Orién : ANKA ATEŞİ | KADER AT...

By oykutzcn

4.6M 412K 138K

Külkedisinin prensese değil, Anka'ya dönüşme hikayesi. Sonsuzluğa kanat çırpan otuz kuşun öyküsü.| Elena'nı... More

1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
Yeni bölüm değil :)
Orién 2 yaşında!
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm\1
31.Bölüm\2
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37. Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
40.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm\1
42.Bölüm\2
43.Bölüm\1
43.Bölüm\2
44.Bölüm
45.Bölüm
46.Bölüm
47.Bölüm
48.Bölüm
49.Bölüm
Kitap hakkında
Kitap hakkında 2\İmza günü.
İmza günü :)
RAFLARDA :)
ORIEN 3 YAŞINDA!
ORIEN 4 YAŞINDA :)
KADER ATEŞİ / 1. BÖLÜM
Kader Ateşi / 2. Bölüm
KADER ATEŞİ / 3. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 4. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 5. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 6. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 7. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 8. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 9. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 10. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 11. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 12. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 13. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 14. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 15. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 16. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 17.BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 18. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 19. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 20. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 21. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 22. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 23. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 24. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 25. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 26. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 27. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 28. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 29. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 30. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 31. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 32. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 33. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 34. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 35. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 36. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 37. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 38. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 39. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 40.BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 41.BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 42. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 43. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 44. BÖLÜM| CENAZE
KADER ATEŞİ / 45. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 46. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 47. BÖLÜM
KADER ATEŞİ/ 48. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 49. BÖLÜM
KADER ATEŞİ/ 50.BÖLÜM
KÜL | 1. bölüm
KÜL| 2. Bölüm
KÜL| 3. Bölüm
KÜL| 4. BÖLÜM
KÜL| 5. Bölüm
KÜL| 6. Bölüm
KÜL| 7. Bölüm
KÜL| 8. Bölüm
KÜL| 9. Bölüm
KÜL| 10. Bölüm
KÜL| 11. Bölüm
KÜL| 12. Bölüm
KÜL| 13. Bölüm
KÜL| 14. Bölüm
KÜL| 15. Bölüm | Orién 5 yaşında!
KÜL| 16. Bölüm
KÜL| 17. Bölüm
KÜL| 18. Bölüm
KÜL| 19. Bölüm
KÜL| 20. Bölüm
KÜL| 21. Bölüm
KÜL| 22. Bölüm
KÜL| 23. Bölüm
KÜL| 24. Bölüm
KÜL| 25. Bölüm
KÜL| 26. Bölüm
KÜL| 27.Bölüm
KÜL| 28. Bölüm
FİNAL

28.Bölüm

44.1K 3.7K 630
By oykutzcn

OY VERMEYİ UNUTMAYIN LÜTFEN :)

*

Samantha ile konuşmamız tahmin ettiğimden de kısa sürmüştü. Yemek salonuna geçen kızların yanına gitmeden önce bir süre dışarıda oyalanıp temiz havayı içime çektim. Ne olursa olsun Samantha'nın söylediklerine karşı gelmeyecektim ama en azından kızların olanlardan haberleri olması gerekiyordu. Lily konusunda onu dinlememiştik ama bu çok farklı bir olaydı.

Yemek salonuna geçtiğimde kızlar tahmin ettiğim gibi işlerine başlamışlardı. Cezamızın bitmesine iki gün kalmıştı. Süpürgeyi alıp, dünyanın en önemli işini yapıyormuşçasına işime odaklanarak yerleri süpürmeye başladım. O kadar odaklanmıştım ki, karşımda birinin dikildiğini süpürgeyi ayakkabısına çarpana dek fark etmemiştim.

"Dün gece hiç uyudun mu?" diye sordu Shanny.

Atomu parçalama işime bir süre ara verip boş gözlerle ona baktığımda, "Belli ki hiç uyumamışsın," dedi yüzümü süzerek. "Kilo verdiğinin farkında mısın?"

"Alırım, sorun değil," dedim umursamaz bir tavırla çünkü gerçekten umurumda değildi. Neler olduğunu öğrendiklerinde eminim ki nasıl göründüğüm onların da umurlarında olmayacaktı.

"Böyle devam ederse hasta olacaksın."

"Bir şey olmaz Shannon," diyerek cevap verdim. Onu ve sorularını geçiştirmek istediğim yüzümden ve ses tonumdan gayet net bir şekilde anlaşılıyor olmalıydı ki, Shanny yüzünde bariz bir şaşkınlık ile bir süre daha beni inceledi.

"Neler oluyor," diye sorduğunda yüzündeki şaşkınlık meraka dönüşmüştü.

"Odada konuşuruz," dedim süpürme işime devam ederken.

"Evet konuşmamız gereken başka şeyler de var."

Tekrar durup ona baktım. "Çırak çocukla ilgili düşünceleri atın kafanızdan, yok öyle bir şey! İmkansız!"

Shanny cevap vermek yerine, gözleri benden ayrılarak omzumun üzerinden arka tarafta bir yere sabitlendi. Ağzı şaşkınlık ile açılırken, böyle bir anı daha önce de yaşadığımı hatırladım. Çarşıdaki bir dükkanda kaçırılmadan hemen önce.

Baktığı yere dönmemle, kafama doğru son hızla gelen devasa elmayı suratımın tam ortasına gömülmeden saniyeler önce yakalamam bir oldu.

"Bu ne hal, dağılmışsın yine," dedi Nate her zamanki tanıdık gülümsemesi ile.

Siyah kot, üzerine siyah salaş tişört, gevşekçe bağlanmış siyah spor ayakkabılar, kısacık kesilmiş -üç numara olabilir- kumral saçlar. Ellerini başparmağı dışarıda kalacak şekilde ceplerine sokmuş, dudakları tanıdık alaycılığı ile kıvrılmış, gözlerindeki her zamanki ışığı ile bana bakıyordu. Tam karşımda, ayakta duruyordu. Sapasağlam Nate. Bildiğimiz Nate!

Yaklaşık beş altı saniyelik bir şaşkınlığın ardından, tam benimle dalga geçmeye hazırlanırken hala elimde sıkı sıkı tuttuğum süpürgeyi bırakıp boynuna atladım.

"Ah, sözümü geri aldım. Hala bir eşek kadar güçlüsün," dediğinde kollarımı doladığım boynundan çektim.

"Gerçekten mi çırak çocuk? Gerçekten hiç vazgeçmeyecek misin?"

Anlamazlıktan gelerek, kaşlarını kaldırıp sordu. "Neyden vazgeçmeyecek miyim?"

Elimdeki elmayı kaldırdım. "Kafama elma fırlatıp hemen arkasından hakaretler yağdırmaktan!"

"Ama sana da yaranılmıyor. Kendi ellerimle, özellikle seçtim ben o elmayı. Bütün bahçeyi dolaştım ben onu bulmak için."

"Özellikle seçtiğin belli canım. Şuna bak, kafam kırılır elmaya bir şey olmaz. Tek başına üç kilo!"

"Sen bilmiyorsun işte, en yararlıları onlar. Kaç senelik çırağım ben, bana soracaksın. Ayrıca bırak bunları da, cevap ver. Asıl sen hiç vazgeçmeyecek misin?"

Onun gibi anlamazlıktan gelmedim, gerçekten ne demek istediğini anlamamıştım. "Neyden?"

"Bulduğun her fırsatta beni izlemekten ya da öpmekten."

O anda çevremizdeki hava dalgalanıp, hiddetimden korkarak açık pencerelerden kaçıp gitti. Nasıl bu kadar umursamaz olabiliyordu! Belki şu an Lerin için fazla hassas olabilirdim ve fazla tepki gösteriyor olabilirdim ama o yaşanan şeyden nasıl böyle bahsedebiliyordu?

"Fırsat mı? Ölmüştün aptal!"

