MIH

By _Mehsa_

7.3M 324K 182K

İntikamın kıyafetini hiç merak ettiniz mi? Peki ya bedenini? İntikam,nefretle kararmış lacivert gözlerdi. İn... More

TANITIM VE PROLOG
1-*Canavar(Canver)*
2-*Ceylan*
3-*Kuyunun Hikayesi*
4-*Azrail'in Evi*
5-*Gazap*
6-*Ezinç*
7-*Cefa-Pişe*
8-*Gönülçelen*
9-*Kaçak*
10-*Nikah*
11-*Lahza*
12-*Charlie*
13-*Kale*
14-*Şiraze*
15-*Müge*
16-*Zar*
17-*Tutulma*
18-*Figan*
19-*Hükümdar*
20- *Mecruh*
21-*Kral Payı*
22-*Billur*
23-*Hançer*
24-*Sanrı*
25 -* Raks*
26-*Dildâde*
27-*Kor*
28-*Sevda*
29-*İhtilal*
30-*Bahar*
31-*Meftun*
32-*Ateşpare*
* SİRAÇ VUSLAT 19.04*
34-*İrade*
35-*Oda*
36-*Cambaz*
37-*Vurgun*
38-*Asil*
39-*Kırmızı*
40-*Azap*
41-*Uçurum
42-Veda
43-*Güz*
44-*Acı*
45-*Katran*
46-*Safderun*
47-*Devran*
*19.04 & Doğum Günü Özel*
48-*Anne*
49-*Baba*
50- *Bedel*
51-*Kader*
52-*Masal*
53-*Şakayık*
*Özel Bölüm*
*54- Toprak*
*21.21*- DUYURU

33-*Fedakar*

123K 5.3K 7.4K
By _Mehsa_

SOHBET KÖŞESİ

Selamünaleyküm Mehsa'nın fedaileri! Ben geldim!😍🥳

İki haftadır klavye başında size en uzun bölümümü takdim etmek için canla başla çalışıyorum.💃💃

İşte geldim buradayım tam tamına 24 BİN KELİMELİK bir bölümle karşınızdayım!😍

Nasılsınız? Umarım çok ama çok iyisinizdir. Benim vizelerim başlamak üzere, KPSS süreci içerisindeyim ayrıca!😍

Çarşamba günü de ilk defa stajyer Öğretmen olarak ders anlatacağım. Bu aralar özellikle dualarınıza çok çok ihtiyacım var. Rabbim hepinizin yükünü alsın. Hadi burada güzelce sohbet edelim.😍☄

Sonra başlayalım! Huh ne bölüm ama!😍

Olaylar, çekimler, yine olaylar!💥☄

Sizi delirtmeden bırakmayacağıma emin olabilirsiniz!😏💥

Çok çok sevdiğimi söylemiş miydim? Çok seviyorum sizleri canımın içleri!😍😍

İyi okumalar dilerim!😍😘🤩

(SINIR: 4K OY!)

MÜZİK KUTUSU

BOY EPİC- DIRTY MIND

BURAY- SAMAN ALEVİ

BURAY- ALAZ ALAZ

PINK SWEAT - AT MY WORST

KAYAHAN- ODALARDA IŞIKSIZIM

RO JAMES- PERMISSION

🥀🌙Instagram Sayfamız: Mehsa Hikayeleri

🥀🌙 Kişisel Instagram Sayfam: _mehsaa_
🥀🌙 Twitter: mehsahikayeleri

🥀🌙Takip edebilirsiniz. Özellikle duyurular ve alıntılarımız için çiçeklerim.🌺 


  🌌☀️🌌☀️🌌☀️

Kurt kuzuya teslim edildiğinde kuzu helak olurdu. Kurt aç değilse öldürmez, yalnızca sürünün hıncını kuzudan çıkartırdı.

Vuslat'ın bilmediği, Kurt görünümlü kuzunun yani Emir'in peşine takıldığında amacı onu öldürmek değil, helak olması için ilk adımını atmasına yardımcı olmaktı. Bu yüzden ölümünü geciktirmek ama aynı zaman da diz çökeceği adamın kim olduğunu göstermek için ilk adımı attı.

Emir tuzağa düşüp Konya'ya geldiğinde, deliğini korumak için harekete geçtiğinde, Vuslat'la birlikte onu izlemeye başladı. Emir çok zeki bir adam değildi ama insanları yönlendirmenin, paranın değerini onlara bir zehir gibi nakşetmenin yollarını iyi bilirdi.

Anlaşmalarında nerdeyse yarı yarıya indirim yapıp elinde ki silahı ve silahın yanında göndereceği çocukları elden çıkartmaya kalktığında tüm piyasaları hareketlendirdi bu yüzden. Bir ay içerisinde iki tır Suriye sınırından geçiş yapacak ve Orta Doğu'da ki silah pazarını karıştıracaktı.

Yalnız kan gövdeyi değil, masumun kanı yerin gövdesini götürecekti.

Vuslat'ın planı, Emir'in korkusuyla birlikte tüm çocukları elden çıkartması için harekete geçmesiydi. Her adımda onu biraz daha sıkıştıracak ve her adımda kurulda ki biriyle daha bağını koparacaktı.Böylece yer altına kurdukları, kanlarıyla suladıkları, vahşice, bir hayvan gibi eğitildikleri o inin kül tutmuş damarları kuruyacaktı.

6 kişi, 19 sınır kapısı, her bölgeye bir baron.

Ülkenin Doğu bölgesinde ki terör örgütleri için silahlar, Karadeniz'den bulgar sınır kapısıyla insan ticareti. Yunanistan sınır kapıları ile çocuk bedenine gizlenmiş uyuşturucu kaçakçılığı, kaçırılan çocuklar, satılan silahlar ve zakkumun sardığı ülkenin dört bir yanı.

Bu öyle bir ağdı ki önce sınır kapılarına adamlar yerleştirilmiş sonra her bölge için yer altı babalarından biriyle o bölgenin bütün parasını kazanması üzerine anlaşmalar imzalamıştı Emir.

Orman'a giden Çakılı'ydı. Ona boşuna piçlerin babası demiyorlardı. Uyuşturucu ile yıkılan ailelerden sokak çocuklarını önce ona ait yetimhanelere yerleştirirdi. Üstelik tüm yetimhaneleri de resmi olarak evlendiği sonra kağıt üstünde boşandığı ilk karısının üstüne yapmışlardı. Bu yüzden bütün belgeler resmiydi.

Avı yakalayan Marilyn Recep'ti. Çocukların hepsinin birden ortadan kaybolması başlarını belaya sokardı. Bu yüzden paralı aileleri vardı, evlat edilen çocuklar devlet tarafından yasallaştırıldığını anda ailelerin yanına verilirdi. Çocuklar Marlyn' nin kurdurduğu yatılı okullarda kalır, yalnızca eğitilenler devletin karşısına çıkartılırdı.

Avını eğiten Emir'di. Eğitilenler zeka seviyelerine göre sıralanırdı. Zekası yüksek olanlar suikastçiler, paralı askerler, orta seviye de olanlar baronların yanında satıcılar ve pazarlamacılar, düşük olanlar ise satılanlardı. Acımasızca yapılan eğitim de her şey Emir'in Konya'ya kurduğu fabrikaların altında yönetiliyordu. Oraya ilk Vuslat girmişti. Ölüsü çıkmadan kurtulabilen de ilk kişiydi.

Avı kesen Palalı olurdu. Genelevler, çocuk ticaretleri, her türlü pazarlamayı o yapardı. Üstelik sosyal medya üzerinden derin web ağlarında açık arttırmalarla satışlar da düzenliyordu. Bu yüzden oğlu tecavüzle suçlanmıştı çünkü bu işin içindeydi ve bu ilk vukuatı değildi.

Bu yüzden Vuslat onu yakalamıştı. Çökecek olan ilk, ticaret ağı internet üzerinden olacaktı.

Pişiren Arnavutlu, servis eden Zeytinci Şevket'ti. Arnavutlu silah temin edilebilecek bölgeleri karıştırmak için vardı. Bölgede karmaşa çıkarmak için siyaseti kullanırdı. Her yerde adamları vardı. Zeytinci ise en önemli silah bölgesine aktarmayı sağlardı.Ayrıca Akdeniz bölgesini yöneten de oydu.

Kendi kirli işleri haricinde kurdukları bu kirli ağ, başta Türkiye olmak üzere gerektiğinde Dünya üzerinde söz sahibi olmalarına olanak sağlıyordu. İşte bu ağ onların en büyük çıkarıydı bu yüzden.

Ve kopmak için gün sayıyordu.

Bilinmeyen, kopacak ağ Vuslat'ın boynuna dolanmasın diye Gül'ü yakalattırdı ve ölüsünü geri iade etti. Vuslat'ın önüne atılan leş, avcının avı yakılmasını geciktirmek içindi. Tam 2 gün boyunca peşine takıldığı bilinmeyenin bizzat kendisiydi. Bir ev havaya uçuruldu. O evin içinde eskiye ait anılar vardı.

Vuslat geçmişle oyalandırıldı. Yakılan evin önüne bir kutu bırakıldı. Avcının önüne sürülen eski bir yüzüktü. Yüzüğün içerisinde M & N harfleri vardı. O bilmese de önünde bir yol daha olduğu hatırlatıldı. Bir geçmiş daha olduğu fısıldandı.

O yangının peşinde, geçmişin izinde ve çocukluğunun yaralarıyla boğuşurken bilinmeyen, Emir'i kendine ait otelin süit odasında metresinin vurduğu iğneyle bayılttı.

Emir'in kaçırılması da yediği dayakta göstermelikti. Vuslat'ın önüne fırlatılması ise bir vaat. Polislerin tam bir dakika sonra orada olması ise yapacaklarını geciktirmesi için bir uyarıydı.

Ölüm o istediğinde gelmeyecekti. Kader kendi sonlarını yazmaya çalışanları sevmezdi. Vuslat'ın yaşayacağı bir gündüz ve seveceği bir gece vardı. Bu ise sebebiyle olacaktı. Sebebi ilk defa sonu değil başlangıcı olacaktı.

🔱⚜️🔱

Elif'ten;

Arabadan indiğimde Nergis arkamdan bağırdı. "Elif çok tehlikeli, Elif!" Onu umursamadım ve kapıyı kendime siper ederek kalabalığı izledim. "Kan gövdeyi götürecek, arabaya geç!"

Yine onu dinlemiyordum çünkü sevdiğim adama odaklanmıştı tüm duyularım. Diz çökmüş, elleri arkadan bağlanmış olan Emir Beye öyle bir bakıyordu ki uzakta olmama rağmen tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Sanki bakışlarındaki ateş olsa yakıp küllerini bile ateşe verecekmiş gibiydi.

"Yanıma gel." dedim Nergis'e bakmadan. "Ne olduğunu öğrenmem lazım. Neden Polisler burada?" Ellerini iki omuzumda hissettim. Beni geriye doğru çekti ve gövdesinin yarısı önümü kapattı.

