KIZIL GECE +18

By DuruMavii

3.8M 311K 185K

Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediğ... More

KIZIL GECE
1.BÖLÜM : "Arayış"
2. BÖLÜM: "Safir Mavisi"
3. BÖLÜM: "Kehanet"
4. BÖLÜM: "Kızıl Esaret"
5. BÖLÜM: "Zincire Vurulan Ruh"
6.BÖLÜM: "Kaderdeki Zelzele"
7. BÖLÜM: "Büyü"
8. BÖLÜM: "Üç Büyükler Ve Ateş Sahası"
9. BÖLÜM: "Yargısız İnfaz"
10. BÖLÜM: "Geçmeyen Geçmiş"
11. BÖLÜM: "Sahipsiz Ruhlar Mezarlığ
12. BÖLÜM: "Ceza Muhakemesi"
13. BÖLÜM: "Gece Kraliçesi"
14. BÖLÜM: "İtirazlar"
15. BÖLÜM: "Kurbanlar"
16. BÖLÜM: "Efsunkar"
17. BÖLÜM: "Vecalar"
18. BÖLÜM: "Bilinmezin Bilineni"
19.BÖLÜM: "Kimpras'ın Soluğu"
20. BÖLÜM: "Kayıp Parçalar"
21. BÖLÜM: "Kırık Geceden Kaçış"
22. BÖLÜM: "Zamanın Pençesi"
23. BÖLÜM: "İzsiz Suretler"
24. BÖLÜM: "Sessizlik Alfabesi"
25. BÖLÜM: "Tehlikenin Surları"
26. BÖLÜM: "Zihnin Ölümcül Duvarları"
27. BÖLÜM: "Kızılın Kıvılcımı"
28. Bölüm: "Ruhların Savaşları"
29. BÖLÜM: "Gecenin İntiharı"
30/ Birinci Kitap Finali: "Kırık Dökük Nefesler"
31. BÖLÜM:"Ruhun Sancısı"
32. BÖLÜM: "Kızıl Göl Ve Siyah Çakıltaşı"
33. BÖLÜM: "Kabuk Tutmayan Yaralar"
34. BÖLÜM: "Sarmaşıklar"
35. BÖLÜM: "Dokunuş ve Doğuş"
Kızıl Gece 1 Kapak!
36. BÖLÜM: "Bağlılık Yemini"
37. BÖLÜM: "Zaman Tutulması"
38. BÖLÜM: "Karmaşa"
39. BÖLÜM: "Uçan Balonlar"
40. BÖLÜM: "Aşk ve Geçit"
41. BÖLÜM: "Kraliçe'nin Perileri"
42. BÖLÜM: "Zamansız Döngü"
43. BÖLÜM: "Bir Tutam Sarı Saç"
44. BÖLÜM: "Pembe Küpeler"
45. BÖLÜM: "Alaz"
46. BÖLÜM: "Bebek Kokusu"
47. BÖLÜM: "Tuzak"
48. BÖLÜM: "Kavuşma Ve Ölüm"
49. BÖLÜM: "Bağ"
50/ İkinci Kitap Finali: "Yol Ayrımı"
Kitaplarımız
Kızıl Gece 2 Kapak!
51.BÖLÜM; "İki Dünya Arasında"
52. Bölüm; "Zamanın Kuytusu"
53. BÖLÜM; "Döngü"
54. BÖLÜM; "Ruha Dönüş"
55. BÖLÜM; "Labirent"
56. BÖLÜM; "Cam Kırıkları"
57. BÖLÜM; "Tutsak"
58. BÖLÜM: "Dönüş"
59. BÖLÜM: "Geleceğe Dönüş"
60. BÖLÜM: "Anne"
61. BÖLÜM; "Kapıyı Aralamak..."
62. BÖLÜM: "Yeniden Merhaba"
63. BÖLÜM; "Her Şeye Rağmen..."
64. BÖLÜM: "Dün Ve Bugün"
65. BÖLÜM; "Ruhların Tuzakları"
66. BÖLÜM; "Birkez Daha..."
67. BÖLÜM: "Kan Ve Kurşun"
68. BÖLÜM: "Acı Mucize"
69. BÖLÜM; "Tutkuyla Dans"
70/Üçüncü Kitap Finali; "Sanrılar ve Sancılar"
Kızıl Gece Şarkı Ve Kapak🖤
71. BÖLÜM: "Başka Bir Evren"
72. BÖLÜM; "Seni Buldum"
73. BÖLÜM; " Kayboldum Bebeğim"
74. BÖLÜM; "Küreyi Arayanlar"
75. BÖLÜM; "Geçiş Kapısı"
18 yaş üstü okurlarımın dikkatine!
77. BÖLÜM; "Ayrı Dünyalar"
Dertleşebilir miyiz?
78. BÖLÜM; "Efsunlu Yağmurlar"

76. BÖLÜM: Safornikon'a Açılan Kapı"

12.7K 1.4K 537
By DuruMavii

Öncelikle His'i yeniden yayınlıyorum!

Şu an 30 bölüm yayında ve her gün çokça bölümlerini atmaya devam edeceğim.

Aynı şekilde Kıyı Güneşi'ne de her gün bölüm gelmeye devam ediyor.

Tek istediğim ve beklediğim desteğiniz🙏 İnstagramdan takip edip, orada anketlere katılıp, yorumlarınızı benimle paylaşırsanız ben çoook mutlu olurum.


Keyifle okuyun.

🖤

Saniyeler acımasızca aleyhimize işlerken, Biran’ın gitme vakti gelmişti. Onu, ilk kez geldiği bu evden uğurlamak istemiyordum ama sonra iyi ve bir arada olmak için zorundaydım. Birbirimize verdiğimiz güçten destek alarak hep birlikte oturduğumuz masadan ayaklandık. Perla, ağabeyi gitmeden görmesi için bebek Rozelin’i getirdi. Minik kız hala uyuyordu. Biran yeğenini kollarına alırken, yüzündeki gülümseme buruktu. Çünkü Rozelin hiç büyümemişti, neredeyse son gördüğü gibiydi. İki avucu büyüklüğündeki varlığını yüzüne burnuna yaklaştırıp, boynundan bebek kokusunu soludu. Aynı saniye çakışan bakışlarımızda aynı acı ima vardı. Kokladığı bizim bebeğimiz olabilirdi. Eğer ben onu…

“Konuşabilseydi, seni çok özlediğini söylerdi.” dedi Perla. “Bazen o çekik gözleriyle bir şeyler anlatıyor. O kadar anlamlı bakıyor ki şaşırırsın.”

