KARANLIĞI ATEŞE VER - GÖLGE A...

By gokadan

101K 7.4K 1.9K

(Eski adı: Gölge Adam) "Beni bulmak için karanlığa ihtiyacın var, büyücü. Çünkü gölgeler, karanlıkta yaşar." ... More

KARANLIĞI ATEŞE VER
1. Bölüm: "Doğuş"
2. Bölüm: "Saf Korku"
4. Bölüm: "Ayna"
5. Bölüm: "Gizem"
6. Bölüm: "Duvar"
7. Bölüm: "Savunmasız"
8. Bölüm: "Adım"
9. Bölüm: "His"
10. Bölüm: "Hayal Kırıklığı"
11. Bölüm: "Orman"
12. Bölüm: "Hiçlik ve Kayboluş"
13. Bölüm: "Aynadaki Kırık Yansıma"
14. Bölüm: "Panzehir - umut"
15. Bölüm: "Karanlığın Tohumları"
16. Bölüm: "Yabancının Kalbi."

3. Bölüm: "Peşindeki Karanlık"

7K 700 181
By gokadan

Bölüm şarkıları:

Zack Hemsey – Vengeance

Manchester Orchestra - The Silence

3. Bölüm: "Peşindeki Karanlık"

Bozuk bir plak oynatılıyordu zihnimin içinde. Huzursuz bir şarkının huzursuz notalarını sürekli sürekli tekrar ediyor, bozulduğunu belli etmek için arada cızırdıyordu. Cızırtı kulaklarımı karıncalandırırken yüzümü buruşturdum. Rahatsız edici bir sesti. Ayrıca kulaklarıma dolan müzik bir an önce uyanmam için beni resmen dürtüyordu.

Yutkunmaya çalıştım ama boğazımdaki inanılmaz ağrı buna engel olmuştu. Sanki bir hançer boğazımı delmiş ve gırtlağımda sivri ucunu döndürerek parçalamış gibiydi. Yüzüm buruşurken kurumuş dudaklarımı birbirinden ayırdım ve derin bir nefes aldım. Saçlarım, sırtım ıslaktı. Kan ter içinde uyanmak dedikleri bu olsa gerekti.

Zihnime doluşan rüyamın izleri kendini bana hatırlatırken korkuyla sindim yatağımın içine. Birbirine bir yılan misali dolanan kirpiklerimi aralayarak ay ışığının aydınlattığı odamda gezdirdim gözlerimi. Kasveti soludum. Odamın bu kadar bunaltıcı ve korkutucu gelmesi benim için yeni bir durumdu. Ben odamı her zaman severdim. Benim için saklanacağım bir sığınak gibiydi ama şimdi... Şimdi öyle hissetmiyordum. Sanki bütün kötülüklerin içinden sürünerek çıkacağı bir mağaraydı odam.

Titrek bir nefes verip yatağımda doğrulurken gözlerim karanlığa alışmıştı. Duru yanımda değildi. Gitmiş olduğunu düşünerek yataktan kalktım. İğrenç hissediyordum. Terden ıslanmış saçlarım, giysilerim yapış yapış hissettiriyordu. Bornozumu alıp odamdan çıktığımda annemle burun buruna gelmiştim. Şaşkın bir nefes aldım.

"Ödümü kopardın."

Korkmuş suratıma bakıp gülümsedi ve ardından elimdeki bornoza çevirdi gözlerini. "Duş mu alacaksın?"

Başımı sallayarak onu onayladığımda yeniden konuştu. "Ne yaptınız dün?"

Dün yaşadıklarım avdan kaçan bir balık sürüsü gibi zihnime doluşurken yüzümü ifadesiz tutmaya çalıştım. Bayıldığımı, saçma sapan rüyalar gördüğümü anneme söylersem boşuna tedirgin olacak ve canımı sıkacaktı. Bu yüzden sakin kalmaya çalıştım ve dudaklarımı araladım. "Bir yere gittik. Sohbet muhabbet işte... Sare de vardı."

"Eğlendiniz mi?"

"Yani... Farklı bir gündü." Deyip gülümsediğimde gözlerini yüzümde bir şey arar gibi gezdirdi. En sonunda ise gözleri gözlerime kilitlendi ve dikkat kesildi. Bu kadar dikkatle baktığı şeyin ne olduğu başta aklıma gelmemişti ama çok geçmeden nefeslerimin boğazıma takılmasına neden olan gözlerimi hatırlamış ve endişeyle solumuştum.

"Efsa," dedi annem anlam veremeyen sesiyle. Elleri yüzümü buldu ve koridorun loş ışığının olduğu yere doğru çevirdi yüzümü. Gözlerimi kapatmak ve annemden saklamak istedim ama bu yapacağım şey boşuna olurdu. Anneme er ya da geç zaten göstermem gerekecekti. "Gözlerine ne oldu?"

Titrek nefeslerim kolyenin boncukları gibi birer birer boğazıma dizildiğinde neredeyse gerginlikten kendimi taşıyamayacağımı, konuşamayacağımı sandım.

"Bilmiyorum." Derken sesim olabildiğince cılızdı.

Gergin bir şekilde birbirine bastırdığım dudaklarım artık acımaya başlamıştı. Üstelik başımdaki zonklama yavaş yavaş kendini belli ediyordu. Kaşlarım çatılırken başımın ağrısını düşünmemeye çalıştım ama neredeyse imkânsızdı. Sızı şakaklarımdan enseme doğru kaydı.

Annem yüzümü yavaşça bırakırken çatık kaşları altından gözlerime bakmaya devam ediyordu. "Bir sorun olabilir mi?" diye sordum anlamayarak. Annem hemşireydi ve tıp hakkında bildiği çok şey vardı. Belki gözlerimdeki bu değişimin nedenini biliyordu. Vereceği cevap beni her ne kadar korkutsa da eninde sonunda zaten öğrenecektim.

"Bilmiyorum." Sesi bir fısıltıdan farksızdı. Yutkundu ve gözlerini kaçırdı. "Yarın doktora gidiyoruz."

Onu kafamı hızlıca sallayarak onaylarken gözlerini gözlerimden çekmiş ve dudakları arasından sert bir nefesin çıkmasına izin vermişti.

"Duru'yla gideceğim. Merak etme, okuldan önce gideriz."

Annem bir şey demeden kafası karışmış bir halde arkasını dönüp odasına adımladı ve beni arkasında öylece bıraktı. Kaşlarım derin bir şekilde çatılmıştı. Üstümdeki gerginlik kalbime baskı yaparken artık duş almam gerektiğini söyleyen iç sesime uydum ve banyoya girdim.

Hayatım boyunca hiçbir zaman bu kadar terlememiştim. Özellikle de uyandığımda kendimi bu halde bulmamıştım. Ben doğru düzgün kâbus bile görmezken birden başlayan bu huzursuzluk hisleri ve daha yeni görmüş olduğum kâbus beni olduğum yere çivilemişti sanki. Bu histen kaçamıyor, kurtulamıyormuş gibi hissediyordum. Buna engel olamamak canımı sıkıyordu.

Üstümü hızlıca çıkarıp duşakabinin içine girdim ve suyu açtım. İlk başta buz gibi olan su giderek ısındığında sıcak suyu saçlarıma tutmuş ve ısınmamı sağlamıştım. Rüyanın etkisiyle gerim gerim gerilmiş olan bedenim giderek gevşiyor ve rahatlıyordu. Saçlarımı hızlıca şampuanlayıp vücudumu da sabunladıktan sonra birkaç dakika daha sıcak suyun altında kalmış ve düşünmek için kendime izin vermiştim.

Bir anlam yüklemeye çalışıyordum tüm bu olanlara. Aslında hissettiğim kasvetli huzursuzluk birkaç gündür üzerimde olmasaydı eğer bu yaşadıklarım oldukça olağan şeylerdi. Kâbus görmem, bir gölgeden rahatsız olmam ve hatta bayılmam bile oldukça normaldi ama hislerim, üzerime binen katran karası huzursuzluk beni balçık dolu bir bataklığın içine çekiyordu. Bu duygular normal miydi bilmiyorum ama kesinlikle normal hissettirmiyordu. Ben soğukkanlı biri olduğumu düşünürken şimdi bu tür şeyleri yaşayıp üstüne kalbimin ritmini şaşıracak derecede titremesi beni rahatsız ediyordu.

Duştan çıkıp odama girdiğimde soğuk hava tenimi bir bıçak gibi kesti ve açıkta kalan tenime keskin çentikler atmaya başladı. Kaşlarım çatılırken gözlerim açık pencereyi bulmuştu. Uyandığımda da açık mıydı bu pencere? Pencereye doğru hızlıca adımladım ve keskin soğuğu kesmek için hızlıca kapattım. Arada bir tutukluk yaptığını, kendiliğinden açıldığını biliyordum ama yaşadığım şeylerden sonra pencereyi ağzına kadar açılmış görünce gerilmeden edememiştim.

