Seni Duyuyorum!

By ucamayancivciv

42.6K 2.9K 986

Şimdi bir düşün bakalım; yanından geçen birisi var ve dikkatlice sana bakıyor. Baştan aşağı inceliyor hiç bir... More

Sedu 1. Bölüm
Sedu 2. Bölüm
Sedu 3. Bölüm
Sedu 4. Bölüm
Sedu 5. Bölüm
Sedu 6. Bölüm
Sedu 7. Bölüm
Sedu 8. Bölüm
Sedu 9. Bölüm
Sedu 11. Bölüm
Sedu 12. Bölüm
Sedu 13. Bölüm

Sedu 10. Bölüm

2.4K 185 40
By ucamayancivciv

Multimedya: Temsili Selim karakteri ;)

Burada ne yapıyorsun, diyen bu ses bir erkek sesine aitti. Ve beyaz ışık ise küçük bir el fenerinden geliyordu. Korkuyla yerimde doğrulmaya çalışırken, fenerin yaydığı ışık ile karşımdaki adamın kim olduğunu seçmeye çalıştım. Adam, yere eğilip bir şeyler yaptıktan sonra yeniden ayağa kalkınca ateş yakmış olduğunu farkettim. Nihayet konuşmayı aklıma getirebilmiş gibi, "Kimsiniz?" diye sordum. Yavaş yavaş tutuşan alev, sıcaklığını etrafa yayarken, "Tanışmayı unuttuk, ben Johnson." diye cevap verdi karşımdaki adam. İlk defa konuştuğuna şahit oluyordum Johnson'ın. Bir yandan bulunduğuma sevinirken, bir yandan da nasıl bulunduğumu merak ediyordum. Bunun üzerine, yarım yamalak bir Türkçe ile konuşan Johnson'a sordum.

"Beni nasıl buldun?"

Cümlemi kafasında tartarken, nasıl bir cevap vereceğinden emin olamıyordu. Kafasındaki düşünce, "Sevimli ama bir o kadar da asi." olmuştu. Ama bir yandan da bana bunu nasıl söyleyeceğini bilemiyordu. Sanırım benim düşünceleri duyduğumu unutmuştu ve aynı zamanda sorumu da yanlış anlamıştı. Bir cevap alana kadar, "Yani burada olduğumu nasıl anladın?" diye yeniden bir soru yönelttim Johnson'a.

Zihninde, "Galiba rezil oldum." cümlesi yankılanırken cevap verdi:

"Ben arka bahçeye dolaşmaya çıktım. Sonra arka bahçenin elektrik gitti. Biraz oturdum, içeri gidecektim ama seni gördüm." Cümleleri fazla düzenliydi ama bir yabancıya göre iyi seviyede Türkçe konuşuyordu. Ama söylediği cümlelerden anlamam gereken Türkçe'sinin ne kadar iyi olduğu değil de, şu an arka bahçede olduğumdu. Ne yani, ben bir saattir ıssız orman diye korkup dururken, bir dağ evinin arka bahçesinde miydim?

Halim baya bir trajikomikti doğrusu. Aslanlar, kaplanlar, amazonlar derken minik bir arka bahçedeydim demek. Gerçi ateşin yaydığı ışık sayesinde gördüğüm kadarıyla, minik bahçe olarak adlandırdığım yer, neredeyse benim evimin iki katı büyüklüğündeydi. Bir anda kendimi, bahçe ile evimi karşılaştırırken buldum. Bahçedeki minik, renkli saksılar, daha önce alışveriş merkezinde gördüğüm ama almak için indirim zamanını beklediğim saksılardandı. Çınar ağacı olduğunu tahmin ettiğim iki ağaca bağlı hamak ise beni kendine çekiyordu sanki. Bana fazla bilgi yüklendiğini anlamışta, kafamı dağıtmam için ona ihtiyacım olduğunu söyler gibi.  Johnson'ın sorusu, tüm bunlardan alıkoyup beni gerçek hayata döndürdü:

"Peki, sen ne yapıyorsun burada?"

Minik bir kedi yavrusunun peşine düşüp kaybolduğumu, binbir kuruntu yapıp öleceğimi düşünürken sadece evin 10 adım uzağında olduğumu söylemeyecektim tabiki de. Daha ilk günden bir bilgisayar dahisinin karşısında aptal imajı yaratmak istemezdim.