Yanaklarım ne ara ıslandı, sesim nasıl bu kadar kontrolsüz çıktı anlamamıştım. Nate'in gülümsemesi solduğunda bir şey söyleyecek oldu ama fırsat vermedim. "Nasıl böyle bir şeyle dalga geçebilirsin! Hem sen neden atladın ki benim önüme! Benim hayatımın seninkinden değerli olduğu düşüncesine nasıl varabildin!"

O sadece benim hayatımı kurtarmıştı. Ama ben ona tüm hıncımı çıkarırmışçasına, avazım çıktığınca bağırıyordum. Aramızdaki en suçsuz insan oydu ve biz onun sayesinde arkadaşımızı kurtarmıştık. O bize bir değil iki can bağışlamıştı ama ben yemekhanede karşısına dikilmiş, ona bağırıyordum. Bu yaptığımdan sonra benimle bir daha konuşmayacağından emindim. Yani kim konuşurdu ki? Sen onun hayatını kurtar ama o ayaklarına kapanacağına, kalksın herkesin içinde seni azarlasın. Kendimi tutamıyordum. Neden böyle bir tepki verdiğimi anlayamıyordum. Kendimi tanıyamıyordum.

Tekrar bağırdım.

"Neden böyle bir şey yaptın!"

O anda beni çok şaşırtacak bir hareket yaptı. Kolunu omuzlarıma dolayarak beni göğsüne çekti. Diğer kolunu belime dolamış bana sımsıkı sarılırken, diğer elinin parmaklarını saçlarımdan geçirdi. Alnımı göğsüne yasladığımda ağlamam daha da şiddetlendi. Güçsüz kollarımla bende ona sarıldım. Bir süre sessiz kalıp ona sarılarak ağlamama izin verdikten sonra, sadece benim duyacağım şekilde konuştu.

"Neden böyle bir şey yaptım biliyor musun? Beni kurtarabileceğinden emindim. Oysa ben seni sadece o şekilde kurtarabilirdim, başka türlüsü olmazdı. Başka bir şey yapamazdım çünkü ben senin kadar güçlü değilim."

O konuşurken ağlamam kesilmişti. Söylediklerini dinlerken ikinci şokumu yaşamıştım. Bana sarılan ve bu konuşan gerçekten bizim çırak çocuk muydu? Kollarından sıyrılıp bir adım geri çekildim. Gerçekten onun Nate olup olmadığını anlamak için yüzüne baktım. O ise suratını buruşturup başını yana çevirdi. Bir elini kaldırıp, beni görmemek için yüzüne siper etti.

"Ağladığında çirkin olduğunu kaç kere söylemem gerekecek?"

Evet, çok incelememe gerek yoktu, bu bizim çırak çocuktu. Henüz gözlerimdeki yaşlar kurumadan gülmeye başladım. Nate ile birlikteyken buna gerçekten alışmıştım.

Lucas, Tyler ve Jeff'in de geri döndüğünü, bizimkilerle birlikte tüm çalışanların da işini bırakıp bizi izlediğini o an fark ettim. Diğerleri ile sarılıp ayak üstü bir muhabbete başladığımızda çalışanlar bizi tamamlandığımız için tebrik edip işlerine döndüler. Burada onlara yardım ettiğimiz dokuz günde çok iyi anlaşmış, yaşları fark etmeksizin hepsiyle arkadaş olmuştuk.

"Sizin yalnız konuşmanız gereken konular var bence," dedi Shanny, Nate ve bana.

"Bir de Elena'nın teşekkür etmesi gereken bir konu var tabi," dedi Kathy.

Claire ekledi, "Ve bir de özür dilemesi."

Nate, "Özrünü ben de duymak istiyorum," diyerek arkasına bile bakmadan kapıya doğru yürümeye başladı. O önde ben iki adım arkasında yürüyerek dışarı çıkıp, Nate'in ağacının yanına vardığımızda durduk.

"Hala toparlanamadım. Oturalım." Yere oturup sırtını ağaca yasladı. Bir bacağını kendine doğru çekip kolunu üzerine koydu.

Bende onu izlemeyi bırakıp yanına oturdum. Ağaca dayadığı kafasını kaldırmadan bana baktı. Onda alışık olmadığım bir ciddiyetle sordu, "İçeride Shanny'e söylediğin, benimle ilgili saçma düşünceler ne? Neymiş o mümkün olmayan şey?"

O anda elim, ayağım, dilim, beynim hepsi birbirine dolandı. Ne söylemeliydim? Kızlar benim sana aşık olduğumu düşünüyor diyemezdim ya! Orada durup dururken Nate konusunu ben açmıştım değil mi? Şu an yapabilsem, kendimi ayakta alkışlardım. Serinkanlı kalmaya çalışıp, bir şeyler zırvaladım.

"Son günlerde uyuyamıyorum da ben."

"Orası belli. Benimle ne alakası var ?"

"Ya işte sen benim yüzümden yaralandın ya, çok üzüldüm bende. Geri de dönmeyince, ya ne bileyim işte kızlar kendi kendilerine endişelenmişler kendime bir şey yaparım falan diye korkmuşlar."

Nate bizi biraz bile tanıdıysa, kızların benim böyle zayıf biri olabileceğim düşüncesine kapılmayacaklarını çok iyi bilirdi. Ama bu fonksiyonsuz beyinle anca bu kadar oluyordu.

Konunun başka bir şey olduğunu anladığına emindim ama Nate üzerine düşmedi. "Bence de haklısın, imkansız."

Sesindeki soğukluk içimi ürpertti ve içimde çok enteresan bir yere dokundu.

"Nate ben özür..."

"Biliyorum biliyorum," dedi cümlemi tamamlamama izin vermeden. "Özür diliyorsun ve üzgünsün. Özür dilemene de üzgün hissetmene de gerek yok. Ben sadece seninle yalnız konuşabilmek için öyle söyledim. Benim sana sormak istediğim başka bir şey var."

Ne sorabilirdi ki? İnsanın sakladığı sırları varsa, yöneltilen sorulara vermeye hazır cevapları da olmalıydı ama ne soracağı hakkında en ufak fikrim yoktu.

"Neymiş o?" diye sorarken nedense heyecandan ölmek üzereydim.

"Şu koruyucular. Onları nasıl buldun? Diyelim onlar bizi buldu. Peki bize nasıl yardım ettiler? Hadi yardım ettiler, bizi evlerine nasıl götürdüler? Ben düşünüyorum bir türlü aklım ermiyor. Sadece efsanelerde duyduğumuz, hiç bir insanla muhatap olmayan koruyucular. Nasıl bize yardım etmeye ikna ettin? Onları ağaçların gölgelerinden nasıl çıkardın?"

Verinceye dek nefesimi tuttuğumun farkında değildim. Sakince gülümseyerek cevap verdim.

"Sadece yardım istedim, o kadar."

Söylediğime şaşırmıştı ve çatılan kaşlarına bakılırsa pek inanmamıştı. "Nasıl yani?" diye sorduğunda en önemli kısmı atlayarak anlattım. Yaşananları tüm gerçekliği ile bilen kimse yoktu. Kime anlattıysam, anlattığım kişiye bağlı olarak hep bir yerleri atladım. Yalnızca ben biliyordum olanları. Yalnızca ben. Birilerinden sürekli bir şeyler saklama olayı, her geçen gün üzerimde daha da dayanılmaz bir baskı oluşturuyordu. Şu an ona her şeyi, tüm gerçekliği ile anlatmak isterdim ama yapamazdım.

"Ben bir şey yapmadım. Kurtları öldürdüğümüz için onlar da bizi öldürecekti sanırım. Tabi onlara karşı elementlerimizi kullanmamızın yasak olduğunu yeni öğrendim ben. Yani öylelikle çıktılar ortaya. İsteyerek yapmadığımızı söyledim, Reliys elini alnıma koyduğunda bir şekilde anılarıma girerek olanları gördü, doğru söylediğimi anladı. Sonrasında yardım istedim ve onlar da bize yardım etti. Bu kadar. Son."

