Channie Says Special

By mello-mello

222K 19.6K 9.7K

Tuhaf. Galiba beni ve onca yıllık yaşantımı tanımlamaya yeterli bir kelime. Başka kelimeler de biliyorum ama... More

Özel
1. Bölüm "Eve Hoşgeldin"
2. Bölüm "Başlangıç"
3. Bölüm "Afrodit"
4. Bölüm "Ücret Meselesi"
6. Bölüm - Part 1 "Hazırlık"
6. Bölüm - Part 2 "Dejavu"
7. Bölüm - Part 1 "Birinci Derece Temas"
7. Bölüm - Part 2 "Sorun Çıkarma!"
8. Bölüm "Yalnız Kutlama"
9. Bölüm "Bi Sorun Var, Ama Ne?"
10 .Bölüm "Bilmesen Daha İyi"
11. Bölüm "Geçmiş Olsun"
12. Bölüm "İyi Bak Yeter"
13. Bölüm "Kaybedilen Günün Telafisi"
14. Bölüm "Sana Arkadaş Getirdim!"
15. Bölüm "Fare Kai"
16. Bölüm - Part 1 "Doğaüstü Bir Şeyden Bahsediyoruz."
16. Bölüm - Part 2 "Uyku Hapsi"
17. Bölüm "İsimsiz Not"
Orpheus I
Pororo ve Ben
Orpheus II
18. Bölüm "Yüzleş Onunla"
19. Bölüm "Sorular"
20. Bölüm "Hazırla Kendini"
21. Bölüm "Bence Çıkarmayalım..."
22. Bölüm "Kendime İlk Kez İtiraf Ediyordum."
23. Bölüm "Yeni Renkler"
24. Bölüm "Tanıdık Yüz"
25. Bölüm "Bu Sözümü Yedir Bana."
26. Bölüm "Artık Benim Sorunum"
27. Bölüm "Yardım Eli"
28. Bölüm "Çaresiz Kalmak"
29. Bölüm - Part 1 "Beraber Susmak"
29. Bölüm - Part 2 "En Yıldızlı Gecelerimize"
30. Bölüm "Ters Düz"
🌌⭐
31. Bölüm "Karmaşa"
32. Bölüm - Part 1 "Yeniden Düşme"
32. Bölüm - Part 2 "Limonata Etkisi"
33. Bölüm "Çekirdek"
34. Bölüm "Toksik"
35. Bölüm "Ballad"
36. Bölüm "Yeni Düzen"
37. Bölüm "Myulchi"
38. Bölüm "Editör Buluşması"
39. Bölüm "Oyuncu"
Orphdogus
40. Bölüm "İğrenç"
41. Bölüm "Baskın"
42. Bölüm "Karma"

5. Bölüm "Anlaşma ?"

6.1K 458 217
By mello-mello

Jungkook (BTS) - Lost Stars



--



"Neden güldüğünü sorabilir miyim?"



Caddede taksi bulmak için yürürken sanki olay benimle ilgiliymiş gibi morali bozuk olan benken yanımda sırıtıp duran Jongin'di.

"Haksızlık kelimesi bir şey çağrıştırıyor mu sana? Hani yanında biri haksızlığa uğrar ve sen her ne kadar umursamaz biri olsan da ani bi çıkış yapabilirsin. Çünkü benzer şeyler yaşamışsındır mesela."



Karşıdan hızla yürüyen insanlara çarpmamaya çalışırken bir yandan kendimi açıklıyordum. "Bence bu çok doğaldı."



"O benzer şey-" Elinin tersiyle ağzını kapatırken gülmeye ara veremiyor, hatta ara ara krize giriyordu. "O ödev meselesi beni çok duygulandırdı. Gerçekten." Ciddiyetle bitirdiği cümlenin ardından yeniden gülmeye başladığında ben de karşıdan gelen taksiyi durdurmak için el sallıyordum.



"Paranı aldın işte sayemde. Gülmek yerine teşekkür et."



Kısa bir an yüzündeki sırıtmayı gülümsemeyle değiştirip elini omzuma attı yürürken. "Teşekkürler dostum." Bu kez samimi görünüyordu ifadesi. "Gülmemi yanlış anlamadın umarım. Yani sadece şaşırdım. Dışarıdan göründüğünden daha duyarlısın."



Önümüzde duran taksinin kapısını açıp oturdum vakit kaybetmeden. "Dışardan duyarsız görünüyorum öyle mi?"



