Şebefruz

By bytubi

6.9M 240K 44.1K

Ezra Erdem, karanlığın adamı değildi. O tam olarak karanlığın kendisiydi. Bizim hikayemiz toz pembe değil, gr... More

TANITIM
ÖNSÖZ
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm / İyi Bayramlar
12. Bölüm
13. Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm / Part I
25.Bölüm // Part II
26.Bölüm
27.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
40.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm Final
Son söz ve teşekkür
Özel Bölüm

28.Bölüm

115K 5.4K 963
By bytubi

Cümleten hi :) Şincik bu bölüm sonunda olaylar olaylar 😂😂 arkadaşlar bir sorunumuz var ! Benim sınavlarım başlayacak ve bölüm yazmak için vakit bulamıyorum. Yine de gelen ısrarlar ve mesajlar üzerine bir şeyler yazmaya çalıştım. Umarım beğenirsiniz. :) neyse çoğunuz burayı okumayacak ama yeni bölüm ne zaman gelir diye sormayın ! Ne zaman yazarsam o zaman gelir 😍😂😂😂😍
İyi okumalar....
İnstagrama gelin ! :) td.wattpad 

Şarkıyı dinleyin çok müko oluyor bölümle :) 

---------------------------

'Şebefruz...'

'Şebefruz...'

'Şebefruz...'

Bu kelime saatlerdir zihinmin karanlık duvarlarında yankılanıyordu. Odada bir o tarafa bir bu tarafa volta atarken, yatağımın üzerine oturdum. Ağrıyan başımı ellerimin arasına alıp, gözlerimi kapattım. Google'ın ilk defa işime yaramasıyla 'Şebefruz'un, karanlık geceyi aydınlatan ışık anlamına geldiğini öğrenebilmiştim. Bu kelime hem çok yabancı hem de bir o kadar aşinaydı kulaklarıma.

Gülleri kimin gönderdiği muamma iken, beyaz olması, kafamın allak bullak olmasına çok yardımcı oluyordu. Her ne kadar istemesemde bu güllerin aklıma getirdiği tek kişi ; Ezra Erdemdi. Her sabah odama bırakılan taze beyaz güller, o gittiğinden belli konulmuyordu... Ama şimdi bu vazo günler sonra dolmuştu ait olduklarıyla. Kartın üzerindeki yazıyı son kez okuyup, komodinin üzerine bıraktım. O sırada kapı tıklanıp, içeri Eda girmişti.

"Hanımım, akşam yemeği hazır, sizi bekliyorlar. Ayrıca Meltem hanımlarda geldiler." Mahçup gülümsemesine zorla karşılık verip dudaklarımı gerdim. "Tamam Eda, geliyorum şimdi." Kapı tekrar kapanıp, oda tenhalığına ve sükunetine kavuşurken yataktan kalkıp, aynada kısaca göz gezdirdim kendime.

Yine berbat ve yıkık görünüyordum, ne güzel !

Saçlarımı tarayarak düzene sokup, at kuyruğu yaptım. Kıyafetlerimin idare ettiğine kanaat getirerek, odadan çıktım. Evin sessizliği normalde beni kesinlikle ürkütebilecekken, alışmıştım artık... Bazı şeylere alışmam gerektiği gibi. Mesela, artık bu evde Ezrasız yaşayacaktım veya bu masada Ezrasız yemek yiyecektim... O televizyonu Ezrasız izleyip, o yatağa, o olmadan yatacaktım. Bunların hepsi omuzlarıma ağırlık olurken, salona zorladığım tebessümümle giriş yaptım.

"Hoş geldiniz." Hayri beyin kızgınlıkla bakan suratına ve Meltem hanımın hayal kırıklığı ile dolu bakışlarına bakılırsa bugünkü aptalığımı duymuş olmalılardı. Babama baktığımda yüzüme bile bakmıyordu. Kendime lanetler ederken, yapacağım anlık bir aptallığı geride kalanlara nasıl bir acı vereceğini düşünmemiştim.

