BATAKLIK

Oleh gizemoslu

517K 23.1K 2.6K

Kişinin kalbinde duyguya dair hiçbir şey kalmamışsa bedenin varlığı anlamsızdı. Önce kalbe dokunmadan direk t... Lebih Banyak

BATAKLIK - Kiralık Katil Serisi
1. Bölüm ''Sessizliğe İlk Adım''
2. Bölüm ''Siyah''
3. Bölüm ''Yalnız''
4. Bölüm ''İlk''
5. Bölüm ''Silah''
6. Bölüm ''Gözyaşı ''
7. Bölüm ''Korku''
8. Bölüm ''Tek''
9. Bölüm ''Ölüm''
10. Bölüm ''Vur''
11. Bölüm ''İpucu''
13. Bölüm ''Emir''
14. Bölüm ''Gerçekler''
Çok çok önemli duyuru.
15. Bölüm ''Araf''
Duyuru
16. Bölüm ''Veda Busesi''
17. Bölüm ''Boşluk''
18. Bölüm - ALINTI
18. Bölüm ''Teklif''
19. Bölüm ''Karar''
20. Bölüm ''Güven''
Minnoş Bir İmza Günü Duyurusu
21. Bölüm ''Savaş''
YENİ İSİM - BATAKLIK
22. Bölüm ''Huzur''
23. Bölüm ''Ten''
24. Bölüm ''Tutsak''
25. Bölüm ''Yangın''
26. Bölüm ''Kan''
27. Bölüm ''Kuşatma''
28. Bölüm ''Katran''
29. Bölüm ''Bataklık''

12. Bölüm ''Zirve''

16.2K 864 157
Oleh gizemoslu

Öncelikle, bu bölüm biraz geç geldi. Ama neler yazacağımı bilemiyordum. Benim için çok zor ve üstesinden gelmenin imkansız göründüğü bir bölüm oldu şahsen. O yüzden kendimi hazır hissedene kadar klavyeyle bütünleşmem gibi bir seçenek sunamadım önüme.

Hala çok büyük tereddütlerim var, o yüzden ne olur düşüncelerinizi bana iletin.

Yorumlarınıza çok fazla ihtiyacım var!

İthaflara da gelirsek;

Bu bölümü; mervee_pk adlı kullanıcıya ithaf etmek istiyorum.

Ayrıca yorumlarından dolayı; hilalsudeinan , nazliabaci , aloneangel01 , sacmasalakhikayeler adlı kullanıcılara teşekkürler!

Ama tabii ki benim en büyük bebeğime wonder-struck13 (adaşım, en yakın arkadaşım, Gizem) her türlü desteğinden dolayı yüz binlerce kez teşekkürler! (Okuyacak hikaye arıyorsanız, onun hikayesine bakabilirsiniz. ^_^)

İyi okumlar! Yorumlarınızı bekliyorum!

12. ''Zirve''

Bundan bir yıl öncesine kadar oldukça duygusal biriydim. Genelde, bir filmin en hafif duygu yüklü yerinde dahi ağlardım veya uzun bir süre etkisinden çıkamayacak kadar içinde bulurdum kendimi. O kadar fazla kapılırdım ki filme, bir kaç gün boyunca kafamda başka gidişatlar yaratmaya çalışır ya da sonlar kötüyse unutmayı yeğlerdim.

Sonra kontrol edilemez bir şekilde kendi hayatımda da yörüngenin tepetaklak olabileceğini ve hiçbir şey için, hiç kimse için üzülmemem gerektiğini kavradım. Kendim için bile üzülmeyecektim. Çünkü bunun için fazla kısa ve de fazla acı dolu bir hayat yaşıyorduk. Eğer yaşadığımız her kötü anı için üzülmemiz, kafa yormamız gerekseydi, hiçbir zaman mutlu olamayacağımızı biliyordum. Çünkü hayat o kadar garip işliyordu ki, herkes çekebileceği kadar acı içinde oluyordu.

Benim acım konusunda biraz bonkör davranılmıştı ama sanırım ve ben üstesinden gelmeyi başaramıyordum.

Kendim için üzülmüyordum. Belki de bazı şeylerin bedeliydi bunlar. Belki anne ve babama karşı, hissettiğim nefretin bana geri dönüşünü bu şekilde görüyordum. Asla adlandıramazdım fakat yine de tüm bu acının bir sebebi olmalıymış gibi hissediyordum. Bu çok katı bir bedeldi belki de ama... yine de bir şeylerin bedeli olmalıydı.

Dümdüz, hiçbir neden yokken kötü bir şanstan dolayı bunu yaşamış olmayı kabul etmek istemiyordum. Bu dünyaya olan tüm inancımı kaybettirirdi. Adaletin varlığına dair olan tüm düşüncelerime bıçak saplardı.

Gerçi, adalet de çoğu zaman herkese uğrayan bir şey değildi. Hakan hocanın ölümü de tamamen adaletsizliğin pençesine takılmış bir olaydı. Ya da Ali denen adamın. İkisinin de evinde bekleyen çocukları vardı ve artık onların bir babaları olmamasının nedeni olan kişiye dün gece sımsıkı sarılmıştım.

