killer melody » ji min ✅

By alliekookie

250K 24.2K 18K

"Güneşin doğuşunun güzelliğinden bahsediyordu hayranlıkla,ayın batışını farketmeden." dollyjim'e ithaflarımla... More

first »1
no,i'm insane» 2
my little girl» 3
you are my dead captive» 4
lion house» 5
in my trouble» 6
smoke» 7
steal my soul» 8
surprise dinner» 9
sorry,i was late» 10
cold moon» 11
orange» 12
he lied to us» 13
the truth,the sun» 14
the day» 16
fifteen singers.
hoeryong» 17
love is pain» 18
u are my once in a lifetime» 19
letter from 2021 Oct 13» 20
dream» 21
shameless» 22
breath» 23
serenity» 24
snowdrop» 25
despair» 26
darkness bye» 27
don't cry,i'm sorry» 28
assembly» 29
final» december 31,2021
thanks for everything.

october 12» 15

7.6K 740 795
By alliekookie

**Yun'un Melody demek olduğunu hatırlatayım dedim.Tamı tamına 2001 kelimelik bir bölüm oldu :") Iyi okumalar!**

"Hazırsan, gidelim."

Ji Min siyah arabanın kapısının kulpunu kendine doğru çekip kilitli olduğuna emin olduktan sonra belli belirsiz mırıldandı ve donuk bakışlarını üzerimde gezindirdi.

Büyük gözbebeklerinden gecenin alacakaranlığıyla boğuşan dev bir çınar ağacının esintisini hissettiğimde hafifçe titredim ve gözlerimi kaçırdım.Yanında bulunduğum ve bakışlarına maruz kaldığım her dakika iradem tırtıklı bir makasla yontuluyor gibiydi.

Gözleri.

Bana hissettirdiği ürpertinin kaynağı, çınar ağacına benzeyen gözleri.

Kaba, dağınık ve belki de çürümeye mahkûm duygularının altında her zaman yaslanabileceğim bir gövde, kaybolabildiğim bir gölge olan gözleri.

Gözleri,yabancı izlerin toprağına kök salmasına izin vermesine rağmen,kendi kabuğunda sürtünerek ömrüne ömür katıyordu.

Çınar ağaçlarının bir özelliği de buydu.Her zaman birilerinin yanında olmasına izin veriyor, fakat bir süre sonra onları aldatarak kendi köküne esir bırakıyordu.

Ense kısmımda hissettiğim ıslaklıkla aniden irkildiğimde, Park Ji Min'in alayla bezenmiş yüzünü görmem çok da uzun sürmemişti. Elindeki plastik su şişesiyle hiç olmadığı kadar çocuksu duruyordu.

"Napıyorsun, seni.."

Sinirle tısladığımda kaşlarını çattı ve söylediklerime odaklanırmışçasına işaret parmağını çenesine sabitledi.Devamını getirmemi bekleyen bir hali vardı fakat benim canımı tehlikeye atmak gibi bir isteğim yoktu.

"Seni...seni şakacı şey."

Hoşnut ve aslında küfür edeceğimi bildiğini ima eden bakışlarını bana yolladığında belli belirsiz gülümsedim ve yerdeki irili ufaklı çakıl taşlarını sinirle eşeledim.

Bazen, onun çift kişilikli olup olmadığı hakkında endişelenmiyor değildim.

"Nereye gideceğiz?"

Sırtımdaki çantanın kayışlarından tutunup ona baktığımda kafasını belli belirsiz salladı ve gözlerini gökyüzüne doğru dikti.

En son yaşadığımız o diyalogtan sonra aramızda anlamlaştıramadığım bir atmosfer oluşmuştu, fakat bu da hoşuma gitmiyor değildi.

Pekâlâ, onun asi kızı olmak şaşılacak derecede iyi hissettirmişti fakat bunu dedikten hemen sonra, günlerdir tembel hayvandan farkım olmadığını ve şımardığımı söyleyip beni kaportanın önünde öylece bırakmış, nöbet tutmamı da dipnot olarak düşüp arka koltukta uyumuştu.

Yaklaşık altı saat boyunca kaportanın önünde acınası bir şekilde beklemiş sonunda da yeniden acınası toprak zemin üzerine yatıp uyuyakalmıştım.