Jongin de diğer kapıdan girip cevap vermişti hızlıca. "Öyle demedim, yani daha şeydin... Böyle, okulda mesela..."



Jongin düşünürken ben şoföre adresi vermiştim bile.

"Şöyle ki... Kimsenin işine burnunu sokmayacak birine benziyordun. Hani öyle tipler olur ya. Rahatı yerindeyse kimse için kılını kıpırdatmaz."



Araba hareket ettiğinde ben Jongin'i dinliyordum hala.



"Ama yanlış anlama. Seninle fazla sohbetimiz yoktu yanılmış olmam doğal. Ama tanıdıkça içinden halk kahramanı çıkıyor."



"Ön yargılarından kurtulmana sevindim dostum. Ama hala seni kurtarmış sayılmam yani iş aramaya devam et."





Konuyu mu değiştirmeye çalışıyordum? Önyargı sandığı şey bendim aslında. En yakınındakiler dışında kimse için kılını kıpırdatmayacak o tiplerdendim. Ama Jongin'in acıklı hikayesi etkilemişti beni sanırım. Arada istisnalar olabilirdi. Her neyse yine de emin olduğum tek şey şuydu ki: Jongin'in yerinde kim olsa aynı şeyi yapardım.



Eve ulaştığımızda geçirdiğimiz aksiyon dolu akşamın ardından sıcak bir duş beni kendime getirmeliydi. Biraz da atıştırmalık ve televizyon programlarıyla deşarj olmak için sabırsızlanıyordum Öyle olmuştu da. İkimiz de sırayla duş alıp üstümüzü değiştirdik.

Salonun diğer yanında kitaplığın önünde duran renkli minderleri de alıp kanepenin önüne, yere yerleştirdiğimde Jongin'le yorgunluğumuzu atmak için geniş ve keyif dolu iki kişilik yer ayarlanmıştı salonda. Elimizde de az önce bizi kapıda karşılayan Bayan Jung'un elimize tutuşturduğu sütlü tatlılar vardı. Mutluyduk kısacası. Televizyon izlerken olayın etkisini çoktan geride bırakmış ve gülmeye başlamıştık.



"Sehun senin neden evcil bi hayvanın yok?" Jongin izlediğimiz programdaki çekirdek ailenin Mimi adlı süs köpeği gördüğünde merakla yüzünü bana çevirdi. "Evde kalıyorsun, bölümün de malum... Senin yerinde olsam yanıma bi arkadaş alırdım."

"Vay, demek hayvanlarla aran iyi?" Takdir eder gibi gülümsediğimde mutlulukla başını salladı evet anlamında.



"Evde köpeğim vardı-" Sonra yanlış bir şey söylemiş gibi duraksayıp düşünmeye başladı.



"Evde derken?"



"Evde işte." Gülümsedi. "Boşver. Sen neden almıyorsun, onu konuşuyorduk. Yerinde olsam balık alırdım en azından."



"Dostum ben kendime bakamıyorum. Balık bile olsa onu belli saatlerde besleyip suyunu değiştirecek sorumluluk duygusunu göremiyorum kendimde üzgünüm." Tatlıdan bir kaşık daha alıp homurdandım. "Ama sen ilgilenirsen her gün sahipsiz bir sürü hayvan geliyor bizim hayvan hastanesine."



"Bir sahipsizi alıp başka bir sahipsize mi vereceksin?" Oturduğu mindere uzanıp sesli güldü. "Bunu duymamış gibi yapacağım."



Söylediği şeye gülerken bir yandan televizyona bakıyordum. "Sen de haklısın, konu bölümlerden açıldı madem ben de sana soracağım. Neden edebiyat?"



"Daha önce kimse sormamıştı!" Tatlı tabağını kenara bırakıp hepten uzandı ve dirseğini yere, başını da elinin üstüne yerleştirdi. "Annem edebiyat öğretmeniydi. Ben çocukken şiirlere, hikayelere alıştırdı beni. Sonra kopamaz oldum."



"Demek öyle. Şimdi öğretmenlik yapmıyor mu?" Kanepe uzanırken gözlerim hala televizyondaydı. Jongin de sırtı bana dönük uzanmış benim gibi televizyon izliyordu.



"Öyle. Öldü çünkü."





