Su Cinleri

By denizyolcusu

495K 53.5K 9K

Pasifik sularının derinliklerinde, insanlara görünmeyen, suyun ruhuna sahip yaratıklar yaşardı, bir vakitler... More

Kanlı düğün - 1
Dönüşüm - 2
Hayatı boyayan kalemler - 3
Kötülük illeti - 4
Gümüşi kanatlar - 5
Öfkenin tadı - 6
Zoraki sürgün - 7
Kaçak ve suçlu - 8
Suya fısıldamak - 9
Yerinde olsam - 10
Deniz kızı masalı - 11
Kader çizgisi - 12
Haritanın peşinde - 13
Yalanlarla oyalanmak - 14
Farklı bakışlar - 15
Büyük bir hata - 16
Soğuk veda - 17
Genç ve budala - 18
Ölüm şarkısı - 19
Islak bir kağıt - 20
Vatana ihanet - 21
Dipsiz bir çukur - 23
Masum kız - 24
Ben bir katilim - 25
Firar - 26
Tehlikeye giden yollar - 27
Yara izleri - 28
Savaş gemileri - 29
Gerçekler acıtır - 30
Hortlakların nefesi - 31
Uçurum sessizliği - 32
Yokluğu yaşarken - 33
Beyaz kubbe - 34
Seni seviyorum - 35
Final - 36

Islık gibi ağlamak - 22

10K 1.2K 165
By denizyolcusu

Geçmiş bayramınız kutlu olsun, her gününüz bayram tadında geçsin :) 

Umarım beğenirsiniz, yorumlarınızı bekliyorum.

Adam sıkkın bir hareketle kelepçeli ellerimden tutup beni kendisine doğru çektiğinde buz tutmuş düşüncelerim aniden çözüldü. Eğer Aras'la birlikte hapsedilecek olursam bu ikimizin de sonu olurdu. Üstelik hapsedilmekle kendimi aynı cümle içinde bile hayal edemiyordum. Beni tutan adama, neresine olduğuna aldırış etmeden sert bir tekme savurdum. Fakat karşılığında en ufak bir acı nidası bile alamadım. Sadece öfkeli bir homurtu; hepsi buydu. Başka birilerinin daha yaklaştığını belirten ayak sesleri duydum.

"Zorluk çıkarma." dedi biri, daha çok tükürür gibi. Biri omuzlarımdan tutuyordu, bütün gücümle omzumu kurtardıktan sonra başka bir tekme daha attım ve kaçmaya davrandım. Mantıklı olan yanım okyanusa dek yakalanmadan koşmamın imkansız olduğu gerçeğinin farkındaydı ama o anda mantığımın işlediği söylenemezdi. Bir metre bile ilerleyememişken yakalandım, can havliyle kafamı geriye savurup arkamdan yapışan adamın kafasına vurdum. Bu kez öfkeli bir homurtunun yanında ufak bir nida alabilmiştim. 

Keşke her şey bu kadarla kalsaydı. Keşke adamların ellerinden kurtulup bir şekilde okyanusa varabildiğimi söyleyebilseydim. Başımın arkasından aldığım sert darbe, bir silahtan ya da bir coptan gelmiş olabilirdi. Bilmiyorum...Bildiğim tek şey darbeyle birlikte nefesim kesildi ve gözlerim karardı. Sendelediğimi ve beklenmedik acı karşısında şaşkınlık duyduğumu hatırlıyorum.

Gerisi koca bir boşluktan ibaret.

***

Gözlerimin önünde yapış yapış, katranlaşmış ve kirpiklerimi birbirine yapıştırmış rahatsız edici bir tabaka vardı. Biri hiç durmadan inliyor, kısık sesle yalvarıyor; daha uzaklarda bir ses ise kulakları tırmalarcasına bağırıyordu. 

Gözlerimi güçlükle aralayıp bulanık görüntüyü anlamlandırmaya çalıştım. Sert ve soğuk bir zeminin üzerinde yatıyordum, az ötede siyah ve kalın parmaklıklar görünüyordu. Doğruldum ve aynı anda başımın arkasında hissettiğim acı had safhaya vardı. 

