya bindim. O da hemen benden sonra sürücü koltuğuna yerleşti. Lee önde onunla oturduğu için ben arkaya kalmıştım.

"Sorularımı bir bir sorayım mı yoksa sen mi anlatırsın Onur?" dedim kemerimi bağlarken. Ardından kafamı cama yasladım ve arabasına ulaştıktan sonra ara sokaktan çıkmakta olan yabancıya diktim gözlerimi. "Kim bu adam?"

"Şimdi değil, Gamze," diye homurdandı sert bir sesle. "Ayrıca neden burada olduğunu daha sonra tartışacağız."

Somurtarak kollarımı göğsümde topladım ve dışarı bakmayı sürdürdüm. Zaten dakikalar içinde okula varmıştık. Onur arabasını park etti ve hep birlikte daha fazla vakit kaybetmeden hızlıca diğerlerinin yanına vardık.

Nermin hoca beni Onur ile gördüğünde başta kaşları çatılsa da, sonrasında gözlüklerini düzeltti ve daha önce fark etmediğim bir kapıyı gösterdi bize göz ucuyla. "Siz ikiniz şu salonda çalışın. Bugün ikinci perdenin provası yapılacak. Size gerek yok, ama boş durmanızı istemeyiz."

Hemen ardından Cenk'e döndü. "Sen de kıyafet organizasyonunu eksik bırakmazsan iyi edersin, bu şartla buraya geldiğini unutma."

Yine otomatiğe bağlamıştı bu kadın. İkinci perdenin oyuncularını sahneye çıkardıktan sonra bize baktı gözlüklerinin üzerinden. "Neyi bekliyorsunuz? Sırtımda falan mı taşıyayım?"

Onur'a usulca kafamı sallayıp gitmemiz gerektiğini belirttim ve önden yürümeye başladım. Aksi taktirde Nermin'i gözlükleriyle kör edecektim. Kapıyı açıp içeri girdiğimde buranın ufak bir toplantı odası olduğunu fark ettim. Siyah yaklaşık olarak 20 koltuk ve bir de projektör vardı.

Kendimi koltuklardan birine bıraktıktan sonra kafamı geriye atıp soluklandım bir müddet. Yahu daha sabahın dokuzuydu, neydi hayatımın acelesi?

Onur'un da bir koltuğa kurulduğunu hissettim. Dışarı bıraktığı derin nefes odanın içinde en ufak bir çıtırtı olmadığı için rahatlıkla duyulmuştu. Kafamı ona çevirdiğimde onun da gözlerini kapamış olduğunu fark ettim. Kafasını benim gibi arkaya atmıştı. Adem elması öylesine belirgindi ki o an. Dağınık saçlarına kayarken gözlerim onu böylesine incelediğim için kendime kızdım. Kaşlarımı çatarak gözlerimi sıkıca yumduğun an, "Suç işlemiş gibi davranma," dedi, durgun bir sesle. Boynum yandı beni yakaladığı düşüncesi gelince aklıma. Dikizlemeyi bile beceremiyordum.

"Repliklerimi ezberledim," dedim konuyu değiştirerek. "Başlayalım mı?"

Göz ucuyla ona baktım. Omuz silkti. "Canım istemiyor."

"Sahi," diye mırıldandım dizlerimi koltuğa yerleştirip iyice ona döndükten sonra meraklı bir sesle. "Neden buradasın?" Sonuçta tiyatroya dışarıdan katılan tek kişi oydu.

"Cezamı bu şekilde ödüyorum."

Ses tonu enseme üflenen soğuk bir nefesten farksızdı. Ürperdim. "Ne cezası?" Bu çocuğun gizemli bir yanı vardı. Tıpkı Edis gibi. Tıpkı herkes gibi.

"Bilmen gerekmiyor."

Dediğini duymazdan geldim. "O az önceki adam da mı bu konuyla ilgili biri?"

Cevap vermedi. Sessizlik arttıkça düşüncelerimin gürültüsü sağır edecek dereceye ulaşıyordu. "Edis'le aranda geçti?" diye sordum bu kez. Tamam gevezelik ediyordum ama benim de gerçeklere ihtiyacım vardı.

"Çok fazla soru soruyorsun ve bu canımı sıkıyor," dedi bıkkın bir ifadeyle bana dönerken.

