Şebefruz

By bytubi

6.9M 241K 44.1K

Ezra Erdem, karanlığın adamı değildi. O tam olarak karanlığın kendisiydi. Bizim hikayemiz toz pembe değil, gr... More

TANITIM
ÖNSÖZ
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm / İyi Bayramlar
12. Bölüm
13. Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
25.Bölüm / Part I
25.Bölüm // Part II
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
40.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm Final
Son söz ve teşekkür
Özel Bölüm

24.Bölüm

182K 5.3K 1.3K
By bytubi

Herkese merhaba :) sonunda bu bölümde bitti. Çok uzun zamandır beklediğinizi biliyorum. Ama iyi ve uzun bir bölüm çıkarmak için çok uğraşıyorum. Bu yüzdende bu kadar uzun sürüyor. Neyse buraları çoğunuz okumayacağı için kısa kesiyorum.
İyi okumalar ! :)

----------------------

"Ya bırakın beni, Ezraya yardım edin ! Yaralandı !" Boğazımı yırtarcasına bağırmam, karşımdaki adamların vicdanlarına dokunmazken, göz yaşlarım hâla damlıyordu, kendisine yuva edindiği yanaklarıma. Zorla arabaya bindirilip, korumalarla yola çıkmıştık. Her ne kadar Ezranın yanına gitmek için çaba sarf etsemde izin vermemişlerdi. Ne haldeydi bilmiyorum. Bu bilinmezlik beni daha da korkutuyordu.

Sanki kalbim paramparça olmuşta, her bir parçası göz yaşlarıma hapsedilmiş gibi hissediyordum. Çaresizlik akan göz yaşlarımı hapsettiğim bir kutu olurken, anahtarı Ezrada saklıydı. Kalbim neden bu kadar çaresizliğe düşmüştü bilmiyorum, ama aldığım her nefes ciğerlerimi yakıyordu.

Neydi bu hissin adı ? Kaybetme korkusu mu ? Yoksa beni kurtarmak için kendinden vazgeçmesinden kaynaklanan vicdan azabı mı ? Göz yaşlarım düşüncelerimin ağırlığı ile daha da fazlalaşırken, araba durdu. Kapımın açılması ile yaşlı gözlerimle korumaya baktım.

"İnmeyeceğim, beni Ezraya götürün." Adam yüzündeki donuk ve sert ifadeyi bozmazken, "Önceliğimiz sizin güvenliğinizi sağlamak, lütfen zorluk çıkartmayın." Dedi. Ne dersem diyeyim yine kendi bildiğini okuyacağını anlamamla arabadan indim. Bacaklarımın titremesi ile tutunacak bir yer aradım. Koluma giren biri ile dengemi sağlarken, bir süre gözlerimi kapatıp kendime gelmeye çalıştım.

"İyi misiniz ?" Başımı iki yana salladım. Gözlerimi açıp etrafa bakındım. Çift katlı, lüks bir evin önündeydik. Çevrede ağaçlık alan ve tek tük ev vardı. Yavaş adımlarla eve girdik. Salon olduğunu tahmin ettiğim geniş odaya girip, koltuğa oturdum. Kafam o kadar ağır geliyordu ki boynuma, taşıyamayacak gibi hissediyordum. Başımı ellerimin arasına alıp, derin nefesler almaya başladım.

"Bir haber var mı ?" Girişte dikilen korumalar istiflerini bozmadan iki yana salladılar başlarını. O anda aklıma gelen fikirle çantamdan telefonumu çıkarmaya koyuldum. Telefonumu bulunca rehberden Oktayın numarasını bulup, aradım.

Üçüncü çalıştı açtı.

"Alo, kimsiniz ?"

"Oktay, benim Hira." Sesim titrerken, ağlamamak için zor tuttum kendimi. Karşıdan bir süre sessizlik ve hışırtı geldi.

"Bir şey mi oldu ? Sesin neden böyle geliyor ?" Boğazımdaki yumru konuşmamı engellerken bir süre bekledim.

"Oktay... Ezra."

"Ne oldu abime !" Onun da sesine karışan korku, merak rahat hissedilirdi.

"V-vuruldu. Lütfen gel. Bir şeyler yap..."

"Tamam, tamam. Sakin ol, sen. Şimdi neredesin sen ? Abim nerede ?"

"Bilmiyorum, korumalar beni bir eve getirdiler."

"Sen telefonu korumalardan birine ver hemen." Oturduğum yerden kalkıp kapıda bekleyen korumaya telefonu uzattım, "Oktay, Ezranın kardeşi." Dedim. Telefonu alıp odadan çıkarken, bende odada bir oraya bir buraya volta atmaya başladım. Sanki oturunca, bir daha hareket edemeyecekmiş gibi hissediyordum.

Ezra ile çok kavga ettik, çok fazla kırdık kalplerimizi. Bir zamanlar ölmesini bile istediğim olmuşken, şimdi ölmesini düşünmek dahi nefesimi kesebiliyordu. İnsan nefret ettiği bir insanı kıskanır mıydı ? Veya ölmesinden korkar mıydı ? Kollarında güvende hisseder miydi ? Onu her gördüğünde istemsizce mutlu olur muydu ? Söylediği her güzel sözde, midesi tuhaf tepkiler verir miydi ?

Birbirleri ile savaşa girmiş düşüncelerimi bölen kapı sesi oldu. Beni bu eve getiren koruma hızla odaya girip, "Hira hanım, Ezra beyler geldiler." Dedi. Koşar adımlarla salondan çıktığımda görüş açıma ilk Ezra girdi. Beyaz gömleğinin sağ tarafı tamamiyle kırmızıya bürünmüştü. Sol koluna girmiş olan Ayhan sayesinde destek alarak yürüyordu. Yüzü acısını belli etmeyecek kadar sertti.

