KOD ADI SERİSİ-1 KIRMIZI

By LeylaKara0

1.7M 88.9K 12.7K

Güven ve cesaret üzerine kurulmuş olan bir kurumda hiç beklenmeyen biri hain çıkarsa ne olurdu? YADA Değer... More

ZARF
MGS
ARKADAŞLIKLAR
BARUT
YENİ BİR BAŞLANGIÇ
EKİP LİDERİ
DERSLER
ZEHİRLİ DAKİKALAR
İNTİKAM
KAZA
YENİ DUYGULAR
FELAKET
DUYURU
ZOR SINAV
ATEŞ
GEÇMİŞ
YEMİN
KORKU
ÖFKE
duyuru
TUZAK
KARAR
HAVUZ
SARHOŞ
İTİRAF
SIR
SAHA ARAŞTIRMASI
BARUT'UN ATEŞİ
BÜYÜK RİSK
EV
ALINTI
AŞKIN BÜYÜSÜ
HEDİYE
TEKLİF
YENİ GELİŞME
YIL DÖNÜMÜ
KISKANÇ
KARMAŞA
ÖNEMLİ!!!
GERGİN
HOLDİNG
ÖNEMLİ!!!!
OFİS
DAVET
OYUN BİTTİ
İHANET( FİNAL)
Duyuru...
YENİ KİTAP HABER
DUYURU
DUYURU

OYUN BAŞLIYOR

28.2K 1.5K 263
By LeylaKara0

multimedyada Cem Kuzey var.

Görevin ilk günüydü bu gün. Bu nedenle kendimi fazlaca heyecanlı hissediyorum. Bu gün sonunun ne zaman olacağını bilmediğimiz bir görevin başlangıcıydı. Bizi nelerin beklediğini, başımıza nelerin geleceğine dair hiçbir fikrimiz yoktu. Şu an için tek bildiğimiz ölen arkadaşımızın son anlarında bize gönderdiği videodaki belgeleri bulmaktı. Bunun kolay olmadığını hepimiz biliyorduk. Bu nedenle hata yapma lüksümüz yoktu. Çünkü yapacağımız en küçük bir hata hayatımızla sonuçlanabilirdi.

Bunları düşünmeyi bırakmam gerekiyordu. Düşündükçe hataya daha fazla meyilli olabilirdim. Bu nedenle bir an önce hazırlanma işine girişmem gerekiyordu. Bu günden itibaren Oğuz, Gizem ve ben İşletme bölümü birinci sınıf öğrencisiydik. Dolayısıyla Cem ve Yeliz de öyle. Ben burslu olarak bu okula girmeye hak kazanmıştım. Hem lise düzeyim hem de MGS'nin yardımıyla girmediğim üniversite sınavında oldukça iyi bir puan alarak bu okula girebilmiştim. Oğuz ve Gizem'in buna ihtiyacı yoktu. Onlar zaten zengin bir aileden geliyorlardı. Ailelerine bu okulda okumak istediklerini söylemeleri yetmişti. Ama benim böyle bir lüksüm yoktu.

Diğerleri de bizimle aynı fakültedeydi. Güney, Uluslar arası ilişkiler ve Burak da maliye okuyordu. Onlar daha önceki senelerde okuduğu bölüme devam etmek durumundaydılar. Sonuçta bu okula geçiş yapmışlardı. Bu yüzden dikkat çekmeyecek şekilde kendi sınıflarına adapte olmak zorundaydılar.

Gizem'in benim verdiğim listeye göre aldığı kıyafetlere göz gezdirdim. Bunların hepsi tam olarak ihtiyaç duyduğum şeydi. Ne Yeliz gibi fazla iddialı olacaktım ne de kimsenin fark etmeyeceği silik bir kız. Bu ikisinin arasında kalmam gerekiyordu.

Bu nedenle yeşil bir tulum seçtim. Çok spor bir model değildi. Ama klasik model de değildi. Tam da benim olmam gerektiği gibi ortalarda bir yerdeydi. Kalın askılı ve üzerime tam oturan cinstendi. Rengini çok beğenmiştim. Hemen hemen gözlerimle aynı renkteydi. Beyaz bir spor ayakkabı giyindim.

Tarak yardımıyla zaten düz olan saçlarımı biraz daha düzelttim. Bu gün hepimiz de olması gereken şeffaf, yakından bakmadığın sürece fark edilmeyecek bluetooth kulaklığı kulağıma yerleştirdim. Birbirimizle irtibat kurmak zorundaydık. En azından ben Cem'e yaklaşana kadar. Bu yüzden bunlar oldukça önemliydi. Askılı beyaz çantamın içine gereken birkaç şey attım. Yanımda kimliğimi belli edecek hiçbir şey olmayacaktı. Gerekirse benim yerime Oğuz ya da Güney taşıyacaktı. Bu nedenle silah veya benzeri hiçbir şey almıyordum. Ama özel yapım gözlüğü kutusuyla çantamın içine attım. Birkaç kalem de ekledim. Bir defterde içine koyup odadan çıktım.

Gizem'in odasına girdim. Biraz makyaja ve her genç kızın çantasında olmazsa olmaz makyaj malzemelerine ihtiyacım vardı. Bunun için en doğru kişi Gizem'di. Odasına girdiğimde çoktan hazırlanmış bir halde bulmuştum onu. Yaşadığı ve olduğu kişiliğe bürünmesi kolay olmuştu. Üzerinde oldukça kısa ve aslılı siyah elbise vardı. Topuklu ayakkabıları ve kusursuz makyajıyla bir tanrıça gibi görünüyordu. Bu kızı kıskanmaya başlamıştım artık. Ben ne yaparsam yapayım onun gibi baştan çıkarıcı olamazdım.

" Biraz makyaja ihtiyacım var "dememle sanki bunu bekliyormuş gibi omuzlarımdan tutup beni aynanın karşısına oturttu.

" Hafif mi yoksa belirgin mi?" diye sordu.

" Bu soru mu şimdi?" dedim masanın üzerinde duran birkaç parça makyaj malzemesini çantama atarken.

Geri çekilip masanın üzerine yığdığı onlarca malzemeye bakmaya başladı. " Haklısın. Sormam hataydı" Dedi. Başımla onayladım ve kendimi onun ellerine bıraktım.

