Şebefruz

By bytubi

6.9M 240K 44.1K

Ezra Erdem, karanlığın adamı değildi. O tam olarak karanlığın kendisiydi. Bizim hikayemiz toz pembe değil, gr... More

TANITIM
ÖNSÖZ
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm / İyi Bayramlar
12. Bölüm
13. Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm / Part I
25.Bölüm // Part II
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
40.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm Final
Son söz ve teşekkür
Özel Bölüm

26.Bölüm

132K 5K 1K
By bytubi

Güzel bir girişle başlamak isterdim ama bölüm o kadar da güzel değil. Yani bence çok güzel oldu bol aksiyon ama sonu sizin için pek müko değil... Neyse okuyun görün.

Bölüm şarkısı ; Sezen Aksu - Dua ( Bölümü lütfen bu şarkı ile okuyun.)

Kisa diyenin agzina lahmacun kuregi ile vururum. Bir haftada iki bolum paylastim. Rekor bu ! 😂😂😂
------------------------------------------------

"Anne, hadi ama lütfen." Tekli koltuklardan birine otururken, hâla annemin akşam yemeği davetimizi kabul etmesi için çaba sarf ediyordum. Ezrayı ve ailesini bir türlü kabul edememişlerdi. Onlarda haklılardı sonuçta kim kızlarını zorla verdikleri bir adamın evine yemeğe gelirdi ki ? Ki bu adam bir mafyaydı...

"Tamam, ama sadece sen oların karşısında mahçup olma diye kabul ediyorum." derin bir nefes alıp, "Teşekkür ederim." dedim. Annemle vedalaşıp telefonu kapattım. Günlerden cumartesiydi. Ezra gelir gelmez işlerine yönelmişti. Gerçekten rahat geçen bir haftanın sonunda, eski rutinime dönmek istemiyordum.

Ezra ile tatilde çektirdiğimiz fotoğrafları bilgisayarıma indirip, beğendiğim bir kaç tanesini de flaşa aktarmıştım. Kapıdaki korumalara flaşı verip, fotoğrafları çıkarttırıp çerçeveletmelerini istemiştim. Akşama doğru gelen çerçevelerden birini salondaki duvara, diğerini televizyon ünitesinin üzerine, diğerini de fazlalık olmasın diye odamdaki komodinin üzerine koydum.

Akşam yemeği vaktinde salona indiğimde, Ezra çerçeveleri inceliyordu.

"Hangi ara yaptırdın bunları ?" elindeki çerçeveyi yerine bırakırken masaya oturdum.

"Bugün korumalardan rica ettim, halletiler." masadaki yerini alırken başını sallamakla yetindi. Hafif bir durgunluk vardı sanki üzerinde. Yada sadece yorgundu.

"Annemleri çağırdım, fazla ısrar etmiş olsam da kabul ettiler. Sen aradın mı annenleri ?" Eda ve Sema servise başlarken Ezraya baktım.

"Babamı aradım, memnuniyetle kabul etti. Annem için aynı şey söylenemez ama o da gelecek." dedi sıkıntılı bir sesle.

"Sen iyi misin ?" durgunluğu fazla tuhafıma gitmişti. Kafasını kaldırıp, gördüğüm en güzel gülüşü bana sundu. "Yorgunum biraz. İşler fazla birikmiş." Eda ve Sema 'afiyet olsun' diyerej salondan çıktılar. Tabağımdaki patlıcan yemeğini yerken, "Yemekten sonra odana çıkıp, aşaği inme." diyen Ezraya baktım, çattığım kaşlarımla.

"Neden ?" Tüm dikkatini yemeğine vermişken, "Misafirlerim gelecek. Ve bu misafirler pek hoşuna gidecek tipler değil." yani diyor ki mafya arkadaşlarım geliyor, ayak altında gezme !

"Tamam." tabağım bittiğinde, Ezrada yemeğini bitirmişti. Dediği gibi odama çıkarken, kapı çalmıştı. Merdivenlerin sonunda durup, gelen kişilere baktım. Hepsi siyah takım elbise giymiş, orta yaşlı ve yaşlı insanlardı. Yanlarındaki ızbandut gibi heriflerle gerçekten hoşuma gitmeyecek tiplerdi. Hepsi Ezra ile tek tek el sıkışıp salona geçtiler.