Şu an uğruna bir anma töreni hazırlanan adamı, öğrencilerinden en son ben görmüştüm. Ölüm anında oradaydım ve katili biliyordum.

Polis deli gibi arıyordu fakat bulunacak bir delil yoktu ortada. Bunu da nasıl yaptıkları hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bu işin peşinin bırakılmayacağını söylemişlerdi ama nasıl? Hakan hocanın yanlış işlerle ilgilenmediğine içten içe emindim. Yanlış bir olaya kurban gitmiş olmalıydı. Onun kadar iyi niyetli bir insanın, kötü işler içerisinde olabileceğine dair herhangi bir mantık oturmuyordu kafamda. Öyle bir insanın öğretmenlikle işi neydi?

Durduğum sırada sıkıntıyla etrafıma bakındım. Gerçekten ne Aren, ne de Berk bugün okula gelmemişlerdi. Zaten Aren'in gelmeyeceğini biliyordum ama en azından Berk gelir diye düşünmüştüm. Bu tür işlerin bu kadar kolay bitebiliyor olması garibime gitmişti. Bir adamı öldürüp ardında bırakmak gerçekten, bu kadar basit miydi?

''Dün okulca çok kötü bir manzarayla karşılaşmış bulunduk.''

Müdürümüz konuşmaya başlayınca tüm öğrenciler şaşırtıcı bir şekilde dikkatini oraya verdi. Genelde bu tür konuşmalarda asla susmaz, inada daha da çok konuşurlardı ama sanırım herkes olayın şokuyla ve Hakan hocaya karşı duydukları saygı nedeniyle susuyordu.

Az çok hepimizin hissettiği şey benzerdi. Çoğumuz korkuyorduk. Belki benim korkumun nedeni çok daha başka bir şeydi fakat yine de endişeliydim.

Bir katilin suçunu örtbas etmesine yardımcı oluyordum. Sesimi asla çıkarmamıştım ve bir kez bile birine söylemek aklımdan geçmemişti. Dün gece bir katilin kolları etrafıma sarılmıştı ve ben bunu fazla büyük bir huzur içerisinde kabul etmiştim.

İçimde sızlamaya başlayan ufak bir acı ile beraber Hakan hocanın okulun duvarına asılmış olan resmine baktım. Eşi onun için oluşturulmuş olan ufak hatıra bölümü gibi bir kürsünün yanında üzgün bir şekilde oturuyordu. Müdürümüzden önce o minik bir konuşma yapmış, Hakan hocanın hayatında asla sahip olamayacağını düşündüğü türden bir eş oluşundan bahsetmişti. Onu çok fazla sevdiğinden ve bu kadar erken ölmeyi hak etmediğinden...

Cenazeyi öğlen defnedeceklerdi ve okula yaklaşık 2 gün ara verdiğini ilan etmişti. Bu kadar olan olaydan sonra birkaç gün deşarj olmaya herkesin ihtiyacı olduğuna inanıyorlardı.

''Okulda büyük bir arama yapılacak,'' diye devam etti müdür. ''Tüm öğrenciler gerekirse günlerce sorguya çekilecek. Kamera kayıtları inceleme altına alınacak ve ben kendi başıma da bunu yapan kişiyi bulacağım. Bunun sözünü verebilirim.''

Kısa bir alkış tufanından sonra tekrar konuşmaya başladı.

''Okuldaki güvenliğin sağlanabilmesi açısından katil bulunana kadar polis arkadaşlar okula bizlere eşlik edecek. Bugün de dahil, okul Pazartesi gününe kadar tatil edilmiştir. Sonrasında hiçbir aksaklık olmayacak. Hepinize iyi günler diliyor ve olan tüm olaylardan dolayı içten bir şekilde özür diliyorum. Cenazeye gelmek isteyen arkadaşlar, adresi birazdan anons edeceğim.''

Tabii ki de cenazeye gitmeyecektim.

Bu neyi değiştirirdi bilmiyordum ama vicdanen hayatımın en boğuk ve sıkıntılı anlarını yaşıyordum. Hakan hocayı bir çukurun dibinde görmek istemiyordum, bunu kaldıramazdım.

Bu yüzden Aren'e hızla bir mesaj atıp kendimi okulun dışına çıkarmayı çok daha mantıklı bir yol olarak görmüştüm.

Ama açıkçası bu da mantıklı değildi.

Öğretmenimin katiline güvenebilmek için ne tür bir boşluğa düşmüştüm bilmiyordum ama boşluktaydım işte. Ve o da bunu doldurabilmem için mükemmel bir seçenek gibi gözüküyordu.

Benimle ilgileniyordu. Bana dokunabiliyordu. Üstelik neler yaşadığım hakkında bir fikri yoktu o yüzden asla ön yargılı davranamazdı. Bir de beni iki kere ölümden döndürmesi, güven halini ister istemez doğuruyordu.

O kötü bir insandı, ama bana karşı değil.

Ve şu an için, benim umurumda olan tek şey buydu.