Çok uzun sürmemişti. Odada çıkmayı başardığımızda Yeliz'i gördüm. Neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Bu kız ne yapmıştı kendine böyle? Kırmızı bir elbise giyinmişti. Fazla iddialıydı. Ama harika görünüyordu. Bir an onunla girdiğim iddiadan dolayı tereddüde bile düşmüştüm. Bu şekilde benim bile dikkatimi çekmişken Cem de hayran olur muydu? Çok mu büyük konuşmuştum ben?

Yeliz'in gözleri beni baştan aşağıya kadar süzdüğünde yüzü biraz daha aydınlanmıştı." İddiayı kaybetmeye hazır ol İnci. Gördüğüm kadarıyla hiç şansın yok" Dedi kendinden emin bir şekilde.

" Son gün gelmeden emin olma bence" dedim omzuna dokunup kapıya yönelirken.

" Göreceğiz" diye bağırdı arkamdan. Ama duymazlıktan geldim. Asansörü çağırıp onlardan önce indim.

Okula ayrı zamanlarda gitmemiz gerekiyordu. Şu bir haftayı atlatana kadar bu evde kalmıyor gibi davranmalıydım.  Onlardan farklı zamanlarda okula gitmeliydim. Daha sonra Yeliz'i bu evden gönderecek ve Gizem'in merhametiyle bu eve yerleşmiş görünecektim. Şimdilik planım buydu.

Gizem, Oğuz'la gelecekti okula. O yüzden onun için endişelenmeyi bırakıp durağa kadar yürüdüm. Allahtan evimiz durağa yakındı. Yoksa uzun bir süre yürümek zorunda kalabilirdim. Halk otobüsüne binip okula yakın bir yerde indim. İçeriye giriş olmadığından yirmi dakikalık bir yolu yürümek zorundaydım. Ancak benim dışımda kimsenin yürümemesi ayrı bir konuydu. Burasının zenginlerin cirit attığı bir yer olması daha şimdiden sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Ama yapabileceğim bir şey yoktu. Ben burslu bir öğrenciydim değil mi? Yürümek benim için normal olmalıydı.

Etrafımdan geçip giden arabalara aldırmadan okula kadar yürüdüm. Turnike ile kapalı kapıdan içeriye doğru baktım. İşte hayatımın değişim noktası burasıydı. Bu kapıdan içeriye girdikten sonra bambaşka bir İnci olacaktım. Daha ılımlı ve daha sakin. Derin bir nefes aldım ve kartımla turnikeden geçtim.

*****

İlk gün sorunsuz geçmişti. Burak, okulun kameralarından Cem'i izleyerek bana nerede olduğunu söylemiş ve sınıfından çıkarken kapısının önünden rahat bir tavırla, ona bakmadan geçip gitmiştim. Bu bizim ilk karşılaşmamızdı. En azından onun da beni gördüğü ilk karşılaşmaydı. Her ne kadar şu an benim varlığımdan tam olarak haberdar olmasa da bilinçaltında işler farklıydı.

Üçüncü gün onunla bahçede karşılaşmıştım. Yanında kumral güzel bir kız vardı. Düzgün fiziği, uzun kahverengi saçları ve oldukça sempatik tavırları vardı. Oldukça cüretkâr bir yapıya sahip olduğunu ise giydiği kot şorttan anlamıştım. Ayaktayken de pek bir şey görünmüyordu ama oturunca sanki üzerindeki bluzdan başka bir şey yokmuş gibi duruyordu. Her ne kadar Cem'e bir şeyler anlatıyor gibi görünüyor olsa da Cem onu dinlemiyor gibiydi. Sandalyeye iyice yayılmış bir şekilde ileride bir noktaya bakıyordu.

" Ben hazırım. Başlıyorum" diye mırıldandım. Hepsinin beni duyduğunu biliyordum. Üzerimi toparlayıp saçımı geriye doğru savurdum. Elimdeki defterlerle ben de Cem'in hemen yanında şu an boş duran masaya doğru yürümeye başladım. Tam o sırada Yeliz ortaya çıkmış ve sarı saçlarını savurarak benim oturmayı planladığım masaya oturmuştu. Yanında da birkaç kendi gibi arkadaşı vardı. İkinci günden arkadaş bulmasındansa ayarladığım masaya oturmasına daha çok şaşırmıştım. Bu kız beni dinlemiyor muydu?

Ama yapabileceğim bir şey yoktu. Bir kere harekete geçmiştim. Şimdi geri dönersem dikkat çekerdim. Bu yüzden direk B planına geçmiştim. Yeliz'in olduğu masanın yanından geçerken ayağım takılmış gibi sendeledim ve Yeliz'in masasının kenarına tutunarak düşmemeyi başarmıştım.

" Çok özür dilerim "diyerek doğrulmayı başardım ve daha fazla orada oyalanmadan uzaklaştım. Ama bunun hesabını Yeliz'e sormayı planlıyordum. Ancak bu işi, başaramadığı zamana erteliyordum.

Üç gün olmuştu ama bir arpa boyu yol alamamıştı. Cem onun yüzüne bile bakmıyordu. Ne yalan söyleyeyim bu beni mutlu etmişti. İddiayı kaybetmek istemiyordum. Kaybetmemeliydim ki, Yeliz'e de diğerlerine de kim olduğumu gösterme şansını yakalamalıyım. Gizem'in Yeliz'e ettiği küfürlere gülümseye sınıfa doğru yürümeye başladım.

Beşinci gün Yeliz hala avucunu yalıyordu. Ne yaparsa yapsın Cem onu görmüyordu bile. Aslında bu durum bile Cem'e olan ön yargılarımı yok etmeye yeterdi. Aslında onunla iyi anlaşabilirdim. Oldukça ortak yanlarımız vardı. Benim gibi okumayı seviyordu. Kendi doğruları ve kendine has özellikleri vardı. Çok yakışıklıydı. Öyle bir babanın oğlu olamayacak kadar çekiciydi.