Masada, Ezranın yeri boşken gidip oturdum. Burası benim için her zaman boş bırakılıyordu. Servis edilen yemeklere iştahsızlıkla bakarken, Ezranın em sevdiği yemeğinde çeşitler arasında olması iştahımı daha da kapatmıştı. Çatalı yavaşça elime alırken, karnıyarıktan küçük bir parça aldım. Ezra olsaydı şu an bir tepsiyi gömerdi. İstemsizce güldüğümde, gözümden de bir damla yaş düşmüştü. Kimsenin görmesine izin vermeden hızlıca sildim düşen damlayı.

Yemek sessiz bir şekilde geçerken, kahveler için oturma gruplarına geçmiştik. Meltem hanımın yanındaki tekli koltukta oturup, odada gezinen soğuk sohbeti takip etmeye çalışıyordum. Gecenin ilerleyen vakitlerinde Meltem hanımları evlerine yolcu etmek için kapıya kadar geçirdim. Aniden aklıma gelen şeyle, yavaşça Meltem hanımın kolunu tuttum.

Meraklı ve anlamaz bakışları beni bulunca zoraki bir şekilde gülümsedim, "Bir şey sormak istiyorum..." Yönün bana tamamen dönerek merakla dinlemeye başladı. Genzimi yavaşça temizleyip, "Ezranın... Eşyaları size verildi mi ?" Meltem hanım kaşlarını çatıp, "Hayır, ben sana verildi sanıyordum." Dedi. Bu cevabı içime bir kurdun düşmesini ve çok geçmeden düşüncelerimi kemirmeye başlamasını sağlamıştı.

"Yani Ezra patlamadan önce denize atlamıştı, yani doktorun ölüm raporuna yazdığına göre yara almış ve boğularak ölmüştü. Bu durumda eşyalarının bir zarar görmüş olma olanağı yok değil mi ?" Ezra gibi iyi yüzebilen bir insanın boğulması ayrı bir ironiydi. Meltem hanımın şüpheli bakışları dışarı sabitlenirken, "Öyle ama neden vermesinler ki kızım ?" Dedi. Omuzumu silkip, huzursuzluğunu gidermek amacıyla, "Hayri amca almıştır belkide üzülmeyelim diye." Dedim.

"Belkide"derken sesinde hala şüphe ve merak vardı. Hafifçe tebessüm edip, "Siz Hayri amcaya bir şey demeyin, canı zaten sıkılmış bana anlaşılan." Dedim.

Başını yavaşça sallarken, "Hepimiz çok üzüldük Hira, lütfen bir daha böyle bir şey yapma." Dedi. Başımı sallayıp, iyi geceler diledikten sonra vedalaşıp kapıyı kapattım. Salona geçtiğimde annemlerde kalkmışlardı.

"Sizde mi gidiyorsunuz ?" Annem yavaşça başını sallayıp, "Geç oldu, ama istersen Mira veya Rüya seninle kalabilir." Dedi.

"Gerek yok, çalışanlarla korumalar var zaten." Dedim. Annem başını sallarken yanımdan geçip gidecek olan babama sarılıverdim bir anda. Kafamı gövdesine yaslarken, "Babam, özür dilerim." Dedim. Çok geçmeden kolları beni sararken, aradığım huzuru bir nebzede olsun giderebilmiştim.

Saçlarımın arasına bir öpücük bırakıp, "Nerede benim o aklı başında, olgun olan kızım ? Sen hiç bir zaman böyle güçsüz bir insan olmadın, bizi bu durumlara düşürmedin. Benim küçük kızım nerede Hira ?"

Sesimin titremesine engel olamayarak, "Yapma baba, ben hâla senin o küçük kızınım. Sadece... Yoruldum baba, çok yoruldum..." Göz yaşlarım, babamın gömleğine damlarken yavaşça geri çekildi, anlıma bir öpücük bırakıp, "Biz her zaman senin yanındayız kızım. Merak etme." Dedi. İri gövdesini tekrar sıkıca sararken, o güçlü kollarıda etrafımı sardı.