"Ben de hava almaya çıktım, sonra elektrikler kesildi falan biraz korktum. Karanlık fobim var da, yoksa yani niye arka bahçede oradan oraya koşturayım." diye özet bir cevap verdim ama hepsi külliyen yalan! Karanlık fobim olmasını geçtim, aksine karanlığa bayılırım. Hem saçma tavırlarıma mantıklı bir kılıf bulmuş oldum böylece. Johnson ise benim hızlı cümlelerimi kafasında derlemeye çalışıyordu. Yaktığı ateş yavaş yavaş sönerken, "Haydi içeri gir, hava biraz serinledi, hasta olma." dedi.

Johnson söyleyene kadar havanın ne kadar serin olduğunu farketmemiştim. Johnson'a başımı sallayıp ardından içeri girmek için onu izlerken, kaç yaşında olabileceğini tahmin etmeye çalışıyordum. Arka profilden sadece saçlarının aklarına bakarak, 35 yaş üstü olduğunu söyleyebilirdim. Ama yüzü fazla temiz görünüyordu ve bu şekilde ise en fazla 30 yaşlarında görünüyordu. En iyisi yaşını ona sormaktı.

"Johnson, merak ettim de sen kaç yaşındasın?"

Arkasını dönerek beni cevapladı, "29."

Biraz yaklaşmışım. Johnson 29, Yiğit 27 yaşındaydı ve Selim'de hemen hemen Yiğit ile aynı yaştaydı. Bu durumda şu anda evdeki en genç kişi ben oluyordum, ne harika ama.

Hafif gıcırtı ile açılan ahşap kapı, buranın uzun süredir kullanılmadığını haykırıyordu. İçeri girince buranın mutfaktan açılan bir arka kapı olduğunu farkettim. Johnson boş mutfağın lambasını yakarak, benim içeri girdiğimden emin olunca kapıyı kilitledi. Yoksa bu adamlar, onlardan kaçacağımı falan mı düşünüyorlardı? Gerçi yabancı misafirlerden korunmak için kapının kilitlenmesi daha mantıklı bir fikirdi. Johnson'ın düşüncelerine odaklanınca sadece cereyan yapmasın diye kapıyı kapatmış olduğunu duydum.

"Ben yatmaya çıkıyorum, kalacağın odayı bulabilirsin değil mi?"

"Uyandığım odadan bahsediyorsak evet."

"İyi geceler o halde."

"Sanada Johnson."

Johnson gidince bir kaç saniye ayakta kalıp şimdi ne yapacağımı düşündüm. Uykum yoktu. Zaten bugün fazlasıyla uyumuştum. Belki biraz televizyon izlesem, son bir kaç günü biraz olsun unutmama yardımcı olabilirdi. Bu düşünce ile geniş salona girdim ama etrafa göz gezdirince televizyon namına hiç bir şey olmadığını gördüm. Belki de küçük bir oturma odaları vardır ve orada tutuyorlardır televizyonu. Evet, o odayı bulmalıyım.

Mutfağın soluna doğru uzanan geniş hole girince yan yana sıralı 4 oda olduğunu gördüm. İlk odadan Johnson'ın zihin sesini duydum. Sanırım bilgisayarla uğraşıyordu. En azından, "Kontrol tuşu bozuk, kahretsin."  cümlesi böyle düşündürmüştü bana. İkinci odanın önüne geldiğimde ise Selim'in sesini duydum. Belli ki hala uyumamıştı. "Yine acıktım ama mutfak çok uzak, en iyisi sabahı beklemek."  Selim yine kendi tabiriyle Mido'sunun derdindeydi. Adeleli vücudu hiçte fazla yemek yiyen biri olduğunu ele vermiyordu. Belli ki düzenli spor yapıyordu, yoksa karın kasları nasıl öyle sıkı olabilirdi ki? Karın kaslarına baktığımdan değil de, sadece dikkatimi çekmişti. O da bir kaç saniyelik bir bakıştı zaten. Tamam bir dakika boyunca çaktırmadan izledim ama ne var yani o da üzerine tam oturan bir gömlek giymeseymiş.

Üçüncü odanın önüne geldiğim zaman herhangi bir ses işitmedim. Burası da Yiğit'in kaldığı odaydı o halde. Orasını es geçip son odaya ilerleyince odanın kapısının hafif aralık olduğunu farkettim. Ve açık kapıdan gördüğüm kadarıyla,  koridorun ışığıyla aydınlanan ufak bir televizyon bana göz kırpıyordu. Bingo!

