Arkadaş Alanı | Kitap

By GamzeAydenizz

1.8M 13.2K 8K

İstediğiniz kadar dünya tekin bir yer değil deyin, eğlendiğim sürece burası tam bana göre bir yer. More

1

Arkadaş Alanı YENİDEN!

235K 7.6K 5.1K
By GamzeAydenizz

HERKESE TEKRAR MERHABA DONUTLAR!

Bildiğiniz üzere kitaplaşma sürecinde hikayeyi bir bölümden sonra kesmek durumunda kalmıştım. Şimdi ise Arkadaş Alanı yeniden sizlerle! ♥ Bölümleri tekrar yayınlamaya başlıyorum. Yarım bırakanlar son bölüme kadar devam edelim, bir daha okumak isteyenler başımızın tacı, yeni gelenlere hep beraber hoşgeldiniz diyelim. Bir gelenek olarak burada olanlar bu paragrafa donut bıraksın bakalım! 

*

"Sevgili Dünya. –Babandan hala sana bu ismi koyduğu için nefret ediyorum- Dünya turumuz çok keyifli geçiyor. Bu süreçte telefonlarımızı acil aramalar dışında tüm aramalara kapattığımız için çoğu zaman vicdan azabı çeksem de sonra hemen geçiyor ve yazmaya başlıyorum. Geçen ay gönderdiğimiz vampir dişlerini beğenip beğenmediğin hakkında hala yazmadın. Babana gençlerin artık vampir sevmediğini söyledim fakat dinlemedi. Birilerini o dişlerle ısırırsan kalitesini anlayacaksın, biz denedik. Gerçekten mükemmeller. Biraz duraklayıp neler topladığımıza baktığımda İstanbul'dan aldığımız kartpostalı buldum ve o şehirde en sevdiğim yer aklıma geldi. Bizim için oraya gidip o mükemmel manzarayı izlemeni istiyorum. Bu kartpostalı ben çizdim. Yeri bulabilmen için İstanbul'u donut olarak çizdim. Umarım hala donut seviyorsundur. Kartpostalda oturan kız sensin. Bölgeyi adres olarak yazdım kartın arkasına. Dediğim noktaya geldiğinde donutun üzerine çizdiğim çikolata parçacıkları ayakları takip ederek büyük yarımadanın içinden geç ve tepeye ulaş. Orada seni muazzam bir manzara bekliyor olacak. Seni hala çok seviyoruz. Özellikle ben seni babanı sevdiğimden daha çok seviyorum. Keşke yanımda onu değil de seni götürseydim. Eminim daha az sızlanırdın... "

Tarihi yarımadanın yakınlarında duraklamış kartpostaldaki notu tekrar okurken nefesim ciğerlerim dışında her yerimden çıkıyordu. İlk başta eğlenceli gelmişti bu oyun belki ama ne zaman karta baksam söylenmeden edemiyordum. En azından rahat giyinmiştim. Üzerimde odamın tüm dağınıklığı içinden mucize eseri temiz bulduğum donut baskılı tişörtüm ve açık renk kot şortum vardı. Teyzemin spor ayakkabılarını yürütmüş olduğum için haklı bir gurur yaşarken derin bir nefes alıp yola koyulmaya karar verdim. Kartın üzerinde sinir bozucu bir şekilde çizilmiş bir ben, İstanbul donutun üzerindeki çikolata parçacıklarını yemek için sabırsızlanıyor olmalıydı.

Büyük bir korunun girişinde henüz hareketlenmiştim ki yaşlı bir adamın beni süzdüğünü fark ettim. Bir süre daha bakmaya devam edince ' ne var ' dercesine kafamı salladım ve yüz ifademe karşılık onaylamayan bir ifadeyle cevap verdi.

"Bu saatte tek başına ne arıyorsun buralarda? " diye sorunca kaşlarımı çattım.

"Neden burada olmayacakmışım? " Sorum karşısında onaylamayan ifadesi biraz daha ayıplayan bir ifadeye dönüştü.

"Bu saatler 16-17 yaşlarında çocuklar için iyi değil. Senin okulun yok mu? " Elimdeki kartpostalı yan bağlamalı çantamın içine koyup adama döndüm.

"Amca saat sabahın dokuzu. 17 yaşımda olsam da köpek pisliğine basan ben değilim. " dedim yüzümü ekşiterek. "Demek ki buralar amcalar için de iyi değilmiş. Geçmiş olsun." Amca ayağındaki pisliği temizlemeye çalışırken yola koyuldum ve korunun içinde ilerlemeye başladım.