"E-ezra" sesimi duyar duymaz baygın bakışlarının odağı ben olurken, sert ifadesi yumuşadı ve hafifçe gülümsedi.

"Odayı hazırlayın hemen !" Ayhanın emri ile bir kaç adam yukarı çıktılar. Ayhan da Ezrayı yavaş adımlarla yukarı çıkarırken, içeri Oktay girdi.

"Yukarıdalar mı ?" Başımı hızla sallayıp, onayladım. Peşlerinden çıkıp çıkmamakta kararsız kalsamda, ayaklarım çoktan hareketlenmişti.

Seslerin geldiği odaya tedirgin adımlarla girdim. Oktay, yüzüstü bir şekilde yatan Ezranın gömleğini makasla keserken, Ayhan korumalara talimatlar veriyordu. Odaya girip gözleri kapalı bir şekilde yatan Ezraya baktım. Yüzü boncuk boncuk ter olmuştu, saçları anlına düşerken, onları geri itelemek istedim.

"Hastaneye götürmemiz lazım ! Burada kurşunu çıkarmaya çalışırsam, mikrop kapabilir." Oktayın kızgın sesinin odağı Ayhandı.

"Ezra, hastaneye gitmek istemiyor. O istemediği sürecede bir şey yapamayız. Biliyorsun." Oktay sinirle bir nefes alıp, fark etmediğim bir çantadan malzemeler çıkardı.

"Yaranın mikrop kapmaması için sıcak su lazım." Korumalardan biri başını hızla onaylayıp odadan çıktı. Çok geçmeden elinde kaynar suyun buharı tüten bir kap ile geri geldi.

"Abi, sık dişini biraz. Acıyı hissetmemeye çalış." Olan biten her şeyi bir filmmiş gibi izliyordum. Kimse orada olduğumun farkında bile değildi sanki.

Oktay, elindeki metal aleti kanayan yaraya sokarken, bakışlarımı başka tarafa çevirsemde Ezranın acıyla inleyen sesini duydum. Onun her acıyla inleyişinde kalbimi sıkan mengene, bana daha çok acı veriyordu.

Bakışlarımı tekrar yatağa çevirdim. Oktay kurşunu çıkarmıştı, yaranın üzerine boşalttığı bir sıvı ile Ezranın bedeni kasıldı ve tekrar acıyla inledi. O an gözümden düşen damlalara engel olamadım.

"Ayhan..." Ezranın sesi zar zor duyulurken, Ayhan hızla yatağın başına ulaştı. "Çıkar Hirayı buradan !"

"Hayır, çıkmak istemiyorum." Ayhan yanıma gelip, her zaman yaptığı gibi gülümsedi. "Emir büyük yerden Hira hanım."

"Sana, çıkmayacağım dedim !"

"Ezra bey-"

"Ezranın ne dediği şu an umurumda bile değil !" Göz yaşlarımı elimin tersiyle silerken yatağa yanaştım. Komodinin üzerine oturup, anlına düşen saçları geri iteledim.

"İnatçı keçi." Ezranın mırıldanışını duysamda bir şey demedim. Şu an tek istediğim iyi olmasıydı.

Oktay yarayı temizleyip, dikmeye başladığında Ezranın kasılan bedeni ile ellerini tuttum. Kulağına yaklaşıp, "Ben yanındayım," diye fısıldadım.

Dikiş işlemi bitince yarayı sarmasına yardım ettim. Daha sonra malzemelerini toplayıp, elini yıkamak için çıktı odadan. Ayhan'da korumalara bakacağını geveleyen bir kaç şey söyleyip çıkınca tek kalmıştık.

Ezranı anlına düşen saçlarımı geri iteleyip yataktaki boş yere oturdum. Düzenli aldığı nefeslerle uyuduğunu anlamıştım. Yatağı fazla sarsmamaya çalışıp, kalktım. Odadan çıkıp aşağı kata, salona indim.

Ayhan korumalarla konuşurken, Oktay ellerini kurulayarak salona girdi. Tekli koltuğa oturup, karşımdaki duvarı seyretmeye başladım.

"İyi misin ?" Omzuma konan ele, ardından Oktaya baktım. Hafifçe gülümserken, karşımdaki tekli koltuğa oturdu.

"Bilmiyorum. Üçüncü kez saldırıya uğradım. İlkinde silahların tek hedefi bendim. İkincisinde kız kardeşimin gözü önünde beynim dağıtılıyordu ama daha sonra adam bir çılgınlık yapıp kendini vurdu. Beyni dağılmış bir vücuda şahit oldu gözlerim. Üçüncüsünde ise Ezra gözlerimin önünde vuruldu. Bilmem iyiyim galiba." Dedim alayla. Oktay ellerinin arasına aldığı başını iki yana salladı.

"Tüm olanlar için özür dilerim." Dedi samimice. "Senin bir suçun yok." Sesimdeki umursamazlık beni bile şaşırtmıştı.

Aramızda oluşan sessizlik uzayıp giderken, adım sesleri duyuldu. Ayhan hafif bir tebessümle selam verirken, karşılık vermedim. O kadar yorulmuştum ki, kımıldayacak halim kalmamıştı.

"Ezra bey uyanınca eve geçebiliriz." Dedi. Onu başımla onaylamakla yetindim. Ardından telefonu çalınca yanımızdan uzaklaştı.