Odama çıkıp, yarım bıraktığım bir kitabı alıp okumaya başladım. Her sayfada yeni diyarlara yelken açarken aşağıdan gelen bağırışma sesleri ile korkuyla yerimden kalktım. Hızla odamdan çıkarken sesler daha da artıyordu. Merdivenlerin başına gelip aşağı baktığımda, Bir kaç adamın Ezraya, Ezra ve adamlarının da onlara silah çekmiş olduğunu gördüm.

Korkuyla, "Ezra !" Diye çığlık atarken. Tüm bakışlar üzerimize dönmüştü. Benim tek baktığımsa Ezranın sinirden koyulaşmış gözleriydi. Ezranın karşısındaki yaşlı adam iğrenç bir gülüşle bana bakarken, "Müstakbel Erdem'de buradaymış." Dedi. Bir kaç tane koruma hızla merdivenin ucunda barikat kurup, silahlarını yaşlı adama doğrulttular.

"Defol git buradan Bahri !" Ezranın sert sesi tüm holde yankılanırken, adam son kez bana bakıp Ezraya döndü.

"Pekala, gidiyorum Erdem. Ama bu konu burada kapanmadı !" Kapıdan çıkarken geri dönüp bana baktı ve "İyi geceler küçük hanım." Diyerek karanlık geceye süzüldü. Ne tuhaf adamdı öyle !

"Hira odana çık, hemen !" Ezranın sert tavrı ile, sığındığım duvardan toparlanıp odama girdim. Yine başlamıştık işte ! Artık belasız geçmezdi günlerimiz !

Odada meraktan ve korkudan volta atarken yorulup, yatağın üzerine oturdum. Saatler birbirini kovalarken yatakta cenin pozisyonu alıp, uykuya yenik düşmüştüm.

Gözlerimi yeni bir güne açıp, gerinirken üzerime örtülen pikeyi fark ettim. Gece Ezra yanıma uğramış olmalıydı. Sıkıntıyla yerimden kalkıp banyoya girdim. Kısa bir duşun ardından hızlıca giyinip aşağı indim. Günlerden pazardı ve Ezra iş için Yunanistana gidecekti. Salonda kahvaltının çoktan hazırlanmış olduğunu gördüm. Portakal suyunu bardaklara dolduran Edaya gülümseyerek günaydın dedim. Aynı şekilde samimiyetle karşılık verirken, "Ezra uyandı mı ?" Dedim.

Kafasını iki yana sallayıp, "Hiç uyumadı ki. Sabah karşı misafirleri gittiğinde kendisini Ayhan ağabeyle çalışma odasına kapattı." Dedi. Merakıma yenik düşerken, "Dün ki adamlar neden gelmiş haberin var mı ?" Dedim.

"Haberim yok maalesef. Ama Ezra bey çok sinirliydi dün." Dedi. Sıkıntıyla derin bir nefesi salıverirken, çalışma odasına doğru ilerledim. Kapıyı bir kaç kez tıklattıktan sonra, içeriden gelen 'gir' komutuyla yavaşça çevirdim kulpu.

Ezra masanın başında tekli koltuğunda otururken, Ayhan ikili koltukta oturuyordu. İkisininde uykusuz ve yorgun olduğu aşikardı. Genzimi temizleyip, sesimi ararken, "Kahvaltı hazır." Dedim. Ezranın sert bakışları beni bulduğunda, yumuşayıp yerini anlayamadığım ama çok hoşuma giden pırıltılara bıraktı.

"Bir kaç saate çıkmamız gerek." Ezra Ayhanı başıyla onaylarken, kapının kenarından içeriye geçerek Ayhanın çıkması için yer bıraktım. Kapıyı ardından kapatınca Ezra ile yalnız kalmıştık. Bakışlarımı onun haricinde her yerde gezdirirken, masasından kalkıp yanıma geldiğini hissettim. Çok geçmeden gözleri gözlerime kavuşmuştu.

