20 DAYS / TAEKOOK

By Soleillune_

8.5K 824 757

"Pekala öyleyse iyi haber, bağışıklık taşıyan biri var. Kanında bu lanet virüse karşı antivirüs taşıyan biri... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm

19. Bölüm

218 25 71
By Soleillune_

Merhabalar, nasılsınız?

Dehşet bir bölümle karşınızdayım tekrardan

öncelikle bir şey sormak istiyorum ve cevabınız benim için çok önemli

bölümlerde duyguları güzel verebiliyor muyum? Hissederek okuyabiliyor musunuz?

lütfen cevaplayın

ayrıca yorum yapmazsanız Taehyung u öldürürüm beni deli etmeyin

bu bir tehdittir!

anyway

iyi okumalar, sizi seviyorum

<3

---

Uzandığım yataktan tavanı izlerken istemsiz olarak elimi uzattım yukarı doğru. Direkt olarak oldukça zayıflamış olan kolum görüş açıma girdiğinde ifadesiz olarak bakmıştım bir süre.

Normal bir hastane odası gibi dizayn edilmiş bir odada kalıyordum. Hâlâ araştırma merkezindeydim. Ne kadar süredir buradaydım sayamıyordum bile artık. İki hafta ya da üç?

Jungkook u en son, buraya ilk geldiğimizde 'seni dışarıda bekleyeceğim' dedikten sonra görmüştüm. Gerçekten de beni beklemişti.

Çıktıktan sonra Doktor Park beni bu odaya getirmiş ve çalışmalar bitene kadar bu odada kalacağımı söylemişti.
Jungkook başta mırın kırın etse de kabul etmek zorunda kalmıştı.

Doktor Park odadan çıktıktan sonra biraz baş başa vakit geçirmiştik. Yüzümün her yerini nazikçe öpüp beni çok sevdiğini söylemişti defalarca.

Ama hepsi yalanmış. O günden sonra bir daha asla gelmedi.

Her gün onu bekledim gelecek diye fakat her gözlerimi odadın kapısına dikip onu beklediğimde kapı ya hemşireler tarafından ya da Doktor Park tarafından açılmıştı.

Onu o kadar çok özlemiştim ki sürekli olarak burnumun ucu sızlıyor, boğazım düğümlenip duruyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi.

Bir keresinde Doktor Park a ve Binbaşı Kim e Jungkook un nerede olduğunu sormuştum. Doktor Park bilmediğine dair bir şeyler söylese de Binbaşı Kim hiçbir şey söylememişti.

O bir asker, belki de göreve gitmiştir diye de düşünemiyordum çünkü Binbaşı Kim kendi ağzıyla Jungkook un ve diğerlerinin görevi başarıyla tamamladıkları için rütbe atlayacaklarını ve bir hafta izinli olacaklarını benim yanımda söylemişti. Şimdi olmasa da en son görüştüğümüz o gün bir hafta izni vardı ama bir daha asla gelmemişti.

En başta kabullenmek istemesem de, kendimi kandırmaya çalışsam da artık yavaş yavaş kabullenmeye başlıyordum. Jungkook beni kandırmıştı.

Beni sırf buraya getirebilmek için bana aşıkmış gibi yapmıştı. Aşkımız karşılıklıymış gibi davranmıştı. Aptal bense onu o kadar çok seviyordum ki buna inanmıştım.

Oysa ne kadar güzel yalan söylüyormuş bana sözler verirken, ne kadar da anlamlı bakıyordu gözlerime. Hepsi buraya gelene kadarmış.

Tahminime göre buradaki üçüncü haftama girmiştim. Birazdan beni tekrardan çalışmaların yapılacağı odaya götürmeye geleceklerini bildiğim için gözümden yanağıma doğru usulca akan yaşı elimle silmiş ve uzandığım yatakta oturur pozisyona gelmiştim.

Başıma giren ani sancıyla ellerimi başımın iki yanına koyup gözlerimi sıkıca kapatmıştım. Sikeyim, son bir haftadır başıma sürekli sancı giriyordu.