"Sanırım sen karşındakine büyü falan yapıp etkin altına alabiliyorsun ve istediğini yaptırabiliyorsun. Biz dünya üzerinde bir ilk yaşadık farkında mısın? Yüzlerce efsaneye konu olmuş yaratıkları gördük. Aslında onlara yaratık denmez. Çok güzellerdi. Ayrıca görmekle kalmadık onlarla konuştuk, yaşadıkları yeri gördük, onların yatıkları yataklarda u .. y..u..d..u k...."

Nate konuşuyordu ama bir yerden sonra anlattıklarını duymamaya başlamıştım. Güzel bir his vardı içimde. Böyle rahat,tatlı.. Farklı bir duygu. Neydi bu? Huzurluydu bir de. Muhtaç kaldığım bir histi. Neydi? Ah hatırladım! Uyku! Oo nerelerdeydin canım ya? Ne aradım seni. Ama sen şimdi mi çıkıp geliyorsun yani? Çok b..üyük a..y..ı..p. de..ği..l mi.. şş.imdi... Ah.. Ne.. tatlı.. bir .. karan..lık.. bu uy..ku..

"Elena."

Biri bana sesleniyordu sanki.

"Elenaa.."

Neredeydim ben en son? Kim sesleniyor bana?

"Bak, bu son uyarışım seni. Uyanmazsan omzumu çekeceğim ve sen yere düşeceksin."

Nate'in sesi miydi bu?

"Elena!"

Gözlerimi açmaya çalışsam da başarılı olamadım. Kirpiklerim birbirine yapışmış gibiydi. Göz kapaklarımı zorla açmayı başardığımda, ışığın gözüme verdiği acı yüzünden tekrar kapattım.

"Seni odana taşımam için yapıyorsan daha çok beklersin."

Ömrümde ilk defa saniyeler içinde uykuya dalıp tekrar uyanıyordum. Yavaş yavaş açılmaya başlarken nerede olduğumu hatırladım. En son Nate'in ağacının altında konuşuyorduk. Yani o konuşuyordu ben dinliyordum. Şu an ise omzunda uyuyordum.

Kafamı kaldırıp yarım açılmış gözlerle Nate'e baktığımda omzunu tuttu.

"Şükürler olsun! Ah! Kolumu bir daha kullanamayacağım sanırım," dedi kolunu hareket ettirmeye çalışırken. "Söylesene, o kafanın içinde beyin yerine taş mı taşıyorsun?"

Uyanır uyanmaz Nate tarafından dalgaya alınmıştım, hala kendime gelememiştim ve ağzımdan çıkan tek kelime, Nate'in son cümlesini kanıtlar nitelikteydi.

"Ne?"

"Senin görgü kurallarından da haberin yok sanırım Elena. Bir insan konuşurken uyunmaz."

"Üzgünüm, günlerdir uyumuyordum," dedim bende tutulan boynumu tutarak. Ben ne kadar süredir uyuyordum ki boynum böylesine ağrımıştı? Nate'in uzun süre uyumama müsaade etmesi imkansızdı, son zamanlarda yaşadıklarımın gerginliğinden olsa gerekti.

Ayağa kalkıp elini uzattı. "Neyse ki seni affediyorum. Hadi seni odana götüreyim."

Elinden destek alıp ayağa kalkarken denge kurmakta zorlandım ve neredeyse düşerken Nate belimden yakaladı.

"Tam bir baş belasısın."

"Üzgünüm."

"Artık üzgün olduğunu söyleme."

Elini belimden çekip kolunu uzattığında, koluna girdim. Sallana sallana yurda girerken dışarıda kimseler yoktu. Ortak salonumuzdan odama çıktık.

Nate yatağın üzerindeki örtüyü kaldırmaz kendimi yatağa attım. Üzerimi örtüp yanıma oturdu. Ben saniyeler içinde yeni bir uykuya dalarken, o; eliyle yüzüme düşen birkaç tel saçı geriye itip, eli yanağımdayken alnımdan öptü. Ancak bunlar sadece bir rüyaydı. Yoksa değil miydi? Ömrümde ilk defa saniyeler içinde uykuya daldığım için kendime kızıyordum. Ama neden? Gerçek olamazdı çünkü Nate'in tek yaptığı benimle dalga geçmekti. Rüya olduğu halde neden bu kadar huzurlu hissettirmişti peki? Şu an uyuyor muydum? Uykuyla uyanıklık arasında bir yerlerde miydim? Alnımda hissettiğim o sıcak nefes ve dudaklar gerçek miydi?

Düşünceler ve kelimeler git gide birbirine girerken tanıdık kabusların içine çekildim. Aralara karışan sesim ve kendi cümlelerim dışında birçok farklı ses. Annem, babam, alevler, çığlıklar.. Okulda bir köstebek,bir hain.. Samantha'ya güveniyor musun? Söylesene Samantha, neden sürekli bir şeyleri gizliyorsun! Neden sürekli bir şeylerin üzerini kapatmaya çalışıyorsun! Samantha'ya güveniyor musun? Lerin öldü. Samantha'ya güveniyor musun? Lerin öldürüldü. Samantha'ya güveniyor musun?

Renkler, sesler ve görüntüler birbirine karışırken, yüksek bir yerden düştüğümü hissettim. Hepsi tam olarak karışıp bütünleştiğinde, katlanılamaz bir karanlık oluşturdular. Yere çarpmadan hemen önce sıçrayarak uyanacağımı biliyordum çünkü bu da çok tanıdıktı. Ama bu farklıydı, bu sefer uyanmadım. Bir rüyadaydım bu aynıydı, farklı olan bunun bilincinde olmamdı.

Karanlık dağılırken, Orién'de sahil kenarındaydım. İki küçük kız kumların üzerinde oturuyordu. Hava çok sıcaktı ve akşam olmak üzereydi. Kızların yanına yaklaştım ama beni görmüyorlardı. Yedi sekiz yaşlarında olmalıydılar. Bir tanesinin sarı lüle lüle saçları, kırmızı bir kurdeleyle at kuyruğu şeklinde toplanmıştı. Askılı, etek kısmına doğru bollaşan, kırmızı bir elbise vardı üzerinde. Beyaz çoraplarının üzerinde elbisesi ile uyumlu kırmızı puantiyeler vardı. Beyaz bez ayakkabısı o yaştaki bir çocuktan beklenmeyecek şekilde tertemizdi. Varlıklı bir ailenin çocuğu olduğu kıyafetlerine bakmadan bile anlaşılıyordu. Oturuşu,gülüşü,konuşması o yaştaki bir çocuktan beklenmeyecek olgunluktaydı. Mavi iri gözleri,uzun kirpikleriyle çok güzel bir çocuktu ve kesinlikle bana bir yerlerden tanıdık geliyordu.

Tam karşısında oturan kızıl saçlı kız ise onun tam tersiydi. Uzun saçları özensizce örülmüş, saçından birçok tutam örgüden kurtulmayı başarmıştı. Kahve, çuval bezini andıran bir kumaştan yapılan düz kesim elbisesinin rengi güneşte solmuştu. Elbisesine göre daha koyu kahverengi sandaletleri, elbiseye kıyasla daha yeni duruyordu. Yanaklarının ve burnunun üzerinde dağılan çilleri, tüm yüzüne yayılan hınzır gülümsemesi ile birleştiğinde ona inanılmaz sevimli bir hava katıyordu. Yeşil gözleri ise gülümsediğinde ışıldıyordu. Üzerindeki eski ve kirli kıyafetleri ve dağılmış saçları bile küçük kızın güzelliğini gölgeleyemiyordu.