Yani, Park Ji Min'in romantik olmasını beklemek, Romantizm akımını destekleyen bütün Fransız sanatçıların mezarlarında ters dönmesine bile neden olmuş olabilirdi.

"Bulutlar sağa doğru hareket ediyor,yani Gyeonggi-do'da yağmur var.Bu yüzden sola doğru yürümeliyiz, otobanda bir araba buluruz."

Arada çalıştırdığı zekasına karşılık ağzım hayranlıkla aralandığında belli belirsiz omuz silkti ve beni umursamadan önümden yürümeye başladı.

Gözlerimi devirmeme engel olamayıp engebeli yolda onu takip ettiğime emin olmak icin arkasına döndüğünde yorgunca gülümsedi ve kolumdan çekip kendisiyle aynı hizada yürümemi sağladı.

"Ayakkabının bağcığını bağla, gerizekalı."

Kolundaki elini çekip çene ucuyla ayakkabımı gösterdiğinde belli belirsiz omuz silktim ve yürümeye devam ettim.

"Gerek yok, düz yolda yürümeyi bilmeyecek kadar aptal değilim."

Dudakları alayla kıvrıldığında yüzümü diğer yöne döndürdüm ve yutkundum.Benim yanımda böyle güzel gülmesi, içimde ruhumu gıdıklayan tüylerin uçuşmasına neden oluyor, bilinmeyen bir kuvvet tarafından göğsüme baskı kurulup nefesim kesiliyor gibi hissediyordum.

Tuttuğum nefesimi serbest bırakıp yürümeye odaklanmaya çalıştığımda uçsuz bucaksız ormanın içinden gelen uğultularla afalladım.

Boğuşma sesleri irili ufaklı ağaçların gövdelerine çarparak yankılanıyordu ve saniyeler geçtikçe bize yaklaşıyordu.

"Ji Min.."

Titrek sesimle adını mırıldandığımda,şaşkınlıkla bana döndü ve bir süre yüzümü inceledi.

Beraber olduğumuz süre boyunca adını ilk kez bu kadar içten telaffuz etmiştim.

Adını ilk kez telaffuz etmiştim.

"Şuan...tehlikeli bölge dedikleri yerdeyiz, biliyorsun değil mi?"

Endişeden kısılmış sesimle fısıldadığımda göz ucuyla engin ormana doğru bir bakış attı ve bir süre inceledikten sonra boğazını temizledi.Yüzünde, ne yapacağını bilemeyen dalgın bir ifade vardı ve bu ifadeyi teninde ilk kez bu kadar parlarken görmüştüm.

"Yun...sikeyim biz Yangju'da değil, Kuzey sınırdayız."

Dudaklarımı kemirip endişeyle kıvrandığımda, çantasını büyük bir çeviklikle bana fırlattı ve kemerine sıkıştırdığı silahı elinin altına aldı.

Kuzeyli askerlerin bağırışmaları her saniye daha da gürleştiğinde Ji Min boşta kalan eliyle saçlarını arkasına savurdu ve etrafına bakındı.

"Bizi gördüler."

Sesi, eski model bir radyodan çıkan ses kadar boğuk çıkıyordu ve onu ilk daha bu kadar ciddi görmüştüm.

"Ne yapacağız?"

Ji Min bir süre donuk bakışlarla etrafı süzdükten sonra kolumdan tuttu ve çekiştirmeye başladı.

"Yakalanırsak esir alacaklar."

Dediklerini idrak ettiğimde kafamı hızla salladım ve ona ayak uydurup koşmaya başladım.Sonunda hiç iyi şeyler hissetmiyordum ve kurtulacağımıza dair inancım neredeyse derin sularda boğulmamak için çırpınıyordu.

"Gücün bittiğinde kendini bana bırak."

Ji Min'in hırıltılı sesi, dağlık vadide toklaşan ayak seslerimizle uyumsuz bir şekilde yankılandığında,nasıl öldürüleceğim hakkında onlarca kesik düşüncenin bir cam parçası gibi beynime batışıyla boğuşuyordum.

Kaçamayacaktık.

Tarih, 15 yıl sonra kendini tekerrür etmişti.Tıpkı 15 sene önceki gibi, tıpkı babalarımızın idam kalemini kıran kaderleri gibi, acınası bir şekilde öldürülecektik ve burada onca acıya ev sahipliği yapmış kanlı toprakların çığlıklarında yok olacaktık.