Sancı yavaş yavaş kaybolduğunda gözlerimi açıp yataktan kalkmış ve odadaki boy aynasının önüne geçip oldukça zayıflamış bedenime bakmıştım.

Göz altlarım çökmüş, yanaklarım az da olsa içeri göçmüştü. Burada beni çok iyi besliyorlardı fakat çalışmalar başladığından beri ağzıma bir lokma bile girse direkt olarak tuvalete koşuyor ve geri çıkarıyordum.

Midem inanılmaz hassaslaşmıştı. Asla ama asla bir şey yiyemiyor, yiyebildiğim iki-üç lokmayı da geri çıkarıyordum.

Aynaya yaklaşıp kolumun iç tarafını döndürmüş ve eklem yerimdeki iğne izlerine bakıp iç çekmiştim. Günde o kadar çok iğne ve serum yiyordum ki zavallı bedenim nasıl hâlâ dayanıyor hayret ediyordum.

Aynanın önünde kendime bakmaya devam ettiğim sırada fark etiğim şeyle hafifçe kaşlarım çatılmıştı. Yavaş adımlarla aynanın dibine girdiğimde gördüğüm şeyle gözlerim kocaman açılmıştı.

Sağ gözüm renk değiştirmişti. Uzaktan çok belli olmuyordu ama yakına girince oldukça koyu bir yeşil olduğunu görmüştüm.

Bu nasıl mümkün olabilirdi ki? İnsan gözü kendi kendine renk değiştiremezdi.

Korkuyla gözümü incelemeye devam ettiğim sırada kapının çalmasıyla bakışlarımı aynadan çekmiş ve kapıya doğru çevirmiştim.

Bir şey demediğimde kapı açılmış ve içeri giren bedenleri görmemle yüzümde buruk bir gülümseme oluşmuştu.

O an gözümü unutup direkt olarak her zamanki gibi neşe saçarak bana doğru gelen Mark a ve diğerlerine bakmıştım.

"Taehyung!" Mark heyecanla ve kocaman gülümsemesiyle birden bana sarıldığında gözlerimin dolmasına engel olamamıştım.

Buraya geldiğimizden beri onları hiç görmemiştim. Şimdi ise karşımda görmek beni biraz duygulandırmıştı.

O benden ayrıldığında bu sefer Yoongi sarılmış ardındansa Eponin sarılıp kaşlarını çatarak geri çekilmişti.

"Tanrım... Taehyung çok zayıflamışsın. Düzgün beslenmiyor musun?" dediğinde dolu gözlerimle gülümsemiştim tekrardan.

"Midem hassas bu aralar." diye karşılık verip bizden biraz uzakta duran Hoseok a bakmıştım.

Sanırım aramızda yaşanan tatsız olaylardan dolayı çekiniyordu ama onlar artık geçmişte kalmıştı. O kadar mutlu olmuştum ki gelmelerine her şeyi unutup bir kenara atmak istemiştim. Ki zaten onu öldürmek isteyen bendim.

Onun çekindiğini anladığım içinse birkaç adım atıp yanına giderek kollarımı ona dolamış ve diğerlerine sarıldığım gibi içten bir şekilde sarılmıştım.

Önce afallayıp hiçbir tepki veremese de birkaç saniye içinde o da kollarını kaldırıp benim bedenime dolamıştı. Bu huysuz adamı bile özlemiştim gerçekten.

Yavaşça ayrıldığımızda yüzüme bakıp boğazını temizlemişti. "Nasılsın?" İlk defa bana karşı böyle bir şey sorduğu için yüzümdeki gülümseme büyümüştü.

"İyiyim, sen... yani siz nasılsınız?" hem ona hem de diğerlerine ithafen konuşup tek tek hepsine baktığımda Mark sırıtıp tekrar yanıma gelmiş ve kolunu kaldırıp omzuma atmıştı.

"Biz de iyiyiz." Saçlarımı karıştırıp eskisi gibi benimle uğraşmaya başladığında Eponin gelip onu benden uzaklaştırmıştı.

"Bi rahat dur artık ya."