Mirel, bebek Rozelin’in siyah ve kıvırcık saçlarını sevdi. “Umarım bizim bebeğimiz de onun kadar akıllı olur.”

Biran başıyla Mirel’in karnını göstererek, “Ne zaman doğacak?” diye sordu.

“Az kaldı. Umarım onu kendi topraklarımda doğurabilirim.”

“Toprak demişken.” Mestan sorgulayan bakışlarını Biran’a çevirdi. “Sen neredeydin?”

Biran bu konuyu daha geniş bir zaman bırakmak istiyordu ama meraklı bakışlar üzerindeyken yapamayacağını anladı. “Dünya’nın ortasıydaydım.”

Gözlerim şaşkınlıkla büyüdü. “Sen… Ekvator da mıydın!”

Başını salladı. “Bir süre insanlardan kaçtım. Zaten dillerini bilmiyordum, konuşabileceğim kimse yoktu. Yalnızdım. Sonunda bir harita buldum. Aramızdaki mesafe resmen o haritanın üzerinden küfretti bana.” dedi alaycı bir gülümsemeyle. “Bir şekilde ülkeden çıkmam gerekiyordu ama ne oldu dersiniz? Yakalandım ve kimliğim olmadığı için kodese girdim.”

“Siktir!” Şaşkınlık küfrüm onu yalnızca gülümsetirken, “Nasıl yani?” diye sorguladım. “Seni hapse mi attılar?”

“Evet, beni hapse attılar. “

Efraim “Vay anasını,” dedi babamdan öğrendiği kelimeleri aynı şekilde kullanarak. “Ben de olan bize oldu sanıyordum. Meğer asıl macerayı lider yaşamış.”

“Nasıl çıktın oradan?” diye sordu Mirel. “Derdini bile anlatamamışsındır.

“Anlattım ama…” İşaret ve baş parmağını birbirine yaklaştırarak biraz, işareti yaptı. “Kısa bir süre sonra.” Kısa bir süre dediği aylardı! “Sonunda beni bir elçiyle görüştürdüler. Benimle aynı dili konuşuyordu. Ona hafızamı kaybettiğimi ve sadece Türkiye'de doğduğumu hatırladığımı söyledim.” Bıkkın bir tavırla “Bu yalanı en az on ayrı kişiye anlatmam gerekti.” dedi. “Sonra Türkiye’ye getirildim ama beni gözetim altında tutacaklarını söylediler.”

“Gözetimin sonunda da özgür kaldın, öyle mi?”

Çenemi tuttu ve “Özgür kaldığım kısmı doğru bebeğim.” dedi.

“Kaçtın mı!” Tabii ki de kaçmıştı. “Şu an kaçak mısın? Harika!”

“Neyse ki yarın gidiyoruz da sana temiz çamaşır getirmek zorunda kalmayacağım.” dediğimde bu kez dudakları belirgin bir şekilde kıvrıldı.

“Artık gitmeliyim.”

“Biliyorum.” Bildiğim diğer şey şu an ikimizin de aklında  aynı şeyin geçtiğiydi. “Kapı aralığından baksam,” dedi sessizce. “Uyanır mı?”

“Bilmiyorum. Bazen uykusu çok hafif oluyor.”

Sıkıntıyla soludu. “Zor olacak ama yarına kadar beklesem iyi olacak. Uyanırsa…”

“Seni bırakmak istemez.” diye tamamladım. “Tamam, git. Oğlunu yarın göreceksin.”

Efraim liderin omzunu sıvazladı. “Ve bir daha ayrılmayacaksın.”

Biran, önce kardeşi ve Mirel ile sonra da erkeklerle vedalaştı. Bebek Rozelin’i son birkez kokladı. Sıra bana geldiğinde ellerimizi buluşturduk ama aynı anda bir gıcırtı duyduk. Kaldığım odanın kapısı yavaşca aralanıyordu. Biran çıkabilirdi ama yapmadı. Bekledi. Kapı biraz daha aralandı ve aralığında mavi pijamalarının içindeki uykulu Alaz belirdi. Herkes olduğu yerde durdu. Kimsenin nefes alışverişleri bile duyulmadı. Alaz ne gördüğüne inanamayarak gözlerini ovaladı. Babası karşısında duruyordu, artık emindi. Ellerini gözlerinden çekti ve şok olmuş bir vaziyette baktı. Taş kesilen Biran’ın ondan farklı bir yanı yoktu.  Alaz “Baba!” dedi heyecanla. “Yine rüyama mı girdin sen?” Dudakları bükülür gibi olduğumda kalbimde ince bir sızı hissettim. “Sarılsam kaybolur musun?”

Biran yavaşça eğildi. Kollarını açtı ve kaşlarını üzüntü çattı.  “Kaybolmam oğlum. Gel buraya.”

Alaz koşup Biran’ın kollarına atladığında gözyaşlarım birer birer akıp gitti. Bu anı o kadar uzun zamandır bekliyordum ki son zamanlarda artık ulaşılması güç bir hayale dönüşmüştü. Şimdi ise o hayal gerçekleşiyordu. Sevdiğim iki adam yeniden bir aradaydı.

“Seni çok özledim babacım.” Alaz’ın kolları babasına sarılırken giderek büyüdü. Oysa babasının iri kollarının arasında kaybolup gitmişti.

“Ben de seni çok özledim küçük adam.” Alaz’ın uykulu kokusunu içine çekip, “Çok.” dedi.

Uzun uzun sarıldılar. Onları, bir filmin en güzel sahnesini izliyormuşuz gibi izledik.

Çok sonra “Baba! Neden bizi bırakıp gittin?” diye ağlamaya başladı Alaz. “İnsan oğlunu bırakıp gider mi?”

Biran gözlerini kapattı, kaşlarını indirdi, cevap veremedi.