Pencereme kuş uçsa gerilecek bir ruh hali içindeydim.

Allak bullak olmuş bir halde üzerimi giyinirken bakışlarımı biraz önce açık olan pencereden ayıramıyordum. Sanki pencereye böyle dikkatli bakarsam neler olduğunu görebilirmişim gibi hissediyordum. Saçlarımı kurutmadan sadece nemini aldım ve kendimi sıcak yatağa bıraktım. Bütün düşüncelerim zihnimin boş meydanında bir oraya bir buraya savruluyor, duvarlara çarpıyordu. Seslerini duyabiliyordum. Bazı düşüncelerim diğerlerinden çok daha şiddetliydi. Çarpışları can yakıcıydı.

Tavana diktiğim gözlerimi oradan ayırmak için soluma döndüm ve ellerimi başımın altına sabitledim. Parmak uçlarım buz tutmuş gibi soğuktu ama vücudum tam aksine yanıyordu. Bu tuhaflıktan bir an önce kurtulmam gerektiğini düşünüp kendime tavsiyeler vermeye devam ederken gözlerimin uykuya yavaş yavaş yenildiğini hissediyordum.

Dün gece vücuduma dolandığını hissettiğim bilincimi çalan yılan yeniden benimleydi. Vücuduma sıkı sıkıya dolanmış arada dilini dışarı çıkararak tıslıyor ve kuyruğunu zihnimin duvarlarına çarpıyordu. Boğuluyor gibi hissettiğimde bir an önce benden uzaklaşması için pes ettim. Benden istediği bilincimi ona verdim.

Güneşli bir sabaha uyandığımda günlerdir benimle olmayan zindeliğim bugün bana geri gelmişti. İçimdeki kasvet biraz olsun yumuşamış ve kendini pamukların üzerine atmıştı. Günlerdir ilk defa bu şekilde hissederek uyandığım için biraz olsun mutlu hissediyordum. Yataktan kalkıp hızlıca giyindikten ve dağılmış saçlarımı düzelttikten sonra Duru'ya mesaj attım. Bu sabah doktora gidecektik ve ister istemez gerilmeden edemiyordum. Bir sorun çıkacağını sürekli olarak fısıldayan ve bana hatırlatan bir tarafım vardı.

Telefonumun çaldığını gördüğümde ekrana baktım ve Duru'nun aradığını gördüm.

"Efendim?" diye sordum tek elimde montumu giymeye çalışırken.

"Ben aşağıdayım, Efsa. Seni bekliyorum ve neredeyse donmak üzereyim." Çenesinin titrediğini bile duyabiliyordum.

"İnsan evden çıkmadan önce haber verir." Diye homurdandığımda neredeyse gözlerini devirdiğine emindim.

"Çok konuşma cadaloz. İn aşağıya çabuk."

Telefonu kapatıp hızlıca ayakkabılarımı giydikten sonra hızlı adımlarla merdivenden indim. Öyle hızlı inmiştim ki son basamakta dengemi kaybedip neredeyse yere kapaklanacaktım.

Duru tahmin ettiğim gibi ellerini birbirine sürtüyor ve kendini ısıtmaya çalışıyordu. Parmaklarına doğru sıcak nefesini üflerken beni görüp gözlerini devirdi.

"Ne deviriyorsun gözlerini?" Birlikte küçük adımlarla yürümeye başladık. Hastane evime yakındı. Bu yüzden Duru direkt olarak benim evime gelmeyi tercih etmişti.

"Suratsızsın kızım sen." Diye homurdandı. "İnsan bir günaydın der, sarılır, biricik arkadaşını ısıtır."

Ona tuhaf tuhaf baktım. Duru'nun bu sevgi pıtırcığı halleri hala arada şaşırmama neden oluyordu. Bir insan bu kadar enerjik olamazdı, olmamalıydı. Duru'nun sabahın köründe benden istedikleri bana yıllar geçse de, yüzyıllar geçse de zor gelecekti. Sabahın köründe gülümsemek, sarılmak, herhangi bir şey yapmak benim için zordu. Ne yapayım, huyum böyleydi.

"Ben kalorifer miyim Duru? Eldiven miyim de seni ısıtacağım?"

"Ha-ha çok komiksin." Suratını buruşturduğunda onun bu sevimli haline gülmek istedim ama gülersem beni boynuna bağlamış olduğu mor atkısıyla boğacağından adım gibi de emindim. Bu yüzden dudaklarımı birbirine bastırdım ve bu haline tepkisiz kaldım.

Hastaneye geldiğimizde sıra aldık ve beklemeye başladık. Üzerime binen leş gibi ağır bir gerginlik vardı. Onu taşımak zordu, neredeyse ağırlık karşısında belim bükülecek ve doğrulamayacak hale gelecektim. Gözlerimi kırpıştırıp bakışlarımı zemine dikerken kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Bir şey olmayacağını, bunun normal bir şey olduğunu söylüyordum. İçimdeki sinsi ses ise sürekli olarak tıslıyor ve bana karşı çıkıyordu.

Gözlerinin normal olduğunu düşünüyorsan aptal olmalısın!

Onu duymazdan geldim ve zeminin üzerindeki çizgileri saymaya başladım. Belki biraz olsun beynimin gürültüsü diner ve rahatlamama neden olurdu.

Ben daha otuz beşinci çizgideyken Duru'nun beni dürtüklediğini fark etmiş ve ona dönmüştüm.

"Sıra geldi Efsa." Başıyla aslında hiç girmek istemediğim kapıyı gösterirken yutkunmaya çalıştım. Tüm hissettiklerimin bir kuruntudan olduğunu kendime hatırlatarak ayağa kalktım ve Duru'yla birlikte içeri girdim.

Doktor beni gördüğünde gözlerindeki gözlüğü burnunun altına indirmiş ve gülümsemişti. Ona karşılık vererek ben de gülümsedim ve koltuğa oturdum. Bana ilgiyle bakan doktora ne diyeceğimi bilemeden bakarken Duru benim yerime söze dalmış ve beni bu durumdan kurtarmıştı.

"Doktor bey, Efsa'nın gözünün rengi önceden elaydı, şimdi üstüne siyah siyah mürekkep gibi şeyler damlamış." İşaret ve başparmağını birleştirip gözüne su serpermiş gibi yaptığında neredeyse kahkaha atacaktım. "Endişelendik, geldik." Heyecanlı ve gergindi. Belki de benden daha çok. Onun bu canlı, cıvıl cıvıl halleri her ne kadar bazı durumlarda beni çileden çıkarıyor da olsa çoğunlukla ona hayran bırakıyordu.

"Hmm..." Doktor Duru'ya gülümseyip ayağa kalktı ve karşımda bulunan koltuğa oturdu. "Çeneni şuraya daya bakalım." Dedi eliyle önümdeki aleti gösterirken. Dediğini yaptım ve bekledim. Doktor ismini bilmediğim alete doğru eğilip gözlerime merceklerin ardından bakarken nefesimi tutmuş gergin bir şekilde bekliyordum. Bir şey çıkmaması için içimden bildiğim duaları okuyor ve kendimi bu tuhaf ruh halinden sıyırmaya çalışıyordum.

Doktor anlamadığım birkaç mırıltı çıkardı ve gözlerini merceklerden ayırdı. Yüzündeki ifadeden bir şeyler öğrenmek istiyordum ama şu an bütün yüz okuma, ifade okuma yetilerimi kaybetmiş gibiydim.

"Bir sorun olduğunu düşünmüyorum." Dedi gözlerime bakmak için bir kere daha merceklere doğru eğilirken. Gözlerimi bir yandan inceliyor bir yandan da benimle konuşuyordu. "Her şey normal görünüyor... Herhangi bir travma yok."

"Yani kanser falan değil?"

Başını usulca iki yana sallayıp beni reddettiğinde bedenim bir rahatlamayla sarsıldı. Demek ki normal bir şeydi.

"Kalıtsal, genetik olabilir. Bu gayet normal bir durum."

"Emin misiniz doktor bey? Bir daha baksanız?" diye sordu Duru telaşla dudaklarını dişlerken. Onun bu tedirgin hali suratıma bir gülümseme konmasına neden olmuştu.

"Oldukça eminim küçük hanım." Deyip ayaklandı ve elindeki gözlüğü tekrar taktı.

Teşekkür edip doktorun yanından ayrılırken gevşemiş bedenim resmen havada süzülüyordu. Bir kuş gibi hafiflemiş hissediyordum. Eğer kanatlarım olsaydı, uçma bilmeme gerek bile olmadan şu an, şu dakika uçabilirdim.

Hastaneden sonra okula gitmiş ve derslere girmiştik. İçimdeki hafifleme bütün derslerde not tutmama izin vermişti. Kafam bu kadar boşken ders dinlememem ya da not tutmamam pek mümkün değildi zaten. İçimde tatlı bir keyif vardı ve huysuz Efsa'yı bile keyiflendirmeyi başarıyordu.