"Sana ne kızım." Mark ise oyuncu bir şekilde kaşlarını çatıp konuşmuştu. "Kıskanıyor musun yoksa?"

"Ne kıskanacağım seni be!" Eponin anında çıkıştığında Mark ın dudağının kenarı kıvrılmış ve sırıtmıştı.

"Özellikle beni kıskandığını söylememiştim ki." dediğinde ise Eponin kaskatı kesilmiş ve kızaran yanaklarıyla Mark ı omzundan iteklemişti.

"Bi git ya." Hemen ardından ilerleyip odadaki bir koltuğa oturduğunda Mark dibime girip fısıldamıştı. "Bu da bana aşık mı ne, anlamadım ki..." dediği şeyle hafifçe kıkırdadığımda o da benimle birlikte gülmüştü.

Tam o sırada ise kolumu tutup kaldıran bedenle gülüşüm silinmiş ve afallayarak başımı kaldırıp çatık kaşlarıyla kolumun eklem yerindeki iğne izlerini ve morlukları inceleyen Hoseok a bakmıştım.

"Bunlar ne?" diye ciddi bir ifadeyle sorduğunda hafifçe yutkunmuştum. O sırada diğerleri de merak etmiş olacak ki başıma toplanıp kollarımdaki izlere bakmışlardı Hoseok gibi.

"Hassiktir lan." Mark ın ettiği küfürle gerilip kolumu geri çekmiştim.

"İnanamıyorum, bu kadar dikkatsiz mi yapıyorlar işlerini? Ne hale getirmişler kollarını." Eponin sinirle konuşup kollarıma bakmaya devam ettiğinde bu sefer Yoongi konuşmuştu.

"Canını acıtıyorlar mı?" Sorduğu soruyla ortamda sessizlik oluştuğunda ve herkes pür dikkat bana bakmaya başladığında konuyu dağıtmak istercesine iç çekmiştim.

"Ne gerekiyorsa onu yapıyorlar. Boşverin şimdi bunları." Hafifçe gülümseyip birkaç adım atmış ve odadaki bir koltuğa oturmuştum.

Onlar da benim gibi diğer koltuklara yerleştiklerinde aklımı kurcalayan soruyu sormuştum direkt olarak. Belki de onlar biliyorlardı.

"Jungkook u gördünüz mü hiç? Uzun zamandır yanıma uğramıyor." Merakla sorduğum soru yüzünden yanımda ve karşımda oturan bedenlerin gerildiğini görmüştüm. Kimseden çıt çıkmamıştı.

Eponin ve Yoongi ye baktığımda ise gözlerinin hafif de olsa dolduğunu fark etmiştim. Bu yüzden içimde oluşan korkuyla, "Neden susuyorsunuz?" diye sormuştum.

Bir şey olmuştu. Kötü bir şey olmuştu ama bana söylemiyorlardı. Onlar... onlar Jungkook un nerede olduğunu biliyorlardı.

"Sana söylemediler mi?" Hoseok un sesini duymamla hızla bakışlarımı ona çevirmiştim.

"Neyi bana söylemediler mi?" Korku sinsi bir yılan gibi kanıma girip tüm bedenimi zangır zangır titretmeye başladığında tekrar sessiz kalan bedenlere karşı bu sefer kendimi tutamayıp istemsiz olarak sesimi yükseltmiştim.

"Neden susuyorsunuz! Konuşsanıza!" Yerimde duramayıp ayaklanmıştım.

"Taehyung sakinleş önce." Eponin de ayaklanıp yanıma gelmiş ve ellerini omuzlarıma koymuştu.

Onun yaşlandığı için daha da mavileşen okyanus gözlerine baktığımda tahmin ettiğim şeyin olmaması için tanrıya yalvarmıştım içimden.

Titreyen ellerimle kollarını itekleyip dolan gözlerimle hepsine tek tek bakmıştım.

"Sikeyim söylesenize! Jungkook nerede! Neden yanıma gelmiyor!"

"Taehyun-"

"O öldü Taehyung." Birden Hoseok dolu gözleriyle Yoongi nin sözünü keserek direkt olarak söylediğinde olduğum yere çakılmama sebep olmuştu.

