3. Kitap olmayacağı için finalde değişiklik yapmak zorunda kaldım. O kadar zaman okuyup destek oldunuz bu değişikliği siz de görmeliydiniz. Bu yüzden paylaşıyorum. Belki de bana sinirlisiniz bilmiyorum açıkcası yorumlarınızı okumadım. Bana kızmanızı istemiyorum. Yerimde olsanız siz de aynısını yapardınız diye düşünüyorum. Zaten gereğinden fazla uzamıştı. Sizi de sıkmak istemedim. Kararıma saygı göstereceğinizi düşünüyorum. Hala ailemden birer parçasınız. Sizi çok seviyorum.
BARIŞ-
Üzerinden tam dört yıl geçmişti. Dile kolay dört koca yıl. Bu sürede Eslem ve Uras evlenmişti. Hatta bir de oğulları olmuştu. Eslem hamileliği boyunca hepimizin anasını ağlatmıştı sağ olsun. Onun trip ateşinden ben bile kaçamadım ne yazık ki. Neyse ki zorluklarda geçen dokuz ayın sonunda yeğenim sağlıklı bir şekilde dünyaya gelmişti. Adı Ulaş’tı. Uras’ın burnundan düşmüştü resmen. Kişilikleri benzemez umarım. Çevremde babası mafya olduğu halde sevgilisine hayvan isimleriyle hitap eden bir sırık daha istemiyordum.
Sanırım Ece’yle Doruk’un evlendiğini, ikiz kızlarının olduğunu Doruk’un benim kadar olmasa da harika bir baba olduğunu söylesem pek de şaşırmazdınız. Asıl eğlenceli kısım bu değil zaten asıl eğlence Doruk ve Ece’nin evlendiği gündü. İkisinin öpüşürken fotoğraflarını tüm davetlilere sergileyince Ece’nin babası köpürdü. Bir yarım saat boyunca ne Ece’yi ne de Doruk’u ortalarda göremedik. Tabii düğün bitince Ece bana ve Savaş’a böyle bir şey yaptığımız için baya kızdı.
Savaş’a gelince o hala annesiyle yaşayan bekâr bir adam. Bazen kendimi ona karşı suçlu hissediyordum. Belki de onun yaşantısını çalmıştım bilemiyorum. Yine de şanslıydı annesiyle birlikte harika bir yaşantıları vardı. En azından dışarıdan öyle görünüyorlardı.
Esin ve Rüzgâr aynı evde yaşamalarına rağmen hala sevgili olduklarını reddediyorlardı. Galiba hiçbir zaman da kabul etmeyecektiler. Belki de onlar aralarındaki bu şeye bir ad koyarlarsa aralarındaki büyünün bozulacağını düşünüyorlardı. Ben olsaydım kabul etmezdim ama. Benimsin diyemedikten sonra ikimizin de birbirimizi sevmenin ne anlamı var? Üstelik önlerinde hiçbir engel de yoktu.
Eylül ve Ceyhun da evlendiler. Onlarınki de pek sürpriz olmasa da bizden çok şey götürdü. O bizim annemiz gibiydi ve şimdi başka bir adamın giysilerini ütüleyecek olması nedense hepimizi kıskandırdı. Onların düğünlerini de sabote etmek istedik fakat Eylül’ü karşımıza almaya korktuğumuz için vazgeçtik. Netice de o bizim annemiz gibiydi…
Bize gelince-
“Baba!” diye bağıran sesler arka bahçeden geliyordu. Hiç vakit kaybetmeden koşmaya başladım. Bahçede bir havuz vardı ve benim aklıma çok kötü şeyler geliyordu. Neyse ki korktuğum gibi değildi Mira ve Özgür beni oyun oynama çağırıyorlarmış.
Mira’nın ismini Savaş koymuştu. Annesini hatırlatmasını istedi fakat bunun için bu isme ihtiyacı yoktu. Zaten tepeden tırnağa annesinin kopyasıydı. Ona baktıkça sanki karımın çocukluğunu izliyormuş gibi hissediyordum.