Düşüncelerimden ayak bileğime sertçe batan ince dalların verdiği acıyla sıyrıldığımda, sesli bir şekilde inledim ve kendimi bir anda ıslak zemin üzerinde buldum.

Ji Min'in ani çekişi sebebiyle yüzüm çalı çırpıya sürterken bir feryat daha dudaklarımdan döküldü.

Kızgın bir su buharı kafamdan aşağı dökülüyormuş gibi hissediyordum.Bütün hissetme yetim doruklarına kadar ulaşmıştı ve bulunduğum konum ıslak bir bezle silinmişcesine bulanık ve yarı opaktı.

"Siktir, çalıların arasına dikenli tel örmüşler."

Ji Min elini tellere dokundurup yüzünü buruşturdu ve endişeyle bana baktı.

"Sana ayakkabını bağla demiştim, gerçekten başbelasısın."

Yadırgayan bakışlarıyla beni süzdükten sonra sıkkın bir nefes verip bana doğru eğildi ve kolunu bacak eklemlerimin altından geçirdi.

"Ne yapıyorsun, gitmemiz lazım."

Aceleyle doğrulmaya çalıştığımda, diğer kolunu ensemden geçirip kendine doğru çekti ve kucağına aldı.

"B-ben yürüyebilirim."

Titrek bir sesle konuştuğumda alayla sırıttı ve burnunu çekti.Pekâlâ,aramızda bu kadar az mesafe olması ona karşı direttiğim bütün gücün kelepçelerini kırıp geçmesine sebep olmuştu ve biraz daha bu halde durursam aşırı dozdan öleceğimin garantisini verebilirdim.

"Eğer yürürsen bacağını kaybedebilirsin, bunlar basit bir tel değil."

Gözlerimin içine bir süre baktıktan sonra beni kollarında hafifçe zıplattı ve adımlarını hızlandırdı.Böyle bir durumda Ji Min etkisi denilen atmosfere karışmamam gerektiğinin farkındaydım fakat Tanrı Aşkına,kalbim neden bu kadar hızlı atıyordu?

"Normal şartlarda seni sesini kestiğin zaman daha katlanılır buluyorum fakat, konuşman gerekiyor.Kollarımda neredeyse bir goril olduğu için kendimi kollarımdaki acı yerine kafamı şişirmene odaklamak daha mantıklı."

Dizlerimin arkasındaki ellerini serbest bırakıp salladıktan sonra kafasını yan tarafa doğru çevirdi ve etrafı hızla süzdü.

Gelen bağırışma sesleri gerimizde kalmıştı fakat,bir an önce otobana ulaşıp gitmek bizim için en güvenilir şey olacaktı.

"Şey, ya oksijenin var mı?"

Sorduğum bu saçma soru karşısında Ji Min yadırgayan bakışlar attığında, utançla gözlerimi kapattım ve bir an önce bu tuhaf durumun bitmesini diledim.

Kollarında olduğumdan beri neredeyse art arta nefesimi tutma rekorları kırmıştım,ve içimdeki çirkef Yun'un bile bu durumda fazlasıyla utandığından emindim.

"Oradan bakınca oksijen tüpüne mi benziyorum,zaten ormandayız, aptal."

Gözlerimi açıp ona taklit ettiğimde ensemden geçirdiği eliyle ağzıma hafifçe vurdu ve umutsuzca kafasını sağa sola salladı.

"Farkettim de, sustuğunda daha sempatiksin.Her neyse, sanırım otobana ulaştık."

İçimde anında eriyip giden dev endişe buzunun etkisiyle derin bir nefes alıp otobana baktığımda aşağı eğilmek için bir hamlede bulundum.

"Teşekkür ederim, artık yürüyebilirim."

Ji Min hırıltılı bir nefes alıp dişlerini sıktı ve beni neredeyse yere fırlatarak dudağını büzdü.

"Bak, seninle Kore dizilerindeki siktiğim klişe sahnelerini oynamak gibi niyetim yok, bir kere burnunun dikine gitme ve beni dinle."

Popomun üstüne düşmenin verdiği acıyla yüzümü buruşturduğumda alayla sırıttı ve ana yola yürüdü.

Elimle toprak zeminden destek alıp doğruldum ve yavaş adımlarla onu takip etmeye başladım.Sağ bacağım hissedemeyeceğim kadar uyuşmuştu ve neredeyse sağ yanağım da dahil bacaklarımdaki acıyı hissedemiyordum.