"Buraya fırlatılmış.Polislere haber uçurmuş biri," Elini kulağına bastırdı. "Mor seviyedeyiz hepimiz." Başıyla onayladı hangi emri aldıysa. Yönümü tamamen ona doğru döndürdüm.

"O ne demek?" dediğimde kaşları çatık bir şekilde bana bakıyordu. Benim için cidden endişeleniyordu, bunu görebiliyordum. "Lideri ve çevresini koruyun, demek. Polisler boşuna gelmedi. Biri yine bizimle oynuyor. "

O biri kimse sevdiğim adamın aklıyla da oynuyordu.

Nergis'in sesini bastıran Emir Beyin bağırışıyla başımı hemen sese doğru döndürdüm. "Bu şerefsiz beni bu hale getirdi. Tüm gece işkence gördüm. Hepsi onun yüzünden!" diyordu. Yüzü harap olmuştu ama hala kin kusma derdindeydi.

Kaşlarım endişeyle çatıldı. Arabanın kapısını sımsıkı tutum. Siraç patlamaya hazır bomba gibiydi. Ellerini arkasında birleştirdi ve dudağının bir kenarı acımasız bir gülüşle kıvrıldı. Ne söyledi duyamadım ama Emir Bey yattığı yerde kıvranmaya ve bağırmaya başladı.

Murat komiser elini silahına tehditkar bir şekilde götürdüğünde, "Ne söyledi?" dedim endişeli bir sesle. Beş koruma etrafımdaydı. Nergis kulaklığından sürekli bilgi akışı alıyordu.

" Seni bu hale getirseydim kapımın önünde değil, toprağın altında olurdun. Gerçi toprağın altına da layık görmüyorum ben seni. Zamanında görürsün haddini, yerini." Nergis patronunun hissiz sesini taklit etti. Sonra ekledi. "Elif kimse fark etmeden gidelim, katliam çıkacak.Bu Murat efendi de rahat durmayacak."

Siraç 'ta arkasında duran Demir'de beni henüz fark etmemişti. Ta ki bir koruma Demir'in kulağına fısıldayana kadar. Demir'in gözleri benim üstüme kilitlenip kaşları daha fazla çatıldı.

Murat komiser konuştu bu sırada. "Siraç Bey, kamera kayıtları olsun veya olmasın bizimle gelmeniz gerekiyor." İki Polis diz çökmüş olan Emir'i yerden kaldırdı.

"Bize gelen ihbar,husumetinizden dolayı üvey babanızı darp ettiğiniz ve güç gösteri yaparak öldüreceğiniz yönünde." Ciddiyetle söylenen sözlerin ardında ince bir alay gizliydi. Hala kin tutuyordu Murat Komiser. Bunu ben bile sezebiliyorsam Siraç 'ın ters bir cevap vermesi an meselesiydi.

Demir'in işaretiyle etrafımdaki korumalar daha da artarken benim korkum Siraç' ın kontrolünü kaybetmesiydi. O kadar zorluyorlardı ki onu, ben daha sabah bu adamı koynumda uyutmuş, gecesinde kabuslarının kollarından almıştım. Zaten o sınır da dolanıyordu sürekli, zorla uçurumun kenarından kurtarmıştım.

Şimdi tekrar uçuruma sürüklüyorlardı.

Bu yüzden arabanın kapısını kapattım ve bir iki adım ilerledim. Yol Polis'ler yüzünden trafiğe kapatılmıştı. Demir gözlerini benden ayırmadan kaşlarını kaldırıp başını sağa sola salladı. Gelmemi istemiyordu, bende gözükmek istemiyordum zaten. Bu yüzden başımla Siraç'ı gösterdim bir şey yapması için. Gözlerini yumdu sadece. Biliyordum ilk fırsatta müdahale ederdi ama yeterli olur muydu, işte orası muammaydı.

Nergis, "Elif ne yapıyorsun? Gitme!" derken sevdiğim adamın sesi kulaklarıma ulaştı.

"Beni buradan götürmeniz için elinizde somut bir kanıt olması lazım. Aşikar olanı görmüyorsanız yere bakın. Siz gelmeden önce burada siyah, plakasız bir arabayla çatışmaya girdi adamlarım. Yerde fren izleri ve boş kovanlar var. Yanınızdan geçip giden plakasız aracı görememişsiniz daha. Sadece küçük akıllarla kurulmuş bir oyuna mı itibar edeceksiniz?" Kaşları alaycı bir ifadeyle havaya kalktı, bu bakışın altında cinnetin eşiğinde olan bir adam vardı. Ses tonunda ise buzu kesen bir keskinlik yatıyordu. Nergis yanıma geldi ve önüme geçti yine. Ses etmedim, sadece korkuyordum.

"Devlet'in kurumunu aklınızla yüceltin, kibrinizle değil Murat Komiser. O kurum sizin ezilmiş gururunuza hizmet etmiyor. " diye noktaladı cümlelerini.

Murat Komiser kısa bir süre ona baktı, meydan okumak istedi sanki. Sonra Siraç 'ın sözlerini teyit etmek için başını eğdi ve kaşları çatık bir şekilde yeri inceledi.

Tam o sırada Nergis, "Elif buraya bakıyor. Daha da saklan, görmesin." dedi. Zaten çevremde en az on koruma vardı, neden bunu dediğini anlayamadan göz göze geldik. Sanki beni arıyordu, sanki bile bile kışkırtmak istiyordu. Oysa zorlamasa göremeyeceği kadar uzaktaydım.

Göz göze geldiğimizde kahkaha atmaya başladı Emir Bey. Yüzü dağıtılmıştı ve dişleri kan yüzünden kırmızıya bulanmıştı, bu o kadar kötü bir görüntüydü ki bir adım geri çekildim ve daha da saklandım ama çok geçti. Bütün başlar onun kahkaha attığı yöne döndü.

"Geldi gün yüzü görmemişin aydınlığı. Geldi kölemin biricik karısı! Şimdi kuçu kuçuyu sakinleştirecek. " dedi. Siraç'ın gözleri bana değdiğinde dişlerimi birbirine bastırdım korkudan, yutkunamadım. Öyle öfkeli baktı ki suçluluk duygusu sarstı beni. Oysa sadece korkmuştum. Dünden sonra yine kontrolünü kaybederse diye ödüm kopuyordu. Yoksa yaklaşmayacaktım bile.

Siraç 'ın yönünü benden çevirip Emir Bey'e bir adım attığını fark ettiğimde nefesim boğazımda düğümlendi. Her şey o kadar hızlı gelişti ki kimse ne olduğunu anlayamadan yumruğunu yüzüne geçirdi ve diğer eliyle boğazını yakaladı. Kimse tutamadı onu, boğazından tutup sanki hiç ağırlığı yokmuş gibi havaya kaldırdı.

"Seni şimdi öldürmem oruspu çocuğu ama benim sabrımı sınama!" Kükredi gazabı. Sesinin altında sanki öfkesi patladı. Eller kollarından tuttu. Asla kopartamadılar onu. Polisler silahlarını çektiler. Buna karşılık korumalar ise tüm silahları Emir'e yöneltti.

"Bana daha fazla sebep verme! Köpekler!" dedi bağırarak. Kanımın donduğunu hissettim çünkü ses tonu bile değişti köpekler derken. Nergis'in arkasından kurtuldum. Deliriyordu sanki.

"Köpekler, hatırladın mı Emir?! Bu sefer ben eğittim. Hepsini senin için eğittim!" derken sesinde ölümü çağıran bir neşe vardı. İlk defa bu kadar kendini kaybedişine şahit oldum. İlk defa acımasızlığının, acı gücünün ne kadar kontrolsüz olduğunu gördüm. Herkes bıraksın diye telkin ediyordu ama o duymuyordu.

Emir Bey boğulmak üzereydi. Polislerin önünde katil olacaktı, umurunda bile değildi. Vurulacaktı, yine umurunda değildi.

Kalabalığın arasından koşturdum. "Siraç!" diye haykırdım. O kadar kişinin arasında sesimi duysun diyeydi bağırışım. "Siraç bırak!" dedim, şimdi değildi sırası hiç değildi. Vuracaklardı onu. Zarar vereceklerdi ona.

"Siraç yalvarırım bırak!" dedim korumaların arasından sıyrılırken. Olduğu yerde kaskatı kesildi. Sımsıkı yumdu gözlerini sanki zaman yavaşladı. Bana doğru yavaşça dönerken üzerimde dünün yorgunluğu vardı. Bir şeylerin değişmesini istiyordum. Beni artık duymasını istiyordum.

Döndü yönünü, gözlerini açtığında orada, acımasızlığın ardında yatan işkence çekmiş çocuğu ben gördüm çünkü dün gece ben kollarımda avutmuştum. Başımı eğdim dolu gözlerle anlayan yüreğimle ona baktım.

"Bırak." diye fısıldadım. "Bırak ölecek." O kadar insanın arasında haykırışımı değil, acıyla tükenmiş fısıltımı duydu sanki.

Parmaklarını gevşetti, Emir Bey yere çakıldı. "Sen ne yapıyorsun be adam?" diyen Murat komisere bakmadı bile, gözleri hala üzerimdeydi. Yanına yaklaşamadım çünkü her yerde silahlar vardı. Tehlikeye yaklaşırsam daha çok kızardı. Sadece bakışımdan anlasın istedim; sardığımı, her düşmeye kalktığında tutacağımı.

Gördü mü bilmiyorum ama bir daha yerde yatan, zorla nefes almaya çalışan Emir Bey'e bakmadı bile. Yönünü Murat Komisere döndü. Daha yeni kontrolünü kaybedişine zıt bir sesle, "Onu götürün biz de arkanızdan sizi takip edeceğiz." dedi.

Bu son sözüydü. Murat komiserin konuşmasına izin vermeden yönünü bana doğru çevirdi ve adımları benim yolum eşlik etti.

Bana doğru ilerlerken bütün korumalar bir set çektiler arkasına. Sanki önce sırtını koruyorlardı. Çünkü biliyorlardı ki en çok sırtından vurulmuştu. Geldi yanıma, hiçbir şey olmamış gibi dikildi karşıma. "Senin geleceğin aklımdan çıkmış, Günışığı." dedi sakin bir sesle.

Oysa gözlerinde hala aynı ölüm vardı.

Karakter değiştirişine bizzat şahitlik ettim sanki. Karşısında durdum ve parmak uçlarının kana boyanmışlığına gözlerim değdi.Yine de tuttum elini. Kana bulasa da tuttum elini. Parmaklarını parmaklarımın arasından geçirdi, elimi öyle bir sıktı ki sanki sarıldı. Gözlerim dolsa da onun için burukça gülümsedim.

