Matemler Visali (+18)

By ceydahasss

623 70 187

Babası Alton Kazakov tarafından şirketlerinin kuruluş yemeğinde varis ilan edildiğinde sadece mirasının sahib... More

MATEMLER VİSALİ
Bir Çift Kara Delik.
Geceden Önceki Visal.
Ölmeme Olasılığı.
Bir Celladın Dili Yoktur.

Hükümdarlar Ve Soytarıları.

74 6 2
By ceydahasss

MATEMLER VİSALİ

♍︎

Yeni bölüme hoş geldin, sevgili okur. Yıldızları parlatmayı ve cümlelerini eksik etmeyi unutma. Bölüm sonunda yeni karakterimizi görebilirsin.

♍︎


3. HÜKÜMDARLAR VE SOYTARILARI.

Muharebe vakti geldiğinde
er meydanına çıkan,
herbir etten kemikten beden
uğrana ölen olmak için—
savaşırdı.
hükümdar uğruna, bir hiç uğruna.

Gece başlamıştı.

"Bugünün bahsi Leo Servantes."

Toplantıyı normal şartlar altında Dikarov binasında yapardık ama tüm kurucular ve üst üyeler kutlama alanında olduğu için burada yapmaya karar vermişlerdi.

Dikarov, yaklaşık yetmiş sekiz yıl önce Türkiye ve Rusya arasındaki illegal işlerin zirve yaptığı bir dönemde ikisi Rus ve biri Türk kökenli olmak üzere üç kurucu tarafından kurulan bir örgüttür. Amaç iki ülke arasındaki bağları güçlendirmek ve dünya çapına yayılarak yüklü kazançlar sağlamaktı. 

Dikarov sadece bir örgüt değil, kurulmuş koca bir dünyadı. Gölgelere sığınmış olanların, kalabalık arasında görünmez olanlar ve de geceye ait olanların dünyasıydı.

Bunca yıldır hep babadan oğula geçmişti. Cinsiyet ayrımcılığından değildi bu saltanat değişimi. Bunca yıldır hiçbir kurucu aile bir kız çocuğuna sahip olamadığından babadan oğula geçmişti. Ben bir ayrıcılıktım ve bu yüzden benim işim diğer varislerden daha zordu.

Üç hükümdar vardı. Kazakov, Vladimir ve Yegerov soyları ile nefes almaya başlamıştı, Dikarov. İsmi soyundan gelenlerin parçalarından oluşmaktaydı. Yegerov soyu bir zamanlar sonra Alaton soyismine dönüşmüş ve bir daha Dikarov tarihinde ismine denk gelmemişti. Bunu sebebi Dikarov'u kuran üç kişiden birinin kadın olmasıydı. İlk ve tek kadın hükümdar. Yetmiş sekiz yıl önce buraya kuranlardan biride kadındı. Evlendiğinde ise Alaton soyismini aldığı için çocukları o soydan devam etmişti.

Ardından kurucular arasında bir anlaşma yapılmıştı. Dikarov yıllar sonra ne boyuta gelirse gelsin Rusya ve Türkiye arasındaki bağları koparmamak için başa gelen her varis diğer ülkenin insanıyla evlenecekti. Böylece her iki ülkenin kanı hükümdarların bedeninde bulunacaktı.

Alton Kazakov, Sergey Vladimir ve Turgut Alaton; üç hükümdar.

Helen Vira Kazakov, Zahir Vidar Vladimir ve Lodos Milan Alaton; üç varis.

Gece'nin üç efendisi ve Gece'nin üç çocuğuyduk biz.

"Evet, herkes hazırsa Gece'yi başlatıyoruz." Üst üyelerin lideri Mehmet Erdil'di konuşan. Daha otuzlu yaşlarının başında bir adamdı. Üst üyeler her ülkenin belli bir alan üzerindeki temsilcisiydi ve bu toplantı sadece belli başlı kişiler ile yapılmaktaydı.

Neredeyse koca toplantı salonunu kapsayan üçgen bir masadaydı herkes. Masanın üç köşesinde hükümdarlar ve varisler için ikişer koltuk konulmuştu. Diğer üç kenarında ise onar kişi olmak üzere toplam otuz üst üye vardı. Tabi bu kişi sayısı Dikarov'un çeyreği bile değildi.