"Hep böyle mi ?" Oktay kafasını kaldırıp, anlamazca bana baktı. "Ne hep böyle mi ?"

"Hayatınız." Bir süre yüzüme baktıktan sonra, hafifçe güldü.

"Aslında hayır, böyle değil. Yani nadiren olurdu bu saldırılar, abim daha önce vurulmamıştı." Dedi. Kafamı geriye yaslayıp gözlerimi kapattım.

# 1 Hafta Sonra #

Anneme 'hoşçakal' diyerek telefonu kapatıp cebime koydum. Ezranın vurulmasının ardından bir hafta geçmişti ve biz şimdi Amerikaya gidicekti şirketin açılışı için. Her ne kadar Oktay ve ben ertelemesi için Ezraya baskı yapsakta kesin bir dille reddedip, susturmuştu bizi. Omzundaki yara iyileşmeye başlamıştı. Bu bir hafta içinde zaten şirkete göndermemiş, evden yürütmesini sağlamıştım işleri. Tabi bunu yapmak hiç kolay olmadı.

Sağ kolu askılıkta olduğu için kullanamıyordu. Gerektiği çoğu zamanda yardımcı olmuştum, her ne kadar istemesede. Birilerine muhtaç kalmaktan nefret ettiğini kendi gözlerimle görmüştüm. Şu bir hafta benim için gerçekten yorucu geçmişti. Ezra, okulum, bu aralar çok boşladığım ailem ile dengelerim alt üst olmuştu.

"Amerikaya inince benim bir kaç işim olacak. Sen otelde kal dinlen. İşim bitince gelirim." Kaşlarımı çatarak saate baktım. Washingtona inecektik ve saat farkı olduğundan indiğimizde vakit gecenin bir yarısı olacaktı. O saate ne işi olabilirdi ki ?

"İndiğimizde saat kaç olacak farkında mısın ? O saatte ne gibi bir işin olabilir ?" Bana tek kaşını kaldırarak baktı. Ardından çarpık bir gülüşle bana baktı,

"Mafyacılık oynayacağım biraz..." Dediği şeylerle yüzümü buruşturdum.

'Mafyacılık'mış...

"Oyununa biraz ara versen olmaz mı ? Omuzun daha yeni iyileşmeye başladı."

"Sen benim için endişelenme. Hem hiçbir oyun yönetmeni olmadan oynanmaz..." Göz kırparak önüne döndü. Kafamı çevirip İstanbula son kez baktım. Aylar önce nefretle geldiğim şehirden şimdi gitmek istemiyordum. Hayır İstanbula ölüp bittiğimden değil, Amerika ile ilgili içimde tuhaf bir sıkıntı vardı. Bu yüzden gitmek istemiyordum, ama mecburdum. Ezra Erdemin nişanlısı olarak orada bulunmam gerekti.

Trafik nedeni ile uzun süren yolculuk sonunda havaalanına varmıştık. Özel uçakla gideceğimiz için uçağı kaçırma gibi bir korkumuz yoktu. Havaalanına gelir gelmez uçağa binmiştik. Ezranın yanında yerimi alıp kemerimi bağlarken, bir kaç hostesin Ezraya attıkları bakışları fark edebilmiştim. Giydikleri daracık gömlek ve eteklerle, her erkeğin dikkatini çekebilecek güzelliktelerdi. Bakışlarım Ezraya kayınca tek kolu ile kemerini takmak için çaba sarf ediyordu. Gülerek kendi kemerimi çıkarıp onunkine uzandım. Kemerini taktıktan sonra gülümseyerek kendi yerime geçip, kemerimi taktım. Ezranın sol tarafında oturduğum için sağlam eli elimi kavrayıp, üzerine ufak bir öpücük bıraktı. Şaşırsamda belli etmemeye çalışarak elimi yavaşça kendime çektim. Kafamı geriye yaslayıp cam kenarında oturmanın keyfini çıkarmaya çalıştım.

Bir süre sonra uçak havalandığında kulaklarımı tırmalayan sesi gözlerimi kapatarak dikkate almamaya çalıştım. Bundan nefret ediyordum.

Bembeyaz bulutlar arasında süzülürken, kafamı geriye yasladım. Küçüklüğümde bulutları pamuk şekere benzetirdim. Hatta babam bana her pamuk şeker aldığında babama 'bunları bulutlardan mı yapıyorlar' derdim. Babamda bıkmadan usanmadan her defasında gülümseyerek bana gerçeği anlatırdı. Bir keresinde bulutlara ulaşmak için bahçemizdeki kiraz ağacına tırmanmıştım. Her elime uzattığımda ulaşmak isterken sonunda ağaçtan düşmüş ve kolumu kırmıştım. Annem beni gözleri yaşlı yaşlı azarlarken, babam şefkatli öpücükleri ile beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Yaptığım yaramazlıklar zihnimde canlanınca gülmeden edemedim.

Ezraya baktığımda uyuduğunu gördüm, gece çalışma odasından çıkmadığı için uykusuzdu. Aynı şekilde bende tüm gece uyanık kalıp, kafa veremediğim derslerime odaklanmıştım. Sonuç gözlerimi kapatıcılar bile toplayamamıştı. Kulaklıklarımı, uçuş moduna aldığım telefonuma taktım, müzik listemden rastgele seçtiğim bir şarkıyı açıp başımı geriye yasladıktan sonra gözlerimi kapattım.