"Emin misin?" dedi kızıl saçlı olan. "Canın acıyabilir. Ayrıca annen gördüğünde çok kızacak."

"Eminim," diye cevap verdi sarışın olan. "Annem zaten her şey için kızıyor bana. Alıştım ben, o kadar da önemli değil."

"Tamam önce ben sonra sen o zaman."

Kızıl saçlı olan önce ikisinin arasında duran, etrafı taşlarla çevrilmiş kuru otları yaktı. Daha sonra sağ elindeki keskin camı sol elinin avucuna bastırdı ve boydan boya kesti. Kestiği yerden ince ince kanlar akmaya başladığında, sarışın olan sanki kendi eli kesiliyor da acı çekiyormuş gibi ona bakıyordu ama kızıl saçlı olanda en ufak bir acı belirtisi yoktu. Kesme işi bittikten sonra camı karşısındaki arkadaşına uzattı. Kız camı eline alıp, sol avucuna bastırdı ama bir türlü kesemedi.

"Ben yapamayacağım galiba. Sen yapar mısın?"

Kızıl saçlı olan camı tekrar alıp, arkadaşının elini soğukkanlılıkla kesti.

"İşte bitti. Şimdi yemin etme zamanı."

İkisi de kanlar akan sol ellerini havaya kaldırıp, parmaklarını birbirlerine kenetlediler. Ateşin üzerinde birleşmiş ellerinden akan kanları birbirine karışıp ateşe damlıyordu. Sağ elleri de kaplerinin üzerine yerleştirip, gözlerini kapattılar.

"Ben Samantha," dedi sarışın olan. Samantha... Samantha'nın küçüklüğüydü bu! Samantha'nın anıları. Peki ben neden bunları görüyordum? "Karın bağıyla kardeşim olmayan Liones, bundan sonra kan bağıyla kardeşimdir. Bundan sonraki ömrüm boyunca onu koruyacağıma, ona gelen her türlü kötülüğe karşı siper olacağıma, onun mutluluğunun kendi mutluluğum olacağına, elini tutan elimi asla ve asla çekmeyeceğime, yaşamda ve ölümden sonraki hayatımda onu sevmeye devam edeceğime toprağın ve suyun, havanın ve ateşin önünde yemin ediyorum."

O yeminini bitirdiğinde, diğeri başladı.

"Ben Liones. Karın bağıyla kardeşim olmayan Samantha, bundan sonra kan bağıyla kardeşimdir. Bundan sonraki ömrüm boyunca onu koruyacağıma, ona gelen her türlü kötülüğe karşı siper olacağıma, onun mutluluğunun kendi mutluluğum olacağına, elini tutan elimi asla ve asla çekmeyeceğime, yaşamda ve ölümden sonraki hayatımda onu sevmeye devam edeceğime toprağın ve suyun, havanın ve ateşin önünde yemin ediyorum."

Yeminleri bittikten sonra tam ortalarındaki küçük ateş bir anlığına büyüdü ve Samantha ve Liones'in elleri ayrıldığında ise kendiliğinden söndü.

"Umarım pişman olmazsın," dedi Liones. "Biliyorsun, kan bağı karın bağından daha bağlayıcı ve daha önemlidir. Gerçek kardeşin kan bağın olan kardeşindir."

"Tabi ki biliyorum," dedi Samantha ellerini kestikleri camı alıp, elbisesinin eteğinden iki parça keserken. Bir tanesini kendi eline sardıktan sonra, Liones'in elini de dikkatli hareketlerle sardı. Birbirlerine başka bir şey söylemeden gülerlerken, sarışın güzel giyimli bir kadın koşarak yanlarına geldi.

"Samantha! Sen ne yaptığını sanıyorsun! Her yerde seni arıyoruz! Elbisene ne oldu!" Elini gizlemeye çalışan Samantha başarılı olamadı. Kadın Samantha'yı kolundan sertçe tutup ayağa kaldırdı. "Eline ne oldu! Bu pis köylü çocuğu mu yaptı yoksa!"

Liones ayağa kalkmış, dolu dolu olan gözlerle kadına bakıyordu. Sinirle derin nefesler alıp veriyor, ağlamamak için kendini zorlarken ellerini iki yanda yumruk yapmış tüm gücüyle sıkıyordu. Sol elinden bir damla kan belki kumaş kanla tamamen ıslandığından, belki de kendine açıklık bir alan bulduğundan yere damladı. Araya girip o kadına haddini bildirmek için delice bir istek duyuyordum ama yapamayacağımı biliyordum.

"O benim kardeşim anne onunla böyle konuşamazsın! Sadece onunla değil, kimseyle böyle konuşamazsın! " diyerek bağırdı Samantha.

Annesi Samantha'ya öyle bir baktı ki, bir annenin kızına bu denli bir nefretle bakıyor olması tüylerimi diken diken yapmıştı. "Kardeşin mi! Onu ben doğurmadım Samantha o senin kardeşin falan değil! Ayrıca ben istediğimle istediğim şekilde konuşabilirim ancak sen benimle bu şekilde konuşamazsın! Hemen eve gidiyoruz!"

Annesi Samantha'yı kolundan çekiştirerek götürürken, Liones yalnızca arkalarından ağlayarak baktı.

Renkler ve görüntüler birbirine karışmaya başladı tekrar. Bu sefer ormanın girişinde ağaçların arasındaydım ve yine Samantha ve Liones'in yanındaydım. Sahilde yaşadıkları olaydan sonra arkadaşlıklarının bozulmaması beni çok mutlu etmişti. Birbirlerine değer veriyorlardı, onlar kardeşti.

Artık çocuk değil yirmi yaşlarında genç kızlar olmuşlardı. Tahmin ettiğim gibi Samantha zengin kıyafetleriyle parlasa da, Liones çok güzel bir genç kız olmuştu ve çilleri ona hala sevimlilik katıyordu.

"Keşke bende Doğu Lermont'a girebilseydim," dedi Liones sinir ile karışık bir hüzünle.

"Doğu ya da Batı ne fark eder, sonuçta ikimiz de Lermont'luyuz artık. Ayrıca istediğimiz zaman görüşebiliriz."

"Tabi ki çok şey fark eder. Doğu Lermont'takilerin elementleri var ama bizim sadece büyülü tılsımlarla yapabildiğimiz büyülerimiz. Doğu Lermont asker yetiştiriyor ancak Batı Lermont siz askerlere kalfa yetiştiriyor."

"Saçmalama Liones, sizde asker olabiliyorsunuz. Ayrıca siz olmadan bizim asla yapamayacağımız şeyler var. Diğer boyuttan gelenler sizin sayenizde ailelerini görebiliyor ve sizin sayenizde geri dönebiliyor mesela. Siz olmasanız kapıların kaçta nerede açılacağını bilemezler. Bunun dışında bir çok hastalık sizin sayenizde tedavi ediliyor. Hem dünyanın en mükemmel şeyi değil midir insanlara yardım etmek? "

"Süslü laflarını kendine sakla kardeşim, teselliye ihtiyacım yok benim," dedi Liones soğuk bir ses ile. "Gerçekten, ömrümde senin kadar saf bir insan görmedim Samantha. Zaten her türlü, hizmet için yetiştiriliyoruz. En azından sizin asker, komutan olma şansınız var. Bizden ise belki danışman ya da şifacı. Oysa daha fazlasını hak ediyoruz."

Samantha panik halinde etrafına bakınırken, fısıldayarak konuştu, "Aklından geçen her şeyi diline taşıma Liones. Misafir kulaklar olabilir ve seni yanlış anlayabilir."

Liones bundan gerçekten eğlendiğini belli eden bir kahkaha atıp kolunu Samantha'nın omzuna attı.

"Bu kadar tedbirli ve tedirgin olma Samantha, yoksa erken yaşlanacaksın." Ormanın dışına, şehre doğru yürümeye başladıklarında ben de yanlarında yürüdüm. "Öyleyse başka konulardan bahsedelim. Kaç yaşına geldin hala sevgili bulmamakta ısrarcı mısın?"

