YERALTI

By ianinprensesi

1.1M 50.9K 4.5K

Aras Soykan, Kendi karanlığının içinde, kaybolmuş ruhunun son parçasında nefretini, öfkesiyle körükleyerek in... More

Bölüm 1: YERALTI
Bölüm 2: KARANLIK
Bölüm 3: MAHKEME
Bölüm 4: KAFES
Bölüm 5: MOTOSİKLET
Bölüm 6: AĞVA
Bölüm 7: TELEFON
Bölüm 8: ŞİRKET
Bölüm 9: VEDA
Bölüm 10: ATEŞ
Bölüm 11: SALDIRI
Bölüm 12: ANAHTAR
Bölüm 13: PLAN
Bölüm 14: KOKU
Bölüm 15: ZİNCİR
Bölüm 16: BULUŞMA
Bölüm 17: KÛRA
Bölüm 18: AİLE
Bölüm 19: MESAJ
Bölüm 20: PARTİ
Bölüm 21: KAN
Bölüm 22: KAYBOLMUŞ
Bölüm 23: CEVAPLAR
Bölüm 24: TUTSAK
Bölüm 26: NEFRET
Geri Döndüm!
Bölüm 27: KORKU
Bölüm 28: ÇİZGİ
Bölüm 29: DOSYA
Bölüm 30: SOĞUK DENİZ ~ FİNAL
İkinci Kitap - Duyuru, Tanıtım ve Kapak

Bölüm 25: DÖVME

38.4K 1.4K 262
By ianinprensesi

Bölüme başladığınız tarihi ve saati buraya yorum olarak bırakabilirsiniz!

Bölüm Şarkısı: Nightcore - Tattoo

***

Bölüm 25: DÖVME

Saatlerce Marmara denizini seyredip sessizce oturmuştuk, tabii bu sessizlik Aras'ın telefonunun çalmasıyla bir son bulana kadar.

"Evet?" dedi Aras, sanki şu anın bozulmasına sinirlenmiş gibi bir ses tonu vardı. Karşı taraftan dalgalı bir ses gelse de anlamadığım için konuşmaya kulak kabartmadım ve kendi cebimdeki Aras'ın bana verdiği telefonu çıkartarak içini kurcalamaya başladım.

Aras, Berk ve Mert'in mesajları haricinde mesajlaşma yoktu, arama kaydındaysa Aras, Mert ve Berk'in ismine ek olarak Ulaş'ın ismi de vardı. Bir numara daha vardı, şu an hattımda kayıtlı olmayan, Kûra'nın beni aradığı numara. Başparmağım numaranın üzerinde kalırken göz ucuyla Aras'a baktım ve yavaşça arabanın kaputundan inmek için öne doğru kaymaya başladım. Aras bana sırtını dönmüş kendi konuşmasına odaklanmıştı. Bunu fırsat bilerek sessizce arabanın kaputundan indikten sonra Kûra'nın numarasının yanındaki yeşil telefona basarak onu aramaya başladım.

Birkaç çalışın ardından gelen kesik nefesli sese odaklandım ve sessizce, "Kûra?" diye sordum. Kesik nefesler devam ederken hışırtının arasından ince bir kız sesi, "Hazar'ın arıyor," diye mırıldandı ve daha net gelen bir ses, "Gözlerimi yaşartıyorsun," dedi.

"Bu hat güvenli mi?" diye sordum, kurduğu cümledeki alaylı imaları görmezden gelerek.

"En az seninki kadar," dediğinde derin bir nefes alarak son kez Aras'a baktım ve aldığım derin nefesi oflarcasına verdim. "Sıkıntılısın ha?" diyen Kûra'yı bir süre cevapsız bıraktıktan sonra, "Sana bir anlaşma teklif etmek istiyorum," diye mırıldandım net bir sesle. "Bu anlaşmayı sadece ikimiz bileceğiz, bizden başka kimse bilmeyecek? Ne Aras ne de Ekrem," diye uyarırcasına konuştuktan sonra bir cevap bekledim. Birkaç sessiz dakikadan sonra, "Anlaşmayı duyalım?" dedi sorarcasına.

"Duyduğuma göre katalepsi hipnozunun üzerinde yapılan birkaç değişikliğe maruz kalmışsın?" dedim kendimden emin bir tonla. Gözlerimse Aras'ın hareketlerini kontrol etmekle meşguldü, sol elini karşı taraf görebiliyormuş gibi sinirle sallıyor ve arabasının ön tekerine arada sırada tekme atıyordu.

Kûra soruma karşın derin bir nefes verdi ve "Öyle bir şeyler işte," diye söylendi. Aras'ı izlemeye devam ederken Kûra'ya, "Ekrem'in sana yardım etmesi karşılığında senden ufak bir şey isteyeceğim," dedim temkinli bir yaklaşımla. Fakat saniyeler geçmeden beklediğim alay dolu kahkaha kulağıma ulaştı. Derin bir nefes verip kahkahası arasından konuştum, "Bu rica ikimiz için de iyi olacak," dedim. Kûra'nın kahkahası yavaşça yok olurken gırtlaktan gelen bir sesle, "Ihm? Neymiş bakalım bu ufak şey?" dedi 'ufak' kelimesine vurgu yaparken.

"Mete Akhoroz'u bitirmek istiyorum," diye bir anda kurduğum cümleye kaba bir tabirle karşılık vermişti. "Oha, bu rüyanın sonu hazin mi? Yoksa seni, bu rüyanın sonunda göremeyeceğim için kalbim mi parçalandı?" dedi ve kendi saçma cümlesine güldü. Bir süre derin nefesler alıp verdikten sonra, "Sana bunu yapanın Mete olduğunu biliyorsun değil mi? Bugün Ekrem senin istediğini verse, Mete yarın gelip seni, yine kendi uslu köpeği yapamaz mı sanıyorsun?" diye sesimi yükselttiğimde, cüretkâr kelimelerim Kûra'nın sinirli bir nefes almasına neden olmuştu.

"Kelimelerine dikkat et," dediğinde, kararlı ses tonumu değiştirmeden konuşmaya devam ettim. "Doğruları söylemekten çekinmiyorum, istediğin kadar inkâr et. Şu anda sen, sadece Mete'nin istediğini yaptırabileceği bir kuklasın," dedim.

"Ben Mete'nin kuklasıysam, sende Aras'ın kuklasısın. Unutma Hazar, ben bu oyuna senin için girdim. Aklıma bunu koydular ama seni yönlendiren kimse yokken, sen, Aras'ın kuklası olmayı seçtin. Onun istekleri uğruna nelere karıştığının farkında değilsin. Yerinde olsam... Kaçabildiğim kadar uzağa kaçar, bir daha arkama bakmazdım," dedi.

"Yerimde değilsin ve neden burada, Aras'ın yanında olduğumu bilmiyorsun..." diyerek duraksadım. Herkes Aras'ın benden intikam almak istediğini düşünüyordu aksini kimse bilmiyordu, ben de bildiklerimden pek emin değildim ama burada olmamın tek nedeni Aras'ın istekleri değildi, Mete benden ya da ailemden bir şey istiyordu bu kesindi, beni restorandan almadan önce bundan emin olmamı sağlamıştı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes verdim ve "Ben teklifimi sundum. Kabul edersen..." cümlemin sonu gelmeden Aras'ın sesi kulaklarıma ulaştı. "Gidiyoruz."

Hızlı bir şekilde, "Tekrar arayacağım," dedim ve telefonu kapatarak arabaya döndüm. Bir anda Aras'la burun buruna gelince irkilerek geri çekildim ve "Geliyorum," diye sessizce fısıldadım. Kaşlarını çatarak birkaç saniye yüzümü inceledi ve "Kiminle konuşuyordun?" diye sordu. Gözlerimi gözlerinden kaçırmayarak, "Ulaş'la konuşuyordum," dedim.

Aras bir saniye olsun beklemeden, "Herkesi yalanlarına inandırabiliyor olabilirsin Persephone... Ama beni inandıramazsın," gece siyahı gözleri, gözlerimi kendine esir ederken devam etti konuşmaya: "Ben yalan söyleyebileceğin son kişiyim."

Bir adım daha geriye atarak Aras'tan uzaklaştığımda kaşlarımı çatarak, "Sana yalan söylemedim," diye mırıldandım kayıtsızca. Aras belli belirsiz bir gülüşle, "Arabaya bin küçük yalancı," dedi ve bana sırtını dönerek sürücü kapısına doğru ilerlemeye başladı. İlk önce Aras'ın benden birkaç adım uzaklaşmasını bekledim ve birkaç saniyeliğine de olsa ilk defa Aras'ı baştan aşağıya sadece onu anlamak için süzdüm. Hareketleri, geniş adımları, ellerini pantolonun cebinden çıkartmayışı... Rahattı. Birkaç saat önce Mete'yi elinden kaçırmış birine göre fazlasıyla rahattı.

Ön koltuğun kapısını açmak için yan döndüğünde omuzunun üstünden bana baktı ve "Sabaha kadar seni bekleyemem," dedi sıkılmış bir halde. Telefonda konuştuğu kişi ona hiç güzel haberler vermemiş olsa gerek rahat adımlarına rağmen gergin bir ruh haline bürünmüştü.

"Öyleyse git," diyerek omuz silktim ve gözlerimi Aras'ın gözlerine diktim. Aras arabanın kolundaki elini çekerek kollarını göğsünde birleştirip sol kolunu arabaya yaslayarak bana bakmaya başladığında, belli belirsiz bir gülümseme yüzüme yerleşmişti. Bu hareketine karşın, "Tabii, bekleyemezdin," dediğimde kaşlarını kaldırıp, "Senin için değil, ceketim için bekliyorum," dediğinde yüzümdeki gülümseyiş yerini büyük bir afallamaya bırakmış öylece Aras'a bakmıştım. Geniş bir sırıtışla doğrulduğunda kaşlarım iyice çatılmıştı.

"Ciddi misin sen?" diye sorduğumda başını sallayarak genişçe sırıtmaya devam etti ve aramızdaki boşluğu kapatır kapatmaz üstümdeki ceketini tek hamleyle çekip aldı ve beni incecik kazak ve deri etekle bıraktı.

Soğuk hızla bedenime işlerken şaşkınlıkla Aras'a bakmaya devam ediyordum. "Şimdi burada istediğini yapabilirsin," diyerek arkasını dönüp arabasına yürümeye başladı ve ardına bakmadan koltuğuna yerleşerek arabayı çalıştırdı. Motorun sesiyle kendime geldiğimde kollarımı birbirine dolayarak sinirle arabanın ardından bakmaya devam ettim.

Hızla ceplerimi yokladığımda telefonun Aras'ın cebinde kaldığını fark etmemle gözlerim irileşmiş ve benden hızla uzaklaşmakta olan arabanın peşinden koşmaya başlamıştım. Ben koştukça hızlanan araba her geçen saniye sinirlerimi gerse de koşmayı bırakmıyordum. O telefonu Aras'a bırakırsam Kûra'yla konuştuğumu anlardı.

Bir anda dank eden gerçekle koşmayı bırakarak olduğum yerde birkaç saniye dona kaldım ve dizlerimin üstüne çökerek nefes alış verişimi düzenlemeye çalışırken, Aras'ın telefonu bana verdiği günü, söylediklerini tekrar aklımda canlandırdım. Aras zaten o telefonda ne yaparsam, kimle konuşur veya mesajlaşırsam hepsini biliyordu!

Kiminle ne konuştuğumu bilmese de kimle mesajlaştığımı, kime çağrı bıraktığımı ya da kimi aradığımı, biliyordu. Hepsinden haberi oluyordu. O gün küçümseyerek söylediğim iğneleyici sözlere karşı attığı bakışlar ve kurduğu cümle tekrar zihnimde yankılanınca sesli bir şekilde küfrederek, Aras'ın suretini zihnimden uzaklaştırdım ve dizlerimi kendime çekip kollarımı etrafına doladım.