Sessizce odaya girip, kapıyı da ardımdan kapattım. Kimseyi rahatsız etmek gibi bir niyetim yoktu. Tek istediğim, televizyondan ünlüler camiasına dair bir kaç dedikodu öğrenip biraz olsun kafamı dağıtmaktı. Televizyonu açıp, tam karşısındaki koltuğa oturunca ekranın aydınlattığı ışık ile odayı daha net görebildim. Oturduğum koltuk, siyah ve deri kaplamaydı. Televizyonun hemen yanında bir koşu bandı vardı. Duvarlar boştu. Hatta pencere bile yoktu, tabii bir kaç havalandırma boşluğunu saymazsak. Başımı arkaya çevirip orada ne olduğuna bakınca, hadi canım! Şaka mı bu?  Yiğit geniş bir yatakta boylu boyunca uzanıyordu! Yanlışlıkla O'nun kaldığı odaya girmiştim. Nasıl da farkedemedim, ah bu dikkatsizliğim bir gün beni öldürecek. Neyse ki uyuyor, O'nu uyandırmadan buradan çıkmam lazım.

Elimdeki kumanda ile usulca televizyonu kapatıp koltuktan kalkarken, Yiğit'in hafif mırıltısını duydum. Beni görmesin diye hemen eğilip koltuğun arkasına, daha doğrusu önüne gizlendim. Sessizce arkamı dönüp yatağa baktığımda, Yiğit'in sadece yatakta döndüğünü ve hala uyuyor olduğunu gördüm. Ahh, az daha yakalanıyordum. Zaten niye yerimde duramıyorsam? Git yat uyu değil mi Dilay? Ama yoook, illa ki bir yaramazlık yapacağım, duramam ki yerimde! Neyse sakin olmam lazım... Şimdi emekleyerek kapıya ulaşacağım, kapıyı açıp dışarı çıkacağım ve... Ne!? Kapı açılmıyor! Kilitlenmiş olamaz, sadece üzerime çektim. Yoksa biri mi dışarıdan kilitledi? Ama o zaman da sesini duyardım. Hay aksi şeytan. Ne diye dolanıp durur ki peşimde? Şimdi ne yapacağım ben? Biraz zorlasam, gürültüye Yiğit uyanır. Karşısında beni görünce ne tepki verir kim bilir? Daha doğrusu nasıl bir açıklama yapabilirim ki?

Belki de bir köşeye saklanıp, sabah olunca da Yiğit'in uyanmasını beklemek. O uyanır uyanmaz da ardından odadan çıkıp hiç buraya gelmemiş gibi yaparım. Ama nereye saklanacağım, odada saklanabileceğim bir yer bile yok. Belki de uykusu ağırdır, beni duymaz. En iyisi kapıyı biraz daha zorlamak.

Yerimde doğrulup tüm gücümü kapıya vererek kilidi kırmaya çalıştım. Ama olmuyordu işte. Ne biçim bir kapı bu yahu? Belki biraz daha zorlasam, biraz da kendime çekip açmayı denesem... Oluyor gibi! Evet, son bir hamle, kendime güçlüce çekeceğim ve... "Aaahh!"

"Burada ne yapıyorsun?" Yiğit'in arkamda olduğunu farketmemiştim. Kendimi geri çekince adamın üzerine düştüm. Rezillik çarpı rezillik, artı dikkatsizlik; oldu sana Buğlem Dilay. İşte şimdi batırdım, ne yapacağım ben!? Ne diyeceğim adama? Yada dur... Tek çare salağa yatmak galiba...

"Asıl sen üzerimde ne yapıyorsun?" Sinirli bir duruş sergilemeye çalıştım ama ne kadar başarılı oldum, orası meçhul. 

"Farkındaysan sen benim üzerimdesin!?" Adam haklı. Ben üzerine düştüm.

"Ne var yani üzerindeysem, düşmekte mi yasak?"

"Bir şey mi içtin sen?"

"Ne diyorsun ya ayyaş muamelesi de gördük, tam oldu."

"Bak, tamam benden etkilenmiş olabilirsin falan ama uyurken izlenmeyi sevmem."

"Ne!? Kim kimden etkilenmiş ya? Neyine bakacağım ben senin? Hiçte tipim değilsin bir kere!"