"Aşık olmadan ilişkiye başlamak bana ters geliyor."

Liones tekrar kahkaha attı. "Aşk gerekli bir şey değil sevgili kardeşim. Artık bazı şeyleri yaşamanın zamanı geldi de geçiyor. Yoksa erkeklerden hoşlanmıyor musun? Kadınlar mı çekiyor dikkatini?"

"Merak etme ben de en az senin kadar erkeklerden hoşlanıyorum. Sadece o söylediğin 'bazı şeyler' için senin kadar acele etmiyorum." Samantha bu konudan bahsederken bile utanmış görünüyordu.

"Bu söylediklerini bir kenara yaz kardeşim. Çünkü artık bu konuda kontrolü elime alıyorum. Sana bir sevgili bulacağım ve bu söylediklerine pişman olacaksın."

"Yapma desem de seni durduramayacağımı biliyorum."

"Tabi ki durduramazsın. Kardeşler bunun için vardır."

"Yemin etmeden önce emin misin diye sorduğunda, değilim demeliydim," dedi Samantha gülerek.

"Ne kadar söylenirsen söylen beni çok sevdiğini ve bana hayır diyemediğini biliyorum."

"Sen benim tek ailemsin seni aptal ve aynı zamanda sapık kız." dedi Samantha. Birbirlerine sarılıp gülüşerek şehre doğru yürümeye devam ettiler.

Birbirlerine sarılmış yürüyen bu gerçek kardeşlerin arkasından bakarken her şey tekrar birbirine karışmaya başladı.

Bu sefer Doğu Lermont'un tıpatıp aynısı olan bir yerdeydik. Batı Lermont olmalıydı. İsyan çıktıktan sonra kral yıkılmasını emretmişti ve şu anda yoktu ama Doğu Lermont ile aynı mimariye sahip olduğunu duymuştum.

Okulun bahçesindeki tahta bankların birinde kardeşler ve yanlarında çok yakışıklı bir erkek oturuyordu. Samantha ile el ele tutuşmalarına bakılacak olursa Liones söylediğini yapmış, Samantha'ya bir sevgili bulmuştu. Amy burada olsaydı kesinlikle, "Bu kadar yakışıklı birini kendine saklamadıysa Samantha'yı gerçekten seviyor olmalı," derdi.

"Ben o gizli toplantılara katılmayacağım ve sizin de katılmanızı istemiyorum." dedi Samantha sessizce.

Liones umursamaz bir tavırla cevap verdi, "Abartıyorsun."

"Orada konuşulanlar hoşuma gitmiyor kardeşim. Hak ettiğimizi alamadığımızı, tanrıların dünyadaki yansıması olduğumuzu düşünmeleri saçmalıktan başka bir şey değil."

"Korkunu anlıyorum ama biz kötü bir şey yapmıyoruz, sadece düşüncelerimizi dile getiriyoruz. Birisi öyle düşünüyor olabilir ama bir başkası öyle düşünmüyordur. Sadece kendi aramızda konuşup, tartışıp, dağılıyoruz. Bu kötü bir şey değil ki."

"Öyleyse neden gizli yapılıyor?"

Liones'in dudakları şaşkınlık ile aralanırken, Samantha'ya inanamayarak baktı. "İnanmıyorum, bana güvenmiyorsun. Ben yedi yaşından beri senin kanınım nasıl böyle düşünebilirsin? Ben sana gelecek her türlü kötülüğe siper olmak için yemin ettim. Nasıl seni kötü bir şeyin içine çektiğimi düşünebilirsin?"

Samantha'nın gözleri bir anda yaşlarla dolarken, uzanıp karşısında oturan kardeşinin masanın üzerinde duran ellerini tuttu.

"Bu dünyada senden daha fazla güvendiğim kimse yok kardeşim. Tanrım özür dilerim, özür dilerim yanlış anlamana sebep oldum. Lütfen beni affet Liones seni kırdım. Benim dünya üzerinde en fazla sevdiğim kişi sensin biliyorsun. Sen benim kanımsın ve ben de senin. Sana güvenmezsem kime güvenirim?"

Liones gülümseyerek elini Samantha'nın elinin üzerine koydu. "Özür dileme kırılmadım. Sadece sinirle çıkıverdi ağzımdan. Senin ne kadar kırılgan olduğunu unutuyorum bazen. Asıl ben özür dilerim seni istemediğin bir şeye zorladım. Tamam gelmek istemiyorsan gelme. Ama bizim için de boş yere endişelenip o tatlı canını sıkma sevgili kardeşim. Anlaştık mı?"

"Anlaştık," dedi Samantha gülerek.

Aman tanrım umarım içimden geçen ve düşünmeye bile korktuğum şey değildir bu. İsyan Doğu Lermont'tan çıkmıştı değil mi?

Görüntü tekrar değişirken alışmaya başladığımı fark ettim.

Tekrar Doğu Lermont'ta, Liones'in odasındaydık bu sefer. Samantha, Liones'in yatağında oturuyor çok üzgün görünüyordu. Liones, pencerenin önünde ayakta durmuş dışarıda yağan yağmuru izliyordu.

Samantha birkaç kez konuşmaya başlayacak oldu ama her seferinde düşündükleri ses bulamadan yok oldu. En sonunda sessizce derin bir nefes çekip konuşmaya başladı. "İkinizde boşluyorsunuz artık beni. Ben sizi görmeye gelmezsem sizin geleceğiniz yok. Bir şey mu oldu Liones? Çok nadir görüşmeye başladık. Allen belki benden soğumuş olabilir ya da artık beni sevmiyor olabilir. Onu anlayabilirim. Ama seni anlayamıyorum. Bana bakarken gözlerinde farklı bir şey görüyorum kardeşim."

Liones ağır ağır Samantha'ya döndüğünde, değişimini ben bile fark etmiştim. Daha soğuktu artık, ve belki gülmediğindendir ancak gözleri eskisi gibi parlamıyordu.

"Demek insanların gözlerinden içini de okumaya başladın," dedi Liones onu daha önce gördüğüm anların tam tersi, soğuk bir tavırla. "Gerçekten çok başarılısın. Hiçbir zaman senin gibi olamayacağımı biliyordum ancak bu kadar başarılı olabileceğin benim bile aklıma gelmemişti. Tanrı ya da tanrılar varsa insanlara hiç de adil davranmıyorlar değil mi? Senin gibi insanların doğuştan şanslı olması, değerli taşların içine doğması yetmezmiş gibi bir de başarılı,güzel ve sevimli olması haksızlık değil mi? Bir de bana bak."

Samantha'nın gözlerinin dolduğu ve ağlamamak için kendi ile bir mücadeleye girdiği belli oluyordu. Liones Samantha'nın üzerine eğilip çenesinden tutup kaldırarak ona bakmasını sağladı ve iyice yüzüne yaklaştı.

"Bak bakalım sevgili kardeşim, ne görüyorsun gözlerimde. İyice bak ve gördüğün o farklı şeyi söyle. Bakalım gerçekten başarılı mısın?"

"Liones beni korkutuyorsun," dedi Samantha gözlerinden düşen iki damla yaşına daha fazla hakim olamayarak.

Liones, Samantha'nın çenesinden elini çekip bir adım gerileyerek gülümsedi. Yüz ifadesi bir anda değişmişti. Bu ani değişimin bana hatırlattığı kişi yüzünden midem bulanmaya başlarken, Samantha'nın kalbinin kırılmaması için dua ettim.

"Sadece şaka yapıyordum, bu kadar ciddiye alacağını düşünemedim özür dilerim. Ne olur bu kadar kırılgan olma."

"Lütfen bir daha bana böyle şakalar yapma Liones. Ben seni kaybetmekten ölümüne korkuyorum. Bu konularda şaka kaldıramam."