Çok geçmeden koca evde yine sessizlik hüküm sürerken, düşüncelerim bir bir ayaklanmaya başlamışlardı. Hepsi kendilerine bir cevap ararken, aradığım cevapları bulma umuduyla çalışma odasına girdim. Son zamanlarında Ezra burada çok fazla vakit harcamıştı.

Çekmeceleri, dosyaları didik didik ararken tek bulduklarım fatura, fatura ve faturaydı. Sıkıntıyla derin bir nefesi bırakırken daha ne aradığımı, neden aradığımı bile bilmiyordum. Deri koltuğa gürültüyle otururken, karşımdaki kitaplığa diktim bakışlarımı. Ezranın kitaplara olan düşkünlüğünü, bu devasa raflardan ve taşıdıkları kitaplardan anlayabiliyordum. Çoğu ansiklopedi ve eski Türkçe ile yazılmış olsada aralarında İtalyanca ve Fransızca eserlerde vardı.

Hüsranla yerimden kalkarken, bir kitaba takılı kalmıştı gözüm. Kitapların arasından yavaşça çekip alırken, diğer kitaplara oranla daha eskiydi. Dikkatimi çeken tabi ki eski oluşu değildi, kitabın isminin 'Şebefruz' oluşuydu. Kapağı yavaşça kaldırıp eskimi ve yıpranmış sayfalarda elimi gezdirdim. Eski ve ağır bir Türkçe ile yazılmıştı. Eserin ilk baskı olduğu, yazıların bozukluğundan ve kitabın yıpranmışlığından belli oluyordu.

Gelen adım sesleri ile hızla masanın altına girdim. Kendi evimde neden böyle bir aptallık yaptım bilmiyorum ama az sonra odaya biri girmişti. Konuştuğunda bu kişinin Ayhan olduğunu anlamıştım.

"Efendim ? Hayır. Evet. Odasında. İyi. Olmasaydı evet, şu an morg önündeydin. Biliyorum, tamam. Merak etme, gözüm üzerinde." Ardından çekmece açılıp kapanmış ve Ayhan odadan çıkmıştı. Verdiği kısa ve net cümlelerden kiminle konuştuğunu anlayamamıştım ama içimden bir ses bahsedilen kişinin ben olduğumu söylüyordu.

Hislerimi ve içimdeki sesi sessize alarak, kitapla birlikte sessizce odadan çıktım. Görünürde kimseyi görmeyince hızlı adımlarla odama çıkıp, kapıyı ardımdan kapattım. Büyük bir heyecan ve umutla yatağa oturup kitabı açtım. Sayfaları yavaşça çevirirken, her sayfada umutsuzluğa kapılıyordum. Çünkü böyle ağır bir dili anlayacak kadar iyi değildim.

Hüsranla kitabı komodinin çekmecesine koyup, yatağıma uzandım. Derin bir kuyuya, elim kolum bağlanıp itilmiş gibi hissediyordum. Öyle çaresiz, öyle korkak... Kartta yazan o kelime, Ezranın odasında bulduğum o kitabın adı ve Ezranın ölümü ile ilgili anlamadığım detaylar... Hepsi beni tek bir cevaba sürüklerken, hem korkuyor hem de heyecanlanmadan edemiyordum ;

'Ezra yaşıyor olabilir miydi ?'

###
Tüm gece gözüme bir türlü uyku girmezken, sabaha karşı pes edip, uyuyakalmıştım. Gözlerimi açtığımda saatin öğlene geldiğini görerek kısa bir duş alıp hazırlanmıştım. Tüm gece düşünüp, sorularıma cevaplar ararken, tek başıma bulamayacağımı anlamıştım. Bu yüzden yardım almam gereken biri vardı.