Odaya girdiğimizden beri Zahir ile hiç göz teması kurmamıştım. Bakışlarının benim üzerimde olduğunu hissetsemde ondan yana olmamıştım. Ben şu an hükümdarın soytarısıydım; yalnızca onun yörüngesinde olabilirdim. 

Hemen yanımda, oturduğu tahtın üzerinde parmakların oynatışını görüyordum. Bunu gergin ve sinirli olduğu anlarda yapardı. Hiç şüphesiz bu öfkenin kime ait olduğu belliydi. Sergey Vladimir. Bu hayatta düşman olarak gördüğü yegane adam. Bakışlarım onun üzerinde değildi ama yeşillerimi aldığım gözlerinin tek hedefinin Vladimir olduğunu biliyorum.

Bizlerin dünyasında sadece üç şeyden korkmak gerekir; bir Kazakov'u karşına almak, bir Vladimir'e yalan söylemek ve bir Alaton'a ihanet etmek.

"Oğlun yine nerede kaldı, Turgut? Bu kaçıncı geç kalışı!" Duyan herkesi alaşağı eden sesi tüm heybetiyle koca salonda yankılanmıştı. Sözlerinin hedefi olan Turgut Alaton ellerini masada birleştirerek sadece "Birazdan gelir." demekle yetinmişti soğuk kanlılığıyla. Her hükümdar eşit haklara sahipti bu yüzden kimse birbiri üstünde üstünlük sağlayamazdı.

"Sencede bu cümleyi çok sık kullanmıyor musun, Turgut?" Bunu diyen Sergey Vladimir'di. O da Alton Kazakov'a katılıyordu ve bu nadir anlardan biriydi.

Turgut Alaton iki tarafın sıkıştırması arasında kalmasına rağmen surat ifadesini korudu. "Benim ne konuştuğum kimseyi alakadar etmez, Sergey. Madem bu kadar şikayetçisiniz, o halde oğlumun kusuruna bakmayın." Aynı zaman içerisinde kapının açınıp kapanma sesi duyuldu. Herkesin kafası kapıya çevrildiğinde baştan aşağı siyahlara bürünmüş Lodos Milan Alaton'u görmüştü.

Onu yıl içinde en fazla üç veya beş kez görüyordum. Ben ve Zahir'in aksine şu ana kadar hiçbir ciddiyetini görmemiştim. Alaylı tavırları yüzünden bir gün ölümle burun buruna gelecekti ama o zaman ne zamandı bilmiyorum.

Her zamanki gibi elleri deri ceketinin ceplerinde gevşek gevşek yürüyerek yerine doğru ilerliyordu. Bazıları buna aptallık derken bazıları da deli cesareti derdi. Yerine yerleştiğinde herkese hitaben "Kusura bakmayın biraz geciktim. Son dakika işlerim çıktı." Son dakika çıkan işleri boynundaki kırmızı rujdan belli oluyor.

"Dua et bugün Kazakov'un kuruluş yıldönümü, Milan. Yoksa baban bile seni elimden alamazdı." Alton Kazakov tehditkar sesiyle doğruca Lodos'a bakarken onun gözleri bende durmuş ve göz göze geldiğimizde çapkın bir şekilde göz kırptı. "Vay be!" dedi hayretle. "Sonunda sende aramıza katılmışsın, Minik Kazakov."

Minik mi?

"Sende sonunda işlerinden vakit ayırıp aramıza teşrif edebilmişsin, Lodos," Kaşlarımla masanın altında kalan alt bedenini işaret ettim. "Miniğinle."

Masada sadece birinin gülme sesi duyulmuştu. Yüz ifadesine bakmak istedim ama bakamadım. Göz ucuyla baktığımda bıyık altından halen sırıttığını fark ettim. O sırada yanımda başka bir hareketlilik sezdim. Konuşmamdan hem rahatsız olmuş ama aynı zamanda da Lodos'a cevabını verdiğim için hoşnut olmuş gibiydi.

Lodos dediğime hiç alınmayarak kısılan masmavi gözleri arasından serseri bir sırıtmayla dudaklarını araladı. "Artık vaktinde gelmem için çok güzel bir sebep var, Minik. Hiç endişen olmasın."

Cevap vermek üzeyken aralanan dudaklarım Sergey Vladimir yüzünden kapanmıştı. "Yeter bu kadar şamata! Herkes kendine gelsin! Kim ve kimin çocukları olduğunuzu unutmayın ve ona göre davranın."

