20 DAYS / TAEKOOK

By Soleillune_

8.5K 824 757

"Pekala öyleyse iyi haber, bağışıklık taşıyan biri var. Kanında bu lanet virüse karşı antivirüs taşıyan biri... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm

18. Bölüm

256 26 34
By Soleillune_

Merhabalar, nasılsınız? 

ben iyiyim

oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın

iyi okumalar, sizi seviyorum



---




"Buradan manzara daha güzelmiş." Jungkook la birlikte geldiğimiz ev bir binanın on ikinci katıydı ve içerideki bir kısım tamamen cam olduğu için buradan her yer daha net görünüyordu.

Gelir gelmez banyoya girip bir güzel temizlenmiştim. Çıktığımda Jungkook un bana verdiği ona ait olan bir eşofman ve bol beyaz tişörtü giyip, o da temizlenmek için banyoya girdiğinde saçlarımı havluyla kurutmuştum.

Bir süre boyunca büyülenmiş şekilde camın dibinde durup şehri izlerken banyo kapısının açılma sesiyle Jungkook un çıktığını anlamış ve mırıldanmıştım. 

Ona doğru döndüğümde altına sadece bir eşofman giydiğini, üst kısmının ise çıplak olduğunu görüp istemsizce utanmıştım. Saçlarını kurularken bana doğru adımlıyor ve gülümsüyordu.

"Beğenmene sevindim. Sonuçta artık sen de burada yaşayacaksın." 

Tam dibime gelip durduğunda başımı biraz kaldırıp ona bakmıştım. "Evet, belki aylar sonra." diye üzgünce mırıldandığımda kaşlarını çatıp çenemi kavramıştı.

"O kadar uzun sürmez çalışmalar." 

"Nerden biliyorsun?" diye dudaklarımı büzüp kaşlarımı çatarak homurdandığımda çatılı kaşları gevşemiş ve hafifçe gülümsemişti.

"Yapma şöyle, yemek istiyorum seni." dediği şeyle tüm kanım yanaklarımda toplanırken sıcakladığımı hissetmiştim. 

"Neyi yapmayayım?" anlamadığımı belirten bir surat ifadesiyle ona baktığımda ise gülerek başını iki yana sallamış ve anlık olarak gözlerini kapatıp geri açmıştı. 

Gözüme o kadar yakışıklı gelmişti ki o an, ne yapacağımı şaşırmış ve heyecanlanarak alt dudağımı kemirmeye başlamıştım.

Zaten vücuduna bakmamak için kendimi zar zor tutuyordum. Karşımda şu an bu şekilde durması hiç iyi değildi. 

"Taehyung..." tekrar gözlerimin içine bakıp mırıldanmış ve elini yanağıma yaslayıp baş parmağıyla nazikçe okşamıştı.

"Hım..." diyebilmiştim sadece çünkü ses tonu yüzünden erimiştim resmen. 

"Çok güzelsin." diye pat diye söylediğinde öylece kalakalmıştım. Bunu söylerken gözlerimin içine o kadar güzel bakıyordu ki insanın dili tutuluyordu. Bir şey diyemeyip sadece utangaçça bakışlarımı kaçırdığımda dudaklarımın üstünde onun dudaklarını hissetmiştim. 

Karnım anında heyecanla kasıldığında gözlerimi kapatmıştım. Dudaklarını sadece uzunca bastırıp nazik bir öpücük bıraktıktan sonra yüzünü geri çekmişti.

Çekildiği anda gözlerimi yavaşça açıp yutkunarak ona baktığımda yüzünde hâlâ aptal aşık gülümsemesinin olduğunu görmüştüm. 

"Yapmasana aniden şöyle şeyler." Bakışlarımı kaçırarak heyecanlı bir şekilde konuştuğumda hafifçe kıkırdamıştı. "Neden? Hoşuna gitmedi mi?" 

"Ondan değil..." diye mırıldanıp yanağımın içini dişlediğimde ise, "Heyecanlandırıyor muyum seni? O yüzden mi yoksa?" demişti. 

Bir şey demeyip yanağımın içini dişlemeye ve ona bakmamaya devam ettiğimde çenemi kavramış ve yüzümü kendine doğru çevirip bakışlarımızı birbirine kenetlemişti. 

"Bu kadar utangaç mıydın sen ya?" diye alayla konuştuğunda kaşlarımı çatmış ve elimi kaldırarak çıplak omzuna hafifçe vurmuştum.