Birine ihtiyacım vardı. Uzun zaman sonra ilk defa yalnızlığımdan sıkılmıştım. Ve o, tam vaktinde kapımda belirmişti.

Uzaktan siluetini görünce yaslanmış olduğum duvardan kendimi ayırdım ve ufak adımlarla ona doğru ilerlemeye başladım. O da beni fark ettiği zaman hafifçe gülümsemiş, benim aksime hızla yanıma ulaşmıştı.

''Nasılsın bakalım, inatçı keçi,'' dedi, Aren beni kollarının arasında hafifçe sıkıştırırken. Sinirle kendimi kollarının arasından çektim ve kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. Tamam, bir kez sarılmış olabilirdik ama ben sınırları olan bir insandım ve bunlar bu kadar kolay bir şekilde aşılamazdı.

Ben genel olarak erkek düşmanıyken, Aren'in bu rahat tavırları yüzünden çıldırıyordum.

''Ne oldu yine?'' diye sordu yürümeye başlayıp. Birkaç adımla ona ulaştım ve yanından yürümeye devam ederken omuzlarımı silktim. Bir cevap alamayacağını fark ettiği zaman sinirli bir şekilde iç çekti ve sonrasında konuyu değiştirerek devam etti.

''Seninle kafeye uğramamız lazım,'' dedi soldaki sokağa sapıp. Biraz sonra bir arabanın önüne durunca onun arabası olduğunu anlamıştım. Berk'in arabası gibi, sade bir arabaydı. Çok fazla para etmediği anlaşılıyordu tabii ama hurda da değildi.

''Ben mi bindireyim?'' diye sordu çoktan binmiş olduğu yerden kafasını çıkarıp. Herhangi bir tepki de bulunmayarak ön kapıyı açtım ve kendimi içeriye yerleştirdim.

Veda'nın yanına gidiyorduk şu an. Ne gereği vardı hiç bilmiyordum ama sormak da istememiştim. Sevgilisiydi ve büyük ihtimalle özlemişti.

''Kayra,'' dedi birden merak barındıran bir sesle. ''Hiç sormuş olduğum bulmaca üzerine düşündün mü?''

Hışımla ona baktım. Biraz şaşırmıştım çünkü benim aklıma şimdi, yeni geliyordu. Bunun üzerinde düşünmeye çalışmak vakit kaybı gibi gelmişti. Bir çete gibi bir şeylerdi büyük ihtimalle ve bana verdiği bilgilerin daha farklı bir yola çıkacağını sanmıyordum. Bu yüzden hatırlamamıştım bile.

Birkaç saniye sonra çekingen bir tavırla başımı salladım. Bana hayal kırıklığı içindeymiş gibi bakarken bir yandan da yüzünde hazzın en uç hali yer alıyordu. Ulaşılamaz olmayı her zaman sevmişti sanırım, kişilik meselesiydi.

''Onu bulduğunda bilmek istediğin her şeyi anlatırım,'' dedi bir anlaşmaya varmak istermiş gibi. Ama ben sadece gülmekle yetindim. Ona hak ettiğinden fazlasını göstermiştim kendimle ilgili, hala da buna devam ediyordum fakat her şeyin belirli bir şeridi vardı.

''Bunun karşılığında...'' diye söze başladığı zaman teorik olarak doğru düşündüğümü anlamıştım. ''Sen de bana neden konuşamadığını anlatırsın.''

Ona, kısa süre için alaycı bir şekilde baktım ve önüme döndüm. Bazı olaylar, bir sırra karşılık olarak anlatılmak için çok fazla acı içeriyordu. Asla kendime bunu yapmazdım.

''Kayra,'' dedi bir elini yanağıma doğru uzatırken. Hızlı bir hareketle bana uzanan elini sertçe tuttum ve o anda Aren arabayı ani bir şekilde durdurarak bende kısa çaplı bir kalp krizi yarattı. Çok şiddetli sarsılmamakla birlikte fazlasıyla şaşırmıştım. Birkaç saniye sinirle beni süzdükten sonra eli, elimin arasından saten bir çarşaf gibi kaydı ve ben ne olduğunu anlayamadan boynumu kavradı. Bu sefer ellerimle tekrar koluna iliştim ama bundan hiç etkilenmemiş gibi devam etmişti.

''Sadece ne yaşamış olursan ol,'' diye başladı. ''Seni asla yargılamam diyecektim.''

Kalbimin ortasına yıldırım hızıyla kurulmuş olan acıyı görmezden gelmeye çalışırken bana karşı olan bakışları her şeyi çok daha büyük bir yokuşa sürüklemişti. Ben böyle destekleyici cümlelere alışkın değildim, asla da olmayacaktım. Bunlardan vazgeçmesi gerekiyordu.

''Sakın,'' dedi kaşlarını çatıp. ''Sakın ağlama.''

Ellerinin arasında olan kafamı güç de olsa sallayabildim ve dudaklarımı zorlayarak bir sahte bir gülüş ortaya çıkardım. Burnum birazcık yanmaya başlamıştı ama kendimi sıkıyordum şu an. Ağlayamazdım. Ağlamamalıydım.