Lodos dakikalardır yüzünden eksiltmediği sırıtmasıyla arkasına yaslanarak yerine iyice yaylanmıştı. Ben ise duruşumu daha da dik konuma getirerek tüm ciddiyetimi takındım. Sözü İspanya'daki konsolosluktan bir üst üye devraldı. "Leo Servantes'den en son on iki mart tarihinde haber aldık. Kamera kayıtlarına göre o gün sabah dokuzdan akşam sekize kadar kendi gazinosundaydı. Sonra şahsi aracı ile beraber oradan ayrılıyor ve Türkiye'ye gelecek olan malların sevkiyatı için limana doğru yol alıyor fakat belli bir yerden sonra aracın izini kaybediyoruz."

"Bizden sevkiyatı gerçekleştirecek olan adamlarımız peki?" Bunu diyen Türkiye'deki üst üyelerden biriydi.

"Onlarda sıra dışı bir şekilde gittikleri gemi arızalanıyor ve denizin ortasında kalıyorlar. Yani İspanya ile hiçbir şekilde temasa girmiyorlar."

Alton Kazakov daldı bu sefer konuşmaya. "Kasıtlı yapıldığı belli bir şey bu, Turgut. Son zamanlarda ters düştüğün birileri var mı?" diye sordu sitemli bir ifadeyle. Eğer sipariş edilen mallar gelmezse maddi yönden zarara uğruyacaklardı ama mühim olan bu değildi; Leo denen adam onların en güvenilir adamlarında biri. Yeni bir akışı sağlamak uzun sürerdi ve bu geçen her süre onları daha büyük zararlara sokardı.

"Benimle ters düşen birileri varsa da şu an hepsi cehennemin dibindedir, Alton. Emin ol." Turgut Alaton kesin tavrı her şeyi açıklıyordu. Herhangi bir tahmini yoktu.

Bu benim katıldığım ilk resmi Dikarov toplantısıydı ve bu yüzden kendimi göstermem gerekiyordu. Aynı zamanda da Alton Kazakov'un gözüne girmem gerekiyordu. "Belki de bunu yapan bizim değil Leo'nun düşmanıdır?" diye bir ihtimal attım ortaya. Tüm kurulun bakışı bana dönerken gerginliğimi arka plana atıp sadece kendisinden son derece emin olan Helen'i gösterdim.

"Açıkla." dedi yanımdaki ses.

"Servantes, dünya çapında tanınmış gizli bir uyuşturucu kaçakçısı. Ayrıca anne tarafından ispanyol olsa da baba tarafından İtalyan ve İtalya uyuşturucu dünyasında en güçlü ülkelerden biri. Birileri Leo'yu gözüne kestirmesi muhtemel."

Verecekleri tepkileri merakla beklerken ilk tepki veren Turgut Alaton oldu. Şüphesiz üç hükümdar arasından en sıcak kanlı olan oydu. Hoşnut olmuş bir ifadeyle "Gayet mantıklı."

"Bunun için hemen araştırmalara başlayabiliriz." dedi Mehmet Erdil.

Duymak istediklerim söylenmişti ama söylemesini istediğim kişiler değildi. Hemen yanımda oturuyordu ama ne düşünüyordu en ufak fikrim yoktu. Mantıklı gelse bile sırf ben söyledim diye tezimi anında çürütmeye çalışabilirdi. Çünkü bu tamda onluk hareketti. "Hemen araştır, Mehmet. Ve sakın elin boş döneyeyim deme." Eğer tek başıma olmasaydım kocaman gülümserdim hatta kahkaha atardım. Hiçbir şey dememişti ama verdiği emir her şeyi açıklıyordu.

Tabi bu içten zaferim kısa sürmüştü. Hiç beklemediğim biri ile.

"Yetersiz," dedi kapkara gözlerini bana çevirerek. Bu sefer bende yüzümü ona çevirmiş doğrucu gözlerinin içine bakıyordum. "İtalya'da adını duyurmuş yüzlerce gizli uyuşturucu kaçakçısı var."

Meydan okuyan bir tavırla "Araştırma yaparak-"

"Kesin bir sonuç vermez."

"Uzun süreli bir araştırma sonucu eminim-"

"Maddi yönden düşünürsek o kadar vaktimiz yok."