Kumraldı. Kahverengi kısa kesilmiş saçları vardı. Onu uzun zamandır takip ediyordum ve bir kez olsun saçlarını şekilsiz görmemiştim. Kahverengi gözlüydü. Ama bu renk onda oldukça iyi duruyordu. Oldukça karizmatik bir yapısı vardı. Çevik olduğu vücudunun yapısından belli oluyordu. Büyük olasılıkla spor salonlarında oldukça fazla zaman geçiriyordu. İyi ve zengin bir aileden gelmenin tüm artılarını kullanıyordu. Ama onun diğer zengin kesimden bazı farkları vardı

Etrafında onlarca güzel kız varken başka bir dünyadaymış gibi davranırdı. Elinde tuttuğu kitap ya da telefonla uğraşır ve bir kaç cümle dışında sohbetlere katılmazdı. Onun bu denli mesafeli olmasına rağmen, etrafı yine de oldukça kalabalıktı. Onu birkaç kez dışında yalnız hiç görmemiştim. Her zaman yanında şu güzel kız olurdu. Ya da esmer bir genç. İsimlerini büyük olasılıkla Güney ve Burak biliyordu ama ben ezberleme gereği görmemiştim. Çünkü biliyor olursam pot kırabilirdim. Onların arasına katıldıktan sonra öğrenmeyi planlıyordum. Eğer bir sorun çıkmazsa yakında ona ulaşabilecektim.

Okulun kafeterya bölümüne inmiştim. Burada burslulara olan bakışlar oldukça acımasızdı. Arada bana laf atanlarda oluyordu ama onları yok saymam kolaydı. Sınıfta bile birkaç kez karşılaşmıştım. Gizem ve Oğuz'un hemen önünde olmuştu bu. Ama görev gereği buna müdahale edememişlerdi. Aslında burada gerçek beni ortaya çıkarabilecek olsam, onların ağızlarını çekinmeden dağıtırdım ama ben şu an sevimli bir kızdım. Böyle kaba kuvvetlerde işim olamazdı.

" Hedef merdivenlerden iniyor" dedi Oğuz. Kulaklıktan dinlediğim sesle oturduğum masadan kalktım. Girişteki masada oturuyordum. Çantamı açıp içinde bir şeyler aramaya başladım. Arkam kapıya dönüktü. " Karşılaşmaya beş, dört..." arama işlemini bitirdim. Arkamdakilerden haberim yokmuş gibi davranıyordum. " İki..." Aradığım kitabımı elime alarak geriye döndüm." Bir" Bir anda Cem'le göz göze gelmiştik. Az kalsın çarpışıyorduk. Ama aramızdaki mesafe bakılırsa çarpışmaya milimler kala durmuş gibiydik.

Utançla başımı yere doğru eğdim. Sonuçta ben bura burslu olduğum için ezilen biriydim. Ve Cem bu okulda tanınan bir ailenin oğluydu. Ona öylece bakamazdım. Kenara çekilmek için adım attığım sırada Burak hemen arkamdan geçip bana sertçe çarptı ve Cem'e doğru savrulmama neden oldu. Cem ise ondan beklemediğim bir çeviklikle beni omuzlarımdan kavramış ve yere düşmemi son anda engellemişti. İşte bu planda yoktu. Benim yere düşmem gerekiyordu. Ancak onun bu kadar atik davranacağını hiç birimiz düşünmemiştik.

" İyi misin?" diye sordu yüzüme bakarak. O an nasıl bir pozisyonda olduğumuzu fark edip hemen toparlandım.

" Çok özür dilerim. Rahatsız ettim sizi" dedim çabuk ve telaşlı bir şekilde. Şu an kendimi o ezik kız gibi hissetmek zorundaydım. Karşımdaki adam benim dünyam için fazla harika ve ulaşılmaz olmalıydı. Bunun bilincinde olan zeki bir kız gibi ondan uzak durmalıydım.

Sonrada başımla selam verip kapıdan çıktım. Adımlarımı elimden geldiğince hızlı atıyordum. Onunla fazla yüz yüze bakmamak durumundaydım. Bu kadar erken gözüne çarparsam şüphe uyandırırdı. Bu yüzden orada uzaklaşmam gerekmişti. Güney'in küfürlerini dinleyerek sakinleşmeye çalışıyordum. Az önceki durum fazla tuhaf olmuştu. Kendimi değişik hissetmiştim. Sanki oynadığım oyun değil de gerçek gibiydi. Ama bu yanlış bir düşünceydi. Ben bu oyunda avcıydım ve Cem de avdı. Onun için üzülemezdim.

*****

" Süre doldu" Gizem, Yeliz'i deli etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Ama bu kez haklıydı. Yeliz'e verdiğim süre dolmuştu ve başaramamıştı. Bırak başarmayı Cem'in dikkatini bile çekememişti. Oysa kendine o kadar güveniyordu ki, bu iddiayı kazanacak ve yerimi alacağına sonsuz inanıyordu. Ama olmamıştı. İyi ki de olmamıştı.

" Bir hafta az ama. Biraz daha vakit olmak zorundaydı. Bu kadar kısa sürede birinin dikkatini nasıl çekebilirim?" Dedi itiraz ederek.

" Ne o, yoksa yan mı çiziyorsun?"

" Hayır ama..." Elimi havaya kaldırıp susmasını işaret ettim.

" Aması yok Yeliz. Sen kaybettin ben kazandım. Şimdi iddianın üzerine düşen kısmını uygulayacaksın. Ben ne söylersem harfiyen yapacak itiraz etmeyeceksin. Çünkü artık geri planda kalmayacağım. Sana verdiğim süre bu gün doldu."

Yeniden itiraz edecek oldu ama yapmadı. İtiraz ederse neler olacağını biliyordu. Bu yüzden kabul etmek durumundaydı. Başka bir şansı yoktu. " Ben verdiğim sözün arkasında dururum" Dedi yüksek bir sesle.

" Harika" Dedi Gizem benden önce. Yeliz'den en az benim kadar nefret ediyordu. Bazen benden daha fazla ondan nefret ettiğini hissediyordum. Genelde Oğuz'un olduğu yerlerde kıyafetleri ve hareketlerini abarttığı durumlarda ortaya çıkıyordu bu nefret. Bir gün Gizem'i daha fazla durduramayacağımı biliyordum. Ama o gün gelmeden bu görevin bitmesini umut ediyordum.

" Gizem, Oğuz'u ara gelsin. Artık harekete geçme zamanı."

" Tamam" Dedi ve masanın üzerinde duran telefonunu alıp Oğuz'u aradı. Ben de koltuğun üzerine yayılıp yarın hayata geçirmeye başlayacağımız planın üzerinden geçmeye başladım. Eğer işe yararsa bir ay içinde Cem'in etrafında olabilirdim. Ama onun güvenini kazanmak ne kadar sürecekti hiçbir fikrim yoktu. Ama bir an önce onun etrafında olmam gerekiyordu. Bu görevin kilit noktası buydu.