"Yah! Utangaç değilim ben. Sadece sen şey yaptığında... yani şey olduğunda..." utandığım için konuşamadığımda daha da sinirlenmiştim. "Senin yüzünden işte kısacası." 

"Tamam tamam, kızma." sahte bir korkuyla konuşup tekrar güldüğünde onu göğsünden itmiş ve odadaki kanepeye doğru yürümeye başlamıştım. "Git ya." 

Tripli bir şekilde yürürken onun da arkamdan geldiğini hissediyordum tabii ki. Tam kanepeye ulaşacağım an birden arkadan belime dolanan kollar durmama sebep olmuştu. 

"Tamam özür dilerim, uğraşmayacağım seninle." diye gülerek konuştuğunda kollarından kurtulmak için çırpınmıştım. "Hâlâ gülüyorsun Jungkook ya." 

"Senin Jungkook diyen ağzını yerim." deyip birden yanağımı sertçe öptüğünde çırpınmayı bırakmıştım. İnsanı dumura uğratıyordu bu adam. 

Sessiz bir şekilde öylece ayakta dururken o arkadan bana sarılmaya devam ediyordu. Arada bir burnunu boynuma sürtüp kokumu içine çektiğinde huylandığım için elimde olmadan kıkırdamıştım. Ardındansa derin bir nefes alarak arkamı dönmüş ve gözlerinin içine bakarken kollarımı boynuna sararak dudaklarımızı birleştirmiştim. 

Tadına varmak istercesine yavaşça dudaklarını emerken o da beklemeden direkt olarak bana karşılık vermeye başlamıştı. Öylece ayakta dikilerek birbirimizin tadına bakıyorduk. Acele olmadan, birbirimizi hissetmeye çalışıyorduk. 

Kısa bir süre sonra yavaşça dudaklarımızı geri ayırdığımda gözlerimi de açıp nefes nefese onun gözlerinin içine bakmıştım. Onun da benden geri kalır yanı yoktu. Nefes nefese kalmış bir şekilde benim gözlerimin içine bakıyordu. 

"Uyuyalım mı artık?" mırıldanarak dediğim şeyle hafifçe yutkunmuş ve başını olumlu anlamda sallayıp alnımı uzunca öpmüştü. İkimiz de çok yorgunduk, geldiğimizden beri dinlenememiştik hiç.

Jungkook hem yorgun hem uykusuzdu çünkü buraya gelirken arabayı çoğunlukla o kullanmıştı. 

"Gel." deyip elimi kavradıktan sonra benimle birlikte geniş yatağa doğru yürümüştü. Yorganı kaldırdığında benden önce yatağa o girmiş ve gülümseyerek kollarını açmıştı.

Ben de ona bakıp gülümsemiş ve yatağa geçip açtığı kolları arasına girerek ona sımsıkı sarılmıştım.

"Yarın sana şehri gezdireceğim." dediğinde kocaman gülümsemiştim. "Gerçekten mi?" 

"Gerçekten." Birden aklıma gelen şeyle gülümsemem solmuştu. "Ama Binbaşı Kim yarın onun yanına gitmemiz gerektiğini söyledi." 

"Bir şey olmaz. Şehri gezdikten sonra gideriz yanına." 

"Kızmaz mı?" başımı kaldırıp gözlerinin içine bakarak sorduğumda başını iki yana sallamıştı.

"Kızmaz." Bunun üzerine bir şey demeyip tekrar başımı önüme eğip onun göğsüne yaslamıştım. 

Ertesi gün uyandıktan sonra kısa bir kahvaltı yapıp dışarı çıkmıştık. Uzun zaman sonra düzgün bir şeyler yemenin verdiği bir mutluluk vardı içimde.

Jungkook arabasını kenara park ettikten sonra benimle birlikte arabadan inmiş ve şehrin sokaklarında yürümeye başlamıştık. 

Yanımızdan insanlar gelip geçiyor, kimisi acelesi olduğunu belli edercesine telaşla ve hızlı adımlarla ilerliyordu. Sokaklar mekanlarla ve mağazalarla doluydu.

Çoğu da açık ve müşterilerle doluydu. Gerçekten de hiçbir şey olmamış gibi, her şeyden uzak bir şekilde eskisi gibi yaşıyordu buradaki insanlar. 