Birazdan kafamdan buharlar çıkacaktı yemin ederim. Yukarıda konuştuğum adamla şu an konuştuğum adam aynı kişi miydi? Bok herif! Konuşmama fırsat bile vermiyordu! Resmen beni küçük düşürmüştü! Bu, bir Kazakov'u karşına almak demekti ve yapabileceği en büyük hatayı yapmış olmaktı.

Şekilden şekile giren surat ifadem onu eğlendiriyordu. Bir kolu koltuğunun kolundayken diğer kolu koltuğunun başından gevşekçe sallanıyordu. Bu rahat oturuşuna rağmen belli bir ağırlı vardı. Şimdi fark ettim de yeterince gülümsediğinde kocaman gamzeleri belli oluyordu. Gözlerim birkaç saniye gamzelerinde takılı kalırken kafamı iki yana salladım ve esli halime geri büründüm.

"Galiba herhangi bir fikrin yok ki sadece benim fikirlerime karşı çıkıyorsun." dedim sahte ve yapmacık gülümsememle. Gözüm kısa bir an Lodos'a çarptı. Film izler gibi bir bana bir ona bakıyordu ve son derece keyif alır bir hali vardı. Gevşek!

"Gerçek bunlardan ibaret a-"

"Kime gerçek, kime yalan."

O an sanki kulaklarıma dolan yalancı fısıltılar ikimizi de esir almıştı. Daha önceden okumuş olduğun bir yazıyı tekrar okuduğunda anımsamak gibiydi. Tam anlamıyla bir deja vu.

İbaretler, yalancıdır. Kimine gerçek, kimine yalan olduğunu bilemezdin.

Biz iki yabancıydık; ama gözlerimiz aynı dili konuşuyor, çıkan sözler daha önce yaşanmamış bir yaşanmışlığı hatırlatıyordu.

"Doğru," dedi bir anda. Gözlerinin olabilirmiş gibi daha da koyulaştığını fark ettim. "Haklısın." Şu an hiç kimsenin aramızda ne olup bittiğini anlamadığına emindim. Gel gör ki, ben bile anlamıyordum. "Ben hep haklıyımdır." dedim ketum bir sesle. "Ayrıca cümlemi bitirmeme izin verseydin babasınında uyuşturucu işinde olabileceğini ve belki de bunun düşmandan çok aile içi bir çatışma olma olasılığından bahsedecektim. Böylece zaman kaybı dediğin şey sadece işe yarar bir fırsata dönüşür."

"Ne demek istediğini tam olarak açıklar mısın, Helen?" Sergey Vladimir tüm dikkatini bana toplamış bir haldeydi. Hükümdarın düşmanını zekan ile etkilemek atabilecek en büyük adımlardan biriydi.

Ufak bir gülümsemeyle karşılık verip açıklamaya başladım. "Dediğim gibi, Leo'nun babası doğma büyüme İtalyan. Leo henüz daha otuzlu yaşlarında ve genç yaşına rağmen en çok iş alan uyuşturucu kaçakçılarından biri. Bunun arkasında başarıdan çok bir güç olması lazım. Aileden gelen bir güç. Belki babası veya babasının iş yaptığı biri ile arası açıldı ve ona bir suikast düzenlenmiş olabilir."

"Ya da sevgili Leo'muz şu an sikini sallar vaziyette keyfine bakıyor." diyen Lodos ile Turgut Alaton tarafından uyarıcı ve ölümcül bir tonda öksürük sesi geldi.

"Ne?" dedi kafasını iki yana sallayarak. "Sonuçta bu da bir ihtimal."

Alton Kazakov'a göz ucuyla baktığımda sabır dilenir bir hali vardı ama ancak Lodos'un bu alaylı tavırlarına alışmış olmalı ki gereğinden daha az tepkiler veriyordu. "Turgut," dedi sabır dilenircesine. "Oğlun tavırlarına derhal çeki düzen versin yoksa ben veririm."

"Yalnız ben buradayım, Alton amcacağım. Babama değil bana söyleyebilirsin içinden geçenleri. O mesafeyi aşalı yıllar oluyor sonuşta." Lodos bildiği ölüme kafa atıyordu farkında olmadan. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Benim dışında birinin Alton Kazakov ile dalga geçme cüretini kendinde bulması epey hoşuma gitmişti.