Son dersten çıktıktan sonra saate baktım. Duru'nun daha bir saat daha dersi vardı ve onu beklemem gerektiğini söylemişti. Ki zaten böyle bir istekte bulunmasa bile onu beklemeyi düşünüyordum. Tek başıma eve gidip o boğucu dört duvarlar arasında kalmak istemiyordum.

Yalnız ve savunmasız hissettiriyordu.

Kantine girip gözlerimi içerde dolaştırırken kendime boş bir masa aradım. Bu kadar dolu olması yüzümü buruşturmama sebep olmuştu ama oturacak başka bir yer de yoktu. Duru'yu beklemek için olabilecek en iyi yer burasıydı. Boş bir masa gördüğümde hızlıca o tarafa doğru adımladım birinin kapma ihtimaline karşı.

Tam başardığımı düşünmeye başlamıştım ki görüş açıma tanıdık birkaç yüz girdi. Cemre ve arkadaşları bana alayla bakarken kendimi ucuz Amerikan filmlerinde hissetmiştim.

Hadi ama amigo! Böyle davranmayı ne zaman bırakacaksın?

"Efsacık?" diye sordu sesini incelterek. Yüzüne kondurduğu sinir bozucu gülümseme suratına kusmak istememe sebep oluyordu. "Sen mi oturacaktın?" Sandalyeyi çekip usulca otururken arkadaşları kıkırdamış ve onu taklit ederek diğer sandalyelere oturmuşlardı.

"Evet, Cemre." Dedim dişlerimin arasından. Üniversite hayatım boyunca bana bu şekilde davranmaya devam mı edecekti gerçekten? Neydi bu bitmek bilmeyen öfkesi ve gıcıklığı? Birinci sınıfta sırf aynı çocuktan hoşlandık ve o çocukla birkaç gün konuştum diyeyse hiç gerek yoktu. Zira beni çoktan pişman etmişti. İsteği çocuğu alabilirdi, hiç sorun değildi. Onun yoluna bundan sonra çıkmak, onunla karşılaşmak istemiyordum.

"Yazık sana." Diyerek dudağını büktüğünde gözlerimi devirdim. Beni buna alıştırmış ve bağışıklık kazanmama neden olmuştu.

"Cemre kes şunu artık. Sıktın." Dediğimde biçimli kaşları alayla havalandı.

"Daha yeni başlıyoruz Efsacık." Sesindeki alayı solurken yumruk yaptığım elimi açtım ve sakin olmaya çalıştım ama sanki bilerek üzerime daha çok geliyor ve beni sinirlendirmeye çalışıyordu. Ondan kurtulmak ve muhatap olmak istemediğim için arkamı döndüm. Tam uzaklaşacağım sırada yeniden konuşmuştu. "Pasaklı şeytan." Dediğinde kaşlarım çatılmıştı. Bu iki kelime omzumun üzerinden ona dönmeme neden olurken kanımda kaynayan keskin öfkeyi hissedebiliyordum. Beni birçok defa insanların içinde rezil etmişken hala bu çabasına anlam veremiyordum. Bu kadar nefret edecek kadar ne yapmıştım tam olarak emin olamadım. Hayır, sadece o çocuk yüzünden olamazdı bu yaptıkları. Başka bir nedeni illaki olmalıydı. Ya da kafadan zır deliydi ve sadece uğraşmış olmak için uğraşıyordu.

Son seçenek aklıma baya bir yatmıştı.

"İnsan bir saçlarını tarar, bu nasıl bir pasaklılık ya? Görüyor musunuz kızlar, babaannemin gömleğini giymiş bir de."

Beni sinir etmek için yaptığından o kadar emindim ki. Beni çıldırtmak istiyordu. Ona bir şey yapmamdan, gerçekten çıldıracak olmamdan korkmuyor muydu sahiden?

Kanımda kaynayan öfke eriyerek damarlarıma doğru akarken bir anda gözümün önündeki her şey buğulanmıştı. Sadece Cemre ve onun kıpırdayan dudakları vardı. Hala bir şeyler diyor ve arkadaşlarının gülmesine sebep oluyordu. Yılan gibi bakan gözleri gözlerimin üzerindeydi. Bakışları beni sinir etmekten çok, artık öfkelendirmeye başlamıştı. Yakıcı bir öfke bütün vücudumu yavaş yavaş ele geçirirken titrediğimi hissettim. Kanım sıcacıktı, damarlarımı kavuruyordu ama vücudum aksine buz kesilmişti. Gözlerim usulca kısılırken Cemre'ye diktim bakışlarımı. Şu an hissettiğim şey çok tanıdık gelmişti ama ne olduğunu çıkaramıyordum. Vücudum bana yabancıydı. Hissettiğim bu yakıcı öfke bana yabancıydı. Ben soğukkanlı bir insanken bu kadar hızlı, bu kadar şiddetli hiçbir zaman öfkelenmemiştim.

Bir kere hariç.

Zihnime doğum günümün olduğu gece kolumu tutan ve sarkıntılık eden adam düştüğünde vücudum bir kere daha sarsıldı. Sanki şu an içimde iki kişi vardı. Biri karşımda bana bakan Cemre'ye zarar vermek isterken diğeri zihnime düşen anıyla birlikte ürkek bakışlar atıyor ve beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Cemre'ye zarar vermek isteyen tarafım çok baskındı.

Cemre'nin yüzü karşımda tuhaf bir şekilde kasılırken bakışlarım buğulandı ve görüşüm darmaduman oldu. Gözlerimin etrafında siyah benekler oradan oraya savruluyordu. Cemre'nin çığlığını duyduğum sırada gözlerimin etrafında dalgalanan siyah benekler yoğunlaştı. Dikkat kesilerek onu görmeye çalıştım. Ellerini başına bastırmıştı ve ağlıyordu. Kulaklarımın uğultusunun ardında arkadaşlarının ona merakla soru sorduğunu duyabiliyordum. Damarlarımda akan kanın beynime hücum ettiğini hissettim. Vücudum artçı sancılarla sarsılırken şakaklarım zonklamaya başlamıştı.

Kulaklarıma başka bir uğultu daha eklendiği sırada gözümün önündeki siyah benekler hareket etti ve görüş alanımın kenarlarına çarparak kendilerini infilak etti. Etrafımdaki her şey birden netleşirken şaşkın bir şekilde Cemre'ye baktım. Elleri hala başının üzerideydi ve ağlamaya devam ediyordu. Kaşlarım çatılırken ne olduğuna anlam veremeyen tarafım şaşkınlıkla sarsılmıştı.

Bir anda ne olmuştu da bu kadar darmadağın olmuştu böyle? Benimle alay ederken gayet sağlıklı görünen kız resmen yerle bir olmuştu.

Biraz önceki öfkemi hatırladığımda bütün bedenim kasıldı ve irkilmeme neden oldu. Bir tarafım saçmalamaya başlamıştı. Bana saçma sapan şeyler söylüyor ve huzursuz olmama neden oluyordu.

Bunu sen yaptın, diye şaşkınlıkla soludu bir tarafım. Mantıklı yanım ise bunun imkânsız olduğunu bas bas bağırıyordu. Bunu benim yapmış olmam imkânsızdı, mümkün değildi.

Hala Cemre'yi izleyen gözlerim üzerinde hissettiği bakışlarla birlikte kantinin kapısına doğru döndüğünde bana ciddiyetle bakan tanıdık katran siyahı gözlerle buluşmuştu. Gözlerime kilitlenen gözlerini kırpmadan bana bakarken yutkunmaya çalıştım. Kollarını göğsünde birleştirmiş ve duvara yaslanmıştı. Siyah dağınık saçları, düzgün burnu, biçimli dudakları ve adem elması... Her şey son gördüğümdeki gibiydi.

İç sesim birden her şeyi unutup fısıldadı.

Çok güzel.

Kemikli yüz hatları üzerinde dolaşan gözlerim en son yeniden gözlerine çıktığında gözlerinin donukluğu karşısında titrememe engel olmaya çalıştım. Soğuktu ve üşümeme neden oluyordu. Kafasını yana eğip bana daha da dikkatli bakınca yutkunmama engel olamadım. Nefeslerim boğazıma bir boncuk gibi dizilirken üzerime birden binen yorgunluğu görmezden gelmeye çalışmak zordu.

Bakışlarında garip bir şey vardı. Buradan bile görebiliyordum ve beni rahatsız ediyordu. Sanki bir şey yapmışım gibi bakan gözlerinden gözlerimi çekememem de neyin nesiydi bilmiyorum ama soluklarım sıklaşmıştı.