Alaz biraz geri çekildi ve alnını babasının alnına yasladı. “Anneme kızdığın için mi gittin?”

“Annene kızmadım.”

Alaz başını itirazla iki yana salladı. “Anneme kızdın. O mağarada kızdın. Ben hatırlıyorum.”

Biran başını kaldırıp, özür dilercesine yüzüme baktı. Pişmandı. Yine de benim kadar pişman olamazdı. “Aptallık ettim. Annene kızgın değilim. İkinizi de çok seviyorum.”

Alaz, küçük ellerini babasının sakallı yüzüne koydu. “Biz de seni çok seviyoruz. Bir daha bizi bırakıp gitme, tamam mı?” Kaşları çatılarak tehditkar bir ifadeye büründü. “Yoksa sana küserim. Sana…” Ellerini geri çekip bütün parmaklarını açtı. “Bu kadar gün küs kalırım.”

Biran burukca tebessüm ederken, “Gitmem.” dedi. “Ama şimdi… Gitmem gerekiyor.”

Alaz’ın kaşları daha fazla çatıldı. “Neden!”

Ben de dizlerimin üzerine çöktüm ve bir elimi kocamın diğerini ise oğlumun omzuna koydum. “Bebeğim, baban bizi evimize götürecek ve bu çok uzun sürmeyecek. Bu yüzden gitmesi gerekiyor. Evimize dönmek istemez misin?”

Alaz alt dudağını içeri alarak düşündü. “İsterim ama anneannemi, ikizleri, Murat ve Gülnur’u bırakmak istemem. Dedemi de bırakmak istemem.”

Daha fazla ağlamamak için kendimi sıktım. “Seninle konuşmasa bile mi?”

Biran’ın gözlerine derin bir acı otururken, söylediğimin doğruluğundan emin olmak için gözlerime baktı. Emin olduğunda ise o acı misline katlandı.

“Yoo… Konuşuyor ki. Hatta başımı bile okşuyor ama ikimiz yalnızken.”

Tutamadım. Daha fazla yaş gözlerimi terk etti. “Neden daha önce söylemedin?”

“Çünkü dedem sır olduğunu söyledi. Erkek adam sır tutar, dedi. Ama sen benim annemsin, seninle aramda sır olmaz. Değil mi?”

Kalbim hala sızlamaya devam ederken ipe sapa gelmez bir sevinçle aydınlanmıştı da. “Evet bebeğim, bana ve babana her şeyi söyleyebilirsin.”

Alaz yeniden babasına baktı. “Evimize gitmeyi istiyorum ama anneanneme ve dedemle vedalaşmadan değil. Belki onları yeniden ziyarete geliriz.” Aklına her ne geldiyse ellerini çırptı. “Belki de onlar gelir.”

Biran Alaz’ı kucağına alarak ayağa kalktığında onlara eşlik ettim. “Şimdi gidiyorum ama sabah erken kalkın. Çünkü bu dünyadan gitmeden önce, hep birlikte ufak bir gezintiye çıkacağız.” Bana ulaşan bakışlarında bu kez şefkat vardı. “İlk durağımız da Alaz’ın dedesi olacak.”

Onu neden sevdiğimi anlıyordum. Üstelik her geçen gün daha iyi anlıyordum. “Sabah hazır olacağız.”

Alaz babasına son bir kez sarıldı. “Gitmesen olmaz mı baba?”

“Gitmeliyim.” dedi ama sanki Alaz biraz daha ısrar etse, bedeli ne olursa olsun kalacak gibiydi. Bu yüzden hiç istemesem de oğlumu ondan aldım.

“Şimdi gidip uyuyalım ki bir an önce sabah olsun ve babanla yeniden buluşalım.” Alaz başını sallayıp kırgın gözlerle Biran’a baktı. “Sabah erken kalkıp papyonumu takacağım. Kesin gel tamam mı?”

Biran onun başını okşadı. “Anlaştık küçük adam.” Son kolunu omzuma attı ve dudaklarını şakağıma bastırdı. “Annene vedalaşmak hazırlan. Yakında yatağın asıl sahibi gelecek.”

Alaz kollarını birbirine bağladı ve suratına en sert ifadesini yerleştirdi. “Hiç de bile!”

Biran, suratlarımıza birer gülümse bıraktıktan sonra gitti. Alaz, bir an önce sabah olması için hemen uyurken, yarın hava karardıktan sonra olacakları düşündükçe gözüme uyku girmiyordu. Bizimkilerin de benden farklı olmadığını biliyordum. Diğer yandan yarın Biran’ın babamın karşısında ne yapacağını merak ediyordum. İşini bilirdi ama babam hiç de kolay bir adam değildi. En önemlisi kırgındı ve bu zaman kadar o kırgınlığı tamir  edebilmeyi başaramamıştım. Uyku ancak zihnime sızarken, hayalimdeki görüntü babama sarıldığım ana aitti.

Beni uyandıran küçük adam söylediği gibi papyonunu takmış ve çoktan hazırlanmıştı. “Günaydın.” dedikten sonra buklelerindeki parlaklığı fark ettim. “Saçına ne sürdün sen?”

Bakışlarını kaçırarak, “Mestan’ın jolesini.” dedi. “Yakışıklı olmamış mıyım?”

Onu kollarıma alıp, “Tabii ki olmuşsun.” dedim. “Ama böyle yapay şeylere ihtiyacın yok. Senin saçların zaten çok güzel.”

“O zaman… Sen, Mirel ve Perla neden yüzünüze o renkli şeyleri sürüyorsunuz?”

Burnunu sıkıp, “Seni çok bilmiş!” dedim. “Hadi, şimdi hazırlanma sırası bende.” Yataktan çıkmak üzereyken Biran’ın verdiği telefona bir mesaj geldi. Mesajda dükkana geçmemizi, kendisinin de kısa süre sonra geleceğini yazmıştı. Hızla hazırlanıp dükkana doğru yola çıktık. Şans mıydı, bunu kimse bilemezdi ama tüm kardeşlerim de dükkandaydı. Gideceğimi hissetmiş gibi tek tek sarıldılar. En çok da Gülnur…

Annem hemen bize gözleme açmaya koyulurken Alaz’ı da yanına aldı. Babamı ise mutfak tarafında gördüm. Buraya doğru geliyordu ama geldiğimi görünce geri dönmüştü. Gözlerim doldu. Onunla böyle ayrılmak istemiyordum.

