DENGE

By elafris1

13K 738 287

Bundan yıllar önce dünyanın dengesini koruyabilmek için "Dengeleyici" adı verilen varlıklar seçilmeye başlanm... More

0.Bölüm ~ Giriş
1.Bölüm ~ Ölüm Yıldönümü
2.Bölüm ~ Anahtarın Şarkısı
3.Bölüm ~ Gerçekler
4.Bölüm ~ Geçit
6.Bölüm ~ Kaçış
7.Bölüm ~ Yosun Dibi
8.Bölüm ~ Hazırlık
9.Bölüm ~ Ateş Tanrıçası'nın Rakibi
10.Bölüm ~ Bu Sırada
11.Bölüm ~ Düellodan Önce

5.Bölüm ~ Yabancıların Pençesinde

500 63 26
By elafris1

Merhaba!
Beni unuttunuz mu? 😅
Muhtemelen unuttunuz, aylardır güncelleme yapmıyorum sonuçta.
Derslerimin yoğunluğu ve çalışmaların getirdiği yorgunluk ne yazık ki beni yavaşlattı, belli bir süre sonraysa yazmaktan tümüyle kopardı.
Ama geri döndüm ve ölmedim. 😂
Neyse, hikaye artık bir zahmet devam etsin.
İyi okumalar!

XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
[Dylan]
Geçitte ilerlemek sandığımdan daha zordu. Her adımla sanki biraz daha ağırlaşıyor, kollarımda yatan sakin Elicie'i taşımak güçleşiyordu. Kızıl saçları bulunduğumuz yerin mor ışığı altında gül kurusu tonuna bürünmüştü ve hafif hafif titreyen güzel kirpikleri birazcık daha uyuyacağını işaret ediyordu.

"Hey, Dylan?" Bir süredir sessiz kalmış olan Rowen sırtımı sıvazladı. Elleri üstümdeki tişörte rağmen buz gibi gelmişti. "Doğru yolu seçtiğini söylemek istiyorum evlat. Eğer babanla kalmış olsaydın muhtemelen hapı yutmuştuk." Gözleri yavaşça geçitin ucuna odaklanırken dudaklarını yaladı. "Angel öldüğünden beri kafası çok karışık, gereğinden fazla duygusal. Ondan geriye kalan şeylerse, eh, yetersiz geliyor ne yazık ki. Yani, size nasıl davrandığı düşünülürse–"

"Rowen?" Sırtıma pençe gibi yapışmış elinden kurtulup bir iki uzun adım attım. Aramızda yeterli mesafe olduğuna inanıncaysa bakışlarımı Elicie'in burnu hayatımda gördüğüm en ilginç şeymişçesine aşağı verdim. "Lütfen babamdan söz etmeyi bırakalım."

"Evet, evet... Haklısın sanırım, seni rahatsız etmek istememiştim varis." dedi iç çektikten sonra. "Biliyor musun, bunu sana neden söylediğimi bilmiyorum ancak buraya döneceğimi hiç düşünmemiştim."

Yürümeyi bırakıp arkama döndüm. Rowen'ın benle alay ettiğini ya da sırf bana yetişmek için bunu uydurduğunu sanmıştım ancak Rowen ciddi gözüküyordu. Eliyle yarı saydam, hatta hayali duran duvarlara dokunuyor; beliren şekilleri anlamadığım bir dilde okuyarak gülümsüyordu.

"Sen...Yani...Özlüyor musun, şey, özlüyor muydun?" diye sordum. Rowen'ın omzunda çok silik bir X işareti belirmişti ama üstünde dümdüz inen ve ona ait olmadığını tahmin ettiğim bir çizgi daha vardı. Omzunu gözlemlediğimi anlayınca gülümsedi.

"İşaretimin yasaklandığının kanıtı o ortadaki çizgi. Koruyuculuğu bırakır bırakmaz omzumda belirdi." Tekrar duvarlara baktı. Mavi gözleri mora bürünmüştü. "Sorunun cevabıysa hayır. Özlemedim. Burası beni çok hırpaladı, çok yordu Dylan." Her titreşimi ezberlemiş gibi kirpiklerinin ardından izliyordu duvarları. "Ben burada yaratıldım. Buranın enerjisiyle, buranın sihriyle hayat buldum. Bir kristalden oluştum, kristal temsilcilerin son üyelerindendim. Türümüz tükenme tehlikesindeydi, bir canlıdan çok artık üretilmeyen eşsiz silahmışız muamelesi görüyorduk." Bana dönerken gözlerindeki morluk ondan acımasızca alınmış gibi silinip yok olmuştu. "Söylesene Dylan, sen yurdunu terk etmeye cesaret edebilir misin?"

"Evet, Elicie'le birlikte olduğu sürece ederim." dedim kendimden emin bir şekilde. "Beni orada tutan tek şey büyükannem zaten. O öldüğünde pek de zor olmaz taşınmak falan..."

"Halanı sevdiğini sanıyordum?" dedi merakla. Bunu demesi, Zelda halanın iki büklüm vücudunun bir kabusun parçasıymışçasına aklımda belirmesine yetmişti.

"Halamla George Dayı hep uzaktalar, Dexter Amca'ysa pek aile sayılmaz." dedim gözüme girmeye çalışan bir iki tutam saçı üfleyerek geri iterken. Rowen'ı da ailemden saymadığımı söylesem mi diye sordum kendime ama bunun sonra gereksiz olduğuna ikna oldum. Ben onu ne kadar yabancı sayıyorsam Rowen da beni o kadar yabancı görüyordu. Şu an için katlanılabilirdi belki ancak aramızdaki buz dağlarını eritmek için epey uzun zamana ihtiyacımız vardı.

"Söylesene, " Kendisine hiç yakışmayan bir genç kız kıkırdaması ağzından kaçtı. "Zelda'ya hâlâ hayran mısın? Küçükken hep onun gibi bir dansçıyla tanışıp evleneceğinizi ve mavi çatılı bir evde yaşayacağınızı söylüyordun."

"Bunu ne zaman söyledim?!" diye bağırdım hemen. Yüzüm alevlenmişti.

