Soğuk yağmur damlaları soluk tenimi emip aşağıya doğru süzülürken toprak kokusu kendini belli etmeye çoktan başlamıştı. Toprak kokusunu yayan soğuk rüzgar yüzüme sertçe vuruyor,yapraklarını silkeleyen ağaçlar yorgun bir şekilde hışırdıyordu.
Ekim yağmurları etkisini yavaş yavaş gösteriyordu ve bu ne kadar yağmuru seven ben için harika bir durum olsa da, zamanın da bu akış hızıyla geçmesi bütün huzurumu siyaha çalıyordu.
13 Ekim'e sadece dört gün kalmıştı ve bu beni kaldıramayacağıma emin olduğum koca bir yük altına sokmuştu.
Omuzlarım bu yükün altında her tik takta daha da kasılıyordu fakat zaman dediğimiz engebeli boşluk bunu göz ardı ediyordu.
Kafamdaki gün geçtikçe büyüyen problemler zincirini biraz olsun aşındırmak adına derin bir iç çektim ve toprak kokusunda kaybolmayı denedim.
Hafifçe kasılan karın bölgemin izin verdiği kadarıyla odamdaki geniş terasta birkaç adım turlamış ve neredeyse iç çamaşırıma kadar ıslanmıştım.
Kısa saçlarımdan akan yağmur damlalarını sıktıktan sonra teras korkuluklarına tutunup geniş bahçeye bakındım.
Büyük söğüt ağacının yaprakları uzun bahçe koridoruna saçılmıştı.Yeşilliklerin üzerinde büyüyen otlar, sarı yapraklar ve dalları gerinmiş ağaçlarla büyük bahçeye bir düzensizlik hakimdi.
Aniden açılan demir kapı dikkatimi o yöne doğru çekerken siyah motosikletin yaprakları savurmasıyla kimin geldiğini anlamam çok da zor olmamıştı.
Motosikletin frenlemesiyle orantılı olarak artan kalp atışlarım bütün bedenimi uyuştururken, bir adet Park Ji Min yerine Jung Kook görmemle, nedenini anlayamadığım bir şekilde yüzümü buruşturdum ve geriye doğru çekildim.
Yaşanan o tuhaf atmosferden sonra Park Ji Min'i bir daha görememiştim ve böyle giderse taşındığını yada öldüğünü düşünmeye başlayacaktım.
Diyaloğumuzu bitiren son cümlesi yeniden aklıma geldiğinde titrek bir nefes alıp odama girdim ve kafama yastığımı bastırdım.
Bu ara derdimi anlayan tek şey yastığımdı bu yüzden ona gerçekten minnettardım.
Park Ji Min'le en uzun konuşmamız o zaman olmuştu ve sonu hiç beklemediğim yerlere gitmişti.Son cümlesinin ardından bana gösterdiği acı gülüş gözlerimin önüne geldiğinde sesli bir şekilde yutkundum ve derin bir nefes aldım.
Park Ji Min, insanları etkileme konusunda gerçekten iyiydi.
"Yun, müsait misin?"
Jung Kook'un tekdüze sesi kulaklarıma dolduğunda ıslak saçlarımı geriye atıp yataktan kalktım ve belli belirsiz mırıldandım.
"Tabiki,gelebilirsin jungkook."
Oda kapısı sonuna kadar aralandığında yüzüme sahte bir gülüş kondurdum ve Jung Kook'a baktım.
Kimsenin beni üzgün görüp ne olduğuna dair soru yağmuruna tutmasını istemiyordum.Neden üzgün olduğumu kendim bile bilmiyorken bunu başkasına açıklamanın baş ağrısından başka bir getirisi olmayacağına emindim.
Jung Kook bir süre anlamsız bakışlarla ıslak kıyafetlerimi inceledi ve saçlarını karıştırdı.
"Kıyafetlerinle mi banyo yapıyorsun Yun?"
Yadırgayan bakışlarımı ona fırlattıktan sonra karnımdan tutunup tekrar yatağa oturdum ve elindeki çeşit çeşit poşete odaklandım.
"Bu sorunu duymazdan geliyorum."
Jungkook bir süre benim taklidimi yaptıktan sonra elindeki poşetleri neredeyse yüzüme fırlattı ve ıslak saçlarımı karıştırdı.
"Bu gece gidiyoruz bücür."
Bu hayatta Ji Min'in patavatsız hareketlerinden daha saçma bir şey varsa o da Jung Kook'un benden küçük olduğu halde böyle davranması olurdu.
İçten içe sinirlensem de bunu göz ardı edip eline vurdum ve gözlerimi alayla parıldayan gözlerine diktim.
"Nereye gidiyoruz?"
Jung Kook belirli belirsiz gülümsedikten sonra dolabın kenarında duran sırt çantasını gösterdi ve ıslak ellerini üzerine sildi.
"Tatile gidiyoruz Yun, fakat ne kadar tatil olacağına dair bir fikrim yok.Sırt çantası alsan iyi olur, çok kalmayacağımız konusunda eminim."
Cevabımı duymaya tenezzül etmeden odadan çıktığında hoşnutsuz bir nefes bıraktım ve yerdeki sırt çantasına baktım.
Bu tatil işi nereden çıkmıştı bilmiyordum fakat bunun basit bir etkinlik olmayacağı konusunda tereddütüm yoktu.
Bir anda Park Ji Min'in de geliyor olma ihtimali zihnimde şimşeklerin çakmasına neden olurken içimdeki heyecan tufanını dindirmeye çalıştım ve ayağa kalktım.
Hazırlamam gereken bir sırt çantası ve cevabını bulmam gereken yüzlerce soru vardı.
*
*
*
"Neden hala gitmiyoruz?"