"O zaman neden hala üzerimdesin?" Soru soran kaşlar inmiş, onun yerine dalga geçer bir ifade yerleşmişti Yiğit'in yüzüne. O'nu iterek sinirle üzerinden kalktım. Ben ayaklanınca O da doğrulup oturur pozisyona geçti. Ondan etkilenmişmişim, yok daha neler? Bir kere O çok kaba birisi, hiçte benlik değil. Tamam yakışıklı, tamam karizması da yerinde ama benim önem verdiğim dışı değil içi tabiki de. Tamam dışına da önem veriyorum ama biraz yani, minnacık ufacık canım. Ne diyorum ben ya?

"Bak Yiğit, yada Yiğit Bey. Her neyse. Televizyon izlemek için buraya geldim ve kapıyı da kimseyi rahatsız etmemek için üzerime çektim. Sonra seni farkedince çıkmak istedim ama kapıyı açamadım. Tam açmak üzereydim ki sen her şeyi mahvettin."

"Bir daha ki sefere bir odaya girerken önce içeride ne var ne yok ona bak istersen, ve de kapattığın kapının bozuk olup olmadığına."

"Kapı mı bozuktu? O yüzden açık tutuyordun demek... Her neyse, bugünlük konuşma totalini doldurdun sanırım, seni daha fazla zorlamadan çıkayım ben."

Bir hışımla arkamı dönüp yeniden sıkışmış olan kapıyı açmaya çalıştım. Ama mübarek sanki daha da sıkışmış, bir türlü açamıyordum. Ben uğraşıp dururken Yiğit omzuma dokunmuş ve,  "Müsadenle." diyerek beni usulca yana çekmişti. Kapıyı kıracak muhtemelen, tam da onun gibi kaba birine uyacak bir hareket. Fakat düşündüğümün aksine kapıyı kırmaya çalışmadı. Kapı kolunu tutup aşağı doğru indirince kapı bir anda açıldı!

Şaşkınlığımı görünce bana gülümseyerek, "Ne sandın, kapıyı kıracağımı mı? Bu da benim gücüm, buna alışman lazım." dedi.

Ben fiziksel güç derken kırıp geçirecek sanmıştım ama o tam aksine sakince nesneler üzerinde hakimiyet kurdu. Demek ki sadece insanların duygularını değiştirmiyor, aynı zamanda nesnelerin de kimyasına egemen oluyordu. Canlı cansız hiç bir şey size karşı koyamıyor demek Yiğit Bey... Tabii ben hariç. Dünya tersine dönse, hatta yok olup sonu gelse de bakmam sana bay okyanus mavisi.
"Bir şey mi dedin?"

Olamaz! Olamaz, sesli mi düşündüm ben yoksa?

"Hayır, hiç bir şey söylemedim."

"Okyanus falan dedin gibi geldi de, şimdilik tatil planlarını ertelemen gerektiğinin farkındasındır umarım."

Ohh... Sadece okyanus kısmını duymuş, ucuz atlattık... Daha fazla saçmalamadan çıkmam gerekiyor buradan.

"Tamam biliyorum. Şey ben gideyim artık. Biraz sert çıkıştım o yüzden de özür dilerim, iyi geceler."

"Bir daha olmasın, iyi geceler."

Ve kapıyı yüzüme kapattı! Bu da neydi böyle!? Belki O da aynısını yapar diye özür diledim ama işittiğim lafa bak. Konuşmadığı zaman kibar bir beyefendi, ama konuştuğu her dakika karşısındakini çıldırtan bir egomanyak! Demek her şeyde bir hayır varmış, muhattap olduğu insanların akıl sağlığı için bir kaç sene konuşamıyor olması gerekiyormuş! Allah eşine sabır versin. Kim tahammül edebilir ki böyle bir eşe. Ama yoo olamaz, ne çabuk unuttum sahte eşimin Yiğit olduğunu. Yarın gizlice Selim'le konuşup, Yiğit ile yer değiştirmesini isteyeceğim ondan. Yiğit'in yapacaklarını o da yapabilir pekala. Hem nasıl olsa ikisi de kılık değiştirecek yani bir sorun da olmaz ki. Evet evet, Selim kesinlikle kabul eder bu fikri. Ohh, bu düşünce ile güzel bir uyku çekebilirim. Yarın harika bir gün olacak.

3 gün sonra...

"Dilay hala hazırlanmadın mı? Geceye geç kalacağız, acele et lütfen."