###
Rahatsızca yerimde kıpırdanırken, gözlerimi kırpıştırarak açtım. Bulanık görüş açımın bir kaç kez kırptığım gözlerimle netleşmesini sağladım. Etrafa bakındığımda uçağın indiğini ve boş olduğunu gördüm. Kaşlarımı çatarak ne çabuk geldiğimizi düşünmeye başladım. Amerika, İstanbul arası 12 saat sürüyordu. Ve ben on iki saattir uyuyor olamazdım. Kemerimi açıp yerimden kalktım. Etrafa bakındığımda ne Ezra nede hostesler vardı.

"Ezra ?" Diye seslendiğimde bana karşılık veren sadece sessizlik olmuştu. İçimde yeşermeye başlayan kuşku ve korkuyla çıkışa doğru ilerlemeye başkadım. Merdivenlerden inerek indiğimiz yere bakındım. Etraf bomboştu. Sadece beton zemin ve yağmurun habercisi olan gri bulutlar vardı. Esen rüzgarla içim ürperirken yaz ayında havanın böyle olması tuhafıma gitmişti. Gök gürültüsü ile bakışlarım gökyüzüne kayarken yağmurun başladığını damlayan taneciklerden anlamıştım. Gözlerimi kapatıp ellerimi iki yana açtım. Başımı eğip gözlerimi açtığımda dehşete düşmüştüm.

Yağan tanecikler yağmur değil, kandı !

Korkuyla üzerime düşen taneciklere baktım. Koyu kırmızı renk ile şaşkınlıkla kalakalmıştım. Çığlık atıp ellerimi ağzıma kapatırken etrafımdaki cesetlere baktım. Sayamadığım kadar fazla ceset vardı. Hızlanan nefesim ciğerlerimi parçalamak istiyormuşcasına acı veriyordu. Kan tanecikleri beyaz giyinmiş cesetlerin üzerine damlarken göz yaşlarıma hakim olamadım. Ardından ileride bana bakan biriyle karşılaştım. Siyah giyinmişti, simsiyah. Kim olduğunu, hızlanan kan taneleri yüzünden göremezken, elinde tuttuğu ve benim yeni gördüğüm silahı bana doğrulttu. Korkuyla çıkan çığlığım yankı yaparken, o çoktan ateş etmişti.

Korkuyla yerimden sıçrarken nefes nefese kalmıştım. Etrafıma bakındığımda uçakta olduğumu ve kabus gördüğümü anladım. Ezraya bakındığımda ortada yoktu. Rüyamda da yoktu. Bunu anımsayınca bedenimi saran soğuklukla titredim. Kafamı iki yana sallarken ayağa kalktım.

Sadece kabus ! Sadece kabus !

Etrafa bakındığımda kimsenin olmaması ile sakin kalmaya kendimi zorladım. Uçak hala hareket halindeydi, rüyamda ise iniş yapmıştık. Sakin ol ! Sakin ol ! Etrafa bakınmaya devam ederken kimseyi göremedim. Gözlerim dolmaya başladığında, küçük bir çocuk gibi ağlama isteğiyle dolup taştım.

"Ezra !" Diye bağırırken bir damla göz yaşıda firar etti. Koluma değen bir elle hızla arkamı döndüm. Ezrayı karşımda telaşla bana bakarken görmemle boynuna atlamam bir oldu.

"Ne oldu ?" Dedi anlamlandıramadığım bir ses tonuyla. Tek eli belimi sararken, kafamı boynuna gömüp ağlamaya başladım. Gördüğüm kabus o kadar gerçekçiydi ki tüm dengelerimi bozmuştu.

"Neredeydin ?" Dedim boğuk çıkan sesimle. Beni kendinden uzaklaştırıp, yüzüme baktı. Kaşları çatık, bakışları telaş ve merakla harmanlanmıştı.

"Pilotun yanındaydım, kokpitte. Sana ne oldu ? Niye ağlıyorsun ?" Burnumu çekerek, bakışlarımı ellerime indirdim. Hosteslerin yanımıza geldiklerini ve bize merakla baktıklarını göz ucuyla görebilmiştim. Gözlerimi kapattığımda zihnimde canlanan kan damlaları ile başım döndü bir an. Belime sarılan kolla dengemi sağladım.

"Hira iyi misin ? Bana bak !" Bir yere oturtulduğumda gözlerimi açabildim. "İyiyim, başım döndü sadece." Kafamı geriye yaslarken, Ezra hostesleri göndermişti. Yanıma oturup, elini elimin üzerine koydu. Gözlerimin içine bakarak, hissettiği, anlatmak istediği herşeyi bir bakışıyla anlattı.

"Bir kabus gördüm. Çok... Korkunçtu." Dedim derin bir nefes alırken. Zihnimde canlanan parça parça kısımlarla, kalbimin sıkıştığını hissettim.

"Yaşananlar sinirlerimi alt üst etti galiba. İyiyim ben..." Dedim geçiştirerek. Bu konu hakkında konuşmak iyi gelmemişti. Konuyu dağıtmak için, "Daha çok mu var ?" Dedim. Gözlerimin içine bir süre baktıktan sonra, "Bir kaç saat kaldı." Dedi. Başımı aşağı yukarı sallayarak, geriye yaslanıp gözlerimi kapattım. Uyumaya cesaret edemiyordum, gördüklerim yüzünden. O sırada başımın bir el tarafından tutulduğunu hissetmemle gözlerimi hızla açtım. Kafam Ezranın omuzuna yaslanırken, eli yanağımı okşadı.

"Biraz daha uyu. Ben yanındayım, merak etme." Kafamı rahat bir pozisyonda omuzuna yerleştirip, kendine has kokusunu duyaraktan gözlerimi kapattım.