Kısa bir süre sonra kapı çaldığında, Gizem kimseye fırsat vermeden kalkıp kapıyı açtı. Oğuz her geçen gün daha fazla özüne dönüyordu. MGS'de iken onu tek tip kıyafetler içinde görmeye alıştığımdan sanırım şimdi oldukça farklı geliyordu gözüme. Şimdi daha bir havalı, daha bir komik ve bir o kadar da zengin züppesi gibi görünüyordu. Bu tarz arkadaşlarım olacağı kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Zaten istediğim mesleği yapmayı başarabilseydim onlar gibi arkadaş zaten edinemezdim.

" Çok saygı değer Ateş beni görmek istemişsiniz" Dedi referans yaparak.

" Şebeklik yapmayı kes de otur şuraya" Dedim yanımda bir yer göstererek. İkiletmeden gelip oturdu. Tabi diğerleri de. Bundan sonra neler olacağına ben karar verecektim. Hatta Yeliz'in olaylara ne kadar dahil olacağına bile. Bu büyük bir sorumluluktu. Ama yapmak zorundaydım. Bu sorumluluğu üstlenmek zorundaydım.

Hepsine yarın ki planı en ince ayrıntısına kadar anlatmaya başladım. Güney ve Burak'a, Oğuz gidip anlatacaktı. Bizim onların yanına gitme lüksümüz yoktu. Birinin görme olasılığını bile göze alamazdık. Yeliz yer yer itiraz etmişti ama kazandığım iddiayı hatırlatarak susturmayı başarmıştım. İlk olarak bu evden gidecekti. O bu evde kalırsa plan tehlikeye girecekti. O yüzden ilk olarak bu evden gitmesi gerekiyordu. Nasılsa daha şimdiden oldukça fazla arkadaş edinmişti. Onlardan birinin yanına gidebilirdi. İşte bu onun ilk itiraz ettiği durumdu. Çünkü bu evdeki gibi rahat olamayacaktı. Ama en azından ben Cem'e yaklaşana kadar gitmek zorundaydı. İstemese de kabul etmek durumunda kaldı.

İkinci itiraz ettiği şeyse aslında en kolay isteğimdi. Bana yeri geldiği zamanlarda bir böcekmişim gibi davranması gerekecekti. Ama o beni şaşırtarak buna itiraz etmişti. Oysa onun buna balıklama atlamasını bekliyordum. Ancak bu itirazını da iddiayı hatırlatarak bertaraf ettim.

Plan hakkında kimsenin aklında en küçük soru kalmayana kadar onlarca kez üstünden geçtim. Sonunda herkes planı benimsemişti. Ama ben her ihtimale karşı hani olur ya bir şey ters giderse diye, acil B planından da bahsetmiştim. Buna şaşırsalar da nedenini anlattığımda çok fazla üstünde durmamışlardı. Bu şekilde pazartesinin planını yapmıştık. Umarım aksilik çıkmadan bu işi hallederdik. Çünkü benim yüzümden hala başlamamış sayılıyorduk.

Bütün gece planın üzerinden geçip durmuştum. Bir aksilik çıkmasını dilemekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. Zaten vicdanım sızlıyordu. Cem masum biri olabilirdi. Onu böyle bir oyunun içine dâhil ederek duygularıyla oynamak bana çok acımasızca geliyordu ama ben bir ajandım. Hayatımda, özelikle görev sırasında bu tarz duygulara yer olamazdı. Kendine gel İnci ve sadece görevine odaklan.

Uyandığımda saati görmemle yatakta doğrulmam bir olmuştu. Bugün on da dersim vardı ve şu an ki durumda bir saatim kalmıştı. Lanet olsun bu gün neden bu kadar geç uyanmıştım ki? Hem de böyle bir günde. Hızla yataktan çıkıp ışık hızıyla banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkayıp dün gecenin tüm izlerini sildim. Şu an aynada kendimi izleyemeyecek kadar az vaktim vardı. Bu yüzden koşar adım odaya geri döndüm. Ne giyeceğime dün geceden karar vermediğim için kendime küfür etmek oldukça iyi olabilirdi. Ama buna da zamanım yoktu.

Kot bir gömlek çıkarıp hızla üzerime geçirdim. Birkaç düğmesini açık bırakıp ince krem rengi bir şalla tamamdım. Sonra da krem rengi oldukça şık duran, kat kat kumaşlardan yapılmış dizimin birkaç karış üzerinde biten bir etek giyindim. Aynadaki aksim oldukça hoş görünüyordu. Kendime siyah bir çanta çıkarıp diğer çantayı hızla içine boşalttım. Çekmeceden bir kitap çıkarıp içine koydum. Bu sıradan bir kitap değildi. O yüzden onu koyarken biraz özendim. Çantam da hazırdı. Bundan sonrası için kendim bir şeyler yapamayacağımdan, Gizem'in odasına doğru koştum. O ise çantasını hazırlıyordu.

Beni görünce beğeni dolu bakışlarla bana bakıyordu. " Burada bir eksik var" dedi. Ben neyin eksik olduğunu anlamaya çalışırken o dolabından kalın kahverengi bir kemer çıkarıp bana uzattı. Ama takmama fırsat vermeden beni yeniden aynanın karşısına oturtup, çekmeceden bir maşa çıkardı ve prize taktı. Sonrada her zaman olduğu gibi kendimi onun ellerine bıraktım.

Beni yeterli zamanda hazırlamayı başarmıştı ama otobüsün gecikeceği tutmuştu. Bu yüzden ilk derse on dakika geç kalmıştım. Ve hatırladığım kadar profesör derslere geç kalınmasından hiç hoşlanmıyordu. Bu yüzden istemesem de başka bir yere gitmek zorundaydım. Bana uyan ve iki saati geçirebileceğim tek yer belliydi. Fakültenin kapısından çıkıp kütüphanenin yolunu tuttum. Öğle vaktine kadar burada vakit geçirebilirdim.

