AZİZE (TAMAMLANDI)

By Fatma_Zehra446

54K 4.7K 1.4K

Azize başka toprakta yetiştirilmiş bir çiçek. Karadeniz'in yağmurlarına emanet şimdilerde. #roman 1 More

RÜZGAR MEVSİMİ -1
BİR IŞIK LAZIMDI -2
ÇİMLERİN KOKUSU- 3
EVLAT PRANGASI -4
HIRÇIN VEDALAR - 5
SOLMUŞ ÇİÇEKLER TOPRAĞI-6
HAYAL ROTASI - 7
KAFES ANAHTARI - 8
MAHREM SEVDA - 9
VEDA TADI- 10
ZAMAN KÖPRÜSÜ - 11
KUPONLA MUTLULUK - 12
KOZALAK ŞİFASI - 13
KAYA YEŞİLİ - 14
ANNESİZDİR BALIKLAR - 15
YOL HEYECANLARI - 16
ADI: YAŞAMAK - 17
KRAL KIZININ İĞNELERİ - 18
ŞEHRİN AVARESİ - 19
UZUNGÖL'ÜN REHBERİ - 20
LACİVERT İMZA -21
BUZ MAVİSİ- 22
YABANCI UYKULAR -23
SEBEPSİZ DANS -24
ÇİÇEK KADIN- 25
GÜL BAHÇESİ- 26
ABLA KUCAĞI- 27
GÜNAH SIZISI- 28
ADİL MAHKEME- 29
HAYAT VE OKUL- 30
CAN SUYU- 31
AĞACA DOĞRU- 32
PERVANE MASALI - 33
SADAKAT VE UMUT- 34
YÜCE DAĞLAR - 35
"BEN VARIM" -36
ZAMANIN HİKÂYESİ - 37
EKMEK KOKUSU - 38
DAĞ, ÇİÇEK, DEVA - 39
DENİZ KABUKLARI - 40
MÜPHEM ATEŞ - 41
BASİT ŞİİR - 42
BOZUK ASANSÖR - 43
SABAH ÇİĞİ - 44
ON SEKİZ AY - 45
NİSAN KELEBEĞİ - 46
ÖZLEMEK OYUNU - 47
ÇİÇEKLİ SEPET - 48
YANMIŞ GEMİLER - 49
KAÇAK İNEKLER - 50
KOMŞU KIZI - 51
SÖZ DÜĞÜMÜ - 52
KÂĞITTAN GEMİ - 53
SARI KURABİYE - 54
CEVİZİN ÜSTÜNDEKİ KARGA - 56
AZİZE ZELZELESİ - 57
ÜÇ MANDALİNA - 58
FERAH PENCERE - 59
GÖNÜL ÜLKESİ - 60
MİSKET KESESİ - 61
BAHARIN GÜNEŞİ - 62
FİNALDEN SONRA OLMAZSA OLMAZ KONUŞMA

DEVA NİYETİNE - 55

502 56 44
By Fatma_Zehra446

Bir eşikte durduğumu biliyorum. Bir adım geride evim, hemen karşımda da Latif var. Nasıl oluyorsa yanımda oluşu bile ev gibi, memleket gibi hissettiriyor. Yüreğini koyduğu ellerini uzatmış, ruhundaki temiz hislerin yansıması olan bakışlarıyla beni bekliyor. Gidesim var yanına. Gariptir ki korkmuyorum davetinden. Ürkmüyorum sözlerinden. Oysa ben kaçardım vedaya meyilli her beşerden. İçimdeki bu inanca şaşırıyorum her an kendimle yüzleştikçe. Kırık dökük çocukluğumun en güvenli limanı Latif'miş. Senelerdir benden başka kimsenin konuşmadığı çocuk Azize'ye, öyle tatlı ve kendinden emin bir sesle söz verince anladım. Latif buldu bizi, tuttu elimizi hem de hiç dokunmadan...

Yüzünde bir gülümsemeyle tavana bakarken sabahın erken saatinde, zihni bu düşüncelerle meşguldü. Ellerini yorganın üzerinde birleştirmiş, kalkmaya niyeti yok gibi yatıyordu. Yer yatağı sermişti kendine. Sedef'i de kendi yatağına yatırmıştı. Arkadaşı tatilin keyfini çıkartıp uyusa da Azize alarm kurmuş gibi yine erken saatlerde gözlerini açıyordu.

Düşünceler, rüyalar ve kendine sakladığı konuşmalar da buna sebep oluyordu biraz. Önce ilaç mevzusu, ardından Latif ve nihayet itiraftan sonra olacaklar doluşuyordu zihnine. Epey kalabalıktı başının üstü. Ve düzen isteyen Azize'nin lafını sözünü dinleyen kimse yoktu. Bir iki gün içinde babasıyla konuşması gerekiyordu öncelikle. Hayatını tamamen değiştirecek böyle önemli bir meselenin uzun süre gizli kalmasına imkân yoktu. Zaten Latif de müsaade etmezdi buna. Hele de Mehmet abisinin kendisine güvendiğini bilirken.

Ama genç kız nereden başlayacağını bilmiyordu. Neyi nasıl söyleyecekti? Latif hislerini paylaşmıştı çınar ağacının altında. Düğün akşamı deniz kenarında da Azize söylemişti aklından geçenleri. Bu kadarı yeterli olur muydu yolun devamını yürümeye? Niye yeterli olmasın? Her şeyi döktüm ortaya. Daha ne diyeceğim? Birlikte yürüyelim bu yolu, dedim. Dürüst davrandım işte. Gerçi... Halam haklıydı herhalde, bir evlenme teklifi etmediğim kalmış. Latif'i karşımda bulunca fazla konuşmuşum... İyi yapmışım!