Çabalamalısın Rozelin, dedim kendime. Çabalamayı sana baban öğretti.

Kirpiklerimi kırpıştırıp gözyaşlarımı geldikleri yere gönderirken omuzlarımı dik tuttum. “Anne,” dedim anneme bakmadan. “Alaz’ı yanından ayırma. Benim içeride biraz işim var.”

“Ama kızım…”

Annemi dinlemeden mutfağa ilerledim. Babam pencerenin yanında oturmuş, çayını ve sigarasını içiyordu. Beni fark edince dudaklarına götürdüğü sigarası donup kaldı. Yüzüme bakacak gibi oldu ama bakmadı.

“Baba.”

Bakmadı. Yine ve yine bakmadı. “Neden bu kadar inatçısın?”

Gözlerimi kapattım, başımı salladım. “Sana çekmişim, ben de senin kadar inatçıyım. Unuttun mu? Unutma. Beni affetmek zorundasın.”

Sigarasını küllüğe indirdi. Bakışları camdan dışarı dalmıştı. Çenesi ise kaskatıydı. Zor tutuyordu kendini. Bunu görmekten öte hissediyordum. Yaklaştım. Ben yaklaşmaya devam ettikçe gitmek için ayağa kalktı. Önünde durdum. Onu durmak zorunda bıraktım.

“Baba, ne olur…”Sesim, tıpkı ruhum gibi çocukluğuma geri döndü ve babamın önünde yeniden onun küçük kızına dönüştüm. "Baba... Affet beni."  Bu kez çekinmedim. Belki bana kollarını açar, diye yaklaştım. "Bana sarılmanı çok özledim baba."

Kollarımı açtığımda babam dolu gözlerini gözlerimden çekip bir adım geri çekildi. Kalbime koca bir hayal kırıklığı daha sapladı.

"Affet onu." Biran'ın sesi aramıza düşerken, başımı kapıdan içeri giren varlığına çevirdim.

"Sen kimsin?" diye sordu babam, ilk kez gördüğü Biran'a.

Biran yaklaştı. Bu kez o babamın önünde durdu. Başını hafifçe önüne eğerken, "Ben torununuzun babasıyım." dedi. "Kızınızın hatalarının sebebiyim. Bilmelisiniz, o hiçbir şeyi isteyerek yapmadı. Efendim, kızınızı affedin.”

Babam benim aksime onun yüzüne bakıyordu. Ama ihtiyar bakışları öfke doluydu. “Bunları söylemek için mi geldin karşıma?”

Biran yavaşça yutkundu. “Onu boş yere suçluyorsunuz. Neler yaşadığını bilmiyorsunuz? Ama ben biliyorum. Size, evine dönmek için nasıl çabaladığını bizzat gördüm.”

Babam kaşlarını çattı. Başını bana çevirdi ama bakışları Biran da kaldı. “Çabalasaydı gelirdi.” Parmaklarının ikisimi kaldırıp salladı. “İki kez, tam iki kez ailesine tek kelime etmeden gitmezdi.”

“Gitmedi.” Biran nefesini yavaşça bırakırken “Kaçırıldı.” dedi. “Üstelik…”

“Biran!” Ne söyleyeceğini biliyordum. Olmazdı. Ben, içine düştüğüm halde uzunca bir süre anlayamamışken, babamdan başka bir evreni anlamasını bekleyemezdim.

“Baba! Hiçbir şey anlatamam. Anlatabilsem anlatırdım ama…” Hızla başımı iki yana salladım. “Olmaz, yapamam!” Ellerim babamın nasırlı ellerini tutarken, “Sen anlasan olmaz mı?” dedim. “Sen anla beni… Elimde olsa bırakır gider miydim? Baba… Yine gitmek zorundayım. Bak, söylüyorum işte. Şimdi daha mı kolay olacak. Gitmem gerek baba.”

Babamın başı bir taş gibi tuttuğum ellerimize düştü. Gözleri kapandı kapanacak durumdaydı.

Ağlıyordum. Hiç sesim çıkmadan, için için ağlıyordum. Gözyaşlarım birbiriyle yarışırcasına yanaklarımdan akıp giderken, babamın elini çenemde hissettim. Yavaşça başımı kaldırıp, kızarmış gözleriyle yüzüme baktı. Elimde olmasa da, hiç istemesem de onu bu kadar yaraladığım için kendime kızıyordum. Benim babam ona yüklediğim tüm bu acıların hiç birini hak etmiyordu. Onu hatırladığım andan beri canını dişine takmış adam, işten yorgun argın gelse de bizi öpmeden uyumayan adam bunları hak etmiyordu.

“Alaz kadar vardın, yoktun. Parkta veledin biri gelip düşürdü seni. Oturdun ağlamaya başladın. Sonra bana baktın.” Başını yavaş yavaş salladı. Gözleri derinlerdeydi. Zihninde, o güne geri döndüğünü biliyordum. Şimdi yeniden gençti ve şimdi yeniden onun bacak kadar kızıydım.  “Tek bir bakışımdan anladın. Ayağa kalktın, gözlerini sildin. Gittin, senin iki katın büyüklüğündeki o çocuğa öyle bir omuz attın ki çocuk yere serildi. Sonra da saçlarını savura savura yanıma gelip, gidebiliriz babacım, dedin. Oysa gözünün yaşı kurumamıitı daha…” Beni kendine çekip göğsüne bastırırken, “Affettim gülbahçem.” dedi. “Senin canın sağolsun.”

Babama sıkıca sarıldım. Sıkı sarılmayı da babasından öğrenmiş bir kızdım. “Seni çok özledim.” dedim boğuk çıkan sesimle. “Bir daha bana küsme, tamam mı?”

Başımın üstüne okkalı bir öpücük kondurdu. Sonra yüzümü büyük ellerinin arasına alıp, “Sen geri gelecek misin onu söyle.” diye sordu. “Babalar kızlarına kalpleriyle küsmez.”

Cevabını bilmiyordum. Bu yüzden sustum. Sususşum gözlerini doldururken, “Onu size getirmek için elimden geleni yapacağım.” dedi Biran. “Söz veriyorum.”