"Dün beni çok kızdırdın Hira." Sesi o kadar mayhoş ve yorgun geliyordu ki, içim acıdı. "Biliyorum ama gelen sesler yüzünden çok korktum. Gelen adamlar tekin değil demiştin, bende sana... Bir şey oldu sandım. Özür dilerim." Kafasını yavaşça boynuma gömerken, kulağımın altına küçük bir öpücük bıraktı. Aynı anda kolları etrafımı sarıp, kulağıma "Senden bir şey isteyeceğim." Dedi. Öpücüğüyle titrerken, "Ne ?" Dedim. Gözlerim kendiliğinden Ezranı sert kokusu ile mayışıp kapanmıştı.

"Bana bir şey olursa eğer..." Anında kendimi geri çekip, çatık kaşlarla yüzüne baktım. Konuşmama fırsat vermeden, anlını anlıma dayadı.

"Bana bir şey olursa eğer, ne olursa olsun bu evde kal. Burası senin evin. Bizim evimiz." Dedi. Kalbime neden olduğunu anlamadığım öyle bir acı girmişti ki, canımı alsalar daha az acırdı.

"Ezra, bir şey mi oldu ?" Korkudan kaynaklı titrekçe çıkan sesime, "Hayır, sadece öyle bir şey olursa dediğimi yap !" Dedi. Ardından ekledi, "Söz mü ?"

Kafamı aşağı yukarı sallayıp, "Söz" dedim. "Hadi kahvaltıya gidelim." diyerek eli elimi kavradı ve odadan çıkardı.

* * *

Ezranı dediklerinden sonra iştahım kaçmış, boş boş tabağımdaki kahvaltılıklara bakıyordum. İçime öyle bir ok saplanmıştı ki nefes alsam, hareket etsem, daha çok acıtıyordu canımı. Boş yere sıkıntıya giriyorum. O Ezra Erdem ona hiç bir şey olmaz !

Kahvaltıdan sonra Ezra odasına hazırlanmaya çıkmıştı. Bende içime yerleşen anlamsız sıkıntıyla kendimi bahçeye atmıştım. Güneş tam tepedeyken, havada boğucu bir sıcaklık vardı. Ön bahçeden arka bahçeye yürürken, buraya daha önce hiç gelmediğimi fark etmiştim. Ve keşke daha önce gelseymişim. Çünkü burası kırmızı güllerle doluydu.

Güllerin eşsiz kokuları ve oluşturdukları muazzam görüntü arasında ilerlerken, daha yeni açmış olan güle uzandım. Uzanmamla da elime dikenin batması bir olmuştu. Acıyla elimi çekerken, bir el kavradı elimi. Ezraya baktığımda, başını iki yana salladı hoşnutsuzca.

"Küçücük bir dikene bile yeniliyorsun."

"İsteyerek yapmadım. Gül o kadar güzel duruyordu ki, dokunmadan edemedim." Çocuksu sesimle verdiğim yanıt, dudaklarında küçük bir gülümseme peydâ etmişti.

"Bülbülün güle olan aşkını biliyor musun ?" Merakla gözlerimi gözlerini dikip, başımı iki yana salladım. Dikenin battığı yere ceketinin cebinde bulunan mendili bastırıp, elimi avuçlarının arasına alıp beni kendine çekti. Tam gözlerimin içine bakarken anlatmaya başladı.

"Bülbül gökyüzünde özgürce süzülürken, geçtiği bir bahçede gülü görmüş. Gül, ona can veren kara toprağa hapismiş. Gülün asaleti ve güzelliği bülbülün başını döndürmüş. Ondan sonra her gün bahçedeki ağacın dalına konup, gülü seyretmiş. Aşkından yanan bülbül, güle ulaşmak için canından vazgeçmeye hazırmış. Bir gün bülbül, aşkına kavuşmak için gülün dalına konmuş. Gülün kokusu ve güzelliği her başını döndürdüğünde kanat çırpmış, her kanat çırpışında da bülbülün kanatlarına, gülün dikenleri saplanmış. Bülbül her ne kadar canı yansada aşık olduğu gülden vazgeçmemiş. Akıttığı her kan, toprağa karışıp güle can vermiş. Bülbül orada aşkı uğruna can vererek ölmüş. O gün bugündür derler ki ; gülün kırmızılığı, bülbülün kanından gelirmiş..."