Salona girdiğimde kahvaltı masası hazır bekliyordu, her zaman ki iştahsızlığımla sadece portakal suyumu içip Rüyayı aradım. İkinci çalışta açıp, o şen şakrak sesiyle, "Günaydın depresyonlar kraliçesi" dedi. Onun bu halleri az da olsa iyi olmamı sağlarken, "Günaydın, müsaitsen sana geleceğim" dedim.

"Sana her zaman müsaitim bebeğim. Hadi bekliyorum çabuk gel !" Gülerek telefonu kapatıp, dışarı çıktım. Korumalar düğmelerini ilikleyip, kafalarını hızla yere eğdiler. Artan koruma sayısının farkına varırken, Ayhana baktım. Dün ki telefon konuşmasından sonra Ayhana olan güvenim azalmıştı.

"Hira hanım, bir yere mi gideceksiniz ?" Tüm ciddiyetimi takınıp, "Evet, Rüyaya gideceğim." Dedim. Başını sallayıp yanındaki korumaya başıyla işaret verdi. Bir kaç dakika sonra arabalardan biri hazırlanmış, kapıda bekliyordu. Arabaya binip, sakin kalmaya çalışarak bugün yapacaklarıma odaklandım.

Çok geçmeden Rüyanın tek yaşadığı apartman dairesinin önündeydim. Kapıyı çalmamla açılması ve Rüyanın boynuma atlaması bir olmuştu. Geriye doğru sendelerken, "Kızım, dur yavaş gel !" Dedim. Gülerek geri çekilip beni içeri çekiştirdi.

Rüyanın çekiştirmelerinin izin verdiği kadarıyla eve göz attığımda küçük ve şirin haliyle tıpkı Rüyayı andırıyordu. Evide kendi gibi rengarenk döşenmişti. Oturma odasındaki üçlü koltuğa oturup, Rüyaya baktım. Tipik ev hali modundaydı. Dağınık ama aslında üzerinde çok uğraşılmış bir topuz, pijama ve ayıcıklı ev terliği.

"Kahvaltıyı dışarıda mı yapalım ? Evde mi ? Kahvaltı yapmadın demi ? Yapmadıysan dışarıda yiyelim sonra alış verişe ve sinemaya gider-" yine soluksuz konuşmaya başlayınca ellerini tutarak susturdum onu.

"Dinle Rüya. Ben buraya senden küçük bir yardım istemeye geldim." Söylediklerimle kaşları çatıldı, "Anlamadım ?" Derin bir nefes alıp, "Bak bugün peşimdeki adamları atlatmam için seninle evdeymiş gibi görünmem gerekiyor. Ama benim birazdan kapıdaki korumalara görünmeden çıkmam lazım."dedim.

"Yine ne işler karıştırıyorsun sen ?"

"Sadece biriyle buluşacağım ve o kişiyi ne Ayhanın, ne de diğer korumaların bilmemesi gerekiyor." Kafası allak bullak olmuş bir şekilde bana bakarken, "Başına bela açacaksın." Dedi. Gülümseyerek başımı iki yana salladım, "Sen beni merak etme. Sadece bugün sendeymişim gibi yap yeter. Annem veya Mira arasada öyle söyle." Dedim. Bir süre tereddütte kalsada, ısrarlarım sonucunda kabul etmişti.

Bir saat sonra Rüyanın kıyafetlerinden birini giymiş, yangın merdiveninden inerek sahil kenarındaki cafede oturmuş gelmesini bekliyordum. Kahvemden bir yudumu alırken, gerginliğin titreşimini tüm damarlarımda hissediyordum. Az bir süre sonra karşıma oturmasıyla irkilerek geri kaçtım.

Takım elbisesinin ceketini çıkarırken, mahçupça gülümseyerek, "Korkuttuysam özür dilerim." Dedi. Gerginliğimi belli etmemek adına gülümsemeye çalışarak, "Dalmıştım, önemli değil." Dedim.