Soğuk hava vücuduma hızla işlerken bir süre yerde oturmaya devam ettim. Kuru toprak rüzgârın etkisiyle bacaklarıma sürtünüp giderken parmaklarımı toprağın üstünde gezdirmeye başladım ve annemi düşündüm. Ne zaman kaybolduğumu, yalnızlığa gömüldüğümü hissetsem her zaman annemi düşünürdüm. Var olup da yokluğa karışmasını... Bu düşünceler ruhumu sarmalayan karanlığı koyulaştırırken oturduğum toprak zeminden kalkarak uçurumun kenarına doğru yürümeye başladım. Derin bir nefes alıp dizlerimi soğuk bariyere yaslayarak karşımdaki manzarayı bir kez daha izledim.

Asaletli olduğu kadar da soğuk olan İstanbul... Acımasız karanlığındaki sessizliğe, ara sokaklarındaki çığlıklarla acı bir senfoni çalan İstanbul. Ruhunu Marmara denizindeki dalgalarda bırakmış, Hisara çarparken çığlıkları göğe yükselen İstanbul. Aras haklıydı, bir şehir ancak bu kadar içindeki insanları yansıtabilirdi.

***

Ana yola inmiş ve Taksim otobüslerinden birine binerek Taksim meydanında inmiştim. Atatürk heykelinin önünde birkaç dakika dolandıktan sonra sertleşen havaya daha fazla dayanamayarak İstiklal Caddesine yönelmiştim.

Zihnimdeki düşünceleri yeniden en diplere bastırarak denizin dibine zincirlemiştim. Duygularımın yanında zincirleriyle savaşan düşüncelerimden uzaklaşarak kafamın içindeki düğümleri kenara ittim ve bomboş bir zihinle Bülent Soykan'a ait olan barın kapısından içeriye adımımı attım. Kapıdaki güvenlik hemen yanıma gelirken, "Deniz Hanım," diyerek beni kenara çekti.

"Burada yalnız ne arıyorsunuz?" diye sorduğunda kaşlarımı kaldırıp, "Biriyle buluşmam var," dedim net bir sesle. Dudaklarım hâlâ dışarıdaki soğuğun etkisiyle titriyordu. Güvenlik göz ucuyla beni süzdüğünde, "Aras Bey'le birlikte mi geldiniz?" diye sordu.

"Onunla gelseydim şimdi beni buraya çekip sorgulayamazdın..." yaka kartına bakarak ismini okudum: "...Yılmaz."

"Özür dilerim efendim, buyurun," diyerek önümden çekildiğinde dans eden insanların arasına atmıştım kendimi. İnsanların sıcaklığı tenimdeki soğukluğu alıp götürürken Yeraltı'na inen merdivenlerin kenarına gelmiştim. Derin bir nefes alıp, etrafıma son bir kez göz attıktan sonra merdivenleri hızla inmek için dönmüştüm ki gözlerim Bülent Soykan'ı bulmuştu. Bülent Soykan'ın soğuk bakışları tenimi ürperterek üstümden geçerken hızla arkama dönüp dans eden insanların arasına yeniden girdim. Bülent Soykan'sa döndüğü yöndeki bir anlık duraksamanın sonunda eskiden durduğum yere hızla döndüğünde kaşları çatılmıştı.

Yanındaki takım elbiseli adamlardan birisini el hareketiyle yanına çağırırken gözleri hâlâ etrafı tarıyordu. Dans edenlerin arasında kendimi saklarken gözlerim Bülent Soykan'ı ve etrafındaki takım elbiseli adamları takip ediyordu. Bülent Soykan ve adamları bir süre Yeraltı'nın girişinde durduktan sonra etraflarına bakınarak dağılmaya başladılar.

O anda tüm ışıklar sönmüş şarkı sesleri kesilmişti. Kalp ritmim hızlanırken herkes gibi anlık bir şokla dona kalmıştım. Daha sonrasında yükselen itiraz sesleri, çığlıklar ve hareketlenmeleri kendime fırsat bilerek dakikalar önce merdivenlerinden kenara çekildiğim Yeraltı'nın girişine doğru koşmaya başladım.

Merdivenlere ulaştığımda arkama dönüp son kez baktım. Karanlıktan dolayı ne yaklaşanı, ne de uzaklaşanı görebiliyordum kimin nerede olduğunu kestirmek güçtü ve Yeraltı'na indiğimde neler olacağı karanlık bir muammada kalıyordu ama bunun bir önemi yoktu. Annemle konuşmam gerekiyordu, hem de hemen.

Merdivenleri koşarak inmeye başladığımda arka taraftan yükselen bir ses, "Efendim, merdivenlerde!" diye bağırmış ve hemen sonrasında merdivenlerde ayak seslerime eşlik eden birkaç ayak sesi daha yükselmişti.

Işıklar ve şarkı sesleri kaldığı yerden yeniden yükselmeye başladığında Yeraltı'nın demir kapısına gelmiştim. Kapıyı hızla çekerek o basık koridorlara girdiğimde yolları hatırlamaya çalıştım. Kraliyet kırmızısı, mahkeme koridoruna gidiyordu, soluk gri duvarlar ringe... Kahverengi duvarlar kafeye. Sol tarafa dönerek koşmaya başladığımda arkamdan sıkıca kapattığım demir kapı yeniden açılmış ve "Deniz Hazar!" diye bağıran bir adamın sesi basık koridorlarda yankılanmıştı. Arkama bakmadan koşmaya devam etmiş ve ilk sağa dönerek Kraliyet kırmızısı duvar kaplamaları olan loş koridora girmiştim. Koşmaya devam ederken arkamdan gelen ayak seslerini dinliyordum.

Arkamdan gelen sesler iyice azaldığında yerini ter, sigara ve alkol kokusu doldurmuştu. Havasızlıktan sis çökmüş gibi yükselen sigara dumanlarını elimle dağıtarak kafeye doğru ilerlemeye başladım. Gözlerim Ümit'i ararken dikkatli bir şekilde hem etrafı dinliyor hem de aniden çıkabilecek bir tersliğe karşı kendimi koşmaya hazır bir şekilde tutuyordum. Nefes alışverişim normal halini bulurken kalbim hâlâ hızla çarpıyordu damağım kurumuş ve yutkunurken zorlanmaya başlamıştım.

Gözlerim Ümit'i bulduğunda derin bir nefes vererek hızlı adımlarla ona yaklaştım. "Ümit," sesimi duyduğunda kaşları çatılmış ve ağır hareketlerle bana dönmüştü. "Beni anneme götür," diyerek yanına, kasanın arkasına geçtim.

"Sen neyden bahsediyorsun? Bülent Soykan seni aratıyor, çık buradan, başımı belaya sokacaksın!" dediğinde başımı iki yana sallayarak, "Neden Bülent Soykan'dan kaçayım?" diye sordum gözlerimi kısarak.

"Bana buranın tek sahibinin Bülent Soykan olmadığını söylemiştin!" diyerek üstüne yürüdüğümde Ümit omuzlarımdan tutarak, "Tek sahibi değil evet ama en canisi. Annen adam mı öldürtüyor sanıyorsun?" dedi ve beni omuzlarımdan iterek kendinden uzaklaştırdı. "Annenin de başını belaya sokarsın Deniz, çık buradan," dedi dişlerini sıkarak.

Başımı iki yana sallayarak kasanın arkasından çıktım ve etrafa baktım. Takım elbiseli adamlardan birisi kafenin girişinde elindeki telsize bir şeyler mırıldanıyordu. "Geldiler," dedi Ümit de sanki görmemişim gibi. Başımı sallamaya devam ederken Ümit'e dönüp, "Bir saat içinde yanına gelmezsem Aras'ı buraya çağır," diyerek kafenin girişindeki takım elbiseli adama doğru ilerlemeye başladım.

"Deniz!" diye seslendi Ümit arkamdan sinirle. Onu umursamadan kapıdaki adamın yanına gidip, "Beni Bülent Soykan'a götür," dedim. Elindeki telsizi ağzına yaklaştırarak "Efendim, size getiriyorum," dedi ve telsizi kemerine asarak, "Buyurun Deniz Hanım," dedi.

Adamın yönlendirmeleriyle ondan birkaç adım önde yürüyerek yine kraliyet kırmızısı duvar kaplamaları olan koridora çıkmıştık. Büyük kahverengi kapının önüne geldiğimizde onay almak istercesine sağ tarafımda duran adama baktım. Başını sallayarak girmemi işaret ettiğinde, kapı koluna elimi uzattım ve bir süre öylece bekledim. Hafifçe yutkunduktan sonra kapıyı araladığımda yine aynı manzarayla karşılaştım.

Tahta bariyerin arkasında yerimi aldığımda Bülent Soykan, "Yine buradayız küçük hanım," dedi. Başımı sallayarak onayladım ve hiçbir şey söylemedim. "Aras nerede?" diye sorduğunda gözlerimi gözlerine dikerek, "O sizin oğlunuz, nerede olduğunu bana mı soruyorsunuz?" diye sordum. Mete'nin dinlettiği müzikten sonra kimseden korkum kalmamış gibi hissediyordum.

Bülent Soykan'ın kahverengi gözleri koyulaşırken, "Buraya ilk geldiğin günü hatırlıyor musun kızım?" diye sordu. Çenem kasılırken, "Bana kızım deme hakkını kimden alıyorsunuz?" diye sakince mırıldandım.

"Ufak bir hatırlatma istiyorsun ha?" dediğinde başımı iki yana sallayarak, "Sadece annemi görmek istiyorum," dedim.

Bülent Soykan'ın gözlerinde alaycı bir parıltı oluşurken, "Annen öldü," dedi. Soğuk ve umursamazca söylediği iki kelime boğazıma bir yumru gibi otururken, "Yalan söylediğinizi biliyorum Bülent Bey. Annem olmasaydı, bu güce sahip olamayacağınızı da biliyorum..." dediğimde iki yanında ondan birkaç santim aşağıda duran iki adam birbirine bakarak kaşlarını çatmış ve Bülent Soykan'a dikmişlerdi gözlerini.

Bülent Soykan alaycı ifadesini bir an olsun kaybetmeden, "Ümit'le fazla takılmış gibisin," dediğinde yanındaki adamlar gözlerini yeniden bana çevirmişlerdi. "Sadece annemi görmek istiyorum, sonra gideceğim," dediğimde alaycı bir gülüşle, "Sana gitme izni verdiğimi hatırlamıyorum," dedi. Başımı iki yana sallayarak, "Öyleyse sizinle özel bir konuşma gerçekleştirmeyi rica edeceğim," dedim. Yanındaki adamlara kısa bakışlar attıktan sonra tekrardan Bülent Soykan'a baktım.

"Pekâlâ," diyerek yanındaki adamlarına işaret verdi ve onların çıkmasını bekledim. Adamlar çıktığında, "Yukarıda Aras'la planlarımız var. Siz beni ne kadar burada tutmaya çalışsanız da, Aras buraya gelip beni alacaktır," dedim. Bülent Soykan'ın kaşları çatılırken, "Eğer ki Aras'la girdiğimiz bu yolda hayatta kalmamızı istiyorsan annemle görüşmeme izin vermek zorundasınız," dedim.

Bülent Soykan söylediklerime inanmakla inanmamak arasında kalırken, "Nasıl bir yola girdiniz?" diye sordu. "Mete Akhoroz," dediğimde Bülent Soykan'ın yüzünde, Aras'ın yüzünde görmekten alıştığım bir hissizlik ve öfke geçti.