Biraz utandı, yanakları kızardı ama gülesi geldi. Yine olsa yine yapacağından, Latif ona bir adım atmışken genç adamı geri çevirmeyeceğinden emindi. Latif'e sakladığı hisleri, niye ondan saklayacaktı ki? Düşünceler eşliğinde tavanı seyrederken "niye gülüyorsun sen?" dedi Firdevs. Arkadaşının uyuduğunu zannediyordu Azize. Dolaptan çikolata aşırırken yakalanmış bir çocuk gibi hissetti. İrkilip başını kaldırdı. Uyanık gözleri Firdevs'in kısılmış ve şişmiş gözlerine nazaran canlı bakıyordu. Kızın yüzünde sinsi bir tebessüm vardı.

"Ne zaman uyandın?"

"Bu benim soruma bir cevap değil Azize hanım." Dirseğini yastığa, başını da avcuna yaslayıp doğruldu. "Çok olmuyor uyanalı. Ama uzun uzun güldüğünü gördüm. Ne gariptir, fark etmedin sana baktığımı. Epey komik bir şey düşünüyorsun herhalde. Veya derin, hoş, güzel bir şey..." Firdevs arkadaşının yorganı üstünden atmasını ve bağdaş kurmasını seyretti. Dağılmış saçlarıyla, kızarmış yanaklarıyla şirin gözüküyordu. Bazen korkutucu olan ciddi ifadesinden eser yoktu. İşte içindeki bu kız benim arkadaşım, diye düşündü.

"Biliyor musun?" Konuşmasına müsaade etmeden aklına gelen bir anıyı anlatmaya koyuldu. "Bizim köyde bir teyze vardı. Bir genç kız gülse, olur ya komik bir şey görmüştür, aman ya Rabbi! Hemen peşine düşerdi. Birini sevdiğinden emin olana kadar soruşturur, o gülmelerin sebebini sevdalara bağlardı." Normal zamanda bunu saçma bulacak arkadaşı tedirgin bir ifadeyle oturmaya devam edince, avcuna yasladığı başını kaldırıp aşağıya eğildi. Ayakucu tarafında duran kızla uzaktan göz göze geldi. "Söyle bakayım, birini mi seviyorsun sen?" Tıpkı bahsettiği teyze gibi muzır ve irdeler tondaydı sesi.

Azize yutkundu. Bir şey zihin denizinin en üstlerinde yüzüyorsa ve biri o şey hakkında soru soruyorsa bir anda reddetmesi mümkün olmuyordu. Aniden yalan söyleyebilecek kadar hızlı davranamıyordu ve zaten bunu yapmak da istemiyordu. Odada gözlerini dolaştırdı hızlıca. Sabah sabah yakalandığına mı, böyle bir sorguya çekildiğine mi, inkâr ederse Firdevs'in gerçeği öğrendiğinde vereceği tepkiye mi yansın bilemedi. "Evet" dedi bir an boş bulunup. Ne olacaksa olsun diyerek değil de, Firdevs'in bu muzır ve şakacı tavrının arasına böyle önemli bir konuyu sıkıştırmanın uygun olacağını düşündüğünden sır tutmak istemedi aslında. Zaten ilk fırsatta babasıyla konuşacaktı. Mehmet öğrenince cümle âlem de duyacaktı! Başta Azize olmak üzere kimse sakin bir tepkiyle karşılaşmayı beklemiyordu.

Firdevs, arkadaşının verdiği cevabı idrak etmekte öyle zorlandı ki doğrulmaya çalışırken bedenine dolanan yorgana hapsoldu. Kurtulmak isterken de yuvarlanıp yer yatağının üstüne düştü. İkisi birden "ah" diye bağırınca Azize bacaklarının üstündeki ağırlığın verdiği acıyı çekmeyi sonraya erteleyerek avuçlarını ağzına bastırdı. O sıra Firdevs de kendini yorgandan kurtarmayı başardı. Kafası meydana çıktığında komik ve karmaşık gözüküyordu. "Ne" diye adeta haykırdı.

"Sus gözünü seveyim. Evi yıktın başımıza! Herkes uyanacak!"

"Az önce birini sevdiğini söyledin Azize! Cümle âlem uyansın. Senden de duydum ya bu sözleri! Artık bu kız gam yemez..." Yüzünü gözünü kapatan saçlarına rağmen avuçlarını havaya kaldırıp hayallerine erişmiş bir anne duygusallığıyla Allah'a şükretti. Azize kızdı bu davranışa. Yastığını alıp arkadaşının kafasına attı.

"Kalpsiz miyim ben? Sevemez miyim kimseyi? Ne diye öyle söylüyorsun!" Firdevs aldığı darbeden sonra kısacık zamanda toparlandı. Yüzünde aynı coşkulu sırıtma vardı. Omuz silki.

"Kıyamam ben sana. Kalpsiz değilsin ama o kalbe de herkesi sokmazsın. O yüzden öyle söyledim. Hem, inan hiç beklemiyordum böyle dürüst davranmanı. Sabahın bu vaktinde beni şok kuyusuna attın. E kim? Kim çabuk söyle... Ölürüm meraktan! Hadi söyle, kim?" Kızın ellerine yapışmış cevabı beklerken duyduğu kelimeyle afalladı bir anda.

"Sensin..."

"Ya... Alay etme Azize. Yüreğim ağzımda bak. Heyecandan titriyor ellerim." Sahiden meraklıydı, uykudan eser yoktu artık yüzünde. Gözleri canlı ve bakışları parlaktı. Yalandan kaşlarını çatmış, yanaklarının içini kahkahalara doldurmuş ama bir tür inatçı iradeyle gülmemeyi başaran arkadaşını bekliyordu.