Garsonu kısa bir el hareketi ile yanımıza çağırırken, ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Onu neden çağırdığımı merak ettiğinin farkındaydım. Garsona sade bir Türk kahvesi söyleyip gönderdikten sonra derin bir nefes aldım. Bir türlü konuşmaya giremiyordum ve bu midemin kasılmasına yol açıyordu.

"Hadi çıkar ağzındaki baklayı." Faruka mahçupça bakarken, "Biliyorum, bana kızgın olabilirsin. Yani son konuşmamız..."

"Önemli değil. Sen asıl konuya gel, ne seni böyle yiyip bitiren ?"

"Faruk, bak Ezraya olanları duymuşsundur..." Kafasını aheste aheste sallarken, "Gazetelerden duydum , seni arayacaktım ama nedense yapamadım." Dedi. Kafamı yavaşça sallarken, "Bir konuda yardımına ihtiyacım var." Diyebildim. Bu sefer meraklı bakışları üzerime yoğunlaşırken, garson aramıza girip siparişini masaya bırakarak yanımızdan ayrılmıştı.

"Nasıl bir yardım ?"

"Ezranın ölümü ile ilgili bazı şüphelerim var. Senden başka yardım alacağım kimse yok çünkü bu konuda herkes saçmaladığımı düşünecek."

"Yani ?" Allak bullak olmuş bir halde bakakalırken, derin bir nefes alıp "Ezra yaşıyor olabilir." Dedim.

"Ne ?" Yüksek çıkan sesiyle etraftaki insanlar bize bakarken, "Lütfen sessiz ol." Dedim. Kaşları çatık bir halde bana bakarken, histerik bir gülüş attı.

"Hira, Ezra öldü. Kabullen bunu artık. İstersen psikolojik destek alman için birkaç arkadaşımı önerebilirim. Hem bu düşünceye nereden kapıldın sen ? Herif yaşıyor olsa çıkar gelirdi." Dedi.

"İşte herkesin böyle davranacağını bildiğim için, senden başka kimseden yardım alamazdım. Anlaşılan o ki sende diğerleri gibi düşünüyorsun." Çantamı alıp masadan kalkarken, Farukun kolumdan tutup oturtturması bir oldu.

Elleriyle yüzünü sıvazlayıp, "Tamam. Bak, özür dilerim. Ama... Hira, Ezrayı gözlerinin önünde gömmüşler. Haberlerde izledim, babası kendisi teşhis etmiş o olduğunu."

"Biliyorum, ama... O ölemez. Anlamıyorsun..."

"Evet. Gerçekten de anlamıyorum. Hira, belli ki onun öldüğüne inanmak istemiyorsun ama o öldü. Seni bıraktı ve gitti !" Gözlerime dolan yaşlarımı geri itme gereği duymadan, titreyen sesimle, "Hayır ! Gitmez o bu şekilde... Faruk ! Yalvarırım içimde beni yiyip bitiren kuşkular var ! Belki birisi buldu ? Hafızasını kaybetti ve hiçbir şey hatırlamıyordur belki ?"

Acıyan ve üzüntülü bakışlarını üzerimde gezdirip, "Sen, o adamı seviyorsun..." Dedi. Boğazım düğümlendi, bir şey diyemedim. Sadece kafamı salladım, gözümden akan bir damla yaş ile.

"Üzgünüm Hira ama kabullen. O. Öldü. Seni bıraktı ve gitti. Senin söylediklerinde sadece filmlerde olur." Soğukça söyledikleriyle, "Yardım etmeyecek misin ?" Dedim. Göz yaşlarımı silerken, "Her halükarda bildiğini okuyacaksın değil mi ?" Gözlerimi gözlerine dikip, cevabımı almasını sağladım.

Kararlılığı karşısında derin bir nefes bırakıp, "Peki o halde. Ama umutlanma, Ezra yaşıyor olsaydı gelirdi Hira."