Uçağın, Amerikanın Washington DC eyaletine inişi ile kapıda hazır olarak bekleyen arabaya binerek otelimize doğru yola çıktık. Burada da peşimizden ayrılmayan korumalar ile değişen bir şey yoktu. Ayhan bizle gelmemiş, İstanbuldaki 'işlerle' ilgilenecekti.

"Bu kadar koruma ile gezmek hoşuma gitmiyor." Ezra dikkatini bana vererek gülümsedi. "Maalesef düşmanı çok olan bir insanım..." Dedi sargıdaki kolunu işaret ederken. "Bu olayların arkasındaki iti bulmadan, rahat yüzü yok bize..." Son cümleyi daha çok kendine söyler gibiydi.

"Bu arada sen ingilizce biliyor muydun ? " dediğinde tek kaşım havada alayla baktım. "Kendi dilim gibi ingilizce, fransızca ve almanca biliyorum. Onun haricinde birazda çince biliyorum." Dedim ingilizce olarak. Tek kaşı havada gülerek bana baktığında, bende sırıttım.

"Google Translate gibi hatunmuşsun maşallah." Dediğinde kahkahama engel olamadım. Hızla eli ağzıma kapanırken, kaşlarımı çatıp suratına baktım. Şoföre kısa bir bakış atıp bana baktı.

"Başka bir erkeğin yanında kahkaha atma bir daha ! Dikerim o ağzını !" Şaşkınlıkla yüzüne bakarken geri çekildi. "Çüş !" Dediğimde bu sefer o şaşkınlıkla baktı. "Cık cık cık çok ayıp ama. Eşek miyim bende öyle diyorsun ?" Dedi yapmacık masumluğuyla.

"Yok canım estağfirullah. Sen odungillerdensin." Dedim. Alayla bana bakıp cevap vermeden mesaj gelen telefonuna döndü. Telefonumu çıkarıp saate baktığımda sabaha bir kaç saat kaldığını gördüm.

"Seni otele bıraktıktan sonra benim işlerimle ilgilenmem lazım. Ben gelene kadar çıkma odadan."

"Bu saatte ne işin var ?" Çatık kaşlarımla yüzüme sert bir ifade takmaya çalışsam da, Ezrada etkili olacağını sanmıyordum. Cevapsız bıraktığı sorumla somurttum. Araba otelin önünde durunca inip, Otele baktım. Daha önce Amerikaya çok gelmiştim ailecek ama böyle bir otelin varlığından bile habersizdim. Otelin dış mimarisi çok ince düşünülmüştü. Elimi kavrayan ellerle, otele girdik. Kapıdaki güvenlik dahil tüm çalışanlar Ezrayı selamlamışlardı. Lobiye gelmemizle, yaka kartından otelin müdürü olduğunu öğrendiğim, takım elbiseli adam koşturarak yanımıza geldi.

"Hoş geldiniz Bay Erdem. Odanız hazır. İstekleriniz doğrultusunda tüm önlemleri aldık. Arzu ederseniz odanıza çıkalım." Adamın aksanlı konuştuğu İngilizce, yumuşak ses ile güzel bir tını oluştururken, Ezranın peşinden sürüklenmeye başladım.

Spot ışıklarla aydınlatılmış, işlemeli fayanslarla döşenmiş büyük holden ayrılıp, asansöre ilerledik. İki tane olan asansörlerden birine ben ve Ezra binerken diğerine bir kaç koruma ile birlikte otel müdürü bindi. Asansörün cam olması, lobide olup biten her şeyi göz önüne seriyordu. Tavandan sarkıtılmış, taşlı devasa avize, şatafatın ve görkemin somut olmuş haliydi.

Odamıza, pardon kral suitimize girince şaşkınlıkla aralanan dudaklarımı zor kapattım. Böyle bir yere otel odası demek haksızlık olurdu. Boydan boya cam olan duvardan Washingtonun tüm manzarasını izleyebilirdiniz. Sol tarafta oturma grubu, arka tarafta amerikan tarzı mutfak vardı. Klasik ve modernin harmanlandığı uyum, gözü yormadan sunulmuştu.

"Odan sağ tarafta, benimki de solda. Ben şimdi çıkıyorum, kapıda korumalar var. Bir yere çıkmak yok, bir ihtiyacın olursa kapıdaki korumalara ilet." Başımı aşağı yukarı sallayıp onu onaylarken gösterdiği tarafa, odama ilerledim. Açık kapıdan içeri girince ilk dikkatimi siyah perdeler çekti. Perdeleri açtığımda siyah film çekilmiş camlar ile kaşlarım çatıldı.

"Burada kaldığın sürece camlar kurşun geçirmez olacak. Ayrıca dışarıdan kimsenin görmemesi için de güzel bir yöntem." Arkamı dönüp Ezraya baktığımda, kapıya yaslanmış beni izliyordu.

"Bunlar için camları siyah filmlerle kapatmana ne gerek vardı ? Odadaki kasvete bak !" Ellerimi göğsümde birleştirip, gündüz kesinlikle ışık almayacak odaya bakındım. Büyüz beyaz örtü serilmiş yatak, aynı renkte tuvalet aynası, komidin ve kıyafet dolabı ile geniş bir odaydı.