"Ah, heyecanlı olmana hak veriyorum. İtiraf etmesi benim için de zor. Seni gördüğüm ilk andan beri..." Sözünü tamamlayamadan kafasına sert bir yastık darbesi yiyen Azize kaşlarını çatıp yüzüne dağılan saçlarını geri çekti. Çevresini koyu bir halkanın sarmaladığı yeşil bakışlarını dikti arkadaşının yüzüne. Onu böyle ciddi bulmayı beklemiyordu. Ellerini beline koymuş cevap isteyen Firdevs'e bir kez daha yastık fırlatmayı lüzumsuz gördü.

"Kendine geldin mi yoksa bir vuruş daha lazım mı?"

"Bu kâfi, teşekkürler."

"Rica ederim. Şimdi söyleyecek misin?" İkisi de yapmacık kibar bir gülüşle birbirlerine baktılar. Sabah sabah yastık savaşı yapmak iyi bir fikir gibi gözükmese de berrak bir zihne sahip olmaları için iki kıza da yardımcı olmuştu.

"Anlatacağım" dedi Azize. "Ama bir daha az şaka yaptığımdan yakınırsan seni yastıkla kovalarım." Firdevs dudaklarını birbirine bastırdı gülmemek için. Ellerini birleştirip kalbinin üstüne yerleştirdi bir tiyatrocu edasıyla. Melül bakışlarını tavana dikmeyi ihmal etmedi.

"Ah Azize hanım! Müsaade edin bu yumuşacık şartınızı münasip bir vakitte düşüneyim. Evvela bana o şanslı beyefendinin ismini bahşedin kuzum..." Azize kendini tutamayıp kıkırdadı ama rol yapan arkadaşı eski haline gelsin diye onu omuzlarından sarsmayı ihmal etmedi. Kısa süre içinde odada tatlı, ciddi bir hava oluştu. Biri heyecanlı ve meraklı, diğeri daha sakin iki arkadaş konuşmaya başladılar.

***

Azize öğleden sonra camiye gitmek için evden çıktı. Hava iyice soğumuştu. Henüz beyaz örtü serilmediyse de toprağa, gelişi uzun sürmezdi. Kabanının üstünden omuzlarına örttüğü kalın koyu renkli şalına rağmen esen sert rüzgârı hissetti. "Kar yağsa soğuk kırılır" diye söylendi dişlerini sıkarken. "Hem havanın da mikrobu kırılır." Sonra durup şaşkınca etrafa bakındı. "Babaanneme dönüşüyorum ve bu yavaş yavaş olmuyor." Durmak iyi bir fikir değildi. Kızaran ellerini cebine soktu ve hızlı adımlarla yeni bir yokuş çıkmaya başladı. Bir iki gün daha ders yapsalar çocuklar okumayı öğrenmiş olarak camiden ayrılabilirlerdi. Hepsi akıllı, zeki ve istekliydi. Neticeye ermeyi hak ediyorlardı.

Soğuk sebebiyle nefes nefese kaldığından, kestirmeden gitmek istedi. Hava güzel olsa yürürdü uzun uzun. Yönünü değiştirip gelişigüzel konmuş iki taş basamağı çıktı. Sağlı sollu beş kaful çay, sonrasında da sırayla ağaçlar dikilmişti toprak yolun iki yanına. Gökyüzünü kapatan ve toprağı rutubet kokutan ağaçların gölgesine sığındı. Burada birkaç kuş cıvıltısı duyuluyordu. Sararmış yapraklar dallarından ayrılıyordu. Gizli ve yeşil bir geçitte yürüdüğünü hissediyordu Azize. Fakat biraz ötesinde ellerini cebine koymuş, sırtını ağaca yaslamış Latif'i görmeyi beklemiyordu. Adımları yavaşladı sol yanındakinin hızlanan ritmine inat. Her seferinde böyle mi olacaktı? Önce bir şaşkınlık, sonra heyecan mı ele geçirecekti ruhunu? Latif onun sevdiği, onu seven miydi sahiden? Hangi rüzgâr sertti, hangi hava soğuktu bu saatten sonra? Ne acayip, diye düşündü. Bu şahlanan duygular, unutturmasa bari bana beni...

Genç adam ayağının dibindeki yaprakları seyrederken, sol tarafından yaklaşan kişinin kim olduğunu anladığında gülümsedi. Doğruldu yaslandığı yerden. Montunun uçlarından çekiştirip düzeltti. Azize'nin inat eder gibi yavaş atılan adımlarını garipsese de sesini çıkartmadan bekledi. Kızın seri yürüdüğünü, yere sağlam bastığını bilirdi. Nihayet kulağına kısık sesli bir selam ilişti. Latif bekletmeden selamı aldı, karşılık verdi. "Seni bekliyordum" dedi sonra.

"Beni mi?" Biraz şaşkın, biraz memnun gülümsedi Azize. Fakat sonra kaşları çatıldı. "Bu soğukta! Ne zamandır buradasın?"

"Niye kızdın ki?" diyerek tebessüm etti Latif. "Hemşire değil misin? Hasta olursam bakarsın."