Elimi başımdan aldığım darbeden kalma yaraya götürdüğümde, pıhtılaşmış kirli kan bulaştı avuçlarıma. Kaç saattir baygındım? Hiç bir fikrim yoktu. Beynim bulanık ve düşüncelerim kontrolsüzdü. 

Susamıştım ve bunun beni öldürmesinden korkar haldeydim. Titreyen bacaklarla ayağa kalktım ve parmaklıklara doğru yürüdüm. Altı üstü on metre karelik loş bir hücrede tek başımaydım, inildemeler ve haykırışlar başka hücrelerden yükseliyordu. Dizlerimin üzerine çöküp parmaklıkları kavradım ve uzun bir süre korkunç bir ruh haliyle bekledim. Aradan belki saatler geçti.

Karşı hücreden gelen kulak tırmalayıcı haykırışlar tükendi ve kısık iç çekişlere dönüştü. Çok uzaklarda bir anahtar sesi duyuldu ve ayak sesleri önce uzaklaşıp sonra yaklaştı. Gözlerimi parmaklıkları sıkmaktan bembeyaz kesilmiş ellerime diktim. Kelepçeler, sanki yıllardır ellerimdeymiş gibi tabii görünüyordu. Birkaç dakika sonra ayak sesleri bulunduğum hücrenin tam önünde durdu. Anahtar şıngırtısı ve bir kilit sesinin ardından kapı açıldı. Ayağa kalkacak dermanım yoktu bu yüzden sert ve güçlü eller beni ayağa kaldırıp sürüklemeye başladığında neredeyse minnet duydum. Hücrelerle dolu loş koridorda itiraz etmeden yürüdüm ve bir kat merdiveni adamın sabırsız homurtuları eşliğinde tırmandıktan sonra daha geniş bir alana çıktım. 

Ortalıkta kimse yoktu, pencere yoktu, bir ipucu yoktu sadece boşluk ve karanlığı delen tozlu küçük lambalar vardı.

Aniden sola doğru çekildiğimde yalpaladım ve adamın başımı sertçe eğip itmesiyle duyduğum acıyı yutarak dar bir kapıdan içeri girdim. Adam yeniden itekledi ve beni küçük bir masanın önündeki demir bir sandalyeye oturttu. Kelepçeli ellerimi masanın üzerine yerleştirdi. Tek kelime bile etmeden çıkıp gitti.

Uzayıp giden dakikalar sonunda kapı yeniden açıldı. Başımı kaldırıp içeri giren adamın bulanıklaşan yüzüne baktım. Üzerinde siyah dar bir tişört ve askeri bir pantolon vardı. Uzun çizmeleri dizlerine dek çıkıyordu, her adımı güven ve alayla doluydu. Yaklaştı ve bana fütursuzca bakarak masaya dayandı. Gözlerimi kaçırdım.

"Mavi." dedi, daha önceden tanışıyormuşuz gibi rahat bir edayla. Boğazımı temizlediysem de cevap vermedim.

"Hakkında neredeyse tek bir güvenilir bilgi yok." dedi. Kağıtlar karıştırılırken çıkacak türden hışırtılar duyuldu. "Soy ismin dahil tek bir bilgi bile." diye vurguladı. 

"Seninle konuşurken başını kaldır." diye ekledi, sert bir sesle. Güçlükle de olsa başımı kaldırıp adama baktım. Gür sakalları ve çatık kaşlarıyla ürkütücü görünüyordu.

"Sorgulanmak için buradasın. Sorduğum sorulara lafı dolaştırmadan cevap vereceksin. Yalan söylersen zararına olur."

Masaya siyah küçük bir kutuyu sertçe bıraktı ve kutunun üzerindeki kırmızı bir düğmeye bastı.

Sana sistemdeki hatadan bahsetmiştim. Ekibe bunu neden bildirmedin?

Çünkü umrumda değil. Sizin aksinize, bir ülkeyi patlatmaya hevesli değilim. Engellemek elimde olsa inan bana yapardım.