Özgürse; Mira’nın aksine bana benziyordu. Bunlar nasıl ikizdi ben de anlamamıştım. Kişilik olarak da birbirlerine benzemiyorlardı. Özgür sessiz sakin ve anlaşması kolay biriyken Mira halaları gibi cazgırın tekiydi. Yine de onun bu hallerine âşıktım.
Mira kucağıma çıkmak isteyince onu koltuk altlarından tutup kucağıma aldım. Kısacık kollarıyla hemen boynuma sarılıp beni öpücüğe boğdu. Bazen düşünüyorum da o gün Hira bana karşı gelmeseydi ben Mira’yı mı öldürecektim? Bu gerçekten berbat olurdu. Şimdi onsuz birkaç saat bile yapamıyorken bir ömür nasıl dayanırdım. Tamam, belki başka bir çocuğumuz olurdu ama bu Mira olmazdı. O Özgür’den çok farklıydı. Sanırım bir baba olduğum için bana öyle geliyordu bilemiyorum ama aklım sürekli ondaydı.
“Baba!” deyip pantolonu çekiştirince Özgür’ü de aldım kucağıma. O da tek eliyle sarıldı hemen boynuma. Diğeriyle kız kardeşine sarılmıştı çünkü. Sanırım benden dolayı olacaktı Özgür sürekli Mira’yı korumak zorunda hissediyordu kendini. Aralarında beş dakika vardı ama ben sanki beş yıl varmışçasına sürekli onun abisi olduğunu söyleyip duruyordum.
Mira “Baba, bizi parka götür!” deyince Özgür de ona katıldı. Her gün zaten onları parka götürecek birini buluyorlardı. Uras ve Doruk ne zaman kendi çocuklarını dışarı çıkarsalar Özgür ve Mira’yı da alıyorlardı zaten. Fatma abla zaten etraflarında dört dönüyordu. Fazlasıyla şımardılar. Hem ben bu gün ailecek bir şeyler yapalım istiyordum. Belki annelerini görmeye giderdik.
“Olmaz,” der demez daha açıklama yapmama bile fırsat vermeden zırlamaya başladılar. Ailenin ilk çocukları olunca böyle oluyordular işte. Bizimkilere şımartmayın şunları dedim o kadar!
Mira “Savaş’ı ara o götürsün.” Dedi. Amca da demiyordu hanımefendi! Savaş ne ya! Benden bile büyük o. Bu ne şımarıklık böyle?
“Mira, Savaş değil o. Amca! Amca diyeceksin ona.”
“Ya, bana ne. O benim aşkım ben büyüyünce onunla evleneceğim!” dediğinde onu başka biriyle paylaşma düşüncesi beni sinirlendirdi. “O aşkın öyle mi? Ben neyim?”
“Ya baba!”
“Sus Mira, anladım ben.” Deyip ikisini de kucağımdan indirdim. Tekrar çıkmak istese de izin vermedim. “Ya baba! Tamam, sensin aşkım.”
“Şimdilik konuyu kapatıyorum. Sonra yine konuşacağız. Şimdi hazırlanın. Anneye gideceğiz.”
İkisi de sevinç çığlıkları atıp koşuşturmaya başladılar. Birlikte yukarı çıktık. Mira kendi odasına girerken “Mini giyme Mira.” Diye uyarma gereği hissettim kendimde. Bu yaşta onu kısıtlamak istemesem de üzerindekilerle hareket etmeyi beceremiyordu. Orası burası açılıyordu sürekli. Deli ediyordu beni.
“Ya baba! Ne olur giyeyim.”
“Mira, giyme dedim!”
“Annem olsaydı giyerdim.” Deyip ağlamaya başlayınca kendimi kötü hissettim. İkisinin de gözyaşlarını görmeye dayanamıyordum. Dizlerimin üzerine çöküp Mira’ya sarıldım. “Tamam, ağlama. Giy ama dikkat et.”