Kendime uygun bir köşe bulup yerleştim. Kütüphane bomboştu. Yani bu zamanı kendim için kullanabilirdim. Çantamı açıp kulaklığı çıkardım. Ve düğmesine bastım. Güney derste olabilirdi ama şu an hangisi uygunsa onunla uğraşabilirdim. İki saat burada hiçbir şey yapamadan duramazdım. Ama kimsenin benim gibi boş vakti yokmuş gibi görünüyordu.

Bende boş verip çantamdaki kitabı çıkardım. Shakespeare'nin Hamlet in orijinal metnini açtım. Bunu bulmak için sahafa gitmem gerekmişti. Ülkemizde orijinal kitap bulmak oldukça zordu.  Ama ben bu tür metinleri orijinalinden okumayı seviyordum. Herkesin kendine göre bir çevirisi olurdu her zaman. Bu yüzden yabancı hikâyeleri olabildiğinden orijinalden okurdum.

Üçüncü bölümü açtım. Ülkemizin genelinde Hamlet denilince bilinen iki cümle vardı. "To be, or not to be– that is the question " olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu. Ama bunun devamı da vardı. En az bilinen kadar güzel.

Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu! Düşüncemizin katlanması mı güzel, Zalim kaderin yumruklarına, oklarına, Yoksa diretip bela denizlerine karşı Dur, yeter! Demesi mi? Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız bitebilir bütün acıları yüreğin. Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun. Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü! Çünkü o ölüm uykularında, sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından... Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu. Bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden.

Kim dayanabilir zamanın kırbacına? Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine, sevgisinin kepaze edilmesine, kanunların bu kadar yavaş, yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine... Kötülere kul olmasına iyi insanın, bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken? Kim ister bütün bunlara katlanmak, ağır bir hayatın altında inleyip terlemek. Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa, o kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya ürkütmese yüreğini? Bilmediğimiz belalara atılmaktansa, çektiklerine razı etmese insanı? Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
yürekten gelenin doğal rengini. Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
yollarını değiştirip bu yüzden, bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.

Her okuyuşta farklı zevk alıyordum bu kısımdan. Bu adamın nasıl bir kalbi vardı da bu denli insanların içine dokunan şeyler yazabiliyordu hala anlam veremiyordum. Yıllardır okunuyordu ama bir türlü eskimiyordu. Oysa şimdiki yazarlar böyle miydi? Hangi hikâye üzerinden on yıl geçtikten sonra bile hatırlanıyordu. Hangi hikâye birinin üzerinde bu denli güçlü etkiler bırakabilirdi. Hemen hiç biri...

Bütün bu eserlerin ilham kaynağı aşktı oysaki. Geçmişte de bu durum böyleydi, şimdide böyle. Ama sanki bir şeyler değişmişti. Nasıl aşk evrim geçirip artık günlük hevesin adı olduysa, yazılarda böyle anlık etkiler olmuştu. Kimseye suç bulamazdım. Herkes yaşadığı dünyaya ayak uyduruyordu. Şimdi nerde uğruna ölünen ama yine de vazgeçilmeyen aşklar? Şimdi kim zora gelince yine de sevdiğinin yanında cesurca durabiliyordu? Bu devirde kimse zoru sevmiyordu. Herkesin alternatifi vardı. Bu olmazsa bana başkası mı yok mantığı hepimizin aklındaydı. Bu yüzden eski aşklar artık yoktu.

Aşk anlamını yitirmişti artık. Oysa ben şu an aksini düşünüyordum. Şu an ben aşığım diye ortalarda dolan hiç kimsenin gerçek âşık olduğuna inanmıyordum. Aşk öyle ben aşığım demekle olan bir şey değildi. Aşk hissedilirdi. Tüm hücrelerinde hissederdin. Bir bağımlı gibi sevdiğine bağımlı hale gelirdin. Bilirdin ki o olmasa alınan nefesin de bir anlamı yoktu. Ama şimdi böyle miydi? Elimi sallasam ellisi. Ne uğraşacağım zoruyla. Bu devirde aşk buydu. Sadece heves...

Tek temennim Güney'le aramızdaki bu şeyin gerçek olmasıydı. Hani ilk zorlukta biten değil de, her zorlukta daha da güçlenen o duygudan olmasını istiyordum. Güney'in beni hatalarımla sevebilen, bana güvenebilen, çekinmeden acaba demeden sırtımı ona dayayabileceğim biri olmasını istiyordum. İçimde onun tam da o kişi olduğunu biliyordum. Ama henüz aşkımız hiçbir duvara denk gelmemişti. Henüz aşkımız sınanmamıştı. Sınanmadan da buna emin olamazdım. Onun gözünde bir heves miydim yoksa ömürlük bir sevgi miydim bunu zaman gösterecekti. Umarım göreceklerim canımı yakmazdı.

" İnci, ders bitti neredesin?" Gizem'in sesi kulağıma dolduğunda daldığım düşünceler dolayısıyla önce etrafa bakınmıştım. Ama sonra kulaklıktan konuştuğunu fark etmiştim.

Kitabımı toplayıp ayağa kalktım." Derse geç kaldım. Vakit geçirmek için kütüphaneye gelmiştim. Cem nerede?"

"Şu an üçüncü kat koridorunda. Güvenlik kameralarından izliyorum onu. Kalabalık bir arkadaş gurubuyla alt kara doğru iniyor. Herkes yerini alsın. Eğlence başlıyor" Dedi Zehir oldukça eğlenen bir şekilde.

" Burak ağzını burnunu artık çok önemsemiyorsun bakıyorum da" Diye bağıran Güney'in sesi kulağıma doldu. Bir yandan yürüyor bir yandan da özlediğim bu sesi dinliyordum. Onu doğru dürüst görmüyordum bile. Ve özlemiştim. Şu an kalbim tüm bu olanlardan uzak bir yerde Güney'le son bir haftayı yeniden yaşamak istiyordu. Benim gibi. Ama artık bunun için çok geçti. Şu an bu görev bitmek zorundaydı. Aksi takdirde Güney'den bitene kadar uzak kalacaktım.

" Ne kadar kabasın Güney. Okulun içinde bağırman dikkat çekmiyor mu?" diye alayla sordu Burak. Ah bu ikisi her zaman kedi köpek gibi olmak zorunda mıydılar?

Onları yok sayarak " Yeliz yerini al hemen. Olabildiğince ona yakın otur."

" Anlaşıldı" Dedi düz bir tonda.