Yüzümü ekşitip Ji Min'in bulunduğu tarafa doğru yürüdüm ve aramıza belli bir mesafe koyarak herhangi bir aracın geçmesini bekledim.

Biraz fazla inatçı davrandığımın farkındaydım fakat, şuan bulunduğumuz durum hiç de basit değildi ve sadece bir haftadır yaşadığım olaylara bakılırsa, tüm duygularımın çorak bir toprak gibi kuruması gayet olağan görünüyordu.

"Bir kamyonet geliyor."

Ji Min, beni arkasına alıp sağ başparmağını kaldırdı ve kamyonetin durmasını bekledi.Büyük bir umutla kırmızı siyah tonlarındaki araca baktığımda araç sahibi kaale almayıp hızını artırdı ve saman parçalarını yüzümüze doğru savurarak gözden kayboldu.

"Şerefsiz."

Ji Min saçlarını çekiştirip yerdeki büyük taşa sertçe vurdu ve geride bıraktığımız ormanlık alana baktı.

Eğer biraz daha burada kalırsak, kaçmak için çok geç kalacağımızı ikimizde biliyorduk.

Ji Min daha sonra bakışlarını üzerimde dolandırdıktan sonra elini sağ yanağıma koydu ve yüzünü buruşturdu.

"Yüzün su topluyor."

Bir süre yanağıma baskı yaptıktan sonra boynundaki atkısını çıkarıp sadece gözlerim dışarıda kalana kadar yüzüme sardı ve uçlarını arkadan bağladı.

"Dikenlere azot gazı döktüklerini duymuştum,oksijenle temas etmemen gerekiyor."

Ellerini beline sabitleyip burnunu çekti ve yola odaklandı.Tamam, vücudunun % 80'inin su değil de buz kütlesinden oluştuğunu kabul ediyordum fakat, üzerine toprak attığı samimiyet dolu hisleri hala yardım çığlıkları atıyor ve kendini belli ediyordu.

Yaşantılar.

İnsanların duygularını yaşamdan ayıran belki de içlerindeki kötülük değil, yaşantılardı.

"Bu da bizi almazsa, şöförünü geberteceğim."

Ji Min bıkkınlıkla sağ başparmağını yukarı doğru kaldırdığında hızlı giden araç ani bir fren yaptı ve kulak yırtan bir ciyaklama sesi ormanlık arazide yankılandı.

Ji Min belli belirsiz bir tebessüm ederek bana göz kırptı ve kolumdan tutup peşinden sürükledi.

"İstikâmetiniz nereye?"

Ji Min şasırılacak bir kibarlıkla açık camdan bize bakan orta yaşlardaki adama sorusunu yönelttiğinde adam, bakışlarını bir süre üzerimizde dolandırdı ve ön kapıyı açtı.

Pekâlâ,Ji Min'in sorusuna cevap vermeye tenezzül bile etmemesi fazla dalga geçeceğim bir konuydu fakat şuan bunun ne yeri ne de sırasıydı.

Havuç kafa biraz tökezlese de anında toparladı ve büyük merdivenlere zıplayıp gözle görülür bir çeviklikle yan koltuğa oturdu.

Binmem için bana komut verdiğinde, siyah direkten tutunup kendimi yukarı doğru çekmeye çalıştım fakat bunda pek başarılı olduğum söylenemezdi.

Park Ji Min sıkıldığını belli eden sesli bir nefes verdi ve kolumdan tutup beni kendine doğru çekti.Sabahtan beri başına açmadığım problem kalmadığının farkındaydım fakat, ona gel beni kaçır lanet olası diyen de ben değildim.

Sonunda binme faciasını atlattığımızda şoför koltuğunda oturan adam freni çekip kamyoneti hızlandırdı ve sabit hızla yol almaya başladı.

"Güneylisiniz değil mi?"

Şoför, Daegu aksanıyla sorusunu yönelttiğinde Ji Min kafasını salladı ve gülümsedi.

"Evet, Seoul."

Adam kafasını ağır ağır sallayarak kireç rengi sakallarını sıvazladı ve bir elini açık camdan sarkıttı.

"Kuzey sınırında ne işiniz var,buraların yasaklı bölge olduğunu bilmiyor musunuz?"