Uğultulu ve cızırtılı sesler kesildiğinde, sesimin kaydedildiğini daha önceden tahmin etmiş olmama rağmen dehşete uğramıştım. Yüz ifademi kontrollü ve düz tutmak için insan üstü bir çaba sarf etmem gerekti.

"Bu sesin sana ait olduğunu kabul ediyor musun?"

Dudaklarımı ısırıp cevap vermediğimde masaya sertçe vurdu ve soruyu tekrarladı.

"Evet." dedim kısık sesle. Kurumuş dilim ağzımda güçlükle hareket etmişti.

"Projeyi engellemek adına herhangi bir eylemde bulundun mu?"

Başımı iki yana salladım.

"Doğru düzgün cevap ver." diye tısladı.

"Hayır." dedim, yine kısık sesle. "Bulunmadım."

Güldü ve bu gülüş bende uyuşturucu etkisi yaptı. Başımın belada olduğuna neredeyse emindim. Söylediklerimin bir önemi yok, diye haykırdı içimdeki ses. Bu işin sonu hapiste bitecek.

Masanın üzerine fırlatılan fotoğrafların çarpma sesini duydum. Sandalyeye yaslandığımdan fotoğrafların içeriklerini göremiyordum. Adam fotoğrafları öne itti ve bakmamı işaret etti. 

Kelepçeli ellerimle fotoğrafları tutup yüzüme yaklaştırdım ve bulanık görüşümle inceledim. 

Duygularım ilgisizlikten şaşkınlığa, şaşkınlıktan dehşete ve dehşetten de katıksız bir korkuya dönüştü. 

İlk karede Neil ve benim Tahn Gölü yakınlarında arabadan çıkarken çekilmiş bir fotoğrafımız vardı. Ben gülüyordum ve Neil bana fotoğraf karesinde görünmeyen uzak bir yeri işaret ediyordu. Bir diğerinde sirkteki kalabalığın içinde yürüyorduk. Bana kolunu dolamıştı. Son fotoğraf ise meclis yemeğinde tanımadığım insanlarla tokalaşırken çekilmişti. Lokantayı çevreleyen camekanları hatırlar gibi oldum. Dışarıda biri vardı. Attığım her adımı takip eden biri vardı. Aptallığımın boyutları gözlerimin önüne serilirken artık yüz ifadem kontrolümden çıkmıştı. Dudaklarım titriyor, yüzümde bir kas seğiriyordu. 

"Neil Hempstock." dedi adam, alaylı bir sesle. "Senin de muhtemelen bildiğin üzere bir Hirona deniz subayı. Bu adamla nasıl bir tanışıklığınız olduğunu sorabilir miyim?"

Sesteki kibar ton midemi bulandırırken sessiz kaldım. 

Dayandığı masadan ayrıldı ve aramızdaki iki adımı kat ederek yakama yapıştı.

"Sorduğum sorulara cevap ver." diye hırladı. Fotoğraflar ellerimden düştü ve sıkılan yakamın ardından nefes almaya çalıştım. 

"Kafanız mı güzel?" diye sordum, deli cesaretiyle. "Deniz subayının karada gönül eğlendirmeye vakti olur mu? Karıştırıyor olmalısınız. Fotoğraftaki adamın adı Neil değil."

Neşeyle ve alayla güldü. "Öyle mi, küçük hanım? Peki neymiş adı?"

"Adı Oktay." dedim, aklıma gelen ilk ismi sallayarak. 

Yakamı bıraktı ve derin bir nefes aldım.

"Ah, çok özür dilerim." dedi, sahte bir tebessümle. "Bir çuval inciri berbat ettik desene."

Kapıya doğru dönüp seslendi. "Getirin onu."

Birkaç saniye sonra kapı açıldı ve yüzü darmadağın, kanlar içinde bir adam sendeleyerek içeri girdi. Arkasındaki asker, adamı masaya doğru sertçe itti sonra da dışarı çıktı. Masanın tam önünde dengede durmaya çalışan adamın Neil olduğunu anlamam için aradan birkaç saniye geçmesi gerekti. Neredeyse düşüp bayılacak, kendimi kaybedecektim. Ancak beni sorgulayan adamın gözleri dikkatle yüzümde geziniyordu bu yüzden ifadesiz kalabilmek için irademin bütün kırıntılarını harcadım.