Babam beni kolunun altına alırken, Biran’a bu kez alıcı gözüyle baktı. “Güvenimi kazanman için kırk fırın…” İçeri dolan gözleme kokusuyla nevi şahsına münhasır gülümsemesini kondurdu dudaklarına. “...gözleme yemen lazım.”

Biran gülümsedi, gururla. “Onu da yeriz.”

Alaz koşarak içeri girdi. Peşinden de annem… “ Her ikisi de şaşkınca babama ve kolunun altındaki bana baktı. Alaz çığlık atarcasına “Dedem ile annem barışmış!” derken, annem sevinçle ağlamaya başladı. Hemen babamın diğer kolunun altın girip takdir edercesine omzunu sevdi.

“Anne bir daha yaramazlık yapma, tamam mı? O zaman dedem sana hiç küsmez.”

Dokunsalar yeniden ağlayabilecekken  oğlum sayesinde gülümsedim. “Yapmam bebeğim.”

“Ee haydı o zaman.” dedi babam. “Ayşe Hanım, hazır mı gözlemeler?”

Annem parlayan gözlerle “Hazır ya!” dedi. Kara oğlan ile sarı çocuk masaları birleştiriyor. Ailece güzel bir yemek yiyeceğiz. Dünden mumbar da yapmıştım.”

Babam eğilip Alaz’ı ilk kez kucakladı. “Mumbar sever misin delikanlı?”

Alaz biraz düşündükten sonra “Hani şu uzun, içi pirinç dolu yemek mi?” diye sordu. Babam başını salladığında ise “Bayılırım!” dedi.

İçeri geçtiğimizde kızlar masayı özenle hazırlamıştı. İyice büyüyen ikizler güzel bir salata bile yapmıştı. Babam baş köşeye oturup ben yanına aldığında, Biran hemen karşımıza geçti. Annem gözlemeleri servis ederken alttan alttan Biran’ı süzüyor, beğeniyle başını sallıyordu. İştahla annemin nefis gözlemelerinden yedik. Özellikle Alaz ve Efram kısana kadar mumbar yedi. Annemin mumbarları meşhur olsa da Mirel midesi bulandığı için ağzına bile sürememişti. Bu yüzden Mestan ona gözlemesini eliyle bölerek bolca ayran eşliğinde yedirdi. Babam sık sık elimi tutuyor. “Oğlan da babasına benziyor.” diyen anneme “Yok artık cevabını veriyordu. “Görmüyor musun Ayşe Hanım? Tıpkı Rozelin.”

Alaz’ın Biran’ın kopyası olduğu gün gibi açık olsa da kimse babama karşı gelmedi. Belki bir gün babama Safornikon’u anlatabilirdim ama Alaz ile tanışma hikayem sonsuza kadar sırra kadem basacaktı. Alaz benim oğlumdu. Kimsenin, bir kişinin bile aksini düşünmesine tahammülüm olamazdı.

Veda vakti geldiğinde “Size bir teşekkür borcum var.” dedi Biran. “Böyle omurgalı bir kız yetiştirdiğiniz için, benim gibi bir adamı bile dize getirecek bir kız yetiştirdiğiniz için… Sağolun.”

Babam gururla göğsünü kabarttı. “Sen de sağol, evlat.” Kollarını açtığında Biran önce ne yapacağını bilemedi. Beni sırtına dokunarak verdiğim destekle, kendisine açılan kolların arasında girdi ve iki adam kalbimi ılıtacak bir sarılma gerçekleştirdi.

“Benim neyim eksik? Ben de sarılayım damadıma.” Annem Biran’a öyle sıkı sarıldı ki gülmeden edemedim. Biran’ın böyle şeylere hiç alışık olmadığını biliyordum. Yine de benim dünyaya gelmeme sebep olan insanlara yapabildiği kadar sıcak davranıyordu.

Akşam olduğunda neler yaşayacağımızı bilmiyorduk. Neler olacağını, başımıza neler geleceğini bilmiyorduk. Ailemle vedalaşmaya vaktimin olup olmayacağını bile bilmiyordum. Bu yüzden her birine sıkıca sarıldım. Gülnur’a, Murat’a, ikizlere, biricik anneme ve babama… Bu kez en çok babama… Ne annem, ne de babam, saçlarımdan öperken beni bir daha görüp göremeyeceklerini bilmiyorlardı. Bu kez daha kötüsü, Alaz’ı da öyle… Onlara geri dönmek için savaşacağıma dair söz verdim ama asıl sözü Biran vermişti. Ailemi ziyaret edebilmenin bir yolunu bulacaktık. Bunun için gerekirse ömrümüzün sonuna kadar çabalayacaktık.

Akşama birkaç saat kalmışken dükkandan ayrıldık. Üç küçük çocuğa sahip üç çift olarak gidilebilecek en güzel yere gittik, lunaparka! Alaz koca koca oyuncakları ağzı açık bir heyecanla izlerken, parmağımı dönme dolaba uzattım. “Kim benimle ona binmek ister?”

“Ben çok isterim!” dedi Perla. Sonra kocasının koluna sarıldı. “Bineriz değil mi Efraim?”

Efraim dükkandan çıkarken peçeteye sardığı gözlemeyi kemiriyordu hala. Dönme dolaba korku dolu gözlerle baktı. “Bebeğim, sence de çok yüksek değil mi?”

Biran ona garip gözlerle bakarak, “Sen korkuyor musun?” diye sordu.

“Yoo, ne münasebet. Sadece tedbirliyim.”

Biran kolunu dönme dolaba doğru uzattı. “O zaman tedbirli bir şekilde seni önden alalım.”

Efraim yutkundu. Kesinlikle binmek istemiyordu ama Perla ona istekle bakarken dönme dolaba doğru yürümek zorunda kaldı. Mirel, Mestan ve Alaz bir kabine binerken, kalanlarımız diğerine bindik. Dönme dolap çalıştığında Biran kolunu omzuma attı ama Efraim karısının omzuna atamadı. Çünkü şimdiki köşede, kolunu kıpırdatacak hali var gibi görünmüyordu.