Suçlu gibi bakıyor, diye fısıldadı iç sesim. Bakışları karşısında inine girmiş ve ürkmüş gözleriyle adama bakıyordu. Kolları bacaklarına dolanmış, kendini korumak istiyor gibi bir hali vardı. Her şeyden saçma sapan bir şey çıkaran iç sesime saçmalamamasını söyledim ve gözlerimi bir kere daha çekmeye çalıştım.

Sanki gözlerimi gözlerine hapsetmişti.

Cemre ve arkadaşları büyük bir gürültüyle sandalyelerinden kalktıklarını göz ucuyla gördüğümde sonunda bakışlarımı katran siyahlarından ayırmış ve o tarafa dönmüştüm. Cemre iç çekerken arkadaşları onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Donuk zihnime birkaç kez revir kelimesi çarptığında Cemre'nin gerçekten kötü olduğunu anlamıştım.

Suçlusun.

İç sesim pustuğu yerden kafasını uzattı. Korku dolu bakıyordu.

Cemre ve arkadaşlarının kalktığı boş sandalyelere göz ucuyla baktığımda artık burada oturmak istemediğimi fark etmiştim ama yapacak pek bir şeyim yoktu. Duru gelene kadar onu beklemem gerekiyordu ve bekleyebileceğim tek yer burasıydı. Yavaşça sandalyenin birine otururken sırtımın tanıdık gözlere dönük olmasına özen göstermiştim. Onu görmek ve bir daha gözlerine hapsolmak istemiyordum, zira bu beni biraz ürkütmüştü.

Merakıma yenik düşen yanım birkaç saniye sonra arkamı dönmem için beni dürtüklediğinde tepkisiz kalmaya çalıştım. Ona uymak istemiyordum ama kendime engel olamadım ve omzumun üstünden usulca arkama doğru baktım. Orada değildi, gitmişti. Gergin bir nefes verdiğimde nefesimi tuttuğumu fark etmiştim. Onu ilk gördüğüm anki gibi hissetmekten kendimi alamıyordum. Çok tuhaftı. Gözleri, bakışlarının yoğunluğu, hissettirdikleri...

Gözlerimi kapatıp başımı iki yana sallarken o adamı düşünmemeye çalıştım ama iç sesim sürekli konuşuyordu. Bu okulda ne aradığını sorguluyor, bir daha onu görmeyeceğimi düşünen tarafım isyan ederek inliyordu.

Bu kötü bir tesadüften başka bir şey değildi.

Yarım saat boyunca kantinde öylece oturmuş ve kitap okumaya çalışmıştım. Bazen aklım kayıyor ve o adamı düşünmeden duramıyordum. Bazen değil, kitap okuma sürem boyunca neredeyse hep o adamı düşünmüştüm. İçimdeki burkulmaya engel olamıyordum ama onun hakkında hissettiğim başka bir şey daha vardı.

Beni huzursuz etmişti.

Aklımda dolanan tilkileri zihnimin bir odasına hapsederken ayağa kalkmış ve tuvaletlere doğru yürümeye başlamıştım. Elimi yüzümü yıkayıp kendime gelsem hiç fena olmazdı. Başım yeniden zonklamaya başlamıştı ve ben bu ağrıya hiç alışık değildim. Lavaboya girerken elimi enseme attım ve ağrının olduğu yeri ovalayıp hafifletmeye çalıştım ama bu çabam boşa gibiydi. Ağrı varlığını ensemde hüküm sürmeye devam ediyordu.

Musluğu açıp ellerimi soğuk suyla yıkarken gözlerim aynadaki görüntümdeydi. Gözlerimin elası hala yerli yerindeydi, parlıyordu ama üzerine dağılmış siyah benekler hala alışık olmadığım bir görüntüydü. Bir süre daha gözlerime böyle bön bön bakacağımdan emindim. Gözlerimi aynadan çekip avucumun içine su doldururken derin bir nefes aldım ve soğuk suyu yüzüme çarptım. Yere serilmiş bana kirpiklerinin ardından bakan bilincim sanki ayılmaya başlamıştı. Sivri uçlu iğneler acımasızca tenime batarken bir kere daha yaptım aynı işlemi. Rahatlamaya çalışıyordum ama bu çabamın boşa olduğunu fark edince yüzüme su çarpmayı bırakıp gözlerimi aynaya doğru kaldırdım.

Yansımama, gözlerime, yüzüme bakmak istiyordum ama gözlerim aynada yansıyan başka bir şeye takılmıştı. Kaşlarım anında çatılırken önce anlam veremedim ve dikkat kesildim. Gözlerim kısıldı ve aynı anda nefeslerim boğazıma takıldı. İç sesim her zamanki gibi korkmuş ve mağarasına sinmişti ama bu sefer kafasını bile çıkaramıyordu.

Arkamdaki duvara yansıyan gölge görüşümde netleştiğinde bacaklarım titredi. Düşmemek için aynaya elimi dayarken gözlerimin önünde yeniden siyah benekler belirmiş ve kendilerini savurmaya başlamışlardı.

Bir an acaba hayal mi bu gördüğüm, diye düşündüm. Gözlerimi ıslak parmaklarımla ovaladıktan sonra gölgenin hala orada olduğunu görmek bu sefer endişelerime kanlı bir çentik atmış ve ardından tuz basmıştı. Zihnimin bir oyunu olduğunu söyleyip duruyordum kendime ama mağarasından kafasını uzatarak bana ürkekçe bakan iç sesim buna şiddetle karşı çıkıyordu.

Bir saniye bile düşünmeden arkama dönüp tuvaletin kapısına doğru koştum ve tereddüt etmeden kendimi dışarı attım. Yanımda bulunan duvara dayadığım sırtım derin nefeslerim yüzünden arada bir duvardan uzaklaşıyor sonra geri yapışıyordu. Çarpan kalbim neredeyse yere serilmeme neden olacaktı. İyi hissetmiyordum ve dehşet içindeydim. Zihnimde sürekli gölgenin silüeti beliriyor ve duvarlara çarparak ses çıkartıyordu.

Gözlerimi sımsıkı kapattığım sırada omzuma dokunan ellerle birlikte irkildim ve gözlerimi araladım. Sare yüzüme şaşkın bir şekilde bakıyor ve neden bu halde olduğumu anlamaya çalışıyordu.

"Efsa iyi misin?" diye sordu sesindeki şaşkınlığı gizlemeden. Ona cevap veremedim ama derin nefeslerim ve muhtemelen kireç gibi beyazlamış yüzüm ona en iyi cevabı veriyordu. "Sorun ne?" diye sordu tekrardan. Omuzlarımdaki elleri sıkılaşmıştı, yüzümün her bir zerresini mavi gözleriyle tararken bir an düşüp bayılacağımı sandım.

Nefeslerim yavaş yavaş kendine gelirken çantamın içerde kaldığını fark etmiş ve yeniden tedirgin olmuştu.

Sare'nin bana korkmuş bir şekilde bakan gözlerine bakarak, "Tansiyonum..." diyebildim en sonunda. "Tansiyonum düştü sanırım." Söyleyebilecek en uygun yalan buydu. Zaten beynim bu durumdayken başka bir yalan düşünmeye gücüm yetmezdi.

"Yapabileceğim bir şey var mı? Revire gidelim istersen?"

Başımı iki yana salladım. "Teşekkür ederim. Çantam içerde kaldı onu getirebilir misin?" Beni sorgulamadan ricamı yerine getirmek üzere tuvalete girdiğinde onun için tedirgin olmadan edemedim. Oradaki o şey... O gölge ona bir şey yapar mıydı? Onun hayali olduğunu düşünen mantıklı yanım buna karşı çıkmıştı. O gölge sanrıdan başka bir şey değildi, gerçek olması imkânsızdı ama bir tarafım ise korkudan tir tir titriyordu.

Sare elinde tuttuğu çantamla tuvaletten çıktığında düşüncelerim yere düşerek paramparça oldu. Rahatlamayla derin bir nefes alırken çantama uzandım ve teşekkür ettim. Sare ise halimden hiç memnun gözükmüyordu. Gergin dudaklarını birbirine bastırmış suratıma tedirgin olduğunu belli eden bakışlar atarken acaba o da mı gördü diye düşünmeden edemedim ama konuştuğunda bu tedirgin halinin benden kaynaklandığını anlamıştım.

"Revire gidelim. İyi görünmüyorsun." Dedi koluma girerken. Ona karşı koymak istedim. Revirlik bir işim var mıydı emin değildim. Sadece titreyen bacaklarım rahatlamak istiyordu. Hemen üstünde bulunduğum zemine yığılabilirdim.

Onun yardımıyla birlikte küçük adımlarla revire doğru giderken telefonumun sesini duymuştum. Çantamdan çıkarıp kimin aradığına baktım. Duru'ydu. Sanırım dersten çıkmıştı ve beni kantinde göremeyince merak etmişti. Onu daha fazla bekletmeden cevapladığımda, "Neredesin?" diyerek açtı telefonu.