"1. sınıfta yavaş yavaş gevezeliklerle dolu boş hayatına adım atıyordun. 2 yıl boyunca duyduk bu cümleyi senden." dedi Rowen gayet rahat bir tavırla.

"O kadar küçükken kelime dağarcığım ne kadar geniş olabilir ki?"

"Sandığından daha iyi." diye karşılık verdi. "Bana çok güzel 'İğrenç Kötü Kalpli Cadı Rowen' diyordun." Tırnağını dudağının bir ucuna bastırdı. "Şahsen benim favorim Yılan Balığı'ydı."

"Yılan Balığı mı?"

"National Geographic'i ilk izlediğin zamanlarda öğrenmiştin. Bana uzun bir süre bu adla hitap ettin."

"Komikmiş." dedim sırıtarak. "Sana tekrardan öyle demeye mi başlasam?"

"O zamanlar küçük olduğun için sana el kaldıramıyordum." dedi omzundaki işareti söndürürken. "Fakat artık benim dünyama adım attığına göre seni ufak bir sineğe çevirip ezmekten zevk alırım Dylan." Yüzlerimiz karşı karşıya gelince gördüğüm Rowen'ın değil, acımasız bir cellatın katı ve korkusuz yüzüydü. Sınır tanımayan, merhamet dilendiğinde o kişinin dilini kesebilecek, insan olmaktan uzak bir katilin yüzü...

"Ne ima etmeye çalışıyorsun?" dedim sertçe. Rowen sanki Rowen olmaktan çıkmıştı. Uzun adımlarla dibime geldi, Elicie'in kulaklarını kapadı ve hiç kırpmadığı gözlerini benimkilere kenetledi. Geçidin mor duvarları çıldırtıcı bir yavaşlıkta erirken bayıldıktan sonra haraket edemediğim, yardım dilendiğim, sesle tanıştığım tanıdık karanlık sinsice çöktü üzerimize. Ayaklarım bataklıktaymışız gibi yere çekiliyordu, yutuluyordum sanki; nefesim ağırlaşmıştı ve bedenlerimiz ebedi siyahlıkta toz olup uçarken tek görebildiğim Rowen'ın mavi gözlerinden fışkıran mavilikti. O bir türlü kapanmayan gözlerin içindeki siyahlık dönüyordu; beni hipnotize edercesine bükülüyor, büyüyor ve tekrar küçülüyordu. Bense onunla dönüyordum, midem bulanıyordu, hızlı mı hızlı dönen bir atlıkarıncaya hapsedilmişim hissiyle sağlıklı düşünemiyordum. Beynimin fonksiyonları silinmişti, tek yapabildiğim dinlemekti: Rowen'ın fısıltısını, arkaplandaki korkunç çığlıkları, Elicie'in nefeslerini dinlemek...

"Bir gün beni tekrar göreceksin..." dedi Rowen ağzı görülmeden. Kelimeler çığlıkları durdurmuştu, bataklık donmuştu fakat kalbim korkudan göğsümü deliyordu atış hızıyla. "O gün geldiğinde sakın aptalca bir cesaret gösterisi sergilemeye çalışma çünkü sana işkence edeceğim ve biricik kardeşin yanında olmayacak."

Bunu söylediğinde sessizlik kulaklarımı sarmaladı. Elicie'in nefeslerini duyamadım. Elime vuran ufak hava akımı yok oldu. Kısacık bir anlığına, ufacık bir zaman süresince...

Yine de aklımı kaçırmama yetmişti.

"Ben seni uyardım," diye tısladı gitgide bozulan ses. "Rowen varis için daima orda olmayacak. O benim intikam meleğim."

"Omzun."

Birden düşme hissiyle irkilip gözlerimi kırpıştırdım. Geçite dönmüştüm. Elicie'in nefes sesini hâlâ duyamıyor–"ELİCİE!" Panik içerisinde işaret parmağımı boynuna dayadım. Nabzı hiç gecikmeden atınca sıcak bir rahatlama duygusu iliklerime kadar işledi. Bir anlığına, bir anlığına sanmıştım ki...

"Dylan, beni duymadın mı? Omzunu şuraya yanaştır."

Bön bön Rowen'a baktım. Sarışın az önce olup bitenlerden habersiz, aşırı rahat bir pozisyonda duvara yaslanmıştı. Eliyle duvarda belirmiş olan kocaman kristal işaretini gösterirken cebinden çıkarmış olduğu kalın bantımsı şeyi işaretinin bulunduğu omzuna sarıyordu. O kadar konsantre olmuştu ki alnında ter birikmişti.

"Acele etsen iyi olur kızıl kafa yoksa geçit araması etkinleşecek." dedi dişiyle bantı kopardıktan sonra. İşareti artık gözükmüyordu. "Ve inan eğer kuralları değiştirmedilerse çok tatsız bir zaman geçiririz."

"Neden ki? Ne yaparlar?"

"Seni giriş sistemini çökertmeye çalışan bir düşman ajanı sayıp omzundaki işareti okuyana kadar kovalar, gerektiğindeyse ateş eder. Ateş eder derken de siz insanların tabancasından çıkan kıytırık kurşunlardan bahsetmiyorum." Yerinden çok kıpırdamamaya özen göstererek kolunu uzattı. "Hadi, tek yapman gereken omzunu şu kristale orantılayacak şekilde duvar yapıştırman. Sen bunu yaparken ben Elicie'i tutarım."

Az önce kardeşimin öldüğü gibi paranoyakça bir düşünceye kapılmış olduğum için itiraz etmek istedim ancak sonunda içimdeki huysuz keçiye karşı çıkarak gönülsüzce kardeşimi Rowen'a teslim ettim.

Teslim ettikten sonra yaptığıysa beni çok hazırlıksız yakaladı.