Ağzıma götürdüğüm son kaşık duyduğum şeyle ağzımda kalmış ve tatlıyı yutamamıştım. Birden kalp atışlarımın hızlandığını hissettim. Ortak bir noktamız vardı demek. Ve bu ortak nokta, keşfedildiğinde insanları mutlu edenlerden değildi. Bunun yerine şu an bende titreyen bir vücut ve kafamda çocukluk anıları bırakmıştı. Bu da ister istemez üzüyordu hafızanda canlandığında o an bulunduğun yer neresi, saat kaç ya da ne halde, ne yapıyor olduğun hiç fark etmeden.



Jongin bendeki suskunluğu fark etmiş olacaktı ki yattığı yerde kafasını çevirip merakla arkaya baktı.



"N'oldu?" Bu tip şeylere alışkın olduğunu belirten bir ifadeyle başını salladı. "Merak etme pot kırmadın."



Gülüp kanepeden uzattığım elimle saçlarını karıştırdım göz devirerek. Söylediği şeyle o anki durumun alakası olmadığını ifade etmeye yetecek kadar gibi umursamazdı ifadem.



"Ben değil zaten sen kırdın." Bir şey demesine fırsat bırakmadan tekrar kanepeme geri yerleşiyordum ki suratındaki donukluk beni güldürmüştü. "N'oldu saçlarını bozdum diye mi kızdın?"



"Y-yo, hayır." Hızlıca önüne döndüğünde ben de soru zincirime dönüş yaptım. Yine konuyu değiştirdiğime seviniyordum.



"Edebiyat hayatta en anlamadığım şeyler arasındadır diyebilirim. Anlayanlara da hep saygı duymuşumdur." Televizyon izlemeye ara vermiştim tamamen. Tabaktaki tatlının son kısımlarını kaşıklıyordum.



"Ama onlar bana saygı duymuyor. Bi yazarın ismini yanlış söyleyip alay konusu oldum hatta. Stephen King'i Stephen Hawking'le karıştırmıştım. Herkes ilgilenmek zorunda gibi davranıyor bazıları haksız mıyım? Tanrım edebiyattan anlamıyorsan ikinci sınıf insan muamelesi görmen çok saçma. Sonuçta benim de farklı ilgi ve uzmanlık alanlarım var. Her şeyde başarılı olamam."



"Hey, dinliyor musun sen beni?"



"N-ne?" Saniyeler sonra cevap gelmemesiyle yeniden seslendiğimde Jongin düşüncelerinden uyanmış gibi irkilip cevap verdi arkası dönük halde. "Dinliyorum. Edebiyat diyorsun. Haklısın evet."



Pek tatmin olmasam da dinleyip dinlemediği konusunu boşverip devam ettim.



"Sen başka şeylerle de ilgileniyor musun? Edebiyat dışında yani?"



Arkasını dönüp yüzüme baktı. Suratının şekli normale dönmüş gibiydi nihayet. "Elbette. Bi ara resim kursuna gitmiştim. Biraz da piyano çalıyorum."



Hayranlıkla baktım yüzüne. "Tanrım tam bi sanat adamısın. Hiç de göstermiyorsun aslında."



"Nasıl yani? Gösteriliyor mu bu?" Güldü.



"Bana dedin daha bugün! Şu bendeki kendini açığa vermeyen özveri meselesini hatırlasana. Hiç öyle bi tipin yok demek istiyorum. Mesela en çalışkan öğrenci gözlüklü olur gibi kalıplar vardır ya. Senin de bakınca yüzünden, giyiminden filan okunmuyor. Böyle daha çok okula uğramayıp hayatı geceleri yaşayan bad boy'lar gibi görünüyorsun."





"Demek öyle." Sırıtırken yüzüme inceler gibi baktı. "Ben de sana bir sır vereyim o zaman."



"Ver?" Dedim gülerek sorar gibi.



"Sana da bakınca çalışkan görünmüyorsun. Veterinerlik okuduğunu söylemezdim ilk bakışta okulda seninle tanışmadan önce." Bir an duraksayıp düşündü. "Yoksa sen o çalışmadan başarılı olan kutsanmış tiplerden misin?"



"Ben zeki tiplerdenim. Gördüğümü, duyduğumu kolay unutmam. Tabii bi de lisede biyoloji hocam çok güzeldi. Onun da etkisi olmuş olabilir."



"Evet, mümkün." Gülerken elindeki boş tabağı kenara bırakıp sordu. "Kız arkadaşın var mı şu an? Yani gerçek anlamda, böyle sevdiğin biri. Merak ettim sadece."