"Eve yapılan saldırılar?" diye sorduğunda, "Mete'nin işleri," diye açıkladım. Bunun üzerine kaşlarını iyice çatarak derin bir nefes verdi. "Tek bir şartla anneni görmene izin vereceğim," dediğinde, gözlerimi kısarak başımı salladım.

"Aras'ın attığı her adımı bana bildireceksin," dediğinde, kaşlarımı çatarak başımı iki yana salladım. "Bunu yapmayacağımı biliyorsunuz," dedim sakin bir sesle. Bülent Soykan'sa, "O zaman anneni göremezsin," dedi.

"Öyleyse, siz de Aras'ın ölüşünü izlersiniz," dedim tenimden bir ürperti geçerken. "Aras'ın, Mete'yi kolayca haklayabileceğini ikimiz de biliyoruz Deniz. Annenle görüşerek bizi çökertmeye çalışmayacağını nereden bilebilirim? Sana neden güveneyim?" dediğinde kendi kendime gülerek başımı öne eğdim.

Bir süre kasıntı gülüşüm devam ettikten sonra başımı kaldırıp doğrudan Bülent Soykan'ın gözlerine odaklandım ve "Sizce, Yeraltı benim ne kadar umurumda? Ben elimden geldiğince çabucak bu işlerden kurtulup aileme geri dönmek, bu bataklıktan kurtulmak istiyorum. Hem size neden Aras'ın her adımını ileteyim ki? Size nasıl güveneyim?" diye sordum.

"Ben Aras'ın babasıyım. Ya sen kimsin?" gözlerini kısarak sorduğu soruyla kaşlarımı kaldırıp, "Ben..." diyerek duraksadım ve "Ben... Ben sadece benim," dedim.

"Güvenilmezsin," dediğinde, "Siz de öyle Bülent Bey," dedim kuru bir sesle.

"Yeter Bülent!" Ne zaman açıldığını fark etmediğim kapıya hızla dönerken annemi görmüştüm kapı girişinde. Omuzları dik, saçları tepesinden atkuyruğu yapılmış ve onu son gördüğümden bu yana çok daha güçlü duruyordu. İçim titrerken dik durmaya devam ederek anneme bakmayı sürdürdüm.

"Beni kızımla yalnız bırak," doğrudan Bülent Soykan'ın gözlerine bakarak kurduğu cümleyle omuzlarımı biraz daha dikleştirerek anneme döndüm. "Nazlı..." dedi Bülent Soykan itiraz etmek istercesine.

"O benim kızım Bülent," sert bakışlarını Bülent Soykan'ın yüzünden çekmeden konuşan anneme gülümsediğimde gözleri kısa bir an bana kaymış sonra tekrardan Bülent Soykan'a dönmüştü. Bülent soykan tereddütle, "Onu altı yıldır görmüyorsun," dediğinde, "Bu, Deniz'in benim kızım olduğunu değiştirmez," dedi annem, sesi öyle sertti ki istemsiz bir ürperti tenimi sızlatmıştı.

"Pekâlâ," diyerek Bülent Soykan oturduğu koltuktan ayağa kalktı ve "Sadece on beş dakika," diyerek hemen arkasındaki kapıdan dışarıya çıktı.

"Anne," diyerek anneme döndüğümde, "Orada dur Deniz," dedi sert bir sesle. "Sen ne yaptığını sanıyorsun?" dediğinde parmaklarımla önümdeki tahtayı sıktım, "Sadece seni görmeye çalışıyordum anne," dedim.

"Başını belaya soktuğunun farkında değil misin? Bülent, Aras'ı takip edemediği için çıldırıyor sen buraya geldiğinden bu yana diken üstünde oturuyor," diyerek bana yaklaştığında başımı salladım ve "Bugün Mete tarafından kaçırıldım, onun elinde tutsaktım. Şimdi bana bunları mı söylüyorsun?" diye sorduğumda annem kaşlarını çatarak, "Ne?" diye sordu.

"Kim bilir? Belki şu an burada olmayabilirdim. Sen gerçekten beladan mı, Bülent Soykan'ın kıçının üstüne oturamayışından mı bahsediyorsun anne?" derken boğazıma acı bir yumru yerleşmişti, yutkunamadım bile. Annem, "Neler olduğunu anlat," dedi yüzünde acı bir ifade vardı. Başımı iki yana sallayarak sesimin çatlamasını önemsemeden konuştum. "Aras'ın benden ne istediğini artık biliyorum ve ona yardım edebilirim. Ona yardım etmek istiyorum," dedim buraya gelme amacımı dile getirirken.

"Deniz..." dedi annem ve dudaklarını birbirine bastırarak başını öne eğdi. "Kızım... Yapamayız, Aras'a biz yardım edemeyiz. Biz sadece onu oyalayabiliriz," dediğinde gözyaşlarının gözlerinde biriktiğini görmek canımı yakmıştı. "O dosyaya ihtiyacım var anne. Bülent Soykan'ın sakladığı dosyayı Aras'a vermek istiyorum," dediğimde annem başını iki yana salladı. "Bu imkânsız," dedi.

"Neden?" diye sordum, bir nedeni olmalıydı.

"Bülent burayı yönetebilecek tek kişi. Aras öğrendiklerinden sonra çılgına dönebilir ve bunca yıldır yükseltmeye çalıştığımız her şeyi yok edebilir," dedi. "Burayı sevmiyorum, burayı bulduğum güne lanetler ediyorum ama burası olmadan da ailemizi koruyamam," dediğinde derin nefesler alıp veriyordum. "Asıl burada olmayı seçtiğin için şu an Mete'nin peşimizde olduğunu bilmiyor musun? Bana 'Siz Hazarlar ihanet etmeyi çok iyi bilirsiniz' dedi! Onlardan projeyi aldığın için mi bizimle uğraşıyorlar?" diye bağırdığımda, boğazımdaki yumru her geçen saniye canımı yakarken gözyaşlarımı bastırmaya devam ediyordum.

"Sadece proje için olamaz," dedi annem eliyle destek aldığı sandalyeye otururken. "Salih Akhoroz öldükten sonra herkes derin bir sessizliğe gömülmüştü, sonra sen çıktın geldin ve Mete'nin saldırıları başladı. Bunun nedenlerini öğrenmemiz gerek," dedi ve dirseklerini dizlerine yaslayarak başını öne eğdi. "Peki ya sonra?" diye sordum. Sonra ne olacaktı?

"Sonrası yok kızım, benim için sonrası yok..." dediğinde sol gözünden bir damla yaş süzüldü. "Ne? Nasıl yok?" diye sordum ve yanına ilerleyerek dizinin dibine çöktüm. "Anne bana her şeyi anlatmanı istiyorum. Neden burası olmadan bizi koruyamazsın?" diye sordum.

"Kendimi, seni, kardeşini ve babanı buranın gücüyle koruyabilirim. Salih'in ölümünden sonra kimse Mete'nin ne istediğini çözemez oldu. Birçok adamımız öldürüldü, dışarı çıktığım ilk gün silahlı saldırıya uğradım, canımı zor kurtardım!" dediğinde, kalbimde öyle bir yük çökmüştü ki ne diyeceğimi bilemeyerek anneme baktım. "Mete'nin hedefi bizsek, bunu çözmek sana kalıyor sanırım kızım. Ben çıktığımda iki medeni insan konuşmuyor, sadece silahlar konuşuyor," dedi ve ellerini yanaklarıma koyarak, "Seni kaçırdığında neler olduğunu anlatır mısın, nasıl kurtuldun? Sana kötü bir şey yapmadı değil mi?" diyerek devam etti.

"Zihnime girmeye çalıştı, bir müzik var... Katalepsi diyor Ekrem buna," dediğimde başını salladı ve "Devam et," dedi.

"Ne istediğini öğrenemedim. Aras geldi ve beni oradan çıkardılar."

"Peki, Mete öldü mü?"

Annemin sorduğu soru, benim de aklımı kurcalıyordu. "Hayır," dedim kuru bir sesle ve devam ettim, "Aras'ın elinden kaçmayı başarmış," dediğimde annem başını iki yana sallayarak, "Aras'ın başka planları var," dedi ve sinirle dudaklarını kemirdi. "O çocuğu durmamız gerek," diye söylendi kendi kendine.

"Anne, neler bildiğini anlatma sırası sende," dedim annemi kolundan tutup kendime çevirirken. "Neden Aras'ı durdurmanız gerekiyor?" diye sordum.

"Aras'ın annesinin ölüm nedeni..." dedi ve gözlerini bana çevirdi. "O dosyanın ikinci kopyası Mete'nin elinde Deniz, eğer Aras ondan saklanılanları öğrenirse... Kendini kontrol edemeyebilir zaten annesinin intiharından sonra çok zor toparladı aklını!" dedi ve ayağa kalktı. "Bu yüzden ona engel olmalıyız... Annesi hakkındaki gerçekleri bilmemeli."

"Anne," dedim ve bende ayağa kalktım. "Peki ya sonra?" diye sordum. "Sonra ne olacak? Bana bunun için bir neden ver, Aras'ı annesi hakkındaki gerçeklerden uzak tutmam için bana. Bir. Neden. Ver!" diye bağırdım ve annemin gözlerine baktım.

"Ona karşı bir şeyler hissediyor musun?" diye sordu annem, doğrudan gözlerime bakıyordu. Gözlerimi kırpıştırarak geri çekildim ve "O nasıl bir soru? Aras'a karşı ne hissedebilirim? Şu an kardeşimden ayrı olmamın nedeni o! Tabii, bazı geçerli sebepleri de yok değil," diye homurdandığımda, annemin gözleri kısıldı.

"Geçerli sebepleri neymiş?" diye sordu, annem de neden Aras'ın yanında olduğumu bilmiyordu muhtemelen. Derin bir nefes alarak, "Beni hiç araştırdın mı? Dışarıdaki hayatım?" diye sordum. Annemin yanakları kızardı ve başını iki yana salladı, "Sizin hakkınızda ne duysam, yanınıza gelmek istiyorum. Bu da tehlike arz ediyor, bir kez daha hayıtınızı ipin ucunda görmeye dayanamam, hiçbirimiz böyle bir tehlikeyle yaşamaya dayanamazdık," dedi.

"Haklısın ama şunu bilmeni isterim ki, Aras'ın benden intikam almak istediği falan yok..." dediğimde, annemin gözlerin garip bir ışıltı belirdi ve gülümseyerek bana baktı. "Sana açıldı mı? Annesinin ölümünden bahsetti mi?" diye sordu, başımı onaylarcasına salladım ve "Herkes beni Aras'ın intikam almak istediği kız olarak görüyor ama bu Aras'ın onlara göstermek istediği senaryo. Bir yerde haklısın, Aras kendini zor toparlamış olmalı çünkü hâlâ daha gözlerindeki boşluktan dolayı acı çekiyor, bu yüzden ona annesi hakkındaki gerçekleri söylemek istiyorum," dedim.

"Bunu biz yapamayız," dedi annem, başımı iki yana salladım ve "Benim odamda Aras'la çekildiğiniz bir fotoğraf olduğunu gördüm... Fotoğrafta arkanda tek gözlü kilitli bir komodin vardı, artık o komodin odamda değil. Nerede?" diye sordum.

"Bunu neden soruyorsun kızım?" diye sorduğunda, annemin yüzünde utangaç bir hava belirmişti. Hafifçe gülümsedim ve "Aras'tan sakladıklarınız, o komodinin gözünde değil mi?" diye sordum.