Ji Min adamın haklı olduğunu belirtirmişçesine kafasını eğdi ve dudağını büzdü.Onu tanımasam, ana kuzusu, ideal damat adayı ve terbiyeli müstakbel eş olduğunu düşünüp gözyaşlarına boğulabilirdim fakat bu hareketleri beni sadece gülme krizlerine sokuyordu.

Yüzümü kapatan atkıyı fırsat bilip güldüğümde, Ji Min bacağımı çimdikledi ve dudaklarını kıpırdattı.

"Komik mi gerizekalı?"

Kafamı yukarı aşağı salladığımda onaylamayan bakışlar atıp adama doğru döndü ve sorusunu cevapladı.

"Yangju'ya tatile gelmiştik fakat yolumuzu kaybettik."

Şoför üzüldüğünü belirten birkaç sözcük sıraladıktan sonra bakışlarını bana çevirdi.

"Biraz sonra sınır kontrolünden geçeceğiz, küçük hanımın yüzünü açması gerekiyor."

Ji Min gözkapaklarını indirip kaldırdığında yüzümü atkıyı çıkardım ve anında yüzüme erimiş bir lavın baskı yaptığını hissettim.

Yanma hissini bastırmak için dudaklarımı ısırdığımda Ji Min,elimi koluna doğru sabitledi ve mırıldandı.

"Canın acıdığında kolumu sık."

Kafamı sallayıp gözlerimi kavisli yola çevirdim ve ileriye doğru odaklandım.

Güney Kore sınırında bekleyen askerleri bulanık bir şekilde görüyordum fakat, bu bana tuhaf bir şekilde huzur veriyordu.

İnsanın evinde olması kadar güzel bir şey yoktu.

Açık radyodan gelen tok sesle dikkatim dağıldığında yaşlı adam, radyonun sesini biraz daha açtı ve hızını düşürdü.

"Yıllardır gündemin başlığına oturmuş Killer Melody lakaplı kişi ve kişilerin kimlikleri açığa çıktı sevgili dinleyiciler."

Radyodan gelen ses göğsümde güçlü bir kuvvetle dalgalanırken nefesimi tutup söylenenlere odaklandım.

Sınıra son beş kilometre.

"Biliyorsunuz ki, yıllardır devletin büyük temsilcilerinin kızları acımasızca katlediliyordu ve bugün bu katliamlardan biri daha gerçekleşti."

Sınıra son dört kilometre.

"13 Ekim'e daha bir gün olmasına rağmen Sayın Cumhurbaşkanı'nın kızı Seo Ae Mi'nin kafası keman kutusu içinde bulundu."

Sınıra son üç kilometre.

"Genç kızın cesedinin Kuzey Kore sınır kapısında, yanındaki genç adam Jeon Jung Kook'un cesediyle beraber bulunduğu söyleniyor.Kuzey Kore'li tahrikat liderlerinin ani görüşme talebiyle Cumhurbaşkanı Seo, kızının cesedini almak için Kuzey Kore'ye gitti."

Sınıra son iki kilometre.

"Gitmeden önce yaptığı basın toplantısında Killer Melody'nin kim olduğunu tespit ettiklerinin ve onların da kızıyla beraber olduklarını sert bir şekilde dile getirdi."

Sınıra son bir kilometre.

"Killer Melody'nin yanında çalışan Park Ji Min'in sevgilisi olduğunu açıkladı."

Güney Kore topraklarına hoşgeldiniz.

"Killer Melody, bir kız sevgili seyirciler.Onun adı, Choi Yun Hwa."

Continue Reading

You'll Also Like

11.3K 1.2K 6
Ancak biri vardı. Altı gencin arasında duran biri. Genç kız o gün çocuğu gözden kaybolana dek izledi. En sonunda defterinde "Pembe Kazaklı Çocuk" ad...
180K 13.9K 24
Hye Ran, O nun geleceğini biliyordu. Çünkü her zaman gelirdi. #Boy Who serisinin 4. Kitabı# 19.07.2016
73.3K 7.7K 35
okulun popüler kızı kim jennie kendisini kim taehyung'a fark ettirip aşkına karşılık alma konusunda son derece kararlıydı. taennie
15.4K 1.8K 18
Sevgili mektup arkadaşım Hoseok, Neden bu kadar ergensin? Ve yüzün de ata benziyor. (2015'teki esprimiz buydu arkadaşlar, yıllar sonra çıkıp duyar ka...