İstediği tepkiyi alınca o da sarıldı. “Teşekkürler, babacım.” Deyip bir de öpücük bıraktı. O odasına girerken ben Özgür’le onun odasına girdim. Kız çocuğu giysilerine müdahale etmenize izin vermese de size özenen bir erkek çocuğunuz varsa rahatlıkla giysilerini siz seçiyordunuz.
Özgür soyunurken ben dolabın karşısına geçtim. Benim dolabımdaki giysilerle aynıydı. Hepsi benimkilerin küçük versiyonlarıydı. Ayakkabılar bile… Özgür bana özenme işini biraz abartmıştı sanırım. Ona siyah bir pantolon, siyah spor ayakkabılar ve beyaz bir tişört verip odama geçtim. Ben de onların büyük bedenlerini giyip saçlarımı yapmaya başladım. Bu sırada Özgür de geldi yanıma. O da saçlarını taramak istedi fakat aynayı göremeyince beni bekledi kendi saçımı bitirince onu aldım kucağıma. O da saçlarını taradıktan sonra banyodan çıktık bizim odamızı da geçtikten sonra Mira’nın odasının önüne geldik. Kapıyı çalıp “Mira!” diye seslendim. İçeri girmemi söyleyince biz de içeri girdik. Mini bir etek giyip üzerine de bir tişört giymişti. Elinde tarak aynanın karşısındaydı her zamanki gibi.
“Baba, saçlarımı tara.” Deyince mecburen saçlarını tarayıp ördüm. Kızı varsa bu tarz şeyleri öğrenmek zorunda kalıyordu insan ister istemez. Saçlardan sonra iş oje sürmeye gelmişti. Onu ikna etme çabalarına girmedim bile yine zırlayacak ve bana istediğini yaptıracaktı. Özgür ve ben alışmıştık artık onun bu haline. O oje kutusunu tutuyor ben de hanımefendinin tırnaklarını boyuyordum. Sonunda bu da bittiğinde artık evden çıkmak için hazırdık. Fatma abla ile vedalaşıp yola koyulduk. Yol boyunca hiç susmadılar. Ya şarkı söylüyordular ya hala yolumuzun olup olmadığını soruyordular.
Yeterince yaklaştığımızda karımı arayıp geldiğimizi haber verdim. Biz üniversitenin önüne vardığımız da Hira da bizi kapıda bekliyordu. Çocuklar artık belli bir yaşa geldiği için karım tekrar sınavlara girmiş ve istediği üniversiteyi kazanıştı. Ben de ona zevkle burs veriyordum. Her ne kadar onun evde olmadığı saatlerde zorlansak da şikâyetçi olmuyorduk. O da bizim için çok şeye katlanmıştı sonuçta. Artık mutlu olmayı ve hayattan tat almayı hak ediyordu benim küçük sevgilim.
Arabayı sağa çekip Mira ve Özgür’ü arabadan indirdim. İkisi de kollarını açmış onları bekleyen annelerine koştular. Hira ikisini de kucaklayıp sıkı sıkı sarıldı. Bense onları yanlarına gitmek yerine bir süre bu manzaranın tadını çıkardım. Doktorlar ya onu hayata döndürmeyi başaramasaydılar ne olurdu diye düşünmekten alamadım kendimi. Sanırım şu an gittiğimiz yer bir mezarlık olurdu. Çocuklarımızsa gülmek yerine ağlıyor olurlardı. Ama tek değişmeyen şey Mira’nın beni annesine şikâyet etmesi olurdu. Buradan bile duyabiliyordum tırnağındaki ojeleri taşırmışım diye annesine dert yanıyordu.
Daha fazla uzakta durmak yerine bu harika manzaraya ben de dâhil oldum. Karıma sarılmak için çocuklarımız da kollarımın arasına aldım. Normalde dikkat etsem de bu kez çocukların yanımızda oluşunu umursamadan karımın dudaklarını öptüm. Mira eliyle Özgür’ün gözlerini kaparken “Ayıp Özgür, ayıp. Bakma!” deyince kendimi gülmekten alamadım. Hira da kahkahaya boğuldu. Biz gülüyoruz diye Mira ve Özgür de gülmeye başladı.