Fakat onun bu tavır karşısında bu kadar sakin kalamayacağını biliyorum. Muhtemelen işin içinde bambaşka bir iş vardı ki Lodos'a karşı bu kadar sakindi. Ama bir hükümdar ne olursa olsun onu ciddiye almayan birini asla affetmezdi. Bu yüzden er yada geç bu işin çaresine bakacağına emindim.

"Lodos!" Turgut Alaton bu defa sesini yükseltmişti. "Ya sakince oturur dinlersin yada çekip gidersin!"

Lodos dudaklarına hayali bir fermuar çekerek 'ne haliniz varsa görün' dermiş gibi rahatına bakmaya devam etmişti.

"Eğer izniniz varsa hemen araştırmalara başlayabilirim, efendim." Mehmet Erdil gözlerini üç hükümdar üzerinde gezdirerek hepsinden izin ister gibi baktı. "Araştırma yapılacak Mehmet," diyerek söze başladı Sergey Vladimir. "Ama sen değil." diyerek tamamladı onu Turgut Alaton.

Biliyordum.

Yukarı katının boşuna kapatılmadığını biliyordum. Üçü kutlama sırasında orada bir şeyler konuşmuş olmalıydı ki üst üyelerin liderinin bile haberi yoktu. Çünkü Alton Kazakov'un bakışları Sergey'e ilk geldiği zamanki gibi değildi. Durgunlaşmıştı. Bunun sebebi de yukarıda konuştukları şey olmalıydı. Ve niyeyse içimden bir ses konuştukları konunun bizler hakkında olduğunu düşünüyordum.

"Artık herbirimizin varisinin bu masada bir koltuğu var." Duymaya hazır olduklarım şeyler karşısında nefesimi tuttum. O an Zahir ile göz göze geldim ve sanki o da düşündüğüm şeyler düşünüyormuşçasına yerinde dikleşmişti. Bu işin sonu nereye gidecekti emin değiliz ama işin boyutunun hayal ettiklerimizin çok daha ötesinde olduğundan bihaberdik ikimiz de.

Vladimir sözü aldı. "Dikarov, tarihi boyunca üç hükümdarın otoritesi ile yönetildi ve çocuklarıda ona göre yetiştirildi. Üç varis, üç koltuk. Lakin bundan sonra eski usullerle göre değil bizim koyduğumuz kurallara göre hareket edeceğiz." dediğinde salonda uğultular başlamıştı. İlk izlenimler üst üyelerinin hiçbirinin bu durumdan hoşnut olmadığını gösteriyordu. Sonuçta yeni kurallar yeni değişiklikler demekti. Bu masada oturan herkesin koruması gereken bir koltuğu vardı.

"Bizlerden sonra Dikarov üç hükümdar ile değil tek bir hükümdar ile yönetilecek."

Üç varis aynı anda göz göze geldik.

Geldiğinden beri hiçbir ciddi davranış göstermeyen Lodos bile bambaşka birinin kimliğine bürünerek ciddileşmişti. 

Masallarda, kendisine biçilen ömrü tamamlayamadan öleceğini bilerek her gün nefes alırdı her varis. Kader anı gelene kadar mükemmel bir hayat yaşar, hayatın tüm zenginlikleri önüne serilirdi; ölmeden önce son yemeğini yiyen idam mahkumu olduğundan habersizce.

Kader anı kapıyı çalıncaya kadar diğer varislerin her anında yoldaşlık eder, gerektiğinde sırt sırta verirlerdi. Çünkü bu dünyada bir varisi anlayabilecek tek kişi başka bir varistir.

Kader anı kapıyı çalar, tacını devredecek olan hükümdar halkına yeni hükümdarlarını açıklayacağını söyler. İşte ilk o zaman gerçek ölüm korkusu ile yüzleşir her varis. İlk o zaman her daim sırt sırta verdiği diğer varisler ona düşman gibi gözükür. Çünkü farkında olmadan onlarda onun ölüme sebep olacak urgan ipini ellerinde tutuyorlardı.

Artık her varisin yapacağı bir seçim vardı. Ölmek veya öldürmek. Evet, aralarından biri yaşacaktı ama hayatları iki dudak arasından çıkacak iki çift söze bırakamazlardı.

Eğer öldürmezse kendi ölürdü.