" İyi. Gizem, Oğuz'la onlara ne yakın ne de görüş mesafesinden uzakta olan bir ye bulup oturun. Onların etrafında boş bir yer olmayana kadar bekleyin ve bana haber verin."

" Anlaşıldı" Dediler Oğuz ve Gizem aynı anda.

" Burak güvenlik kameralarında kal. En küçük bir aksilik istemiyorum." Dedim yürümeye devam ederek. Dikkat çekmemek için telefonumu kulağıma götürmüş telefonla konuşuyor imajı vermiştim.

" Emredersiniz Sayın Ateş." Dedi.

" Seninle uğraşamam Burak. Sonra... " dedim. Daha çok kendimle konuşuyordum. Onunla uğraşmak için yeterli zamanım yoktu. Ve son olarak Güney kalmıştı. Ona da söylemek istediğim bir şeyler vardı. En azından kendime güç vermek için.

" Güney." Dedim.

" İncim" diye karşılık verdi. Tüm ekibin bu konuşmayı duyduğunu biliyordum. Ama umurumda değildi.

" Seni seviyorum Güney. Bunu söylemeden bu işe başlamak istemedim."

" Bende seni seviyorum İnci. Hemen arkanda olduğumu bil. İhtiyacın olduğu an yanındayım. Sakın endişelenme."

" Evlilik programı mı burası? Bu ne cıvıklık böyle?" diye mızmızlanan Yeliz'i, yakınımda olsa ellerimle boğardım. Uyuz... Böyle bir ana müdahale etmezse ölürdü yani.

" İnci ben bu kızı öldürürüm" Dedi Gizem. Sadece güldüm.

" Bana lazım o. İş bittikten sonra ben öldüreceğim zaten"dedim. " Neyse hadi herkes yerini alsın. Başlıyoruz..."

Telefonu yeniden çantaya koyup, fakültenin kapısından içeriye girdim. Öğle arası olduğundan dolayı oldukça karabalıktı. Yönümü kafeteryaya doğru çevirdim. Sadece bir kat aşağıya inecektim. Bu da uzun sürmeyecekti. O yüzden yavaş adımlarla ilerliyordum. Henüz bana olumlu haber gelmemişti. O haber gelene kadar kafeteryaya inemezdim. Bu yüzden etrafıma bakınarak yürümeye başladım.

Okul gerçekten oldukça donanımlıydı. Bir MGS olamazdı ama ona yakın bir düzeni ve modernliği vardı. Beyazın her tonu burada kullanılmıştı. Duvarlar, yerler ve eşyalar farklı tonlarındaydı. Bu da içeriye oldukça modern bir hava katmıştı. İç mimariyi sevmiştim.

" Hazırız" Dedi Gizem. Arkasından karabalık bir yerde olduğunu gösteren sesler yükseliyordu. Sıra sonunda bana gelmişti.

Merdivenlerden inip kafeteryanın kapısına geldim. Saçlarımı elimde düzeltip derin bir nefes aldım. Sonrada içeriye doğru bir adım attım. Masalar o denli kalabalıktı ki, boş masa bulmayı bırak boş yer bulmak bile imkânsızdı. Bu benim içim daha iyiydi. "Saat üç yönünde Cem, tam karşında biz varız." Diye mırıldandı Gizem. Harika. Cevap vermeden masalar arasında yürümeye başladım.

Cem'in ve arkadaşlarının olduğu masayı bulmak kolay olmuştu. Belli etmemeye çalışarak boş bir yer arayan bir öğrenci gibi etrafıma bakınarak yürüyordum. Ama gerçekten tek bir yer bile yoktu. O sırada Yeliz ve arkadaşlarını gördüm. Tam istediğim gibi bir yerde oturuyorlardı. Cem'in oturduğu masanın hemen çaprazındaydılar. Bu da plan için oldukça iyiydi.

Cem'in masasının yanına geldiğimde çaresiz biri gibi umutsuzca boş yer arıyordum. O sırada Gizem elini kaldırıp " İnci!" diye bağırdı. Ama ilk seferde duymamış gibi yapmak zorundaydım. Cem'in benden önce bu ismi duyması gerekiyordu. Bu yüzden etrafıma bakınmaya devam ediyordum. Gizem gerekli mesajı almış " İnci buraya" Dedi yeniden.

Ben ise şaşkın bir halde sanki başkasını çağırmış gibi etrafıma doğru bakındım. Sanki bana seslendiğine inanamamışım gibiydi yani. Bunda ki amacım Cem'i kontrol etmekti. Adımı duymuş ve benim olduğum tarafa bakıyor muydu diye anlamak için bakındım. Ama Cem oralı bile görünmüyordu. Yanında oturan kızın keyifle anlattığı bir şeyi dinler gibi görünüyordu. Bu A planının çöpe gittiği anlamına geliyordu. Onun dikkatini çekmenin başka bir yolunu bulmalıydım.

Gizem ve Oğuz'u fark ederek sanki biraz utanmış bir halde masalarına doğru yürümeye başladım. Ve Oğuz'un gösterdiği yere kibarca oturdum. Elimden geldiğince belli etmemeye çalışıyordum. Kısaca onlarla yeniden tanıştık. Aynı sınıfta olduğumuz hakkında konuşup duruyorduk. Sanki bunları hiç fark etmemişiz de ilk defa şimdi anlıyor gibiydik. Laf arasında B planına geçtiğimizi de hem yanımdakilere hem de diğerlerine iletmiştim. Oysa bu plana gerek kalmadan halledebileceğimizi düşünüyordum. Ama şimdi iyi ki alternatif bir şeyler düşünmüştüm. Her ne kadar bu plan biraz berbat olsa da son şansım buydu. Cem'in beni tam olarak fark etmesi gerekiyordu.

" Ben size nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum. Herkes bursluyum diye beni küçümserken siz aranıza aldınız. Bunun benim için anlamını anlatamam."

Gizem, uzanıp kolumu kavradı. Yüzündeki gülümseme ve anlayış ifadesi Oscar'a aday olmasına yeterliydi. " Lafı bile olmaz. Hepimiz eşitiz. Hem onlara bakma sen. Onlar arkadaşın kalitelisinden anlayamaz" Dedi ve biraz öne doğru eğildi. " Kafaları saman dolu hepsinin. Bir bok bildikleri yok." Dedi dürüstçe. Cidden rol bile olsa gerçekleri söylemekten geri kalmıyordu. Ve bunu duyunca rol yapmama gerek kalmıyordu. Duyduklarımdan memnun bir insanın tüm ifadesi yüzümden belli oluyordu.