"Emekli bir hemşireyim. Of'ta mızrak ve iğnenin ayrımını yapmamaktan zevk alan bir doktorumuz var. Seni ona sevk etmem gerekecek." Sesine neşe, yüzüne gülümseme katmak istedi Latif'in şakasına ortak olurken. Yine de keyfi kaçtı hemşirelikten bahsedilince. Uyanmadan önce uzun ve ilaçlarla dolu bir rafın önünde durduğunun rüyasını görmüştü. Özlediği, boşluğunu kıpırdanan parmaklarında hissettiği mesleğini hızlıca terk etmişti ama bir anda geri dönemiyordu. Aradan geçen süre arttıkça artık yapamayacağına inanıyordu. Defalarca zorluklarla karşılaşmıştı eğitim hayatında. Hiçbiri kardeşini zehirlemek kadar kötü ve korkutucu değildi. Bir suçu olmadığını öğrendiğinde bile tekrar giremedi o mutfağa. Vefasızlık eder gibi el etek çektiği mesleğinin kapısını çalamıyordu artık. Tattığı pişmanlığın zehrine bir deva bulamıyordu.

Azize'nin, bodur çalılıkların yapraklarından süzülen yağmur damlalarını düşünceli bir şekilde seyrettiğini fark etti Latif. Değindiği hassas konunun yerine bir yenisini getirmek ve bu güzel anı gölgelememek için zihnini toplamaya çalıştı. Genç kızı üzmeye değil, yüzünü gülümsetmeye gelmişti. "Gönderme beni" dedi dikkati üzerine çekmeye çalışarak "otururum dizinin dibinde. Bulurum şifamı. Ne iğneler, ne isimler, ne de korkular girer aramıza."

Hızlı oldu Latif, çok hızlı oldu! Hakkın yok sözlerimin yolunu kesmeye. Ilık bir sevgiyle tanışan yüreğime kast etmeye. Böyle güzel hayalleri ulu orta söylerken, nasıl kelimeleri karman çorman etmemeyi başarıyorsun? Ki düşlediğini öğrendiğim anda bile, adını bilmediğim tüm nehirlerin coştuğundan emin oluyorum. Neyse ki biraz uzağımdasın, neyse ki gözünü yüzümden sakınıyorsun. Ama hissediyorum adım adım hayatıma girdiğini. Sert mesafeleri bir perdeyi çeker gibi kaldırdığını görebiliyorum. Şimdi ne diyeceğim sana? Buyur, otur bari.

Cevapsız bir dakikanın ardından, Latif elini montunun cebine atıp ufak bir ahşap kutu çıkardı. Üst kapağı işlemeli, açık renkliydi. Sessizliği dağıtmak için "sen mi yaptın?" diye soran kıza olumsuz anlamda başını salladı. "Peki, benim için mi?" Bu sefer onayladı. Avcunun içinde tutuyordu hâlâ.

"Çarşı iznine çıktığımda bir dükkânda görmüştüm" dedi. "Aklıma sen geldin, verebileceğimden emin değildim ama aldım." Bir iç geçirdi. Ömür boyu bir çekmecede saklayacağından korkuyordu aslında. Rüya gibiydi Azize'nin karşısına çıkmak. Uyanmaktan hicap ederdi insan. "Baktığım yerde seni, sana ait bir izi görmek güzeldi Azize." Yavaşça açtı kutunun kapağını. Yeşil, oval kesim yeşim taşı, gümüş bir yüzük göründü. "Yeşilin memleketinden ayrı on sekiz ay geçirdim. Başka bir yeşil görünce iradem ayaklarımdan önce koşturup bu kutunun içini doldurdu. Özlem dindirdi. Bana da, sana güzel hislerle bezeli bir gülümsemeyle teklifimi yapmak düştü. Bir ömür, oturayım mı dizinin dibinde? Deva niyetine..."

İşte böylesini hayal etmemişti Azize. Böyle sakin, dingin bir adamın dilinden dökülen güzel sözlerle mest olacağını hesaba katmamıştı. Gözleri doluyordu. Uzakta sandığı coşkun ırmaklar tam da yüreğinin kenarından akıyor, yatağına sığmıyordu. Dudaklarını aralayacak oldu güzelim kutuya, içindeki yüzüğe bakarken. Mesafeler çokken, ihtimaller düşükken ve henüz hiçbir şey konuşulmamışken cebinde bir teklifle dolaşan Latif'e koşturan küçük Azize'nin kolundan tutup onu durduramadı. O bize söz verdi, diye haykırıyordu. Bizi hiç bırakmaz. İnanıyorum gözümün önündeki köprüye rağmen...

Güldü yanakları ıslanırken. Başını salladı bir çocuk sevinciyle. "Buyur, otur" dedi. "Şifa olsun." Avuçlarına ahşap kutu emanet edildi.

***

Firdevs bir gece daha kalacak sonra çarşıya dönecekti. Son akşamında Yasemin de geldi. Gülcan da yukarıya çıktı. Son zamanların en kalabalık ve gürültülü sohbetini ağırladı genelde boş duran salon. Yasemin gür sesiyle bir sürü anı anlatıyor, kızları güldürüyordu. Firdevs'in mizacını kendine göre daha sakin ve ılımlı bulsa da merakı ve konuşkanlığı sebebiyle onu samimi bir arkadaşı olarak görüyordu. Birbirlerine adapte olmakta hiç zorlanmadıkları gibi, beraber zaman geçirmekten de keyif alıyorlardı.

Vakit epey ilerlediğinde Mehmet yatmak için yukarıya çıktı. Kızlar da odalarına geçti. Gülcan babaannesinin yanında uyuyordu birkaç gecedir. Annesiyle karşı karşıya gelmemek için çabalıyordu. Fakat kaçışı uzun sürmeyecekti. Hele de babası bu eve gelip giderken, Emine çoğu zaman yalnız kalıp kuruntuların içinde boğulurken. Biriken gerginliklerden saklanmak için gürültülü bir uyku çeken babaannesinin kollarında uyumaya razıydı genç kız. Olanları öğrenen her aile bireyi gibi Rahime hanım da torununu yanına almak istemiş, yaptığı davranışı desteklemişti. Aile mevzularından en son haberdar olan Arif bile gerekirse hep burada yaşayabileceğini söyleyip bir baba edasıyla kıza sarılmıştı. Tüm bu destek Gülcan'ın endişelerini hafifletti. Girdiği yolun doğru olduğunu bir kere daha ispatladı.