Sözleri bittiğinde gözümden damlayan yaşa engel olamamıştım. Sesim tütrerken, "Ama bülbüle yazık." Dedim. Güçlü kollar bedenimi sıkıca sararken, "Aşk öyle bir şeydir ki, geçtiği her yüreğin canını yakar. Sevdiğinin tek bir saç teline zarar gelmesindense kendi canında vazgeçer..." Eli saçlarımın arasına kayarken geri çekildim.

"Aşk aptalların işiymiş o zaman !"

"Aşk aptallıktır, ama hayatta yapılan en güzel aptallıkta aşk olmalıdır." Önüme düşen saçlarımı geri iterken, dudaklarını anlıma bastırdı. Uzun bir süre orada kalırken, Ayhanın gelip bu anı bozmasıyla herşey son buldu.

Arka bahçeden çıkıp ön bahçeye, kapının önüne çıktık. Ayhan korumaların yanına giderken, Ezra bana döndü.

"Evden dışarı çıkma korumasız. Sana söylediğimi... Unutma. Bir ihtiyacın olursa Ayhana söyle, sana yardımcı olur."

"Ezra, geri dönmeyecekmiş gibi konuşuyorsun farkında mısın ?" Gülerek alnımı tekrar öpüp geri çekildi. Siyah Jeepe doğru ilerlerken, binmeden arkasından seslendim ;

"Sakın yarın akşam geç kalma ! Annenlerle annemleri ne kadar zapt edebilirim bilmiyorum."

Sadece hafif bir tebessüm etti ve arabaya bindi.

* * *

Pazartesi günü heyecandan elim ayağım birbirine dolaşmıştı. Tüm gün mutfakta akşam yemeğinin menüsünü hazırlamakla uğraşmıştım. Ve sonunda bitirebilmiştik Fatma teyzeyle. Sultan abla laflarıyla hepimizi güldürürken, içimde bir sıkıntı vardı ve dudaklarımdaki gülümseme gözlerime ulaşmıyordu.

"Yemekler hazır Hira hanım. Feride ve Sema masayı hazırlıyorlar, onun haricinde şey tamam." Edanın omzunu hafifçe sıkıp, "Tamam tatlım, ben gidip hazırlanıyorum o zaman." Diyerek mutfaktan çıktım. Aklıma son anda gelen şeyle aceleyle mutfağa döndüm.

"Masaya bir kaç tane kırmızı gül yerleştirelim, güzel durur."

"Ben bahçıvana söyleyeyim-" Fatma teyzeyi durdurup, "Ben hallederim." Diyerek mutfaktan bahçeye açılan kapıdan çıkıp, arka bahçeye ilerledim. Yeşil tulumu içinde bahçıvanımız Sefa amcayı görünce, gülümseyerek yanına ilerledim. Gözlerim ellerine kayınca gülümseme donup kalmıştı.

"Yazık hayvana, daldan dikenlerin arasına düşmüş galiba." Elinde cansız yatan kuşa bakakalırken, kalbim atmayı kesmişti sanki.

"Ö-ölmüş mü ?" Üzüntüyle başını sallarken, "Ben çöpe atıp geleyim" dedi. Aceleyle "Sakın ! Sakın çöpe atma !" Dedim. Sefa amca şaşkınlıkla bana bakarken, "Hangi dalların arasına düştüyse o gülün altına gömün, lütfen." Dedim. Bir süre bana bakıp, eline aldığı küçük bir kürekle toprağı kazmaya başladı. Açılan minik çukura kuşu yerleştirip, üzerini tekrar toprakla kapattı.

"Tamamdır. Siz ne için gelmiştiniz hanımım ?" Boş boş baktığım topraktan kafamı kaldırıp, Sefa amcaya baktım.

"B-ben... Bir kaç tane gül alacaktım, vazoya koymak için."

"Ben kesip getireyim güzellerinden bir kaç tane." Başımı hafifçe sallarken, Sefa amcanın gidişini göz ucuyla fark etmiştim. Kuşun gömüldüğü yere hafifçe çökerken, toprağı okşadım.

"Ölmüş olsan bile, aşkın hep yanında olacak."

Sefa amcanın getirdiği gülleri alarak Edaya vazoya koyması için verdim. Odama çıkıp, kendimi duşun altına attım. İçimdeki sıkıntının suya karışıp kamasını umarken, kısa bir duş alıp çıktım. Hayır, içimdeki o kara delik olduğu yerde duruyordu.

Üzerime siyah bir pantolon ve gömlekle, şeritli siyah topuklu ayakkabılarımı giydim. Hafif bir makyajla saçlarımı kurutup at kuyruğu yaptım. Banyodan önce çıkardığım, nişan yüzüğünü parmağıma geçirirken Ezranın geç kalmamasını umdum.

Yoksa annem ve Meltem hanımın arasında açılacak olan savaşın ortasında kalabilirdim.

Salona geçerek hazırlanmış masayı kontrol ettim. Güller masanın en uç köşesindeki yerlerini almışlardı. Derin bir nefes alıp bırakırken kapı çalmıştı. Ezra olması umuduyla koşarak Edadan önce kapıyı açtım. Maalesef gelenler Ezra değil, Meltem hanım, Hayri bey ve Oktaydı.

Gülümsememi samimi tutmaya çalışarak, "Hoş geldiniz." Dedim. İçeri girerken Hayri bey bana sarılarak "Hoş bulduk güzel gelinim." Dedi. Sarılışına samimiyetle karşılık verirken geri çekilip Meltem hanım, "Hoş geldiniz." Dedim. Sert ifadesini bozmadan hafif bir gülümsemeyle, "Hoş bulduk." Dedi ve Hayri beyle içeri girdiler. Derin bir nefes verirken Oktaya baktım.

"Yengelerin en güzeli !" Yanağımdan makas alırken, şakayla eline vurup, "Kaç tane yengen var ki zaten !" Dedim. Gülümsemesi kısa bir an sekteye uğrayıp tekrar eski halini aldı.

"Abim yok mu ?" Başımı iki yana sallayıp, "Yunanistana iş için gitti dün. Ama birazdan gelir herhalde." Dedim. Başını sallayıp, kolunu omzuma atarak salona yöneltti ikimizi de. Tekli koltuklardan birine otururken, bana gerçek kızıymışım gibi bakan ve davranan Hayri beye gülümsedim. Meltem hanımı hiç sormayın, yorum yapmayacağım. Sonra adım kötü geline çıkacak !

Yaklaşık on beş dakika sonra tekrar kapı çaldığında, Ezra olması umuduyla yerimden kalkmış ve tekrar hüsrana uğramıştım. Bu sefer ki gelenler annem, babam ve Miraydı. Gülümseyerek onları da içeri buyur edip, tek tek sarıldım hepsine.

Hep birlikte salonda otururken, havada cızırdayan gergin elektrik akımını fark edebilirdiniz. Oktay kısık sesle haberleri izlerken, Mira elinde telefonuyla uğraşıyordu. Annemlerle Meltem hanımlar birbirleri ile diyaloğa bile girmezken, iki taraflada sohbet edip dengeyi kurmaya çalışıyordum. Ara sıra televizyondaki saate bakıp, Ezranın bir an önce gelmesini diliyordum.

Yarım saatte aynı şekilde akıp giderken ayağa kalkıp "Ben bir mutfağa bakayım." Dedim. Tam arkamı dönmüştüm ki Ayhanın telaşlı ve üzüntü ile bakan gözlerini görmemle arkadan Meltem hanımın "Oktayın hemen sesini aç televizyonun" demesi bir olmuştu. Merakla televizyona döndüğümde, Oktay sesi yükseltip, herkesin duyacağı bir desibele getirmişti. Ekrandaki bayan spikerin aktardığı son dakika haberine dikkat kesilmiştik.

"Şimdi sizlere elimize ulaşan son dakika haberini aktarıyorum sayın seyirciler. Türkiyenin önde gelen iş adamlarından olan Ezra Erdem, iş için gittiği Yunanistan seyahatinden dönerken, gemisi bilinmeyen bir nedenden ötürü alev aldı. Yanan tekneyi fark eden balıkçılar, sahil güvenliğe haber verirken, elimize gelen habere göre tekneden sağ kurtulan kimse yok."

Boş boş ekrana bakarken, Meltem hanımın çığlığını ve fenalaştığını zar zor fark edebilmiştim. Boğazıma oturan bir yumru yutkunmamı engellerken, sadece televizyon ünitesinin üzerine kaydı bakışlarım.

İlk ve son olan fotoğrafımıza...

[Burada bitirecektim ama yapamadım. Hadi gene eyisiniz !!]

Buz gibi koridorda, sırtımı soğuk betona dayamış beklerken, herşey bomboştu. Zihnim, kalbim, hareketlerim, görüş açım... Her şey !

Tabeladaki yazıdan gözümü ayırmazken içimden defalarca tekrar ediyordum o kelimeyi.

'Morg...'

Teşhis için dakikalardır burada bekliyorduk. Meltem hanım zar zor kendindeyken, annemler ona destek oluyordu. Başka zaman olsa bu sahneye şaşkınlıkla bakabilirdim ama şimdi nefes almak dışında hiçbir şey yapamıyordum. Hayri bey başını ellerinin arasına almış, eskimiş koltuklarda oturmuş içeriden çağırılmayı bekliyordu.

Ayhan yüzünde hiç bir ifade barındırmazken sadece yanımızda bekliyordu...

Ardından o kapı açıldı ve Hayrı beyi içeri aldılar. O an tek yaptığım gözlerimi kapatıp, Allaha yalvarmak oldu...

'Allahım, lütfen... Lütfen... Onu alma..."

Dakikalar bir ömür gibi işlerken tenime, kapı yavaşça açıldı ve içeriden Hayri bey çıktı. Meltem hanım zar zor ayağa kalkıp, Hayrı beyin yakasına yapıştı.

"Hayri ! O mu ? Ha !" Kafasını eğerken, "Ezra..." Dedi. Ardından 'değil' kelimesi veya başka bir şey gelmedi. O an soğuk ve boş koridorda yankılanan tek şey Meltem hanımın feryadı oldu...

Ayaklarım beni taşıyamazken yere çöktüm. İlk defa o an ağlamak istedim ! İlk defa o an bağıra çağıra ağlamak istedim ama tek bir damla bile firar etmedi. Kalbimi söküp almak, bu acıyı yok etmek istedim. Zira içimi parçalıyordu bu acı ! Bin defa ölmek gibi bir şeydi !

Önümde diz çöken annem ve babamın sesi uğultu gibi gelirken, boş boş karşı duvara bakıyordum. Gözlerimi yumup kafamı geri yaslarken zihnimde sahil kenarında olduğumuz an resmedildi. Ama varla yok arası hatırlıyordum...

Ezranın sesi zihnime süzülürken, tek çıkarabildiğim ;

"Ölüm gelip ayırmaya çalışsa, Azrailin eceli olurum..." Deyişiydi.

* * *

(Videyu izleyin plis...)

Her taraf siyahtı...

Siyah pantolonlar, siyah gömlek ve elbiseler. Kadınların başlarına örttüğü siyah örtüler ve hüzünlü bakışlarını gizledikleri siyah camlı gözlükler. Sadece ben farklı bir renk giymiştim... Ezra Erdemin nişanlısına yaraşır bir renk... Beyaz. Ezranın bana yakıştırdığı ve sevdiğini bildiğim tek renk.

İnsanların tuhaf bakışlarına maruz kaldığımı biliyordum ama boşverdim... Ben bundan sonra Ezranın bakışlarını göremeyecektim, onların ki neydi ki ! İçimde öyle bir kıyamet kopuyordu ki dışarı taşsa taş taş üstünde kalmazdı. Ama yapamıyordum, akıtamıyordum içimdeki zehri ! Bir zamanlar Ezranın bir sözüne, bir bakışına yanaklarımla kavuşan göz yaşlarım şimdi ortada yoklardı. Meltem hanım dostlarının yardımıyla ayakta dururken annem ve Mira yanımda duruyorlardı.

Kara toprağın üzerine bırakılan tabutun kapağı açıldı. İçinden çıkarılan heybetli beden açılan derin çukura yavaşça bırakıldı. Oktayın göz yaşları usulca yanaklarından süzülürken, eline yavaşça küreği aldı. Ardından Ayhan ve Hayri bey de birer kürek alarak, beyaz çarşafı kara toprakla örtmeye başladılar.

Etraf çok kalabalıktı ama ben kendimi yapayalnız hissediyordum. Ezranın kokusu olmadan, kolları olmadan, gözleri olmadan, kıskandığım gülüşü olmadan, kendimi bir başıma hissediyordum. Öyle bir boşluktaydım ki, çıkmak için tek bir çıkış yolu bile aramak istemiyordum. Benim yuvam bu boşluktu artık, onun dışında kimsenin dolduramayacağı bir boşluk.

Evet, ben Ezrayı seviyordum. Ben o pislik mafya bozuntusunu seviyordum. Gülüşlerini kendimden bile kıskandığım adamı seviyordum ! Gözlerimin önünde kaybettiğim adamı seviyordum.

O an ayaklarım bunu söylememi bekliyormuşçasına benden bağımsız hareket edip, koşmaya başladılar. İnsanların arasından geçerken annemin ve Miranın bağırışlarına kulak asmadım.

Üzeri kapatılan çukurun başına gelince, dizlerim beni taşıyamadı ve yere çöktüm.

"Ezra ! Kalk !" Bağırışım tüm mezarlıkta yankılanırken annemin, Miranın ve çevredeki diğer insanların ağlayışlarını ve hüzünlü bakışlarını görmezlikten geldim.

"Hadi kalk !" Üzerine yarı kapanmış toprağı avuçlayıp etrafa savururken, göz yaşlarım sonunda firar etmişlerdi.

"Sen Ezra Erdemsin ! Ölemezsin !" Bağırmaktan boğazım parçalanacak sanmıştım o an. Ama benim kalbim parçalanmıştı zaten, boğazım parçalansa kaç yazardı !

"Ezra hadi ! Yorma beni ! Gidelim, lütfen. Ben o eve sensiz giremem... Ben o masaya sensiz oturamam." Oktay yere çökmüş ağlarken bağırdım. "Ağlama Oktay ! Kimse ağlamasın, o ölmedi ! Ezra !" Toprak olmuş ellerimle göz yaşlarımı silerken, "Bu toprak sen gibi kokmuyor ki !" Dedim.

"Sen hep siyah giyerdin adam ! O beyaz sana yakışmadı !" Bilincimi kaybederken tekrar fısıldadım,

"Bu ölüm sana yakışmadı Erdem !"

***

Gözlerimi açtığımda kendimi odamda buldum. Görüş açıma ilk Ezrayla çektirdiğimiz ve çerçevelettiğim fotoğraf girerken, gördüklerimin rüya oluşuna kanıp hızla ayağa kalktım. Merdivenlerden koşarak inip salona inerken, yemek masasının başında oturan Ezrayı görmeyi bekledim. Ama yoktu ! Onun yerine evin her yerinde, hatta bahçede bile bir çok insan vardı ama o yoktu.

Hayır, ben sadece kötü bir kabus gördüm ! Ezra ölmedi !

"Anne, Ezra nerede ?" Annem, Mira ve yeni fark ettiğim Rüya üzüntüyle bana bakıp yanıma gelirlerken geri geri gitmeye başladım.

"Anne... Ezra nerede ? Gelmedi mi daha ?" Annem sonunda göz yaşlarına hakim olamazken elini ağzına kapattı.

"Abla, Ezra abi öldü... Dün gömdük ya..." Dedi titreyen sesiyle.

"Hayır, hayır ! O... O sadece kötü bir kabustu ! Ezra ölmedi ki !" Tekli koltuğa oturmuş ağlayan Meltem hanımı görünce hızla yanına gidip önünde diz çöktüm.