Etrafıma şaşkınlıkla bakınırken birden bacaklarıma çarpan şeyle durmuş ve aşağıya doğru bakmıştım. Küçük bir çocuk, yerde dudağını büzmüş bir şekilde dururken aynı onun boylarında küçük bir kız da ona iyi olup olmadığını soruyordu. İkisinin de sırtında çantaları vardı. 

Birden endişeyle çocuğa doğru eğilip, "İyi misin?" diye sorduğumda başını kaldırmış ve yaşlı gözlerle bana bakarken başını olumlu anlamda sallamıştı. 

"Kaç kere size yolda koşmayın diyeceğim ben? Bak, beyefendiye çarptın. Özür dilemelisin hemen." Genç, mavi gözlü, siyah saçlı bir kadın yanımıza gelip çocuklara doğru konuştuğunda çocuğa yardımcı olarak onu yerden kaldırmıştım.

Çocuksa kadının dediğini yaparak bana doğru dönüp çekingence konuşmuştu. "Özür dilerim." 

Çocuğa bakıp hafifçe gülümsemiştim. Kadın onun annesi olmalıydı çünkü bayağı benziyorlardı.

"Önemli değil." 

Kadın da gülümseyip bana ve Jungkook a bakmış ve, "Kusura bakmayın tekrardan, iyi günler." diyerek çocukların ellerinden tutarak yanımızdan ayrılmıştı. 

"Uzun zaman sonra ilk defa çocuk gördüm." dediğimde Jungkook la tekrar yürümeye başlamıştık.

"Burada en çok göreceğin şeylerden biri çocuk. İnsan nüfusunu yeniden genişletmek için politikalar uygulanıyor. İşe yarıyor da." dediğinde şaşkınca kaşlarımı kaldırmış ve anladığımı belirtircesine başımı sallamıştım. 

"Kadının aksanı iyi değildi. Ana dili ingilizce değil herhalde." 

"Burada çok fazla ırk var. Çoğu da buraya gelince öğreniyor ingilizceyi." 

"Sen de buraya gelince mi öğrendin?" diye merakla sorup ona doğru baktığımda başını olumsuz anlamda sallamıştı.

"Ben zaten biliyordum. Eskiden de asker olduğum için gerekliydi." 

"Hımm... anladım." diye mırıldanıp önüme döneceğim sırada birden tekrar Jungkook a bakmıştım. "Nereye gidiyoruz bu arada?" 

"Bir arkadaşımın mekanı var burada. Kahve içeriz diye düşündüm. Hem onunla da tanışmış olursun." 

"Çok var mı peki?" diye merakla tekrar konuştuğumda ise başını olumsuz anlamda sallamıştı. "Şuradaki kafe." Gösterdiği yere baktığımda küçük, tatlı bir kafe görmüştüm.

Sessiz bir şekilde Jungkook un yanında yürürken kafeye vardığımızda o önden girmişti. Ben de hemen ardından girdiğimde içeride birkaç müşterinin olduğunu görmüştüm. 

Küt bakır saçlı, çilleri olan kısa boylu bir kız ise bir masanın başında durmuş sipariş alıyordu. Siparişi aldıktan sonra anlık olarak başını kaldırdığında Jungkook u görmüş ve gözlerini kocaman açıp sevinçle gülümsemişti. 

"Jungkook!" hızlıca yanımıza gelip Jungkook a sımsıkı sarıldığında Jungkook a gülümseyerek sarılışına karşılık vermişti.

"Gelmişsin, çok özledik seni." dedikten hemen sonra ise Jungkook tan ayrılıp başını arkaya doğru çevirmiş ve almanca konuşarak birine seslenmişti.

"Frank, Jungkook ist da!" 

Birden kafenin içindeki bir kapı açıldığında aynı kız gibi bakır saçlı, çilli fakat uzun boylu bir çocuk heyecanla içeriden çıkmış ve aynı sevinçle yanımıza gelip Jungkook a sıkıca sarılmıştı. Çok yakındılar anlaşılan. Bayağı mutlu görünüyorlardı Jungkook u gördükleri için. 

"Dostum çok özledik seni." Kıza nazaran bozuk bir ingilizceyle konuşurken geri çekildiğinde Jungkook da kocaman gülümseyerek onlara bakıyordu. 

"Tamam tamam olayı drama etmeyin." Ardından bana bir bakış atıp tekrar diğerlerine dönmüştü.

"Sizi Taehyung la tanıştırayım. Taehyung, Hannah..." diyerek kıza baktığında kendime gelerek hızlıca elimi uzatmış ve kızla el sıkışmıştım.