Rowen önce Elicie'i iki eliyle hiç zorlanmadan dengeli bir şekilde tuttu ve kafasını omzuna yaslayarak doğru yatmasını sağladı. Ardındansa yaptığı aşırı normalmiş gibi ikizimi havaya tek koluyla kaldırdı ve Elicie daha önceden kendisinin yaratmış olduğu balonlardan birinin içine hapsoldu. Kardeşim hafif hafif dönerken bunu ilk andan neden yapmadığını merak ederek kaşlarımı kaldırdım. "Bayan Sihirli Uzaylı neden şimdi akıl etti bunu? Boşu boşuna kollarımı yordum ve sen başından beri sessiz kaldın."

"Eh, kasların gelişir, sana iyilik yaptım." diyen Rowen gülümsedi. "Şimdi lütfen omzunu okut, zaman birazdan dol–"

Kulak tırmalıyıcı bir çınlama ikimizi de birden bire alaşağı etti. Sirene benzeyen bir şey gücüyle duvarların zangır zangır sarsılmasına, zeminin de depremlerde olduğu gibi çatlamasına neden olmuştu. O kadar çok sarsılıyorduk ki korkudan bembeyaz kesilmiş olan Rowen zorla ayağa kalkmaya başarmıştı. "Lanet olsun işe yaramaz ergen, sana acele etmeni söylemiştim!" Elicie'i olabildiğince havaya kaldırdı ve düşmemek için uğraşarak yarıkları yarattığı birtakım kalkanlarla kapatmaya çalıştı ama başarısız olarak tekrardan kendini yerde buldu. O daha engelleyemeden solucanımsı bir canlı çıkmıştı bile yanımıza.

"Bu...Bu da neyin nesi böyle?!" dedim tiksintiyle. Rengi çok koyu, neredeyse kirli sayılabilecek bir kırmızıydı yaratığın ve her tarafında mide bulandırıcı delikler vardı. Akreplerinkini andıran sivri bir uca sahipti kuyruğunda fakat şaşkınlığıma bu dikenimsi şey kristalden yapılmaydı. Mor ışığı kırıyor, disko topu etkisi yaratıyordu.

"Kahretsin, kahretsin, kahretsin!" diyen Rowen bilmediğim lanetler okudu ve hızlıca emekleyip solucanımsı şeyi yakaladı. "Dylan, çabuk ayağa kalk ve işaretini okut!"

"İyi de nasıl kalkabilirim, yer sallanıyor!" dedim çabalamama rağmen düşünce. "Rowen, o şey de ne ve– Aman tanrım, Rowen, elin kanıyor!"

Gerçekten de yaratık yoktan var olan kocaman ağzıyla Rowen'ın elini ısırmıştı. Kan ufak bir nehir şeklinde parmaklarının arasından akarken, yaratık sarışının acıyla gevşemiş olan elinden kurtuldu. Canlı iğnesini bir şeyi ararcasına havaya sallıyordu.

"Şu böceği ezemez misin?" diye bağırdım yaratık sabırla Rowen'ı tırmanmaya başlayınca. Kıyafetlerini bir dağcı sabrıyla tırmanıyordu ve ufak gözlemlerimin sonucunda delikleri sayesinde yapıyordu bunu.

"O böcek değil seni aptal, bir işaret emici!" dedi Rowen tırnağının ucuyla yaratığa vurarak. Normalde boyutuna oranla aldığı darbe yüzünden uçmasını beklediğim yaratık bir milimetre dahi kıpırdamamıştı! "Ayrıca onu ezsen de ölemez. Ağzını kendisine değen şeyin yüzeyi kadar genişleterek ısıracak biçimde yaratıldı."

"Yaratıldı mı? Ne yani, bunu senin türün mü yarattı? Siz nasıl insanlarsınız!"

"Dylan, çok fazla soru soruyorsun! Ayağa kalk ve lanet olası işaretini okut!" diye tersledi Rowen bağırarak. Yaratık şimdi dirseğindeydi. "Eğer işaretini okutmazsan ve bu kahrolası şey işaretimi görürse hapı yutarız, anlıyor musun beni?"

"Ayağa kalkabilsem yapacağım!" diye geri bağırdım. Gerçekten de benden imkansızı başarmamı istiyordu. Zemin o kadar korkunç sallanıyordu ki geçin ayağa kalkmayı, olduğum yerde doğrulmaya zorlanıyordum.

"Tanrım, bebekten farkın yok..." Yaratık tehlikeli bir şekilde bantta oyalanırken Rowen sonuncu kez uzun bir lanet okudu ve ellerini öne uzatarak beni Elicie'e yaptığı gibi bir baloncuğa hapsetti. "Seni okuyucunun oraya kadar götüreceğim. Balonu patlatmadan önce zıpla ve işaretini o kristal şeklindeki yere yapıştır, anladın mı?"

Daha cevap veremeden Rowen aldığı bir ısırık yüzünden çığlık atarak baloncuğu ayarsızca uçurdu. O kadar hızlı uçmuştum ki yanağım pembemsi maddeye yapıştığında inlememek elimde olan bir şey değildi. Her ne kadar yumuşak ve bir baloncuktan beklendiği gibi hassas gözükse de normalde yüzeyi gerçekten sertti ve yanağım çoktan çarpmamla kızarmıştı.

Elimin soğukluğundan yararlanarak biraz olsun rahatlatsın diye parmaklarımı tenime bastırdım. Sızlıyordu ancak daha dün bacağını kırmak üzere olan birinin dayanamayacağı bir acı değildi, o yüzden aldırış etmedim ve gayet sakince çömelip nerede durduğumu hesaplamaya çalıştım. Okutma zımbırtısının epey solunda kalmıştım. Balon patlayınca zıplasam da hayatta oraya ulaşamazdım.

"ROWEN, BİRAZ DAHA SAĞA KAYDIRMAN LAZIM!"

Ama Rowen böcekle o kadar meşguldü ki düzelteyim derken küre daraldı ve bu sefer sertçe tavana çarptı. Şimdi sadece solda olmamakla beraber hem çok yüksekteydim hem de claustrophobic birini çıldırtacak kadar alanım vardı zıplamak için.

"3 diyince balonu patlatıyorum varis!"

"NE?!" Ona kafayı yemişçesine bakış attım. "ROWEN, BEKLE! BU ÇOK RİSKLİ!" Beni ne zannediyordu, dünya akrobasi şampiyonu mu?