"Çıkmam lazım. Bunları sonra konuşuruz." Bir şey söylememe kalmadan, odadan çıkıp giden Ezrayla kalakalmıştım. Yatağın üzerine oturduğumda rahatlığı ile mest olmuştum. Karnımın guruldaması ile yerimden kalktım. Odamdan çıkıp büyük salona girdim. Oturma grubu ve plazma televizyona eşlik eden halı ve avize ile dekore edilmiş odanın yanındaki amerikan tarzı mutfağa ilerledim. Dolaplar ahşaptı ve ben altın sarısı olan kulpların boya olduğunu sanmıyordum. Dolabı açıp bakındığımda içki ve sudan başka bir şey görememiştim. Mutfaktan çıkıp, kapıdaki korumalara acıktığıma dair bir şeyler geveleyip yemek istedim. Sarışın olan kulağındaki kulaklığa dediklerimi iletirken, diğeri beni içeri hafif iteleyip kapıyı üzerime kapattı.

Ezra Erdemin adamlarından ne beklenirdi ki ! Odun !

Yemeğimi beklerken açtığım televizyondan kanallara göz attım. Bir şey bulamayınca kapatıp, camın kenarına geçtim. Yavaş yavaş aydınlanmaya başlayan gün ile sokaklar da hareketlenmeye başlamıştı. Kapını çalınmasıyla yemeğimin geldiğini anladım. Kapıyı açarak, servis yapan garsonla birlikte korumada içeri girdi. Servisi masanın üzerine hazırlayıp yemekleri bırakırken, koruma yemeği incelemeye almıştı. Kaşlarımı çatıp yaptığını çözmeye çalışırken, eline aldığı çatalla getirilen yemekten bir parça aldı. Garsonun ağzını çatalı tıkarken garsonda bende neye uğradığımızı şaşırmıştık.

"Ne yapıyorsun sen !" Koruma donuk bakışlarıyla bana bakıp, "Güvenliğiniz için Hira hanım..." Dedi. Garson ağzına tıkılan lokmayı yutup, temkinli bakışlarla karşısındaki çam yarmasına baktı.

"Öldü mü ? Ölmedi. Şimdi çıkın dışarı. Hemen !" Kızgın çıkan sesimle koruma ve garson odadan çıktılar.

Yemeğimi yerken çalan telefonumla koşturarak odama girdim. Arayanın Mira olduğunu görünce gülümseyerek telefonu açtım.

"Abla ! Ne olduğunu duyunca şok olacaksın !" Miranın çığlık atarak söyledikleri ile kuşak zarımı yırtıldığını düşündüm.

"Kızım yavaş ! Söyle ne oldu ?" Yemeğimin başına dönüp, bardaktaki sudan bir yudum aldım.

"Haftaya kim İstanbula taşınıyor bil bakalım ?"

"Siz ! İnanmıyorum ! Çok sevindim !" Dedim heyecanla.

"Aynen öyle. Babam bu hafta şirketi İstanbula taşıyacak. Annemde dernek başkanlığı devrettikten sonra oradayız bebek !" Kahkaha attığımda, içimdeki mutluluğun tarifi yoktu.

"Bu çok güzel bir haber ! " Amerikadan ve Okul hakkında konuşup kapattım telefonu. İstanbul benim için artık daha güzel olacaktı.

Bir kaç saat televizyon izledikten sonra saate baktım. Neredeyse üç olacaktı ve Ezra hâla ortada yoktu. Sıkıntıyla odamdaki banyoya gidip kısa bir duş aldım. Odama getirilen valizimdeki kıyafetleri dolaba yerleştirirken üzerime siyah bir kot ve tişört aldım. İç çamaşırlarımı giyerek ayırttığım kıyafetleri üzerime geçirdim. Saçlarımı kurutup tepeden topuz yaparak yatağıma uzandım. Yanımda getirmeyi akıl ettiğim kitabı alarak sayfaların arasında kaybolmaya hazırlandım.

Belime sarılan kollarla irkilerek uyandığımda, "Şştt... Benim uyu hadi." Diyen Ezranın sesi ile gözlerim tekrardan kapandı.

Ezra derken ?

Hızla yerimden doğrulmaya çalışırken kolu buna izin vermemişti. Tek koluyla bile beni zapt edebilmeyi başarıyordu. Girişimlerim sonuçsuz kalınca arkamı döndüm. Dönmemlede burun buruna gelmemiz bir oldu. Göz kapakları güzel gözlerini gizleyerek kapanmışken, kirpikleri yanaklarıma dökülmüştü. Saçları çok yumuşak ama bir o kadarda dağınık gözükürken elimi saçlarına koyma isteği ile dolup taştım. Çatık kaşları, kemikli yüzü ve tıraş etmediği sakalları ile ilahi bir güzellikteydi. Biçimli burnu, dolgun dudakları ile her kadının isteyeceği bir erkekti.

"Ezra-" sözümü keserek, yorgun sesiyle konuştu ; "Hira, çok yorgunum. Ne söyleyeceksen sonra söyle. Ama şimdi sadece uyumama yardım et." Bir şey dememe fırsat bırakmadan kafasını saçlarıma gömerken hareketsiz kalakalmıştım. Sargılı kolu aramızda mesafe bırakmamızı sağlarken, derin bir nefesi salıverdim ciğerlerimden. Nereye koyacağımı bilemediğim elimi, tereddütle saçlarına koydum. Saçlarıyla oynarken, kokusu ciğerlerime bayramı yaşatıyordu. Ne kadar öyle kaldık bilmiyorum ama bir süre sonra benimde gözlerim kapanmaya başlamıştı.

***

"Evet"

"Hayır!"

"Eeevveeett !"