''Kayra-''

Aren bir şeyler söyleyeceği sırada arkadan gelen korna sesleri yüzünden cümlesi yarıda kesildi ve bunun üzerine son kez elmacık kemiklerime dokunup ellerini yanaklarımdan geri çekerek direksiyona döndü. Yüzündeki ifadeden içinde bulunduğumuz ana dair çok da mutlu olmadığını anlayabiliyordum. Yine ciddiyetine bürünmüştü. Yine her zamanki gibi çok güzel duruyordu.

''Bana öyle bakmaya devam edecek misin?'' diye sordu bir süre sonra. ''Konsantre olamıyorum.''

Bir tepki göstermeden sakince önüme döndüm ve yolu izlemeye başladım. Normalde çok fazla gıcık olup yüzümü asmam gerekirdi ama nedense sessiz kalmayı tercih ettim. Zaten bir süre sonra kafeye yaklaşmıştık.

Aren, arabayı park edecek bir yer arayacağı için ben ondan önce inip kafeye doğru yürümeye başladım. İçeriye girmeyi çok düşünmüyordum çünkü Veda son olaydan sonra bana ne kadar yakın davranırdı bir fikrim yoktu. Tavrından çekindiğimden değil ama tatsızlık çıksın istemiyordum. Aren'in yanında zaten karşıt bir şekilde davranabileceğini de sanmıyordum, onun sözünden çıkmıyor gibi duruyordu.

Birkaç dakika sonra tek başıma İstiklal'in J'adore'a çıkan sokağına girdim. Veda arkası dönük bir şekilde bir adamla konuşuyordu. Onun olduğunu sarı saçlarından anlamıştım. Bu soğuk havaya rağmen üzerinde çok kalın şeyler yoktu. Klasik bir tişört, kot ve polar kombinasyonu ile beraberdi.

Kendimi çok belli etmemek için sakin adımlarla yanlarına yaklaşmaya başladım ve Veda beni göremeden kapının önünde duran masalardan birine oturdum. Adamın da çok dikkatini çekmiş sayılmazdım. Hararetle bir şeyler konuşuyorlardı.

''Emre,'' dedi Veda telaşlı bir sesle. ''Çok erken bir hamle olur bu. Saçmalama.'' Bunun üzerine kaşlarım istemsizce çatılmıştı. Fazla fark ettirmeden sandalyemi biraz daha onlara doğru kaydırdım ve arsız bir şekilde dinlemeye devam ettim.

''Güzelim, isterse erken olsun. O çocuğun icabına bakılması lazım artık. Benim kaybedecek bir şeyim yok.''

''Benim var ama!'' Veda şiddetli bir şekilde bağırdıktan sonra elini sinirle alnına geçirdi ve devam etti. ''Benim var! Anlamıyor musun?''

''Anlamıyorum lan!'' Karşısındaki çocuk sinirle tısladı. ''Anlamıyorum. Oldu mu?'' Sinirli bir şekilde Veda'nın kolunu tuttuğunda yanlarına gitmemek için kendimi sıkmış olduğumu yeni fark ediyordum. Eğer böyle bir hamle yaparsam yine tüm gözler benim üzerime dönerdi, üstelik hala bir çoğu bende asılıyken böyle bir şey yapmamam gerektiğinin bilincindeydim. Şu an tek istediğim şey Aren'in bir an önce gelmesiydi, o bilirdi ne yapılacağını.

Adı, Emre olan çocuk tereddütle etrafına baktı ve daha sonra devam etti. ''Bunu en başta sen de istedin, Veda. Sakın geri adım atma. Ailecek hepiniz Aren'i dibimize soktunuz, şimdi de ondan kurtulma zamanımızın geldiğini biliyorsunuz.''

''Emre, Aren çocukluğundan beri bizimle beraber!''

Evet, bunu daha önce Adnan abi de söylemişti. Aren'in çocukluğundan beri onlarla olduğunu biliyordum, ama bu kadar yakınlarından olan bir insandan ne isteyebilirlerdi? Ya da, bunca yıldır onu yok etmek için mi baştan inşa etmişlerdi?

Telefonum birden çalmaya başladığında tüm merakım yerini korkuya bırakmıştı. İçimden, siktir! diye saydırmaya devam ederken Veda'nın arkasına dönmesine fırsat vermeyip olabildiğince hızlı bir şekilde ayağa kalktım ve arkamı döndüm ama ne kadar etkili olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu.

Bu aptal çocuk beni arasa bile konuşamayacağımı bilmiyor muydu?! Birilerini öldürebilecek kadar kusursuz planlar yapıp, bunu akıl etmeyi nasıl başaramıyordu, hayret ediyordum.

Sinirle telefonu meşgule verdim ve sonrasında sessize alarak kafenin biraz ilerisine yürüdüm. Veda'ya dönüp bakamıyordum bile, çünkü döndüğüm anda yüzüyle karşılaşmaktan çekiniyordum. Onları dinlediğimi fark ederlerse bu bitişimin ilanı olurdu.