"O ZAMAN DİKKAT ET DE YÜZÜNE GÖZÜNE BULAŞTIRMA GREYSON!" Böceği zaman kazanmak için bir alev topuna hapsetmişti. "BİR, İKİ–AH, LANET!" Yaratık nasıl olduysa topu patlatıp tekrar Rowen'ın omzuna düştü. Kıskaçlarıyla banttan geri kalan şeyi de artık yırtmıştı. Tam iğnesini Rowen'ın omzuna geçiriyordu ki sayımı tamamlamadan Rowen baloncuğu patlattı, ben hiç de planlanmamış berbat bir zıplamayla yere uçtum.

Sahibe hizmet etmek benim için bir şereftir... Sahipten özür dileniyorum... Lütfen sadakatimi anlayın...

Daha ikimiz de tuttuğumuz nefesimizi bırakamadan sanki biri kolumdan tutup beni çekmişçesine ileri süzüldüm ve işaretim bir saniyeliğine duvardaki kristale temas etti. Bu o kadar göz açıp kapayana kadar olmuştu ki yere yapıştığımda çınlamanın, solucanımsı yaratığın ve zangırdamanın kaybolmasına inanmakta güçlük çektim.

Hayatımda daha önce hiç bu kadar ucuz kurtulduğumu hatırlamıyordum.

"Bu...bu fazla yakındı." dedi Rowen kanayan yaralarına teker teker dokunurken. İşaretinin çevresinde tamamlanmamış, kandan oluşan bir daire vardı. Bana bakıp başını salladı. "Bayağı ucuz kurtulduk Greyson. Daha diyara girmediniz ve şimdiye kadar ölümle 2 defa–pardon, bir de Zelda'yı öldürmeye çalıştığın an vardı, 3 defa burun buruna geldin."

"Hani ateş edeceklerdi?"

Bana hazırlıksız yakalanmışçasına bir bakış attı. "Ne?"

Zelda haladan kesinlikle bahsetmesini istemiyordum, bu yüzden aklıma gelen ilk şeyi ağzımdan düşünmeden kaçırmıştım ama ne dediğimi kavrayınca ardından gelen öfkemin haklı bir nedenden dolayı kaynaklandığını anladım. Bu kadar ufak tefek bir konu hakkında bile bana yalan söyleyen birine nasıl güvenebilirdim? "Sizin tabanca, tüfek anlayışınız yoksa böceklerden mi oluşuyor?"

Sarışının da tavrı derhal değişmişti. "Akılsız, eğer o 'böcek' işaretimi okumuş olsaydı ikimiz de ayvayı yemiştik!" Omzunu bana doğru tuttu. "İşaret emici uygunsuz işaret taşıyan birini hissedince ona yönelerek işaretini bir daire içine alır ve silerek önce kişinin güçlerini yok eder, daha sonraysa sistem otomatikman ateş eder."

"İyi de bunu neden başta söylemedin?!" diye bağırdım.

"Çünkü eskiden yoktu!" diye geri bağırdı Rowen.

"O zaman nasıl hakkında bu kadar fazla şey biliyorsun?"

"Tamamlanmamış bir projeydi! Asla yürürlüğe konmamıştı ve konması da imkansızdı çünkü sadece yaratıcı tarafından kontrol edilebiliyordu, o da hayatta izin vermezdi kullanılmasına!"

"Demek ki yaratıcı izin vermiş!"

"Hayır, vermedi."

"Nasıl bu kadar emin olabilirsin, sen burada bile değildin!"

"BİLİYORUM GREYSON ÇÜNKÜ ONU BEN İCAT ETMİŞTİM."

Sessizlik.

Şok içerisinde ona bakıyordum. Rowen da az benim kadar şok geçirmişe benziyordu. Belki de aklındakileri ağzından çıkan, duyulan ve duygularla dolu somut bir şeye çevirmek onu da etkilemişti çünkü beni görmezden gelip pratik haraketlerle yaralarını sarmaya başladığında haraketleri seğiriyordu. Kendi icadın tarafından tehdit edilmek... Hem de o gittikten sonra... Rowen kim bilir ne kadar ihanete uğramış hissediyordu?

"Bana acımanı istemiyorum." dedi işi bitince. Yaraları o kadar kötüydü ki sarmış olduğu beyaz kumaşlar çoktan kırmızıya dönmüştü. "Oradan kaçtıktan sonra ilerleyebilmek için yaptıklarımı hayatlarına katmaları gayet normal ve saygı duyulması gereken bir davranış. Geçmişe takılı kalmamak daima önemlidir."

"Rowen–"

"Kardeşini tutmaya hazır ol." dedi kestirip atarak. "İkinizden de sıkıldım ve eve dönüp çay eşliğinde dizilerimi izlemek istiyorum." Parmağını şıklattı, baloncuk patladı ve Elicie küt diye kollarıma düştü. Bu kız bütün bağırış çağırışlardan sonra uyumaya nasıl devam edebiliyordu? "Kardeşinin omzunu kristale tut." dedi Rowen duvarda bir mikrodalga fırını gibi açılan bulutumsu bölmeden kocaman parlak bir taş çıkartırken. "Şimdi... Seni neler konusunda uyarmam lazım?"

Yutkundum. Uyarmak mı? O solucanımsı yaratık gibi şeylerden daha var mıydı ki?

Rowen kristali parmağının ucunda tasasızca bir basketbolcu gibi çevirirken dudaklarını ıslattı. "Zamanın farklı işliyor olması, yaratıklar, kraliyet sarsıntıları..."

"Kraliyet neleri?"

"Boş ver, bunlardan hiçbiri ölümcül derecede önemli değil. Şey, yaratıklar öyle ama onlar için endişelenmene gerek yok. Diyarda hayvanları korumak ve koruyuculara saldırmalarını önlemek için pek çok güvenlik büyüsü yapıldı." Kapıya baktı. "Sanırım hakkında seni uyarmam gereken tek şey kapının ardında bekleyenler."

"Kapının ardında mı?" Elicie'i az kalsın dönerken düşürüyordum.