"Tamam," dedim ve elimle ağzıma görünmez bir fermuar çektim. "Susuyorum."

Boş boş durmamak için sosyal medyaya dalış yaptığım an gelen mesajla donakaldım olduğum yerde. Bu Emir'di.

Seni özledim.

İnsanlar garipti. Bokları bir güzel yer yer, ondan sonra da öyle bir dünya varmış gibi af beklerlerdi.

Adına sevindim, beni özlemek de bir şey.

Bir insandan bir kere soğuduysam bir daha o insana soba olsa ısınamazdım. Garip takıntılarım ve huylarım vardı ve bu da onlardan biriydi.

Bu kadar ceza yetmez mi? Tamam, dersimi aldım. Deli gibi pişmanım. Sikeyim, özledim diyorum.

Kalbimin derinlerinde ufak bir sızı hissettim. Keşke iş işten geçmeden özleseydi. Ben ondan bir kere gittikten sonra o bana bin kere gelse kaç yazardı ki?

Söylediklerini hatırla ve kendi kendini ye. Üzgünüm ama sana acıyamıyorum bile.

Cevabını beklerken kulağımın dibinde hissettiğim nefes irkilmeme sebep oldu. "Eski sevgilin mi?"

Kaşlarımı çattıktan sonra, "Ne sinsi sinsi yaklaşıyorsun be?" diye çemkirdim.

Kafasını sağ omzuna yatırdı ve kaşlarını yapmacık bir hareketle havaya kaldırdı. "Zor kızı mı oynuyorsun çocuğa?"

"Zor kızı falan oynadığım yok," dedim homurdanırcasına. "Ayrılmayı o istedi. Şimdi de kene gibi yapıştı bırakmıyor."

Kaşlarını çattı. "Neden ayrılmak istedi ki?"

Bin kere anlatmıştım. Şimdi bin birinci kere Onur'a anlatacaktım. "... uzaktan bakınca güzeldin, yakından daha güzel olursun sanmıştım, ama yanılmışım, dedi," dedim. Nefes nefese kalmıştım. Beni pür dikkat dinlemişti.

"Senin kendini beğendirmek için bir şey yapmana gerek yok," dedi, ben gözlerinden karmaşıklığı yudumlarken. "Denemiyorsun da zaten." Bakışlarını kaçırdı. "Sadece o senin beğenildiğini göremeyecek kadar körmüş."

"Sen," dedim usulca, kararsızlığa bürünen kısık sesime inat. "Beğeniyor musun mesela?"

Yüzünde muzip bir gülümseme peydah oldu. "Allah sahibine bağışlasın."

"Sahibim falan yok benim. Kitaplarda olur ancak o tür şeyler."

"Şimdilik yok," dedi ima dolu bir sesle. "Ayrıca unutma," Ses tonu artık uyarıcıydı. "Senin de hayatın bir kitap, sen yaz, okuyacak biri muhakkak çıkar."

*

Öğle yemeğinde balık ve patates püresi vardı. Tepsilerimizle birlikte bir masaya kurulduk. Biraz daha beklersek kafamı tabağa gömecektim. Onur ve Lee de bizimle yiyordu. Onur yanıma, Lee karşıma oturmuştu.

"Annemin yemeklerini özledim," dedi buruşturduğu suratıyla tabağına bakan Emre.

Semih o sıra kızarmış bir yanakla yanımıza geldi. Tokat falan mı yemişti bu çocuk? "Lan yanağına ne oldu?"

Emre katıla katıla gülmeye başlayınca Semih ona gözleriyle bomba yağdırdı. "Bir de gülüyor piç!"

"Anlatın meseleyi," dedi Aylin meraklı bir sesle.

Semih tepsisini sertçe masaya bırakıp eliyle Emre'yi işaret ederken, "Şu sayın orospu çocuğu suratıma sakızından çıkan dövmeyi şap diye yapıştırdı," dedi sitem edercesine.

Hepimiz gülmeye başladık haliyle. Lee'nin bana baktığını görünce boynumun yandığını hissettim ve Edis'in sözleri çınladı kulaklarımda.

Silahın bu mu?

Gülerek mi düşürüyorsun tuzağına?

Sahi, güzel miydi gülüşüm?