"Sevdiğim biri mi?" Şaşırmış gibi güldüm. "Takıldığım kızlar var, evet." Şöyle bir gözümü tavana dikip düşündüm. "Eunjae, Sunyeon, elbette bölümün çıtırı Hyemin... Sonra... Min ah!"



Jongin'e baktım tekrar. "Bir kaç tane de geçenlerde görüşmeyi kestiğim var. Kız milletinin birazcık ilgi gösterince evliliğe kadar hayal kurma potansiyeli var. Bu yüzden ilişkilerimi uzun tutmuyorum."



"Sorumun cevabını aldım galiba." Gülerken tavana baktı. "Aşk hayatın ilgi çekici Sehun-ah!"



"Biliyorum." dedim aynı şekilde gülerek. "Duygusal kısımla ilgilenmiyorum. Çünkü bu tarz şeyler saçma geliyor. Tanrım aşk dedikleri şey iki kişi arasındaki çekimle başlar. O çekim de hiçbi zaman beyin gücüyle olmaz ki yani yine senin gibi duygu adamlarının bi türlü kabullenemediği hayvansal iç güdülerin sonucudur. Yani kalkıp seni başka türlü etkilemeyen birine sırf ruhu güzel diye aşık olamazsın. En saf dedikleri aşklarda bile vardır bu-"



"Bekle bu çok bilimsel oldu." dedi hayretle gülerek. "Bu yönden bakmamıştım ama yine de dünyanın gerçeği bu. Yüzde yüz duygusal olamaz bu deyip doğaya aykırı diye duygularına ket vuramazsın."



Kendimi ilginç ve daha önce katılmaya hiç gerek duymadığım bi tartışmanın içinde bulmuştum.



"Olay ket vurmak değil ki. Demek istediğim sadece mantıklı bulmuyorum. Yani kimse beni o şekilde etkilemedi ama etkilerse de uzaklaş sen mantıklı değilsin demem." Sesli güldüm söylediğim şeye. Jongin de aynısını yapmıştı beni izlerken.



"Ki imkansız bi şeyden bahsediyoruz. Neyse işte dostum boşver bu sıkıcı konuları." Koltuktan üst vücudumu yere doğru sarkıtıp Jongin'in elindeki kumandayı aldım. "Eğlenceli bir şeyler izleyelim."



Kısa süre yine beyzbol maçı ve biraz da müzik ödüllerini izledik. Jongin olayın yarısında gidip bir kitap getirmiş ve az önceki yerine uzanıp okumaya başlamıştı.





O yerde minderlerin üstünde, bense kanepede uzanırken dinlenme aşamasını çoktan geçmiş, sıkılma ve uyuklama kısımlarına giriş yapmıştık. Uykuya dalmadan önce hatırladığım son şey Jongin'in kitap okumaya devam ettiği ve benim de aynı pozisyondan sıkılıp kanepede arkamı dönmüş olmamdı.

Saat gece yarısını geçerken uykumda kıpırdandığımda istemeden karanlık bir odada uyanmıştım. Başta ne olduğunu şaşırmış olsam da biraz kendime geldiğimde televizyon izlerken uyuyakaldığımı anladım. Odanın ışıkları ve televizyon kapatılmıştı. Ve deri koltuktayım. Peki Jongin nerdeydi o zaman?

Kanepeden sarkıp elimle yeri kontrol ettim. Tahmin ettiğim gibi elim boşluğa çarpmamıştı. Niye uyandırmamıştı beni? Biraz doğrulacağım sırada üstümden kayan örtüyü fark ettim. Bir de üstümü mü örtmüştü kendi battaniyesiyle? Salak mı bu der gibi göz devirip üstüne basmamaya çalışarak ayağa kalktım.



Sonra tam ışığı açmayı düşündüğüm an rahatsız etmemek için vazgeçmiştim. Bunun yerine Jongin'in yanına diz çöküp omzuna dürterken fısıldamaya başladım.



"Jongin!" Pencereden giren hafif ışıkla gördüğüm kadarıyla gözlerinde en ufak bir kıpırtı yoktu. "Uyan! Kalk yerden!"

Hala uyanmamasıyla biraz sesimi yükseltip omzundan sarstım. "Jongin!!"

Gözleri hafifçe açıldı. Sonra tam üstünde benim kafamı gördüğünde sonuna kadar açılmıştı.