Adam, Neil'in sarsak bedenini tam karşımdaki sandalyeye oturttuktan sonra saçlarından sertçe tutup dağılmış yüzünü daha iyi görebilmem için kafasını geriye doğru çekti ve yeniden yüzüme baktı.

"Nasıl buldun eserimizi?"

Neil'in patlamış dudağına, gözlerinin altındaki morluklara soğuk bir dehşetle baktım. Kızıla çalan saçları kan ve pislik içindeydi. Boynundaki rengi yeşile dönmüş morluklar, Neil'in sandığımdan daha uzun zamandır burada olduğunu gösteriyordu. Aylar önceki parlak, neşeli ve ılımlı yüzden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Göz kapaklarını araladığında gözlerimiz kısa bir an için buluştu. 

Onu kurtarmak istiyorsam, adamı fotoğraftakinin Neil olmadığına ikna etmeliydim. Mantıklı olduğuna emin olduğum tek şey buydu.

"Onu tanımıyorum." dedim, yeterince emin görünmeye çalışarak.

"Öyle mi?" dedi adam, tatlı bir sesle. "Peki sen ne düşünüyorsun?" Neil'in saçlarını daha güçlü çekti ve bir cevap almak istercesine bekledi. Neil'in yutkunduğunu ve hafifçe inlediğini duydum.

"Bu kızı daha önce gördün mü?" diye yineledi adam, sabırsız bir sesle. Neil'in dudaklarından,

"Hayır." kelimesi güçlükle koptu. "Görmedim." 

Rahatladığımı belli etmemeye çalışarak gözlerimi masaya diktim. Tam o sırada silahların tetik kilidi açılırken çıkardığına benzer bir klik sesi duyuldu. Başımı hızla yukarı kaldırdığımda Neil'in şakağına dayanmış namluyu gördüm. Gözlerimiz yeniden buluştu. Kahverengi ve buğulu gözlerinde ne korku vardı ne de istek. Bomboştu. İçim üzüntü ve endişeyle buruş buruş oldu. 

"Madem tanımıyorsun, o halde geberip gitse sorun etmezsin." dedi adam, bana bakarak.

Parmağı tetiğe yavaş yavaş kapanmaya başladı. Masada istemsiz olarak öne kaykıldım. Neil'in, dudaklarını belli belirsiz oynatarak hayır dediğini gördüm. Harekete geçmemem için gözleriyle yalvarıyor gibiydi. Ne var ki benim yüzümden ölmesine göz yumamazdım.

Mermi namludan çıkmak üzereyken,

"Hayır." dedim. Sesim tanınmazdı. "Yapma."

Adamın gözleri zafer tınısıyla doldu. "Ben de öyle düşünmüştüm." dedi, silahı yeniden kemerine yerleştirirken.

Neil'in gözleri hayal kırıklığı ve korku karışımı bir duyguyla yoğunlaştı.

Adam ağır adımlarla bana yaklaştı ve ellerini masaya dayayıp üzerime eğildi.

"Şimdi söyle." dedi. Sigara kokan nefesi burnumu yaktı. "Hangi ülkenin casususun? Hirona? Aren?"

"Casus değilim." dedim, işe yaramayacağını bildiğim halde.

"İçim rahatladı." dedi adam, dalga geçerek. Elleri neredeyse okşar gibi saçlarıma gitti ve parmaklarını ensemde hissettim. "Bu herife Pak hakkında ne anlattın?"

"Hiçbir şey." dedim, doğru söylemeye devam ederek. "Ona hiçbir şey anlatmadım."

Parmakları ensemden kayıp daha aşağı inmeye başladığında kelepçelerin içindeki ellerimi sıkıp gözlerimi yumdum.

"Hata kodu konusunda ne biliyorsun?"

"Bilmiyorum." dedim, artık boğazımın acısından kelimeleri zorla yuvarlayarak. "Sadece sistemdeki hatayı duydum, hepsi bu."