“Vay canına!” dedi Perla giderek yükselen dönme dolaptan seyrettiği manzaraya karşı. “Dünyanızda gerçekten enteresan şeyler var.”

Başımı kaldırıp manzara yerine beni izleyen adama baktım. “Sen dünyamı nasıl buldun?”

Dudaklarının bir köşesi kıvrılırken, “Dünya’yı bilemem ama bu dünyaya ait bir şeye deli olduğumu biliyorum.” dedi.

Hoşuma giden sözlerine karşılık yanağına bir öpücük bırakacakken bir öğürme sesi geldi.

“Efraim!” Efraim elini ağzına götürmüş, oturduğu yerde koca bedeniyle iyice büzüşmüştü. “İyi misin?” diye sordu Perla.

Efraim kızgın gözlerle bakıp “İyi gibi mi görünüyorum!” diye sordu sitemle. “Hiç sevmedim bu aleti. Hangi insan evladı düşerse parçası kalmayacağı bir alete binip dönmek ister ki?” Avucunu alnına bastırdı. Aşağı bakamadı. “Dön babam dön.” En tepeye ulaştığımızda gözleri yuvalarından fırlayacaktı. “Allahını seven indirsin beni!”

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken, “Allahını seven mi?” diye sordum. “Bunu kimden öğrendin?”

“Anandan?”

Biran, “Anlamadım.” dedi. “Anandan, derken?”

Efraim yeniden elini ağzına kapattı. “Annesinden yani. Gerçekten. Ayşe teyze’den. Sık sık Allah canını almasın, diyor ya.” Dönme dolaptan mı yoksa liderden mi daha fazla korkuyordu bilemedim ama Alaz’ın eğlenen çığlıklarıyla başımı bulundukları kabine çevirdim. Mestan oturmak istemeyen oğlumu sıkıca tutmuş, hep birlikte enfes manzarayı izliyorlardı.

Nihayet indiğimizde Efraim sendeleyerek aşağı indi ve derin bir nefes verdi. Perla gezinin kalanında sürekli kocasıyla dalga geçerken, Alaz sırayla dönen salıncağa, atlı karıncaya ve çarpışan arabalara bindi. Hatta çarpışan arabalarda Efraim ve Mestan’ı kovalayıp çılgınlar gibi eğlendi.

“Hiç tavuk döner yedin mi?” diye sordum Biran’a. Bakışlarından adını bile ilk kez duyduğunu anladım. “Dünyamın en leziz lezzetlerinden biriyle tanışmaya hazır mısın? Buralarda harika bir dönerci var.”

Onları yakınlardaki favori dürümcüye götürdüğümde Efraim dört, Biran üç, Mestan ise iki hatay usulü döner yedi. Erkeklerle aynı anda ilk dürümlerimizi bitirirken, Biran kolanın tadına bayılmıştı.

“Baksana,” Biran, kredi kartıyla hesap ödeyen adamı gösterip, “O aletlerin sırrını çözemedim.” dedi. “Nasıl bir ödeme yöntemi bu?”

Kahkaha atmaktan kendimi alıkoyamadım. “Gerçekten bunca zaman öğrenemedin mi?”

Sanırım biraz bozulmuştu. “Çok gördüm ama tahmin edersin ki sorabileceğim kimse olmadı, dalgacı sarışın.”

Gülümsememi bastırıp, “Tamam.” dedim. “Sana açıklayayım. O kartların içinde sahiplerinin belirlediği kadar bakiye var. Almak istedikleri hizmetin ya da ürünün değerini pos cihazı denen alete giriyorlar. Pos cihazı da karttan çekiyor. Bu kadar.”

Biran anlayarak başını salladı. “Burada yaşasaydım o kartlardan kullanmazdım.”

“Bence burada olsaydın çok zengin bir iş adamı olurdun ve tüm paranı cebinde taşıyamayacağın için kullanmak zorunda kalırdın.”

“Vay anasını,” dedi Efraim mide fesadı geçirmesine ramak kalmasına rağmen yemeye devam ederken. “Bu dürüm ne böyle ya! Bu nasıl bir icat, bu nasıl bir ilerlemişlik.” Sanırım aklına tavuk döneri Safornikon’a götüremeyeceğimiz gelmiş olacak ki kaşlarını çattı. “Nasıl ayrılacağım ben bundan?”

Alaz dürümünü bitirip yanımıza geldi ve aramıza girip her ikimizin de elinin tuttu. “Anne, baba, şimdi ne yapacağız?”

Biran oğlunun başını okşayıp, “Annenin doğduğu mahalleye gideceğiz.” dedi. “Senin kadarken oynadığı sokakları göreceğiz.”

Unutmamıştı. Gerçekten doğduğum yeri görmek istiyordu. Bu yüzden onu hala bazı akrabalarımızın oturduğu, küçük mahalleme götürdüm. Alaz, dar ve uzun  mahalle boyunca koşarken, Biran dikkatle etrafı inceliyordu. Dudaklarındaki gülümseme, küçüklüğümü kaldırımlarda koşarken hayal ettiğini söylüyordu.

“Şımarık bir çocuk muydun?” diye sordu.

“Sence?”

Gülümsedi. “Mahalledeki diğer veletlere kan kusturuyordun.”

Baş parmağımı kaldırdım. “Tam olarak öyle.”

“Aaa Rozelin, sen misin?” Başını camdan uzatan kadın eski komşularımızdan Nazife Teyze’ydi. Onu hemen tanımıştım.

“Benim Nazife Teyze, nasılsın?”

“İyiyim, iyiyim. Ah, zaman… Kocaman olmuşsun.”

“Oldum.” dedim gülümseyerek. “Bak, oğlum bile var.”

Nazife Teyze duygulu gözlerle Alaz’a baktıktan sonra Biran’ı fark etti. “Merhaba oğlum. Sen Rozelin’in eşi misin?”

“Evet.” dedi Biran. “Eşiyim.”

Nazife Teyze aklına her ne geldiyse camdan sarkmayı bıraktı. “Dur bak, sana ne göstereceğim.” Hızla içeri girdi ve aynı dakika içerisinde elinde bir fotoğrafla geri döndü. “Bak çocuğum, fotoğraftaki kızı tanıyabilecek misin?”