Hiçbir tepki verememiştim. Ne ağlayabilmiştim ne de hareket edebilmiştim. O an beynimde sadece Hoseok un cümlesi dolanıyor ve idrak etmeye çalışıyordum.

"Taehyung... özür dilerim. Biz senin bildiğini sanıyorduk." Eponin tekrar omzumu tutmaya çalıştığında hızlıca geri çekilmiş ve başımı iki yana sallamaya başlamıştım. Gözlerimden yaşlar istemsiz olarak akıyordu.

"Şaka yapıyorsanız hiç komik değil." demiştim yüzümdeki buruk bir gülümsemeyle. Kabullenmek istemiyordum.

"Kapının arkasında, değil mi? Benimle alay ediyorsunuz." deyip Mark a bakmıştım. "Yine senin başının altından çıktı bu şaka, değil mi Mark?" deyip gülümsemeye devam ederken kapıya doğru ilerlemeye başlamıştım.

"İnanamıyorum sana Jungkook, sonunda Mark kendine benzetmiş seni de." diye gülümseyerek yürüyordum. Göz yaşlarım benim aksine bunun bir şaka olmadığını bilircesine gözlerimden istemsizce süzülüyorlardı.

Gözyaşlarım bile olayı kavrayıp kabullenmişti ama ben kabullenemiyordum.

Tam kapıyı açacağım sırada Hoseok kolumu tutmuş ve kapıyı açmamı engellemişti.

"Taehyung, yapma böyle." O da ağlıyordu. Hoseok, Mark gibi değildi ki. Şaka olsaydı asla böyle bir şakaya katılmazdı. Numaradan da ağlamazdı.

"Hoseok bırak." diye çıkışıp kolumu ondan kurtarmaya çalıştığımda beni daha sıkı tutmuştu. "Taehyung, bu bir şaka değil."

"Ya, ben de inandım bu dediğine." deyip gözlerimden akan yaşlara rağmen kıkırdamaya başlamıştım. Kıkırtılarım sesli kahkahalara döndüğünde Hoseok bu halime üzülmüş olacak ki bakışlarını yana çevirmişti.

Kısa bir süre sonra kahkahalarım yavaşça durmuş ve sesli bir şekilde ağlamaya başlamıştım. Sanki biri elini göğsümden içeri sokmuş, kalbimi eline alarak sıkıyormuş gibi hissediyordum. O kadar çok acıyordu ki canım, olduğum yerden hareket dahi edemiyordum.

Birden Hoseok beni kendine çekip sıkıca sarıldığında kollarımı kaldırıp ona karşılık bile verememiştim. Kollarım bedenimin iki yanından cansızmışım gibi sarkıyor, ciğerlerim patlarcasına bağırarak ağlıyordum.

O kadar ağır gelmişti ki bu his, zavallı bedenim daha da güçsüzleşmiş, kararmaya başlayan görüşümle bir anda Hoseok un kucağına yığılmıştım.


---


Ağlamaktan yorgun düşmüş bedenimle ve kızarmış gözlerimle oturduğum yataktan karşımdaki beyaz duvara bakarken hâlâ sızlayan kalbimle yüzümü buruşturuyordum ara sıra.

Bayılmıştım, gözlerimi geri açtığımda ise diğerlerini başımda endişeyle bana bakarken görmüştüm. İyice sakinleştiğime emin olduktan sonra ise bana her şeyi anlatmışlardı.

Jungkook en son benimle görüştükten sonra araştırma merkezinden çıkıp evine gittiğinde o hafta izinli olmasına rağmen ona önemli bir görev verilmiş. Jungkook her ne kadar itiraz etmeye çalışsa da emir büyük yerden geldiği için çok da karşı çıkamamış. Bana bile veda edemeden Jungkook u apar topar göreve göndermişler.

Sonrasında ise... Jungkook ısırılmış. Henüz tedavi bulunmadığı içinse görev arkadaşları Jungkook u vurmak zorunda kalmışlar. Bunu Jungkook un kendisi istemiş. Kimseye zarar gelmemesi için.