Annem yakalanmanın verdiği hayal kırıklığıyla başını onaylarcasına salladı ve "Bunu Aras'tan saklamalıyız, bilmemeli..." dedi. Gözlerini yerden kaldırıp bana baktı ve "Ben Bülent'le konuşup her şeyi Aras'a anlatmasını isteyeceğim. Sen o güne kadar bir şey söyleme, böylece baba oğul aralarındaki sorunu çözerler, biz de kendi problemlerimizle uğraşırız. Eğer Mete gözünü ailemize diktiyse, kız kardeşimi uyarmalıyım ki Ulaş'a ve yeğenlerime dikkat etsin. Sen de bir yolunu bulup babanla konuş, Kemal'i aradığımda telefonlarımı açmıyor sanırım o da bir şeyler döndüğünü fark etti ki, benimle iletişime geçmiyor," dediğinde, başımı onaylarcasına salladım ve "Tamam anne, babamla en yakın zamanda konuşurum," diyerek gülümsedim.

"Sahi, eline ne oldu? Yaralandın mı? Mete mi yapı?" diye sorarken, Aras'ın pansuman yaptığı elimi avcuna aldı ve parmaklarını gazlı bezin üstünde dolandırdı. Başımı iki yana sallarken, "Benim hatam, mutfakta sakar olabiliyorum," diyerek gülümsedim.

Annem elini tekrardan yanağıma koyarken, "Geçenlerde bıçaklandığını duydum, dikiş atılmış... Öyle söylemişti Ümit, dikişlerin nasıl? Aksiyondan aksiyona giriyorsun, zarar görmenden korkuyorum," dediğinde kazağımı yukarıya kaldırarak dikiş bölgemi anneme gösterdim ve "Arada bir pansuman yapıyorum, önümüzdeki hafta umuyorum ki dikişleri aldıracağım, dediğin gibi şu dikişler atıldığından bu yana hayatımdan aksiyon silinmedi..." dediğimde, annem kıkırdamıştı.

Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda, yüzünde tatlı bir ifadeyle bana gülümsüyordu. Başımı omuzuma eğerek ben de gülümsediğimde, "Neye gülüyorsun ya?" diye sordum. Annemle o kadar uzun zamandır konuşmamıştım ki, bir kız annesiyle nasıl, neler konuşur hiç bilmiyordum.

Annem beni kolları arasına alırken, "Diğer aileler gibi olamadığımız için üzgünüm. Böyle silahlı adamların arasında olduğun için de üzgünüm, hep birlikte olacağımız bir gün gelir mi Deniz'im?" diye sorduğunda, "Ayrı da olsak, biz aileyiz. Kalplerimiz bir, yanımıza dönmeni çok istiyorum, istiyoruz bu yüzden umut etmekten başka çaremiz yok," dediğimde annem kollarının iyice sıktı ve "Seni içime saklayasım geliyor, başına geldikleri duydukça yerimde duramıyorum," dedi.

"İyi olacağım, dert etme beni... Ulaş'a dönmeden başıma bir şey gelmesine izin verecek değilim," diye gülümseyerek annemin sırtını sıvazladım ve "Artık gitsem iyi olur," diye mırıldandım.

"Nereye gideceksin? Senin için araba ayarlatayım mı?" diye sordu annem. Onu böyle güçlü görmeyeli ne kadar zaman olmuştu da şimdi böyle yadırgıyordum? İçim sızlarken gülümseyerek annemi bıraktım ve "Muhtemelen Ümit, Aras'ı aramıştır. Bir yerlerden çıkıp kolumdan tutar ve beni Beylerbeyi'ndeki eve sürükler..." diye söylendiğimde, annem yine kıkırdamıştı.

"Ne oluyor?" diye sorduğumda, boğazını temizledi ve "Aras'ın şu hallerinden öyle bir bıkkınlıkla bahsediyorsun ki komiğime gidiyor. Bıktığın bir insana neden yardım etmek istiyorsun?" diye sorduğunda buruk bir şekilde gülümsedim.

"Onun sayesinde hayatta olduğumu söyledi, bana kanını vermiş... Neden o kan verdi? Babam ve sen ne yapıyordunuz?" diye sorduğumda, annemin yanakları yine kızarmıştı. "Akşam alkol almıştık babanla, kanımız temiz değildi o yüzden veremedik ben de Bülent'i aradım Aras'ın yakınlarda olduğunu söyleyince Aras'la iletişime geçtim hemencecik, o da geldi," dediğinde yutkundum. Sahiden de, şu an hayatta olmamda Aras'ın büyük payı vardı.

"Hayatımı kurtarmasının karşılığını ödemek istiyorum. Siz Aras'tan sadece annesinin ölümünün arkasındaki sırrı değil onun duygularını da saklıyorsunuz. Bu yüzden Aras ne yapacağını bilmeyen yolunu kaybetmiş bir adam, ona yardım etmek istiyorum ama yanında da durmak istediğim birisi değil. Bu yüzden elimi çabuk tutmak, evime dönmek istiyorum. Dediğim gibi çok dengesiz bir adam, benim uğraşabileceğimden çok daha zor biri," dediğimde, annem başını sallayarak onayladı ve saatine baktı.

"Sanırım artık ayrılmalıyız kızım?" diyerek tekrardan sarıldığında, kollarımı sıkıca anneme sardım ve kokusunu içime çektim. Ulaş'ı bir kez daha ne kadar çok özlediğimi fark ederek annemden ayrıldığımda, arkasından el salladım. Bu sefer veda etmemişti.

Mahkeme salonundan koridora çıktığımda, koridorun sonunda Aras'ı gördüm. Derin bir nefes alarak sakince ilerlerken, beni fark eder etmez sinirle üstüme yürümeye başlamıştı. Yüzüne yerleşen sinir, beni olduğum yere sabitlerken yanıma gelmesini bekledim.

Onunla birlikte yaklaşan soğuğu tenimi ürpertirken birkaç saniye içinde burun buruna gelmiştik. Gözlerini kısıp sadece birkaç saniye bana baktı ve sonrasında başını kaldırarak omuzumun üstünden birine baktı. Arkama dönüp de kime baktığına bakmadım, sadece Aras'ın mimiklerini izledim. Başını iki yana sallarken gözleri tekrardan beni buldu ve yine sessizliğini koruyarak eliyle kolumu kavrayıp beni peşinden sürüklemeye başladı. Anneme söylediklerimi aynen yapması, istemsizce kıkırdamama sebep olduğunda boğazımı temizleyerek Aras'ın hızına yetiştim.

Kraliyet kırmızısı kaplamaları olan duvarları hızla geçerken, is kaplı kahverengi duvarlara gelmiştik. Ümit başını iki yana sallarken omuzlarını kaldırmıştı. Ona omuz silkerek, gözlerimi Aras'ın sırtına diktim. Buraya indiğim için bana mı öfkeliydi yoksa dışarıda başka bir şey mi olmuştu düşüncesi zihnimi kurcalarken merdivenlere gelmiştik.

Merdivenlerin başına geldiğimizde yoğun sıcaklık, ter kokusu ve alkol kokusunun karışımı buraya da hâkimdi. İnsanlar ortada dans ediyor, kenarlardaki masalarda hiç durmadan içiyor, konuşuyor ve samimi anlar yaşıyorlardı. Aras, çıkış kapısına ilerlemek yerine sağ tarafımızda kalan siyah deri koltukların olduğu yöne ilerlemeye başlamıştı.

En yakınımızdaki deri koltuklardan birine oturduğumuzda Aras'ın karşısına geçmiştim. Gözlerini doğrudan gözlerime dikerek, dirseklerini dizlerine yasladı. Aynı şekilde Aras'ın gözlerine bakarken, ben sırtımı koltuğa yaslamıştım.

Bir süre aramızda gergin bir sessizlik oluştuğunda masaya yaklaşan garson ile göz bağımız kopmuş, Aras'ın sesini sonunda duyabilmiştim. Donuk sesi yaklaşan garsona, "Her zamankinden," dediğinde başımı aşağı yukarı salladım. "Peki ya siz hanımefendi?" gözlerim yeniden garsonu bulurken, "Bir şey istemiyorum," diyerek tekrardan önüme döndüm.

Garson masadan ayrılır ayrılmaz Aras'a bakarak, "Ne olduğunu anlatacak mısın?" diye sordum. Aras'ın gözleri dans eden insanların arasından bana çevrildiğinde siyah gözlerindeki parıltılara odaklanmıştım. Dans pistinden yansıyan ışıklandırmaların rengi Aras'ın gözlerinden yansırcasına gözlerimi buluyordu. Derin bir nefes alıp söylediklerine odaklandım.

"Bir şeyler yaşayan sensin. Seni orada bıraktığımda arkadaşlarına gidersin diye düşünmüştüm, burada ne işin vardı?" diye sordu düz bir sesle. Omuz silkerek, "Sadece annemi görmek istemiştim," diye mırıldandım.

"Gördün mü?" diye sordu yine dirseklerini dizlerine yaslamış ve öne eğilmişti. Aynı onun gibi yaparak, dirseklerimi dizlerime yaslayıp, "Evet, gördüm," diye yanıtladım. "Sonra?" diye sorduğunda tekrar derin bir nefes alıp, "Sonrası yok, konuştuk ve gitti," diyerek gülümsedim.

"Mutlu görünüyorsun?" diye sorarcasına mırıldandığında, gözleri yüzümü en ince ayrıntısına kadar inceliyormuş gibi hissederek boğazımı temizledim ve geri çekildim. "Bir önceki görüşmemizden çok daha iyi bir anne, kız görüşmesi oldu. Gerçi genç kızlar anneleriyle ne konuşur pek bilmediğim sadece başımdan geçenleri anlattım..." dediğimde, Aras kaşlarını kaldırarak beni incelemeye devam etti.

"...Ama buraya asıl geliş nedenim sendin. Sana aradığını bulmanda yardım etmek istedim. Anneme dosyadan bahsettim. Haberi olmadığını söyledi," diyerek gözlerimi kaçırdım. Haberi vardı, dosyanın saklandığı yeri de az çok biliyordum ama bu şimdi Aras'a açıklayabileceğim bir durum değildi. Annem Bülent Soykan'la konuşana kadar, ağzımı açmaya niyetim yoktu.

"Peki... Babam?" diye sorduğunda, "Senin her adımını takip etmemi ve ona iletmemi istiyor," dedim.

"Neden?" diye sorduğunda omuz silkerek doğruldum ve "Bilmiyorum Aras. Bunu öğrenme fırsatım olmadı," diyerek masaya yaklaşan garsona baktım. Elinde tuttuğu tepside iki viski bardağı ve cam şişeye koyulmuş viski vardı. Hafifçe eğilerek ilk önce bardakları daha sonra viskiyi masaya koyduktan sonra, "Başka bir isteğiniz olursa hemen buradayım Aras Bey," diyerek doğruldu ve Aras'ın rahatça görebileceği bir köşeye geçerek başını öne eğdi.

Gözlerim bir süre garsonun üzerinde kaldıktan sonra tekrardan Aras'ı bulmuştu. Eline aldığı viski bardağını hafifçe sağa sola çeviriyor ve etrafı izliyordu. Hiçbir şeyi belli etmeyen yüz ifadesi sert ve donuktu. Derin nefesler alıyor ve yavaşça veriyordu, gözleri uzun süre aynı noktaya sabit kaldığında başını iki yana sallayarak etrafı izlemeye devam ediyordu.

Onu dikkatle incelediğimi fark edercesine kaşlarını kaldırıp bana döndüğünde soran bir bakış atmıştı. Siyah gözlerinin boşluğu genzimi yakarken, "Bir şey mi oldu?" diye sordum.

"Evet, oldu. Kûra'yla ne konuşuyordun?" diye sordu. Kaşlarımı kaldırıp şaşkınlıkla Aras'a bakmıştım. Şimdiye kadar öğrenemediği ve kendine dert ettiği şey bu muydu? "Ekrem'le ilgili bir şeydi, konuşmak zorundaydım," diye yalan söylediğimde Aras bedenen bana döndü ve yüzünü yüzüme yaklaştırarak, "Bana yalan söylediğinde, bunu fark ediyorum Deniz. Şimdi bana doğruyu söyle, Kûra ile ne konuşuyordun?" diye sordu.