Arkamızdan gelip, "Elif Hanım da burada bulunan herkes gibi yazılı sorgu verecekmiş. Amirimizin emri." diyen Polis memuruyla birlikte sadece karardı bakışları ama dönüp baktı ve sert bir baş onaylamasından başka tepki vermedi. Düşündüklerini duyabiliyordum ama yine de sakince karşıladı.

"Benim arabama gel." dedi bana. Sanki tutuyordu kendini, tutuyordu sözlerini, hissedebiliyordum. Elimi tutup arabasını getirmeleri için talimat vermek üzere Emir Beyden daha fazla uzaklaştık. Arkamı dönüp son kez baktığımda Polis arabasına bindirildiğine şahit oldum.

Hiçkimse de yarasını düşünmedi çünkü kan değil zehir, kan değil irin akıtıyordu sanki her zerresi.

Eylül'ü gördüm o an. Demir'in yanında koluna sığınmış bizi izliyordu. Yüzünde hüzünlü bir tebessüm vardı. O da biliyordu ki şundan 1.5 ay önceki Siraç olsaydı bugün bir katliam çıkardı. Şimdi ki sevdiğim adam ise sabrediyordu.

Değişmişti ama bu değişim, bu sakinlikte beni korkutuyordu. Çünkü ne zaman patlayacağını her seferinde kestiremiyordum. Arabalara bindik. Olay yeri inceleme ekibi gelirken biz oradan ayrıldık. Eli elimden hala ayrılmamıştı. Polis konvoyunu takip ederken sessizlik düşmüştü sanki payımıza.

Sonra o sessizlikte bozuldu, yerini yalın ama en çok acı olan gerçekler aldı.

"Akşam gelecektim." dedi sakin bir sesle. "Seninle birlikte film izleyecektim." dedi elimin tersini öpmeden önce. "Uyutacaktım çünkü uyumadığını biliyorum." dediğinde yüreğim acıdı. Söyleyecek sözüm yoktu o an, teselli edecek gerçekleri bulamadım.

Arabalar kırmızı ışıkta durduğunda, elini birden direksiyona geçirdi. Yerimden kıpırdamadım bile. Bağırışını elini sımsıkı tutarak karşıladım. Bunu bekliyordum çünkü.

"Sikeyim böyle işi!" dedi tüm araba öfkesiyle doldu. " Tam yönümü tayin ediyorum, rotamı sen belirliyorum ki düşmeyeyeyim diye. Diyorlar ki karanlık Siraç!" Gözleri bana değil ön cama bakıyordu ama yakıyordu, yıkıyordu baktığı her yeri. "Arkan hep karanlık Siraç, sen önüne baksan da..." Hınçla söylediği sözleri birden kesti. Kırmızı sarıya, sarı yeşile döndü. Bize eşlik eden Polis araçlarıyla birlikte hareket etti.

Hayal kurduğunu bir şeyler yapmak istediğini ama ilk defa önüne set koyulduğunu öyle bir şekilde dillendirdi ki öfkesine kızamadım bile. İçim acıdı sadece. Derin bir iç çektim ve torpidoyu açtım. İlk yardım malzemelerinin bazılarını buraya ben koymuştum çünkü en çok yanında ben oturuyordum ve benim sevdiğim adam eve ya yüreği ya da bedeni yaralı olarak geriyordu.

Pamuk aldım. Bana bakmadı bile. "Yarın yaparız." dedim usulca. "Sen bana yarınlarını verdiğin sürece her gün yaparız. Geç gelsen de ben seni beklerim ama yine bana gel."

Parmaklarını ıslattığım pamukla temizledim. Tek eliyle araba kullanmaya devam ediyordu. "Ve ne olursa olsun yanındayım. Ben seninle iyi gün için evlenmedim sadece. Bugün sana, yarınlar bana sevdiğim."

Göğsü öfkesiyle körük gibi inip kalkıyordu. Yine de başını bana doğru çevirdi, eğildi ve elimin üstünü öptü. "Sen öyle yüce bir kadınsın ki, bazen sabrımın yalnız seninle var olduğunu hissediyorum." dedi minnetle. Gözleri gözlerime değmedi ama sözlerinde yatan bizim sevdamızdı.

Emniyet Müdürlüğüne girdiğimizde sirenler durdu ve Siraç otoparkta en yakın yere yöneldi. "Ben bir şey yapmadım." dedim.

"Sadece seviyorum." diye devam ettim tüm yüreğimle. "Çok seviyorum ve ne olduğunu bilmesem de seni kaybetmekten ödüm kopuyor. Ne olur önceliğin biz olsun. Kendin için olmasa bile bizim için." dedim.

Arabayı durdurdu. Kontağı kapattı. Sonra bana öyle bir baktı ki yüreğimde, ruhunu, yüreğini, bana olan sevdasını ama en çok hep hasret kalan bir yanını hissettim. Başını yavaşça salladı, gözlerini gözlerimden ayırmazken bu bir kabuldü ve ilk defa kaçmadı.

Gülümsedim onun için , gözleri gülüşüme takıldı. "Kokunu ver bana." dedi hasretle . "Nefes alayım. Üzerime sinsin, sakin kalayım Günışığı." Bunu yapıyordum. Bazen kapalı olmam gerekiyordu. Onun odasına girdiğimde başörtümü ya çıkartırdım veya önünü açardım.

"Bana kokunu ver, ver şaşmayayım. Yönümü de yolumu da şaşmayayım." Onun isteği bensem, benden öte de O'ydu.

Bana doğru eğildi, bende yine aynısını yaptım. Sonra başını boynuma gömdü, birkaç gündür kesmeye fırsat bulamadığı sakalları boynuma sürtündü. Nefes aldı, soluğu koynumda yitiyor ve yeniden var oluyordu. Huylanmadım bile. Saçlarını sevdim, öptüm.

Dün ne yaptıysam aynısını yaptım. "Baharım.Günüm, gündüzüm." dediğinde gözlerim dolsa da gülümsedim. Babam da annem ve bana böyle seslenirdi.

"Gecem de gökyüzüm." diye devam ettim. Geri çekildi ve kokuma bulanmışta mest olmuş gibi gülümsedi. Eğildim ve gamzesinden öptüm.

"Sakin ol." dedim. "Ne olacak bilmiyorum, amaçları ne bilmiyorum ama sakin ol." dedim. Dudağımın kenarından öptü ve geri çekildi. Buna söz vermemişti ama deneyeceğini bilerek dışarı çıkmak için hazırlandım ve birlikte el ele dışarı çıktık.

İçeri girerken raydan çıkmış bir trenin ucunda yön bulmaya, kurtulmaya çalışıyormuşuz gibi hissediyordum. Ya duvara toslayacaktık ya da tren yavaşlayana kadar yeni yollar bulacaktık.

🔱⚜🔱

Kısa bir süre sonra Levent Bey geldi, Demir zaten hep buralardaydı. İçeri girerken kocamın küçük bir mühimmat deposu olduğunu keşfettim. Ruhsatlı olan tüm silahlarını yanında getirmiş olmalıydı çünkü pantolunun iç astarından bile küçük bir çakı çıkartmıştı.

İçeri girebilen korumaları saymıyordum bile. Yine de tamamen silahsız kaldıklarına inanmıyordum. Nergis'in yüzündeki gülümseme gizli bir kibri taşıyordu. Bu gülümseme haricinde hiçbiri renk vermedi ama. İçeri yalnızca 5 kişi girebildi.

Eylül yanıma geldiğinde Siraç'ı sorgu odasına almışlardı. Telefonunu, saatini yanıma bırakmıştı ve ben elimdeki ona ait eşyalarla geniş koridorda bekleme bölümü olan sandalyelerden birinde oturuyordum. Burası oldukça aktifti. Sivil ve üniformalı korumalar sürekli bu koridordan geçiyordu.

İdari kat olduğunu sonradan fark ettim. Özellikle stor perdeleri açık bırakılmış odalarda yardımcılar ve müdür vardı. Bazılarının storu kapalıydı.

Eylül otomatlardan kahve alıp birini bana uzattığında bacağımı stresten sallıyordum. "İyi misin?" diye sordum o daha konuşmadan.

Üzerinde koyu yeşil bir takım elbise vardı. Ona, bal rengi saçlarına oldukça yakışmıştı. Siraç 'ın şirketinde staj yaptığını biliyordum ama zaruri gitmesi gereken bir düzeni yoktu. Kendi düşüncelerinden kaçmak için kendini işe vermiş olmalıydı.

Yüzünde gerçek bir tebessüm belirdi. "İyiyim." dedi mahcup bir sesle. " Özür dilerim, kaç gündür sanki senden kaçıyormuşum gibi oluyor ama aslında sadece sessizlikle toparlayabiliyorum kendimi." dedi tüm samimiyetiyle.

Bir şey söylemedim. Yorum yapmadım, yaptığının yanlış olduğunu söyleyemedim. Kendi kendine yeten, yaralarını saran insanlara elbette hayrandım ama Eylül yaralarını sarmıyordu, üstünü örtüyordu çünkü yarasına bir çare olmadığını düşünüyordu. Tıpki Siraç gibi.

"Demir yanındaydı, değil mi?" dedim kahvemden bir yudum almadan önce. Sabah kendimi oldukça dinç hissederken saatler ilerledikçe üstüme halsizlik çöküyordu. Bunun yaşadığım stresten mi yoksa uykusuzluktan mı olduğunu ayırt edemiyordum. Sadece bende hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordum.

"Yanımdaydı, evimde kaldı. Ayrılmadı işi olmadığı sürece." Yanakları sürdüğü allığa rağmen bir ton daha koyulaştığında tüm bu sıkıntılara rağmen ilk defa canlı hissettim.

Yanıma oturduğu an da ona döndüm. "Dökül, çabuk dökül." dedim utanca düşmüş sessizliğini izlerken. Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.

"Uyurken beni öpüyormuş." dedi hiç filtre koymadan, dan diye. Zaten Eylül'dü bu, utangaçlığının sınırı konuşana kadardı. Yine de şoka girmekten kendimi alamadım.

"Hadi canım! Sizin sülalenizde uyku da öpme hastalığı falan mı var?" dediğimde kahvesini içmeden önce kıkırdadı.

"Siraç 'ta mı yapıyordu?" dedi yanakları hala kızarıkken. Sanki yüzüne bir ressam yeni filizlenen tomurcukları resmetmişti. Öyle güzel gözüküyordu ki.

Omuz silktim. "İtiraf etmişti. Sen boşver beni, nasıl anladın?" dedim. Eskiden olsa kızarırdım, şimdi ise gerçeklerin ardına saklanmış olana bakıyordum.

"Konuşmamak için uyuma taklidi yapıyordum." dedi. Etrafını kolaçan etti gözleri. Sonra bir yere sabitlendi. "Sonra öptükten sonra, 'Uyumadığını biliyorum, Bal kazanı. Yine de uyuyormuş gibi yapman bile yapmak istediklerimi, yıllardır hasretini çektiğim sana karşı bir nebze hasretimi dindirmek için en güzel fırsatım.' dedi. Sonra gözlerimi açtığımda, 'Bir gün uyandığında da.' diye ekledi."