Tam olarak Aren'in karşıdan geldiğini gördüğüm sırada Emre denen adam da sinirle yanımdan geçmişti. Aren'in gittiği yöne doğru döndüğünde, sadece yürüyüp gitmesini bekliyordum ama yanlışlıkla olmuş gibi ona çarpmış, sonrasında ufak bir ''pardon''la orayı terk etmişti.

Şaşkın gözlerle Aren'in bana doğru yürümesini izlerken onda da hala bir parça sinirin var olduğunu görebiliyordum. Bugün, pek de şanslı veya bereketli bir gün değildi.

''Neden girmedin içeriye?'' diye sordu elini belime yerleştirirken. Bunun üzerine ters ters bakmayı ihmal etmeden yürümeye başladım. Omuzlarımı mızıkçı bir hareketle salladıktan sonra gözlerim kafenin önünü aramıştı. Veda ortalarda gözükmüyordu. Büyük ihtimalle beni fark etmemişti, eğer öyle olsaydı susacağını sanmıyordum. Ya da susmasını umuyordum.

''Sen bizimkileri çok takma,'' dedi Aren kafeden içeriye girerken. ''Biz hep kavga ederiz. Abartılacak bir şey yok.''

Sadece ufak bir şekilde gülümsedim ve gerginlikle gözlerimle içeriyi taradım. Veda kasada duruyordu. Yüzünde asla sahte gözükmediğine inandığım bir gülücük vardı ve az önceki sinirli ya da gergin, tüm halinden arınmıştı.

''Aren!'' deyip bize doğru yürüdü. ''Geleceğini düşünmemiştim.''

''Seni görmeden olur muydu be, güzelim.''

Birbirlerine sarılıyor oluşlarını izlemek istemediğimi bildiğim için kafamı başka bir yere çevirdim ve ilgilenmiyormuş gibi gözükmek için elimden geleni yaptım.

Sürekli beynimin içinden Aren'in bana dün sarıldığı an geldikçe biraz zor oluyordu. Yine de kendime onun benim hayatımda yeri olmadığını hatırlatmam sinirimin ayaklarımın altından çekilmesi için yeterliydi.

Veda, ne yaparsa yapsın şu an Aren'e sahip olan oydu. Ve ben hiçbir şeydim.

''Kayra, canım hoş geldin.''

Veda'nın sesini duyunca ona doğru döndüm ve tepkisiz kalarak bana uzattığı kollarına karşılık verdim. ''Aren'le ne kadar çok berabersiniz bu aralar ya.'' Bunun üzerine küçük çaplı bir kahkaha atmıştı ama ben yine de gülmek için kendimi zorlamıyordum. Aren, rahatsız olduğumu anlamıştı ki, Veda'yı kolundan çekip uyarır gibi gözlerinin içine baktı ve daha sonra masalardan birine oturdu. Ben de onu takip ederek yanına geçtim.

''Adnan abi...'' diye söze başladı Aren ama Veda hemen onun sözünü kesmişti.

''Şu sıralar ortada gözükmesen iyi olur, Aren,'' dedi üzgün bir sesle. ''Herkes çıldırmış durumda. İyice göze batmayın.''

''Veda ne yapmamı öneriyorsun?'' dedi Aren çenesi kasılırken. ''Bildiğim tek şey, yapabileceğim tek şey ortada. Bundan uzaklaşmamı nasıl söylerseniz?''

''Aren, doğru olmayan bir şey yaptın. Her şeyin bir bedeli oluyor.'' Veda'nın sesi üzgün çıkıyordu ama samimi olup olmadığı konusunda emin olamıyordum. Bunların hepsi tamamen bir yanıltmaca da olabilirdi.

''Veda, senin de desteğini kaybedersem...''

''Kimsenin desteğini kaybettiğin yok. Sadece bırak şu olaylar unutulsun.'' Birkaç saniye sonra devam etti. ''İstersen içeride yeni birkaç dosya var, onları incele. Biliyorsun, istediğin işi almakta serbestsin. Tabii-''

''Tamam. Daha fazlasını burada konuşmayalım.'' Aren rahatsız olmuş gibi bana baktığında yerin içine gömüldüğümü sanmıştım. Hala benden sakladığı birçok şey vardı ve bunu bilmekten içten içe nefret ediyordum. Fiziksel olarak karanlıktan hoşlansam da, beynimin ücra köşelerinin dahi aydınlatılmasına ihtiyaç duyuyordum. Duygularımın ve gözlerimin ışığa karşı antipatik olması, bilgileri kabul etmeyeceğim anlamına gelmiyordu. Aren hakkında daha fazla şey bilmek istiyordum.

''Ee, Kayra,'' dedi Veda birden. Dikkatim ona doğru yönelirken Aren'in gitmiş olduğunu da açıkça görebiliyordum. Veda'nın yüzündeki ifade değişmişti ayrıca. Çok daha soğuk ve çok daha kin dolu bakıyordu.