" Ama yine de bir teşekkür etmem gerekiyor. Ne içersiniz? Lütfen söyleyin." Dedim kibar olmaya çalışarak.

Oğuz hemen koluma elini koydu. İki sevgili sırayla kollarımı tutup sempatik tavırlar sergiliyordu. " Olur mu hiç öyle şey. " dedi ciddi bir ifadeyle. " sonra elini geri çekip göğsüne koydu. "Burada bir erkek varken sana hesap ödettiremem. Sonra ben nasıl erkek derim kendime. Buna izin veremem." Dedi. Bir an onun oyun yapmadığını düşünecektim. Oldukça gerçekçiydi.

Gizem ise en sevimli gülümsemesini bana yöneltmişti. O da diğer kolumdan tutmuş " Oğuz haklı. Her zaman hesabı erkekler öder." Dedi sanki bir arkadaşına sır verirmiş gibi göz kırparak.

" Çok iyisiniz. Ama lütfen. Kendimi daha iyi hissedeceğim. Siz bu okuldaki ilk arkadaşımsınız. Bu kadarını yapabilirim." Dedim güven verirmiş gibi. Oğuz ve Gizem sanki ne yapalım der gibi birbirine bakıyorlardı.

O sırada Burak " Üç Oscar'ı size yolluyorum. Ben böyle oyunculuk görmedim" Dedi kahkahalar içinde. Onu duymamış gibi yaptık. Yeliz'le irtibat kurmak zorunda olmasaydım kulaklığı çıkarıp çantaya atardım ama yapamamıştım. Ancak bir kez daha buna izin vermeyecektim. Güney'e biz görevdeyken şu adamdan kulaklığı almasını isteyebilirdim. Şu an tüm atmosferimizi yok ediyordu.

" Madem öyle tamam bakalım" Dedi Oğuz pes etmiş gibi gülümseyerek. Onay almak ister gibi Gizem'e baktım. O da gülümseyen bir şekilde başıyla onayladı.

" Ne içersiniz?" diye sordum.

" Kahve" dediler aynı anda. Acımasız şeyler. Yeliz'i sevmediklerini bu kadar belli etmek zorunda mıydılar? Ama bu yüzden onlar benim arkadaşımdı. Ben nefret ediyorsam onlar otomatikman o kişiden nefret ederdi. Aslında Yeliz'e acımak içimden pek gelmiyordu.

" Kahve" diye onayladım onları. İkisi de gülerek başlarıyla onayladılar. Yeliz'in yüzünü şu an gerçekten görmek isterdim. Ama bu açık etmek anlamına gelirdi ki yapamazdım.

Çantamla beraber ayağa kalkıp üç kahve almak için karşı büfeye doğru yürümeye başladım. Yolda yürürken Yeliz'le göz göze gelmiştim. Her ne kadar üzgünüm demek istesem de yapabileceğim bir şey yoktu. Ücretini ödeyip üç kahve söyledim. Cidden herkesi zengin falan mı sanıyorlardı bunlar. Üç kahve nasıl elli TL ederdi. Normalde kesin kavga çıkarırdım ama bu kez sessizce kabullendim. Bu gün için farklı rezillik kotam vardı. Bu işi daha sonraya bırakmalıydım.

Tepsiyle birlikte kahveleri alıp masaların arasında yürümeye başladım. " Üç..." dedim Yeliz'in duyması için. O sırada Yeliz'in masasında hareketlenmeler olmaya başlamıştı. " İki..." Cem'in olduğu masaya oldukça yakınlaşmıştım. " Bir." Bir anda biriyle çarpıştım. Elimden geldiğince onu yakmamak için çabalamıştım ama şortu ve bluzunun büyük kısmı kahveyle bulanmıştı. Kafeteryada bir anda büyük bir sessizlik oluşmuştu. Bu anlara daha önce o kadar neden olmuştum ki, artık etkilenmiyordum bile. Korkmuş bir halde karşımdaki kıza bakıyordum.

Yeliz'in gözlerinden ateşler çıkıyordu. " Çok üzgünümüm... Kazaydı." Dedim panik bir şekilde. Boynuma bağladığım şalı çıkarıp, üzerini silmek için hamle yaptığım sırada Yeliz ona uzattığım ele vurmuş ve elimdeki şalı Cem'in olduğu masaya göndermeyi başarmıştı. Zaten çok çabalamasına gerek yoktu. Hemen yan tarafımda duruyordu.

" Sakın o pis elinle bana dokunmaya kalkma seni ezik. Ah beni ne hale getirdin?" diye avaz avaz bağırıyordu. Ben ise mahcup ve utanç içinde ona bakıyordum.

" Ben çok üzgünüm. Bilerek yapmadım. Madem şalı kabul etmediniz çantamda ıslak mendil olacaktı." Dedim panikle ve açıp içini kurcalamaya başladım. Aslında en üstteydi ama arıyormuş gibi yapmayı sürdürdüm.

Yeliz omzumdan tutup geriye itti beni. Düşmekten son anda kurtulmuştum. Ne olduğunu anlamaya çalışarak Yeliz'e bakıyordum. Arkadaşları da en az onun kadar iğrenerek bakıyorlardı bana. Sanki hamam böceğiymişim gibi. Ama buna izin vermek zorundaydım. " Sen hala utanmadan konuşabiliyor musun? Bu kıyafetlerin ne kadar pahalı olduğunu biliyor musun sen? Bana o basit çantanın içinden çıkaracağın ıslak mendille bu kıyafetlerimin temizlemememi mi söylüyorsun?" dedi sinirli bir şekilde. Sonra beni yeniden ittirdi. Bu kez bir yere çarpmıştım. Büyük olasılıkla Cem'in masasına.

" Ben isteyerek yapmadım. Kazaydı." Dedim sesim olması gerekenden bir ton daha aşağıda çıkarak. Yavaş yavaş kızıyordum.

" Kaza mı? Senin burada oluşun asıl kaza. Senin gibi birini böyle bir yere almaları asıl kaza. Böyle bir yerde okumayı başardığında, olabildiğince göze batmadan yaşasaydın olmaz mıydı?" diye sordu alayla. Arkadaşları da onu destekler gibi kahkaha atıyorlardı.