"Adam akıllı bir dövme olsa ses etmeyeceğim, kanayan gül nedir lan? Çıkaracağım diye derimi yüzdüm resmen."

"Sakızından çıkan dövmeyi suratına yapıştırır ve arkadaş denir," dedi Sude onaylamayan bakışlar atarken Emre'ye.

O an aklıma sızan bir yaşanmışlıkla gözlerimi kısıp Sude'ye baktım kaşlarımı çatarak. "Yemeğini koklamanı ister sen eğildiğinde kafanı tabağa gömmek için ve arkadaş denir."

Sude ıslık çalarak tavana bakmaya başladı. "Gerçekten neyden bahsettiğini anlamıyorum, kanka."

Aylin beni dürttü o ara. Bu kez gözlerini kısan taraf oydu. "Sen açken yemek snapi atar ve arkadaş denir."

Tatlı tatlı gülümseyip, "Aşk olsun aşk," dedim. "Amacım kesinlikle ağzının sulanması ve bir taraflarının şişmesi değil. Yediklerimin fotoğrafını paylaşıyorum seninle..."

Aylin bana 'tabi tabi, kesin öyledir' bakışı atarken Emre başladı konuşmaya. Semih'e bakıyordu. "Sen tuvaletteyken ışığı kapatır ve arkadaş denir."

Semih Emre'ye bir balık parçası fırlattı bu lafın üzerine. "Lan trilyoner miyim ben? Bir giriyorsun çıkartabilene aşk olsun! Elektrik yazıyor. Ne bok yiyorsan artık..."

"Cahil," dedi Emre ezikleyici bakışlar atarken Semih'e. "Tuvalette bok yenmez, yapılır."

"Yemek yiyoruz şurada," diyerek ilk kez konuştu Onur. Sesi sinirli çıkmamıştı. Daha çok tiksinir gibiydi. Tabi ben bizimkilere alışkın olduğum için artık o aşamadan geçmiyordum. "Alışırsın," dedim gülerek.

"Ah işte ah, yanlış insanlara arkadaş diyoruz..."

Aylin'in sitemini duyan Sude Cenk'e yandan yandan baktı. "Ve yanlış insanlara sevgili diyoruz..."

"Ulan, ben ne yaptım şimdi?"

"Sus!" diye cırladı Sude çatalını tabağına vurarak. "Ben şarkı söylemeye başlayınca müziği değiştiriyorsun!"

Cenk gözlerini devirdi. "Seni dinleyeyim de hastanelik mi olayım? Cidden yanlış insanlara sevgili diyormuşuz. İnsan sevgilimin kulakları zarar görmesin diye düşünür..."

"Haklısın, insan olmak için fazla harikayım," dedi Sude saçlarını havalı bir şekilde geriye atarak. "Ah ah, Venüs'e kraliçe olacak kızım, harcanıyorum bu kokmuş dünyada..."

Karmaşık karmaşık bize bakan Lee'ye kayınca gözlerim, dudaklarımı birbirine bastırsam da kahkahama engel olamadım. "Olaya Kore'li kaldı çocuk."

Herkes hep bir ağızdan gülmeye başladı bu kez. Onur dediğimi Lee'ye çevirdi ve o da bize katıldı. Açlık artık ağır bastığından mı bilinmez kimse konuşmamıştı sonrasında. Sessizce yemeklerimizi bitirmiştik.

Tepsileri elimize alıp ayaklandığımızda Onur kulağıma eğilip, "Bekle biraz," dedi fısıltı şeklinde.

Beklenti dolu bakışlarımı ona çevirdim. Bizimkilerin ilerlemeye başladığından emin olduktan sonra, "Bu cumartesi Lee'nin doğum günü, parti ayarlandı. Gelmek ister misiniz?" diye sordu hevesle. Bizimkileri işaret etti göz ucuyla sonra yeniden bana döndü. "Sen ve arkadaşların."

Cevap belliydi.

Elbette isterdik!

*

Uuuuupuzuuuun bir bölüm oldu sanki 🙄🙄

Sizi seviyorum ❤

Continue Reading

You'll Also Like

334K 20.6K 43
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...
1.7M 62.1K 57
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
6M 196K 99
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
1.1M 77.9K 57
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...