Biran, kendisine uzanan fotoğrafı aldı. Fotoğrafta top peşinde koşan, kırmızı yanaklı, üstü başı dağılmış, sarışın bir kız çocuğu vardı. O kız bendim. Biran, hayranlıkla fotoğrafı inceledikten sonra “Bu bende kalabilir mi?” diye sordu. “Bir sakıncası yoksa…”

“Ne sakıncası olacak oğlum, kalsın tabii.”

“Ama kötü çıkmışım, ne yapacaksın ki o fotoğrafı?”

Yeniden fotoğrafa baktı. “Bu fotoğraf… Gelecekteki kızımızın fotoğrafı.”

Gülümsemem dudaklarımda duraksarken, muhtaçlıkla gözlerine baktım. Bu, beni affettiği anlamına mı geliyordu? “Biran…”

“Bir şey söyleme.” dedi beni kollarının arasına alırken. “Sadece bana o kızı vereceğini sözünü ver.”

Başımı göğsüne yasladım. Beni affetmesiyle kalbimden büyük bir yük kalkmıştı. “Söz, söz sevgilim.”

*

Başlıyorduk.

Cihan’ın büyük ve görkemli evine herkesten önce gelmiştik. Biran, görevlileri atlatıp Mirel, Perla ve beni üst kata çıkarmayı başarmıştı. O ise Efraim ve Mestan ile birlikte aşağıda kalacak, biz Gupse’yi bize yardım etmesi için ikna ederken, gizliden gizliye bizi koruyacaklardı.

Çünkü tespit edebildiği tek casus Gupse’ydi. Henüz tespit edemediği bir başkası da olabilirdi. Özellikle de Hualp Koran’ın harekete geçeceği bugün…

Cihan’ın büro olarak kullandığı, duvarları tamamen kitaplıkla çevrili kasvetli odadaydık. Dikkat çekmemek için ışığı açmadık. Bu yüzden görüş açımızı aydınlatması adına şamdandaki mumlardan iki tanesini yaktık.

Biran, Gupse’den çaldığımız telsizi elime tutuştururken, “Gupse’yi bir şekilde buraya yönlendireceğim.” dedi.  “Sonrası sizin. Bir şekilde Huap’e küreyi bulduğunu, geçişi açabileceğini söyletin. “

Yapabilir miydim? Yapmak zorundaydım. Gupse’yi tanıyordum. Daha doğrusu tanıdığımı zannediyordum. Hiç bilmediğim karanlık yüzüyle başa çıkabilir miyim? Çıkmak zorundaydım.

“Elimizden geleni yapacağız.”

“Ve çabuk olacağız.” dedi Perla. “Rozelin uyanırsa emmek isteyecektir. Yoksa Rozelin’in arkadaşı onu susturmayı başaramaz.”

Alaz ve bebek Rozelin’i, bu yakınla oturan üniversiteden bir arkadaşıma bırakmıştık. Perla haklıydı. Rozelin kadar Alaz da bir yabancının yanında huzurla kalamazdı.

“Gelmek üzereler.” demesiyle birlikte tekerlek sesleri duyduk. Biran pencerenin yanına gidip hafifçe perdeyi araladı ve “Geldiler.” dedi. Yanıma gelip dudaklarını alnıma bastırdı. Sonra yüzümü ellerinin arasına aldı ve “Kendinizi tehlikeye atacak hiçbir şey yapmıyorsunuz?” diye tembihledi.

Başımı sallarken “Sen de.” dedim. “Başaracağız Biran. Evimize döneceğiz.”

Beni birkez daha öptü. “Başaracağız bebeğim.”

Dışarıdan gelen işaretle yanımızdan ayrıldı. Onun ardından Mirel’in  cebinden bir çakı çıkardığını gördüm. Açtı, kapattı. Açtı, kapattı.

“O nerden çıktı?”

Kapatıp arka cebine koydu. “Gupse’yi korkutmamız gerekebilir.”

“Umarım iş o raddeye varmaz.” dedi Perla. “Hemen ardından aşağıdan açılan müziğin sesi kulaklarımıza ulaştı.

“İşte, parti başladı.” Temkinli adımlarla kapıya yaklaştım. Kulağımı kapıya yasladım. “Bizim partimiz de başlamak üzere…” Biraz sonra yaklaşan adım seslerini duydum. “... ve başlıyor.”

Kulpun indirilmesiyle Perla ve Rozelin önceden konuştuğumuz gibi sağ ve sol köşeye saklandılar. Kapı aralandı, Gupse’nin gördüğüm elini tutup onu içeri çektiğimde çığlık attı. Kapıyı arkasından kapatırken benim olduğumu fark ederek elini göğsüne koydu ve “Rozelin.” dedi şaşkınlıkla. “Burada ne işin var?” Neşeyle “Yoksa partimize mi katılacaksın?” diye sordu.

Sonra gülümsemeyen dudaklarımı, ciddiyetle bakan gözlerimi gördü. Gördükçe onun da tebessümü silindi ve gözlerinde, daha önce hiç görmediğim karanlık bir ifade yer aldı. “Öğrenmişsin.”

“Öğrendim.”

Bakışları elimdeki telsizce kaydı. Keyifsizce gülümsedi. “Ben de telsizimin günlerdir neden çalışmadığını sorguluyordum. Meğer aslı değilmiş.” Dudaklarını bükerek, “Yerine sıradan bir telsiz koyarak akıllıca davranmışsın.” dedi.

Sakin kalabilmek için derin bir nefes aldım. “Gupse, neden?”

Pudra rengi, mini elbisesinin içindeki bedenini kapıya yasladı. Aynı şekilde ince topuklarından birini de… “Çünkü insanım. Her insan inanacak bir şeyler arar. Ben de arıyordum. Sonunda buldum ve ona itaat ettim.”

Bozulan sinirlerim dudaklarıma berbat bir gülümseme bıraktı. “Saçmalıyorsun, ağır saçmalıyorsun. İnanacak başka bir şey bulamadı mı!”

“Korktuğun ne? Sen bu işe benden çok önce bulaşmadın mı? Şimdi neden kaçıyorsun?”