"Gelmesini engelleyen şeyler varsa ? Kaçırıldıysa, zorla tutuluyorsa ?"

"Daha gerçekçi olup, öldü desek ?" Attığım bakışlarla, yerinden kalkıp masaya bir miktar para bırakıp, "Hadi o zaman. Gidelim ve şu kuşkularını yok edelim." Dedi.

Büyük umutlarla bir bilinmezliğe adım atarak cafeden çıkıp Farukun arabasına bindim.

İlk adresimiz ; Marina !

***
"Selam !" Ağzımdaki sakızı patlatarak karşımdaki adama baktım. Kafasını izlediği bilgisayar ekranında kaldırıp, yılışık bir şekilde, "Selam, nasıl yardımcı olabilirim ?" Dedi. Ağzımdaki sakızı çiğnerken, parmağımı saçım dolayıp oynamaya başladım.

"Bir şey soracaktım, ben bir tekne arıyordum ama adını unuttum." Cilveli bir şekilde dudaklarımı büzüp karşımda salyaları akmış adama baktım. Biraz daha böyle bakarsa, oyun moyun demeyecek, dalacaktım suratına.

"Buyurun, yardımcı olalım. Sahibi kimdi ?"

"Imm... Hah ! Ezra Erdemin teknesiydi. Ama bulamadım bir türlü."

"O tekne geçen hafta bilinmeyen bir nedenden patladı." Boğazımdaki yumruyu yutmaya çalışıp, "Ezra bindi mi o gün o tekneye ?" Dedim. Hatırlamaya çalışır gibi gözlerini kıstı, vereceği cevap herşeyi değiştirebilirdi, herşeyi !

"Valla o gün bir kaç adam binip açıldılar ama Ezra bey yoktu aralarında." Söyledikleriyle zemin ayağımdan kaymış gibi oldu bir an. Adamın kolları belime dolanırken, hızla ayrıldım kollarından. Sakızı suratına tükürürken, kulübeden çıkıp Farukun arabasına doğru ilerledim. Farukun meraklı bakışları beni izlerken arabanın kapısını sertçe kapattım.

"Ne oldu ?"

"Ezra... O gün, o tekneye binmemiş..." Göz yaşlarım gözlerimden firar ederken, daha da derinlerine itilmiştim bilinmezliğin.

"Yani ? Ezra yaşıyor mu ?"

"Bilmiyorum, bilmiyorum !" Kafamı ellerimin arasına alıp, kendimi dinlemeye çalıştım.

Ezra o tekneye binmediyse başına bir şey gelmişti. Veya... Bu yaşananların hepsi onun... Hayır, hayır. Yapmaz, yapamaz ! Bunların hepsi onun oyunu olamaz. Bu kadar adi olamaz !

Bir anda kafamı kaldırıp, Faruka baktım. "Gitmemiz gereken son bir yer kaldı." Faruk kafasını sallayıp, arabayı çalıştırdı.

Kafamı geriye yaslarken, sona yaklaştığımızı biliyordum...

***
Hastanenin boş koridorunda sessizce ilerlerken, arşive yakın bir yerde durduk.

"Yakalanırsak, ortalık fena karışacak."

"Faruk, sakin ol ! Sen sadece gözcülük yapacaksın. Olur da biri gelirse, beni bırak ve git." Faruk bana kızgınlıkla bakarken, "Öyle bir şey yapmayacağımı sen de çok iyi biliyorsun. Ben, senin tanıdığın heriflerin aksine değer verdiğimiz kadını arkamızda bırakmayız !" Buradan Ezraya gönderme yapmasını fark etsemde bir şey diyememiştim.

"Ben giriyorum, o halde." Sessizce kafasını sallarken, hızlı adımlarla arşive girdim. Görevlinin, azıcık bir rüşvetli buradan çıkarılmasını sağlayarak, yakalanma ihtimalini düşürmüştüm. Ama yine de hızlı olmam gerekiyordu.