Parmakları tenimden uzaklaştı ve nefesi yüzümden çekildi. Sonra aniden koluma yapıştı ve beni sürüklercesine kaldırdı, kapıya yöneldi. İçeri birilerinin girdiğini duydum. 

"Konuşturun." dedi adamın tok sesi. Başka eller bedenimi devralırken, kelimedeki uğursuzluğun kokusunu alabilmiştim. Bir akarsuda ya da hızlı bir akıntıda sürüklenircesine ilerlemeye başladım. İtilip kakılmaktan yönümü şaşırmış bir haldeydim. Küfürler, homurtular ve mırıldanmalar birbirine karışıyordu.

Karanlık bir odaya ansızın sokulduğum sırada kalbimdeki çırpınışla mıhlanıp kaldım. Işıklar cızırtılı bir ses eşliğinde açıldı ve bomboş bir odada olduğumu fark ettim. Duvarlar gri renkli, pürüzlü taşlarla döşeliydi. Odanın kapıya yakın köşesinde beş altı kez kendi etrafında dolanmış, yeşil renkli, geniş ağızlı bir hortum duruyordu. Kapı kapandığında arkamı döndüm ve istemsizce geriledim. Saçsız, sakalsız ve kaşsız, iri yarı bir adam tam karşımdaydı. Yanında daha cılız ama ona rağmen daha sert duran bir adam daha vardı.

"Konuşturma ekibi." dedi cılız olan, resmi bir sesle. Kapının yanına çektiği sandalyeye oturup bacak bacak üstüne attı. "Memnun olduk."

İri yarı olan adam hortumu aldı ve düğümlerinden kurtararak musluğu açtı. Hortumdan çıkan tazyikli su, etrafa sular fışkırtarak beş metre ötedeki duvara sertçe çarptı. Taş ve su çarpışırken çıkan ses o kadar gürültülüydü ki bir adım daha geriledim.

"Görüşmemiz kayıt altına alınacaktır." dedi cılız adam, resmiyete devam ederek. Bıyık altından güldüğünü görür gibiydim. 

"Nereden emir alıyorsun?"

"Hiçbir yer - "

"Attila." dedi adam, iri yarı adama göz işareti yaparak. Adam hortumu ani bir hareketle duvardan çekip bana doğru yöneltti. Gücü katlanarak artan tazyikli su karnımdan geçip yüzümde patladı. Hangisinin daha çok acıttığını dahi kestiremiyordum. Karnımdaki dikişler açılırcasına ağrırken, yüzümü savuran su bir tokat gibi hissettiriyordu. Kayıp düştüm ve kollarımla kendimi koruyarak sudan uzaklaşmaya çalıştım. Gözlerim yuvalarına gömülür gibiydi, kulaklarımda gürültülü bir ıslık vardı ve nefes alamıyordum. Ciğerlerim göğüs kafesimde büzülüyordu. Ayağa kalkmaya ve karşı koymaya çalışsam da nafileydi. Vücudumun her köşesinde dayanılmaz bir acı vardı. Su aniden kesildiğinde ıslak zemine sırt üstü yuvarlandım. Kesik kesik soluklandım.

"Anlat." diye tısladı, adam. Ne anlatacaktım? Ne anlatabilirdim? 

Anlatacaklarım vardı ama hiçbiri onların duymak isteyeceği türden şeyler de değildi. Üstelik bedenim kırılmış, parçalara ayrılmışken dudaklarım emirlerime itaat etmiyordu. 

Cevap vermediğimde cehennem beni yeniden buldu. Su bu kez daha güçlü olarak üzerime fışkırdı ve suyun etkisiyle duvara yapıştım. Eziliyor, duvarla su arasında eriyip gidiyordum. Kulaklarımdaki uğultu, tenimdeki sızı büyüdükçe büyüyordu. Ölmeyi tercih edecek kadar acıyordu canım. 

Sonra her nasıl olduysa suyun hedefi olmaktan çıkıp suyun kendisi gibi hissettim. Suyun bana gönülsüzce zarar verdiğini iliklerimde duydum. Ona fısıldadım. Bu kez daha kontrollü ve uğradığım haksızlık nedeniyle de daha güçlüydüm. Su bedenimden ayrılıp tam aksi yöne şiddetle püskürdü.