Beynimde, ''bizi gördü!'' feryatları çalkalanırken ne yapacağım konusunda herhangi bir fikrim yoktu. Yüzüne dümdüz, tepkisizce bakıyordum ama içten içe yanmaya başlamıştım bile. Aren tam zamanında bizi burada yalnız bırakmıştı. Yine en çok ihtiyacım olduğu an da. Yine benden nefret eden insanlarla.

Veda uzun bir süre beni süzdükten sonra gözlerini kısıp ''Uzatmayacağım,'' dedi. Tek bir kelimeyle büyük bir fırtınanın girdabına katıldığımı anlamıştım. Şimdi aramızda soğuk bir savaş başlıyordu işte. Ve benim elimde, kelimelerim dahi yoktu.

''Bizi dinlediğini fark ettim, Kayra,'' dedi zehirli bir sesle. Kelimelerinden dökülen tüm his, kanıma işliyor ve gerginlik olarak damarımda yerini buluyordu. Canımı yakmayı başarmıştı. Aren'den ayrılıp erken geldiğim için pişmanlık duyuyordum şu an. Bugüne dair yaşadığım her türlü iyi duyguyu tek bir kelimeyle nakavt edebilmeyi başarmıştı ve benden adımlarca ilerideydi.

''Ne kadarını duydun bilmiyorum ama,'' dedi yüzünü bana daha fazla yaklaştırıp. ''Emin ol, hiç iyi bir şey yapmadın.'' Hafifçe sırıttıktan sonra devam etti. ''Aren'e tek bir kelimesini bile söylersen... Ciddiyim seni yerle bir ederim, Kayra.''

Kafamı yana doğru yatırıp tehditkar bir şekilde gözlerimi kıstım. Beni yerle bir etmek mi? Hakkımda ne bildiğini sanıyordu ki? Beni ne kadar tanıdığını sanıyordu?

''Bakma öyle,''dedi Veda içimi okumuş gibi. ''Sen bizim nelerle uğraştığımızın binde birini bile bilmiyorsun. Ama ben senin hakkında Aren'den daha fazla şey biliyorum.''

Aren'in gelip gelmediğini görebilmek için kısa bir süre için etrafına baktı ve sonrasında sözlerine kaldığı yerden devam etti. ''Annenle babanın boşandığını biliyorum mesela,'' dedi gülümseyerek. Ama o kıvrımlarda kötülüğün izleri dolaşıyordu, iyiliğe dair tüm olguları def etmişti. Gözlerinden dahi bana karşı hissettiği tüm pislik belliydi. Düne kadar çok fazla iyi olduğuna inandığım birinin, anında bu denli değişmesi... iki yüzlülük müydü, yoksa sadece olması gerektiği gibi, saldırıya karşı alınan bir savuna mıydı, adlandıramıyordum. Veda bana asla böyle davranmamıştı. Bu ani hal değişiminin sebebi birkaç dakika erken attığım adımlardı, başka bir şey değildi.

''Annenin başka biriyle evli olduğunu, üvey kardeşlerin olduğunu ve bir abin olduğunu biliyorum. Ama bunlar çok önemli değil, bunlar basit şeyler. Asıl... asıl konuya gelmemi ister misin?''

Asıl konu.

Ne olduğunu çok merak etmiyordum. Birazdan dudaklarından dökülecek olan şeyler ezberimdeydi çünkü.

Biliyordu.

Başıma gelenlerden haberi vardı.

Tüm bilgilerime... her şeyime... ulaşmıştı! Ama nasıl?

''Duyduklarınla alakalı tek bir itiraf yap,'' dedi önüme yem koyar gibi. ''Tek bir itiraf ve Aren'de dahil tüm okul yaşlı bir adamın izlerini teninde taşıdığını öğrensin. Tek yanlış adım, batarsın, Kayra. Ciddiyim.''

Gözlerim yanmaya başlarken, aç şu ağzını, diye geçirdim içimden. Aç şu ağzını, Kayra. Ne olur bir şeyler söyle!

Ama boğazımda ardı ardına kuru kelimeler birikiyordu. Kanımda boğulmak üzereydim. Ve uğultular. Başımda dönen milyon tane uğultu vardı. Bir çoğu o geceye ait olan çığlıklarımdan koro oluşturuyordu. Bazıları polisin sorgusundan sesler içeriyordu ama çoğu... o iğrenç adamın iğrenç zevk inlemeleriydi. Ağlamamla beraber karışmış olan, o kirli ses. Vücuduma hissedemediğim aidiyet duygusu ve hepsi kalbimi terk etmiş olan o eski neşeli halim.

Göz yaşlarıma karışmalarını istemiyordum. Ama engel olabilmek her şeyden daha zor geliyordu. Hepsi birer birer yanağımdan boynuma doğru akarken birinin gözlerinin içine bakmak ilk defa bu kadar utanç verici olmuştu.

İlk defa bu kadar aşağılık ve asla aşılamaz.

''Bak, Kayra-''

Dinlemek istemediğimi bildiğim için ani bir şekilde yerimden kalktım ve saniyesinde Veda'nın eli koluma yapıştı. Ona hücrelerimde barınan tüm nefretimle beraber bakıyordum. Hiç kimseden nefret etmemiştim şu ana kadar, sadece o adam hariç. Ama artık Veda'dan nefret ettiğimi biliyordum. Ondan, gerçekten tiksiniyordum.