"Mete hakkında," dedim ve yüzümü Aras'tan uzaklaştırdım. "Mete'nin adamıyla onun hakkında mı konuşuyordun?" diye sorduğunda, "Tam anlamıyla Mete'nin adamı sayılmadığını sende biliyorsun Aras. O işimize yarayabilir," dediğimde, Aras başını iki yana sallayarak elindeki bardağı dudaklarına yakınlaştırdı ve tek yudumda bardağın içindeki kehribar rengi sıvıyı kafaya dikti.

Adem elması belirgin bir şekilde aşağı yukarı hareket ettiğinde bana dönerek, "Katalepsi denen şeyden tamamen sıyrılmadıkça o Mete'nin adamıdır," dedi ve bardağı masaya koyarak tekrardan doldurdu. Elindeki şişeyi bırakmadan gözlerini bana çevirdi ve şişeyi hafifçe kaldırarak tek kaşını sorarcasına kaldırıp indirdi. Başımı iki yana salladıktan sonra annemle konuştuklarımı hatırlayarak, "Mete elinden nasıl kaçtı?" diye sordum.

"Siz çıktıktan sonra Mete'nin adamları geldi," dedi ve bardağı tekrardan dudaklarına götürdü.

"Yani onu sen bırakmadın?" dediğimde viskisini içmeden bardağı dudaklarından uzaklaştırdı ve kaşlarını çatarak bana döndü. "Bırakmak mı?" dedi sorarcasına. "Mete'den istediğim her şeyi alabilecekken keyfi sefa onu bırakmaktan mı bahsediyorsun?" diye söylendiğinde tekrar omuz silktim ve "Sadece gerçekten nasıl kurtulduğunu merak ettim. Senin elinden nasıl kaçabildi? Hiç çatışmadan çıkmışa da benzemiyorsun," diye mırıldandım.

Aras'ın başka planlarını olduğunu söylerken annemin gözlerinde garip bir ifade vardı. Onu durdurmaktan bahsederken öfkeli olduğunu anlamam zor değildi. Annemi altı yıldır görmüyor olsam da o benim annemdi, bana yalan söyleyecek bir kadın değildi.

"Annen sana ne söyledi?" diye sorduğunda elinde çevirmekte olduğu bardaktan gözlerimi kaldırarak, Aras'ın sorarcasına bakan gece siyahı gözlerine baktım. "Ne?" diye sorduğumda, "Annen sana ne söyledi Deniz?" diye tekrarladı sorusunu. "Hiç... Hiçbir şey söylemedi, sadece dertleştik," diye cevapladığımda gözlerini kısarak derin bir nefes verdi ve "Ne kadar saklayabileceğini düşünüyorsun?" diye sordu.

"Neyi?"

"Bildiklerini," diye cevapladığında alt dudağımı kemirmeye başlamıştım. Bildiklerimi söylemek demek, iyi giden her şeyi kötüye itmek olabilirdi ya da bildiklerimi söylememek kötüye gittiğini sandığım her şeyin doğrusunu görmek olabilirdi.

"Senin kafan karışmış Deniz. Dalgınsın, odağını kaybetmiş gibi bakıyorsun etrafına. Her şeyin yolunda gittiğine emin misin?"

Sorusu karşısında afallayarak Aras'ın yüzünü incelemeyi bırakıp tekrardan gözlerine odaklandım. Beni bu kadar iyi çözebiliyor olması iyi miydi kötü müydü bu da bilmediklerim arasında yer alıyordu ve mantığım kötü olduğu yönüne ağırlık veriyordu. Bir diğer yanımsa birilerinin beni çözebiliyor olmasına sevinç naraları atıyordu.

"Kafam karışık evet kabul ediyorum. O yüzden buraya annemle konuşmaya geldim çünkü neler hissettiğimi en iyi annem anlayabilirdi," diye patladığımda Aras başını sallayarak, "Bana da anlatabilirsin Persephone. Dök içindekileri," dediğinde konuşup konuşmamak arasında kararsız kalarak bir süre duraksadım.

"Anlatsam ne kadar anlayacaksın ki beni?" diye sorduğumda, tek kaşını kaldırarak bana baktı ve elindeki bardağı masaya koyarken boş olan viski bardağını da doldurarak önüme kaydırdı. Aynı şekilde tek kaşımı kaldırdığımda, "Hani alkol bana yasaktı?" diye sordum, istemsizce gülümsemiştim.

"Başına gelen bunca şeyin üstüne bir soğuk viski iyi gider," dediğinde, istemsizce gülerek bardağı elime aldım ve içmeden önce nefesimi tutarak tek yudumda kafama diktim. Boğazım yanarken burnumdan yavaşça nefes verdim ve yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum. Alkol seven birisi değildim ama arada sırada içtiğim zamanlar olurdu, alışıktım ama arkadaş ortamındaki gibi rahatça çığlık atarak içemiyordum Aras'ın karşısında.

"Şimdi anlat bakalım, kafanın içinde ne tilkiler dönüyor?" diye sorduğunda, yavaşça derin bir nefes alıp, yavaşça verirken "Mete'nin neler istediğini bilememek beni strese sokuyor. Bugüne kadar onu önemsiz bir eleman olarak gördüm çünkü doğrudan hiç yüzleşmedik ama bugün... Beni alaşağı etti, şimdi hedefinde yakınımdaki herkes olabilir bu yüzden bir an önce ne istediğini öğrenmek istiyorum," diye mırıldandım.

"Ne istediğini öğrenmek için hâlâ fırsatlarımız var," dedi Aras ve omuzlarını dikleştirerek bardağını dudaklarına götürdü. Birkaç yudum daha aldıktan sonra, "Kûra'ya gelelim," dedi. "Ona bir plan sunmuşsun," diye devam ettiğinde, açıkça, "Daha detaylı konuşamadık, sen fark ettin. O yüzden planımız yattı sayılır," dedim. Tek kaşını kaldırıp gözlerini gözlerime diktiğinde, "Kimseye güvenmiyorsun Aras, her şeyin altında bir neden arıyorsun Kûra ile birleşip bir plan yaparsam ve senin şüpheciliğin hep bizim üstümüzde olursa bu plan ne kadar doğru ilerleyebilir ki?" diye sordum.

"Öyle ya da böyle, Mete'nin adamı olan bir çocuğa güvenmekten mi bahsediyorsun? Bu iş bir deneme yanılma tahtası değil Deniz. Ne kadar az insanla diyaloğa girip bu işi çözümlersek o kadar net bir sonuca ulaşırız. Dikkatli düşünmek gerek, önemli olan ne kadar geç öğrenmek değil en doğrusunu öğrenmek," diyerek bardağının dibinde kalan viskiyi kafasına dikti ve bardağı masaya bırakarak ayağa kalktı.

"Yarın sabah işimiz var, eve gidelim," dediğinde, itiraz edercesine, "Bu saatten sonra kaybettiğimiz her dakika zararlı olabilir," dedim. Yine de ayağa kalkmış ve Aras'ın karşısına dikilmiştim.

"Neden?" diye sordu. Gözlerindeki bakışlar beni rahatsız etmişti, kendi kaybedecek bir şeyi olmadığında etrafındaki şeyleri umursamıyor muydu bu adam?

"Mete, Ekrem'i aradığında 'İstediğimi elde edene kadar durmayacağım,' dedi. Şimdiye kadar en zararsız haliyle planlarını işlediğini de söylemişti," diye cevapladım Aras'ın önünden çıkış kapısına doğru ilerlerken. Bu sırada Aras'ın, "Elinden geleni ardına koymasın," diye homurdandığını duyar gibi olduğumda istemsizce gülümsemiştim.

***

Gökyüzü kasvetli bir karanlığa büründüğünde Aras'ın evinin önüne gelmiş ve sessizce girmiştik eve. Rüya ve Berk salondaki L koltukta, televizyonun önünde uyuyakalmışlardı. Aras onlara bakmadan hızlı adımlarla üst kata odasına çıkmış, beni geride bırakmıştı.

Evin ılık havası ve her köşesini saran Aras'ın kokusunu derin bir nefesle içime çekerek yavaşça verdim ve duş almak için üst katın merdivenlerini çıkmaya başladım.

Uykulu bir ses adımı söylediğinde merdivenlerde durarak, omuzumun üstünden salona bakıp hangisinin uyandığını anlamaya çalıştım çünkü ses o kadar boğuk ve anlaşılmaz gelmişti ki belki benim adımı bile söylememişti, emin değildim.

"Deniz," diyerek netleşen sese kaşlarımı çatarak baktım. Berk ayağa kalkmış ve gözlerini ovuşturarak merdivene doğru yaklaşmaya başlamıştı. Tek kaşımı kaldırarak Berk'e baktığımda, "Nereden geliyorsunuz?" diye sordu.

"Yeraltı'ndaydık," diye kısa bir cevap verip merdivenleri çıkmaya başlamıştım ki, "Aras mı indi?" diye sordu arkamdan.

Tekrar omuzumun üstünden bakarak başımı iki yana salladım ve "Ben indim," dedim. "Neden?" diye sorduğunda sıkılarak, "Bugün yeterince insana açıklama yaptım Berk, Aras'tan öğrenirsin," diyerek merdivenleri ikişer ikişer çıkmaya başladım.

Merdivenlerin sonuna geldiğimde Berk'e kısa bir bakış atıp büyük adımlarla Aras'ın kendi evinde benim için ayırdığı odaya girdim. Odanın içinde Zeynep Soykan'ın kokusu varmış hissine kapıldığımda dolabın içinden havlu alarak hızla odadan çıkıp banyoya girdim ve kapıyı hemen ardımdan kilitleyerek sırtımı kapıya yasladım.

Derin bir nefes alarak doğrulduğumda aynadaki yansımamı görmüştüm. Suratım kıpkırmızı olmuş, saçlarım olabildiğince dağılmıştı. Üstümde toprak ve çamur lekeleri vardı. Tamamen berbat bir haldeydim. Bedenimde en az düşüncelerim kadar mahvolmuş gibi görünüyordu.

Üstümdeki kıyafetlerden bir çırpıda kurtularak kirlileri çamaşır sepetine atıp adımlarımı banyo küvetine yönlendirmiştim. Sağ ayağımı küvete attığımda sırtım aynaya dönüktü ve gözüm, dövmeme takılmıştı. Ekrem'in tasarlamak için bir haftasını verdiği dövme omuzumun üstünde parıldarken dövmeyi yaptırdığım günü düşündüm. Tanem'in her iğne darbesinde benden çok inleyişleri ve "Canın yanıyor mu? Öyleyse bırakıp yarın devam edebiliriz," deyişleri zihnimde yankılanırken sağ elimi sol omuzumun üstünden dövmenin çizgileri etrafında gezdirdim.

İnternette sırtımdaki izi kapatacak büyük dövmeler araştırdıktan sonra, aklıma gelen fikirlerden Ekrem'e bahsettiğimde, benim için güzel bir dövme çizmişti. İlk önce büyük, kurumuş bir ağaç, ağacın uzanan dört dalının ucunda da dört nar vardı. Ağacın kenarında bir kaya ve o kayanın üstünde ayakta duran bir kız çocuğu vardı. Normalde portre dövmelerinden hiç haz etmesem de sırtımdaki çocuğu seviyordum, ne zaman görsem bana kendi küçüklüğümü, on üç yaşındaki Deniz'i anımsatıyordu.