Bilgisayarın başına oturup, ölen hasta isimlerinin bulunduğu dosyayı aramaya koyuldum. Heyecandan, korkudan, sinirden ve stresten elim titrerken, dosyayı sonunda bulabilmiştim. Hızla üzerine tıklayıp, arama butonuna 'Ezra Erdem' yazdım. Karşıma çıkan sonuç ise,

'Böyle bir kayıt bulunamadı.' Olmuştu. Kalbim ağzımda atarken, gözlerim kararmaya başlamıştı. Kapı hızla açılırken, Farukun içeri girebildiğini zar zor görebilmiştim.

"Hira ? İyi misin ? Çıkmamız gerekiyor, hadi gel." Farukun sesi kulağıma uğultu şeklinde gelirken, tüm taşlar yerine oturmaya başlamıştı.

'Şebefruz ; şimdi çok iyi hatırlıyordum. Sahilde, Ezra beni öptükten sonra bana bu şekilde seslenmişti.'

'Beyaz güller ; Ezranın bana adadığı güllerdi.'

Gerçekler suratıma tokat gibi çarparken, beni tutan kolların arasından sıyrılıp, koşarak çıktım odadan. Asansöre binip en üst katın düğmesine basarken, Farukun seslenişlerini duymazdan geldim.

Oyun bitiyor Erdem ! Oyun bitiyor !

En üst kata gelindiğini gösteren zil sesi ile kendime gelip, çıktım kabinden. Çatıya çıkan kapıyı tüm gücümle iterken, havayı içime çektim. Hava kararmıştı çoktan. Tuhaftı, yıldızlar bu gece yoktu gökyüzünde. Oysa en büyük umut kaynağım yıldızlardı, lakin şimdi onlar bile terk etmişlerdi beni...

Farukun, geldiğini hissederek hızlı adımlarla beton duvarın üzerine çıktım. Aşağıya çok bakmamaya çalışarak, Arkamı döndüm. Farukla göz göz geldiğimizde, korkmuş ve endişeli bir şekilde bana bakıyordu.

"Hira, saçmalama. Sakın yanlış bir şey yapma in oradan."

"Annemlere ve Ezranın ailesine haber ver ! Hepsi gelsinler... Acı çekmek neymiş göstereceğim !"

"Hira saç-"

"Faruk ! Dediğimi yap !" Bir adım geri atıp bağırırken, Faruk aynı anda, "Tamam tamam çağıracağım. Sakin ol ! Yalvarırım !" Gözlerinin dolu bir şekilde hızla telefonunu çıkardı ve kulağına götürdü.

Aşağıya göz ucuyla baktığımda, insanları görebiliyordum. Her şeyden habersiz, kendi hayatlarında olan insanları. Kimi işinden çıkmış evine gidiyordu, kimi sevdiğinin yanına... Bense koca bir boşlukta, kayan bir yıldızın varlığına dokunmayı, bu çaresilikten kurtarılmayı bekliyordum. Kafamı gökyüzüne kaldırdım, yıldızlar yoktu... Kalakaldın be Hira, çaresizliğin dibinde, kimsesiz kalakaldın...

Farukun yalvarışlarına ve ikna çabaları ile geçen kısa bir süre sonra istediğim herkes karşımdaydı. Annemler, Meltem hanım, Hayri bey, Oktay... Ayhan !

Annem ağlayarak bana yaklaşırken bağırdım, "Sakın gelme ! Gözümü kırpmadan atarım kendimi !"

Babam annemi tutarken, o da ağlıyordu. "Hira, kızım sakın yanlış bir şey yapma. Gel hadi buraya ! Lütfen" annemin yalvarışları kulağıma dolarken, Hayri beye baktım. Endişe ile bana bakıyordu.