Şaşkınlık dolu ufak bir çığlık duydum. Bir sandalye gürültüyle devrildi ve su aniden kesildi. Gözlerimi açtığımda en az benim kadar sırılsıklam ve perişan halde duran iki adamı gördüm. Dilleri tutulmuştu. Ama bu tutukluk anı takip edemeyeceğim kadar hızla öfkeye dönüştü.

İri yarı adam üzerime doğru gelirken sırtımı taşları delip geçmek istercesine duvara yasladım. 

Adamın elleri saçlarıma asıldı ve beni yeniden yere yatırdı. Karnımdaki yaranın üzerine çöreklenen ağırlıkla kusacakmış gibi öğürdüm. Yanağımın tam yanında bir tokat patladı. Dudağımdan sıcak bir sıvı aktı.

"Kahpe misin şeytan mı?" dedi, hırıltılı bir sesle. Ses tonu, aylar önce aynı durum karşısında duyduğum sesi andırıyordu ama o sesin sahibini uyuşmuş anılarımdan çekip çıkartamıyordum. 

Bir kumaşın yırtılırken çıkaracağı türden cızırtılı bir ses duydum. Göğsümün üzerine çarpan soğuklukla birlikte kafam bir kez daha taş zemine sertçe çarptı. Odaya birileri doluşmuş, adamı üzerimden çekmeye çalışıyordu. Ne var ki adam zapt edilmeye çalışıldıkça kuduruyor, daha büyük bir öfkeyle saldırıyordu.

Kollarımı sıkan parmaklarının kemiklerimi kırıp un ufak etmesinden korkuyordum. 

Kanla dolan gözlerimi aralayıp adamın öfkeden kırmızının en ürkütücü tonuna bürünmüş yüzüne baktım. Daha önce de dediğim gibi, saçsızdı, sakalsızdı ve kaşsızdı. Yüzünün çıplaklığı beni dehşete uğratıyordu. 

Son bir güçle çırpınıp ellerinden kurtulmaya çalıştım ama karşı koymam onu daha da hırslandırdı. 

Yapmaya niyetlendiği şeyi anlamıştım. Nasıl yaptığımı bilmiyorum ama dizimi erkekliğine sertçe geçirdim. 

İnleyerek ve uluyarak üzerimden düştü ve ben daha toparlanamadan başka eller beni ayağa kaldırıp kapıya sürükledi. 

Uzun bir süre gözlerim kapalı bir halde düşe kalka sürüklendim.

Sonunda bir kilit sesinin ve demir parlaklıkların açılırken çıkardığı gıcırtıların ardından işe yaramaz bir çöp gibi sert bir zemine savruldum. Hücrenin kapıları kapatıldı ve ayak sesleri, homurtular ve küfürler eşliğinde uzaklaştı.

Bekledim, bekledim ve sadece bekledim...

Nefeslerim iç çekişlere dönüştü. Gözyaşlarım beni terk etmişti. İç çekişlerimi sürdürdüm ve bir süre sonra göğsümden hırıltılı, acınası sesler çıkmaya başladı. 

Islık gibi, bir çocuğun ilk ıslığı gibi ağladım.

Yakınımdaki hücrelerden birinde, bir kadın ve bir adam kısık sesle konuşuyordu.

"İlk günü olmalı." dedi kadın, durgun bir sesle.

"Eninde sonunda susar." dedi adam, cevap olarak.

"Öyle." dedi, kadın. "Hep susarlar."

Continue Reading

You'll Also Like

282K 24.7K 45
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
183K 16.2K 51
~ Wattys2018 Dünya Kuranlar Kategorisinde Kazanan ~ ° ° Gerçekle büyünün raksı başlıyor. Sivri şapkalarla buluşan...
13.2K 1K 42
Galga Serüvenleri 1 - Emorian'ın Diğer Halefi -FantasyTR "Süper Güçler, Cadılar ve Büyüler" listesine eklenmiştir.- Yeni çaylakların belirleneceği Ta...
75.9K 5.6K 38
Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bir baş rol. Annesiyle aynı gece kaçırılıp...