"5 dakikaya hazırım Johnson."

Bir saattir dağ evindeki odamda giyinmeye çalışıyordum. Ama bir türlü elbisemin fermuarını çekemiyordum, ahh! Aynadaki yansımam, "Ben Ada Yekpare, hepinizden daha iyiyim!" diye haykırıyordu ama iç sesim, "Ah be Budi, bu hallere de mi düşecektin sen?" diye yakınıp duruyordu bana.

Yaklaşık 3 gündür bu gece için hazırlanıyorduk. Selim'e Yiğit ile yer değiştirmesi için çok baskı yapmıştım ama bir türlü kabul etmemişti. Ben de bir süreliğine dayanmak zorunda kalacaktım artık, ne yapalım... Hem karşımdaki kişinin Yiğit değil de Çınar Yekpare olduğunu düşünürsem daha kolay olabilirdi. Yiğit, odasına girdiğim günden beri de pek ortalıkta görünmemişti zaten. Bir kaç kez mutfakta karşılaşmıştık ama onlarda da benimle konuşmamıştı. Hoş, benim de işime gelmişti bu tabii. Belki de o gece fazlasıyla konuştuğunu düşünüp kendine konuşma yasağı koymuş olabilirdi.

Biz de Selim ve Johnson ile beraber plan yapmıştık. Bu geceki davetliler arasında Ada ve Çınar Yekpare çifti de bulunuyordu. Bizim oraya girmemizi sağlayan, adını yeni duyduğum Annabella adında bir kızdı. Selim'in söylediğine göre Annabella, kötü adamların içindeki ajanımızdı. Aynı zamanda bizim gibi yeteneği olan on insandan birisiydi. Henüz ne yeteneği olduğunu sormamıştım ama sonuçta diğer insanlardan farklıydı.  Bu basit gece için bizi oraya rahatça sokacaktı ama oraya girdikten sonra ki kısım ise tamamıyla Yiğit ve benim oyunculuk yeteneklerimize kalmıştı.

  Plana göre ben psikoloji dalında yüksek lisans yapan bir öğretim elemanıydım. Üniversiteyi 3 yılda bitirmiş, 2 yıl psikologluk yapmış ve şimdi de yeniden üniversiteye gelip ders veren bir öğretim elemanı. Düşünceleri duyabildiğim için, bu işi kıvırabileceğimi düşünmüştük. Aynı zamanda lise yıllarında da mankenlik yapmış biriydi Ada Yekpare. Gerçi hafif minyon tipime bakarak mankenlik yapmış olabileceğim kimsenin aklına gelmezdi ama Selim bu minik ayrıntıyı da eklemek istemişti. Ayrıca lüks ve gösterişi de çok seven biri olmam gerekiyordu. 

Johnson da Ada Yekpare adına sahte hesaplar açıp, başarılı bir üniversite diploması hazırlamıştı. Aynı zamanda bilinen bir gazetenin bir kaç yıl önceki sayısına da benim ne kadar başarılı olduğum ile ilgili bir haber sıkıştırmıştı. En azından arama butonuna Ada Yekpare yazan birisi karşısında bu bilgileri bulacaktı.

Yiğit, daha doğrusu Çınar Yekpare ise fazla bilinmeyen kendi halinde bir bilim adamıydı. Şu anda kimyası bozulmadan yıllarca saklanabilen yiyeceklerle ilgili bir çalışma yapıyordu. Açıkçası bu konuda daha parlak bir fikir bulamamıştık. Bu fikir de Selim'e aitti zaten. Bay Herkesiyerimamakimsetutamaz'a. Cemre ile beraber takıla takıla, bir de üstüne Selim ile arkadaşlık kurunca ben de bir şeylere lakap takan biri olmuştum. Gerçi benimkiler daha çok destan tarzı bir şeydi ama bu da bir ilerlemeydi bana göre.

Selim bize bu fikri kabul ettirdikten sonra biz de Johnson ile O'na, mutfaktan mümkün olduğunca uzak bir görev verelim dedik. Düne kadar ne yapacağımızı bilemezken, dün bir anda şans bize güldü. Tesadüfen yemeğin düzenleneceği restoranda vale arandığını öğrendik. Selim, dün yeni kimliği ile başvurur başvurmaz hemen işe kabul edildi. O yüzden bu sabah sekizde hazırlanıp işe gitti. Tabi Selim Tekin olarak değil de, 35 yaşında göz altları çökmüş bir Ender Kozan olarak gitmişti restorana. Başında şapkası varken ve yüzündeki kırışıklıkları ile kimse O'nu tanıyamayacaktı.