"Bende sana haaayyyııııırrrr dedim Hira !" Kollarımı göğsümde birleştirirken, somurtarak Ezraya baktım. Gelelimiz iki gün oluyordu ama ben daha bu otelden dışarı adım atmayı bırakın, odadan çıkamamıştım. Ezra işlerinin olduğunu söyleyip, çıkarken ben odada tıkı kalıyordum. Şimdi de gezmek istediğim yerlerin listesini çıkarmış, Ezranın onayına sunmuştum. Ama 'red' kararı daha ben söze girmeden çıkmıştı.

"Sıkıldım ama ! Hem benim açılışa giyecek bir şeyler almam lazım. Buradan alırım diye bir şey getirmedim ben !" Huysuz bir çocuk gibi davrandığım kesindi ama gerçekten oda beni artık daraltmaya başlamıştı.

"Ezra ! Beni dinliyor musun sen ?" Elindeki kağıtlara bakarken başını aşağı yukarı salladı. "Birlikte gidelim diyorum, işim var diyorsun. Korumalarla gideyim diyorum ona da hayır diyorsun. Kral suiti diye canım sıkılmaz mı sandın sen !" Israrlarımdan ve çenemden bıkmış olacak ki bıkkınlıkla bir nefes verdi.

"Bu dünyada koskoca bir mafyayı bile alt edecek birşey varsa o da kesinlikle istediğini elde etmeye çalışan bir kadının azmi !"

"Bunu 'hadi git hazırlan, dışarı çıkalım' olarak algılıyorum ve hazırlanmaya gidiyorum." Diyerek odasından fırlayıp kendi odama girdim. Üzerimdeki kıyafetleri bir çırpıda çıkarıp etek ve bluz kombinimi üzerime geçirip topuklu ayakkabılarımı giydim. Hafif bir makyaj yapıp saçlarımı düzeltip çıktım odadan.

"Ezra, ben hazırım !" Diye bağırırken odasının kapısı açılmış, Ezra dışarı çıkmıştı. Üzerindeki siyah pantolon ve gömlek onu ulaşılmaz bir yapıta dönüştürmüştü. Kim olursanız olun Ezra Erdemin ilahi güzelliğinin yanında şansınız yoktu !

"Duramıyorsun durduğun yerde." Dedi eli elimi kavrarken. Kolu hâla sargıdaydı, ama bu vücut güzelliğini sergilemesine engel olmuyordu. O an içimde oluşan kıvılcımları söndüremedim.

Benim gördüğüm dışarıdaki tüm kadınlar görüyorsa, onlarda benim düşündüğüm gibi düşünüyorlardır !

Gözlerimi kısarak, içimdeki yangına attığım toprakları, " Yine neye kızdın da kıstın gözlerini ?" Demesiyle durdurdum.

"Kızdığım zaman gözlerimi mi kısıyorum ?" Başını aşağı yukarı sallarken, bunu fark etmesi tuhafıma gitmişti.

Otelden çıkıp arabaya binerken, güneş tüm güzelliğini sergiliyordu. Amerikanın işlek caddelerinde ilerlerken, yol üzerinde gördüğüm bir butiğe girmek istememle araba durmuştu. Butiğe girdiğimizde bizi orta boylu, kumral, fiziği mankenlere taş çıkaracak, yeşil gözlü bir bayan karşılamıştı.

"Merhaba"

"Merhaba, kokteyl için bir kaç bir şeye bakmıştım. Hem gece elbisesi hemde kutlama için giyilebilecek bir şeyler olursa çok sevinirim." Dedim gülümseyerek. Ezra işi ile ilgili telefon görüşmelerini sürdürürken, ben bayanın getirdiği kıyafetlere göz atıyordum.

"Kıyafetlerimiz modacılarımız tarafından özel olarak tasarlanmaktadır." Gözüme kestirdiğim bir elbisenin uygun olduğunu düşünerek, fazla bakınmadan aldım. Alış verişi sevmediğim için, aldığım şeyler üzerinde düşünmeyi sevmiyordum.

Ödemeyi Ezranın bana verdiği kredi kartı ile yapıp, butikten çıktım. Ezrada telefon görüşmesini bitirip yanıma geldi.

"Aldın mı ? Birde ben baksaydım keşke."

"Artık yarın akşam göreceksin."

"Umarım kimsenin gözlerini oymamı gerektirecek bir şey almamışsındır." Kaşlarımı çatıp, ciddi mi diye baktım. Ve yüzündeki sert olan donuk ifadesi ile söylediğini gerçekleştirmekten çekinmeyeceğini anladım.

"Şimdi ne yapalım ?" Dedim arabaya binerken. "Sen otele gidiyorsun bende kalan işlerimi hallediyorum." Suratıma yerleşen üzüntüye engel olamadım. "Ama ben sıkılıyorum otelde. Hem ne işi bunlar !"

"Saldırıları yapan pi-" derin bir nefes aldı. "Herifi arıyorum..." İçimde oluşan korku, adrenalin ve merak dürtüsüne engel olamadan sordum, "Bulabildiniz mi birşeyler ?"

"Bir kaç iz üzerindeyiz. O yüzden bu seferlik gezemeyeceğiz ama söz İstanbula dönünce nereye istersen oraya tatile gideceğiz." Dedi saçlarıma bir öpücük kondurup geri çekilirken.

"Önemli değil, kendine dikkat et." Derken otele geldiğimizi fark edip, indim. Korumaların eşliğinde odama çıkıp aldığım kıyafeti dolabıma yerleştirdim.

Bu elbise butikte de bu kadar kısa mıydı ya !