Yasemin ve Firdevs Azize'nin yatağına yattı. Azize yine yer yatağındaydı. "Gelsene aramıza" diye söylendi Yasemin. Israrla tek yatacağını söylediği için ona biraz kızıyordu. "Gece uyanacağım, basacağım üstüne. İncecik bir şeysin zaten. Kırılacak her yanın." Azize güldü bir nefes verir gibi.

"Ben mi inceyim? İnce insan görmedin herhalde." Bileklerini göz hizasına kaldırdı. Ne kalın ne inceydiler. Son dönemde biraz zayıflamıştı ama normal kilosundan memnundu. Rüzgâr esse sarsılacak kadar zayıf ve bitkin olmaktan hoşlanmaz, kilonun hareketlerini kısıtlamasına da müsaade etmezdi.

"Bana nazaran yani..." Annesi gibi yapılı ve uzundu Yasemin de. Kemiklerinin iri olduklarını savunurlardı. Bir yetmiş üç boylarındaydı ve kendinden yalnızca birkaç santim kısa arkadaşının yanında uzun gözüküyordu. Azize'yi ufak görmekten çekinmezdi bu sebeple. Küçükken dediğini yaptırmak istediğinde, birkaç kez kucağına almakla tehdit etmişti arkadaşını. Bu güç gösterisi inatçı ve gururlu Azize'nin hoşuna gitmediğinden fazla tekrarlanmadıysa da akıllarda bir anı olarak kaldı.

"Sanırım en miniğiniz benim" diye araya girdi Firdevs. Sesi mahmurdu biraz. Sabun kokulu yastığa başını koymuş, yuva sıcaklığında sarmalanmanın tadını çıkarıyordu. "Siz yağmurda sulanmış gibisiniz. Tepemden bakıyorsunuz servi ağacı misali." Bu benzetme Yasemin'i güldürdü. Yorulmak bilmeyen bir tavrı vardı. Yatağı gıcırdatarak doğruldu ve bağdaş kurdu. Sabahın erken saatinde kalkmış arkadaşları uyumasın diye böyle davranıyordu. Hem bir daha ne zaman böyle bir araya geleceklerdi?

"Yarın Ayder'e mi gitsek?" Bu fikir Firdevs'i heyecanlandırır gibi olduysa da olumlu cevap veremedi. Çalışması gerekiyordu. Üstelik hava çok soğuktu. Radyoda kar yağışı beklendiği söylenmişti. Yarın lojmana dönmezse burada mahsur kalma ihtimali vardı. Canına minnetti tabi. Yine de gitmesi gerektiğini biliyordu. Yeterince iyi ağırlanmıştı. Morali yerine gelmişti ve artık arkadaşının da mesleğe geri dönmesi için çabalamak istiyordu.

"Benim de işim var" dedi Azize. "Belki başka bir gün." Bu gün konuşmaya bir türlü fırsat bulamamıştı ama yarın babasının karşısına geçmesi gerekiyordu. Hangi kelimeleri seçmeli, ne demeli bilmiyordu ama haberi olmalıydı Latif'ten. Daha fazla saklayamazdı. Hele çantasında bir yüzük taşırken... Ah o yüzük! Hatırlayınca yine kanatlandı kalbi. Güldü karanlığı bölen sokak lambasının aydınlattığı odada. Ailesi, doğum günlerinde hediye niyetine altın bilezik alırdı. Teşekkür edip muhafaza etmesi için yengesine verirdi. Takmaz ya da varlıklarını hatırlamazdı. Ama şimdi işlemeli ahşap kutunun içindeki yüzük aklındaydı ve bastırılmaz bir istekle açıp bakmak istiyordu. Bir hediye, ziynet ya da süs değildi çünkü. Teklifti, sözdü, yolculuktu. İlk kez, boynunu eğerek çıkmıyordu bir yolcuğa. Endişelerini bastırmak için çabalıyordu. Onları duymamak için elinden geleni yapıyordu.

"Hadi ama! Bir gün daha uzatın tatili. Ayder'de şenlikler vardır şimdi." Omuzlarını salladı hızlıca. "Horon ederuk..."

"Çok isterdim... Ama olmaz." Firdevs üzgünce baktı arkadaşına. Yasemin yanındaki kızdan umudu kesince Azize'yi görmek için eğildi. Sarı ışık yüzüne yansıyor, tatlı bir gülümsemeyi aşikâr ediyordu. Hem de gecenin bu vaktinde.

"Oy nenem, oy nenem" diye fısıldayarak ağır ağır sıyrıldı dizlerinin üstündeki yorgandan. Firdevs'e yan bir bakış attı. Genç kız kıkırdadı.

"Sabah da böyleydi" dedi. "Hem de sebebini de söyledi." Henüz fark edilmemişlerdi. Yasemin merak ve heyecanla minyon gördüğü Firdevs'in yanına attı kendini. Ezilip ölmesin diye dikkat etmeye çalışmıştı. Sebep her neyse öğrenmek istiyordu. Firdevs "Latif..." diye fısıldadı sadece. İmalı ve heyecanlıydı tavrı. Zaten uzun uzun anlatmasına gerek yoktu. Birkaç manidar bakışmanın ardından Yasemin kıvrak bir zekâyla mevzuyu çözdü. Önce şaşırması, sorgulaması gerekirdi aslında. Ama bunları daha sonraya erteleyip henüz kanı deli akıyorken bu yeni havadisin verdiği heyecanın tadını çıkartmak istedi. Yarın uyanır uyanmaz şaşıracak ve sorgulayacaktı! Sessiz sedasız Latif ve evin kıymetli kızı Azize bir arada... Demek öyle.