Dalıp gittiği yere dönüp baktığımda Demir'in Umut'la konuştuğunu fark ettim. Yüzümde buraya oturduğumdan beri ilk defa samimi bir tebessüm belirdi.

"Onun normalde sebepleri olmasa çoktan seninle evleneceğini biliyorsun, değil mi? Uyuyorken sana karşı hasretini dindiriyorsa, bu uyanıkken sana doyamadığından, kendini kısıtladığındandır." dedim. Bana baktı ve yüzünde ki dalgın bakış dağıldı.

"Bilmiyorum." dedi düşünceli bir sesle. Güzel gözleri benimle buluştu. "Beni sevdiğini biliyor ama sebeplerini bilmiyorum. Yine de dediklerin de çok haklısın. Onlar ulaşamadıklarında ya da kendilerine engel koyduklarında uykumuzda seviyorlar bizi, arkamızı döndüğümüz de sevgimizi haykırıyorlar. Bunu görünce de onlara kızamıyoruz."

Başıyla beni gösterdi. "Kıyamıyoruz da. Sen kıyabildin mi mesela? Benim kaçtığım gibi onun da senden kaçtığını biliyorum. Aldım Demir'den haberlerinizi." Dediğinde yüzümde silik olan tebessümüm de soldu.

"Kıyamam." dedim. Geceye daldı gözlerim. İki büklüm olmuş hali yıllar geçse de gözümün önünden gitmeyecekti. "Ben ona hiçbir zaman kıyamam ama bazen onu sarsmak istiyorum çünkü beni koyduğu gökle, kendini koyduğu yer arasında bir uçurum var." İki elimle koca bir aralığı gösterdim.

O uçurumda savruluyordum.

"Ona ulaşamamın en büyük sebebi bu. Şimdi Emir Bey de buraya geldi. Ortalık adım kadar eminim daha da karışacak ve ben ulaşamam da kendini kaybeder diye sürekli diken üstünde hissediyorum. Kaçmasa, aramızda ki uçuruma izin vermese, beni değil bizi düşünür. O sadece hazinesi olan beni görüyor. Sevdiği ve yoluna yoldaş olacak eşini değil." Elimde soğumaya yüz tutmuş kahveye baktım.

"Ulaşılmaz gibi hissediyorum ve bu çok can sıkıcı. Ben sıradan bir insanım, yalnızca sevdiğim adam düşmesin diye ellerini sıkı sıkı tutmaktan başka bir şey yapmıyorum. Yine de hiçbir kapısı ben zorlamadan açılmıyor." dedim.

"Çünkü küf tutmuş." Üzüntümün sebebini tek bir cümleyle açıkladı. "Çünkü küf tutmuş." diye onayladım onu. Bu tek gerçekti.

Eylül elimi tuttu ve kahveyi bir kenara bıraktı. "Yorulduğunu ona söylemekten çekinme. Ben kardeşimi biraz tanıdıysam pes eden bir karakteri yok onun." Bana sevgiyle bakarken onun gözlerinde ki benin bir kardeş olduğunu görebiliyordum. Yalnız bir çocuk olarak o da benim kardeşimdi zaten.

"Bu yüzden ne hissettiğini en çok ona üzüldüğünü hissettirdiğinde anlayacaktır. Sen sevdiklerinin kahrını çekmekten usanmıyorsun. Bu da yüce yüreğinde kopan fırtınaları duyurmuyor. Ben bile duymuyorum." diye bir itirafta bulundu.

Elimi tutan ellerini sıktım. Söylenecek bir cümlem yoktu çünkü. O da kaçtığının farkındaydı. O gelmeden, ben derdini anlatması için zorlayamazdım. O anlamadan yalnızca sevdiğimi de anlatamazdım.

"Denerim." dedim. Sonra iç çektim ve gözlerimi etrafta dolandırdım. Dilimin ucundaki soruyu yumuşatarak söylemenin yollarını düşünüyordum içten içe. Kaçmak deyince aklıma ilk gelen sevdiğim adam ve yaşadıklarıydı çünkü.

"Eylül," dedim hislerimi tutuk bir sesle. "Siraç yanında hiç böyle çok öfkelendiği oldu mu?" Tereddütle sorduğum soru aslında onun kendini zincirlediğine dair itirafına dayalıydı. Korkuyordum çünkü sırrına da ihanet etmek istemiyordum ama işin derinine indikçe çıkmaza düşüyordum.

Gözlerim ona değdiğinde kaçamak bir cevap veya endişeli bir yüz ifadesi bekliyordum ama o oldukça sakindi. "Hayır, kaybetmedi. Aksine aşırı sakindir. Öfkelendiğinde bile çoğu zaman bağırmaz, ses tonu çok ürkütücü oluyor gerçi. Olduğun yerde yok olmak istiyorsun. Bugün gördüğüm halini bir veya iki kez görmüşümdür. " Gerçekleri dile getirirken oldukça sakindi, onun aklına da bazı şeylerin yatıp yatmadığını merak ediyordum aslında. Ellerini çekip köşeye koyduğu kahvesinden bir yudum aldı.

O bu kadar sakin bir cevap verince hiçbir şeyden haberdar olmadığı düşündüm ama bu konuda emin olmama sebep olan son cümlesi oldu.

"Bu yüzden seranın altında ki mahzenlerde ne olduğunu bazen merak ediyorum ama görünce onun, Demir'in hakkında fikirlerim değişecek diye korktuğumdan hep uzak durdum." Hissiz bir şekilde söylenmiş cümlelerin ardında bir kabulleniş vardı.

Ona, "Anladım." dedim sadece çünkü cidden anlıyordum. Bazen bende her şeye kör olmak istiyordum ama izin verilmiyordu. Kaybetme korkusu, söylenilenler, kulağıma fısıldanan hastalık ve onun yaşadığı krizler beni gerçekleri öğrenmeye zorluyordu. Bacak bacak üstüne attı ve bana baktı.

"Onlarla geçirdiğim bu kadar zaman içerisinde öğrendiğim tek şey sorgulamayı bıraktığım an yanlarında huzurlu olduğumdur. Neden soruyorsun bu soruları bana az buçuk tahmin edebiliyorum, sonuna kadar da hak veriyorum sana. İnsan çok sevince kendi ölümünden ziyade sevdiğinin ölümünden korkuyor." dedi bir nevi hislerime tercüman olarak.

En çok ölümden korkuyordum, kaderimize yazılmış olan ecele elbette engel olamazdım ama benim sevdiğim adam sura üfler gibi sürekli kendine çağırıyordu ölümü. Bu yüzdendi korkum.

"Öyle." dedim. "Maalesef öyle." diye devam ettiğimde teselli etmek ona kalmıştı.

"Biz kazanacağız Elif." dedi tüm yüreğiyle. "Çok inançlı yaşamıyorum belki ama Allah'ın adaletine inanırım. Bu kadar zorluğun ardından inşAllah biz kazanacağız."

İnançlı değilim demese de benimle birlikte bazen namaz kıldığı, sıkıntıya düştüğünde Kuran okumaya çalıştığını biliyordum. İnanç zaten teslimiyetti. Eylül farkında değildi ama tanıştığımızdan beri değişmişti. Yine de söz etmedim o an.

Sözleri benim için de en büyük duaydı. Bu yüzden içten bir şekilde, "Amin." dedim. "Benim de güvendiğim tek şey bu. Yoksa pes etmek çok kolay olurdu. Özellikle bizim hikayemiz çukurlarla dolu."

Gülümsedim istemsizce. "Düşmek o kadar kolay ki. Zaten yere çakılmamızın sayısı da az değil hani." dediğimde ikimizde ağlanacak halimize gülüyorduk.

"Allah bizi yaktı, sen hala gülüyorsun." diye sosyal medya da popüler olan bir espriyi yaptığında ikimiz de bu gerçekten güldük. Eylül'ü işte bu yüzden çok seviyordum. Yüreği sağlamdı, sevdiklerini güldürdükçe de daha çok güçleniyordu.

Tam o sırada, gülerken Murat komiserle göz göze geldik ve bakışlarımı direkt ondan kaçırdım. Eylül yüzüme baktığı için hemen anladı ve kaşlarını çatarak dik dik Murat komisere baktı. Bakışlarıyla adamı kaçırdığına adım gibi emindim.

"Sabahtan beri fırsatını buldukça burada dolanıp sana bakıyor. Bunu da bu gidişle Allah yakacak, haberi yok." dediğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ama aslında iş ciddiydi. Sadece görmezden geliyordum. Üstelik Eylül görüyorsa Demir hayli hayli görürdü. Tehlike yakınımızda değil, burnumuzun dibindeydi.

Yine de Eylül, "Siraç 'ın eliyle tabi." diye devam ettiğinde gülmemek için alt dudağımı ısırdım.

Bir şey söylemedim. Haklıydı çünkü. Aslında gülünecek bir tarafı da yoktu sözlerinin. Siraç'ın yeterince sabrı zorlanıyordu ve Murat Komiser de laftan anlamıyordu. Eğer yakınıma gelmeye kalksa ben ciddi bir şekilde tersleyecektim bu sefer ama o an düşünmedim bunu. Zaten gülmesem bile ağlayacak halim yoktu. Bende farkında olmasam da sınırlarda dolanıyordum.

Bu aralar en çok kendimden haberim yoktu. Bir tek bunu biliyordum.

⚜🔱⚜

Akrep yelkovanı kovaladı. Dakikalar geçti, saatlere tamamlandı. Bize bilgi verilmedikçe daha çok gerildik, yansıtmamaya çalışsakta ortada öyle bir hava hakimdi ki sanki her an bir şeyler çatırdayacaktı. Neredeyse 2 saat geçmişti. Bizim bulunduğumuz katta büyük bir sessizlik vardı. Herkes yok olmuştu birden sanki.

Siraç bir türlü yukarı gelmedi, Levent bey de Demir de ortalıkta yoktu. Bizim sorgumuzun daha sonra olacağını söylüyorlardı, bu bu yüzden Siraç'ın eşyalarını korumalara emanet edip namaz kılmaya gittim bende.

Ne güzel namazla birlikte gerginliğim azalmışken hiç beklemediğim anda bir darbe daha aldım maalesef. Geri dönerken karşılaşacağımı düşünmediğim Esin Hanım, Emniyet Müdürlüğüne giriş yapıyordu. Donup kaldım olduğum yer de. Sanki kanım tüm bedenimden çekildi.

Esin Hanımı gördüğümde kafamda Ali'nin çığlıkları, patlayan silahın kesif yankısı, Melek hanımın haykırışları, Eylül'ün çaresizliği ama en çok, "Öldü, öldü, öldü!" diye sayıklayan sevdiğim adamın bitmeyen acısı yankılandı. Öyle bir öfke sardı ki dört bir yanımı, gözümün önü hiçbir şey görmez oldu.