"Merak etme, ben her zaman yanında olacağım ve elini asla bırakmayacağım Samantha."

Bulunduğum ortam tekrar değişti.

Samantha bu sefer Batı Lermont koridorlarında gördüğü herkesi durdurup Liones'i soruyordu. Yüzünde telaş, telaştan daha çok korku dolu bir ifade vardı. Gözlerindeki yaşlar her an düşmeye hazır, tetikte bekliyordu. Ne yapacağını bilemez halde bir yukarı çıkıyor, bir aşağı iniyordu. Yüzüne düşen saçlarını eli ile geriye attığında, ellerinin titrediğini fark ettim. Birkaç kişiye daha Liones'i sorup olumsuz yanıt aldığında titrek ve derin bir nefes çekti içine ve Lionesi aramaktan vazgeçip Batı Lermont yurduna döndü. Liones'in odasına çıkıp kapıyı arkasından kilitledi. Masaya oturup çıkardığı kağıda bir şeyler karalamaya başladı.

Kardeşim.. Kanım..

Sahilde birbirimize yemin ettiğimiz günü hatırlıyor musun? Elimi asla bırakmayacağına yemin etmiştin. Kanla bağlandığımız gün ilk sözlerindi.

Şükürler olsun o güne ki, o günden sonra benim tek ailem sen oldun. Annem beni doğuran kadın, babamsa bana sadece hediyeler alan, yüzü hiç gülmeyen bir adamdan öteye geçemedi. Sen hepsinden değerli oldun. Kanım, sen benim diğer yarım oldun. Eğer bir gün seçmek zorunda kalırsam diye düşünürdüm hep küçükken, senin saçının telini değişmem.

Teşekkür ederim kardeşim, yemininin arkasında durdun. Bedenen yanımda olmadığın zamanlarda bile ruhun tuttu ruhumun elinden. Her zaman hissettim varlığını. Ama söylesene benim değerli kardeşim, neden şimdi hissedemiyorum? Bu mektubu yazmak değildi amacım. Odana geldiğinde, benim geldiğimi görmen için bir not yazmak istedim sadece. Sana ihtiyacım olduğunu, zor günler geçirdiğimi yazmak istedim. Ama söylesene benim sevgili kardeşim, neden bu satırları yazıyorum?

Liones seni hissedemiyorum. Gözlerimi kapattığım her an, seni en son gördüğüm günkü bakışların karşımda. Bir şeyler oluyor. Olmasın kardeşim. Gideceksen beni de götür. Umurumda değil silerim tüm dünyayı. Artık beni sevmiyor, kardeşin olarak görmüyorsan da önemli değil. Sevdiririm kendimi. Yine istemezsen de çekilirim ayağının altından. Yeter ki bir ses çıksın ağzından.

Sana çok ihtiyacım var Liones. İstersen son olsun bir daha görme yüzümü.

Yardımına hiç olmadığı kadar çok ihtiyacım var kardeşim.

Liones, ben hamileyim. Allen yok. Sen yoksun. Bebek var.. Ne yapacağımı bilmiyorum..

Her şey çok ağır geliyor. Ama yokluğun en ağır..

Kardeşim.. Kanım..

Sahilde birbirimize yemin ettiğimiz günü hatırlıyor musun? Elimi asla bırakmayacağına yemin etmiştin. Kanla bağlandığımız gün ilk sözlerindi. Ve seni son gördüğüm gün,son sözlerin. Lütfen Liones,lütfen kardeşim.. Son sözlerin olmasın..

Kardeşin Samantha.

Samantha'nın gözyaşları mektuba akmış, bazı yerlerdeki mürekkebi hafifçe dağıtmıştı.

O benim tanıdığım Samantha değildi. Belki benimle yaşıt,belki benden bile küçük, kırılmış ve korku içindeki Samantha idi. Onu bu halde görmek tahmin ettiğimden de büyük bir acı ile kavrulmama neden oldu.

Hamileydi. Ama Samantha'nın şuan çocuğu yoktu. Bunun arkasından korkunç şeyler çıkacaktı.

Ah, Samantha... Belki benimle yaşıt belki benden bile küçük, hamile, yalnız ve korkmuş.

Samantha odadan çıkıp, okuldan ayrılmak üzere bahçeye çıktı. Hala iç çekerken karşısından gelen Allen'ı gördüğünde, yüzü umutla doldu bir an. Hemen koşarak yanına gitti.

"Allen, seninle konuşmam gereken bir şey var."

Allen etrafına hızlıca bir göz atıp, "Benim de seninle konuşmam gerek," diyerek Samantha'nın kolundan tutup odasına çıkardı. Ortak salonun kapısını kilitledi. Ortak salonlarından kendi odasına çıkıp o kapıyı da kilitledi.

"Allen neler oluyor? Nerelerdeydin? Liones nerede? "

"Her şeyi anlatacağım. Otur lütfen ve ben bitirene kadar dinle. Kendini hazırla Samantha, çünkü birazdan, hayatın boyunca duyabileceğin belki de en kötü cümleleri duyacaksın."

Samantha ayağa fırladı. "Ona bir şey mi oldu! Öldü mü yoksa!"

Allen omuzlarından tutup Samantha'yı yatağa oturttu. "Hayır ölmedi ama anlatacaklarımı dinledikten sonra muhtemelen ölmesini isteyeceksin."

Cevap vermedi.

"Özür dilerim. Tüm olanlar için özür dilerim Samantha. Liones bana o teklifi sunduğunda, kabul ettiğim için özür dilerim."

"Ne teklifi?" diye sorduğunda, biraz önceki panik halindeki Samantha gitmiş, yerine bomboş bir Samantha gelmiş gibiydi.

Allen ellerini saçlarından geçirdi. Gözleri dolarken, titrek bir nefes çekti. Bakışlarını ondan utanıyormuş gibi yere sabitlemişti. Elleri hala saçlarında, ben ne yaptım der gibi kafasını tutarken odanın içinde volta atıyordu. Samantha hiçbir şey söylemeden gözleri ile onu takip ediyordu. Birkaç turdan sonra Allen odanın ortasında durdu. Kendini hazır hissettiğinde anlatmaya başladı.

"Liones okula ilk geldiği gün ilgi odağı olmaya başlamıştı. Güzel, biraz küstah ve kendinden emindi. Diğerleri gibi benim de dikkatimi çekmişti. Bir şekilde tanıştık. Aramızda çekim olduğu kesindi ancak bu aşk değildi. Sadece, yatak ilişkisi."

Ben uğradığım şok yüzünden nefes alamazken, Samantha kekeleyerek konuştu, "A-Allen s-sen ne dediği.."

"Sözümü kesme Samantha lütfen bırak bitireyim. Bunları sana anlatmak hayatımda yaptığım en zor şey." Allen eğer şimdi anlatmazsa bir daha asla anlatamayacakmış gibi peş peşe sıraladı cümlelerini.

"Zaten o aşık olacak biri değildi. Ben de değildim. Sevgili değildik. Hiçbir şey değildik. Benim yatağımdan çıkıp başkasının yatağına giriyordu. Birbirimize karşı sorumluluğumuz yoktu. Bir gün bana seninle sevgili olmam gerektiğini söyledi. Gündüzleri biraz takılır mutlu olmasını sağlarsın, akşamları yanıma gelirsin, dedi. Amacı senin de o gizli toplantılara katılmandı. Ben de olursam daha kolay ikna olursun diye düşündü."

Samantha belki çığlıklarını, belki hıçkırıklarını tutmak için iki eliyle ağzını sımsıkı kapatmış dinliyordu. Belki yalan söylediğini haykırmak istiyordu ama bir terslik olduğunu günlerdir seziyordu ve bunların gerçek olduğunu içten içe biliyordu. Allen devam etti.