Bunları bana anlatıp bir süre daha ben ağlarken yanımda durmuş sonra tekrar beni ziyarete geleceklerini söyleyerek gitmişlerdi. Odada yine yalnız kaldığım için bir süre ağlamaya devam etmiş ve ardından sakinleşmiştim.

"Taehyung?" Birden gelen sesle irkilerek başımı yana çevirip içeriye girmiş olan Doktor Park a bakmıştım. O kadar dalmıştım ki içeriye girdiğini bile fark edememiştim.

"Ben kapıyı çaldım ama ses gelmeyinc-"

"Önemli değil." Düz bir ifadeyle konuşup geri önüme dönmüştüm. Doktor Park ise birkaç adım atıp yatağın önünde durmuş ve kendini açıklamak istercesine konuşmaya başlamıştı.

"Taehyung yemin ederim ki ben de bilmiyordum. Yani sana bilmediğimi söylediğimde yalan söylemiyordum. Ben de sen kriz geçirip bayıldığında öğrendim. Neden kriz geçirdiğini sorduğumda Mark gelip bana anlattı her şeyi."

Başımı kaldırıp ona baktığımda kızarmış gözlerindeki üzüntüyü ve sözlerindeki samimiyeti görebiliyordum. Jungkook u çok seviyordu, ölmesi onu da çok etkilemiş olmalıydı.

"Kendini açıklamana gerek yok, sana inanıyorum." dediğimde hafifçe gülümsemiş ve gözünden akan bir damla yaşı eliyle silmişti hızlıca.

"Taehyung biliyorum senin için zor bir gün ama çalışma saati geldi. Bana kalsa bugün dinlenmeni isterdim ama başkan ve Binbaşı Kim oldukça katı bu konuda."

İç çekip başımı iki yana sallamıştım. "Sorun değil, artık hiçbir şeyin önemi yok benim için."

Bacaklarımı yataktan sarkıtıp zemine basmış ve ayaklandığım sırada birden gözlerimin önünün kararmasıyla sendelemiştim.

Doktor Park anında beni yakalayıp düşmeme engel olmuş ve endişeyle, "İyi misin?" diye sormuştu.

Başımı olumlu anlamda sallayıp, "İyiyim, birden kalkınca anlık olarak gözlerimin önü karardı."

"Tamam, tutun bana." Koluna girmemi sağlayıp bana destek olmuş ve birlikte çalışmaların yapıldığı odaya doğru yürümeye başlamıştık.

"Binbaşı Kim biliyordu, değil mi?" diye yürürken sorduğumda başını olumlu anlamda sallamıştı.

"Biliyormuş."

"Neden bana hiçbir şey söylememiş?"

"Çalışmaların kötü etkilenmesini istememiş." Duyduğum şeyle sinirim bozulmuş ve gülmüştüm hafifçe. Adamın tedaviyi bulmak dışında düşündüğü hiçbir şey yoktu.

Oysa Jungkook bana onların aile gibi olduklarını söylemişti. Hiç mi üzülmemişti Jungkook un ölmesine?

Aklıma yine Jungkook un gelmesiyle gözlerim dolsa da tutmuştum kendimi. Kısa bir yürüyüşün ardından çalışmaların yapıldığı odanın önüne geldiğimizde derin bir nefes almış ve Doktor Park ın hemen arkasından içeriye girmiştim.

Fakat girer girmez gördüğüm şeyle kaskatı kesilmiş ve duraksamıştım. Tam benim yatacağım sedyenin yanında başka bir sedye daha vardı. Üstünde ise bir zombi bağlı ve baygın bir şekilde yatıyordu. Doktor Park a baktığımda onun da şaşkın bir şekilde kaşlarını çatarak sedyeye baktığını görmüştüm.

"O ölü mü?" diye gergin bir tonda konuştuğumda içeride duran Binbaşı Kim bana bakmıştı.

"Hayır, sadece baygın."

"Binbaşı, neler oluyor?" Bu sefer Doktor Park konuştuğunda onun bu olaydan haberi olmadığını anlamıştım.