Narları ise Ekrem eklemişti, dört tane olmasının sebebiyse bizim dört kişilik bir aile olmamızdan dolayıydı. Ulaş, Ekrem, Tanem ve beni simgeliyordu o narlar. Nar olmasının sebebiyse, parçalandıkça çoğalan bir meyve oluşundan dolayıydı. Aileler parçalanır ve çoğalırdı... Parmak uçlarım narların üzerinde gezinirken küvetin içine oturdum ve suyu ılık ayarlayarak küvetin kendiliğinden dolmasını beklemeye başladım.

Derin bir nefes alarak, batın bölgemdeki gazlı bezi kaldırıp altındaki morarmış dikişe baktığımda suratımın istemsizce buruştuğunu hissettim. Soğuktan bembeyaz kesilmiş parmaklarım, morarmış dikiş izlerinin üzerinde dolandırırken gözlerimi kapatıp bu manzaranın hiç olmamış olmasını diledim. Bir çeşit kâbustan uyanmak istercesine gözlerimi araladığımda yara yine aynı yerinde, parmaklarım yine dikişin üzerindeydi.

İçime çektiğim derin nefesi yavaşça bırakarak yarısına kadar dolmuş küvetin içine girip, rahatlamak istercesine uzanarak ılık suyun tüm hücrelerime kadar işlemesine izin verdim. Aynı bir zamanlar ruhumun, karanlık karşısında pes edişi gibi, vücudumu saran soğukluğun pes ettiğini, benden gittiğini hissettim.

Gözlerimi kapattığımda, geçmişimin yaraları gün gibi ortaya çıkmış ve bir bir karşıma dizilmişlerdi. Sessiz çığlıklar atan binlerce beden, haykırışlarının kimseye ulaşmadığını bile bile içli içli ağlayan bedenler karşımdan birer birer geçerken boğazımın düğümlendiğini hissettim.

Kalçalarımı biraz daha kaydırarak boynuma kadar ılık suyun içine battığımda derin bir nefes alıp gözlerimi kapatarak başımı da küvetin içine soktum. Su, tüm gözeneklerimi kapatırken ciğerlerimde biriken baskıya rağmen öylece durmaya devam ettim. Dalgaların yükseldiğini, zincirlerin zorlandığını ve kayanın üzerinde bağdaş kurmuş bana sessizce gülen Deniz'i seyrettim.

Gözlerimi açtığımda, sessizce gülen Deniz gitmiş yerini bembeyaz bir boşluk almıştı. Sudan hızla çıkarak derin bir nefes aldığımda küvetin içinde doğrularak oturdum ve "İzin vermeyeceğim," diye mırıldandım, bir kez daha düşüncelerimin kontrolünü kaybedecek değildim.


Hızlı bir duşun ardından karanlık odama geçtim. Perdeleri kapalıydı, perdelerin arasından vuran sokak lambalarının ışığı dışında herhangi bir ışık yoktu. Derin bir nefes alarak kısa saçlarımı sırtıma doğru atıp gardıroba döndüm ve üstüme giyebileceğim kıyafetlere baktım.

Hızla iç çamaşırlarımı üzerime geçirip, siyah bir eşofman altı ve sporcu atletini elime alarak gardırobun kenarında üstüme geçirdim ve odadan çıkmak için kapıya doğru adımlamaya başladım. Aras'la konuşmak istiyordum.

Kapıyı araladığımda karşımda Aras'ı gördüm. Gözleri kıpkırmızı olmuş ve sert ifadesine dağılmış bir adamın görüntüsü yerleşmişti.

"Bugün her şey başa sardı," diye mırıldandığında nefesindeki alkolün kokusunu almıştım. Hafifçe yutkunarak geri çekildiğimde Aras odama rahatlıkla girerek, yüzündeki dağılmış ifadeye rağmen dimdik ve sarsılmadan yürüdü.

"Babam uzun bir süre Yeraltı'nda kalmam için ısrar ediyor," dediğinde kaşlarımı çatarak karşısına oturdum ve "Neden?" diye sordum.

"Bir şeylere çok yaklaştığımın farkında... Gerçekleri öğrenmemden korkuyor," dediğinde yere bakan gözleri beni buldu. Yutkunarak başımı salladığımda Aras, "Bugün öğrendin değil mi?" diye sordu.

Tereddütle, "Neyi?" diye sorduğumda hafifçe gülerek başını kapıya çevirdi ve "Benden saklanılan şeyin ne olduğunu," diye cevapladı. Başımı iki yana sallarken, "Sordum, ne olduğunu öğrenmek istedim," diye cevapladım Aras'ı fakat Aras bana dönerek, "Şhh..." dedi.

"Öğrenmek istedin ama söylemediler. Bu bir yalan, bana yalan söylediğin zaman anlıyorum. Channing'in bir sözü var, 'Okumasını bilirsen her insan bir kitaptır.' Ben insanları okumasını biliyorum Deniz. Bunu bana annem öğretti," dediğinde Aras'ın insanların yüzüne nasıl dikkatli baktığını anımsadım.

"Aras inan bana..." dememe kalmadan, "Sana güvenmiyorum," dedi. Ayağa kalktığında "Babama bile inanmıyorken sana inanacak değilim," diyerek kapıya döndüğünde arkasından afallayarak bakakalmıştım.

Sarhoştu, bunu kelimelerinin yalınlığından anlamıştım. "Kaç şişe içtin sen?" diye sorduğumda kızarmış gözleri yeniden beni buldu ve hafifçe kaşlarını kaldırarak omuz silkti. "Seni ne ilgilendirir?" diyerek kapıyı açtığında, "Haklısın," diyerek odadan çıkışını izledim. Söylenip söylenip gitmişti, çocuk gibiydi.

Kapıyı ardından açık bırakmasına aldırmadan kendimi yatağın içine atarak, bacaklarımı kendime çekip kollarımla sardım ve gözlerimi kasvetli gökyüzüne diktim. Yıldızsız bir geceydi, ay en ince haliyle karanlığın arasında varla yok gibiydi. Yavaş bir şekilde içime çektiğim nefesi yine aynı şekilde yavaşça verdim ve Aras'ın sarhoş halini gözlerimin önünden atarak kendimi karanlığın kasvetli kollarına bıraktım.

***

Gözlerimi araladığımda dün gecenin kasveti, gökyüzünü bırakmamış yine kasvetli gri bulutlar gökyüzündeki hâkimiyetine devam ediyordu. Bu gün gök kubbe hiç olmadığı kadar gri bulutlar arasında kararmış ve gün ağarmakla ağarmamak arasında garip bir ritim tutmuştu.

Gökyüzünün ruhsuzluğu gibi garip bir ruhsuzlukla yatakta doğrularak kasvetli havadan derin bir nefes çektim ciğerlerime ve çok bekletmeden hızla verdim. Omuzlarımı kütleterek yataktan doğrulduğumda çalışma masasının sandalyesine bırakılmış kıyafetlere ve önündeki küçük kâğıda çatık kaşlarla baktım.

Hızlı hareketlerle yataktan kalkarak çalışma masasına ilerledim ve not kâğıdını elime alarak Aras'ın ince ve eğik olan düzgün yazısını okudum.

"Seni bekliyorum. -Aras,"

Aras'ın bıraktığı nottan gözümü alarak dönen sandalyenin koluna bıraktığı kıyafetlere göz attığımda sıkıntılı bir nefes üfleyerek koyu gri sporcu sutyenini, siyah yarım taytı ve bol sporcu atletini elime alarak odadan çıktım.

Gözlerim ikinci katın tüm kapılarını incelerken Aras'ın kapısının kapalı olduğunu görünce kaşlarımı kaldırıp birkaç saniye kapıyı izledim daha sonra kapıyı izlemekten bir fayda gelmeyeceğini akıl ederek hızla banyoya girdim ve banyodaki ilk yardım malzemeleriyle ilk önce dikişlerimin üstünü kapattığım sonra da elime yeni bir tane gazlı bez sardım. Aras'ın bıraktığı spor kıyafetlerini de hızla üstüme geçirerek banyodan çıktım.

Aras'ın kapısına geldiğimde, kapıyı tıklatmadan önce birkaç saniye düşünüp derin bir nefes alarak kapıyı tıklatıp açtım ve odanın içine baktım. Aras yorganına dolanmış ve yastığını yere düşürmüştü. Başı kolunun üstünde kalırken diğer kolu yatağın köşesine doğru uzanıyordu. Kapıyı iyice açarak odasına girdiğimde çıkan seslerle ne olduğunu anlamayarak yere baktım.

Bir sürü içki şişesi yerde yuvarlanırken çatık kaşlarla Aras'ın yatağına baktım. Aras kılını bile kıpırdatmamış öylece yatıyordu. Derin bir nefesi dışarı üflerken yerdeki şişeleri ayağımla itekleyerek Aras'ın yatağına ulaştım ve dizlerimin üstünde Aras'ın yatağına çıktım.

Kollarıma ağırlığımı vererek öne eğildiğimde, "Aras," diye seslendim. Ses vermeyince biraz daha yaklaşarak yüzünü görebileceğim bir şekilde öne eğildim ve gördüğüm manzaraya karşı şaşkınlığıma engel olamadım.

Aras'ın yüzü ter içinde kalmış gözlerini sıkı sıkıya kapatmıştı, dudaklarını öyle bir bastırmıştı ki birbirine sanki birisi çenesini açmak için uğraşıyormuş da ona engel olmak için kendini kasmıştı. Kendini kastığı için alnındaki damar belirginleşmişti.

Depoda kaldığımız geceyi anımsayarak, "Aras," diye tekrar seslendiğimde yumruklarını daha da sıkmıştı. Ağırlığımı sol elime vererek sağ elimle Aras'ın alnını kapatan saçlarını geriye iterken, "Aras, uyan!" diyerek alnındaki terleri sildim. Aras bir kez daha titrediğinde kalbim değişik bir ritimle atmaya başlamıştı, nefes alış verişlerimde buna bağlı olarak hızlanınca yavaşça Aras'ın yanına oturarak iki elimi de Aras'ın yanaklarına koyup, onu dizlerimin üstüne çektim ve "Aras, uyansana..." diyerek saçlarını geriye attım ve yavaşça yanaklarına vurdum.

Dudakları gevşeyip kıpırdandığında kaşlarımı çatarak ne dediğini anlamak için öne eğildim ve mırıldandığı onca şey arasında, "Bu sefer değil..." dediğini anlayabilmiştim sadece. Peşi sıra gelen kelimeler oldukça boğuk ve anlaşılmazdı, çok hızlı konuşuyor ve kimse duymasın ister gibi sesini varla yok arasında tutuyordu.

"Aras!" diye bağırdım ve Aras'ı omuzlarından sertçe sarstım.

Gözleri aniden açılırken derin bir nefes almış ve birkaç saniye, sadece birkaç saniye öylece irileşmiş gözlerle kalmıştı. Hemen ardından kendini toparlayarak doğrulduğunda bana dönmüş ve kaşlarını çatmıştı.

"Ne var?" dediğinde, "Sakin ol..." diyerek yatağından kalktım ve ellerimi iki yanıma indirerek, "Sadece seni uyandırmaya çalışıyordum," dedim. Derin bir nefes daha alarak hızlıca verdi ve dağınık olan saçlarını iyice dağıtarak doğruldu. "Duş alıp salona geleceğim," diyerek yataktan kalktığında başımı onaylarcasına sallayarak hızla odasından çıktım ve merdivenlere yöneldim her merdiven inişimde arkama bakıyor, Aras'ı görmeye çalışıyordum fakat ben odasından çıkar çıkmaz kapısını kapatmıştı.

Merdivenlerin sonuna geldiğimde, "Günaydın!" diye seslendi Rüya. Başımı mutfağa çevirerek baktığımda Berk'le mutfakta olduğunu gördüm. Birlikte kahvaltı hazırlıyorlardı, her zamanki hallerindeydiler.