"Kalk yerden. Hasta olacaksın."

Geri çekilip kalkmasını bekledim. "Tanrım, üstünü de örtmemişsin. Niye beni uyandırmadın?"

"Uyuyordun." dedi uykulu sesiyle. "Sonra ben de dalmışım."



"İyi pekala." Ayağa kalktım esneyerek. "Ben odama gidiyorum.Sana iyi geceler."

"Sana da."



Vay anasını, etkileyiciydi. Böyle yardımsever ve özverili oluşu yani. Baek olsa uyumamdan faydalanıp beni küvete taşırdı.





Odama gidip yumuşacık çift kişilik geniş yatağıma uzandım ve omzuma kadar çektim örtüyü. Evde en sevdiğim yer sayılırdı. Yani gerek uyumak için, gerek uyumak dışında kullanıldığında fark etmez. Yatak en iyi icatlardan biriydi kesinlikle.

Telefonumdan yarı açık gözlerle gelen mesajlara göz attım hızlıca ve hemen ardından ders saatinden iki saat önceye kurdum alarmı. Yarın okulda ve evde uzun bir gün bekliyordu beni.



--



"Sehun-ah... Çok tatlısın." Omuzlarımdan dolanmış bir çift kola gülümseyerek bakıyordum. "Nerden duyuyorsun böyle komik şeyleri?"

"Bana ilham verdiğini söylemedim mi daha önce?" dedim arkamdaki vücuda ulaşmak için omuzlarımdaki ellerinden tutup arkamı döndüğümde. Büyülü gibi parıldayan gözlerine baktım. Bayanları etkilemek neden kolaydı bu kadar? Tanrım ve bu kız çok güzeldi. Arkamı döndüğümde daha iyi anladım. Tam benim tipim. Şu efsanevi çinli kadın karakterlerle Arwen kırması bir şeydi tam olarak.

"Neden burda olduğumu bilmek ister misin?" Muzip ve seksi bakışları aynıyken sesi daha bi ekolu gelmeye mi başlamıştı? Az önceki beach club atmosferine ne oldu? Ama ne fark ederdi ki? Kız sonuçta.

"Umarım aklımdaki sebeptendir." dedim içimden, bakışlarımdaki soğukkanlılığı bozmamaya çalışarak. Sonra istemeden mırıldandım sessizce ve heyecan içinde.

"Tanrım çok seksi bakıyor bu."

Ben kıpırdanmaya başlamışken kız kulağıma eğildi gülümseyerek.



Yaklaş! Evet, yaklaş...



"Telefonun çalıyor..."

Bulunduğumuz ortamın otantik görüntüsüne hiç uymayan o Samsung zil sesi bir anda tüm atmosferin içine etmişti anlam veremediğim bir şekilde.



"Bunu mu söyleyecektin yani?!" Dedim yıkılan hayallerimle baş başa, yavaşça benden uzaklaşan kızın arkasından ağlayacak gibi bakarken. "Neden burda olduğunu söylemedin daha!"

Elimi uzatıp ona doğru koşmaya başladım. "Adını bile söylemedin! Onu söyle bari! Twitter kullanıyor musun?"

Bir yandan zil sesi daha da yakından gelmeye başlamıştı. "Sen arıyorsun değil mi? Numaranı kaydedeceğim, akşam konuşalım!"

Kız gözden kaybolduğunda duymaya devam ettiğim melodiye küfürler savuruyordum. "Ne vardı bari adını söylesen!"



Kıpırdayıp yanağıma değen yumuşak şeyi fark ettiğimde artık zil sesinin kulağımın dibinde çaldığını ve o yumuşak şeyin de yastığım olduğunu fark etmiş ve neredeyse ağlama raddesine gelmiştim. Rüya olduğuna inanmak istemediğimden gözlerimi bile açmıyordum ve kız belki geri gelir ümidiyle saniyelerdir kulağımın dibinde çalıp duran melodiye rağmen yeniden uyumaya çalışıyordum.

En sonunda öfke ve ağlama isteğimle gözlerimi açıp derin bir nefes aldım ve içimi gerçek hayatla doldurdum. Rüya mıydı yani? Hala inanamıyordum. Tanrım kız çok güzeldi. Ama diğer yandan mantıklıydı rüya olması. Ortamın o tarihi havası ya da kızın Lord of the Rings'den kopup gelmiş gibi görünmesi bir yere kadar gerçek olabilirdi. Ama beni bırakıp gitmişti. Beni?