"Bugün başka bir şey test edeceğiz. Taehyung, uzan lütfen." İfadesiz bir şekilde konuştuğunda olduğum yerde durup ona bakmaya devam etmiştim.

O ise hareket etmediğimi anlayıp tekrar bana, ardındansa yanımdaki bedene bakmıştı. "Doktor Park, Taehyung u uzandırın lütfen."

Doktor Park anlık olarak bir iç çekip tekrar koluma girmiş ve bana güven vermek istercesine gülümseyip zombinin uzandığı sedyenin yanındaki boş sedyeye doğru yürümeye başlamıştı.

"Rahatla." Sessiz bir tonda konuşup beni yavaşça sedyeye uzandırmıştı. Her zamanki gibi el ve ayak bileklerimi bağlamaya başladığında yavaşça başımı yana çevirip diğer tarafımda olan zombiye bakmış ve istemsiz olarak gerilmiştim.

Bu zombiyle ne yapmayı planlıyorlardı ki?

Doktor Park beni bağlayıp geri çekildiği sırada içeriye her zaman çalışmalara katılan iki bilim insanı daha girmişti. Biri kadın biri ise erkekti. Fakat bu sefer onlara ek olarak içeriye Başkan olan Carol Wilson da girmişti.

Yine jilet gibi giyinmiş, beyaz saçlarını özenle arkadan topuz yapmıştı. Onu buraya ilk geldiğimde görmüştüm bir tek. O zamandan beri görmediğim bu kadın neden şimdi gelmişti tekrardan?

"Bunun işe yaracağına emin misin?" İçeriye girdikten hemen sonra Namjoon a bakarak konuştuğunda Namjoon, "Emin değilim ama yüksek oranda işe yarama olasılığı var." diye karşılık vermişti.

Ne hakkında konuşuyorlardı hiçbir fikrim yoktu.

"Ya dönüşürse?" diye Carol tekrar konuştuğunda kaşlarım çatılmıştı. Aynı anda Doktor Park ın da kaşları çatılmıştı.

"Bağışıklığı çok kuvvetli, bugüne kadar enjekte ettiğimiz her hastalığa karşı direnç bile göstermeden hepsini anında yendi. En güçlüsünü bile."

Bir dakika... onlar bana hastalık mı enjekte etmişlerdi? Hem de defalarca kez, her türlü hastalığı.

Dehşetle suratlarına bakıp, "Bana hastalık mı enjekte ettiniz?" diye sormuştum.

Namjoon un gözleri bana doğru dönmüş ve, "Bugün yapacağımız şey için bağışıklığını test etmemiz gerekiyordu. Hepsinde yüzde yüz sonuç verdin Taehyung. Gerçekten mucize gibi bir şeysin." demişti.

Bana bugüne kadar her türlü hastalığı enjekte edip bir de gurur duyacağı bir şeymiş gibi anlatıyordu. Ayrıca bugün yapacakları şey neydi ki?

Bakışlarım tekrar yanımda yatan zombiye değdiğine aklıma gelen düşünceyle adeta kanımın donduğunu hissetmiştim.

Bana virüsü enjekte edeceklerdi.






Bölüm sonu




Sizce Binbaşı Kim in planı ne?
Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz

Baysü

Continue Reading

You'll Also Like

41.3K 2.9K 37
Bazı insanlar haketmedikleri haksızlıklara uğramalarına rağmen seslerini çıkarmazlar. Kimi ailesinden,kimi sevgilisinden,kimi en yakın arkadaşından k...
3K 269 26
Başkomiser Jeon Jungkook, Kore'nin mafya örgütünü yöneten Kim Taehyung'u yakalamak için evine ajan olarak gönderilir. Ama yaşadığı olaylar sonucu kaf...
96.4K 9.8K 16
Kasabanın hastanesinde hemşirelik yapan Jungkook ve onu tekrar görmek için yaralı taklidi yapan komutan, alfa Taehyung -Tamamlandı -Semetae -Düzyazı...
910K 20.7K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...