“Gupse, yeter. Ne yaşadığımı nerden biliyorsun? Şimdi kalmış bana zarar veren bir adama hiz-”

“Zarar veren mi?” dedi daha büyük bir şaşkınlıkla açarak. “Lordumuz sana asla zarar vermez. O, seni kutsal bir görev için arıyor.” Ellerini birleştirip, tehlikeyle parlayan gözlerini üzerime dikti. “Soyunun devamı için ona bir bebek vereceksin, Rozelin. Bu kutsal göreve sen layık görüldün. Nasıl sana zarar vereceğini söylersin?”

Beynime bir kurşun saplandı. Dizlerimin tir tir titrediğini hissettim. Benden bebeğimi çalan adam, şimdi kendisi için bir bebek mi istiyordu. Yumruğumu sıktım, telsizi kaldırıp, “Hualp ile konuş.” dedim. “Konuş ve küreyi bulduğunu, geçişi açmasını söyle.”

“Küre!” dedi heyecanla. “O sende miydi bunca zaman?Ah! her yerde onu aradım.”

“Bende. Lorduna yalan söylemeyeceksin.” Telsizi uzattım. “Hadi.”

Yaklaştı. Sonra aniden durdu, bana baktı ve başını iki yana salladı. “Hayır, hayır. Bu şekilde olmaz. Küreyi benim bulmam gerekiyordu, senin değil.”

İki adımla dibinde biterken “Yap şu lanet konuşmayı!” dedim sabırsızca. Vaktimiz yoktu. Bizim için geri sayan zamanın hayali ritmik sesleri zihnimin arka odalarında dönüp duruyordu.

Gupse kararlı olduğumu anladı. Elini telsize uzattı. Alacağını sandım ama o beni itip kapıya döndü. Sendelediğim için ona uzanamadım ama saklandığı yerden çıkan Perla bunu benim yerime yaptı. Kapıyla Gupse arasında durduğunda, Gupse hayal kırıklığıyla durup çığlık attı.

“Kaçacak yerin yok, Gupse.” Mirel de saklandığı yerden çıktığında Gupse iyice köşeye sıkıştığını anlamıştı.

Gupse bir anda kahkahalarla gülmeye başladı. Perla, Mirel ve ben bu haline anlam veremeyerek birbirimize bakarken, kahkaha atmaya devam etti. “Siz kafayı mı yediniz? Tanrı aşkına! Koskoca bir lord ile başa çıkabileceğinizi mi sanıyorsunuz?”

Mirel öne atılacaktı ama onu elimle durdurdum. “Gupse, lütfen. Hiç zamanımız yok. Hualp ile konuşmak zorundasın. Biraz hatrım  varsa bu konuşmayı yap.” Başımı omuzlarıma eğip, ona arkadaşıma bakar gibi baktım. “Geçirdiğimiz tüm zamanları  hatrına…”

Gülümseme yavaşça silindi. Bana doğru gelirken, onu ikna ettiğimi düşündüm ama bir anda gözlerinde daha karanlık bir ifade gördüm. Hızlı davranarak atıldı ve masanın kenarında, varlığını henüz fark ettiğim düğmeye basarak “Derhal buraya gel!” diye bağırdı. Mirel Gupse’yi saçlarından yakalayarak sert bir tokatla onu odasının bir kenarına gönderirken, Gupse’nin bastığı düğmeye balktım. Orada gizli bir hoparlör vardı. “Birine haber vermiş!” dedim telaşla. Gupse’ye döndüm. Düştüğü yerde yanağı kıpkırmızı olmasına rağmen hala gülümsüyordu. “Kime haber verdin?”

Omuz silkti. “Sürpriz olsun.”

Perla daha fazla dayanamadı ve Gupse’nin yanına gidip dizlerinin üzerine çöktü. “Bana bak, vaktimiz kısıtlı ve emin ol, hiçbirimizin sabrı yok. Şimdi o iğrenç gülümsemene son ver, dediğimizi yap.”

Kapının kulpu birkez daha inerken tüm gözler oraya çevrildi. Ancak aldığımız darbe başka bir yerdendi! Perla’nın çığlığıyla, başında bir silah gördük. Gupse jartiyerine sıkıştırdığı silahı Perla’nın başına dayamıştı!

“Kim kimin dediğini yapacak, göreceğiz.”

Kapı açıldı. İçeri giren Cihan’dı.

“Sen…” Zihnimin adım adım bir buz kütlesine dönüştüğünü hissettim “Gupse’nin ortağı sen miydin?”

Cihan dudaklarını araladı. “Üzgünüm…” dedi. Aynı anda Perla kurtulmak için Gupse’nin kolunu itti ama başarısız bir hamleydi. Aralarından başlayan arbede silahın patlamasıyla son buldu.

Kurşun, Cihan’ın karnına saplanırken, oluşan sessizlik buram buram ölüm kokuyordu. Gupse çığlık attı. Öfkeyle yere düşen silahına uzanacakken, Perla Mirel’in kendisine fırlattığı çakıyı aldı ve Gupse’nin göğsüne sapladı.

Cihan kanlar içinde bir köşeye düştü.

Gupse kanlar içinde başka bir köşeye…

Evimize giden yol, artık kanla sulanmıştı.

🔥

Kitaplarımı seven sizler için bir duyuru;

Yıllardır birlikte çalıştığı değerli yayınevim Epsilon ile yollarımızı ayırmış bulunmaktayım.

Bundan sonrası için farklı bir yayınevi ile anlaştım. Artık ciltli ve kutulu kitaplarımı çok uygun fiyatlara alabileceksiniz. Çok yakında duyuracağım.

Şimdi His'i okuyun ve instagramdaki Bizimkiler🍀 kanalımız gelen olur mu?

Sizi seven Durumavii

Continue Reading

You'll Also Like

38.7K 7.4K 47
Zamansız gidenler her zaman en Sevdiklerimiz değilmiydi zaten ...
180K 15.1K 32
- highschool au keşke bir mucize olsa ve her şey yok olsa
637K 1.3K 1
Bir aşkın büyü üzerinden lanete dönüşmesi...
13.9K 1.6K 90
Hayallerinize sınır koymayın ! Kendini yazarak anlatan, hayallerini artık zihnine sığdıramayarak satırlara döken yazarlarım için elimden geldiğince h...