Tüm fısıltıların içinde bir isim ayırdı Azize'yi düşüncelerinden. İrkilip gözlerini tavandan çekti. Bir mumya gibi kollarını öne uzatıp hızlıca kalktı. Tedirgin ve sorgulayan bakışlarla kızları süzdü. "Ne konuşuyorsunuz siz?" Yasemin'in muzır neşesine nazaran sesi soğuk ve gergindi.

"Ne oldi tatli kız, merak mi ettun? Bizim bir komşu oğlu var, onu konuşuyoruz."

"Ve adı da Latif" diyerek araya girdi Firdevs. Yasemin herkesi korkutacak kadar ani bir hamleyle, aslında daha yumuşak olmasını hedefleyerek öne atıldı. Ama önce Firdevs'i ezdi, sonra Azize'nin ayaklarının üstüne düştü. Tehditlerinin bir kısmını gerçekleştirmesi kızların gözünü korkutmaya yetmiş olmalıydı. Acıyla kıvrandılar bir müddet.

"Ah, genç yaşımda fıtık olacağım" diye sızlandı Azize. Sessiz kalmaya çalışıyordu ama mümkün değildi.

"En azından yürüyebileceksin" dedi Firdevs. "Sanırım ben buraya yapıştım ve iç organlarım ezildi." Kızların sızlanmalarını önemsemeyen Yasemin pijamalarının paçalarını düzeltip sırtını duvara yasladı. Daha önemli mevzular vardı konuşulacak.

"Üf abartmayın da! Dozer miyim ben? Az bile ettum size. Neler olmuş da haberim yokmuş. Ne zaman anlatacaktın Azize? Düğününe davetli miydim?"

"Bize abartma diyene bakın." Genç kız sızlanmayı bıraktı. Yasemin'in yüzüne gölge düşüyordu. Alıngan ve sitemkâr olmaya zorladığı sesine bakılırsa bir özür ya da teselli bekliyordu. Tabi hızlı davranıp bir konuda karar kılamayan fıtratı müsaade ederse Azize bir açıklama yapabilirdi. "Henüz her şey çok yeniydi. En kısa zamanda anlatacaktım ama..."

"Tamam tamam, hayde. Onu bırak. Şimdi, de bakayım nasıl oldu?" Gecenin bu saatinde, aslında uykuya ihtiyaçları vardı ama Yasemin sabahı bekleyemezdi. Azize olabildiğince kısa ve mahrem tutarak aldıkları karardan bahsetti. Konuşmanın yarısında Firdevs gözlerini kapatmıştı zaten. Yasemin de durum kritiği yapmak isterken esnemeye başlayınca Azize onu yatağına yolladı. Günlerin çuvala girmediğini, bilemedi kaç kez tekrarladı. Yine de mutluydu, gülümsüyordu. Hatta öyle ki gözlerini kapatsa da uyuyamadı. Oysa sabah erken kalkmıştı. Gün içinde mahmur dolaşmak pek sevmediği bir şeydi. Ama soğuk hava, iş güç derken dinç durabileceğini düşündü.

Yarım saatlik bir sessizlikten sonra mutfak kapısının açıldığını duydu. Babası mıydı acaba kalkan? Akif uyurdu bu saatte. Belki de Zeynep ablasıydı ve su alacaktı. Bir iç geçirdi koridora süzülen ince ışığa bakıp. Günlerini geçirdiği, vaktini harcadığı ve atölye olarak kullandığı mutfak bomboştu şimdi. Su almak, çay demlenmek ve yemek yenmek gibi işler için kullanılıyordu yalnızca. Esas amacına hizmet ediyor yani, diye geçirdi içinden.

Fakat ışık sönmedi hemen. Meraklandı Azize. Mutfaktaki her kimse hastalanmış olabileceği endişesine kapıldı. Yerinden kalktı kızları uyandırmayacak kadar sessiz hareketlerle. Üstüne kapının arkasında asılı duran ve namaz kılarken giydiği sabahlığı geçirip önünü bağladı. Komodinin üstündeki tokasını avcuna alıp odadan çıktı. Koridorda dağınık bir topuz yaptı. Kat soğuktu soba yanmadığı için. Üşüdüyse de yatağına geri dönmedi. Bilerek adımlarını sert bastı yere. Uyanık olan her kimse korkmasını istemedi. Hafif aralık kapıyı açtı. Zeynep'i tezgâha yaslanmış, su kaynatırken buldu. Boğazını temizledi varlığından haber vermek için. "Zeynep abla?" Zeynep korkmadıysa da şaşırdı. Kapı sesini duymuştu ama genç kızlardan birinin yanına geleceğini düşünmemişti.

"Azize, gelsene. Uyumamışsın, hayırdır?" Aynı sorunun muhatabıydı aslında. Yine de elinden geldiğince kibar karşılamaya çalıştı genç kızı. Geçip sandalyeye oturmasını seyretti. O sıra raftan bir büyük fincan daha çıkardı. Kaynamaya başlayan suyun içine biraz ıhlamur attı.

"Kızlarla lafladık biraz. Sizi de mi uyutmadık yoksa? Kusura bakmayın."