Eğer öldürürse vicdanı onu öldürdü.

Eğer yaşarsa öldürmek zorunda kalırdı.

Seçilen varis devri geldiği zaman halk üzerinde otorite sahibi olmak için diğer varislerin canına kıyardı. Bu yüzyıllar boyu süren yazılı olmayan bir kuraldı. Diğer bir seçenek ise herhangi bir varis seçilmeden diğer varisleri öldürerek tahta doğru giden yolu kendi elleri ile temizlemekti.

Zahir, Lodos ve ben. Şimdi o kader anını bekleyen varislerdik. Önümüzde üç seçenek vardı. Öldürecektik, ölecektik yada vicdanımızın bizi öldürmesine izin verecektik.

"Bunun için ise bir yıl boyunca Dikarov çatısı altında herbir işle onlar ilgilenecekler. Bir nevi veliaht hükümdar görevini üstlenecekler. Yılın sonunda kim daha başarılı olursa yeni ve yegane hükümdar o olacak ve Dikarov monarşi yönetimine geçecek."

"Bu yüzden ilk görevleri Leo Servantes'i bulup Dikarov'a getirmek olacak."

Kulağımda annemi öldüren celladın fısıltısını hissettim. "Sen bir Kazakov'sun, Vira. Benim adımı hiçbir şekilde kirletemezsin. Bu savaşın tek bir kazananı olacak ve o kişi sensin, moya doch'. Yakın bir zamanda Dikarov yalnızca senin emirlerin altında çalılacak. Buna alışsan iyi edersin."

Muharebe vakti geldiğinde her bir asker bir şeyler uğruna ölmek için savaşırdı. Bizim savaşımızda uğruna ölen olmak içindi. Hükümdar uğruna, bir hiç uğruna...

Toplantı bittiğinde sarhoş olmuş gibi hissediyordum ama beni sarhoş edecek kadar margarita içmediğimi biliyordum. O salondan çıktığım anda aynı bir ayyaş gibi sersem adımlarla yürümeye devam etmiştim. Hemen arkamdan o da çıkmıştı ve halen arkamda yürümeye devam ediyordu. Binanın dışarısına çıktığımda sağa saparak arabama doğru ilerledim. Binanın çevresi güvenlikler ile sarılı olduğundan aramızdaki mesafeyi koruyordu.

Nihayet arabımın yanına geldiğimde arabama bakarak bugün bir kez daha gülümseyerek iç çekmiştim. Yıllar boyunca maddi durumumu da saklamak zorunda kalmıştım. Çünkü çoğu yıllarımda Kazakov bünyesinin o meşhur zenginliklerinden yararlanamamıştım. Ta ki iki yıl önce Alton Kazakov yanıma gelip siyah bir kredi kartı uzatına dek. İlk başta onun pis parasına sırf eğlenmek için dokunmak midemi bulandırmıştı. Bu yüzden sürekli bir yerlere bağışta bulanarak vicdanımı rahatlatmaya çalışıyordum. Sonra ise intikam planlarım için kullanmaya başlamıştım ve en sonunda da bu arabayı almıştım. Henüz Figen veya Vera'nın haberi yoktu. Gördüklerinde ne tepki vereceklerini epey merak ediyordum.

Paltomun cebine sıkıştırdığım anahtarı alıp arabayı açmıştım. İçine girdiğimde aynı zaman diliminde yan kapı açılmış ve hemen ardından kapanmıştı. "Ne o araban mı yok?" diyerek alayla kafamı ona çevirdim.

Uzun boyundan dolayı arabanın içine sığamamıştı. "Siktir," diye mırıldandı bulunduğu dar alan içerisinde. "Bu koltuğu bu kadar öne alanın yedi ceddini-" Daha devam edecekken araya ben atladım. "Hop, hop!" dedim Türkçülük damarlarımı konuşturarak. "N'oluyoruz?"

Gerçi karşımda iki büklüm duran adam karşısında ciddi kalmak pek mümkün değili. "Araba maen ufak zarar ver bak bakalım kimin yedi ceddi," Başımı imayla sallayıp "Anladın sen." dedim.

"Buraya sığan insan değil," derken tekrar lafını kestim. "Pardon?" dedim çirkefleşerek. O sırada koltuğu geriye almayı başarmıştı. "Bana küçük mü demek istiyorsun?"