Nergis'in beni takip ettiğini fark etsem de hırsla Esin Hanımın üstüne yürüdüm. Beni sonradan fark etti. Yüzünde afallamış bir ifade olsa da burnunun ucuna indirdiği güneş gözlüklerinin üstünden kibirli bir bakış atmak haricinde hiçbir şey yapmadı.

İşte o zaman anladım ki aslında o Emir Bey'e değil, Siraç'ın annesi olmasına güveniyordu ama güvenmeyecekti. Artık izin vermeyecektim. Siraç'ın ona karşı sevgi duyduğunu sanmıyordum ama onu doğuran kadına saygısından fiziksel bir zarar vermediğini düşünüyordum.

Ama benim ona saygı duymak için sebebim yoktu.

Bu yüzden, "Esin hanım," dedim yapay bir gülümseyişle. "Kocanızın dağılmış suratını görmek için mi geldiniz?" dediğimde üstüne doğru yürüdükçe yüzümde nasıl bir ifade varsa yüzündeki kibirli ifade dağıldı.

"O nerede? Yine ne zarar verdi benim kocama?" dedi elindeki çantaya sarılarak. Başımı yana doğru eğdim ve gülümsedim. İçimde ki öyle bir nefretti ki gülüşümle birlikte bir adım geriye çekildi. İnsan oğlunu hiç mi sevmezdi?

"Keşke geberip gitse ama biliyorsunuz, kötüler kolay kolay cehennemi boylamıyorlar." Kollarımı göğsümde kavuşturup üzerine doğru eğildim. "Siz kendinizden çok iyi bilirsiniz, öyle değil mi Esin Hanım? Kişi kendinden bilir işi derler çünkü." dedim.

Nefretimle birlikte sarsıldı ama yüzüne yerleştirdiği zoraki maskeleri de kırıldı. Orada katran tutmuş duygularını gördüm. Geriye sadece kibir kalmıştı.

"Ne diyorsun sen?" dedi o kibriyle. "Neredeyiz farkında mısın, vasıfsız! Kime güveniyorsun sen, kocana mı?" dedi.

Yüzüm kaskatı kesildi. Kan beynime sıçradı sanki. "Beni tehdit etme!" dedim üzerine yürümemek için kendimi zorla zapt ederken.

" Beni durdurabilecek hiçbir şeyin yok. Sana ne saygım var ne de kan bağım. Bugün bende konuşurum," üzerine eğilip fısıldadım. "Senin kız kardeşini öldürmeye çalışan, bana suikast düzenleyen bir kadın olduğun ortaya çıkar. Ben buralarda koşturarak büyüdüm. Bana ilk korkmamayı öğrettiler, Esin Hanım." Sesimde nefret vardı, sesim de öfke vardı. Beti benzi attı sözlerimle.

"Se-n se-n ne.." diye kekelediğinde sözünü kestim. Sözlerim bitmemişti.

"Sizin gibi haysiyeti bile olmayan insanlara karşında korkmam da. Beni çileden çıkartmayın!"Ellerimi zapt edemeyeceğimi bildiğim için göğsümde kavuşturmuştum ama sanki konuştukça bütün öfkem zihnimi öfke pusuna bürüyordu.

"Yapamazsın." dedi bir adım geri çekilerek. Geriye attığı adımlar sarsaktı. Yüzündeki korku ifadesi şu zamana kadar tek gerçek ifadesiydi. "Sana kim inanır?" dedi sesini sabit tutmaya çalışarak.

"Ben!" dedim dudaklarım yukarı doğru kıvrılırken. "Her şeyi bilen ve çocukluğunu çaldığın Siraç. Hayatını kararttığın Eylül! Onu canından çok seven Demir. Dedemler ve amcamlar. Hatta tüm akrabalarım! Seni koruyan tek şey bir kadın olman." dedim bir duvarın kenarına çekildiğinde.

Kimlerin canını yaktığını hatırlayınca parmaklarımı bedenime sardığım kollarıma batırdım.İlk defa birisine kendi isteğimle zarar vermek istiyordum. İlk defa kendimi kontrolünü kaybetmek üzere görüyordum.

"Ama ben de bir kadınım!" dedim sahte bir gülümsemeyle. " Bir daha, " dedim üstüne bir daha adım atarken. Tüm o katman katman sürdüğü fondötene rağmen sarardı. "Bir daha seni ailemin etrafında göreyim delireceğim! Delinin suçu olmaz derler yaptıklarımdan sonra hatırlamadığımı söyleyecek, suçu sana atacağım."

Soluğunun kesildiğini hissettiğimde etrafıma bakıp gülümseyerek ona döndüm. "Tanıdık geldi mi?" dedim yüzümdeki sahte gülümsemeyle. Zamanında yaptıklarına gönderme yaptım ama anladığını bile sanmıyordum.

Titreyen eliyle güneş gözlüğünü düzeltti. "Hiçbir şey yapamazsın. Sen de katilsin, unuttun mu?" dedi olduğu yerde dikleşmeye çalışarak. Ama dik durmasına izin vermedim. Yaramdan vurdu, öfkemi biledi. Canımı yaktı, kurusun istediğim canını kül edecektim.

"Senin kaçırılmama vesile olduğun olayda, tecavüze uğramamak için direnirken zorunda kaldıklarımdan mı bahsediyorsun? Nefsi müdafaa derler."dedim karşısında dimdik durarak, rahat bir sesle. Benim Allah'tan başka kimseden korkum yoktu. O'na da her gün vicdan azabımı niyaz edip af diliyordum zaten.

"Peki sana ne diyecekler?"dedim küçümseyen bir sesle. Yakınlaştığım için burnuma keskin kokusu geldi. Yüzümü buruşturdum. "Kardeş katili mi?" diye bitirdim cümlemi.

Durdu ve sesi bir an olsun kesildi. Bembeyaz kesilmişti. Sanki o tüm kibri yerin dibine geçmişti.Gerçekler uzun zamandır yüzüne vurulmuyor olmalıydı, bu yüzden bu kadar sarsılmıştı.

"Şimdi defol git buradan!" Ellerimi açıp ona gösterdim. Sinirden titriyorlardı. "Yoksa ben kendimi kontrol edemiyorum." dedim hiddetle. İkiletmedi. Yana doğru bir adım atıp benden uzaklaştı. Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ama gözleri korkuyla büyümüştü.

Yine de dili zehir saçmadan buradan ayrılmadı. "Bu iş burada bitmedi. Haddini öğreneceksin! " dedi tüm kiniyle. Oysa bana yönelttiği nefreti umurumda bile değildi. Ben ondan daha fazla nefret ediyordum.

Elimi sallayarak ona güle güle yaparken, "Sizi çok şımartmışlar Esin Hanım ama ben asıl size haddinizi, yerinizi ve benim ailemden uzak durmanız gerektiğini öğreteceğim." dedim. Biraz daha burada dursaydı cidden kontrolümü kaybedecektim.

Son kez güneş gözlüğünü düzeltti ve kuyruğunu dikerek ayrıldı bulunduğumuz yerden. "Kaltak." diye fısıldadığımda yanımda olduğunu sesini duyunca fark ettiğim Nergis sesli bir kahkaha attı.

Öyle içten gülüyordu ki herkes dönüp ona baktı. "Üzüm üzüme baka baka derlerdi de inanmazdım. Karı koca birbirine benzerler derlerdi de, hadi canım derdim." Eliyle gülerken gözünden gelen yaşı sildi.

"Şimdi tabi canım!" diyeceğim, dediğinde üstümde hala sinir olmasaydı bende içten gülüşüne eşlik ederdim ama hala kulağımda sevdiklerimin acı dolu sesleri yankılanıyordu.

"Duyulmasın, Nergis." dedim bu yüzden ciddi bir sesle. O an güvensizliğime dem vurmak istemedim ama öyle anladı ve suratı birden ciddileşti.

"Ben en çok sana sadığım, biliyorsun değil mi?" dedi. "Duyduklarım yanında duymadıkların da var, emin ol. Yine de bana vereceğin tüm sırlar bende kalır. " Bana bir adım attı. Elini omzuma koydu. "Yalnızca bende." Omuzumu güven vermek ister gibi sıktı. Gözlerinde ona inanmamı isteyen bir ifade vardı.

O an daha fazlasını sorgulamadım çünkü yeri değildi. Nerden geliyordu bu sadakat bilmiyordum bile. Sadece başımla onaylamakla yetindim. O da tebessüm edip elini omuzuma attı.

"Hadi yukarı çıkalım, Vuslat'ın Elif'i!" dedi. "Had bildirmekten yorulmuşsundur." dediğinde koluna vurdum.

"Uğraşma benimle." dediğimde o da sevdiklerimin arasındaydı ve ben en çok onlara karşı güvenimi kaybetmekten korkuyordum.

⚜🔱⚜

Birlikte yukarı çıktığımızda bir Polis memuru sözlü olarak Eylül'ün ifadesini alıyordu. Korumalar yemek getirmişlerdi. Onun ifadesi alınırken bende canım çekmemesine rağmen atıştırdım. Esin Hanımın gelişinden kimseye bahsetmedim çünkü gerek yoktu.

Zaten ortalık yeterince karışıktı bir de onun gereksiz gerginliğini yaşayalım istemiyordum.

Sıra bana geldiğinde başka bir kadın Polis memuru yanıma bir sandalye çekti. Elinde söylediklerimi kayıt altına alabileceği bir notebook vardı. "İyi günler Elif Hanım, öncelikle sizi bu kadar beklettiğim için lütfen kusuruma bakmayın." dedi.

Gecikme hakkında bilgi vermemesi dikkatimi çekti. Ya da ben her şey hakkında kuşkulanacak kadar paranoya yapıyordum.

Başımı önemli değil dercesine sallarken gözüm sabahtan beri görmek istediğim yüze takıldı.Sabahtan beri ilk defa Siraç 'ı gördüm. Takım elbiseli bir adam, Levent bey, Umut ve yanında iki adam daha vardı. Gözleri çevresinde dolandı, sonra beni buldu. Zaten yüz ifadesi gergindi, uzaktan bile gözlerinde bir şimşek çaktığını görebildim. Olduğu yerde durdu ve gözlerini üzerimden çekip tekrar etrafına baktı.

İkinci hedefini bulduğunda gözleri kısıldı ve öfkelendiğini anlamamak için kör olmak lazımdı. Bekleme bölümün biraz ilerisinde Murat komiser, Eylül'ün ifadesini alan Polis memuruyla konuşuyordu. Eğilip yanında bulunan Umut'a bir şeyler söyledi. Korumalardan biri daha yaklaşıp ona emanet ettiğim eşyaları teslim etti ama o an bu umurunda değildi.