###

"Hira hazır mısın ?" Ezra bir kez daha bana seslenirken, üzerimdeki kıyafetin kısalığına lanetler okudum. Bu elbise dahada mı çekmişti ya ! Bana göre çokta kısa değildi ama Ezranın bu gece birilerinin gözünü oyma ihtimalini düşününce yok gibi duruyordu elbise.

"Geç kalacağız !" Battı balık yan gider diyerek çıktım odadan. Ezranın bakışları memnuniyetle yüzümü süzerken aşağılara indikçe çatık kaşlara ve alev saçan gözlere bıraktı.

Sübhaneke Amin !

İçimdeki Hira kendi mezarını kazmaya başlarken, tükürüğümde boğulmamak için yutkunamadım bile.

(Multi EZRA VE HIRA )

"Tişörtün altına bir şey giymeyecek misin ?" Tişört derken ?

"Çünkü bu elbise olamayacak kadar kısada." Dedi.

"Abartma çokta kısa değil." Dedim gayet rahat olmaya çalışırken.

"Lan elbise görünmüyor !" Dedi bağırıp. "Abartma Ezra ! Kısa falan değil, gayet de güzel boyu." Dedim sinirle.

"Git çıkar şunu başka bir şey giy Hira."

"Hayır !" Dedim omuzlarımı silkip.

"Ya sen bunu çıkarırsın, yada ben çıkarırım." Tam itiraz edecektim ki kapı çalındı ve içeri korumalardan biri girdi.

"Ezra bey geç kalıyoruz. On dakika içinde salına yetişmeniz lazım." Dediğinde sinirle bana baktı Ezra. Omuzumu silkerken çantamı alıp dışarı yöneldim. Arkamdan gelip elini belime koyarken, kulağıma eğildi, "Bunun acısını fena çıkartacağım." Dedi.

İçimdeki Hira kazdığı mezara kendini gömerken, ben sadece göz devirdim. Ezra Erdem, bir kelebeğin ömrü kadar bile tanıdıysam ödetirdi.

Açılışın yaşılacağı ve kutlanacağı salona geldiğimizde gazeteciler başımıza üşüşmüşlerdi. Flaşlar patlarken, yüzümü buruşturmamak için zor durmuştum. Ezranın hızlı adımlarına yetişmeye çalışırken salona giriş yapmıştık. Ezra konuşma kürsüsüne çıkarken, çıkan alkış tufanına katıldım. Korumalar eşliğinde bize ayrılan masaya ilerledim.

Ezranın konuşması çok uzun sürmemişti. Fakat ben onu izlemekten dinleyememiştim. Kullandığı mimikler, akıcı olarak konuştuğu İngilizce, duruşu, kararlılığı, giydiği takım elbise, insanlarla göz temasına girişi her şey o kadar kusursuzdu ki ! Hayran olmamak mümkün değildi.

Konuşması bitip, yanıma geldiğinde gülümsedim. Sert surat ifadesi kendinden taviz vermezken, gözlerindeki ışıltıyı sadece ben görebiliyordum.

"Güzel bir konuşmaydı." Alayla sırıttı, "Beni süzmekten dinleyebildiğini sanmamıştım oysa ki."

"Kim dikizlemiş ? Ben mi ? Yok artık." Dedim kafamı dikip. Gülerek elini belime attı, "Tanışmanı istediğim kişiler var." Yönlendirmesine izin verirken, kadınların Ezraya olan bakışları istemsizce kasılmama sebep oluyordu.

Arkadaş ne yapayayım yani ? İlla ki anlına 'Dikkat ! nişanlısı vardır." mı yazdırayım !

"Merhaba bay Smith. Uzun zaman oldu görüşmeyeli." Ezranın sesi ile karşımdaki adama baktım. Giydiği lacivert takım elbise ve laciverte çok yakın koyu mavi göz rengi ile yaşını belli etmiyordu. Saçlarımı hafiften beyazlaşmaya başlamış, göz kenarları kırışmaya yüz tutmuştu.

"Ah, öyle Ezra. Türkiyedeki başarılarını buralara taşıman ne güzel. Tıpkı yanındaki bayan gibi." Konunun bende açılması, çekinmeme sebep oldu.

"Ah, sizi tanışırayım nişanlım..." Adam gülerek elini uzattırken, "Biliyorum biliyorum... Selin... Demi ?" Ezranın belimdeki eli kasılırken yüzüne baktım. Sert yüz ifadesi ile bakışları da donuklaşmıştı. Tırnakları etime gömülmek istercesine belimi sıkarken geri çekilmeye çalıştım.

"Yanlış biliyorsunuz bay Smith. Onun adı Hira." Dedi Ezra dişlerini sıkarak. Adam Ezranın yüzündeki ifadeden midir bilinmez, tereddütle "Ah... Evet, pardon. Memnun oldum Hira." Dedi. Ardından uzaklaşarak kalabalığın arasında kayboldu.

Kimdi bu Selin ?

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 60.2K 51
Amedin topraklarından gelen iki genç, ikisi de hırçın ikisi de öfkeli. Bir berdel uğruna birbirine mahkûm edilir ve onlara bir kader çizilirse ne olu...
270K 22.6K 39
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...
8M 374K 65
"İkimizde biliyoruz ki, er ya da geç benimle evleneceksin. Ve bu zorunluluktan olmayacak!" "Başlangıç: 12 HAZİRAN 2016 Bitiş: 18 EKİM 2019" ...
1.1M 27K 41
Rengin, çocukluk arkadaşı Kıvanç'tan ayrılmak zorunda kaldığı o gün yarım kaldı. Ta ki yıllar sonra çıkıp gelen bu adam ona derinlere gömdüğü aşkı ye...