"Yok canım, baban mışıl mışıl uyuyor. Ben de mutlu oluyorum siz böyle gülüp eğlenince." Arkasını dönmeden önce güldü. Fakat Azize Zeynep'in ifadesinden başka çıkarımlar yaptı. Huzursuz ve mutsuz olduğunu hissetti. Gün içinde de birkaç kez karşı karşıya gelmişlerdi. İşine odaklanmış, kabuğuna çekilmiş halini fark etmişti hemen. Fakat kalabalık içinde yollarının ayrılması kadar sohbet etme fırsatı bulamamaları da normaldi. Bu saatte uyumasına engel olan bir ağrı ya da heyecan değilse sıkıntısı olmalıydı Zeynep'in. Yalnız kalmak mı istiyordu acaba? Müsaade istemeden geldiği için pişman hissetti Azize. Fakat sevecen bir şekilde "limon ister misin?" diye sorulunca sınır ihlali yaptığı fikrinden vazgeçti.

"Olur." Tezgâhın üstündeki sepetin içinden bir limon alan elleri seyretti. Ufak bir kâseye dilimlenen meyvenin ekşi kokusu etrafa yayıldı. Eski anılardan kalan yoğun baharat ve çiçek kokularına karıştı. Azize, bir zamanlar en çok vakit geçirdiği yere, çalışma alanına baktı. Boş raflarda kavanozları görür gibi oldu. Merhemler dizilmiş, otlar kurutulmuş, macunlar hazırlanmış... Ah, artık bir gece vaktindeydiler ve mazinin tozlu hayallerine tezat bomboştu raflar. Görmek ve inanmak istemez gibi kapattı gözlerini. Kokulara teslimdi. Limon, yayla çayı, nane, zencefil, karanfil, ıhlamur...

Ihlamurun keskin kokusu iyice yakınına gelince gözlerini açtı. Zeynep iki büyük fincana ıhlamur doldurmuş masaya koyuyordu. Kısık sesli bir teşekküre gülümseyerek cevap verdi. Sonra yuvarlak ufak masanın diğer tarafındaki sandalyeye oturdu. O da Azize gibi rafları görebiliyordu. Başlarını çevirdikleri an göz göze gelebileceklerdi. Fakat dinlenmek ve sessizlik şimdilik iyi geldiğinden konuşmaya yeltenmediler. Bir iki yudum sıcak ıhlamur içmek iyi hissettirmişti Azize'ye. Bedeni rahatlayınca zihni berraklaştı. Zeynep'e çevirdi bakışlarını.

"Bir hastalığın yok, iyisin değil mi?"

"Çok şükür iyiyim. Ihlamur için soruyorsan... Uyku tutmadı, aklıma geldi sıcak sıcak içerim diye." Güldü sofradaki çay kaşığıyla oynayarak. "Senin de nasibin varmış. Geldin yanıma, arkadaş oldun. Güzel rast geldi." Bu yalnızlığı ve muhtaçlığı hissettiren zoraki gülümseme bulaşmış sesten hiç hoşlanmadı Azize. Elinin tersiyle bir kenara ittirdiği zamanlardan tanıdıktı. Ne yazık ki tanıdıktı!

"Ihlamur için sormadım" dedi tamamen yönünü Zeynep'e çevirerek. "Uyku tutmamasının sebebini merak ediyorum. Eğer paylaşmak istersen, yani yardımcı olabileceğim bir mevzuysa elimden geleni yapmak isterim."

"Yorgunum biraz herhalde." Üzgünsün aslında. "Akif'in de morali bozuldu öğretmeni değişecek diye. Biliyorum bizim aile pek sevmedi onu ama Akif de çocuk işte. Her halini tavrını sevmiş. Gidecek olmasına üzüldü. Birkaç gündür ödev de yapmıyor. Bu gün biraz konuşmaya çalıştım ama..." Sıkıntılı bir nefes takip etti kısılan sesini. "Pek beceremedim herhalde. Geçmedi üzüntüsü." Edip beyin gidecek olmasına üzülmeyen, onun ait olduğu yeri bulmasını temenni eden Azize Akif açısından düşünmemişti hiç. Kardeşiyle vakit geçirmediğini, yalnızca yemek vakitlerinde görüşebildiklerini, genellikle sessizce karnını doyurup kalktığı ve odasına gittiği için çocuğun halinden bihaber olduğunu fark etti Azize.

"Teselli... Hep birlikte onu teselli ederiz" diyebildi yalnızca. Yüreğine bir ağırlık çöktü. Söylediklerine kendisi bile inanamadı o an. Zeynep ıhlamurunu içti sessizce. Gözlerindeki hüzün derinleşiyordu. Gözleri kedere sahne olacak düz siyah bir boşluk gibiydi. "Üzme kendini lütfen. Yeniden mutlu olacak Akif. Elimizden geleni yapacağız biz de. Ne desem bilemiyorum. Haberim yoktu. Öyle olsa yalnız bırakmazdım Akif'i. Tabi annesi ve babası yanındaydı, her an destek oluyordu ama ablası olarak ben de teselli ederdim. Zaten tertemiz, sıcacık bir kalbi var. Bir müddet sonra anlayışla karşılayacaktır."

Derin bir nefes alıp arkasına yaslandı. "Şükür, babam evde" dedi kendi kendine. Erkek çocuklarının dilinden babalarının iyi anladığını, onları teselli edecek aktiviteler yaptıracağını biliyordu. Fakat Zeynep yine tepkisiz ve cevapsız kalınca Akif'ten başka problemler olduğunu da hissetti genç kız. Yeniden öne eğildi. Ellerini masanın üstünde birleştirdi. Zihninin içindekileri görmek ister gibi gözünü kadına dikti. "Başka bir şey mi var?" Tedirgindi ve ses tonuna da yansımıştı. Ihlamurun yumuşatmadığı kederler boğaza takıldı o an.