"Evet. Eğer binlerce koruyucunun ilgi odağı olursan sakın panik yapma ve en hipstera benzemeyen kişiyi takip et." diye öğütledi Rowen sarılı omzunu kontrol eder gibi yaptıktan sonra. "gibi" diyorum çünkü omzunun çok iyi sarmalanmış olduğundan emindim ve daha önce de çek etmişti. Acaba ne zamandan beri bu kadar paranoyaktı?

"Yanlış anımsamıyorsam en son 10, 11 kişi geçit kapısını korumakla yükümlüydü." dedi Rowen, pek de açıklayıcı olmayarak. "Donald toza dönmüş olabilir ancak diğerleri muhtemelen sapasağlamdır." Bana hiç bakmadan elinde evirip çevirdiği kristali attı. "Aralarından en iyisi Molly. Eski kafalı, tam bir yenilik karşıtı ancak en azından mantıklıdır. Ona kristalleri ver ve şey..." Parmaklarını şıklattı. "Ona sakın benden söz etme. Hatta kimseye söyleme benle dolaştığını."

"Neden, ayrıldığın için senden nefret mi ediyorlar?"

"Tam olarak değil ama eh, niçin olmasın; eğer kafandaki soru işaretlerini bir kez olsun susturmaya yarayacaksa her şeye razıyım!"

Boğazından klasik şeytani kahkahası koptuğunda yüzüne yumruk atma isteğimin geri dönmesi çok rahatlatıcıydı. Bu 'iyi, yeni, sihirli' Rowen sinirime dokunmaya başlayalı çok olmuştu ve ondan bir daha nefret edemeyeceğim diye telaşlanmıştım. "Anlaştık, senden söz etmeyeceğim." Kapıyı süzdüm. "Peki nasıl geldiğimi sorarlarsa, o zaman ne diyeyim?"

Cevap gelmedi.

Arkamı kolaçan ettiğimde Rowen görünür hiçbir yerde yoktu. İçimden bir lanet okuyup beliren kocaman kapıya baktım. Üstünde aynı işaretlerimizi okuttuğumuz gibi bir kristal işareti vardı ve altında italik harflerle şu yazılmıştı:

"Güvensiz Gwendolyn denir hükümdara,
3 defa uğramıştır ihanete halkından.
Bil ki biri güçlü, biri sinsi, diğeri aşık,
Ey kapıdan geçen soylu yabancı!"

"Güvensiz Gwendolyn, ha?" diye mırıldandım kendi kendime. Hiç de gurur duyulacak bir lakabı yoktu. Kim bilir ne kadar pişman olmuştu adamları kendisine bu tanımı layık görünce. Şahsen ben ondaki otoriteye sahip olsam çoktan kapıyı sildirtir, daha şaşalı bir şeyler yazdırtırdım.

Gwendolyn sizin kadar zeki değil varisim...

Sen sussana.

Ses darılmış gibi iç geçirdi. Varis, size saygım sonsuz ama yardımlarımın karşısında sizden birazcık saygı görmeyi dilesem çok şey mi istemiş olurum?

Yardımların mı? SEN AZ KALSIN HALAMI ÖLDÜRÜYORDUN.

Elimi aklımdan geçirdiğim cümlenin yarattığı sinirle kaldırdım ve kapının parlayan kulpuna yerleştirdim.

Senden hiçbir şey istemiyorum, tamam mı? Beni yalnız bırak, seninle işim olmaz benim! GİT BAŞIMDAN, BAŞKASINI DELİRT.

İşaretim omzumu kesik kesik yakınca kapı tok bir sesle açıldı ve kapılar duvarlara çarpana kadar ilerledi. Işık saçan kocaman bir tünel beni bekliyordu. Duvarlar artık mor değildi ve görünmez bir el beni eziyormuş gibi hissediyordum. Soluğumu tuttum ve ilerlemeye koyuldum. Doğrusu aynı yaşadığım halüsinasyonda olduğu gibi hücrelerimin yok olduğunu, eriyip sıvılaştığımı ve bataklığa saplandığımı hissettim ancak Elicie'in bu sefer boynundan ayrılmayan elim atan nabızlar sayesinde beni sakinleştiriyordu. Zaten çok geçmeden de beyaz odaya benzeyen bir alanda son buldu yolculuğum.

Rowen'ınkine benzeyen  ama daha parlak işaretli olan bir grup insan uzun mu uzun bir masaya oturmuş, önlerindeki birtakım kağıtları okuyordu. Hepsi aynen Rowen'ın tanımladığı gibi hipstera benziyordu. Birinin saçı mordu, başkasınınki asit yeşili; biri barış işaretleriyle dolu gömlek giymişti, başkasıysa çarpılarla dolu bir tişört üzerine kuru kafalı atkı. Gözlerini simsiyah rimelle belirginleştirip çıplak göğsüne (büyük ihtimalle anlamlı) isyanla alakalı bir yazı yapıştırmış olan yaşlı bir adam bile vardı aralarında. Ancak Rowen şu konuda yanılmıştı ki hiçbiri benle ilgilenmiyordu. Hatta orada olduğumun bile farkında değil gibiydiler.

"Adınız?"

Kollarında baygın bir genç kız taşıyan ve gözleri yorgunluktan şişmiş bir oğlanı ne kadar da önemsemişti seslenen kadın. Hipstera benzememesinden anlaşıldığı kadarıyla Rowen'ın söylediği Molly buydu.

"Dylan." dedim sabırla. "Dylan Grey–Bu da ne?!" Molly'nin masasına yaklaşmak istemiştim ama fosforlu pembe saçlı bir bayan parmağını kaldırınca ayaklarımın altından beliren yeşil sarmaşıklar haraket etmemi engelledi.

"Kusura bakmayın, bu protokol gereği yapılan bir güvenlik önlemidir. Kimlik işlem bilgilerinizi paylaşırken haraket etmemeniz gerekiyor. Üstünüzde asılı olan göz sizi tarayacaktır." Koruyucu çiğnemekte olduğu sakızı ağzını yamulta yamulta biraz daha çiğnedikten sonra kocaman bir balon yapıp patlattı. "Solaryum büyüsüne alerjiniz var mı?"