"Günaydın," diye mırıldanarak yanlarına gittiğimde Berk bana dönerek, "Ee, neler oldu Yerlatın'da?" diye sordu.

"Pek bir şey olmadı," diyerek kalçamı mutfak masasına yaslayıp birbirleriyle uyum içinde hareket eden Berk ve Rüya'yı takip etmeye koyuldum. "Olanları anlat o zaman," diye söylendi Rüya ve hemen ardından, "Ağzınızdan kerpetenle mi laf alacağız?" diye devam ettiğinde, Aras'ı düşünmeyi bırakarak, "Ümit'ten bir şey rica ettim ve sonrasında Aras geldi, barda biraz içti ve eve geldik," dedim.

Berk elindeki bıçağı tezgâha bırakarak bana döndü ve "Mete'nin elimizden kaçtığını biliyorsun, değil mi?" diye sordu kaşlarını kaldırarak.

Başımı onaylarcasına salladığımda, Berk, "Senin şu arkadaşın... Ekrem? Onun ne işi varmış Mete'nin yanında?" diye sorgularcasına konuştu. Derin bir nefes alarak, "O kısımlar çok karışık. Aras'la bana bırakın, biz bu işi halledeceğiz," diyerek masadan doğruldum ve salona geçmek için hareketlendim.

"Spor mu yapacaksınız?" diye sordu Berk kıyafetlerimi daha yeni fark etmişçesine ya da dediğim gibi yapıp konuyu bize bırakmak istercesine. Başımı iki yana sallayarak "Bilmiyorum, Aras Bey'in paşa gönlü ne istiyorsa artık..." diye mırıldandım ve salona geçerek Aras'ın inmesini bekledim.

Gözlerimi merdivenlere diktiğimde kollarımı kendime dolamış bacaklarımı yukarı çekmiştim. Sırtımı iyice yastıkların arasına gömerken üstümden geçip gitmeyen yorgunluğumla gözlerimi hafifçe kapadım ve derin nefesler alıp vermeye başladım.

Bir diğer yandan Kûra'yı düşünüyor, onu arayıp aramamak konusunda kararsız kalıyordum. Bir yere kadar Aras da haklıydı. Kûra'ya güvenmemiz imkânsızdı ama Mete'ye en yakın olan da oydu. Dün geceden sonra Mert'ten yararlanarak Mete'nin planlarını öğrenme düşüncelerimiz denizin dibine batmıştı. Başka bir seçenek kalmamıştı elimizde, öyle ya da böyle Mete'yi bitirmemiz lazımdı. O harekete geçmeden biz ondan önce davranmalıydık.

Gözlerimi aralayarak merdivenlere baktığımda Aras'ı görmüştüm. Bol siyah bir eşofman altı giymiş ve omuzuna da siyah bir tişört atmıştı. Gözlerimiz kesiştiği anda aramızda yükselen gerilimi tüm hücrelerime kadar hissetmiştim.

"Bahçeye," diye mırıldandığında Rüya hızla mutfaktan çıkarak, "Aras, kahvaltı etmeyecek misiniz?" diye sordu. Aras kaşlarını kaldırıp Rüya'ya döndüğünde, Rüya ellerini iki yanında kaldırıp dudaklarını birbirine bastırarak sırtını döndü ve "Yine baş başayız," dedi mutfağa girerken.

Gözlerimi Rüya'dan çekip ayağa kalktığımda Aras çoktan kapıya varmış tişörtünü üstüne geçiriyordu. Siyah tişörtü, biçimli vücudunun üstüne inerken birkaç saniye onu izledikten sonra başımı iki yana sallayarak omuzlarımı kütlettim ve hızlı adımlarla Aras'ın yanına ulaştım.

"İyi misin?" diye sordum derin baharat kokusu ciğerlerimi doldururken.

Bana boş bakışlar atarken, "Birkaç yıl önce, iyi olmayı bıraktım," diyerek sırtını dönüp gri bulutların aydınlattığı bahçeye çıktı. Peşi sıra bahçeye çıkıp kapıyı ardımdan kapattığımda, "Kusurun bugün gözler önünde," dedi.

Kaşlarımı kaldırıp onun yanına, bahçenin ortasına geçtiğimde; çiselemekte olan yağmur hızla bedenime dokunmaya, gözyaşlarımın akmak bilmediği yüzüme vurmaya başlamıştı. "O bir kusur," değil diyerek kollarımı kendime sardığımda Aras, "Üşümek istemiyorsan tempolu üç tur koş," dedi ve omuzlarımdan çevirerek sırtımdan itekledi beni. Dediğini yaparak koşmaya başladığımda, "Oldukça renkli bir kusur," diye seslendi arkamdan.

"Sorma, çok renkli! Aynı hayatım gibi," diye homurdanarak bahçenin köşesine kadar tempolu koşmaya devam ettim. Sadece üç renk vardı oysaki.

"Oraya bir ağaç koymak, altındaki dikiş izlerini yok etmiyor Deniz," dediğinde bahçenin köşesinden dönmüş ve Aras'ı sağ tarafıma almıştım. "Dövmem bir kusur değil," diye yinelediğimde, "Buradan bakınca kusura benziyor," diyerek alay edercesine kollarını birbirine dolayıp kaşlarını kaldırdı. Gözlerimi ona dikip koşmaya devam ederken, "Dikiş izlerini birebir kapatması için ağacın gövdesi büyük çizildi ve çürümüş gibi olmasının da nedeni diğer pürüzleri saklaması için," diye açıkladım.

"Yine de bir kusur olduğunun farkında değilsin?" dediğinde koşmayı bırakıp kaşlarımı çatarak Aras'a bedenen döndüm ve "O bir kusur değil, dedim!" diye bağırdım. Dövmem hakkındaki alaycı yorumları sinirlerimi bozmuştu ve bu soğuk havada deliler gibi dışarıda koşmamızı anlamamamın yanında çözümlemek istediğim sorunlarım vardı!

"Peki ya şu narlar ne anlama geliyor?" diye sorduğunda neredeyse gözlerimi devirecektim ve bunu Aras da fark etmişti. Kaşlarını çatarak bana odaklandığında başımı iki yana sallayıp koşmaya yeniden başladım. Bahçenin ikinci köşesinden dönerken, "Ulaş, Tanem, Ekrem ve beni simgeliyor," diye cevap verdim.

"Benim aklıma farklı bir anlam getirdi," dediğinde Aras'ın sağ yanındaydım. "Senin aklına gelen anlam beni ilgilendirmiyor," diye cevap vererek tempomu hızlandırıp ilk turu bitirmek için koşmaya devam ettim.

"O zaman kusur diyor oluşum da seni ilgilendirmemeli," dediğinde, sol yanına geçmiştim. Aynı hizaya geldiğimizde yanıma gelerek benimle birlikte koşmaya başladı. Benden birkaç adım önde koştuğu için ona arkasından bakıyordum. "Peki," diyerek derin bir nefes verip koşmaya devam ettim.

İkinci tura başladığımızda yavaşlayarak yanımda koşmaya başladı, bu sırada tekrardan Aras'ın yüzüne dikkat ettim. "Seni uyandırdığımda..." diye söze başladığımda "Kâbus görüyordum," diyerek cevapladı beni. Kaşlarımı kaldırıp tempomu biraz daha hızlandırarak iyice yüzünü incelemeye başladığımda, "Bu sefer değil, diyordun," dedim. Tek kaşını kaldırıp bana baktığında aynı şekilde bende kaşlarımı kaldırarak ona baktım.

"Kâbuslar zihninde güzel anılar canlandırmaz Deniz. Bunu sen de biliyorsun," diyerek hızlandığında öylece yerimde donup kalmıştım. "Ne o Deniz? Kâbus gördüğünde tek mırıldananın ben olduğumu mu sanıyordun?" diye seslendiğinde bacaklarıma harekete geçme emrini vererek ağır bir tempoyla koşmaya başladım ve "Kâbus görmüyorum," diye cevapladım.

Aras'ın parıldayan siyah gözleri, gözlerimi buldu ve yüzüne yarım bir sırıtış eklendiğinde "Kâbuslarını da mı denizin dibine zincirliyorsun yoksa?" diye sordu. Kalp ritmim değişirken duygularımdan arındığımı düşündüğüm, beni en dingin halimle düşüncelerden uzaklaştırdığına inandığım şeyi Aras'ın ağzından duymak canımı yakmıştı. Kelimelerindeki alay, zincirlerimi aşındırırken konuyu değiştirmek istercesine, "Neden koşuyoruz?" diye sordum.

"Çünkü artık kendini savunmalısın kediciğim," diyerek aniden bana döndüğünde ona çarpmıştım. Hızlı hareketlerle omuzlarımdan tutarak düşmemi engellediğinde bir adım geri çekilerek kendi ayaklarım üstünde denge sağladım.

"Bu uyuşukluğuna bir son vermelisin," dediğinde, "Ne diyorsun Aras?" diye söylendim.

"Mete'yi bitirmek istediğini söyleyip yan gelip yatmak mı istiyorsun? Yattığın yerden adam haklamak mı istiyorsun?" diye birbiri ardına sorular sıralarken, her sorusunda bana bir adım daha yaklaşıyordu.

"Kûra'ya güvenme fikriyle mi bu kadar rahatsın?" diye sorduğunda aramızda beş belki de altı santim vardı. "Yoksa seni kurtarmak için her zaman bir Aras Soykan olacağını mı sanıyorsun?" diye sorduğunda dibime girmiş ve aynı zamanda damarıma basmıştı.

"Senden hiçbir zaman beni kurtarmanı istemedim!" diyerek onu omuzlarından ittiğimde "Sadece yaşamak istiyorum, daha çok küçüğüm!" diyerek sesini inceltti. Kaşlarım çatılırken, dişlerimi sıkarak ona baktım. "Çocuktum!" diye cevap verdim.

"Hâlâ çocuksun, büyüdüğünü mü sanıyorsun? İnsanlara tırnaklarını geçirerek büyümüyorsun," dediğinde gözlerine odaklanıp, "En azından ben kendimi insanlara karşı kapatmıyorum! Onları tanımayı göze alıyorum!" dedim.

"Yargılarından kurtulabilseydin insanlara kapalı olmadığımı görebilirdin!" dediğinde beni omuzumdan geriye itmiş ve "Yumruklarını kaldır," demişti.

"Sağ elimin kesik olduğunu görmüyor musun?" diyerek sargılı elimi havada salladığımda, beni taklit edercesine sağ elini kaldırdı ama onun elinde sargı yoktu. Avucunu gösterdiğindeyse, kabuk bağladığını görmüştüm ama ne yazık ki benim yarlarım çabuk iyileşmişyordu.

Yine de söylediğini yaparak yumruklarımı kaldırdığımda, "Dövmendeki ağaç senin de dediğin gibi çürümüş, buna rağmen ağaçta yeşerip büyümüş dört nar var. Bu bende neyi çağrıştırıyor biliyor musun Persephone?" diye sorduğunda, "Bilmek istemiyorum," dedim.

"Persephone nasıl Yeraltı dünyasında yaşamaya başladı belki biliyorsundur. Hades'in ona sunduğu nardan yedi... Yeraltı dünyasında sunulan yiyecekleri yemek seni Yeraltı'nın tutsağı yapar," dedi ve "Dövmen gözümde bunları canlandırdı. Sanki ne yapsan da, Yeraltı'ndan kaçışın olmayacak gibi," diyerek devam etti.

"Senden kurtuluşum olmayacağını mı söylüyorsun?" diye sordum.

"Kendi benliğinden kaçamayacağını söylüyorum Persephone, yumruklarını görelim," dediğinde sağ yumruğumu öne sallayarak Aras'ın koluna vurdum. Avcumun içi sızlamıştı.