"Hira, kızım in oradan hadi." Hayri beye alayla bakarak, "İneyim öyle mi ?" Hızla başını sallarken, bir adım geri gittim. Hepsi çığlık atarak hareketlenirken, elimi kaldırarak durdurdum.

"Gerçekten tebrik ediyorum sizi. Güzel plan." gecenin sessizliğinde alkış seslerim yankılanırken, polis sirenlerinin seside araya karışmıştı.

Ama asıl piyonumuz ortada yoktu !

"Kızım ne diyorsun sen ? Ne planı ?" Meltem hanıma bakarak kahkaha attım. Tüm şuurumu kaybetmiş gibiydim, bedenimin ve hareketlerimin kontrolü kesinlikle bende değildi.

"Ezra yaşıyor ! " Tekrar bir kahkaha atarken gözlerim buna inat yaşlarla dolmuştu. Hayri bey kaşları çatık bana bakarken, "Evladım Ezra öldü. Kabullen artık !"

"Hâla yalan söylüyorsunuz ! Ezra yaşıyor. O gün o tekneyle denize açılmamış ! Arşivde ismini araştırdım ! Ölüm raporu bile yok ! Ayhan, söylesene dün çalışma odasında kiminle konuştun ? O gülleri kim gönderdi ? Kim bana Şebefruz adıyla hitap ediyor ? Söyleyin !" Boğazım yırtılırcasına bağırırken, Hayri bey ve Ayhan hariç hepsi şaşkınlık ve korkuyla bakıyorlardı.

"Ya Ezra şuan buraya gelir yada..." Bir adım daha geri attım. "Tek bir adım sonra, beni gömersiniz o toprağa !" Annem ve Mira hıçkırıklarla ağlarken, tekrar bağırdım. "On beş dakikanız var. Ya Ezra ortaya çıkar, yada asfalttan cesedim kalkar !"

Ey aşk ! Ey nefret sizin aranızdaki ince çizgi midir insanı böyle densizleştiren ? Yoksa aşk mıdır adamı bu kadar delirten ? Yahut sen misin nefret, kalbin boş bir teneke kutusu gibi atmasını sağlayıp, gözünü karartan ?

En güzel cevap ; Çaresizlikte kalmış araftı... Tek bir adım ile cennete, tek bir adım ile cehenneme ait olacağım koskoca bir çaresizlikti. İhanete uğramış gibi hissediyordum. Acılarla dolu bir kutuya hapsedilmiş, ağzı sıkı sıkıya kapatılmış kilitlenmiş de çıkışım yokmuş gibi hissediyordum.

Hem ruhen hemde bedenen yorgundum. Bedenim dinlenerek kendine gelirdi. Peki ya ruhum ? Kırılan hislerim, yıkılan duygularım. Parçalanan kalbim ? Bunlar nasıl düzelecekti. İlacını hangi doktor yazacaktı ? Gözlerimin önünde Ezranın gülüşü yansırken, buruk bir gülümsemeyle, "Vakit doldu..." Dedim. Kollarımı iki yana açarken, yaz ayında esen ılık rüzgarın saçımın arasında dalgalandığını hissederken gözlerimi kapattım. Herşeyin bitmesi için son adıma hazırlanırken, o sesi duydum.

"Hira !" Gözlerim o tanıdık sert ve otoriter sesin sahibini buldu.

Ve işte, Ezra Erdem o bilindik sert çehresiyle tam da karşımdaydı.

Continue Reading

You'll Also Like

2.7M 144K 16
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
4.8M 228K 52
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...
3.2M 101K 66
Havuzun dibine değen ayaklarımla yere oturdum. Bir anda beliren iki hayali gölgeye baktım. Burak ve Doğa'ya. Burak simsiyah bir şekilde sarmıştı mavi...
7.5K 1K 152
Hayallerinin gerceklesme ihtimali olmasa bile hayal et. Çünkü hayallerin seni ufuklarin zirvesine ve o zirvelerde seni hic tukenmeyecek umutlara götü...