"Onun ne olduğunu bile bilmiyorum."

"Ahhh..." Kadın gözlerini devirdi. Sakızı tekrar patlatmıştı. "Çocuk, sen kraliyetin bastırttığı yeni sağlık kuralları el kitabını almadın mı? Eğer alerjin çıkarsa büyüyü bu bilgiye rağmen kullandığımız için bizim başımız belaya girer."

"Ben–"

"Yap gitsin Donald." dedi Molly bıkkınlıkla. "Artık aynı lafları tekrarlamaktan çok sıkıldım. Eğer derisi kabarırsa kraliçeye durumu açıklayan özel bir mektup yazarız, kendisi beni sever."

Diğerlerinden onay veren mırıltılar yükselince sarı bir ışık bütün gövdemi aydınlattı. "Soyadınız var mı?" En uçta oturan mavi saçlı adam tarama yapılırken vakit kaybetmek istemiyordu sanırım. Bir kolu değişik yaratıkları gösteren rengarenk bir dövmeyle kaplıydı. En göz alıcısı kıpkırmızı bir kuştu. Acaba anka kuşunu mu betimlemişlerdi?

"Greyson, Dylan Greyson." dedim dövmesini incelerken. "Angel Greyson'un oğluyum, tanıyor musunuz?"

Soyadımı söylememle Molly'in bütün kağıtları yere düşürmesi ve soluğunu çekmesi bir oldu. Aslında sadece o değil, herkes donmuştu. Mavi saçlı adamın parmakları havada kalmıştı, sakız çiğneyip duran kadının balonu patladıktan sonra yüzüne yapışmıştı ve diğer görevliler neyle uğraşıyorlarsa beni inceleyebilmek için durmuşlardı.

"Kızıl saç." dedi piercingleri olan bir adam.

"Parlak yeşil gözler." dedi yeşil saçlarını avuçlayan kadın.

"Açık beyaz ten. Evet, fiziksel görünüşleri aynı." dedi Molly ardına kadar açılmış ağzını utanıp kapatarak.

"Bir saniye... Kollarındaki kız... Angel?.."

Çıplak göğüslü adam oturmakta olduğu düğmelerle dolu masadan kalkıp topallaya topallaya bana yürüdü. Kolundaki kırmızı düğmeye basınca sarı ışık kesilmişti, ayağımın altındaki bitkilerse geldikleri gibi yok olmuştu.

"Bu o mu?" dedi yaşlı adam Elicie'i kucağımdan almak için bir hamle yaparak. "Çok genç duruyor ancak benzerlik... Benzerlik denemeyecek boyutta, tıpatıp aynılar!"

"Çek ellerini kardeşimin üzerinden." dedim gerileyerek. Yaşlı ya da değil, öyle kolay kolay ikizimi elletmezdim. "Bu annem falan değil. Benziyor olabilirler fakat bu Elicie, benim ikizim ve Angel Greyson bizi terk edeli yıllar oluyor. Onu hayatımızda hiç görmedik."

"İkizi!" diye bağırdı adam alnına bir şaplak atarak. "Söylenenler doğruymuş! Angel'ın cidden iki çocuğu olmuş..."

"Nötr Kristal Koruyucu'nun dengeleyici, kendi kanından gelen çocukları mı?" diye fısıldadı Molly. "Daha önce hiç bu kadar güçlü olabilecek iki varlıkla karşılaşmadım!"

"Kraliçeye haber vermeliyiz." dedi dövmeli adam. Çoktan tuhaf, telefonu andıran bir alete yapışmıştı. "Kristallerini alın, işlemleri onları gönderdikten sonra yapmalıyız! Vakit kaybedemeyiz."

"NE? Prosedürlere karşı mı geleceğiz?"

"Başka fikrin mi var?" diye dövmeli adamı destekledi ihtiyar.

"Evet efendim var! Nerden biliyoruz gerçekten dengeliyici olduklarını? Tamam, benzerlik muhteşem, anladık ama kılık değiştirmiş iki saldırgan da olabilir!"

"Kör müsün, işaretleri doğru. Sence kapıdan nasıl geçtiler?" diye çıkıştı yaşlı adam omuzlarımızı göstererek.

"Maurice bir yolunu keşfetmiş olamaz mı?"

"Mantıksız konuşma, o büyülü duvarı yapmak insan vaktine göre aylarımızı aldı."

"Mantıksız mı? Burada mantıksız olan tek kişi sensin ihtiyar! Hâlâ nasıl toza dönüşmedin merak ediyorum, acaba her sabah o kırışık derine lanet mi uyguluyorsun?"

"Seni terbiyesiz! Gel de yumruklarınla konuş. Sana benim gibi ihtiyarların nasıl lanet uyguladığını göstereyim."

Ve her şey bir anda birbirine girdi. İhtiyar adam piercingli cevap veremeden üstüne atıldı ve onu Molly'in masasına devirerek yumruklamaya başladı. Pembe saçlı kadın çığlık atıp onları ayırmak için yerinden kalkarken takıldı ve yuvarlanarak yeşil saçlı kadının içeceğini olduğu gibi üstüne döktü. Sıcak içeceğin verdiği acının kurbanı olan kadın sıçrayıp dövmeleri olan adamın kağıtlarını kaptı ve üstüne yelpaze gibi sallamaya koyuldu. Bütün bunlar olurkense kavgayı durdurmaya çalışan Molly kendisine hedef alınmamasına rağmen burnuna bir yumruk yedi ve devrilmek üzereyken ihtiyarın masasına tutundu.

Ama tutununca galiba yanlışlıkla bir düğmeye basmıştı çünkü bütün gözler korkuyla bize dönmeden önce ayaklarımın altındaki zemin kayboldu ve kollarımda Elicie'le birlikte çığlık ata ata karanlığa düştüm.

XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
[Dylan]
Gözlerimi açtığımda kendimi karanlık bir odada buldum. Etrafta eski mobilyalar vardı ama kimsecikler ortada yoktu. Karanlığa tamamen alışıncaya kadar bekledim. Sonra da homurdanarak yattığım yerde oturdum.