"Başka pek çok şey var ama yok gibi... Bazen ne yapacağımı bilmiyorum Azize. Nereye koşturacağımı, kimi teselli edeceğimi, ailemin nasıl mutlu olacağını... Ben hiç bilmiyorum." Fısıltı gibi çıkan sesinde feryat vardı. Yanakları ıslandı iradesi dışında. Sessiz bir sele kapılmış gidiyor gibi hissettiği uzun zamanın ardından içini dökmeye başlamak bile iyi gelmişti. "Mehmet iş bulamadığı için bunalıyor, evde sıkılıyor, duramıyor yerinde, görüyorum. Ayakta durmak için uğraşıyor. Akif desen, anlattım halini. Oturup konuşmadılar bile birbirleriyle. İlgilendi zannediyorsun, ilgilenemedi aslında. Sanki uzağız birbirimizden. Dağınığız. Herkesin başı öne eğilmiş, kimseden ses seda çıkmıyor. Azize biz yalnızız..." Gecenin başına acı bir hakikat dikildi. Anlaşılmadığını, yorulduğunu, yalnızlığını hisseden kadın sadece yetemediğini zannetti. Düzeltmediğini, iyileştiremediğini...

İnanç, kalbinin dirayeti kırılırken alındı elinden. Çocuğunu teselli edemeyen bir anne kadar mahzun, eşinin kederine el uzatamayacak kadar yorgundu artık. Gün ışığının umudunu geceye saklayacak kadar vaktin farkında değildi. Cebine gülümsemeler doldurmuyordu, unutuyordu kendini bir kenarda. Okula gidip odasına giren çocuğa, iş aramak için her gün çarşıya inen adama da görünmüyordu. Son günleri böyle düşünce girdabında geçiriyordu.

Azize kısa bir an hayretine yenildi. Babasının durumundan haberdar değildi, kardeşi hakkında hiçbir şey bilmiyordu ve Zeynep'in görüp de dillendirmediği hakikatin içinde uzun zamandır yaşıyordu. Hakikaten... Nasıl dağılmışlardı ki attığı adımları seyrederken ailesinin ahvalinden bihaber kalmıştı? Bir ilaçla, bir hastaneyle, bir öğretmenle başlayan olaylar silsilesi enkaz sonrası tozlarını bırakmıştı her yere. Henüz toparlanmaya çalışırken, herkes bir sığınak ararken ince bir temizlik yapılamamıştı. Derdini bir mezar taşına dökmek istediği gün, önce bir selama sonra da çocukların neşesine sığınmıştı. Demek çevresindeki herkes fırtınadan kaçamamıştı.

Yerinden kalktı kendine gelince. Mendil görevi gören ellerini yanaklarına yaslamış Zeynep'in yanına gitti. Acemi bir hamleyle omuzlarına sarıldı. Kadının başı genç kızın sinesine yaslandı. "Biz yaralıyız sadece" dedi Azize. "Bu memleketin fırtınalarına tutuluyoruz. Savruluyoruz dört bir yana. Çok şey gördük, çok acı yaşandı ama yine de kalktık ayağa. Yine güldü yüzümüz. İnanıyorum, yeniden kalkacağız. Bu yalnızlık, bu keder bir teselli bulacak." Yalnızlık tesellisi... Uzun sürebilir ona erişmek. Kimisinin ömrü yetmedi belki. Aslında sen de biliyorsun ya; çokça eksik kalacağız. Gözümüz dalacak uzaklara. Bir koku, bir renk hatırlatacak en derinlerde saklanan veda dolu günleri. Hep oldu, yine olacak. Ama bir gün, sıcak bir el tutacak elimizden. Saklayacak bizi sinesine. Yolun sonunda o varsa, değmez mi yürümeye? Vaktimiz yetecek, hissediyorum. Avuçlarımızda saklayacağız merhemi. Bize değilse de, bir ruha iyi gelecek.

"Küsme olur mu? Aileye, inanca küsme. Çünkü bir kere bırakınca ipin ucunu, kalın halatlar sertçe kayıp yuvarlanıyor kayalardan aşağı. İnsanın elleri parçalanıyor. Kan revan... Teselli ve merhem bulunmayacak nokta orası. Oraya gitme Zeynep abla." Gözleri dolduysa da sesi titremesin diye elinden geleni yaptı. Kaşlarını kaldırıp derin bir nefes aldı bu gece Zeynep'inkilere gözyaşı eklenmesin diye. Omzunu sıvazlayan ellerini kadının saçlarında dolaştırdı. Yumuşakça okşadı tam da anne düşlenen o anda. 

***

Selam... Seviyorum size selam vermeyi. İyisiniz inşallah. Çok daha iyi olun. Selametle...

 -Ben dün akşam mühim bir karar verdim

- Neye? 

- Yaşamaya

- Bu ne demek? 

- Gayet sade, öldürmemeye.

Çalıkuşu

Continue Reading

You'll Also Like

GERBERA By ...

Teen Fiction

579K 19.2K 30
Sessiz olmaktan uzak bir kız... Fazla çaresiz bir genç adam... Onları bir araya ne getirebilir? Kader mi? Yoksa tesadüfler mi? Hayır,onları...
45.3K 7.2K 31
Birisi gelir ve kurduğun düzen bozulur! Hayatın kuralı budur, O "biri" hep gelir ! 🔜 21.06.2020 Tüm hakları saklıdır ©️
389K 20.8K 37
Herkesin bir hayali olduğu gibi onun da bir hayali vardı. Aşık olduğu ünlüyle tanışmak... Ve kader onları tanıştırdıktan bir süre sonra nikah masasın...
30.6K 2.4K 18
"Yani bu gece gerçekten öleceğim." "Üzgünüm Öksüz." "Gerçekten mi?" "Gerçekten. Ölümüne üzülemeyeceğim için çok üzgünüm."