"Ben seninle geçirdiğim vakitten gerçekten keyif almaya başladım. Sen bana aşık olduğunu her dakika her saniye hissettiriyordun ancak Liones buz gibiydi. Zamanla, seninle vakit geçirmemi kıskanmaya başladı. Senin bulunmaz, eşsiz bir kalbin olduğunu söylerdim, alay etmeye başlardı. Zamanla değişmeye başladı. O değiştikçe ben ondan uzaklaştım. Uzaklaşmamı sana aşık olmama bağladı. Evet seni seviyordum ama hayır, sana aşık değildim. Tüm suç ondaydı ama o,suçu benim ve senin üzerine atmayı yeğledi. Her gün değişmeye,kalbi her gün kararmaya devam etti. Sen de fark ettin ancak kabullenemedin. Ona yakıştıramadın. Sırf sen istemiyorsun diye gizli toplantılar yaptıkları o gruba daha da sıkı sarıldı. Bilmiyorum ama, sanki, sanki orada onun aklını yıkayan birisi vardı. Belki de ben öyle inanmak istedim çünkü Liones'in kalbinde kötülüğün her zaman var olduğunu sonradan anladım. Gruptan ayrılıp senin hayatından da çıkmak istediğimi, seni daha fazla üzmek istemediğimi anlattığımda anladım. Delirdi. Gidersem seni öldürmekle tehdit etti beni. En sonunda grupla birlikte okuldan tamamen ayrıldı. "

"Nerede?" diyebildi sadece Samantha.

"Onu unut artık Samantha. O artık senin kardeşin değil. Anlayamıyor musun, isyan edecekler. Karşısına çıkarsan seni öldürür."

"Nerede?"

"Söyleyemem. Ölmene izin veremem."

Sesi çıktığınca bağırdı. "O benim kardeşim. O benim kanım asıl sen alayamıyor musun! O bana zarar vermez! Onu kurtarabilirim, alabilirim onların yanından! Vazgeçirebilirim! Nerede!"

Allen bir süre Samantha'nın yüzüne baktı ama kararlılığını görünce pes etti.

"Çarşıda demirci Levy var. Ona gidip 'yarın güzel bir gün olacak' dersen seni kamp yerine götürür."

Samantha hiçbir şey söylemedi. Allen'ı gördüğünde ona hamile olduğunu söyleyecekti ama belli ki kardeşi onun için daha önemliydi. Hem de kardeşi, onu öldürmekle tehdit ettiği halde. Kardeşi ona en büyük kötülüğü yaptığı halde.

Bu onun için çok büyük bir yıkımdı. Bir tarafta kardeşi, diğer tarafta aşık olduğu, karnında bebeğini taşıdığı adam.

Önce Doğu Lermont'taki odasına gidip cebine hızlıca bir şeyler soktu. Ahırdaki atlardan birini çalıp dört nala çarşıya giderek demirci Levy'i buldu. Allen'ın söylediğini yaptığında, Levy baş hareketiyle çırağını Samantha ile gitmesi için yönlendirdi. Dört nala Tornesia ormanındaki kamp yerine gittiler. Samantha'nın yüzünde hiçbir ifade yoktu. Ne hissettiğini anlayamıyordum ve yaşadığı şey o kadar korkunçtu ki, tahmin bile edemiyordum.

Ormanda bir süre daha ilerlediklerinde, kamp alanına vardılar. Onlarca çadır olmasına rağmen kamp alanında çok az kişi vardı. Liones de onlardan biriydi. Samantha'yı görünce ağzı kulaklarına vardı.

Samantha'ya doğru yürürken, "Benim sevgili kardeşim. Bize katılmaya mı karar verdin?" diye sordu coşku ile.

"Biraz konuşabilir miyiz? Yalnız?"

"Tabi ki. Gel şu tarafa," dedi Liones onu ters tarafa yönlendirirken. "Bir sorun mu var?"

Kamptan uzaklaştıktan sonra Samantha konuşmaya başladı.

"Neyin varsa her şeyini bırak. Hemen geri dönüyoruz."

Liones birkaç kalp atımlık süre sessiz kalıp sonrasında gülmeye başladı. Gülümsemesi çok kısa bir sürede kahkahaya dönüştü.. Ancak tonunda alay vardı.

"Yaptıklarımı duysan, beni bu kadar sevmezdin Samantha."

"Hepsini biliyorum. Lütfen Liones, geri dön."

Liones'in uğradığı şok yüzüne öyle büyük bir şiddetle çarpmıştı ki, gülümseyen yüzü aniden soldu.

"Şimdi de sen iyi konumda olurken beni kötü duruma düşürüyorsun! Her zaman en iyisi sendin değil mi? Sen, seni sevmediklerini iddia edip zırlarken ailen sana istediğin her şeyi veriyordu,her zaman güzeldin, her zaman kibardın. Allen gibi bir kalpsizi bile kendine aşık ettin. Onu sana ben verdim ve geri istediğimde de almalıydım. Lanet olsun Samantha, tanrılar bile seni seviyordu ki sen Doğu Lermont'a giderken Batı bana kaldı! Neden her zaman en iyisi sen olmak zorundasın!"

Tam tersi olması gerekirken Liones çok sinirliydi, Samantha ise çok sakin.

"Hayır Liones iyi olan sendin. Ailem istediğim her şeyi veriyordu çünkü gözlerinin önünden çekilmemi istiyorlardı. Çünkü onlar için hep yetersizdim. Sürekli azarlanır dışarı çıkmama bile izin verilmezdi. Her zaman sana özenirdim. İstediğini yapardın sen özgürdün. Asıl güzel olan sendin çünkü sen o eski giysilerin içindeyken, ben pahalı elbiselerimle bile seninle yarışamazdım. Kibar değil sadece korkaktım. Hiç kibar olmak istemedim ki. Ben her zaman senin kadar cesur olmak istedim. Küçükken, her gece yatmadan önce bunun için, senin gibi olabilmek için dua ederdim. Sahilde yemin ederken kendi elini korkusuzca kesen o küçük Liones kadar bile cesur değilim ben. Lütfen Liones. Her şeye baştan başlayabiliriz."

"Evet başlayabiliriz," dedi Liones nefret dolu gözlerle bakarak. "Tek bir şartla. Bize katılırsan."

"Ben Orién'e ve Lermont'a ihanet etmem." Liones bunu çok iyi biliyordu.

"Bize katılmadan buradan gidemezsin. Eğer katılmazsan seni öldürürüm Samantha."

"Biz kardeşiz. Beni öldürmezsin." Samantha bunu söylerken yürekten inanıyordu. Liones'in ne olursa olsun onu hala kardeşi olarak gördüğünü sanıyordu. Onun sadece aklının karıştığını ya da Allen'ın söylediği gibi beyninin yıkandığını düşünüyordu.

Liones tekrar kahkaha attı. "O sadece aptal bir yemin. "

Samantha buraya gelmeden önce yurt odasından aldığı şeyi cebinden çıkarıp kaldırdı. Ne aldığını anlayamamıştım ama şimdi, kaldırdığı elinde hafif rüzgarda sallanıyordu. Yemin ettiklerinde eline sardığı bez parçası.

"Bu bizim kanımız Liones."

Liones'in yüzü bu sefer tiksinti ile doldu."Onu sakladığına inanamıyorum."

O sırada uzaklaştıkları kamp yerinden sesler yükseldi. "Askerler!" diye bağırıyorlardı.

Liones gözlerinden taşan bir nefretle Samantha'ya döndü. "Bizi ihbar mı ettin!"

"Hayır ben değildim. Bu seni son uyarışım Liones. Şimdi benimle kaçmazsan ben de yeminimi bozacağım ve her Lermontlu asker gibi yapmam gerekeni yapacağım!"

"Artık geri dönüş yok!"

"Ben Orién'e ihanet etmem!"