Olacak şey değil der gibi alayla gülüp elimi etrafta gezdirmeye başladım telefonu bulmak için.



"Kim arıyorsa benden duyacağı güzel şeyler var." Öfkeyle dudağımı dişleyip sertçe komidindeki telefonu aldım ve arayan isme baktım.

Noona?

Ben kimi kaydetmiştim en son noona diye? Sunyeon ismiyle kayıtlıydı. Unuttuğum biri mi var diye düşünürken merakla aramayı onaylayıp kafamı yastığımdan kaldırmadan konuşmaya başladım.



"Efendim?"



Kısa süre ses gelmemişti düşünür gibi. Sonra gelen o çekingen zarif kız sesiyle uykum birazcık daha açılmıştı.

"B-ben Kai'yi aramıştım ama? Kai sen misin?"

"Ne Kaisi ya?" dedim kızın duyamayacağı bir sesle düşünürken.



Bu o rüyanın gerçek versiyonu gibiydi. Önce ümit verip sonra uçarak uzaklaşan o sürtük gelmişti aklıma. Şimdi de acaba rehberimin ücra bir köşesinde kalmış güzel bir hatun görüşmek için mi arıyor dediğim sırada başkasını soruyordu bana. Yanlış numarayla konuşuyordu! E ama yanlış numaraysa benim telefonuma kayıtlı olması nasıl mümkün oluyordu? Tanrım Kai kimdi?



"Sanırım yanlış numara." dedim kararsızlıkla. Sonra sesim biraz yükselmişti. "Kai her kimse bu onun telefonu değil. Ben Oh Sehun-"

Cümlem, odanın dışından gelen patırtılar yüzünden yarım kalmıştı. Ve sonra telaş içinde zaten odamın yarı aralık olan kapısından, duştan çıkıp altına kısa eşofman geçirmiş olması dışında üst kısmı çıplak ve saçları ıslak biri gelmişti.



Ben kulağımdaki telefonla şaşkınlık içinde ona bakarken o, iki elini "Dur!" der gibi uzatmış ve koşarak gelip telaşla telefonu almıştı elimden.

"N'oluyo ya?" Örtüyü üstümden atıp doğruldum yavaşça. Jongin de o sırada telefonla odanın çıkışına ilerlemeye başlamıştı bile.

"Noona benim, Jongin. Kusura bakma telefonum arkadaşımınkiyle karıştı."

"Ne?" Gözlerim iyice açılmıştı kalkıp arkasından giderken. "Ne alaka telefonlarımızın karışması? Benim telefonum nerde o zaman? Hem, kızın o dediği Kai sen misin?"



Peşinden giderken konuşmalarını dinliyordum.



"Ciddi misin noona? Kesin gidecek eminsin değil mi?"



Güzel bi haber almış gibi davranıyordu. Ben odamın kapı eşiğinde dikilmiş onu izlerken salondan ışıldayan gözleriyle bana bakmış, sonra tekrar cevap vermişti noona'sına.



"Son zamanlarda duyduğum en iyi haber. Umarım bi televizyonluk boş yeri vardır." Sırıtmaya başladı.



Tanrım ev mi buldu ki? Düşünürken ben de gülümsemeye başladım. Yatağımın altındaki dışında televizyonu yoksa tabii.

Bir kaç teşekkür ve vedalaşma cümlesinin ardından Jongin telefonu kapatmış ve liseli aşıklar gibi gülmeye başlamıştı.



"Sehun ev buldum!"

"Sevindim ama şu telefon meselesine gel bakalım." dedim hesap sorar gibi.



Sevincine küçük bir gölge düşmüştü sanırım. Az öncekinden daha az gülümseyen bir ifadeyle parmaklarını kütletirken açıklamaya girişti.



"Şimdi şöyle... Duştan çıktım ve uyandın mı diye sana bakmaya geldim. Bir şey soracaktım ama sen gülümseyerek bir şeyler sayıklıyordun. O ara telefonumu komidine bırakıp giyinmeye gittim salona, uyanınca sorarım diye. Doğru bir karar değildi evet ama beş dakika içinde çalacağını düşünmemiştim. Geri gelecektim sonuçta telefonu bırakmıştım bir kaç dakika için."



"Tamam pekala benimki de yastığın altında filan o zaman." Başımı salladım anlayışla. "Peki kimdi o arayan? Ayrıca adın Jongin değil mi senin?"