Johnson ise restoranın dışında arabada oturup bizimle iletişim kuracaktı. Yiğit ile evlilik yüzüğü olarak takacağımız özel yüzüklerin içinde bir adet ses cihazı olacaktı ve Johnson konuşulan her şeyi kaydedip, noksan bir durum olunca bizimle iletişime geçecekti.

Yaptığımız planı yeniden gözden geçirirken artık tamamen hazırdım. Yada hazır sayılırdım. Elbisemin fermuarını halen çekememiştim. En iyisi Johnson'dan yardım istemekti. Kardeşim, hatta abim olarak gördüğüm bu adama 3 günde fazlasıyla güven duymuştum. Fermuarımı çekmesinde de bir sakınca yoktu o yüzden. Kapının ardındaki Johnson'a seslenirken yüksek topuklu, göz rengimin tonunda mavi ayakkabılarımı giymeye çalışıyordum.

"Johnson, iki dakika buraya gelebilir misin?"

Ses yoktu. Bunun üzerine ayakkabının diğer tekini de ayağıma geçirip kapıya çıktım.

"Johnson sana seslen-dim. Yiğit? Johnson nerde?"

"O arabaya gitti, bizi bekliyor. Hazırsan çıkalım."

"Dur bir dakika Johnson'a ihtiyacım var."

"Gelemez, ne istiyorsan bana söyle."

Derin nefes alıp konuşmaya başladım, "Pekala, fermuarım."

Kaşlarını hafifçe yukarı kaldırarak konuştu: "Fermuarın?"

"Ahh, fermuarımı çeker misin?!"

"Ee... Tamam, dön arkanı."

Çekinerek arkamı dönünce bir daha fermuarı arkasında bir elbise giymeyeceğimi aklıma not alıyordum. Yiğit, maşa yapıp minik bir inci toka ile arkama topladığım saçlarımı kibarca yana alıp, elbisenin fermuarına ulaştı. Hafifçe yukarı doğru çekerken bir anlık eli tenime değdi. Kendini hemen toplayıp fermuarımı tamamen çektiği zaman yüzüne bakarak, "Teşekkür ederim." dedim ama şimdi farkediyordum, Yiğit'in yüzüne de ne olmuştu öyle? Bir anda istemsizce gülmeye başlayınca tüm gece Yiğit'in yanında nasıl sakin kalabileceğimi düşündüm. Çünkü Yiğit, taktığı büyük gözlükler ve yüzündeki makyaj ile aynı çirkin Betty'nin erkek versiyonuna benziyordu.

Herkese merhabalar :) Bu uzun aradan dolayı hepinizden Özür dilerim, sanırım fazla uzun bir süre geçti :/ Bayram önü ve sonrası telaşasından dolayı vakit bulamadım :/ Ama uzun olduğunu ve seveceğinizi düşündüğüm bir bölüm yazdım ^.^ Umarım sevmişsinizdir bu bölümü :) Sizden bir de minik bir ricada bulunacaktım, acaba bu tarz bir kitabı seveceğini düşündüğünüz arkadaşlarınız varsa yoruma etiletler misiniz? ^.^ Kitabın yayılmasını daha fazla kişiye ulaşmasını çok istiyorum, umarım beni kırmazsınız (: Şimdiden size teşekkür ederim, görüşmek üzere! :))))

Continue Reading

You'll Also Like

ZEHRE By Hilal Duran

Science Fiction

1.8K 532 4
Ruhsuzca sırıttı ve dilini damağına vurarak cıkladı. "Sen bugünden sonra Akrep'in zehrini taşıyan bir Zehre'sin." Beni düzeltirken, elanın mahkûmu ol...
66.2K 7.2K 39
@yetişkin içerik Ya aşık olduğunuz adam size daha önce bir kez daha aşık olmuşsa tepkiniz ne olurdu? Bu korkunç olsalıklar zincirinin bedeli...
768K 49.7K 47
Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike getiren icatları, dünyaya sunulması konu...
144K 8.6K 16
Yıl 2049'da meydana gelen bir salgında kadın nüfusun büyük çoğunluğu öldü, erkek nüfusun yarısından fazlası sadece ufak genetik değişikliklerle hasta...