Bu sefer gözleri onu fark eden Demir'e değdi. Sert bir baş hareketiyle beni işaret etti.Öyle bir bakış attı ki ona verdiği emirin sesi kulağım da çınladı. "Yanından ayrılma!"

Demir ona sırıttığında kadın Polis memurunun sesiyle kendime geldim. "Elif hanım, olayı bir de sizin ağzınızdan dinleyelim." dedi. "Ama bir dakika sizi bekleteceğim." dediğinde onu onayladım. Gözlerimi Siraç 'tan ayıramıyordum. Birlikte geniş camları olan odaya girdiler ve kapılar kapandı.

Polis memuru hazırlıklarını tamamladıktan sonra, "Başlayın lütfen. Neler oldu orada, nelere şahit oldunuz?" dedi.

Dikkatimi Polis memuruna verdim. Ona doğru tamamen dönüp, "Benim şahit olduğum pek bir şey yok.." diye başlayan cümlem üzerimize düşen gölgeyle kesintiye uğradı.Başımı kaldırıp gölgenin sahibi olan Murat Komiseri gördüğümde yüzüm hemen asıldı. Benim aksime onun yüzü gülümsüyordu.

Polis memuru Murat Komiseri görünce, "Komiserim!" diyerek ayağa kalkmak istese de Murat Komiser, "Gerek yok Hazan, Elif'in sorgusuna iştirak edeceğim yalnızca." dedi.

Başımı kaldırıp endişeyle etrafıma baktım. Siraç karşıda bulunan geniş camlı odada hararetle karşısındaki makam sahibi adama bir şeyler söylüyordu. Yüzü bana dönüp değildi ama başını biraz çevirse görecekti. Demir'in ciddi bir yüz ifadesiyle buraya geldiğini görünce, iki sıra ileride oturan Eylül sırıtarak bacak bacak üstüne attı.

Bayılıyorlardı böyle ortalığın karışacağı olaylara. Ben ise gerginlikten yine dizimi sallamaya başladım.

Demir yanımıza geldiğinde Murat Komiser ona baktı.Demir'in yüzünde alaycı bir ifade vardı. Ona bakarak benimle konuştu. "Yenge yanında durayım, ihtiyacın olur." dedi.

Murat Komiserin de suratı ciddileşti. Biraz ileride Nergis Eylül'ün yanına oturdu. Resmen etrafımı birden sarmışlardı. Murat Komiser, "Sadece sorgu yapacağız, üzerimize salmasın..." dedi, sonra duraksadı ve yuttu sözlerini. Kaşlarım daha da çatıldı.

Bilerek kışkırtıyordu resmen. Neye güveniyordu, kendi bölgesinde olmasına mı? Zaten yeterince gergindim, ben olay çıkaracağım diye korkuyordum.

Rahatsızlığım belli olsun diye onu muhatap almadan, "Yanımda kal, Demir."dedim. Demir'in gözlerinin parıldadığına yemin edebilirdim. Resmen zevk aldı ona arka çıkmamdan. Bak gördün mü, der gibi baktı Murat Komisere.

Sonra Polis memuruna döndüm ve, "Başlayalım." dedim. Yüzüne bir daha bakmadım.

Gördüklerimi birebir aktarırken Demir yanımda, ayakta duruyordu. "İşte bu kadar, orada bulunan Polis memurlarından farklı bir şey görmedim. Zaten eşimin kışkırtıldığına onlar da şahit oldu ama bunun haricinde eşimin suçsuz olduğunun teminatını verebilirim. Yapmadım diyorsa, yapmamıştır." diye bitirdim cümlelerimi.

Polis memuru söylediklerimi yazıya geçirirken, Murat Komiser konuştu. "Eşinin," dedi kelimenin üstüne bastırarak. "Üvey babasıyla husumeti ortada. Onun yapmamış olduğuna bir delilin var mı Elif?" dedi. Sesi kin doluydu.

O an aslında hala Siraç 'ın yaptıklarını ortaya çıkartırsa, onun vahşi tarafını bana gösterirse her şeyi değişeceğine inancı olduğunu hissettim. Ya da böyle düşünmemi istiyordu.

Belki niyeti iyiydi, hala babamın emaneti olarak görüyor, kendini de suçluyordu ama yöntemi yanlıştı. Benimle bir kere bile kendi gönül işini karıştırmadan konuşmamıştı. Bu da niyetini meydan okumaya dönüştürüyordu.

Niyetini, gururuyla kirletmişti. Sanki egosu zedelendikçe daha çok hırslanmıştı. Bende kazanılacak bir ödüle dönüşmüştüm. Bu çok çirkindi, tıpkı evli olmama rağmen ısrarı gibi.

Ben Siraç'ın bana anlatılanlara göre en kötü halini görmemiştim ama en kötü haline bile sebebini biliyordum. Dün gece kollarımda iki büklüm olmuş bedeni şahidiydim. Ben kabuslarından uyandırıp, ben rüyalara uyutmuştum çünkü.

Bu onun karşısında susacağım, sessiz kalacağım manasına da gelmiyordu. Bana kör muamelesi yapılmasından nefret ediyordum, tıpkı aptal ve zayıf muamelesi yapılmasından nefret ettiğim gibi.

Demir ona doğru bir adım attı, "Senin ben..." diye başlayan cümlesini elimi havaya kaldırıp durdurdum. Bana baktı ve dişlerini birbirine bastırıp geri çekildi. Olay çıkmasını en çok ben istemiyordum.

Murat Komisere doğru döndüm. "Elif Hanım!" dedim ciddi bir sesle. "Elif Hanım derseniz sevinirim." dedim soğuk bir sesle. Yüzü karşımda sarsıldı. "Babamı tanımanız haricinde sizi tanımıyorum. Sizin tanışıklığınız ailemle, benimle değil." diye devam ettim. Kaşları çatıldı sanki öfke yüzünde hırsa büründü.

Cevap vermesine izin vermedim sorusuna cevap verdim. Benim de tahammülüm kalmamıştı artık. " Kendi şirketinin önüne kendi dövdürdüğü adamı attıracak ve bunun üzerine size ihbar edecek kadar tutarsız, basit hareket edecek biri yok benim ailemde."

Ailemdi, anlamalıydı. Siraç ailemdi, artık görmeliydi.

Ayrıca yaraları da yeni görünüyordu, eşim dün geceden itibaren bugün öğleden sonraya kadar yanımdaydı. Hangi taraftan tutmaya çalışırsanız elinizde kalır." diye bitirdim cümlemi. Buz gibiydi ses tonum. Ben bile kendimi tanıyamıyordum.

Kaşları havalandı her cümlemle birlikte. Sanki karşısında elinden tutup götürebileceği bir çocuk var sanıyordu. Yanılıyordu.

Yanıldığı için bir çocukmuşum gibi, "Elif Hanım," dedi alaycı bir sesle. "Kocanız güç gösterisini çok sever, şirketinin önünde diz çöktürerek en büyük rakibinin yenilgisini tüm aleme duyurmak istemiş olabilir. Her şeyi bildiğiniz gibi oyunlar oynamayı sevdiğini de bilirsiniz." dedi.

Polis memuru da aramızda kalmış, şaşkın gözlerle bir ona bir bana bakıyordu. Yüzümde sahte bir gülümseme belirledi.

"Ben hiç sebepsiz güç gösterisi yaptığını görmedim." dedim sakin bir sesle. "Ya kışkırtılmıştır ya da sebebi vardır. Siz daha iyi bilirsiniz tabi." Dudaklarım gerildi ama bu gülümseme değildi. Attığım taşı hissetmiş olacak ki yüzü kızarmaya başladı. Yine de durmadım.

"Her ne olursa olsun onun suçsuz olduğunun da kanıtlandığına eminim ben. Bu konuşma da bana yapılmış bir kışkırtma gibi geliyor bu yüzden. Avukatımı çağırmam gerektirecek kadar ciddi bir sorgulamada mıyım?" diyerek bende bana karşı yapılan saldırıyı püskürttüm.

Anlamış olacak ki ellerini göğsünde kavuşturup bana ters bir bakış attı. "Hayır," dedi öfkeli bir sesle. "Ciddi değil, siz sadece fazla ciddisiniz," Bir adım geri çekildi ve cümlesini tamamladı. "Ve fazla savunmacı."

Bir şey söylemedim. Savunduğum ailemdi, anlamak zorundaydı. Polis memuruna dönüp, "Bitti mi?" dedim sadece. O da arada kalmış olacak ki amirine baktı ve onay aldıktan sonra belgeleri imzalamak için ayağa kalktık.

Tam o sırada Siraç 'la göz göze geldim. Camın arkasından bize bakıyordu. Gözleri bende değil, sırtı ona dönük olan Murat Komiserdeydi. Öyle bir bakıyordu ki Murat Komiser yönünü dönse nerede olduğunu unutup saldırmak için harekete geçecekti. Sanki hiç sorunumuz yokmuş gibi bir de bununla uğraşacaktık.

Bu yüzden bir şey olmadan set olmam gerektiğini bilecek kadar onu tanıyordum. Bu yüzden bu kadar gergindim zaten.

Biz harekete geçtiğimizde Murat Komiser de arkamızdan geldi. Ona doğru döndüm tekrar. Biliyordum ki bu konuşma burada bitmemişti ve fırsat arıyordu hala. "Sizin gelmenize gerek var mı?" dedim hissizce. Sanki gergin bir telin üstünde yürüyor ve kopacağı anı bekliyor gibi hissediyordum.

Dişlerini birbirine bastırdı. "İmzam lazım. Yetkim gereğince, Elif Hanım ." dedi soğuk bir sesle. Önüme döndüm. Siraç 'ın bakışlarını üstümde hissetsem de bir daha ona bakmadım. Baksaydım gerginliğime katkıda bulunan öfkesiyle baş başa kalacaktım, oysa benim bir suçum yoktu. Yine arada kalan ben olacaktım.

Bu yüzden ondan değil, ucu bana dokunacak olan öfkesinden kaçtım.

Aşağı indik. Nergis ve Demir'de benimle geldi. Belgeler çıktı, imzalar atıldı. Kendi adımın yanına Işık isminin eklendiğini görünce bir kez daha şaşırsam da bir şey söylemedim. Girdiğimiz oda da ben, iki Polis memuru vardı. Demir ve Nergis personel harici giremez, uyarısını Murat Komiser gösterince girememişti. Dediğim yere gelmiştik. Tam da tahmin ettiğim gibi davranıyordu.

O da imzasını atarken, "Neden bana öfkelisin? Sana karşı yanlış bir hareketim mi oldu?" dedi. Bakmadım yüzüne.

"İşim bitti mi?" dedim görevli memura. Memurun gözleri ikimiz arasında gidip geldi. Sanki aramızda olanın ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi. Aramızda olan hiçbir şey yoktu, olmayacaktı.

Polis memuru,"Tabiki Elif Hanım, şimdilik bu kadar.Biz gerekli olursa ararız." dediğinde başımla onay verdim ve Murat Komisere bakmadan arkamı döndüm.