"Sare'yleyim. Revire gidiyoruz." Sesim o kadar yorgun çıkıyordu ki eminim Duru bunu fark etmiş ve endişesine engel olamamıştı. Şu an kaşlarını usulca çattığına bahse girerdim.

"Ne?"diye sordu önce anlamamış gibi. "Ne reviri, ne oldu, iyi misin?" Sorularını endişeyle sıralarken gülmek istedim ama başımdaki zonklama buna engel olmuştu.

"İyiyim. Sadece biraz tansiyonum düştü sanırım, merak etme." Duraksadım. "Sen çıktın mı dersten?"

"Evet. Geliyorum hemen." Telefonumu benim cevabımı beklemeden yüzüme kapattığında Sare yanımda kıkırdamıştı.

"Bıcır bıcır... Onun bu davranışlarına hala alışamadım."

Gülümsedim. Duru her zaman hayat doluydu ve onu tanımayan insanları bile bu haliyle etkileyebiliyordu. Bunun farkındaydım ve Sare de farkındaydı. "Delinin teki." Dedim hala gülümserken.

Revire girdiğimizde doktor tansiyonumu ölçmüştü. Gerçekten de düşen tansiyonum karşısında biraz da olsa rahatladım çünkü yaşadığım şeyler üzerine bir bahane gibi görmüştüm. Belki de tansiyonum düştüğü için öyle saçma şeyler görmüştüm... İç sesim resmen benimle dalga geçercesine tısladığında haklı olduğunu biliyordum. Düşük tansiyonun sanrı görmemde hiçbir etkisi yoktu. Bunun farkındaydım ama mantık arayışına giren beynim artık kendini kaybetmek, erimek üzereydi.

Revirin kapısı sertçe açıldığında ve Duru nefes nefese içeri girdiğinde yattığım yerden doğrulmaya çalıştım ama bana engel olmuştu. "Ne kalkıyorsun kızım, kurt mu var. Uzan uzandığın yerde."

Gözlerimi devirdim ve surat astım.

"Ne oldu birden?" Soruyu bana değil Sare'ye yöneltmişti. Bu yüzden dudaklarımı aralama gereği bile duymadım.

Sare omuz silkti. "Tuvaletin oradaydı. Nefes nefese kalmış, kireç gibi olmuştu suratı." Dediğinde onlara dönüp, "Aloo ben buradayım, bana sorsanıza." demek istedim ama yorgunluğum buna izin vermedi.

Duru sonunda bana döndüğünde, "Ne oldu?" diye sordu. Ona sinir olduğum için sadece omuz silkmekle yetindim ve gıcık olacağını bildiğim halde gözlerimi kapatarak duymamış gibi yaptım. Bu hareketim üzerine çoktan dır dır etmeye başlamıştı.

"Bu kız niye böyle ya?" Sare'yle dedikodumu yapıyordu. "Duvarla konuşsam en azından yankı yapar." Hem de benim yanımda. "Allah bana peygamber sabrı vermiş."

Sare Duru'nun dediklerine arada bir kıkırdarken onlar yokmuş gibi davrandım ve sadece dinlenmeye çalıştım. Zihnimin için kalabalıktı ve bütün düşünceler birbirine girmiş, bir savaş halinde birbirlerine kılıç sallıyorlardı. Bazıları yedikleri kılıç darbesiyle yerde kanlar içinde yatarken, bazıları aldıkları zaferler yüzünden sevinç nidaları atıyordu. Zafer kazanan bir düşüncem benim tam bir zır deli olduğumu söylüyordu ve bu düşüncemden hiç memnun değildim.

"Daha iyi misin, gidelim mi?" Duru'nun sıcak nefesini yanağımda hissettiğimde gözlerimi açıp ona baktım. Dibime kadar girmiş gözlerimin tam içine bakıyordu. "Gözlerine nasıl alışacağım bilmiyorum Efsa..." Başını sağa sola sallayarak geri çekildi ve benden cevap bekledi. Yerimde doğrulurken daha iyi hissediyordum.

"Gidebiliriz."

Sare şaşkın bir sesle, "Ne olmuş ki gözlerine?" diye sorduğunda birine daha açıklama yapacak olmak beni biraz da olsa germişti. Sare de Duru gibi dibime girdi ve mavi gözlerini tam olarak gözlerime dikti. Göz bebekleri yaşadığı şokla irileşirken, "Ne bu?" diye sordu afallayarak. "Değişmiş."

"Doktora gittik, bir problem yokmuş." Diye mırıldandı Duru.

Sare emin olamamış gibi hala gözlerimin içine bakarken rahatsız bir şekilde kıpırdanıp ondan uzaklaştım. Açıklama yapmak istemiyordum çünkü ben bile ne olduğunu kendime açıklayamıyorken başkasına bunu yapamazdım. Bu durum gerilmeme neden oluyordu.

"Hadi gidelim." Dedim ve onları beklemeden montumu hızlıca üzerime geçirip dışarı çıktım. Hemşire çıktığımı gördüğünde oturduğu masadan kalkmadan bana doğru gülümsedi.

"Geçmiş olsun canım."

Ona teşekkür edip hızlı adımlarla kapıya ulaştım ve revirden çıktım. Keskin soğuk bir anda bedenimin üzerine aç piranalar gibi doluşurken çoktan tenimi kemirmeye başlamıştı. Bu şehrin bu soğuğuna hiçbir zaman alışamayacaktım ama hoşuma gitmediğini söyleyemezdim. İnsanı kendisine getiren bir soğuğu vardı ve bütün bilincimi yerine getiriyordu.

"Kızlar ben eve geçiyorum." Sare bize hitaben konuştuğunda ona sarılıp teşekkür ettim. O bu teşekkürümü beni revire götürdüğü için ettiğimi düşünüyordu ama sadece onun için değildi. Beni o durumda kurtarıp korktuğum bir anda yanımda olduğu içindi teşekkürüm ama bunu bilmesine gerek yoktu.

Sare yanımızdan ayrıldığında Duru'yla yavaş adımlar atarak yürümeye başladık. Başta ikimiz de sessizdik. Ben yorgun olduğum için konuşmuyor, Duru ise bana sinir olduğu için konuşmuyordu ama çok geçmeden bu ruh halini üzerinde sıyırmış ve bana dönmüştü.

"Benimle falcıya gelir misin?" Kaşlarım çatıldı. Yine aynı muhabbetlere başlamıştı. Benim böyle şeylere inanmadığımı ve sadece para tuzağı olduğunu düşündüğümü biliyordu ama ısrarla beni falcıya götürmek istiyordu. Onun bu batıl, fantastik inançları karşısında bir gün deliye dönüp çığlık atacaktım.

Onun sorusuna aldırmadan, "Duru?" dedim ciddi bir şekilde. Adımlarımı yavaşlatırken onun da kolunu tutup yavaşlamasını sağladım.

"Evet?" Beklenti içinde bana bakan suratı şu anda gözüme yavru köpek gibi görünmüştü ama ciddiyetimi bozmadım.

"Sana bir şey soracağım ama samimi bir şekilde cevap vereceksin."

"Ne soracaksın?" Dedi merakla.

"Doğru söyle ama tamam mı?" Diye direttiğimde, "Tamam kızım, söyle hadi uzatma."

"Sen salak mısın?"

Kaşları anında çatılırken oflayıp bana her zamanki sert bakışından attı. "Efsa seni gerçekten anlamıyorum. Hiç mi inanmıyorsun bu tür şeylere?"

"Neden inanayım? Gerçek değil. Hepsi para tuzağı."

Burnunu kırıştırdı. "Şu an gideceğimiz yer öyle değil ama. Kadın cidden bir medyum. Ne söylerse oluyormuş." Hemen ardından ekledi. "İstersen Cemre sürtüğüne büyü yaptırabiliriz." Gözlerimi devirdim. Duru yüzünden şehirdeki tüm falcıları gezmiş olmam yetmiyormuş gibi şimdi de medyum olduğuna inandığı bir kadına gidiyorduk. Para hırsızı onlarca falcıdan sonra medyum olduğu söylenilen bir kadına inanmamı bekleyemezdi benden.

"Peki buna nasıl emin olabiliyorsun?"

"Onun hakkında internette bir sürü yazı var. Ayrıca kendi yazmış olduğu yazılar da var. Haberlere çıkmış ve kehanetleri bir bir tutuyormuş..."

Hiç inandırıcı gelmiyordu. Böyle insanların sırf Duru gibi insanlardan para koparmak için yapmayacakları şey yoktu. Duru ne derse desin ona inanmayacaktım.

"Duru beni delirtiyorsun." Dediğimde tekrar yürümeye başlamıştık. "Yavru köpek bakışlarına da alıştım artık, şöyle bakmayı kes." Gözüm yanımda ürkek köpek bakışları atan Duru'ya kaydığında kolunu cimcikledim. Acıyla inlediğinde, "Ne yapıyorsun kızım ya? Sen benim yakın arkadaşımsın. Bırak falcıyı, lağım çukuruna da girsem benimle gelmek zorundasın."