''Seni üzmek değil amacım ama-''

Kolumu elinden kurtarıp yürümeye başladım. Arkamdan bir şeyler söylemeye devam ediyordu ama hiç biri gerçeklik içermiyordu, biliyordum. O içinde gizli bir şeytan büyütmüştü şu ana kadar ve gösterdiği ilk kişi ne yazık ki bendim.

Tüm okların hedefi, her seferinde bendim.

Sıkılmıştım.

Sadece bir aydır Aren hayatımdaydı ama şimdiden yorulmuştum. Neden böyleydi? Neden biz sadece birkaç hafta aynı sınıfta barınmış, sonradan birbirlerini bir daha görmeyecek olan kişilerden olamamıştık?

Karışıklık, hayatımda ihtiyaç duyduğum en son şeydi. Bana iyi gelmiyorduysa, neden buradaydı?

Tüm gözyaşlarım en hunhar haliyle yuvalarını terk ederken İstiklal caddesine ulaşmıştım bile. Hızla yürüyor ve kime çarptığımı zerre umursamıyordum. Bir insan, sırrımı en adaletsiz haliyle öğrenmişken iyi olmayacağımı biliyordum. Ben, artık iyi olamayacaktım.

''Kayra!''

Ah, Aren.

Bana ulaşmasını istemiyordum. Bu yüzden sırtımdaki ağırlığı düşünmeden koşmaya başladım. İnsanlar bize bakıyordu ama umursadığım söylenemezdi. Tüm yükler hafiflemişti şu an gözümde. Tek hissettiğim ağırlık kalbime oturmuş olan düşüncesizce söylenen cümlelerdi.

''Kayra! Lütfen, dur!''

Kendimi İstiklal'den dışarıya attığım an da arka sokaklarından birine daldım. Aren ile aramda sadece birkaç metre vardı. Ensemde hissedebiliyordum onu.

''Kayra, ne olur,'' dedi Aren tekrar. Daha fazla kaçamayacağımı fark ettiğimde kendimi bir ileri ki sokakta boş bir inşaatın kapısına açılan yere kadar ulaştırmayı hedeflemiştim. Hiç önüme bakmadan kendimi caddeye attığımda ani bir fren sesi beni olduğum yere sabitlemişti. Sadece bir metre ötemde duran arabaya korku dolu bir şekilde baktım.

Tüm görüntüm bulanıktı ama içerideki adamın bana sövdüğünü görebiliyordum. İlerlemem gerektiğini fark edince hiçbir şey yapmadan caddeyi sakince yürümeye başladım ve Aren'in de arkamdan gelen sakin adımlarını tekrar bir güven çubuğu olarak görmeye başladım.

Hayır, bu sefer en ihtiyacım olduğu an da Aren yanımda değildi.

Eğer, bir silah alnıma dayandığı an geç gelse, çok daha huzurlu olabilirdim. Uzun bir süredir hayalini kurduğum bir şeyden beni böylesine alı koymasını üstüne bir de en çok kurtarması gereken zaman da öylece bırakmasını kaldıramıyordum.

İsteyerek veya istemeyerek. Bu konuda bencildim.

Beklediğim şey gerçekten ilgi değil, kendimle beraber gömülmüş olduğum yalnızlık dolu huzura tekrar geri dönebilmekti.

''Kayra,'' dedi tekrar, Aren. ''Ne bok yediğini sanıyorsun sen?''

İnşaatın içine girdikten sonra çantamı bir kenara fırlatıp ona baktım. Gündüz vaktiydi ama içerisi çok fazla güneş ışığı almadığı için karanlığa gömülmüştü. Yüzümü görmediğini umuyordum şu an. Çünkü sadece on dakika içerisinde o kadar çok yaş dökmüştüm ki, gözlerimin şiştiğini hissedebiliyordum.

''Derdin ne senin?'' dedi Aren üzerime doğru yürümeye başlayıp. Ona oranla ben de geriye doğru gitmeye başlayınca, kendimi duvara çarpar vaziyette bulmuştum.

Göğsümden derin nefesler etrafa doğru kopuyordu ve Aren'in elleri duvarda, başımın yanındaki yerine erişmişti. Beni kapana sıkıştırıyordu ve bundan nefret ediyordum.

''Söylesene, Kayra!'' diye bağırınca yerimden aciz bir şekilde sarsıldım. Ellerimle göğsünü kavrayıp itmeye çalışmıştım ama her zamanki gibi nafileydi. Egosuyla beraber sarsılmaz da bir gücü vardı. Yüzü, tüm güzelliğinden arınıp adeta bir canavarın sinirini yansıtırken, benim de yaşlarım gittikçe çoğalmaya devam ediyordu.

''Niye önüne bakmıyorsun kızım sen?'' deyip devam etti Aren. ''Derdin ölmek mi senin?''

Evet! diye bağırdım içimden.

Evet! Derdim ölmek! Ne olacak yani?