"Elif," dedi öfkeli bir sesle. "Sana en son zarar verecek kişi benim. Amacım korumaktan başka bir şey değil," Duraksadım. "Neden hiç fırsat vermiyorsun?" Sesi yakınır gibi çıkıyordu.

Dönüp ona baktım. Ellerini önünde birleştirmiş etrafında ki insanları umursamadan gözlerinde görmek istemediğim bir beklentiyle bana bakıyordu. "Neden sizinle yan yana durmak zorunda kalabileceğim onca zaman içerisinde Siraç 'ın ikimizi görebileceği bir an da yanıma geldiniz? Üstelik başka zamanlar fırsatınız da vardı. Ben hep oradaydım. Biliyordunuz." Ciddi bir yüz ifadesiyle ona baktım. Artık kullanılmak istemiyordum. Kimse tarafından bir şeylere sebep olmak istemiyordum. Önünde birleştirdiği ellerini sıktı ama bir şey söyleyemedi çünkü dile getirdiğim gerçeklerdi.

"Bir de o belge de ki soyadıma bakın, bütün sorularınızın cevaplarını alacağınıza eminim." Başımla kısa bir selam verdim. "İyi günler."

Dışarı çıktığımda Demir volta atıyordu. "Bitti mi? Bir şey dedi mi sana?" dedi beni gördüğü an da. Hem öfkeli hem de endişeli gözüküyordu. Başımı olumsuz anlamda salladım. Ne söyleyebilirdi ki zaten. Kendi gönlündeki saf bir sevgiydi belki ama üstüne hırsını eklemişti. Bu yüzden benim sevmiş olduğumu bir türlü kabullenemiyordu sanki.

Başını Nergis'e doğru çevirdi. "Ben bu adamın istihbarat hattından nefret ediyorum." dedi ona bakarak. İçimdeki gökyüzünde şimşekler çaktı. Zaten karanlıktı daha da karardı. Kollarımı bedenime doladım. Ruhum artık o kadar sıkılmıştı ki burayı terk etmek istiyordum.

"Söyledin mi Siraç'a ?" dedim kapıdan uzaklaşıp.

Nergis ellerini kaldırdı ve, "Zaten mimliyim Elif. Seninle ilgili her şeyi saniyesinde bilgi olarak geçmem gerekiyor ki kaydedilsin. Sen bizim koruma listemizde ilk sıradasın. En küçük bir açıkta başına gelenleri unuttun mu?" dedi. Gerçekler acıydı. Gerçekler vuruyordu da gerçeklerin üstüne susmak, yutkunmak dolmuşken insanı daha da zorluyordu.Susmak zorunda kaldım bu yüzden.

Demir'e döndü sonra. "Efendim siz yetkide ikinci sıradasınız ama bu konuda sizin sözünüzü dinleyemem, kusura bakmayın. Kesin emir var. Sadece Umut'tan emir alıyorum Elif hakkında. " dedi. Demir kısa saçlarını elleriyle geriye doğru itti.

"Şu iti bir dövsem!" dedi kapalı kapıyı gösterip . "Adam haklı çünkü. Bir de ben benzetsem!" dedi yüksek sesle. Sanki duysun istiyordu.

"Demir yeter!" dedim sert bir sesle. Bana doğru döndü. Öfkeden kuduruyordu resmen. Her şey yüzündeydi o an. Zaten duygularını gizleyebilen bir adam da olmamıştı.

"Ne yeteri yenge?" dedi yüksek sesle. "Sabahtan beri adamı boşuna burada tuttuğu yetmiyormuş gibi kodese tıkmak için habire kaşınıyor." Daha da yükseldi sesi. "Gel beni döv, diyor! Döv ki bende kendi çöplüğümde haklı olayım!"

Tam o sırada yanındaki Polis memuruyla Eylül geldi. "Başarmasına izin mi vereceksiniz, vereceksin? Bak Demir," dedim ona doğru bir adım atarak. "Sen onu dengeleyen tarafsın, sen böyleysen onun gözü hiçbir şey görmez. Yalvarırım bari sen sakin ol. Bak ben yoruldum."dedim ellerimle kollarımı sıkarken.

"Ben çok yoruldum! Bunların hiçbirinin sebebi ben değilim ama sanki her şeyin müsebbibi benmişim gibi en çok ben bedel ödüyorum. Bana vicdan azabı çektirmeyin Allah rızası için." dedim bıkmış bir sesle. "Bana bedel ödettirmeyin hak etmediğim, sebebi ben olmadığım bir şey için."

Bıkmışlığımı mı, yorulmuşluğumu mu gördü bilmiyorum sıkıntılı bir şekilde iç çekse de bir söylemedi, benim de daha fazla konuşmaya takatim yoktu zaten. Bu yüzden Eylül'e döndüm. "Sakinleştir onu." dedim ve onları arkamda bırakıp Nergis peşimdeyken yukarı çıktım.

Biliyordum ki asıl kasırgayla yüzleşmemiştim. Kimse ne olduğundan bahsetmiyordu, bu bilgiyi de de buz gib ifadesiyle birleştirdiğimde onun sabrının sonuna kadar sınandığı sonucunu çıkartmak zor değildi.

Yoksa giderdim. Bir şey olmayacağını bilsem işim biter bitmez evime gider, yuvamı beklerdim ama ne yazık ki sevdiğim adamın sabrı saman aleviydi. Yandı mı tüm bostanı kül ederdi.

Ben ise bostanın sonunda, tükenmeye yüz tutmuş sabrımla, yangını suyla söndürmeye çalışırdım. Oysa yükselen ateşe su dökersen harlanırdı, bilirdim.Bilirdim bilmesine de benden bu kadardı. Benim sabrımı da su eylemişlerdi.

⚜🔱⚜

BURAY- SAMAN ALEVİ💥

Kısa bir süre sonra Demir'de Eylül'le birlikte yukarı çıktı. Bekleme bölümünde başımı duvaraya yaslamış, artık ne olup bittiğine dair bir şeyler öğrenmek istiyordum.

Demir'den ilk bilgi geldiğinde ikindiyi geçmişti. "İçeri tıkmışlar." dedi telefonla konuşmasına bitirip. Şoka girmişti sanki. "Resmen şerefsiz hapise giriyor." diye devam etti.

Söylediği her sözle birlikte bizi de sarsıyordu.

"Tırların ikisi yakalatılmış. Silahların hepsi yakalatılmış." Kanı tüm yüzünden çekilmişti. "Resmen tuzağa düştük." dedi dehşete düşmüş bir sesle. "Önümüze attı, önümüzden aldı kodese tıktırdı." dedi elleriyle önüne, sonra da Polis'leri gösterdi.Yıkılmıştı sanki.

Eylül ayağa kalktı.

Ne düşüneceğimi bile bilmiyordum o an. Darbe üstüne darbe yiyiyorduk sanki. Siraç yıllardır kurduğu plandan, bu adamdan alacağı intikamdan bahsediyordu. Şimdi önüne koyulan bir setti. Kan bürümüş olmalıydı gözünü.

"Bu adama hapishane cennet demek, cennet!" dedi Demir öfkeyle. Eylül kolunu tuttu. "Nerede olduğumuzun farkına var."dedi ciddi bir sesle.

Yanımızdan keyifli bir yüz ifadesiyle Murat Komiser geçtiğinde, hepimizin gözleri onun yüz ifadesine takıldı. Arkasında üç kişi nin ellerinde belgeler vardı.Simsiyah giyinmişlerdi. Onların arkasındaki ki iki Polis kafa kafaya vermiş, konuşuyorlardı.

Biri ,"Ankara yakalattı," diyordu. Diğeri, "Ortalık fena karışacak." diyerek bir kehaneti dillendiriyordu.

Demir'in gözleri hala Murat Komiserdeyken, "Bu piç kurusu sabrını kuruttu bu adamın. Her şeyi biliyor, ben de onun her şeyi bilen aklını si..." dediğinde Eylül ağzını kapattı onun. Hepsi sınırlarda dolanıyordu.

"Kapa çeneni Demir! Nerede olduğumuzun idrak et artık. Siraç bu zamana kadar gelemediyse uğraşıyordur zaten. Biz de artık eve gidelim. Zaten ortalık karışık." dedi elini çekmeden bana bakarken. Demir elini ağzından çekti ama sonra o eli tuttu.

Bu sırada bende başımı olumsuz anlamda salladım. "Demir böyleyse, Siraç 'ı düşünebiliyor musun?" dedim. Nergis alt katta bilgi almaya gitmişti. O da koridorda belirdiğinde yüzü öfkeden simsiyah olmuştu.

Ona bakarken konuşmaya devam ettim. "Murat Komiser gülümsüyordu, Eylül. Ben bile anladım ne yapmaya çalıştığını." dedim.

Demir kısık sesle tısladı. "Kendi çöplüğünde sidik yarıştırıyor, piç kurusu."

Nergis benim önümde durdu. Boynu bile kızarmıştı öfkesinden. "Gidiyoruz Elif! Umut gelecek ve birlikte ayrılıyoruz buradan!" dedi.

"Ne oluyor?" dedim. Nergis gözlerini etrafta dolandırdı. Sonra bir yerde sabitledi. Bakmadım ama kime baktığını biliyordum. "Emir hapishanede, patron şimdi sakinmiş ama delirmiş.Yine de," iç çekti ve kendini sakinleştirmeye zorladı. "Operasyonu yönetenlerden biri buymuş."

Başıyla gösterdiği kişinin herkesin sabrını zorlayası vardı bugün. "Ama bugün burada kalıp, istihbarat kısmında durmayı tercih etmiş." Dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı. Acımasız bir gülümsemeydi bu."Patrona uçtu bu bilgi."

Demir kendini zapt etmek için duvara yaslanırken Eylül onun biraz ilerisinde bana yakın bir şekilde durdu. Uçan bilgi onun öfkesini de uçurmuş olmalıydı. Sıkıntıyla iç çektim. Ortalık sanki karışmamış gibi daha da karışacaktı.

"Bana öldürmeyeceğinin teminatını verin." dedim hepsine bakıp yakınarak. "Benim kocam normal biri mi Allah rızası için? Hıncını çıkartacak." dediğimde hepsi suspus oldu çünkü haklı olduğumu biliyorlardı.

Nergis, "Umut geldiğinde gideceğiz, Elif." dediğinde sesimi çıkartmadım. Ne itiraz ettim, ne kabul ettim.Onu birisinin durdurması gerektiğini onlar da benim kadar biliyorlardı. Bilmek bunu başaracağım manasına da gelmiyordu. Eğer birde bunun sebebi ben olursam patlamaktan korkuyordum.

Herkes biliyordu ki Siraç onunla uğraşan hiçkimseyi boş bırakmazdı. Tek duam benimle ilgili kıskançlığını es geçmesiydi ama yine onu biraz tanıyorsam en başa onu koyacaktı. Bu yüzden Umut'u değil, Siraç'ı bekledim. Sanki varlığını hissettiğim gibi öfkesini de hissedebiliyordum. Bekledikçe daha da gerildim.