Uzun uzun ağaçların sıralı olduğu koru uzadıkça uzuyor, tahmin ettiğim kadarıyla korunun içinde deli daireler çiziyordum. Biraz daha yürüdüm fakat çıkışı bulamamanın verdiği yorgunlukla bir yere oturmam gerektiğine karar verdim. Sabah güneşi midemi bulandırıyor ve açıkçasını söylemek gerekirse kafamı altı açılmış bir tava gibi kızgın hale getiriyordu. Sonunda bir park buldum ve mutlulukla banka otururken mutluluğum sadece bir saniye sürdü.

"Oha kıçım yandı! " Sıcağı emip iyice yanan bank şortun açıkta bıraktığı bacaklarımı yakarken ayağa fırladım ve çantamdan suyumu çıkarıp elime döktüm. Yandığını hissettiğim yerlere suyu sürerken keyfim iyiden iyiye kaçmıştı. "Senin gibi bankı da... Seni yapanın da..."

Bacaklarım yanarken paytak paytak da olsa yürümeyi sürdürerek yeni fark ettiğim ağaç tabelalardan korunun aradığım çıkışını nihayet buldum ve bu sefer bir tarafımı yakmadan korudan çıktığımda annemin dediği noktaya gelmiştim. Asıl yolculuğun şimdi başladığını bildiğimden Mert'i yanımda getirmediğime pişman oldum. Cebimden telefonumu çıkarıp Mert'i aramak şu an yaptığım belki de en akıllıca işti. İkinci çalışta açtı telefonu.

"Mertoşum naber? " dediğimde güldüğünü işittim.

"Uyuyorum Dünya sonra ara." Telefonu kapatmak üzere olduğunu anladığımda sakın kapatmamasını söyledim.

"Kanka gelip bana yardım etmen lazım. Motoruna atlayıp gelsen de beni daha fazla yürümekten kurtarsan mesela? " diye sorduğumda bir yandan da cevabın olumlu olması için tek ayağım üzerinde zıplayarak totem yapmaya başladım. Eğer Mert konuşana kadar yedi kere zıplayabilirsem kesin olumlu olurdu cevabı.

"Tek ayağın üzerinde mi zıplıyorsun?" dediğinde zıplamayı bıraktım. Beşte kalmıştım.

"Mert ya, ne var gelsen. Anladım ki ben macera adamı değilim. Emirgan'ı geçene kadar neler yaşadığım hakkında bir fikrin var mı? Kıçımı yaktım." Mert'in kahkahası beni de güldürdü.

"Gelemem. Dün bana ne kadar yalvarırsan yalvar gelmemi söyleyen sensin. Uyuyorum ben." Dedi ve telefonu kapattı. Haklıydı. Bu annemden ve babamdan uzun zamandır gelen en mantıklı şeydi ve onların tek kızları olarak bu görevi başarıyla yerine getirmek istemiştim. Üstelik vampir dişlerim yanımdaydı. Her türlü saldırı için güzel bir koruma gücüm vardı. Daha tenha bir bölgeye girdiğimi fark ettiğimde gözlerimi kıstım.

"Hangi anne baba çocuğunu böyle bir yere gönderir ki?" diye yakındım kendi kendime." Koruma gücümü kuşanmanın zamanı gelmişti. Vampir dişlerimi taktım ve etrafta kimseler olmamasına rağmen yarımadanın etrafında dolanarak kartpostaldaki benin birkaç çikolata parçası yemesini sağladım. Bu sırada ayaklarımdaki kara su zifte dönüşmüş yürümemi engelliyordu. Bir kere daha banka oturmayı denedim.

Bu sefer hazırlıklıydım. Çantamdan suyumu çıkarıp bulduğum bankın üzerine dökerken bankın altında sudan nasibini alan kedi bana tıslayınca ben de vampir dişlerimle ona tısladım. Kedinin kaçmasından gurur mu duymalı yoksa kendi adıma endişelenmeli miydim bilmiyordum ama sonunda banka oturdum. "Ayaklarım öldü be..."

Oturduğum yerde güneşten pişerken çantamdan annemin iki ay önce gönderdiği Fransız bıyığını çıkardım. Bana saçma sapan hediyeler göndermeyi seven anne ve babamı özlüyordum fakat dönmeyeceklerini çok iyi bildiğimden bunu sorun etmekten kaçınıyordum. Nasıl olsa bir gün dünyada gezilecek yer bitecekti. "O zaman esas Dünya'ya dönün de sizi bir döndüreyim..." diye geçirdim içimden ve bunu sesli söylemememe rağmen keyifli bir kahkaha attım. "Ah ben..." Bıyığı çantama geri koyarken teyzem aradı. Telefonu açıp açmamak arasında kalırken güzelim spor ayakkabılarıma baktım. Daha doğrusu teyzemin spor ayakkabılarına... Telefonu açtığım gibi kafamda bahaneler üretmeye çalıştım.