Gözlerimi devirdim. Onu öyle saçma sapan yerlerde yalnız bırakacak elbette değildim ama parasını öyle yerlere harcamasından haz etmiyordum. Her insan gibi doğru düzgün şeylere inanan biri neden değildi ki? Böyle farklı biri olmak onu zorlamıyor muydu? Üstelik inandığı şeyler sadece bunlarla da sınırlı değildi.

"Neyse..." diye homurdandım. "En azından beni vampir olduğunu iddia eden birine götürmüyorsun."

Evet, vampirlere ve kurt adamlara da inanıyordu.

Maalesef...

Kıkırdadı. "Henüz öyle birini bulmuş değilim ama bulursam söz ilk seni götüreceğim."

Duru beni zorla peşinden sürükleyip bahsettiği medyum kadının mekânına getirdiğinde kapıdan girmeden önce heyecanlı bir şekilde bana doğru döndü ve fısıldadı. "Korktuğunu belli etme."

Kaşlarım alayla havalandı. "Neden? Yoksa korktuğumuz için bizi cezalandırır mı?"

"Seni cezalandıran cezalandırmış cadaloz."

Kapıyı itip açarken tereddütle baktım içeriye. Loş bir ışığın aydınlattığı mekân ağır bir tütsü kokusuyla sarmalanmış, bizi selamlıyordu. Kan kırmızısı bütün duvarlara hâkimiyetini kurmuş, duvarların kanıyor gibi görünmesini sağlamıştı. Diğerlerinden daha uzun olan duvara takılmış bir geyik kafası vardı ve bende keskin bir rahatsızlık hissi yaratmıştı. Bu yere girmek istemediğimi fark ettim ama Duru'nun ısrarcı bedeni beni içeriye çoktan itmişti. Gözlerim irileşmiş etrafa şaşkın bakışlar atarken, "Burası korku filmlerindeki katilin öldürdüğü kişileri doğradığı yere benziyor." Diye fısıldadım Duru'ya eğilerek. "Duvarları da kurbanlarının kanıyla boyamış."

Duru ise elini dudaklarının üzerine koydu ve, "Şşşş..." diye fısıldadı. "Bizi duyabilir."

Odanın ortasında durmuş yolunu kaybetmiş bir bedevi gibi etrafımda dönerken yumuşak bir ses bize seslendi. "Hoş geldiniz hanımlar. Kime bakmıştınız?" İkimiz de gelen sesle birlikte kulaklarında kocaman bir halka küpe olan kel adama döndük. En az otuzlarındaydı. Sağlıklı görünen esmer teni loş ışıkta parlıyordu.

Duru ne diyeceğini bilememiş gibi adama baktıktan sonra, "Şey," diyip bana döndü. "Adı neydi bu medyumun ya?" diye sorduğunda gözlerimi devirdim.

"Ne bileyim." Ters çıkan sesimi umursamadan adama geri döndü ve birkaç saniye bön bön baktı. Adam ise Duru'nun bu halini tuhaf karşılamamış aksine eğlenceli bulmuştu.

"Ne tatlı şeysin sen öyle..." deyip elini Duru'ya salladı ve kıkırdadı. Kelimeler ağzından yuvarlanarak çıkıyordu. Adamın bu tatlı haline karşılık neredeyse ben de gülecektim ama dudaklarımı birbirine bastırdım ve engel oldum. Duru'ya tavırlıydım ve yumuşadığımı sanmasını istemiyordum. "Camilla'ya mı geldiniz? Pek dövme yaptıracak biri gibi durmuyorsunuz." Diye sorduğunda Duru'nun ağzından bir hah dökülmüştü.

"Aynen, Aynen. Nasıl unuturum..." Dedi heyecanla. "Medyum Camilla'yla görüşmek istiyoruz. Burada mı acaba?"

Adam yeniden kıkırdadı. "Tabii ki burada. Takip edin beni."

Arkasından yavaş adımlarla uzun koridora girdik. Duvarlar kızıllığını koruyordu ve bu kızıllık artık beynimi yormaya başlamıştı. Koridorun sonundaki kapıya tereddütle baktığımda geniş siyah bir kapının üstünde yazan yazıyı gördüm. Bilmediğim bir dilde yazılmış cümleler gözüme bir an için hiç de yabancı gelmemişti. Kaşlarım usulca çatılırken damağımdaki acı tadı yok saymaya çalıştım. Stres içindeki bedenim gerilmekten ağrıyordu.

Kapının önüne geldiğimizde adam duraksamış ve bizim de duraksamamıza neden olmuştu. "Buradan sonrasını siz halledersiniz. Ben işimin başına döneyim." Dediğinde Duru boş boğazını tutamadı ve onu ilgilendirmeyen bir soru sordu. "Sen ne iş yapıyorsun?" Adam bu soru üzerine gülümsedi.

"Meraklı Melahat. Aynı ben!" Adamın bu gereksiz neşesi bulaşıcı gibiydi. Bu sefer gülümsememe engel olamamış ve ben de gülümsemiştim. "Dövme yapıyorum güzellik. Bir gün istersen sana da güzel bir şeyler yaparız."

"Annem kızar." Duru dudaklarını büzerek adama küçük bir çocuk gibi baktı. Adam ise, "Hmm..." diyerek kafasını yaramaz bir çocuk görmüş gibi sağa sola sallamıştı. "Anne izni olmadan olmaz tabii." İnce bileğinde duran altın rengi saatine baktı. "Kızlar, müşteri bekliyor. Ben kaçar." Deyip yanımızdan ayrıldığında Duru ve ben önümüzdeki siyah kapıyla bakışırken bulduk kendimizi.

"Hazır mısın?" diye sordu derin bir soluk alırken. Sesi bir fısıltıdan farksızdı.

"Abartmıyor musun?" diye sorarken sesim huysuzdu.

"Şşş..." Kapının koluna uzandı. "İçeride saçma sapan bir şey söyleme."

"Ben sen miyim de patavatsızlık yapacağım?"

Duru beni duymamış gibi yaptı ve kapıyı araladı. İçeriye doğru yavaş bir adım attı. Onun arkasından içeri girdiğimde kafam kapının üzerinde asılı duran çıngırak tarzı süse çarpmıştı. Duru kaşlarını çatıp bana omzunun üzerinden rahat dur, der gibi baktığında ona yüzümü buruşturarak cevap verdim. Sanki uzun boylu olmak benim suçumdu.

Geldiğimiz yerden daha ferah olan odada gözlerimi dolaştırırken etraftaki her nesneyi özenle inceledim. İçimde merakımı körükleyen bir his vardı ve odayı incelemem için beni dürtüp duruyordu. Oda kırmızı ve koyu yeşil tonlarıyla döşenmişti. Dört duvarın karşılıklı duran iki duvarı kırmızıyken, diğer karşılıklı duran duvarları ise koyu yeşildi. Diğerlerinden daha uzun olan yeşil duvara yaslanmış kahverengi deri L şeklinde bir koltuk vardı. Odada ışık denen nimetten eser yoktu. L koltuğun hemen yanında bulunan deri kaplı abajurdan yayılan loş ışık odayı aydınlatmak için tek başına çırpınıyordu. Pencereleri sıkı sıkıya örten koyu yeşil rengindeki kalın perde içeriye güneş ışığının girmesine engel olurken kasveti soludum. Geldiğimiz yerden daha ferah olsa da kasvetten kurtulamamıştı. Üzerine yapışıp kalan rahatsız edici bir kasvet bulutu vardı. Burnuma dolan ağır tütsü kokusuyla birlikte yüzümü buruşturup Duru'ya döndürdüm bakışlarımı ve huysuz bir şekilde, "Hani, nerede?" diye sordum. Bir an önce kadını görüp gitmek istiyordum.

"Ne bileyim Efsa, adam burada olduğunu söylemişti." Bana gözlerini devirip meraklı bir şekilde etrafını incelemeye devam etti. "Sence nasıl biri?" Cevap vermediğimde bir daha konuştu ama bu sefer kendi kendine konuşuyor gibiydi. "Belki de sandığım kadar korkunç biri değildir." Onu onaylamayan tarafım şiddetle karşı çıktı. Kesinlikle korkunç biri olduğunu düşünüyordum. Hayallerimde saçları kabarık, burnu yamuk, dişleri sigaradan sararmış bir kadın canlanırken yumuşak bir kadın sesi duyuldu. "Geliyorum hemen!" İçeriden bir yerden gelen bu ses karşısında şaşkın bir şekilde Duru'yla bakıştık. Sert bir şekilde yutkunduğunu gördüğümde dudağımın kenarı alayla havalanmıştı.

Gerçekten tam bir deliydi.