"Kolların çok kuvvetsiz, şınav çek!" diyerek omuzlarıma çöktüğünde kaşlarımı kaldırıp "Ne?" diye cırladım bir anda. "Şınav!" diyerek iyice omuzlarıma bastırmasıyla bir anda kendimi dizlerimin üstünde yerde bulmuştum. Başımı kaldırıp Aras'a baktığımda "Hastalanacağım ve başına kalacağım," diye söylenerek şınav pozisyonu aldım.

"Yirmi," diye keyifle cevaplamasıyla Aras'ın dengesizliğine bir kez daha şahit olarak şınav çekmeye başladım. "Daha çok yaklaş," ve "Daha çok kaldır kendini," gibi talimatlar eşliğinde yirmi şınavı bitirdiğimde artık soğuğu hissetmiyor, soğuk tenimin üstünü kaplayan terimin sıcaklığını hissediyordum. Yağmur damlaları alnımdan boynuma doğru süzülürken kendimi sırt üstü bırakıp, "Kûra'dan başka seçeneğimiz yok," dedim aramızdaki sessizliği bozmak için. Nefes nefese kalmıştım ve avucum sızlamaktan uyuşmuştu.

"Mert hâlâ seçeneklerimiz arasında," dediğinde, "Son olaylardan sonra seçeneklerimiz arasında olamaz. Abisi onu yakından izliyor olacaktır, bir kez daha Mete'nin eline düşmeye niyetim yok..." dediğimde Aras elini uzatarak, "Neler olduğunu hatırlamıyor. Bu bizim için güzel bir şans, onunla tekrar karşılaştığında buluşma yerinin mesajını atmadığını söyleyeceksin. Ayrıca bir dahaki sefere senin arkanı kollamayı başkalarına bırakmayacağım," dedi. Sol elimle elini tuttuğumda beni hızla yerden kaldırdı.

Kollarım sızlarken Aras yumruklarını kaldırıp, "Yumruklarını kaldır ve kendini savun," dedi ve beklemediğim bir anda sağ yumruğunu yüzüme doğru salladı. Başımı hızla çektiğimde yumruğu yüzümü teğet geçmişti. Gözlerimi, gözlerine dikerek o siyah gözlerde bir zayıflık aradım. İplerin kopacağını umduğum bir zayıflık, onu uyandırdığım kâbustan kalan bir yıpranmışlık aradım ama bulamadım.

"Nefesini düzenle, içinde tutma. Öyle yaptığında çabuk yoruluyorsun," dediğinde bir süredir içimde tuttuğum nefesi soğuk havaya karşı yavaşça verdim. Yağmurun altında ince bir atlet ve taytla birkaç tur atmıştım. Buz gibi havada, havadan bile soğuk olan gözler karşısında kendimi savunmak için yumruklarımı kaldırmış nefes nefese olduğum yerde dikiliyordum.

"Şimdi Deniz..." dedi ve olduğu yerde ritmik hareketlerle zıplamaya başladı. Yumruklarını çene hizasında, dirsekleri ise göğüs kafesini koruyabileceği bir şekildeydi. Aras'ın hareketlerini aynı şekilde tekrarlayarak yumruklarımı çeneme hizaladım ve dirseklerimi midemi koruyabileceğim bir şekilde açtım. "Nefret ettiğin birini düşün," dedi.

'Nefret' kelimesi anında Tamer'in yüzünü gözlerimin önüne sererken Aras'ı dinlemeye devam ettim. "Beni o olarak hayal et," diyerek gözlerimin içine baktı. Bir anda Aras'ın karşımdan kaybolduğunu ve Tamer'le yüz yüze geldiğimizi düşündüm.

"En sert yumruğunu at," dediğinde, derin bir nefes alarak gözlerimi Tamer'in hayali yüzüne diktim ve çenesini hedef alarak sağ yumruğumu öne savurdum. Elim sert bir darbeyle engellendiğinde bileğimi tutarak öne eğildim ve acıyla, "Kahretsin!" diye mırıldandım.

"Kimi düşünüyordun? Ulaş'ı mı? Bir an yumruk atmak yerine yanağımı okşayacağını düşündüm şefkatli kediciğim," diyen Aras'a sinirle baktığımda, "Hangi insan nefret ettiğine böyle şefkatle yumruk atmaya çalışır?" diyerek sinirle omuzlarımdan kaldırıp beni doğrulttu.

"Elim kesik manyak herif! Herkes senin gibi çabuk iyileşemiyor!" diye cevap verdim ona karşı aynı öfkeyle. Avcuma baktığımda gazlı bezin hafiften pembeleştiğini görmüştüm. Avcumu açarak Aras'a gösterdiğimde bana sadece düz bir ifadeyle baktı.

Derin bir nefes alarak geri çekildim ve Aras'a sırtımı döndüm. Avucuma bakmaya başladığımda, içime çektiğim derin nefesi yavaşça verdim ve hızla arkama dönerek nereye geleceğini umursamadan Aras'ın yüzüne yumruğumu geçirdim. Sağ elimdeki sızı artmaya başlarken, parmaklarımın kütlemişti. Yine de yumruğum Aras'ın çenesine çarpmış ve yüzünün hafifçe sol tarafa dönmesine sebep olmuştu.

Yavaşça bana döndüğünde gözlerini gözlerime dikerek, "Biraz daha güçlü ama hâlâ şefkat dolu bir yumruktu," başını iki yana salladı ve dalga geçercesine cık cıklarken, "Bu sefer de Kûra'yı mı düşündün?" diye sordu. Başımı onun gibi iki yana sallarken nefes nefese, "Hayır, kanı damarlarımda dolanan bir pisliği düşündüm," diye mırıldandım ve hemen ardından ekledim.

"Hadi buna da bir cevap ver, Bay Her Şeyi Bilen! Sana karşı neden şefkatliyim?" oysaki Aras'a karşı şefkatli değildim sadece kendimi ona borçlu hissediyordum. Bu yüzden yardım etmek istiyordum ama yardım etmek istediğimden de emin olamıyordum çoğu zaman.

Aras'ın sol eli, sağ omuzumun üstünden boynumu kavradı ve beni kendisine sertçe çekti. Tenlerimiz, ter ve yağmurun nemi ile birbirine yapışırken sırtım Aras'ın göğsü üzerindeydi. Arkamdan kollarını belime dolayarak çenesini omuzuma yasladığında nefesini boynuma doğru üfleyerek kulağıma mırıldanmaya başladı: "Çünkü ne kadar kaçmak istesen de, içinde bir yerlerde beni benimsiyorsun." Cümlesinin sonuna gelir gelmez beni fırlatırcasına kendinden uzaklaştırdı.

Gece siyahı gözlerini gözlerime diktiğinde sağ kolunu kaldırıp bahçenin köşesini gösterdi ve düz bir sesle, "Koş, dört tur, başla!" dedi. Biraz önceki anın afallamasıyla emrini yerine getirerek koşmaya başladığımda, Aras'ın söyledikleri zihnimde dönüyordu.

İlk iki turu bitirip de üçüncü tura başladığımda, kendi kendime Aras'la aramızda hiçbir benzerlik olmadığını söyleyip duruyordum. Aras, güçlü ve yalnız bir adamdı bense güçlü ama biraz eksik bir kızdım. Hiçbir zaman güçsüz olduğuma inanmamıştım, her zaman ruhumun derinliklerinde yatan öfkenin ve koruma içgüdüsünün beni güçlendirdiğine inanmıştım.

Son tura geldiğimde, nefret ettiğim asıl kişi zihnimde belirmişti. Aras'ın beni beklediği yere dönüp, bacaklarımın sızlamasını umursamadan Aras'a doğru koşmaya ve bütün nefretimle, gücümün sağ elimde toplandığını hayal ederek Aras'a sağ yumruğumu geçirdim. Çenesine aldığı darbeyle yüzü sol yanına dönerken tereddütle birkaç adım geri çekildim.

"İşte bu!" dedi Aras, dudağının kenarındaki kanı diliyle dağıtırken. "Kimi düşündüysen..." dedi ve bana doğru birkaç adım attı. "...Onu kendine sakla Persephone," dedi. Derin nefesler alıp verirken, "Neden kendime saklayayım ki?" diye sordum. "Onu zaten senin için yok etmek istiyorum, onu beraber yok etmek istiyoruz," diye de ekledim.

"Sen benden daha çok istiyorsun, ruhun... Derinlerine zincirlediğin o hislerin..." Aras bana yaklaştıkça nefesim hızlanıyordu. "Hepsi onunla yer değiştirmek istiyor," dediğinde kaşlarım çatılmış ve "Ne?" diye sormuştum.

"Sen Deniz'sin..." dedi bir şeyleri anlamamı beklercesine ve "Kendi masum ruhunu boğmak yerine düşmanlarını boğmalısın," diyerek devam ettiğinde artık dip dibeydik.

"Bırak özgür kalsın tüm hislerin, kır zincirlerini," dediğinde bu soğuğa rağmen Aras'ın teninden yükselen ateşle kavrulmuştum. Gece siyahı gözleri hiçliği anımsatırken verdiğim nefesi içine çekiyordu.

"Bırak insanlara güç vermeyi, artık sen güçlü ol," dediğinde nefes alış verişlerimizdeki değişikliği fark ettim. Aras benim verdiğim nefesi alırken, bende Aras'ın verdiği nefesi alıyordum. Gözleri gözlerimden bir an olsun ayrılmadan daha da yakınıma girdiğinde artık nefes almayı bırakmıştım.

Gözlerim kasvetli gri bulutların karanlığına gömülürken gök gürlemiş aynı anda Aras'ın ılık dudakları, buz kesmiş dudaklarımı bulmuştu. Gök gürültüsünün ardından yükselen yağmur sesleri kesilmiş, kendilerine yuva arayan kuşların cıvıltısı derin bir sessizlikte kaybolmuştu. Hepsi, her şey derin bir sessizliğe gömülmüştü.

Dudaklarımın yandığını, dudaklarımdan tüm vücuduma yayılan yangının büyüklüğünün kalbimi kavurduğunu, ciğerlerimi yorduğunu hissediyordum. Aras'ın dudaklarını dudaklarımdan ayrılmasıyla, tüm vücudumdaki alev sönmüş, kulağımı uğuldatan o hisler boşluğa dönüşmüştü. Sessizliğe gömüldüğünü düşündüğüm tüm sesler, boşluğu doldurmak için yükselirken ne zaman kapadığımı fark etmediğim gözlerimi aralayarak Aras'ın alev almış gece siyahı gözlerine baktım.

Gözlerindeki ateş, zihnimde, dudaklarımın sönmek üzere olan bir yangın olduğunu hissettirmişti... Aras'ın dudakları dudaklarımı esir aldığındaysa sönmek üzere olan bu yangın körüklenmiş ve yeniden tutuşmuştu. Saniyeler sonra oluşan boşluksa dudaklarımı cızırdayan bir kora dönüştürmüştü.

Bu yanlıştı, burada olmam ve tam karşısında böylece kalakalmam tamamıyla yanlıştı.

�+�S

Continue Reading

You'll Also Like

3.4M 168K 67
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...
SİYAH By Selin

Teen Fiction

284K 8.2K 77
Gökkuşağı denilince akıllarına orada olmayan tek renk 'SİYAH' geliyordu. Neden siyah yoktu gökkuşağında? Dışlanmış mıydı? Yoksa oradaki renklere göre...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.7M 104K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
186K 10.3K 37
Her şey ruhu viran olmuş kuzguni gözlerin, gecenin kör bir vaktinde yapılan o hatanın bedelini ödetmek istemesiyle başladı. Ve bu hatanın beraberinde...