Bunlar son cümleleri oldu ve bir anda güçlerini ortaya çıkardılar. İkisi de sol ellerini birbirine uzattılar. Yemin ederken kestikleri, hala kesiğin izinin durduğu ellerini.

Samantha hava darbesi gönderirken, Liones de anlamadığım dilde bir şeyler söyledi ve aynı şekilde karşılık verdi. Güçleri birbirini bulduğunda, havanın çarpışmayla büküldüğünü net bir şekilde gördüm.

Çarpışmanın şiddetiyle ikisi de geriye uçtu.

Samantha'nın hamlesi daha güçlüydü, Liones muhtemelen yansıma büyüsüyle karşılamaya çalıştı ama element sahibi kadar güçlü olamazdı.

Samantha yere düşüp yuvarlandıktan sonra kendine büyük bir ağacı siper etti.

Liones ise sert bir şekilde ağaca çarptığından zor toparlandı. Ancak vakit kaybetmeden tekrar atağa geçti. Anlamadığım dilde tekrar konuşmaya başlayınca etrafındaki tüm taşlar havalandı. Samantha'nın nerede olduğunu göremiyordu. Yerinden kımıldamadan, gözleri tek tek her ağacı inceliyordu. Konuşmaya başladığında, artık ses tonu genç bir kıza değil, bir psikopata aitti.

"Çok büyük hata yaptın Samantha. Bize katılmalıydın, ama katılmadın. O yüzden şimdi seni öldürmek zorundayım ve bundan sonra karşıma çıkan herkesi. Sen göremeyeceğin için anlatmama izin ver. Çok kalabalık ve çok güçlüyüz. Yakında, çok yakında saldırıya geçeceğiz. Karşımıza çıkan herkesi öldürüp kral ve kraliçenin kafalarını saray kapısına süs niyetine asacağız. Tüm güçlü element sahiplerini öldüreceğiz. Hakkımız olanı alıp tüm normal insanları kölemiz yapacağız. Seni ne kadar çok sevdiğimi görebiliyor musun Samantha? O günleri görüp üzülmemen için seni öldürüyorum, görüyor musun?"

Tekrar kahkaha attığında, bu seferki ses tonuna yakışacak bir psikopatlıktaydı. "Hadi sevgili kardeşim, çık artık ortaya," dedi alay ederek.

Çarpışma sonrası geri uçtukları için araları epey açılmıştı.

Samantha yavaşça saklandığı ağacın arkasından çıktığında, Liones el hareketleriyle havada asılı duran taşları teker teker fırlatmaya başladı. Samantha kaçmak yerine üzerine koşmaya başladı ve o da el hareketleriyle üzerine gelen taşların sağa sola uçmasını sağlıyordu. Arka arkaya yağan ve bazısı kafamdan bile büyük olan taşlar elini sağa savurduğunda sağa, sola savurduğunda sola uçuyordu. Liones'in gözlerinden ateş çıkıyordu resmen. Samantha ona doğru koşarken o da taşları bıraktı ve üzerine koşmaya başladı.

Liones sesi çıktığı kadar bağırıyor ve anlamadığım cümleler sıralıyordu peş peşe. Samantha bir şey söylemedi. Sadece bağırabildiği kadar bağırdı. Aynı anda saldırdılar birbirlerine. Karşılıklı iki hava kütlesi birbirine çarptığında şiddetli bir rüzgar oluştu. Çıkan ses kesinlikle yüksek değildi ama insanı sağır edebilecek kadar güçlüydü. Etraflarındaki o devasa ağaçlar köklerinden sökülüp yıkıldılar ve tam çarpışmanın olduğu yer daire şeklinde açıldı. İki kardeş kendi etraflarında taklalar atarak, biraz öncekinden metrelerce uzağa uçtular. Sonra bir sessizlik oldu.

Samantha'nın gözleri açıktı. Nefes alıyordu ve kendindeydi ama kımıldamıyordu. Bakışlarını, yaprakların arasından görünen gökyüzüne sabitlemişti. Gözyaşları gözünün kenarından akıp, toprağa karışıyordu.

O sırada Allen koşarak yanına geldi. Demek o getirmişti askerleri. Samantha'ya bir şey olmasından korkmuş olmalıydı.

"Samantha! Tanrıya şükür iyisin!" dedi kolundan tutup kalkmasına yardım ederken.

Samantha onun geldiğini fark etmişti ama kendinde değil gibiydi. Aslında daha çok, içi boşalmış bir bedene dönmüş gibiydi. Ayağa kalktığında, bacaklarından aşağı kanlar akmaya başladı.

"Yaralı mısın? Ne oldu?" diye sordu Allen dehşet içinde. O ne olduğunu bilmiyordu ama ben biliyordum. Samantha da öyle.

Samanta, elini bacaklarından akan kana sürdü ve öylece baktı. "Orién'e ihanet etmedim," dedi düz bir sesle. Şok geçiriyordu.

Koşarak başka bir asker geldi yanlarına.

"Ona ne olmuş?" diye sordu Samantha gelen askere.

"O ölmüş ama cesedini alamıyoruz. Vaktimiz yok hemen geri çekilmemiz lazım. Diğerleri geliyor ve bizden daha kalabalıklar. "

Samantha, Liones'in olduğu tarafa yöneldiğinde, Allen kolundan yakaladı. "Askeri duydun, hemen gitmemiz gerek."

Samantha'nın suratı ifadesizdi. "Siz gidin benim kardeşimin yanına gitmem gerek." Kolunu kurtarmaya çalıştı ama Allen onu daha sıkı tuttu.

"O öldü."

"Ölmedi!" dedi Samantha.

"Konrol ettim," dedi asker. "Ölmüş. Çok uzağa savrulmuş. Ben onu alamadan diğerleri gelip saldırıya geçti."

Samantha kolunu kurtarmak için çırpınmaya başladı. "Yalan! Yalan söylüyorsun! Liones ölemez!"

Sinir krizi geçirmeden önce Allen onu belinden kavradı. Samantha havada debelenip Allen'ın kollarından kurtulmaya çalışırken avazı çıktığı kadar bağırıyordu. "Hayır! Bırakın ölmedi! Kardeşim yemin etti! Gidemez! Bırakın! Biz yemin ettik birbirimize! "

Bacakları her hareketinde daha da fazla kana bulanıyordu.

"Bırakın diyorum! Bırakın! Yemin ettim! Onun elini bırakmayacağıma yemin ettim! Canı acıyorsa elini tutmam lazım!"

Kendinden geçmeden önce son bir kez bağırdı. Ama sesi sadece fısıltı şeklinde çıkmıştı.

"Kardeşim o benim! Kardeşim..."

O bilincini kaybedip karanlığa teslim olurken ben de tekrar düşmeye başladım. Karanlıkta biri bana sesleniyordu. Elena! Çok karanlıktı. Nefes alamıyordum.

Hiç uyumamış gibi bir anda açtım gözlerimi.

Continue Reading

You'll Also Like

195K 13.3K 22
Tüm diyar, doğudaki savaş yüzünden kaosa sürüklenmiştir. İmparatorluğu ayakta tutmanın ve Wisteria'yı kurtarmanın tek yolu ise Saige Nerth ve Zaiden...
152K 6.4K 9
Wattys 2018 Kısa Liste :) •°•°•°•°•°•°• "Beş yaşında falan olmalıyım..." dedi önce ve sonra yutkundu. Gözlerini kısa bir an...
24.6K 2.5K 20
Vampirler ve cadılar yüzyıllardır birbirinden nefret eder ve birbirlerine yaklaşmazlardı İki kişi bu geleneği bozana kadar #Elf 1🥇2024:04:26 #Vampir...
789 134 6
En sevdiği onu terk ettiğinde duyguları köreldi. O günden sonra tek bir dileği oldu. Kalbini söküp alacak ve ona iyi bakacak bir cadıya ihtiyacı vard...