Yumuşak tonlu sesin sahibi boncuklu kapıdan geçip görüş açımıza girdi. Elindeki havluyla ellerini kuruyordu. Gözleri bir beni bir Duru'yu taradığında rahatsız bir şekilde kıpırdandım. Olduğum yerden hiç memnun değildim.

Gözlerim, hayallerimin aksine çok hoş görünen kadını incelerken şaşkınlığıma engel olamadım. Otuzlu yaşlarında bir kadındı. Düz kızıl saçları beline dökülüyordu. Burnu küçücük, fındık gibiydi, dudakları pespembe ve sağlıklı görünüyordu. Bize yarım ağız bir şekilde gülümsediğinde düzgün, bembeyaz dişlerini gördüm ve şaşkınlığıma engel olmaya çalıştım. Hippi tarzındaki giyimi ona çok yakışmıştı. Uzun eteğini savurarak koltuğa adımladı ve usulca oturdu. "Bu ziyareti neye borçluyuz?" diye sordu deri koltuğun hemen önündeki cilalı, parlak sehpaya eğilirken. Üstünde duran, bitmiş olan tütsüyü eline aldı ve koltuğun yanındaki çöp kovasına attı. Daha Duru cevap vermeden yeniden konuşmuştu. "Şimdiden söyleyeyim. Büyü falan yapmıyorum."

Duru birkaç saniye bön bön kadına baktıktan sonra sonunda şaşkınlığını bir kenara attı ve kadına doğru yaklaştı. "Sizinle tanıştığım için kendimi çok şanslı hissediyorum!"

Duru'nun bu haline neredeyse gözlerimi devirecektim ama tepkisiz kalmaya devam ettim.

Kadın güldü. Duru'nun söylediği şey hoşuna gitmişe benziyordu. "Ben tanrı değilim güzel kız." Deyip devam etti. "Senin gibi normal biriyim. Abartmaya gerek yok."

Aynen öyle.

"Yazılarınızı ve sizin hakkınızda yazılanları okudum. Bu dediğinizi kabul etmiyorum." Kadının yanındaki boşluğa oturduğunda kendimi buraya ait değilmiş gibi hissetmiştim. Tıpkı dış kapının mandalı gibi... "Doğaüstüsünüz."

Duru'nun tepkisi karşısında şaşkınlıkla dudaklarım aralandı.

Kadın kahkaha attı. "Yabancı diziler sende büyük bir etki bırakmış bence. Bir süre uzak dur onlardan."

"Ben diyorum da dinletemiyorum." Diye araya girdiğimde kadının parlak yeşil gözleri beni bulmuştu.

Ve tam o sıra garip bir şey oldu. Kadın bir süre bana dikkatle baktı. Hiçbir şey demeden, ifadesiz bir yüzle sadece durdu ve bana baktı. Acaba yanlış bir şey mi dedim diye düşündüm ama öyle olmadığından emindim. Sanki tanıyormuşçasına gözlerini kısıp incelerken rahatsız bir şekilde yerimde kıpırdadım. Bu tavrı beni fazlasıyla rahatsız etmişti. Camilla isimli medyum bana bakmayı sonunda kestiğinde tuttuğumu fark ettiğimi nefesi usulca verdim. "Arkadaşını dinle."

"Adınız nedir?" Kadınla konuşmak istemediğim için gözlerimi odanın içinde gezdirmeye başladım. İç sesim kadının sorusu karşısında kaşlarını çoktan çatmıştı.

Madem süper bir medyum, adımızı da bilse ya!

"Duru ben, bu da arkadaşım Efsa."

"Duru ve Efsa. Ziyaretinizi neye borçluyuz?" Kadının değişen ruh halini kim olsa fark ederdi. Duru'da fark etmiş olmalı ki bana anlamaz bir şekilde kısa bir bakış attı.

"Ben sadece sizinle sohbet etmek istiyorum."

"Hevesini kırmak istemem Durucuğum ama ben sadece medyumum. Hayatla ilgili tahminde bulunabilirim. Yani doğaüstü güçlere sahip değilim." Durdu ve bana kısa bir bakış attı. Bu kısa bakışı tüylerimi diken diken etmişti. Sanırım benden pek hoşlanmamıştı ama bunun için hiçbir neden yoktu. Beni sevmemesini sağlayacak bir şey yapmamıştım.

"Tahmin yapabilir misiniz? Mesela ne zaman birine âşık olacağım veya ne zaman hayatımda önemli bir değişiklik olacak?" Duru'nun heyecanına ister istemez ortak oldum. Gerçekten böyle şeyleri bilebiliyor muydu acaba?

Kadın elini kaldırıp Duru'ya uzattı. "Ver elini bakalım." Dediğinde Duru bekletmeden elini onun elinin içine bıraktı. Avucu Camilla'ya dönüktü. Genelde gittiğimiz falcılar avuç içini incelerdi ama Camilla gözlerini kapatmış iki eliyle birden Duru'nun elini tutuyordu.

"Ne zaman âşık olacağını mı merak ediyorsun?" Diye sordu Duru'ya. Hala gözleri kapalıydı. Gözlerimi kırpmadan onları izlerken nefes alış verişlerim hızlanmıştı.

"Evet, lütfen."

Buraya bu saçma sorunun cevabını öğrenmek için geldiğimize inanamıyordum!

"Şıp sevdi olduğunu görüyorum." Diye mırıldandığında dudaklarımı birbirine bastırdım ve gülmemek için kendimi tuttum. Evet, doğru tahmindi. Duru herkese her an âşık olabilirdi. Bu duruma ikimiz de alışmıştık ama Duru'nun burada sormak istediği şey tam olarak ne zaman âşık olacağıydı.

Camilla sanki beni duymuş gibi mırıldandı. "Ama birini çok seveceksin."

Duru heyecanla, "Kimi?" diye sorduğunda, "Sevmemen gereken biri." Diye yanıtladı. Kaşlarım usulca çatılmış, olan biteni izliyordum. Duru'ya böyle saçma sapan şeyler söylememeliydi. Kafasına takan biriydi ve şimdi günlerce, belki de haftalarca bunu düşünüp duracaktı.

"Nasıl yani?"

"Sevmemen gereken birini işte."

Deli saçması!

"Yani o kişiyi bulduğumda âşık olmamalı mıyım?"

Camilla derin bir nefes alıp gözlerini araladı. "Buna sen karar veremezsin, güzelim. Kader çoktan vermiş kararını." Duru bunun üzerine üzgün bir şekilde bana bakmıştı. Kaşlarım çatık bir şekilde ona bakarken ister istemez karşımdaki kadına sinirlendim. Uydurduğu şeyler arkadaşımı boş yere üzecekti. Duru'nun hayallerini bildiğim için şu an ne durumda olduğunu, ne hissettiğini tahmin edebiliyordum. Gerçek aşka her zaman inanan bir insan olmuştu ve dünya üzerinde bir yerde ruh eşi olduğuna emindi. Ruh eşini bulmak ve onunla karşılık aşk yaşamak istiyordu ama bu duyduklarından sonra umudu kalmadığına neredeyse emindim. Zira hayatı boyunca sadece bir kere âşık olacağına inanan o insanlardan biriydi.

Camilla ortamdaki sessizliği yeniden bozdu. "Güzel bir haber vereyim." Dedi Duru'nun asık suratından gözlerini ayırmadan. "Bir hayalin gerçek olacak." Bunun üzerine Duru'nun asık suratı aydınlanmış ve güneş açmıştı.

"Ayy... Hangi hayalim acaba? Bir sürü hayalim var benim." Diye şakıdı Duru. Camilla ise tebessüm etmişti. "O da artık sana sürpriz olsun. Başka sorun var mı?"

"Sanırım bu kadar yeterli. Teşekkür ederim." Duru elini Camilla'dan yavaşça çekerken gözleri beni buldu ve sinsi bir şekilde gülümsedi. Başta neden bu yüz ifadesine büründüğünü anlamamıştım ama sonra heyecanlı bir sesle bağırdı. "Efsa sana da baksın!" Hayretle ona bakarken o sırıtmaya devam ediyordu. Böyle şeylerden hoşlanmadığımı bildiği halde beni bir şeylere zorlaması hoş değildi. Kaşlarım çatık bir şekilde hala Duru'ya bakıyorken gerek olmadığını söylemek için dudaklarımı aralamıştım ama Camilla benden önce davrandı.

"Hadi, gel bakalım." Dedi yanındaki boşluğa vurarak. Ayaklarım geri geri gidiyordu. Oraya oturmak, Camilla'ya elimi uzatmak ve biraz önce Duru'ya yaptığı gibi önüme deli saçması şeyler sunmasını istemiyordum.

Soğuk bir şekilde, "Ben inanmam ama." Dediğimde gülümsedi.

"Duru inanıyor ama. Onun hatırına."