"Dünya spor ayakkabılarımı sen mi giydin? Çabuk söyle seni küçük gezegen parçası!" dediğinde gözlerimi devirdi. Teyzem ne zaman kızsa böyle konuşurdu.

"Ben giymedim ya." Derken bir gözüm ayakkabının üzerindeki renklerdeydi. "Kapının önünde bırakmışsın. Kediler ayakkabının üzerine işemiş ben de aldım çöpe attım."

"Neden sadece giydim demiyorsun? " dediğinde keyifle gülümsedim.

"Çünkü böylesi daha zevkli. " Telefonu kapatmak üzereydim ki beni can evimden vurdu. Teyzenizle aynı evde yaşıyorsanız hayat her zaman her zamankinden daha zordur. Özellikle teyzeniz benimki gibi yaşından on yaş daha genç bir kafaya sahipse.

"Geldiğinde göğüslerinde donut olan tişörtünü bir daha giyemeyeceğini gördüğünde eşyalarımı almaktan vazgeçeceksin. " Ayağa kalkıp yürümeye başladım.

"Tişörtlerimden uzak dur kadın. Eğer bir tişörtümü daha kesersen vallahi kedileri ayakkabına işetirim. " Ve yüzüme kapatılan bir telefon daha. Aslında teyzem çok sever beni, çocuğu gibi olduğumu düşünürüm fakat bazen dünyanın en pislik cadısı olduğu da bir gerçekti.

Yürüye yürüye kartpostaldaki çizime birkaç parça daha çikolata daha yedirdim ve saat on bir civarında tepenin altında olduğumu anladım. Benim gibi bir bünye için çok büyük bir başarıydı bu. Çok fazla hareket etmeyi sevmezdim. Kalemliğimi çıkarmamak için her ders kitabımın içinde bir kalem, yatağımın yanında ışık düğmesine fırlatmak için bir sürü küçük yastık bulunduran bir insandım ben. Tuvalete gitmek yerine belki geri gider mantığıyla uyuyan bir insan için hayatımın zaferiyle karşı karşıyaydım. Ben Dünya Tekin, üç buçuk saattir yoldaydım ve altımda Mert'in motoru yerine tabanvay ayaklarım vardı. Bu sevinçle Pınar'ı aramak geldi içimden. Arkadaşının ne kadar mükemmel bir insan olduğundan haberi olması gerekiyordu. Telefonu açtığı gibi "Pınar! " diye yükselttim sesimi. "Hayatımın en başarılı gününü yaşıyorum şu an. Çok başarılı bir insan oldum. Artık seninle ve Mert'le takılamam. Standartlarımın çok altına düştünüz."

"Senin en düşük standartın bile bize yetişmiyor hatırlatayım dedim. " dedi Pınar havamı söndürerek. Yetmediği gibi devam etti. "Benim sürüsüyle makyaj malzemem ve kıyafetim, Mert'in motoru var. Sense donut yiyip duruyorsun. Hangimizin standartı daha yüksek tartışmayalım istersen..."

"Ayıp be..." dedim yüzümü buruşturarak. "Bütün havamı ağzıma tıktın. Kapat. Senin gibi arkadaş olmaz olsun. "

"İstanbul gezin bittiğinde bizim kafeye gel. Mert'te gelecek, langırt oynarız. " Onaylayıp telefonu kapattıktan sonra ağrıyan ayaklarımla tepeye doğru yokuş yukarı çıkmaya başladım. Henüz göremediğim manzara annemin dediği kadar muazzam olmazsa anneme yazacağım mektup yüzünden evlatlıktan reddedilebilirdim. Nasıl yorulduğumu anlatacak kelime bulamıyordum. Tarihi yarımadayı boydan boya dolaşmış, artık otursam da ağrıyan ayaklarımı, yanan kıçımı dinlendirebilmemin bir imkanı yoktu. Üstelik yokuş yolundaki çalılar baldırımı çiziyor ve hatta bazı yerler iyiden iyiye kızarmıştı. "Yokuşunun çalısını yaktığımın manzarası..."

Sızlanmalarımın sonunda yokuşun gitgide düzleşmeye başlaması üzerine kendimi kamçılama isteğiyle doluyordum. Mert'le oynadığımız at yarışı kuponunu yaşımız tutmadığı için yatıramasak da izlediğim koşulardaki sona yaklaşan atlar gibi kafamı sağa sola sallayıp anırarak başardığımı ilan etmek istiyordum. Nihayet ulaştım düzlüğe." Başardım Allah'ım! Kulun başardı! Burası artık benim mekanım. Kimsenin değil, benim!"