Bu benim gururumu kırmıştı. Yeliz tüm zamanın intikamını alıyor gibi duruyordu. İlk defa bana duyduğu öfkesi işime yarıyordu. Şu an olması gerektiği gibi tepki verme sırası gelmişti. İçimdeki gerçek İnci'yi özgür bırakma zamanı gelmişti. " Ne dedin sen? Burada olmam kaza mı?" diye sordum büyük bir cesaretle " Burada olmam kaza falan değil. Buradayım çünkü hepinizden daza çok burada olmayı hak ediyorum. Ben buraya babamın parasıyla değil" elimi başıma koydum. " Zekamla geldim. Senden ya da sizden daha zeki olduğum için buradayım. Siz burada okumak için para öderken, benim burada okumam için para veriyorlar bana. Yani burada fazlalık olan sensin. Sen ve senin gibiler." Vay rahatlamıştım işte.

Meydan okuyarak Yeliz'e bakıyordum. Onca lafa hiç alınmamış gibi davranmaya devam etti. "Yetimhanede büyümemiş miydin sen? Senin bir ailen bile yok. Olsaydı büyük olasılıkla onlarda senin burada okuyabilmen için para vermeyi teklif edebilirlerdi. Ah dur bir dakika. Seni burada okutabilecek paraları olabilir miydi? Ne iş yapıyorlardı demiştin? Çöpçülük mü?" diye sordu. İşte bu fazla damardan olmuştu. Normalde bu burada biraz bozulup  geri çekilmem gerekirdi ama benim gözümden bir damla yaş süzülmüştü. Bu kısmın doğaçlama olmasına karar vermiştik ancak Yeliz'in bu kadar acımasız sözler söyleyeceğini bilseydim. Sınırlama koyardım. Çünkü bu hayatta en zayıf noktam ailemdi." Ne o ağlıyor musun? Ne çabuk? Biraz önce fazla cesurdun?" dedi.

Yanındaki arkadaşlarından biri uzanıp çantamı elimden aldı. " Biraz önce içinde ıslak mendil olduğunu söylemiştin. Acıdım bu haline. Dur bulayım da sana vereyim." Dedi ve çantamın ağzını açıp içindekilerin hepsini zemine boşalttı. Ama ben hala Yeliz'e bakıyordum. " Tuh hepsi döküldü."

" Hemen ailem hakkında söylediklerini geri al." Dedim. Sesim fazla öfkeli çıkmıştı. Bunu yapmamam gerekiyordu ama aileme kimse dil uzatamazdı. " Hemen ailem hakkında söylediklerini geri al dedim." Diye bağırdım. Sesim tüm kafeterya da yankılanmıştı. Yeliz'in de şaşırdığını görebiliyordum ama umurumda değildi. Ama yanlarındaki çocuklardan biri hemen Yeliz'in önüne geçmiş ve alaylı bir şekilde bana bakıyordu.

" Çok uzattın ama. Yeliz'den özür dile ve gözümüzün önünden kaybol. Sana tahammül etmek çok zor." Dedi. Ama onu yok sayıyordum. Gözümden süzülen yaşa eşlik eden diğer yaşla birlikte Yeliz'e bakmaya devam ediyordum. Ama sert bir el beni omzumdan ittiğinde, bu kez hazırlıksız olduğumdan dengemi koruyamamıştım. Kendimi bir anda zeminde, birinin ayaklarının dibinde bulmuştum. Bu hareket bile Yeliz'in sözleri kadar canımı yakmamıştı. Gülüşmeler artmaya başladığında, bir el bana doğru uzanmıştı.

Bu Oğuz olamazdı çünkü ona dün söylediğim gibi uzak duruyordu. Ama şimdi gelmesi gerekiyordu. Çünkü dün konuşulanların çoktan dışına çıkmıştık. Şu an savaşamayacak kadar kalbim sızlıyordu.

Bana uzanan elin sahibini görmek için başımı kaldırdığımda, Cem'in gözleriyle karşılaşmıştım. Etraftakilerin aksine o gülümsemiyordu. Sanki tüm bu olanlardan rahatsızdı da beni buradan götürmek istiyor gibiydi. Şu an buna gerçekten ihtiyacım vardı. Bana doğru uzattığı eli tuttuğumda, benimle birlikte yere eğildi. Sonrada boşta kalan eliyle omzumdan tutup beni ayağa kaldırdı.

" Buradan gitmek ister misin?" diye sordu. Cevap vermedim. Sadece başımı yukarı aşağı salladım. " Çantanı toplayalım ve buradan çıkalım" Dedi. İnanamıyormuş gibi yüzüne bakıyordum. Cidden bunu söylemiş olmazdı değil mi? Buradan gidelim. Birlikte gidelim. Benimle... Arkadaşlarını bırakıp gidelim. Ama o benim gibi şaşkın olmadığından, yanında duran eşyalarımı toplamaya başlamıştı. Bende daha fazla burada durmak yerine yerdeki eşyaları toplamaya başladım ve elime geçeni çantanı içine öfkeyle tıktım. Cem ise şaşırmış bir halde orijinal Hamlet'e bakıyordu. Ona baktığımı fark edince diğer eşyalarımla beraber onu da bana uzattı. Ben de diğerleri gibi çantanın içine tıkıp çantamı kapattım.

Şimdi ne yapacağım der gibi ona bakıyordum. O sırada Gizem koşarak yanıma gelmişti. " İnci, iyi misin?" diye sordu. Başımı hayır anlamda salladım. " Gel gidelim buradan." Cevap vermedim. Başımı kaldırıp Cem'in yüzüne son kez baktıktan sonra Gizem'in beni dışarıya götürmesine izin verdim.

.

göreve başladılar artık. sizce nasıl gidiyor? bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum


Continue Reading

You'll Also Like

24.3M 1.4M 80
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
2M 84.9K 18
"Karanlıkta kalınca gözlerini sımsıkı yumardı çünkü kendi yarattığı karanlık, maruz kaldığı karanlıktan daha vicdanlı gelirdi." 21 Ağustos 2005. Saat...
9.1M 703K 81
izmarit: özür dilerim. (14.20) izmarit: şimdi, senden aldıklarımı, (14.20) izmarit: sana verme vakti sevgilim. (14.20) izmarit: ben seni çok sevdim...