Gülümsedi. "Şey, o yakın arkadaşım diyebilirim, Ji Sook, üst dönemden. Belki tanıyorsundur. Ve çalıştığım yerde Kai diye bilinirim yani o da benim diyebiliriz."



Jongin gülmeye devam ederken benim şok olmuş bakışlarımı gördüğünde ifadesi silinmişti.



"N'oldu?"



"Ji Sook. B-benim konuştuğum kız? Ben onunla mı konuştum?" Gözlerimi kocaman açmış, titreyen ellerime hakim olmaya çalışıyordum. "Park Ji Sook?"



"Evet. Tanıyor musun? Bizim bölümden Jae Ri, yani senin bildiğin ismiyle Jerry'nin ev arkadaşı aradığını söyledi."



Tanıyordum. Ve hiç kimseyi tanıdığım için bu kadar şok olmamıştım. Jongin'in arkadaşı mıydı? Jongin, afroditin arkadaşı mıydı?!



Kafamı toparlamaya çalıştım. Evet kesinlikle toparlanmaya mecburdum. İki gündür yanımda tuttuğum çocuğun benim için bir çeşit kız mıknatısı Chanyeol olabileceğini nerden bilebilirdim tanrı aşkına? Chanyeol benzetmesiyle biraz ürpermiş olsam da görmezden geldim. Şu an konu o değildi. Şu an konu afroditti. Hayır daha doğrusu şu an konu afroditle aramdaki köprü olduğunu şu an öğrendiğim kişinin evimden gitmek üzere olmasıydı. Kim demiş ev arkadaşı sorun yaratır diye?



"J-jongin şimdi sen gidersen o Jerry'nin evinde üstüne düşen kirayı karşılayacaksın değil mi?"

"Elbette." Şaşkınlığı gülümsemeye dönüştü. "Beni iyice beleşçi yaptın Sehun."



"Hayır, hayır!" Telaşla lafa girdim. Kıymetli ev arkadaşım tarafından yanlış anlaşılıyordum az daha. "Zor durumdasın. Ve daha iş bulmadan nasıl ödeyeceksin kirayı?"



Başını salladı ve dişlerini göstererek geniş bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. "Bulurum bi yolunu."



"Bulamazsın. Olmaz." Başımı sağa sola salladım hayır anlamında. "Boşver o çocuğu. Burda benimle kal. Bi iş bulana kadar kira vermen gerekmiyor."

"N'oldu böyle birden sana?" Şüpheli bakışlarla ıslak saçlarını karıştırdı. "Ne zaman gidecek bu bakışlarından eser kalmadı bi anda."



"Ne? Ben mi?" Alay eder gibi güldüm. "Ne zaman öyle bakmışım? Dostum gerçekten çok komiksin."



İkna olmuş gibi bakmıyordu. Ve o şüpheli bakışları yok etmek için konuyu değiştirmeye çalıştım. "Üstüne bir şey giy hasta olacaksın." Koşarak odama gittim. Çekmecemden beyaz bir tişört çıkarıp geri döndüm ve salonumda dikilen ne olduğunu anlayamamış çocuğun eline tutuşturdum.



"Giy şunu öyle konuşalım."



Gülüp tişörtü indirdi giymek yerine ve bana doğru bir kaç adım attı aynı şüpheli bakışlarla. "Kabul et, bir şey oldu sana." Bakışları sert ve ciddiydi. "Ji Sook'tan bahsedince tahammül çıtan yükseldi birden."



Bu kadar kolay yakalanmış olamazdım.



"Ha-hayır. Ne ilgisi var?" İnkar ediyordum ama gözlerindeki ciddiyet, göz temasımızın devamında benim gözlerimi başka yöne kaçırmama neden olmuştu. "Belki biraz ilgisi olabilir."



Jongin'in ifadesinin sabit kaldığını fark ettiğimde yakalanmış da olsam ipin ucunu bırakacak değildim. Yüzümdeki sahte gülücüğü yok edip gözlerimi yeniden onunkilere diktim ciddiyetle. En mantıklısı dürüst olmaktı şu an.



"Tamam seninle oyun oynamayacağım." Başımı yukarı kaldırıp açıkladım çekinmeden.