Aren birkaç şey daha söylemeye başlayınca bir anda bağırmalarına karşılık çığlık atmaya başlamıştım. Tüm sinirimi bu şekilde geçiştirmeye çalışıyordum. Patlamak üzere olan saatli bir bomba gibiydim ve Aren, yükseltmiş olduğu volümü ile pimi çekmişti.

''Gerçekten ölmek mi?'' Çok daha sert bir sesle bağırdı. ''Ölmek mi lan?'' Elini beline atıp silahını gözümün önüne serdiği zaman sertçe yutkundum ve onu itmeye çalışarak derinden bir çığlık daha attım. Her düşüncem sadece acıya açıktı şu an. Diğer hepsini reddediyordum.

''Bir kez daha şu silahı alnına yemek ister misin?''

Kontrol edilemez bir şekilde kafamı salladım ve kıpkırmızı gözlerimi açarak tekrar çığlık attım. Kelimelerim yoksa, kendimi ifade edebileceğim başka noktalar vardı ve şu an kalbimden sökülen her parçayı temsil eden şey her çığlık atışımda yırtılan ses tellerimdi.

Canım yanıyordu.

''Bu kadar kolay mı sanıyorsan sen ölümü, he?''

Yüzünü kulağımın dibine iliştirip var gücüyle bağırdı.

''Bu kadar kolay mı sanıyorsun, lan? Öldüğünde huzura kavuşacağını mı sanıyorsun? Cevap versene!''

Bunun üzerine deli gibi hıçkırmaya başladım. Ölünce de huzura kavuşamayacaksam, nedendi bir su tanesinden oluşup bu kadar cefayı çekişim? Neden?!

''Ölmeyeceksin, ulan.'' Aren şiddetli çıkışını yineleyince bu sefer bir çığlığımı boğazımda bastırdım. Belki şu an fiziken ölmeyecektim ama zihinsel olarak yok olmuştum. Ayaklarım beni daha fazla tutmuyordu. Güç alabildiğim tek yer Aren'in kollarıydı, onlara tutunuyordum.

''Söyle, Kayra!'' Sinirle bağırıp devam etti. ''Ölmek istemediğini söyle!''

İnatla kafamı iki yana salladım.

''Ölmek istemiyorum, de! Kayra, konuş artık! Yeter!''

Kafamın yanında duran elleri çenemi kavradı ve sertçe çekip dudaklarını kulağımın yakınına iliştirdi. Ben ise hala kafamı olumsuzca sallıyor ve ağlamaya devam ediyordum. Yere yığılmak üzereydim.

''Konuş!'' Tekrar kafamı salladım. ''Kayra, konuş! Seninleyim. Duyuyor musun? Seninleyim! Ne olursa olsun seni asla yargılamam, geri zekalı, söyle! Ölmek istemediğini söyle!''

Tekrar kafamı sallamak üzereydim ki tutup duvara sertçe çarptığı zaman şok olmuştum. Aniden tüm siniri tekrar vücudumda hissettiğimi fark ettiğimde neler yapabileceğimden korkuyordum. Kafamın arkasından ufak bir çizgi halinde kanın sıcaklığını hissederken Aren, son çıkışını yapmış, tekrar ve tekrar, ''Söyle!'' diye bağırmıştı.

Sabrım kabından taşarken durdum ve ne yaptığımı kavrayamadan dümdüz Aren'in yüzüne baktım.

Tüm çığlıklarım beynimi yumurtasına ulaşmaya çalışan spermler gibi istila ederken kendimden dahi beklemediğim bir sona imza atmıştım.

Ne olabileceğini hiç umursamadan uzun bir süredir tuttuğum tüm yükümü hafifletmeye karar verdim ve getirisini gram düşünmeden benim için ölümle eş değer olan vuruşumu yaptım.

Aren'in gözlerinin içine bakarken, ikimizin de kulaklarında yankılanan sesin, benim ses tonumdan var olmasına izin vermiş sonrasında ise dudaklarımdan, kanın tadını hissedebileceğim kadar yırtıcı bir bağrışma koparmıştım.

''Ölmek istemiyorum!''

***

Zor bir bölümdü, değil mi? :D

Merak etmeyin, Kayra hemen bülbül gibi ötmeyecek. :D

Yorumlarınızı bekliyorum. İthaflar devam ediyor. Lütfen yorumları arttırın.

Özellikle satır arası yorumlar vs. çok hoşuma gidiyor.

<3<3

Kiralık Katil'in grubuna herkesi bekliyorum! Sizleri seviyorum.

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

9.4K 423 16
Aylin İzgören, bir trafik kazasında ailesini kaybetmiş bir genç kızdı. Hiç bilmediği bir şehirde, hiç bilmediği bir barın hayatını değiştireceğini bi...
420K 20.4K 40
2018 HİKAYE USTALARI WATTYS KAZANANI Ruhum ruhuna çengelli bir iğne gibi batıyor, her ilmesini nakış eden bir terzinin, parmaklarındaki nasır olurken...
2M 75.8K 60
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
25.6M 909K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...