Değişik bir ranzanın üstündeydim. Yastık yerine çürümüş iplerle tutturulmuş bir saman yığını vardı ve yorgan yerine mendillerden oluşan bir battaniye altıma serilmişti. Tahta parmaklıklar yatağı çevriliyordu, uzun bıçaklarsa parmaklıkların ucuna yapıştırılmıştı. Her kim beni buraya yerleştirmişse anlaşılan gitmemi istemiyordu. Kendimi inceledim. Evet, hiç şaşırmamıştım. Uyuşukluğun verdiği histen dolayı her ne kadar ilk başta fark etmemiş olsam da ayak bileklerim ve ellerim demir zincirlerle bağlanmıştı. Pantolonum üzerimdeydi (Tanrıya şükürler olsun.) ama tişörtüme el koyulmuştu. Cebimdeki hafiflikten de anladığım kadarıyla bana verdikten sonra oraya koyduğum ve deli koruyucuların almaya fırsat bulamadıkları Rowen'ın kristalleri gitmişti.

Telaş, panik ve çaresizlik duyguları yüreğimi sıktı.

Lanet olsun.

"Vaaay, günaydın yakışıklı." Gıcırdayarak açılan kapıdan zarif bir baş uzandı. "Ben de ne zaman uyanacağını merak ediyordum." Kıkırdadı. "Daha doğrusu uyanıp uyanamayacağını, efendim düşüşünden dolayı komaya girmiş olabileceğini söyledi ancak bana dayanaklıymışsın gibi geldi."

"Sen de kimsin?" diye tısladım bağlı ellerimle direkleri tutarak. "Ben nerdeyim ve benden ne istiyorsunuz?"

Benden bir ya da iki yaş küçük olan kız sırıta sırıta yanıma geldi. Haraketleri bir kedininki kadar esnek, bir balerininki kadar nazikti lakin şeytani bir hava vardı dimdik duruşunda. Işıksızlıktan çok net görülmüyordu ama çıkarabildiğim kadarıyla erkek gibi kesilmiş kısa siyah saçları vardı kızın ve koyu yeşil gözlerine inen bir tutam maviye boyanmıştı. Jimnastikçilerin giydiği türden siyah bir taytla tenine yapışan bir tişört giymişti ancak boynundaki kocaman yakut choker kolye sade görüntüsüyle tezatlık oluşturarak karanlığa rağmen parlıyordu.

Eğlenircesine parmaklıkların arasından elini uzattı ve kolumu sıktı. "Kaslarından anladığım kadarıyla ya bir savaşçı ya da bir kalp hırsızısın... Hangisi?"

"Her ne kadar ikinci seçenek olduğumu umut etsem de hiçbiri demek zorundayım." dedim sıktığım dişlerimin arasından. Ellerim serbest olsa bileğini tuttuğum gibi kırardım ancak bu durumda hiçbir şey yapamazdım. Gözüme inen saç tutamını üfleyerek uzaklaştırdım. Her hareketim bana bir sirk hayvanıymışım gibi bakan cadıyı eğlendirmekten başka halta yaramıyordu.

"Yani amaçsız bir yakışıklısın öyle mi?" dedi yakutuyla oynayarak. "Ne kadar da ilgi çekici! Eminim ki geldiğin yerde epey hayranın vardır. Meydanda başkasından önce seni kapabilmemiz büyük bir mucize."

"Meydan mı?"

"Düştüğün yer." diye açıkladı kız dilini şaklattıktan sonra. "Anlaşılan girişte gene bir aksilik yaşandı, üstünde kristallerin vardı ve gayet hamdılar. Yabancısın buralara, değil mi? Daha önce gelmiş olsaydın mutlaka kristalinin üstünde çizikler bulunurdu." Somurtup yakutunu boynundan çıkardı. İstediği oyuncağı alamamış bir çocuğun hayal kırıklığını yansıtan bir ifade belirmişti suratında. "Çok yazık, eğer parmaklıkların arkasında kalmak zorunda olmasaydın erkek arkadaşım olmanı çok isterdim."

"O zaman neden beni çıkarmıyorsun? Bilirsin, bu tarz ilişkiler tek taraflı yürümez." Bütün kabaran duygularımı unutmaya çalışarak olabildiğince cilveli bir gülücük atmıştım bunu söylerken ama kız uzun köpek dişlerini gösteren bir sırıtışla karşılık verince büyük bir hata yapmış olduğumu anlamıştım.

"Cidden oradan o kadar aptal mı gözüküyorum dengeliyici? Çok alındım doğrusu. Oysa ben o kadar kolay aldatılabilecek bir kız değilim." Sinsice kıkırdadı. "Ne de olsa senle kardeşini yakalayıp da efendime getiren kişi benim."

Kardeşini... Kahretsin, Elicie'i tamamen unutmuştum. Ona ne yapmışlardı? Neredeydi? Ne yapıyorlardı ona? İyi miydi?

Suratımı görünce kızın gözleri zevkle büyüdü. "Ah, sihirli kelimeyi mi söyledim? Kardeşine çok mu değer veriyorsun bakalım Bay Prens?" Uzun ojeli tırnağını işaretime bastırdı. "Efendimiz onun sevgilin olabileceğini söylemişti ama ben derhal itiraz ettim. Birbirinize olan benzerliğiniz kusursuz ve çok dürüstçe senin tarzın olmadığını tahmin ediyorum." Başını yana eğdi. "Efendim işaretini kopyalamak için koluna işlem yaptığında zaten bir daha birilerinin tarzı olabileceğine ihtimal vermiyorum."

Kükrercesine bağırarak geriye çekmeye kalkıştığı elini dişlerimin arasına aldım ve olabildiğince ısırdım. Elicie'in nerde olduğunu bilmiyordum ama şundan emindim ki eğer onun kılına bile zarar vermişlerse burayı yakmaya hazırdım. Önümdeki cadıyı da öldürürdüm, "Efendim" diye hitap ettiği adamı da.