"Kızları tek bakışımla etkilerim. Ve eğer dikkatini ilk anda çekmemişsem de uğraşmam asla. Şimdiye kadar çok az kız başını çevirip ikinci kez bakmadı bana benim istememe rağmen. Ve evet Ji Sook onlardan biri."

Niye bakışlarındaki ciddiyette en ufak bir değişme yoktu hala? Biraz bekleyip, fazla takılmadan devam ettim sözlerime.

"Geçen sene ilk ilgimi çektiği zamanlar tanışmaya çalışmıştım ama kısaca özet geçeceğim, bir şekilde grup halinde takılma planını ekti ve bir avuç edebiyat canavarının ortasında boşu boşuna iki saat geçirtti bana. Bu yediğim ilk darbeydi. Sonra gidip yüz yüze konuşmayı denedim. Yani tanışmak için. Ama kafeteryanızda bana doğru yürürken yüzüme bakmadan geçip gitti."



Bunları hatırlamanın, özgüvenimde oluşturduğu çatlakları hatırlayınca gözlerimi tavana dikip zavallı kendimi teselli etmeye başladım içimden. Cidden hatırladıkça fena oluyordum. İlk, bi kız tarafından tepe taklak edilişimdi.



"Yani?" dedi hala o ciddi bakışlarıyla. Söylediklerim hiç etki etmeyince özgüvenimdeki çatlakların genişlemeye başladığını hissediyordum yavaştan.



"Yani dostum, açık konuşacağım. Beni bi şekilde bu kıza yaklaştırırsan, demek istediğim sadece yaklaştırmak. Tanışsam bile yeter. Gerisini ben hallederim. Eğer bu konuda bana yardım edersen evimde istediğin kadar kalabilirsin. Kira istemem, ya da sana misafir gibi davranmam."



Şöyle bir göz attım bakışlarına. Yarı çıplak karşımda dikilmiş, sinirli sinirli bakıyordu. Lanet olsun. Gözlerimi kaçırıp etrafta gezdirirken Jongin'in arkasındaki kitaplığın rafında duran ev anahtarlarımı gördüm. Hemen gidip anahtarları kaptığım gibi tekrar geçtim karşısına. Bu kez anahtarlarla ne yaptığıma bakıyordu.

Batman oyuncağından havaya kaldırdım anahtarları gülümseyerek. "Yedek anahtarın olur." Şekerle çocuk kandırıyor gibi hissediyordum.

Bakışlarının anahtarlıkta kaldığını fark ettiğimde konuyu değiştirdim tekrar parlak bir fikirle.



"Bana sadece yardım edeceksin. Onunla tanışmamı sağlaman arkadaşına ihanet değil. Hem bu sayede senle tanışıp iki iyi arkadaş olmayacağımızı kim bilebilir?"



Gözlerimle anahtarlığı işaret ettim. "Ben bu olaydaki Bruce Wayne'sem sen de kısa süre için beni asiste eden Robin olursun. Masum suç ortağım Robin!"



Sikecek gibi bakmayı kes de bir şey söyle diyordum içimden bir yandan. Ne yani ona ya da arkadaşına ahlaksız teklifte filan bulunmuyordum. Yapacağı tek şey kusura bakma ben yokum demesi olabilirdi. Gözümün içine içine delici bakışlar yollaması değil.

Tabii bir anda ben hala bir tepki bekliyorken, onun o sert ifadesinin pamuk şekere dönüp, tüm dişleriyle gülmeye başladığında istemeden şaşırdım yüzüne bakarken. O birden güldüğünde ben de istemsiz olarak gülümsemiştim sanırım. Evet şu an birbirimize bakıp ahmak gibi gülüyorduk.



Bir kaç saniye içinde Jongin ona verdiğim tişörtü bakışlarını benden ayırmadan üstüne geçirdiğinde içimden kısa bir zafer dansı yaptım. İşte bu! O da hızlıca başını tişörtten geçirip saçlarını karıştırdı ve gülümseyerek elini uzattı gözlerime bakarken.





"Anlaştık."

Continue Reading

You'll Also Like

20.5K 3.6K 11
"Başka birine aşık olmaktansa, fazlasıyla senin olmakla meşgulüm." "Bebeğim, ikimiz de biliyoruz."
204K 21.4K 34
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
101K 6.4K 36
Malfoy ve Black iki ezeli rakip ve birbirlerinden nefret eden iki küçük çocuktur. Black'in 4. Sınıfta Harry'nin yerine arayıcı olmasından sonra Malfo...
391K 36K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...