Tereddütle yanına adımlayıp Duru'nun benim için açtığı boş yere oturdum ve elimi Camilla'ya uzattım. Gergindim ve biraz da korkuyordum ama bunun nedenini tam olarak çözememiştim. Belirsizlik hissiyle dolup taştım. Camilla uzattığım elimi tuttu ve gözlerini yumdu. Yanağımın içini dişlerken bana neler uyduracağını düşünüp duruyordum. Derin bir nefes alıp yanaklarımı şişirdim ve bu saçma işkencenin bir an önce bitmesi için dua etmeye başladım. Eve gitmek, duş almak ve yatağıma kıvrılıp uyumak istiyordum. Tek istediğim buydu. Başımı dinlemek ve kendimi bugün yaşadıklarımdan sonra ödüllendirmek istiyordum.

Duru sırtımı dürtüklediğinde ona omzumun üzerinde ters bir bakış attım. Bana aldırmadan dilini çıkardı ve zafer kazanmış gibi gülümsedi. Benimle bu şekilde alay etmesi hoşuma gitmiyordu. Sevmediğim şeyleri zorla yaptırıp sonra şirin bir şekilde gülümsemesi bile beni sakinleştirmiyordu artık. Bazı şeylerden vazgeçmesi iyi olurdu. Mesela çeşit çeşit falcılara gitme olayından veya Tarot falı baktırmaktan.

Elimin üstündeki baskıyı hissettiğimde gözlerim Camilla'yı bulmuştu. Gittikçe artan baskı canımı acıtmaya başlamıştı ama Camilla bunu fark etmemiş gibiydi. Yüzü acı çeker gibi kasılmış, elimi ise sımsıkı tutmuştu. Çekmeye çalıştım ama bırakmadı. Baskı daha fazla arttığında hissettiğim acıyla dişlerimin arasından resmen tısladım. "Camilla? Canımı acıtıyorsun." Duru'nun meraklı bakışlarını hissedebiliyordum.

Huzursuzluk keskin bir hançeri eline almış ürkütücü bir şekilde bana gülümserken gözümün içine bakarak tüm vücuduma kanlı çentikler atmaya başlamıştı.

"Şşşş..." dedi beni susturmak ister gibi. Ellerini gevşetmişti ama hala bırakmak istemiyor gibi sıkı tutuyordu.

"Bırakır mısın? Yeter artık." Elimi son kez kurtarmaya çalıştım. Bu tuhaf tavrı da neydi? Duru'da böyle bir şey olmamıştı. Duru'nun canını yakmamıştı. Elini tutarken onunla konuşmuştu da hatta ama benimle daha farklıydı.

Ellerimi sonunda bıraktığında gözlerini araladı. Yeşil gözleri artık parlamıyordu. Bütün ışığı sanki bir güç tarafından kapatılmıştı ve karanlığa mahkûm edilmişti. Korkunun karanlığa bürünmüş gölgesini gördüm bana bakan gözlerinde. Bir süre yüzüme ifadesizce bakarken donup kaldığını sandım. Gözlerimin tam içine bakıyordu ve bu beni rahatsız etmişti.

"Özür dilerim Efsa. Canını mı yaktım?" Uyuşan ellerimi ovalarken kızardıklarını fark ettim. Ona çok kızmıştım ama yine de sakince, "Sorun yok." Dedim. Sesim ters çıkmıştı.

Duru'nun korkudan çatallaşmış sesi aramızdaki ciddi bakışmayı böldü. "Bir şey gördünüz değil mi?" Duru böyle şeylere inanan biri olarak elimi acıtmasını Camilla'nın görmüş olabileceği korkunç şeye bağlıyordu anlaşılan.

"Farklı bir auran var, Efsa." Dediğinde zaten çatık olan kaşlarım daha derin çatılmıştı. "Farklı bir enerji yayıyorsun. Hissediyorum."

"Anlamadım." Sesim dümdüzdü.

"Farklısın. Sende bir şeyler farklı." Duraksadı. "Ayrıca bana çok tanıdık geldin, seni bir yerden tanıyor muyum?" diye sorduğunda kafam karışmıştı. Birkaç saniye yüzüne baktım ve düşündüm. Bu kadını daha önce görmüş müydüm, tanıyor olabilir miydim? Zihnim anılarımı tozlu raflardan benim için tek tek özenle indirdi ve üzerindeki tozu üfleyip benim görmemi sağladı. Anılarımın hiçbirinde bu kadın yoktu.

"Sanmıyorum." Dedim.

Kaşları usulca çatıldı ve yüzü düşünceli bir hal aldı. Biraz önce acıyla kasılan yüzünün nedenini merak ediyordum. Beni korkutmuş ve huzursuz etmişti.

Birden, "Karanlığı gördüm." Dedi. Sesi fısıltı halindeydi. Ona dikkatle baktım. "Sen içindeydin ve koşuyordun." Aklıma dün gece görmüş olduğum rüya geldiğinde tüylerim iznim olmadan ürperdi. Dün gece karanlık bir rüyanın içindeydim, bir yere koşuyordum ama nereye koştuğumu bile bilmiyordum. Yetişmeye çalıştığım bir yer vardı ama başaramıyordum. "Peşinde birileri vardı."

"Dün gece gördüğüm rüyayı görmüşsün." Dedim rahat olmaya çalışarak. Onun beni korkutmasına izin vermeyecektim. Böyle şeyler söyleyerek beni huzursuz ediyordu, ona izin veremezdim ama bir tarafım bu kadına inanmaya başlamıştı. Ucu sivri bir sopayla sürekli beni dürtüyor ve onu dinlemem gerektiğini söylüyordu.

"Peşinde kim vardı?" Bu soru Duru'dan gelmişti. Benim söylediğim şeyi umursamamış ve direkt olarak Camilla'ya yöneltmişti sorusunu. Kaşlarımı çatarak omzumun üzerinden ona baktım ama o bana bakmıyordu. Yüzündeki tedirgin ifadeyi söküp atmak istedim. Canım sıkılmaya başlamıştı.

Camilla'nın sessizliği derin bir okyanus olup odanın içinde dalgalarını savururken boğulmak üzere olduğumu hissettim. Dalgalar acımasızca bana doğru savruluyor, tenimi yakıp geçiyordu. Önce ayaklarıma dolanan hırçın yosunlar çok geçmeden bütün vücuduma bir yılan misali dolanmış ve hareket etmemi tamamen engellemişti. Donmuş bir şekilde, hareket bile edemeden dalgaların beni savurmasına izin verdim. Bu şekilde boğulacağımı biliyordum ama kaçış yolum yoktu.

Kaçmam imkânsızdı.

Duru'nun sorusu bir kez daha yankılandı kulaklarımda.

Peşinde kim vardı?

Dalgalar beni okyanusun en dibine batırırken çırpınmayı çoktan bırakmıştım. Kulaklarıma dolan tuzlu su Camilla'nın sesini boğuklaştırdı. Kulaklarım uğulduyordu ama onu net bir şekilde duyabilmiştim.

"Gölgeler vardı."



Aşırı aşırı uzun bir bölümle karşınıza çıktım. Ben hayatım boyunca bu kadar uzun bir bölüm yazdığımı hatırlamıyorum ama bu bir başlangıçtı... Aslında başta bölmeyi düşündüm ama sonra dedim ki, madem yazdım neden okuyucularımı bekleteyim ki? Onun yerine yeni bölüm yazarım...

Bir sonraki bölümde özlenen adamımızı daha çok göreceğiz. O yüzden bu bölümdeki azlığını görmezden gelmeye çalışın. Bu bölüm birazcık geçiş bölümü niyetine olsun, olaylar şekillenecek daha.

BU ARADA ÖNCEKİ KURGUDAKİ GÖLGE ADAM KİMSE, BU KURGUDA DA O. GÖLGE ADAM DEĞİŞMEDİ! BÖYLE BİR ŞEY YAPMAM MÜMKÜN DEĞİL, KURGUYLA O BOYUTTA BİR OYNAMA YAPMADIM!

Bana ne olursunuz yorum yapın, çok ihtiyacım var bakın gerçekten diyorum. Yeni versiyonunu o kadar hevesli yazıyorum ki, görmeniz lazım...

Nasıl buldunuz bölümü canlarım? Bekliyorum yorumlarınızı.

Dediğim gibi 2 güne bir bölüm atmaya çalışacağım, yeni bölüm hazır bekliyor.

kocaman öpüyorum.

Continue Reading

You'll Also Like

150K 476 3
(+18) Yabancı çevik bir hamleyle beni çevirip masaya dayarken elimdeki hançere gülerek baktı, buz mavisi gözleri bana dönerken gölgeler sıklaştı, uya...
7.7M 452K 85
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
535K 52.2K 49
Yıllar önce kurtlara atılan bir darbede tüm omegalar katledilmişti ama Efendi Jeon; saklanmayı başaran genç ve güzel bir omega bulmuştu. #ukeV #Seme...
80.5K 2.3K 83
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi