KARANLIĞI ATEŞE VER - GÖLGE A...

By gokadan

101K 7.4K 1.9K

(Eski adı: Gölge Adam) "Beni bulmak için karanlığa ihtiyacın var, büyücü. Çünkü gölgeler, karanlıkta yaşar." ... More

KARANLIĞI ATEŞE VER
1. Bölüm: "Doğuş"
3. Bölüm: "Peşindeki Karanlık"
4. Bölüm: "Ayna"
5. Bölüm: "Gizem"
6. Bölüm: "Duvar"
7. Bölüm: "Savunmasız"
8. Bölüm: "Adım"
9. Bölüm: "His"
10. Bölüm: "Hayal Kırıklığı"
11. Bölüm: "Orman"
12. Bölüm: "Hiçlik ve Kayboluş"
13. Bölüm: "Aynadaki Kırık Yansıma"
14. Bölüm: "Panzehir - umut"
15. Bölüm: "Karanlığın Tohumları"
16. Bölüm: "Yabancının Kalbi."

2. Bölüm: "Saf Korku"

10.2K 906 249
By gokadan

Bölüm şarkısı: Blueneck– Sirens


2. Bölüm: "Saf Korku"

Üstüme çöken koca bir ağırlık vardı. Beni yattığım yumuşak yere daha fazla bastırıyor ve nefes almama engel oluyordu. Öyle çok boğucuydu ki üstümdeki ağırlığı kaldırmak isterken buldum kendimi. Kollarımı hareket ettirmek ve beni boğan bu histen kurtulmak istedim. Uyuşan vücudum hareket etmemekte ısrar ediyordu. Sanki üzerime çimento dökülmüştü de böyle kaskatı kalmıştım. Ben uyuşuk zihnimle ve gergin bedenimle uğraşırken bir kadın sesi doldurmuştu odayı. Boğuk, uğultu şeklinde gelen sesi algılamakta biraz zorlanmıştım.

"Bunu yapma!" diye tıslamıştı önce. "Yanlış yapıyorsun."

Duyduklarıma herhangi bir anlam yükleyememiştim. Beynimin sigortası atmıştı, aydınlanmama yardımcı olmuyordu. Karanlık bir odada, köşeye pusmuş bekliyordum. Ne olacağını, ne yapacağımı bilemez bir şekilde ürkek bakışlarımı bir şey görmek umuduyla çevrede dolaştırıyor ama hiçbir şey göremiyordum. Algılarım körelmişti.

"İşime karışma!" Sert bir erkek sesi kadına cevap verdikten sonra bir devrilme sesi duydum. Hemen ardından ise birkaç küfür gelmişti.

Nerede olduğumu, kimlerle olduğumu bilmiyordum. Tüm bu yorgunluğuma rağmen gözlerimi aralayıp ne olup bittiğine bakmak istedim ama kirpiklerim sanki birbirine bir yılan misali dolanmıştı. Gözlerimi aralamama izin vermiyordu. Boşuna çabaladığımı fark ettiğimde birbirine bastırdığım dudaklarım daha fazla gerildi.

Berbat hissediyordum.

Yavaş yavaş üzerime çöken bu huzursuzluk beni yattığım yere daha da bastırmaya başlamıştı. Yeniden teslim olmamı, pes etmemi istiyordu. Gergin bedenimi sakinleştirmeye çalıştım ama vücuduma dolanan zehirli yılanı görmezden gelmek zordu. Benden istediği bir şey vardı. Vücudumda bir şey arar gibi dolanıyor ve beni rahatsız ediyordu. Bu histen kurtulmak adına ona istediğini alması için izin verdim.

O yılan elimde kalan bilincimin son kırıntısını da alıp tıslayarak vücudumdan uzaklaşırken gergin bedenim gevşemiş ve kendini yeniden uykuya teslim etmişti.

Kısık sesli bir müzik sesi duydum. Boğuk, uzaktan gelen bir müzik sesiydi. Onu duymak için dikkat kesildim ve yeniden sahip olduğum bilincime sıkı sıkı tutundum.

Gece üzerimde gezinen yılan bilincimi yeniden bana vermişti.

Kulaklarıma dolan müziği dinlerken yanımda bir kıpırtı olduğunda kaşlarım çatıldı. Aynı anda burnuma daha önce hiç almadığım kadar müthiş bir koku dolmuştu. Tanımlaması zor olan bu kokuyu daha fazla almak için nefeslerimi sıklaştırdım. Her nefes alışımda koku biraz daha fazla geliyor ve ciğerlerimi sevindiriyordu.

Vanilya ve baharat gibi kokuyordu.

Evet, tam olarak böyle kokuyordu ve bu koku zihnimin giderek daha da açılmasına neden olmuştu.

Gözlerimi zorlukla aralayıp bana yabancı olan tavana gözlerimi diktiğimde birkaç saniye neler olduğunu anlayamamıştım. Dün gece sanki zihnimden bir an için silinmişti. Bomboş bir ifadeyle tavana bakarken zihnimin derinliklerinde atan sigortayı buldum ve çalışması için düğmeyi yeniden yukarı kaldırdım. Bütün zihnim bunun üzerine aydınlanmış ve dün gecenin bütün anılarını zihnime uçuşturmuştu.

Sonbaharda oradan oraya savrulan yapraklar gibi bütün anılar ardında toz duman bırakarak kendini hatırlattı.

Tuvalete gitmiştim. Evet, işemem gerektiğini söyleyerek kızların yanından ayrılmıştım ve tek başıma tuvalete gitmiştim. Sonra ne olmuştu? Ensemde tuhaf bir sıcaklık hissetmiştim ve sonra da kulaklarımda bir uğultu. Zihnimde gürültü yapan uğultunun çok rahatsız ettiğini hatırlıyorum. O kadar rahatsız ediciydi ki başımın dönmesine, ayaklarımın titremesine engel olamamıştım. Sanki oracıkta bayılacaktım.

Tuvaletten çıkışım ve kırmızı koridorda yürümeye çalıştığım geldi aklıma. Kendimi yere bırakacağım sırada koluma tutunan eller ve o ellerin güzel yüzlü sahibi üşüştü. Gözlerimin ardında bir film misali bütün bu olanlar oynatılırken hemen yan tarafımdan gelen ses ile dehşet içinde başımı yana çevirdim.

"Uyanmışsın." Dedi dün gece gördüğüm adam. Kollarının üstüne başını koymuş tavanı izliyordu. Keskin çenesi, biçimli dudakları ve belirgin adem elması hala hatırladığım gibiydi. Gözlerimi kırpıştırarak beni anlık etkisi altına alan karşımdaki yabancıya baktım ve hızlıca doğuldum.

Yataktan bir anda kalkmış olmamın verdiği anlık baş dönmesi sendelememe neden olmuştu. Birkaç saniye baş dönmemin geçmesi için başımı tutup bekledim.

"Sen kimsin?" diye sordum ardından. Sesim gergin, endişeli ve korkmuş çıkıyordu. Buna engel olamamıştım. Uyanır uyanmaz böyle bir şeyle karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim.

Tavana dikmiş olduğu katran siyahı gözlerini usulca bana çevirdiğinde üşüdüğümü hissettim. Nasıl bu kadar koyu renk bir göze sahip olabiliyordu? Daha önce görmediğim kadar karanlık gözlere sahipti. Sanki bir ressam onun gözlerini çizmiş ve siyah boyasını direkt olarak onun gözlerine sürmüştü. Siyah boyayı hiçbir renkle karıştırmaya gerek duymamıştı. Üzerine gecenin yıldızları serpilmiş gözlerindeki ifadesizlik beni yerime mıhlarken biçimli dudakları aralandı.

"Dün gece bayıldın." Dediğinde kaşlarım çatıldı. Sorumu görmezden gelmişti. "Ve ben de seni evime getirdim."

"Neden?" diye sordum dehşet içinde.

Beni tanımıyordu. Onu tanımadığımı biliyordu. Onunla şans eseri o koridorda denk gelmiş ve ben sahip olduğum o uğursuz şansla onun gözleri önünde bayılmıştım ama neden beni kendi evine getirmişti? Buna gerek olmadığını söyleyen mantıklı yanım beni ucu sivri bir sopa ile dürtmeye başlamıştı.

Yattığı yerden doğrulurken beyaz tişörtünün altında kasılan bedenine değmişti gözlerim. Usulca yataktan kalktı ve karınca adımlarıyla tam karşıma gelerek durdu. Ondan yayılan ve beynimin uyuşmasına neden olan koku tam burnumun dibindeydi. Vanilyanın yoğun kokusu tahmin edemediğim bir baharatla harmanlanmış ve karşımda bana ciddi bir ifadeyle bakan adamın vücudunda can bulmuştu. Ciddi ifadesi vücudumu gerim gerim geriyordu. Eğer bir halat olsaydım bu gerginlikle kopabilirdim.

Katran rengi gözleri önce yüzümü taradı bir şey ararmış gibi. Milim milim inceledi yüzümü. Daha sonra ise gözlerini gözlerime dikti. Kuruyan ağzımı ıslatmak isterken buldum kendimi. Yutkunamıyordum bile.

"Seni orada mı bıraksaydım?" diye sorduğunda sesindeki alayı soludum. Benimle dalga geçiyordu ama surat ifadesinde sarsılmaz bir ciddiyet vardı. Başını yana eğip bana baktığında yutkunmak isterken buldum kendimi. Boğazıma oturan endişe hiçbir şey yapmama izin vermiyordu. Karşımdaki adam bana bu şekilde bakarken ve katran siyahı gözlerini gözlerime sabitlemişken beynimi çalıştırmam mümkün değil gibiydi.

Kendimi konuşmak için zorlayıp dudaklarımı araladığımda cılız çıkan sesime sövmek istemiştim. "Arkadaşlarım oradaydı..."

Karşısında ezilip büzüldüğüme inanmıyordum.

Gözleri usulca kısıldığı an onun gözlerinden gözlerime bir kıvılcım sıçradı ve irkilmeme neden oldu. Bakışlarının beni bu denli etkilemesi imkansız gibi bir şeydi ve şu an imkansızı yaşıyordum. Karşımdaki adamdan tuhaftır ki o kadar da korkmuyordum. Ondan korkmam gerektiğini biliyordum. Zira onu daha önce hiç görmemiştim. Bilmediğim bir evde uyanıp karşımda hiç tanımadığım bir adamı görmek beni korkutmalıydı. Şu an arkama bakmadan koşarak bu evden çıkmam gerekiyordu ama yerime zincirlenmişim gibi hissediyordum. Beni bu denli etkileyen şey kokusu muydu yoksa bakışları mıydı bilmiyorum ama karşısında ona bakarken başımın döndüğünü hissetmiştim. Onun vücudunun sıcaklığını hissetmek beni terletmeye başlamıştı.

Başımı onu daha rahat görebilmek için biraz daha kaldırdım. Uzun boyu onun yüzünü tam olarak görmeme engel oluyor ve başımı kaldırmak istememe neden oluyordu. Yüzünün her bir karışını tam olarak görebilmek istediğimi fark ettiğimde bir yanım kaşlarını çattı ve bana öldürücü bakışlar atmaya başladı. Onu umursamadım.

Karşımdaki adamın bakışlarındaki daha önce kimsede görmediğim ifadeye bakakaldım. Katran rengi gözlerinin donukluğu biraz kırılmıştı. Ardında parlayan bir ışıltı beni karşıladığında titrek bir nefes aldım ve dudaklarımı araladım.

"Teşekkür ederim." Diye mırıldandım elbisemi elimle düzeltme gereği duyarken. Daha fazla uzatmak ve bu adamla konuşmak istemiyordum. Vücudumu saran garip his beni rahatsız etmişti ve bu hissin nedeninin karşımdaki güzel kokan adam olduğunu biliyordum. Onunla konuşmama, uzatmaya gerek yoktu. Bir an önce buradan çıkıp gitmeliydim. Tuhaf bir şekilde ondan korkmamam beni korkutmuştu. Hislerim şu anki duruma tamamen uygunsuz olarak buz gibiydi.

Belki de karşımda duran bu adam anlamadığım bir şekilde bana güven vermişti.

Bu düşünceme karşılık gözlerimi devirmek isterken buldum kendimi. Ben kimseye hemen ısınamazdım ki! Bırak birinin güven vermesini biriyle doğru düzgün oturup sohbet bile etmezdim. Yeni görmüş olduğum bu yabancı adama karşı bir güven duygusu beslemem de imkansızdı.

Diliyle dudaklarını ıslattığında gözlerim titreyerek dudaklarına düşmüş ve ardından hızlıca gözlerine geri tırmanmıştı. "Doktora görünmelisin." Dedi beni uyarır gibi. "Sık sık bayılır mısın?"

Sorusuna karşılık başımı iki yana salladım. "İlk defa böyle bir şey geliyor başıma."

Kaşları usulca havalandığında gözleri yanaklarımı, sonra da tüm yüzümü bir kere daha inceledi. "Ciddi bir şey olabilir." Dedi benden uzaklaşırken. Arkasını dönüp kapıya doğru yürürken sırtını izledim. Beni burada bırakıp nereye gidiyordu?

Beni duymuş gibi omzunun üzerinden bana baktı ve, "Gelsene." Dedi. Sersem adımlarla onu takip ederken kendimi ördek yavrusu gibi hissetmiştim. Bu uzun boylu adamın yanında küçücük bir ördek yavrusu gibi hissediyordum.

"Üzerinde telefon ya da çanta yoktu. Bu yüzden tanıdığın birini arayamadım." Duru ve Sare beni çok merak etmiş olmalıydı. Hatta öyle ki Duru'nun çileden çıktığını hayal etmem zor değildi. Duygularını en dorukta yaşıyordu ve benim ortalıktan kaybolmamın ardından polise bile gitmiş olabilirdi. Ona büyük bir açıklama yapmam gerekecekti... Duru'yu düşünen zihnim karmakarışıktı. Merdivenlerden indiğimiz sırada yeniden konuştu. "Seni evine bırakmamı ister misin?" Ben daha ne olduğunu anlamadan dış kapının önünde birden durduğunda burnum sert sırtına çarpmıştı. İnleyerek sırtından uzaklaştım ve burnumu ovaladım.

"Yavaş olsana!" dedim huysuz bir şekilde.

İşte, gelmişti... Huysuz Efsa yeniden sahalardaydı!

Burnumu ovalamaya devam ederken gözlerimi bana ciddiyetle bakan gözlerine çevirdim ve çatık kaşlarımı mümkünmüş gibi biraz daha çattım. Yabancılara karşı tahammülüm bu kadardı işte...

"Biraz uzaktan yürüsene. Ne diye dibime giriyorsun?"

Bu adam benden daha fazla huysuzdu!

Bu uyuz cevabının ardından ona cevap vermeden önüne geçmiş ve kapıyı açıp kendimi dışarı atmıştım. Nerede olduğum hakkında gram fikrim yoktu ama sora sora evime gidebileceğimi düşünüyordum. Etrafıma bakınmadan ayağımın altındaki taşları tekmeleyerek yürümeye devam ederken arkamdan seslendi.

"Kime diyorum!" Kollarımı kendime doladım ve onu duymazlıktan geldim. Soğuk hava bir bıçak gibi tenimi kesip geçiyordu. Bacaklarıma dolanan soğuk tenimi keskin dişleriyle dişlerken titreyen çeneme engel olamıyordum. Lanet olası hava bu kadar soğuk olmak zorunda mıydı?

Yürümeye devam ederken hemen yan tarafımdan gelen güçlü bir motor sesini işittim. Kaşlarımı çatarak o tarafa döndüğümde motorun üzerinde yüzündeki sinir bozucu ciddiyetle bana bakan o adamı görmüştüm.

"Ne var?" diye sordum iyice sinir olarak.

"Nereden gideceğini biliyor musun?" Bilmediğime o kadar emindi ki! Bilerek soruyordu.

"Biliyorum!" dedim bilmediğim halde.

Kaşlarını alayla kaldırdı ama dudakları dümdüzdü. Alayı sadece kaşlarına yansımıştı. "Yalan söylemek kötü bir şeydir, tuhaf kız."

"Sensin tuhaf." Çocuk gibi davrandığımı biliyordum ama huyum buydu. Yapacak bir şey yoktu, kendimi değiştiremezdim.

Adımlarımı hızlandırıp onu arkamda bıraktığımda bıkkın bir nefes aldığını duymuştum. "Ne inatçısın kızım. Binsene şu motora. Evine bırakacağım alt tarafı."

"Sapık olabilirsin." Aslında olmadığını biliyordum ama bunu ona belli etmeye gerek yoktu.

Alayla söylendi. "Sapık olsam üstünde kıyafetlerinle uyanmazdın."

"Pisliksin!"

"Öyleyim." Motorun sesi kesildi ve birkaç saniye sonra sıcak elleri soğumuş kolumu tuttu. Kelepçe misali sıkı sıkı tuttuğu kolum bana dün geceyi hatırlatmıştı. "Hadi bin şu motora, uğraştırma beni. Kardan adama döneceksin. Montun bile yok."

Bir kolumu tutan eline bir de yüzüne baktım. Ne yapacağımı, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Üstelik bu adam çok sabırlı birine de benzemiyordu. Eğer şu an teklifini geri çevirirsem beni burada bırakıp gideceğine emindim.

Tamamen bana yabancı gelen çevreye bakındım tanıdık bir şey görebilmek umuduyla ama yoktu. Tamamen yabancı bir yerdeydim. Evimden belki de kilometrelerce uzaktaydım ve başka seçeneğim olmadığını biliyordum. Taksiye binecek param bile yoktu.

Lafını ikiletmeden motoruna doğru yürüdüm ve bana uzattığı kaskı titreyen ellerimle aldım. Motora binecek olmak beni biraz geriyordu. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım ve kaskı dikkatle başıma geçirdim. En azından fazladan kaskı vardı ve en azından kafamı koruyabilecektim.

Arkasına oturdum ve ellerimi motorun arkasındaki çıkıntıya yerleştirdim.

"Yavaş sürebilir misin?" Titreyen sesime lanet ettim.

"Korkuyor musun yoksa?" diye sordu kendi kaskını da takarken. Benden bir cevap alamadığında aniden gaza bastı ve motorun öne doğru atılmasına neden oldu. Aniden gerçekleşen bu hareket karşısında dudaklarım arasından tiz bir çığlık çıkmış ve arkaya doğru sendelemiştim.

"Yavaş ol lütfen!" diye yalvardım. Bu kadar ödlek olmam canımı sıkmıştı.

"Korkuyor musun?" diye yineledi. Sinirlerim bozulurken ne yapmaya çalıştığına anlam verememiştim. Korkuyorsam korkuyordum, bundan ona neydi?

Cevap vermediğim her saniye hızını giderek arttırırken gözlerimi sımsıkı kapattım ve tutunduğum yere daha sıkı tutunmaya çalıştım. Soğuk hava elbisenin açıkta bıraktığı bacaklarımı bıçak gibi kesiyordu. Bacaklarım, kollarım, kısaca tüm vücudum gerim gerim gerilmişti. Gerek soğuktan gerekse bu sinir bozucu adamın davranışlarından bütün kaslarım ağrıyordu.

"Cevap vermezsen hızımı arttıracağım." Dedi ve gaza biraz daha yüklendi.

"Nasıl bir insansın sen ya? Korkuyorum görmüyor musun?" Resmen cırlamıştım ama artık sabrım kalmamıştı.

Ayağını gazdan çekip hızı düşürdüğünde derin bir nefes almış ve gözlerimi aralamıştım. Kalpten gitmemek elde değildi.

Yol boyunca yolu tarif etmiş ve bunun dışında tek kelime dahi etmemiştim. Karşılaştığımdan beri sinirlerimi bozan bu adamla muhatap olmak istemiyordum.

Evimin önüne geldiğimizde, "Burada inebilirim." Dedim. Motoru usulca durdurdu ve inmeme izin verdi. Elbisemi düzeltip kaskı başımdan çıkarırken bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Sanki küçük buzdan iğneler bütün vücuduma ufak baskılar uyguluyordu. Bütün vücudum bu iğneleri tanıdık bir his gibi kabulleniyordu.

Kaskı ona uzatıp yüzünü kapatan kaska dikkatle baktığım sırada yüzünü bir kere daha görmek isteğimi fark etmiş ve kendime müthiş bir sinir duymuştum.

Aptal mısın Efsa?

Tıslayan iç sesim beni uyardı. Ona bakmak istemem saçmaydı. Onu bir daha görmek istemem saçmaydı çünkü onu görmeyecektim, bunu biliyordum. Zaten görmem için de bir sebep yoktu. O sadece bir yabancıydı. Adını bile bilmediğim, sinir bozucu bir yabancı.

"Teşekkür ederim." Dedim kısaca. "Ölmeden geldiğim için memnunum."

"İyi bir sürücüyüm." Sesi buram buram alay kokuyordu. Yüzünü göremesem bile alaylı ifadesi gözümde canlanabiliyordu.

"Ya, ne demezsin!" diye dalga geçtiğim sırada yukarıdan tanıdık bir ses bana seslenmişti.

"Efsa!" Duru'nun kızgın ve aynı zamanda endişeli sesiyle birlikte evimin olduğu kata baktım. Duru kaşları çatılmış bir vaziyette pencereden sarkmış bir bana bir de yanımdaki yabancıya bakıyordu. Anlamadığına emindim. Kafası karışmıştı. "Neredesin sen? Çabuk buraya gel!" diye bağırdı beni ve yanımdaki adamı incelemeyi bırakıp. "Seni öldüreceğim kızım!" Delirmiş gibiydi. Gece boyunca uyumadığı o kadar belliydi ki, dudaklarımı dişlemeden edemedim. Ona aval aval baktığımı görüp yeniden dudaklarını araladığında neredeyse tüm bu şeylere rağmen gülecektim. "Çabuk dedim." Deyip ellerini birbirine vurdu ve içeri girdi.

Duru yine bildiğim gibiydi.

Yanaklarımın içini havayla doldurup ofladım ve yanımdaki adama döndüm.

"Başım belada." Diye mırıldandım. "Yeniden teşekkür ederim."

"Rica ederim." Dediğinde son kez görünmeyen yüzüne baktım. Kaskının ardındaki ifadesini hala görmek istemem beni delirtmeye başlıyordu. "Bir doktora görünmeyi unutma." Dediğinde omzumun üzerinden ona bakıp gözlerimi devirmiştim.

Neyse ki bu sinir bozucu, gıcık yabancı benim için her zaman bir yabancı olarak kalacaktı ve onunla bir daha muhatap olma zahmetine girmeyecektim.

İçimden bir ses tüm bu düşüncelerime karşı çıkmıştı ama onu duymazdan geldim ve zihnimin karanlık kısmına doğru savurdum.

Eve girdiğim an üzerime atlayan Duru arkaya doğru sendelememe neden olmuştu. Bütün endişelerinden arınmış sesi, "Bittin kızım sen!" diye söyleniyor ve bir yandan da bana eline almış olduğu yastıkla vuruyordu.

Onun bu haline ister istemez kıkırdadığımda ölüm fermanımı imzaladığımı düşündüm çünkü Duru birden vurmayı bırakmış ve kıstığı gözleriyle bana öldürücü bakışlar atmaya başlamıştı.

"Komik olan ne Efsa?" diye sordu öldürücü sesiyle. Gözlerini kısmış bana sert bir şekilde bakarken ona ellerimi kaldırdım, dur demek istercesine.

"Açıklayabilirim." Dedim dün olanları kast ederek.

"Neyi açıklayacaksın kızım? Birden ortadan kayboluyorsun, çantanı, montunu bile almıyorsun sonra da adamın tekiyle sabah çıkıp geliyorsun hiçbir şey olmamış gibi. Neyi açıklayacaksın?" diye sorduğunda tuhaf tuhaf bana baktı. "Şu an aldatılmış bir sevgili gibi hissediyorum." Yüzünü buruşturdu ve elindeki yastığı yeniden bana savurdu.

Birden bire değişen ruh haline karşılık gülmeden edemediğimde bana yeniden öldürücü bir bakış attı ve susmama neden oldu. "Gülme ve anlat!" diye tısladı ve omzumdan beni salona doğru itekledi.

"Bak gerçekten açıklayabilirim." Dediğimde bağırarak ofladı. Şaşkın bir şekilde ona baktım.

"Açıklayabilirim Duru... Duru açıklayabilirim..." deyip beni taklit etti. "Papağan gibi aynı şeyleri söyleyip durma. Anlat dinliyorum." Elindeki yastığı koltuğun üzerine fırlatıp tekli koltuğa oturdu ve ateş püskürten gözlerini gözlerime dikti. Onu taklit edip yanındaki koltuğa otururken "Keşke biraz uzağa otursaydım." Diye mırıldandım kendi kendime. Bu delinin ne yapacağı belli olmazdı.

"Mırıldanma kendi kendine, çabuk anlat."

Derin bir nefes aldım ve, "Dün tuvalete gittim biliyorsun." Diye başladım söze. Başını yana eğip gözlerinden gözlerime bir ok fırlattı. Onu görmezden geldim ve devam ettim. "Tuvalette fenalaştım. Yani neden oldu bilmiyorum ama birden kendimi çok kötü hissettim. Çıkıp yanınıza gelmeye çalıştım ama koridorda bayılmışım."

Çatık kaşları bu sefer şaşkınlıkla havalandı ve güzel yüzü endişeyle kasıldı. "Ne demek bayıldın?" diye sordu endişeli bir sesle. Tekli koltuktan doğrulup yüzümü avuçladı ve yeşil gözleri gözlerimi taradı.

"Bayıldım işte. Beni sabah buraya bırakan adam bayılırken yanımdaydı. Yani onunla koridorda karşılaşmıştık. Ben bayılınca yardım etmiş bana." Gözlerimin ardında adamın güzel yüzü belirdiğinde kaşlarım çatıldı. Ne onun o katran siyahı gözlerini hatırlamak istiyordum, ne keskin çenesini ne de biçimli dudaklarını...

Belirgin adem elmasını da hatırla istersen!

İç sesim sinirli bir şekilde tısladığında irkilmeme engel olamadım. Adamı resmen gözümün önünde canlandırabiliyordum ve bu benim için hiç de zor olmuyordu.

"Güzel kızım benim, neden öyle oldu?" Düşüncelerimi, bir ekmeği ufalıyor gibi, paramparça eden Duru'nun sesine odaklanmaya çalıştım. Hala yüzüm avuçlarının içindeydi ve bana bir anne gibi bakıyordu.

"Gerçekten bilmiyorum Duru." Diye mırıldandım.

Bir anda üzerime siyah bir çarşaf gibi örtülen huzursuzluğun sebebini anlamaya çalışıyordum ama bunu açıklayacak mantıklı şeyler yoktu. Duvarımdaki korkunç gölge, kulağımdaki uğultular, çınlamalar, bayılmama sebep olacak kadar keskin huzursuzluk... Hiçbiri benim için mantıklı gelmiyordu. Şu ana kadar yaşamadığım şeylerdi bunlar.

Belki de gerçekten deliriyordum. Şizofren gibi davranma sebebim buydu.

Bana bakan gözleri şaşkın bir şekilde kısıldığında bu sefer ne olduğunu merak ettim. Ciddi bir şekilde gözlerime bakarken kaşlarım çatıldı. "Ne oldu?" diye sordum merakla.

"Efsa..." dedi emin olmak ister gibi bir daha gözlerime bakarken. "Gözlerinin rengine ne olmuş?"

Yutkundum ve yüzümü ondan geri çektim. Titrek nefeslerim boğazıma takılmaya başlamıştı. Bu hissettiğim şeyler artık ağır geliyordu.

"Bilmiyorum." Deyip ayaklandım ama yapacak hiçbir şeyim yoktu. Nereye gideceğimi bile düşünmeden ayağa kalkmıştım.

"Yarın doktora gidelim." Sesi endişeli çıkıyordu. "Önce bayıldın, şimdi de gözünün rengi değişmiş..."

"Ne kadar değişmiş?" diye sordum emin olmak ister gibi.

"Elalarının üzerine sıçramış siyah damlalar var!" diye yanıtladı heyecanlı bir sesle. "Hayatımda böyle bir şey görmedim ben!" Duru'nun söylediği şeyler beni giderek daha da gererken ölecekmiş gibi hissetmiştim. "Annene bir göster. Belki o biliyordur. Hemşire sonuçta."

Başımı sallayarak onayladığımda aklıma gelen şeyle etrafıma bakındım. Yeni fark ediyordum. "Annem gelmedi mi?" diye sordum.

"Saat daha altı Efsa." Deyip gözlerini devirdi. Saatin kaç olduğunu bilemeyecek kadar bilinçsizdim.

Annem gelene kadar Duru'yla yatağıma uzanmış ve biraz uyumaya çalışmıştım. Bu çabam biraz gereksizdi. Zira aklımdaki düşünceler varken uyumam imkansız gibi bir şeydi. İki gündür ne yaşıyordum, neden yaşıyordum bilmiyorum ama beni şimdiden yıpratmıştı. Kendime deli damgası vurmuştum ve bu durum hiç hoşuma gitmiyordu.

Dış kapının açıldığını duydum. Yerimden doğrulup annemin yanına gitmek istiyordum ama sanırım buna bile mecalim yoktu. Yanımda bana sokulup huzurlu bir ifadeyle uyuyan Duru'ya biraz daha yanaştım ve gözlerimi kapattım. Saatler sonra kendimi biraz olsun huzurlu hissediyordum.

Zifiri bir karanlık, kucağına düştüğüm sokağa sahiplik ederken koşmaya başladım. Neden koşuyordum, nereye koşuyordum bilmiyorum ama sanki kalbimi dürten bir his buradan uzaklaşmam gerektiğini söylüyordu.

Ucu sivri bir hançer gibi çıplak tenime çentikler atan rüzgar dişlerimin arasından acı çeker bir ses çıkarmama neden olmuştu. Rüzgar, bana karşıydı.

Ayaklarım zemine her bastığında titriyor, sallanıyor ve keskin taşlar ayak tabanımı kesiyordu. Üzerinde koştuğum soğuk zemin, bana karşıydı.

Zifiri karanlık gözlerimi delip geçerken önümdeki hiçbir engeli görmemi istemiyor gibi bir hali vardı. Kör gibi hissettiren karanlık, bana karşıydı.

İçinde bulunduğum her durum bana karşıyken nereye koştuğumu bilmiyordum ama buradan kurtulma isteği bütün vücudumu sarmıştı. Koşmaktan ağrıyan dalağım karşısında yere yığılmak isterken buldum kendimi. Daha fazla koşamayacak gibi hissediyordum ama direndim.

Karanlığın içinden karanlığa doğru koştum. Saçlarım rüzgarın etkisiyle gözlerimin önüne düşüyor ve her adımımda yüzüme çarparak savruluyordu. Onları toplayacak bile zamanım yok gibiydi.

Bilmediğim bir yere mi yetişiyordum?

Birden karşımda hayali mi yoksa gerçek mi olduğundan emin olamadığım bir saat belirdi. Silik bir şekilde biraz uzağımda duran saate doğru koşarken akrep ve yelkovan benim onları tam olarak göremediğimi biliyor gibilerdi. Bu yüzden hareketleri bir an hızlanıyor, bir an yavaşlıyordu. Bazen akrep yelkovanı geçiyordu, bazense yelkovan akrebi alt ediyordu. Hangisinin hangi zamanda gerçekleştiğini bilmiyordum çünkü görüşüm git gide bozulmuştu.

Kendini hatırlatmak istercesine akrep büyük bir tık sesi çıkararak ilerlediğinde daha hızlı koşmak istedim. Benden bir şey istediklerini düşündüm. Benim onlara yetişmemi ve bu adaletsiz, zamanı bilmeyen saati düzeltmemi istiyor gibiydiler.

Zaman bilmeyen bozuk saatin sesi kulaklarımda çınladı.

Tik,

tak.

Tik,

tak.

Hayal ettiğim karşımdaki dev saat birden büyük bir gürültüyle çalmaya başladığında yerimde sarsılarak durdum ve etrafıma bakındım. Gürültü o kadar yoğundu ki ellerim kulaklarımı kapatmış ve gürültüden korunmaya çalışıyordu. Titreyen vücudum bir şey görmek istercesine kendi etrafında dönerken yetişemediğimi düşündüm.

Bozuk saat için artık çok geçti. Onu düzeltemeyecektim, zamanım dolmuştu.

Artık yetişmem gereken bir saat olmadığını fark ettiğimde boşluğa düşmüş gibi hissettim. Kollarım beni keskin soğuktan korumak için bedenime sarılmıştı. Boğazıma takılan hızlı nefeslerim ve karşımdaki boğucu karanlık beni yeniden boğuluyor gibi hissettirmeye başladığında irkildim.

Karanlık beni boğar mıydı?

Yavaş ve dikkatli adımlarıma rağmen ayaklarım bir şeye takıldığında arkama döndüm. Sanki biri beni izliyordu. Tenime değen buz gibi iğneleri hissedebiliyordum. Bakışları tenimi dağlıyordu, kendini hissettirmeye çalışıyordu.

"Merhaba?"Kendime engel olamayarak dudaklarımdan dökülen kelimeye sıkı sıkı tutunmaya çalıştım. Karanlığın boğucu havasında yankılanıp geri kulaklarıma dönen sesim titrememe sebep olmuştu. İçimi saran endişe beni yere sermek üzereydi.

Gözlerimi kısarak karanlığa doğru bakarken bir şeyin devrilme sesini duydum ve ardından birkaç patırtı duyuldu.

Yakınlaşan adım sesleri beni yerime mıhlamış, nefeslerimi tek tek, özenle bir boncuk gibi boğazıma dizmişti

Biri geliyordu.

Korku içinde önüme dönüp arkama bakmadan yeniden koşmaya başladığımda sanki onun ne olduğunu biliyordum.

Sanki beni neyin takip ettiğinden haberim vardı.

Arkamdaki ayak seslerinin sahibini tanıyordum.

Soğuk hava tenimi delip geçtiğinde ve kanımda kaynayan korkuyla buz tutmama neden olduğunda dudaklarımın arasından bir hıçkırık kopmuştu. Ağlamak şu an için beni yormaktan başka bir şey yapmayacaktı ama kendime engel olamıyordum. Ağlamak, hıçkırmak, kendimi yerden yere korkuyla vurmak istiyordum. Dizlerim acıyana kadar yerde oturup dinlenmek isteyen bedenim pes etmek istiyordu.

Bacaklarım artık titremeye başlamıştı ki biraz ileride bir sokak lambasının ışığını gördüm. Cılız ışık karanlığı çok fazla aydınlatmıyordu ama benim için bir kurtarıcıydı. Ağrıyan karnımı ve titreyen bacaklarımı görmezden gelerek ışığa doğru koşmaya başladım. Sanki kurtuluşa ermiş gibiydim.

Işık ben altında durunca titreşti. Nefes nefese arkama döndüm adımlarını duyduğum adamı görebilmek için.

Beni hala takip ediyor muydu?

Görünürde kimseyi görmeyen gözlerim içimi rahatlatmıştı. Bu rahatlamayla bütün bedenim pili bitmiş bir bebek gibi yere serildi. Dizlerimin soyulduğunu hissettim ama umurumda değildi.

Bitmişti.

Kimse yoktu, güvendeydim.

Dudaklarıma konan gülümseme tepemdeki ışığın titreyerek sönmesiyle donup kaldı. Birden nefessiz kaldığımı hissettim.

Karanlıktı. Zifiri karanlık uçurum gibiydi, beni huzursuzluğun kucağına atan kolları vardı.

Yattığım yerden doğrulmaya gücü olmayan bedenim korkuyla sarsıldığında gözlerimi sıkıca yumdum ve uyuduğumu düşündüm. Şu an uyuyordum. On beşinci rüyamı görüyordum ve bu da o rüyalardan biriydi.

Soğuk bir zeminin üzerinde uzanmıyordum. Yanaklarımı kesen taşlar yoktu. İçinde bulunduğum zifiri karanlık yalandı.

Bunların hepsi birer rüya.

Uyanmak istiyorum.

Sımsıkı kapattığım gözlerimden firari damlalar yanaklarıma süzüldüğünde ensemde havanın soğukluğuna tezat olarak bir sıcaklık hissettim.

Biri arkamda nefes alıyordu. Sıcak nefesi ensemi ısıttığında ürperdim ve gözlerimi mümkünmüş gibi birbirine daha sıkı bastırdım. Hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. Kendimi durduramıyordum.

"Beni bulmak için karanlığa ihtiyacın var, büyücü." Diye fısıldayan ses karşısında bir kere daha hıçkırdım. Kalbim göğüs kafesimden çıkmak için karın boşluğuma tekmeler savuruyordu.

Soğuk bir esinti ıslak saçlarımı uçuşturdu.

Şu an içinde bulunduğum huzursuz edici kâbus kesinlikle bir hayal ürünüydü. Şu an sıcacık yatağımda, yumuşak yastığımda uyuyordum ve saatleri deviriyordum. Bu yaşadığım hiçbir şey gerçek olamazdı.

Saçlarıma değen parmaklar beni gerim gerim gererken içimdeki sesi susturmaya çalıştım. Beni korkutuyordu. Ben gerçek olmadığını söyledikçe sürekli olarak aynı cümleyi kuruyor ve bütün vücudumun buz gibi kesilmesine neden oluyordu.

"Çünkü gölgeler karanlıkta yaşar." Arkamdaki boğuk sesin sahibi cümlesini tamamladığında içimdeki ses dehşet içinde bana kendini yeniden hatırlatmıştı.

Madem bir kâbusun içinde, sırılsıklam soğuk zeminde uzanmış ağlıyordum... Peki neden ensemdeki nefes bu kadar gerçekçi hissettiriyordu?

Keskin bir hançer karnıma saplandı, birkaç kez döndü ve iç organlarımı parçaladı. Buna rağmen hissettiğim tek şey saf korkuydu.

Ve bu saf korku kan kokuyordu.

İki güne bir bölüm atmaya çalışacağım ve bu yaptığım değişikliği telafi etmeye çalışacağım.

Ben bunu yapıyorken lütfen siz de  yorumlarınızı ve beğenilerinizi eksik etmeyin.

Gölge Adam'ın yeni halini nasıl buldunuz? Umarım hoşunuza gitmiştir çünkü benim çok içime siniyor. Gördüğünüz üzere önceki versiyonundan pek bir farkı yok...

Yorumlarınızı bekliyorumm

Sizi seviyorum. kocaman öpücükler

Continue Reading

You'll Also Like

31.2K 2.1K 19
Ne yani ben 1986 yılında gôtünü veren bir ibnemiydim hemde ülkücü bir adama.. Eşcinsel bir kurgudur
34.9K 2.1K 22
Levent ve kedi sandığı ama kedi olmayan kedisi Çakır'ın hikayesi 🌈
24.3M 1.4M 80
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
104K 5.9K 31
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...