"Memnun oldum." 

"Ve erkek kardeşi Frank." diyerek bu sefer de çocuğu gösterdiğinde onunla da el sıkışmıştım. Şimdi fark ediyordum, ikisi de yeşil gözlüydü. 

"Hadi oturun, size tatlı bir şeyler getireyim." Hannah heyecanla konuşup bizi köşedeki bir masaya oturtup Frank le birlikte yanımızdan ayrıldığında iç çekerek etrafıma bakınmıştım. 

"Pişt." Jungkook un seslenmesiyle bakışlarımı ona çevirdiğimde tek kaşını kaldırmıştı. "Ne oldu?" 

"Bir şey olmadı." diye karşılık verdiğimde ise gözlerini kısmıştı.

"Kıskandın mı yoksa sen?" dediği şeyle gözlerimi kocaman açmıştım. "Ne alakası var?" heyecanla konuştuğumda dudağının kenarı kıvrılmıştı.

"Kıskanmışsın, belli."

"Seninle uğraşamayacağım Jungkook." Evet kıskanmıştım. Herkesle böyle samimi ve yakın olmak zorunda mıydı ki? Sürekli birileriyle sarılıp duruyordu. 

"Bak, Hannah ı kıskandıysan eğer o benim çok yakın bir arkadaşım sadece. Buraya ilk geldiğimde bana çok yardımı dokunmuştu." dediğinde içim bir nebze de olsa rahatladığı için hafifçe gülümsemiştim. 

"Anladım." 

Bir süre orada oturup Hannah ın getirdiği tatlıları yemiş ve kahve içmiştik. Bazen Hannah bizimle sohbet etmek için yanımıza otururken Frank müşterilerle ilgilenmiş, daha sonra da Frank oturduğunda Hannah kalkmıştı. Burayı ikisi işlettiği için ikisi de aynı anda oturamıyorlardı.

Sohbet ettiğimiz süre boyunca da kıskanmamın yersiz olduğunu anlamıştım çünkü çok tatlı insanlardı ikisi de. 

Şimdi ise yine araştırma merkezi dedikleri yere gelmiştik. Fakat bu sefer Binbaşı Kim in odası yerine başka bir yere doğru adımlıyorduk.

Tahmin ettiğim gibi, geçen gün geldiğimizde gece yarısı olduğu için çok az insan vardı ama şu an bir sürü beyaz önlüklü insan, sürekli olarak bir şeyler üzerinde çalışıyorlardı. 

Aşırı gerildiğim için elimi Jungkook un koluna atıp sımsıkı tutunmuştum. Direkt olarak bakışları bana döndüğünde gerginliğimi anlamışçasına rahatlamam için içten bir şekilde gülümsemişti. 

"Korkma." 

"Elimde değil." diye cevap verdiğimde duraksamıştı. Onun duraksamasıyla ben de duraksadığımda tamamen bana doğru dönüp yanağımı kavramış ve nazikçe okşamıştı. 

"Sana kötü bir şey olmasına asla izin vermeyeceğim. Söz verdim, unuttun mu?" 

"Unutmadım..." diye sessizce mırıldandığımda tekrar gülümsemiş ve dibime girip alnımı uzunca öpmüştü. 

"Aranızda farklı bir boyutta samimiyet var herhalde."

Birden Binbaşı Kim in alaylı sesiyle geri çekildiğimde Jungkook benim aksime geri çekilmemiş, hatta elini belime koymuştu nazikçe. 

Samimi bir gülümsemeyle bize bakarken utangaçça bakışlarımı kaçırmış ve çaktırmadan iyice Jungkook un dibine girmiştim.

"Namjoon, nasılsın?" Jungkook da gülümseyerek sorduğunda Namjoon ellerini beyaz önlüğünün ceplerine koymuştu. 

"İyiyim, sizi de iyi gördüm." 

"Öyle." Kısa bir süreliğine havadan sudan konuştuktan sonra Binbaşı Kim önden, biz de onun arkasından çalışmaların yapılacağı odaya doğru gitmiştik.

İçeride dün tanıştığım Doktor Park ve iki tane daha beyaz önlüklü insan önlerindeki kağıtları incelerken bir şeyler konuşuyorlardı. 

Bizi fark ettiklerinde küçük bir baş selamı vermişlerdi ve susup kenara çekildiklerinde Binbaşı Kim le birlikte içeriye girmiştik. 