Rahat bir nefes alarak kafasını geriye atarak koltuğun başlığına dayadı ve kafasını hafifçe bana çevirerek kapkara gözlerini bana dikti. "Minik dememi tercih edersin?" Yüzümü buruşturarak arabayı çalıştırdım. "Vazgeçtim." Yeniden güldüğünü işittiğimde dudaklarım aralanmıştı.

"Sencede daha tanışlı birkaç saat olduğun birine çok sık gülmüyor musun?" Onu defalarca kez uzaktan izlemiştim. Gözleri hep bir yere dalardı. Bazen bir ağaca, bazen bir duvara, bazen de sadece boşluğa... Dudakları hiçbir zaman o düz çizginin sınırından çıkmazdı.

"Demek ki kalbimde birkaç saatlikten daha fazla yer edinmişsin, Helene." dediğinde kalbim tekledi. Yalancı.

Arabayı çalıştırdığımda onun nereye gideceğini sormadan öylece sürmeye başladım. "İsmimi hatırlatmama gerek yoktur diye düşünüyorum."

Onunla yıllar sonra tekrar karşılaşmamız hayal ettiğim hiçbir senaryoya uymamıştı. Tüm ihtimalleri dudakları arasından çıkan sözleri ile yok etmişti. Daha ona hiçbir şey açıklayamamışken üstüne üç hükümdar tarafından ağır bir darbe yemiştik. Şu an onunla konuşurken bile zihnim yeni senaryolar kurmaya başlamıştı.

"Öyle düşünmeye devam et." Ardından ellerini üst üst koyarak ensesinde birleştirerek kendisine düşen alanda daha rahat bir pozisyona geçti. Bembeyaz teni gecenin karanlığında bile belli oluyordu. "Ayrıca bu kadar korktuğunu belli etme."

Kaşlarımı çattım. Nereden çıkarmıştı ki korktuğumu? "Nereden çıktı bu?"

"Babalarımız kararlarını açıkladığından beri sağ elinle bacağına vuruyorsun. Masanın atlından gözükmesende kolunun hareketinden belli oluyor."

Kaşlarımı havaya kaldırarak hesap sorarmışçasına "Sende bundan yola çıkarak korktuğumu mu düşündün?" Gözlerimi kısa bir an yoldan ayırıp saniyelik ona döndüm. "Nesin sen? Sherlock Holmes mu?" 

"O halde sen söyle nedenini." dediğinde aniden durgunlaşmıştım. Aslında bunda utanılacak bir durum yoktu ama daha önce kimseye bu durumdan bahsetmemiştim. Hoş, bahsedeceğim biri de yoktu da.

Direksiyonu sağa doğru kırarken "Sadece birkaç takıntım var o kadar."

Kara kaşlarını çatarak yüzünü bana doğru döndürdü. "OKB'ye mi sahipsin?"

Omuzlarımı silkerek dudaklarımı büktüm. "Bilmem. Daha önce hiç psikoloğa veya psikatriyese gitmedim. Zaten her dakika yaptığım bir şey değil. Arada tutuyor. Yani beni zorlamıyor."

"Seni tetikleyen şey neydi?"

Zihnimde kurduğum senaryoların dışında bambaşka bir ihtimalin gerçekleşmesi ve onu hesaplayamamam olduğunu söylemezdim. Çocukluğumdan beri bu durum böyleydi. Annem hayattayken çok nadir takıntılarım aniden kendini gösterirdi ama o öldükten sonra takıntılarım daha ileri bir boyuta ulaşmıştı. Sürekli her şeyi kafamda üretir, her ihtimalleri değerlendirerek yaşanması olası senaryolar kurardım ve eğer gerçekleşmezse ki bu çok nadir başka bir takıntım tetikleniyordu.

"Geçti, boş ver artık." dediğimde "Direksiyonu tek elle tuttuğunun farkında mısın?" diye sordu. Gülerek cevap verdim. "Ne o korktun mu? Merak etme ikimizi öldürme gibi planlarım yok."

"Diğer elinle hala bacağına vuruyorsun."

Gözlerim sağ bacağıma giderken yumru halindeki elim yumruklarını bacağımı geçiriyordu. Sızladığını bile şimdi hissediyordum. Yüksek sesli korna sesini duyduğumda hemen yola bakarak son anda bize çarpacak olan arabadan kurtulmuştum. "Aptal mısın sen?" diyerek çemkirmeye başladım yanımdaki bedene. "Takıntısı olan insana araç kullanırken söylenir mi bu?"