Sitem barındıran sesim rüzgârla beraber uçup giderken üzerimdeki monta sıkıca sarıldım ve ritmik hareketlerle zemine vurmaya başladım.
Soğuk hava açık gerdanımdan içeri sızdığında dişlerimi sıktım ve Jung Kook'un kolunu çimdikledim.
"Sana bir şey sordum."
Jung Kook gözlerini devirip kolunu acıyla tuttu ve imalı bir şekilde gülümsedi.
"Cevabını şimdi alabilirsin."
Kafamı odaklandığı yere çevirdiğimde yüzüme vuran far ışıklarıyla gözlerimi sıkı sıkı yumdum.
Siyah tanıdık araba ısrarla farlarını kapatmayınca kolumu gözlerime siper ettim ve sinirle bağırdım.
"Şu gerizekalı farlarını kapatmayı düşünüyor mu?"
Jung Kook hafifçe sırıtıp beni öne doğru ittirdi ve önümüzde duran siyah arabanın arka kapısını açtı.
Bir anda karşıma çıkan bedenle büyük bir şok dalgası altına girerken gülümsemek için büyük bir çaba harcadım.
Ne yani,Ae Mi de mi bizimle gelecekti?
"Unni, seni gerçekten çok özledim."
Ae Mi parlak gülümsemesini sunduğunda kafamı hafifçe salladım ve koltuğa oturdum.
"Ben de seni özledim."
Pekâlâ, Ae Mi'ye karşı ne kadar bir sempatiklik duygusu beslesem de bunun özleyecek kadar olmadığını Jung Kook aptalı bile anlayabilirdi.
Yapmacık bir şekilde gülümseyip kafamı ön koltuğa çevirdiğimde karnıma büyük bir yumruk yemiş gibi hissettim.
Nefes alışverişim bir süre sonra kesikleştiğinde, araba penceresini açıp hava almaya çalıştım.
"Ji Min'in saçlarını farkettin mi unni,bir insan bu kadar kusursuz olamaz."
Ae Mi bakışlarıyla Ji Min'i yerken sesli bir şekilde yutkunup gözlerimi tekrar ön koltuğa yönlendirdim.
Siyah saçlarına tamamen tezat olan turuncu saçları dağınık bir şekilde bırakılmıştı ve uzun perçemleri alnına usulca dökülmüştü.
Tanrı Aşkına, basit bir saç rengi bir insanı bu kadar mı kusursuz gösterebilirdi?
Nereden geldiğini anlayamadığım sıcak hava akımı bütün bedenimi sardığında kafamı açık cama biraz daha yakınlaştırdım ve titrek bir nefes verdim.
"Camı kapat,üşüyeceksin Yun."
Jung Kook endişeli bir şekilde bana baktığında kafamı sallayıp camı kapattım ve öndeki dikiz aynasından yüzümü inceledim.
Saatlerce düzleştirdiğim saçlarım kabarmış,yanaklarım bir alev topuna dönmüştü.
Umutsuzca yanaklarıma bakarken dikiz aynasından turuncu prensle göz göze gelmemizle hafifçe boğazımı temizledim ve gözlerimi kaçırdım.
Bu kaçıncı söyleyişimdi bilmiyordum fakat, Park Ji Min insanları etkileme konusunda gerçekten iyiydi.
"Karnın ne durumda?"
Park Ji Min'in düz sesi ölüm sessizliğine bürünmüş arabada yankılandığında derin bir nefes alıp karnımı tuttum ve sessiz bir tonda konuştum.
"Biraz daha iyi."
Ji Min donuk bakışlarını dikiz aynasından bana yolladı ve kaşlarını çattı.
"Sana değil, Ae Mi'ye sordum."
Yüzümü buruşturup Ae Mi'ye baktığımda,karnına sabitlenmiş sıcak su torbasını görmemle kafamı dağa taşa varmak istemem eşdeğer zamanlarda gerçekleşmişti.
Utançla kafamı sallayıp bacağımı çimdikledim ve kendime, belki de Park Ji Min'e sessizce onlarca küfür savurdum.
Yüzümün allak bullak olduğu konusunda kesinlikle emindim fakat şuan içimde bir yerlerde hissettiğim ağlama isteğine bir anlam veremiyordum.
"İyiyim oppa, sen sorunca iyileşti bile."
Ae Mi cilveli bir şekilde kıkırdadığında kafamı cam tarafına doğru çevirdim ve kendimi dizginlemeye çalıştım.
Resmen psikolojik bir baskı görüyordum ve bu bana büyük bir haksızlıktı.
"Saçlarımı nasıl buldun,Yun?"
Şuan en son muhattap olmak istediğim Park ahmak kendini beğenmiş fakat beğenmesinde hiçbir sakinca olmayan kusursuz Ji Min, bana sorusunu yönelttiğinde cevap vermek ve vermemek arasında kararsız kalmıştım.
Çünkü ağzımı açarsam kendimi dizginleyemeyip dibimin düşmesinden korkuyordum.
Derin bir nefes alıp umursamaz bir tavır takındım ve gözlerine odaklandım.
"Eh işte, fena değil."
Bu mükemmel oyunculuğumla yılın en iyi aktrisi dalına aday olabilirdim fakat konumuz bu değildi.
"Artık çok da soğuk görünmüyorum sanırım?"
Normal tınıdaki sesinin altında yatan imayı anladığımda cevap vermeyip sadece kafamı sallamakla yetindim ve gözlerimi kaçırdım.
Park Ji Min bu hareketime gülümsedi ve alayla konuştu.Dudaklarından dökülenler korumak adına savaştığım sakinliğimi tamamen alıp götürmüştü.
"Bir ilkbahar güneşi gibi,öyle değil mi? "