"Sakin ol şampiyon. Burası çoktan kapıldı. " Duyduğum sesle yerimde sıçradım ve konuşanı gördüğümde ufak bir çığlık attım.

"Ne korkutuyorsun be?" diye çıkıştım anında. "Çoktan falan kapılmadı. Benim ailem bu kartpostalı bana iki hafta önce yazmış. İki hafta önceden beri benim yerim burası. " Henüz manzarayı inceleyebilme fırsatı bulamasam da buraya ulaşma serüvenim burayı sahiplenmem için bile yeterdi.

"İki yıldır geliyorum buraya. Manzaraya bakabilirsin ama benim yanımda sahiplenemezsin. " Güneşin görüşümü parlaklaştırması nedeniyle konuşanı net göremesem de siyah saçları gözüme çarpan ilk şeydi.

"Sahiplenirim. Buraya çıkana kadar üç buçuk saat harcadım. " Arkamı dönerek kızarmış tenimi göstererek, " Bir taraflarımı yaktım ve kanım aktı... Buranın yeni sahibi benim. "

"Kızım bir git işine Allah aşkına. Koruya bile girmeden kestirme bir yolla on dakikaya çıkılıyor buraya. "

İç sesim bağıran harflerle on dakika diye bağırırken anneme yazacağım mektup aklımda şekillendi ve mektubu teyzemin kanıyla yazmaya karar verdim. Belki bu aklını başına getirmeye yeterdi. Dünyanın diğer ucundan buraya beni üç buçuk saat zarara sokuyordu kadın.

"Ben bilmem. Son teklifim yarısı senin yarısı benim ama tamamen sahiplenmene izin vermem. Yakarım burayı. " derken artık net olarak görebildiğim manzarayla rahatladığımı hissediyordum. Yaşıtım olduğunu tahmin ettiğim çocuk ayağa kalkınca uzun boyu girdi görüş alanıma ve yine 1.65 boyumu hatırladığım zamanlardan biriydi. Üzerindeki siyah tişörtle yanımdan geçip giderken seslendim arkasından.

"Siyah giyme bu havada. Siyah emer sıcağı, büzüşür kalırsın bak. " Bana öyle bir baktı ki ellerimi kaldırıp yine de sen bilirsin dercesine gülümsedim. Kafasını olumsuz anlamda sallayıp giderken onun oturduğu yere oturup manzaranın keyfini çıkarmaya başladım. Gerçekten inanılmaz bir manzarası vardı buranın. Denizi ve kıyı köşklerini gören bu tepe artık benim yerimdi. Arkama yaslanıp kollarımı banka doğru açarken bu sefer de kollarımın iç kısmı yandı, canım yanarken bu sefer küfür etmeyi ihmal etmedim. Yine de iyice arkama yaslandım ve havanın tadını çıkardım. Tabi bir dahaki gelişlerim kestirmeden ve Mert'in motoruyla olacaktı orası ayrı...

Telefonumu çıkarıp bankta otururken ve denize karşı snapler ve instagramlık fotoğraflar çekmeye başladım. Manzaranın tadı en güzel böyle çıkardı.

Ben Dünya Tekin. 17 yaşında ailesi dünya turunda, teyzesiyle yaşayan bir kızım. Hakkımda bilmeniz gereken en önemli şey ise en sevdiğim hashtag donut. 

İstediğiniz kadar dünya tekin bir yer değil deyin, eğlendiğim sürece burası tam bana göre bir yer. 

***

 Arkadaş Alanı sizin hikayeniz. Keyfini çıkarın...

-- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- -- 

**ETKİNLİK SATIRI**

Continue Reading

You'll Also Like

964K 99.8K 41
İngilizceden nefret eden Han Jisung ve onun ingilizce ögretmeni Lee Minho.
11.9K 383 22
bu sefer karışan bebekler bir değil ikiyse ikizler doğum da karıştıysa ? merak ediyorsan ikizlerin eğlenceli mizah dolu maceralarını okumak istiyor...
565K 12.7K 13
24/03/2024 tarihinde düzenlenmiştir! "Dedim işte, sen babamızın yüzde 99,9 kızısın." Allah aşkına bu telefonda söylenir miydi? Tamam söyle diyen bend...
300K 37.6K 25
*TAMAMLANDI* *Her ne kadar bağımsız olsa da hikayeyi daha iyi anlamak için önce UZAYLI adlı hikayemi okuyun.* Halam, aynı zamanda bir nevi teyzem, be...