Ameliyathane gibi bir ortamdı. Oldukça soğuk bu odanın tam ortasında bir sedye duruyordu. Büyük ihtimalle benim yatacağım sedyeydi bu. Sedyenin hemen yanında tekerlekli bir masa ve onun üstünde ise türlü türlü alet vardı.

Odanın ilerisinde ise bir duvar yarıdan sonra yukarıya doğru tamamen camdı. Oraya bakakalmıştım. Sanki biri bizi izliyormuş gibi hissetmekten kendimi alıkoyamadım ve içime giren ürpertiyle irkildim anlık olarak.

Oda soğuk olmasına rağmen kasvetli değildi. Aksine yanan üç adet floresan lambaya odanın beyaz renkli duvarları eşlik ettiğinde göz kamaştırıcı bir aydınlık olmasına sebep oluyordu. 

Gözlerim rahatsız olduğu için hafifçe kısarak bakışlarımı o camdan çekmiştim ki Binbaşı Kim in konuşmasıyla bakışlarım bu sefer ona dönmüştü. 

"Jungkook, çalışmalar yapılırken senin burada olmaman gerekiyor." Dediği şeyle Jungkook a baktığımda o da bunu beklemiyormuşçasına kaşlarını çatmıştı. 

"Burada kalacağım Binbaşı." 

Namjoon iç çekip Jungkook a yaklaşmış ve omzunu okşamıştı rahatlatmak istercesine. "Daha rahat çalışabilmemiz için çıkman gerekiyor Jungkook. Ayrıca iznin yok zaten." 

Jungkook bir şey diyemeyip bir süre Namjoon un yüzüne bakmış ve ardından kulağına eğilip bir şeyler demişti. Ben korkuyla onları izlerken Namjoon, Jungkook ona her ne dediyse güven verircesine gülümseyip başını sallamıştı. 

Jungkook hemen ardından yanıma adımlayıp dibime girerek artık korkudan titremeye başlayan vücudumu sarmalamış ve bana sıkıca sarılmıştı. 

"Korkma tamam mı? Dışarıda seni bekliyor olacağım." Fısıltı şeklinde söylediği şeyle başımı onun göğsüne gömmüş ve bir süre titrememin geçmesini beklemiştim.

Biraz da olsun rahatladığımda Jungkook benden ayrılmış ve hafifçe gülümseyerek odadan çıkmıştı.

Şimdi odada ben, Binbaşı Kim, Doktor Park ve adını bilmediğim iki kişi daha kalmıştık. Ben onlara sessiz bir şekilde bakarken Doktor Park ve adını bilmediğim adam yanıma gelmiş ve beni sedyeye doğru götürüp uzandırarak bileklerimi sedyeye kemere benzer küçük şeylerle kelepçelemişlerdi. 

Bu ne sikimdi şimdi? 

Gözlerim şokla açılırken onlar bu sefer de ayak bileklerimden kelepçeliyorlardı.

Korkuyla onları izlerken Doktor Park ın yüzünde hoşnutsuz bir ifade yakalamıştım. Sanki bunu zoraki yapıyor gibiydi. 

"Bu gerekli bir şey mi?" diye titreyen sesimle sorduğumda cevap vermemişlerdi. Bunun üzerine tekrar konuşmuştum. "Neden beni bağlıyorsunuz?" 

"Bay Kim, lütfen rahatlayın. Ne yapıyorsak hepimizin iyiliği için yapıyoruz." Binbaşı Kim beyaz eldivenlerini ve maskesini takarken konuşmuş ve suratıma bakmıştı. 

"Gerek yok ama, ben kimseye zarar vermem ki?" diye korkuyla karşılık verdiğimde Binbaşı Kim hafifçe gülümsemiş ve odadaki adını bilmediğim kadının ona verdiği şırıngayı bana vurup uyuşturmadan önce konuşmuştu. 

"O hiç belli olmaz." 







Bölüm sonu




sizce Binbaşı Kim iyi biri mi?













Continue Reading

You'll Also Like

41.3K 2.9K 37
Bazı insanlar haketmedikleri haksızlıklara uğramalarına rağmen seslerini çıkarmazlar. Kimi ailesinden,kimi sevgilisinden,kimi en yakın arkadaşından k...
909K 20.7K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
6.2K 354 16
Kendi ülkesinden kaçan bir omega,ve kendi ülkesinde ve kalbinde onu ağırlıyan bir delta
300K 26.2K 47
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...