"Ağlamayın, Ezra ölmedi... Gelecek... O ölmez ki ! Bizi bırakıp gitmez !" Yaşlı gözleri beni bulunca gülerek, "O Azraille anlaşma yapar yine de canını vermez !" Dedim. Beni hızla kendine çekip sıkıca sarıldığında, ikimizde hıçkırarak ağlamaya başlamıştık.

O, oğlunu kaybetmişti...

Bense nefesimi...

Kalbimi...

Aklımı...

Gülüşlerimi...

Kızgınlıklarımı...

Ben, beni kaybetmiştim...

Köşeye sinmiş otururken, baş sağlığı dileyen insanlara boş gözlerle bakıyordum. Sağ tarafımda Mira, sol tarafımda Rüya otururken, önüme konan hiçbir şeyi yiyememiştim. Nefesim sıkışmaya başlayınca sendeleyerek ayağa kalktım, aynı anda Rüya ve Mirada ayaklanırken, "Bahçeye çıkacağım." Dedim.

"Tamam, hadi çıkalım, biraz hava al." Diyen Rüyaya boş bakışlarla bakıp, "Yalnız kalmak istiyorum." Dedim.

"Ama abl-" Miranın sözünü kesip, "Yalnız kalmak istiyorum Mira. Lütfen..." Kısa bir an Rüya ile bakıştıktan sonra ikisi de başlarını sallayıp geri oturdular. Salondan ön bahçeye çıktığımda Oktayı, Hayri beyi ve babamı konulan sandalyelerde, kalabalık erkek grubu ile otururken gördüm. Oktay bakışlarını yerdeki bir noktaya sabitlemişken, onlara görünmeden arka bahçeye ilerledim.

Çok değil, daha üç gün önce burada elleri ellerimde, gözleri gözlerimdeydi be...

Güllerin arasına doğru ilerlerken, gördüğüm manzarayla, kalakalmıştım. Hızla ilerlerken, tenimi çizen dallara ve dikenlere aldırmadım. Yere çömelip, kırılmış olan gül dalını, dik tutmaya çalıştım. Her denemem başarısızlıkla sonuçlanıp, dalın tekrar bükülmesine neden olmuştu. Ölen kuşu, bu gülün altına gömmüştü Sefa amca...

"Hayır, hayır ! Aşkını boynu bükük bırakma..." Gülü dalından tekrar tutup, dik tutmaya çalışsamda tekrar devrilmişti. "Dursana ! Sende pes etme. Sende gitme ne olur !" Gülün dikenleri ellerime batarken, kanayan parmaklarımı umursamadım.

"Hira hanım ? " Sefa amcanın endişeli suratına bakıp, "Sefa amca, dalı kırılmış durmuyor !" Dedim. Üzüntü ve acımayla bana, ardından kökünden kopmasına az bir parça kalan güle baktı.

"Hanımım, kopmuş o artık. Kesip atalım." Başımı iki yana salladım, "Hayır, onu aşkından ayıramayız."

"Ama-"

"Aması yok ! Bir şey yap, eski haline getir !" Sert çıkışımla, başını üzüntüyle salladı ve köşede duran el arabasının içinden bir parça bez ve kalın bir tahta değnek getirdi. Önce bezi ince ve uzun bir şekilde kesti. Daha sonra kırık dalı, tahta değneğe dik bir şekilde sabitleyip, bez parçalarıyla sardı. Gül şimdi dik duruyordu ama eskisi gibi değildi.

"Boşuna umut bağlamayın hanımım. Eski haline dönmez artık." Sefa amca ayağa kalkıp ilerleyecekken seslendim,

"Allah varsa, umut hep vardır !"




Continue Reading

You'll Also Like

2.7M 121K 70
Sabah uyandığınızda yaşadığınız her şey aslında bir rüyaysa ne yaparsınız? Siz maceradan maceraya koştuğunuzu sanırken bütün bu olanlar beyninizin si...
834K 49.6K 68
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
881K 49K 39
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
3.7K 729 6
GATA'da işine başarılı bir doktor olan Kuzey Ataman, aşk, aile, kadınlar ve güven ile ilgili hiçbir şeye inanmıyordur. Onun için aşk yoktur, sevgi...