"AH! SENİ İĞRENÇ YARATIK, BIRAK ELİMİ! EFENDİM, YARDIM ED–" Cinnet geçirircesine çığlık attı. Elini kanatmış olmalıydım. "BIRAK ELİMİ SENİ ŞEYTAN, BIRAK! EFENDİM YARDIM EDİN!"

"Bütün bu gürültü patırtı da ne Blake?" diye bağıran bir adam sonunda kızın çığlıklarına dayanamayarak içeri girdi. "Yan odada kızın işaretini kopyalamaya çalışıyorum. Eğer böyle bağırmaya devam edersen mutlaka uyanır!"

Benim varlığımdan yeni haberdar olmuş gibi gözüken uzun boylu sıska adam, topuklarının üzerinde dönerek kaşlarını kaldırdı. Kahverengi pis saçlarının yarısı kazıtılmış, diğer yarısı boncuklarla örülmüştü. Üstünde bej renginde bir takım elbise vardı, kravatı adının Blake olduğunu öğrendiğim kızın yakutu gibi taşlarla kaplıydı. Yakasına ufak bir bıçak asılmıştı. Elleri eldivenliydi.

"Ah, anlaşılan sen uyanmışsın." Üç adım içerisinde dibimize ulaşmıştı. Tepeden kafesime bakıp yakasındaki bıçağı çıkardı. "Kendini zor bir duruma sokmuşsun Blake. Bu çocuğun gözlerinden intikam hırsı ve inat akıyor, hayatta elini serbest bırakmaz." Kan kokusundan bulanmaya başlayan midem ne yazık ki içimden aksini söylüyordu ama. "Geri çekil. Bileğini keserek serbest bırakacağım."

"NE?!" Kızın gözleri irileşmişti. Şimdi tam bir kediye benziyordu. "EFENDİM, HAYIR! LÜTFEN, BÜYÜ YAPAMAZ MISINIZ?"

"Büyü mü? Sen önümüzdeki canlının ne kadar paraya denk geleceğini hayal edebiliyor musun, ha? Ona zarar vermek arzulayacağım en son şeydir hizmetkarım, bu genç adam kraliyetle aramızdaki bonkör hazine köprüsü olacak." Minyatür bıçak kırmızı dumanlar saçarak bir anda bir kılıçla aynı boya geldi. "Şimdi kolunu gerginleştir ki boşuna başka bir yerlerini kes–"

"Buna gerek yok." diye sözünü kestim. Korkudan titremeye başlayan kızı serbest bırakmıştım. Kaçmak istiyor olabilirdim ama böyle insanlık dışı bir harakete tanık olursam büyük ihtimalle geceleri uykusuz kalırdım.

"Oh...Yanılmışım, sen şu başkalarını koruyayım diye kendi canını feda eden aptallardanmışsın." dedi adam dilini şaklatarak. Bıçağını küçültü ve yakasına geri taktı. "Senin yerinde olsaydım başladığım şeyi devam ettirirdim. Eğer Blake'in elini kesmiş olsaydım–"

"Kardeşim nerde? Ona ne yaptın?" Ağzımdaki iğrenç demir tadından kurtulmak için yere, olabildiğince adamın ayakkabılarının yakınına tükürdüm. "Bizden ne istiyorsun?"

"Çok kaba. Centilmen adamlar önce isim sorarlar." Tekmeleyerek parmaklıklara dayadığı sandalyeye ters şekilde oturdu. "Eh, madem sen sormayacaksın, en iyisi ben nezaket kurallarına uygun bir başlangıç yapayım. Adım Norman, arkadaşlarım bana Norman Bıçak derler."

"Arkadaşların mı? Senin gibi bir kaçığın dostları olmasına şaşırdım doğrusu."

"Haklısın... Daha çok müşteri diyelim o zaman." Blake'e doğru göz kırptı. "Hayatta kalan müşteriler."

Ama Blake pek de şakalaşacak durumda gözükmüyordu. Diş izlerimin çıkmış olduğu elini en yakın ahşap masadan kaptığı bandajla sarıyor, duyguları okunamıyordu. Norman'a sonunda baktığında soğuk bir seste "Kızıl prensesin işlemlerini ben bitireyim." dedi. "Kristaller C çekmecesinde mi?"

"Sana zahmet olmasın, ben bitiririm–"

"Zahmet olmaz efendim." diye kestirip attı kız. Eli çoktan bandajı kırmızıya boyamıştı. "İşlemler bitince size haber veririm."

"Biricik Blake... 6 insan yılıdır benle çalışıyor." diyen Norman dizine vurdu neşeyle. "Onun seviyesinde yardımcılar artık az bulunuyor."

"Ve bu seni kendi çalışanının elini kesmekten alıkoyamıyor, öyle mi?" Tiksintiyle burnumu kırıştırdım. "Senin yanında kalması başlı başına delilik."

"Eh, ne yalan söyleyeyim, delilikler burada sık rastlanır." Kafasını kafesin içine yaklaştırıp tıslarcasına fısıldadı: "Crsytalize'nin Yasak Orman'ına hoş geldiniz Bay–Durun, kimliğiniz neydi?" Hiç bakmadan Rowen'ın kristallerinden tekini çıkartıp salladı. "Ah, evet... Bay Ünlü, Kayıp Dengeliyici Dylan Greyson."

Continue Reading

You'll Also Like

843K 9.6K 21
Eğer iki farklı hayat yaşıyorsanız hayat gerçekten zordu. Eğer o iki hayattan biri üst düzey bir bürokratın kızı, diğeri ise en çok aranan bir suç ör...
13.4K 980 30
Hiçbir yere ait olamamak mümkün mü? İnsan bir yere ait olabilir mi? Aidiyeti hissetmek için ne yapabilirsiniz? Nelerden vazgeçebilirsiniz? Doğaüstü...
216K 19.2K 57
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...
2.4M 75.3K 54
Babasının borcu yüzünden genç kızı alı koyan Karahan başına büyük ama tatlı bela alır... Genç kız Karahandan küçük olmasına rağmen yalnız adama eş ol...