O kadar düz bir tonda söylemişti ki üstelik sanırsın seri katil! Öylesine bir şey söylüyormuş gibi söylemişti.

"Di mi? Bence de çok haklısın. Sayende bir daha seninle ayna arabaya binmemem gerektiğini öğrendim."

"Öncelikle arabama binen sensin! Ayrıca ben malikaneye gidiyorum. Seni yol üstünde bir yere bırakarım ona göre!"

Gaza biraz daha basarak arabanın hızını arttırdım. Son cümlemden sonra hiçbir şey dememişti. Eski, soğuk haline geri bürünmüştü. Uzun bir süre ikimizde sessiz kalmayı tercih etmiştik. Sanki daha yeni farkına varıyorduk toplantıda olanları. Ağzımızı açsak söyleyecek birçok şeyimiz, aynı zamanda da hiçbir şeyimiz yoktu. Gerçekler apaçık ortadaydı. Diğer iki hükümdar belki oyunu kurallarına göre oynatılması taraftarıydı ama benim hükümdarım konuşurken vermek istediği mesajı vermişti. İkisini öldürmem gerektiğinden bahsetmişti.

Biz üç saray soytarısıydık, hükümdarlarla alay etme cüretinde bulunanlardık; aynı zamanda üç varistik, hükümdar olma uğruna cellat suretine bürünenlerdik.

Hükümdar uğruna, bir hiç uğruna...

Yaklaşık yarım saat geçmişti ve bir anda oluşan sessizlik halen devamlılığını sürdürüyordu. Anlamıştım ki bu gece ne o ne de ben toplantında olanlar hakkında konuşmayacaktı. Bir gecelik dillerimize kilit vuracak, vakti geldiğinde ise kendi ellerimizle anahtarı o deliklere yerleştirip açacaktık.

"Yol kenarında durabilirsin." Sesindeki kalın duvar belli oluyordu. Ona nedenini filan sormadan arabayı kenara çekerek durdum. Bir şey demesini bekledim ama kapıyı açıp hiçbir şey demeden dışarı çıktığında herhangi bir tepki vermeden.

Saniyeler içerisinde kapayı kapatacak ve arkasına bakmadan gidecekti. Bize sona götürecek olanın fitilini şimdi, tam şu anda yakmam gerekiyordu.

Eli kapıyı kapatmak üzereyken ona seslendim.

"Zahir."

Kapının üzerinde duran eli dolup kadı. Yüzünü görebilmek için bedenimi eğerek alttan bakışlarımla ona baktı. Yere bakan surat ifadesi de aynı tüm vücudu gibi donup kalmıştı. Bir döngünün içinde sıkışıp kalmış gibiydi. Kapkara bir boşluğu andıran gözleri yeşil sularıma çapa atarak olduğu yere saptanmıştı.

"Sen," Dili tutulmuş gibiydi. "Nasıl?"

O herkes için Vidar Vladimir'den ibaretti. Ama gerçek şuydu ki, o Zahir Vidar Vladimir'di.

Görünürde olan, belli ve apaçık demekti, Zahir. Ve bu ismini herkesten gizleyerek aslında kendisini de saklamıştı, Zahir. O görünmek istememişti, görünmez olmak istemişti. Çünkü iki ismi onu farklı iki kişilik bahşediyordu. O, Dikarov'un yetmiş sekiz yılı boyunca gelmiş geçmiş en başarılı varisiydi. Vidar, gelecek hükümdardı ama Zahir ise her şeyden kaçan, kendi mabedine sığınandı.

Kapıyı kendim kapatırken sadece tek bir şey söyledim.

"Hoşça kal."

Hoş geldin, Zahir. Hayatıma iyi ki hoş geldin ve umarım kader anı geldiğinde hoşça kalarak hayatımdan gidebilirsin.

⚛︎

Continue Reading

You'll Also Like

211K 13K 26
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
4.4M 123K 41
054* ***: benim seninle sevişme 054* ***: pardon antrenman yapma ihtimalim nedir? - : kapak tasarımı için @gokbuttired 'a çok teşekkür ederim.<3 :
1.1M 16K 39
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
935K 65K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...