Çok bekletmedi öfkesi, önde gazabı arkasından kendisi geldi. Koridorun köşesinde belirdiğinde başta ben olmak üzere herkes varlığını fark etti. Umut arkasından geliyordu.

Demir yaslandığı duvarda dikleşti ve kuzeninin yüz ifadesiyle gözleri kısıldı. Fark etmişti tehlikeyi. Tehlike, boş koridorda tısladı.

Koridorda güçlü adımlarla ilerlerken hedefine odaklanmıştı. Gri gömleğinin kollarını katladı sonra gömleğin bir kaç düğmesini açtı hırsla.

"Eyvahlar olsun!" dedi Eylül yanımda.

İki elleri yanında pençe gibi açılıp kapanırken dişlerini birbirine bastırdığından boynunda ki tüm damarlar belirginleşmişti.

"Öldürecek, yemin ediyorum bu sefer öldürecek!"

Eylül'ün sesi kulağımda uğuldarken oturduğum koltuktan ayağa kalktım. İlk koridorun diğer ucundaki camlı odada olan Murat komisere, sonra öfkeden kendini kaybetmiş olan sevdiğim adama değdi gözlerim. Koridorun sonuna dikilmiş lacivert gözler de gördüğüm acımasızlıktı.

Bu sefer acımayacaktı.

Attığı her adımla birlikte yer öfkesiyle sarsılıyor, burnundan soruyordu. Yüreğim ağzımda atarken bende ona doğru ilk önce yavaş sonra koşar adımlarla ilerledim.

Umut arkasından geldi, Demir harekete geçti. Onu gören bir kaç adamı da arkasında yer alırken bir kasırga tüttürüyordu ateşi.Koridordaki görevli Polis'ler onun yüz ifadesini görünce elleri bellerinde, tetikte beklediler.

Çıkacak katliamdı. Çıkacak felaketti.

Sonrası hızlandırılmış bir çarpışma sahnesi gibiydi. Üzerine koştum. Görmedi bile, üstüne atıldığımda kollarından tutmasaydım geriye savrulacaktım.

Gövdesi demirden öfkeydi. Gözleri gözlerime değince yanan öfke patladı. Beni gördü ama aynı zamanda öfkesinin sebeplerini de gördü. Kollarını saran ellerimi tuttu, önünden çekmek ister gibi.

"Bırak Elif!"dedi hırlar gibi. "Bırak onun miadı doldu!"

Canımı acıtmak istemiyordu ama itiyordu da. Gücüne bedenim direnmezdi, sözlerimi kullandım bende.

"Sakın!" dedim kollarından tutmaya devam ederken. "Bak sakın!" Göğsü körük gibi inip kalkıyordu. Burun delikleri öfkesinin harıyla genişlemişti. " Sen elini kana bularsan bu sefer benden de uzak dur Siraç!"

Gözleri bana değdi. Cinnetin eşiğindeydi. Sabrı sonuna kadar sınanmıştı.

"Onun sana bakarak alacağı başka nefesi yok." Dişlerinin arasından tısladı. "Artık yok!" Yemin bildi.

"Bugün gün yüzünü son kez gördü. Artık gecesi de haram! Hepsini, tek tek," işaret parmağıyla arkamı koridorun sonundaki adamı gösterdi. "Ödeyecek. Oyacağım o gözleri!" Gözü beni görmüyor, öfkenin pusuyla yanlış yerde yanlış şekilde hareket ediyordu. Bir elimi elinden kurtardım ve göğsünü iki parmağımla dürttüm.

"Giderim!" dedim ben gibi tükenen öfkemle."Çok yorgunum, senin emrettiğin gibi gider ve hiçbir şey olmamış gibi uyurum. Sen de zaten lütfedersen hapisten çıktığında haber verirsin bana."Acı bir şekilde gülümsedim. "Gerçi lütfetmezsin."

Cidden çok yorulmuştum, artık bir olaya daha takatim kalmamıştı. Üstelik bu kadar olay içerisinde sadece kıskançlığa takmış olmasına da tahammül edemiyordum. Ben ona sebep vermemiştim.

Delice gözleri sözlerimle sarsılır gibi oldu. Gözleri yavaşça kaydı ve onun göğsünde ki parmaklarıma baktı.

Sonra gözlerini sımsıkı yumdu. "Ulan! "dedi. Elini ensesine attı. Ensesindeki parmaklar tenine saplandı. "Ulan çok güzelsin! " dedi hırsla.

Gözlerini açmıyordu çünkü açınca saldıracaktı, biliyordu. "Ulan o kadar güzelsin ki gözü kaymasa gönlü kayıyor. Ben onun gönlünü sikeyim!"

Bağırmadı ama hırsla söylediği sözlerle herkes bir adım geri çekildi. Arkama baktım tekrar korkuyla, Murat komiser koridorun sonunda ki odadaydı hala.

"Sabahtan beri dibinde biten evveliyatını sikeyim. Ayrılmadı lan, ayrılmadı! "Ona doğru bir adım attım. Küfrettiği yer Polis Merkeziydi. Ben duyuyorsam yakındaki herkes duyardı.

Gözleri hala sımsıkı kapalı, dişlerini birbirine bastırmış, dişlerinin arasından konuşuyordu.

"Git, dedin gitmedi! Uzaklaştın yanına geldi! Her siktiğiminin adımını saydım, her! " Gözleri açıldı. Cayır cayır yanan gözlerini gözlerime dikti. "24 saate bölsem sana attığı adımları, dakika başı bir yerini kessem, yine bitmeyecek."

Biledi kendini, illaki birini kesecekti. Üzerime doğru eğildi sonra. Sesi bir fısıltı, sözü bir intikamdı.

"Şimdi kırdığım her kemik için af diletmez miyim? Baktığı yer benim bahçemdi, baharıma değdirdiği gözleri! Ben onu hırsızlığına kurban etmez miyim?"

Yüzüm acımasızlığıyla buruşturdum. "İyi halt edersin!" dedim. Arkamda bir kıkırtı yükseldi, muhtemelen Eylül'dü ama ona bile öfkeyle bakacak kadar öfkeliydim.

Tepkimle birlikte öfkesi daha harlandı ama bende ipleri koparmıştım. Hala burnundan soluyorken kenara çekildim.Elini ensesinden çekmemişti.

"Hadi git!" dedim. "Vur, kır, dök!" Elimle Murat Komisere giden yolu gösterdim. "Ama ne öfkenin, ne yaptıklarının sebebi ben olayım! "Ellerimi yumruk yaptım.

"Ha, ortalığı karıştırdığın için işin bittiğinde evinde huzur arayacaksın ama sen karıştırmışken bu sefer ben düzeltmeyeceğim. O evde huzur olmayacak!" Bu sefer düzeltmeyecektim, bu sefer yatıştırmayacaktım. Zaten sabahtan beri bunalmıştım. İstediğini yapabilirdi.

Bir adım daha geri çekildim ve, " Ben ona yaklaşması için sebep vermemişim, her fırsatta önünü kesmişim. Döv onu da yine bir araya gelmemiz için sebepleri olsun!" diye devam ettim.

Alkışlar gibi yaptım. Herkesin bizi izlediğini bilsem de kendimi kontrol edemiyordum.

"Git, hadi git!" dedim. "Bu sefer çenesini kopartırsın artık." dediğimde dudağımı büktüm emin olamıyormuşum gibi. Gözleri bir bende bir arkasında gidip geldi. Öfkesinin ardında konuşan bendim ama sesimi duyuruyor muydum, bilmiyordum bile.

Umut'a döndüm. "Beni eve bırakabilir misiniz, kan görmeye dayanamam ben. Uykusuzum hem, dinleneceğim." dedim hiçbir şey olmamış gibi. Eylül gülmesi görünmesin diye elini ağzına kapattı.

Oysa ben hiç gülecek halde değildim, aksine öfkeden kuduruyordum. Bana doğru bir adım attı. Sanki aramıza düşen ateşten parçalardı.

"Senin derdin ne?" dedi bana bakarak. Gözlerinde parlayan gazabıydı. "Ne yapmaya çalışıyorsun sen ?" dedi aynı öfkeyle. Ellerini zapt etmek için yumruk yapmıştı. Şimşekler çakıyordu, lacivertleri içerisinde.

"Sensin!" dedim ona yönümü dönerken. "Benim derdim sensin!" dedim işaret parmağımla onu gösterirken . "Öfkesi aklını yönettiğinde yakıp kül eden sensin!" Sesimin tonunu kontrol edemiyordum. Gittikçe yükseliyordu.

Başımı salladım. "Ha bir de kocam olur kendileri." dedim elimle onu göstererek. Üzerine doğru eğildim, "Öfkelendi mi gözleri hiçbir şeyi görmez. Bildin mi?"

Göz bebekleri büyüdü, gözleri dudaklarıma değdiğinde ürperip geri çekildim.

Başını salladı birkaç kere."Kocan." dedi sanki bir şeyleri kanıtlamak ister gibi. Gözü dönmüştü bana doğru adım atarken.Yakmıştım gemileri. "Evet kocan!" dedi ve kolumdan tutup beni kendine çektiğinde bağırmamak için kendimi zor tuttum. Yüz yüze geldik, ikimizin de öfkesi birbirine karıştı ama o durmadı.

Arkasından sürüklerken beni, "Abi nereye?" dedi Demir ama durmadı. Merdivenlerden inerken arkasından sürüklüyordu beni.

"Sen bana ahkam kes böyle zaten." dedi koşarcasına merdivenlerden inerken. "Yap, kışkırt beni! Damarıma damarıma bas böyle!" dedi. Onun arkasında savrulsam da bunun için isyan etmedim bile.

"Oh olsun!" dedim nefes nefese kalsam da. "Dengesizsin sen çünkü! O kadar olay yaşanmış takıla takıla adamın bana yakın olmasına mı takıldın? Ben izin verdim mi?" dedim merdivenlerden inip dışarı çıkmak için geçerken.

"Hepsinin sebebi sensin!" dedi üstüme bütün vicdan yükünü attığını bilmeden. Arabaya çekiştirdi ve ön kapıyı açtı.Belimden tutup ön koltuğa oturduktan sonra üzerime eğildi. Kokusu, varlığı bedenimi sardı. Hiçbirine tepki vermedim. Öfkeden gözlerim dolu doluydu.

"Çekil!" dedim üstüme eğilen bedenini iterek. "Hiçbirinin sebebi ben değilim. Ne baktım, ne baktığına karşılık verdim!" dedim ağlamamak için dişlerimi birbirine bastırırken.

Gözleri gözlerime değdiğinde lacivertleri öfkenin harıyla yanıyordu ama o an bu umurumda değildi. "Çekil git!" dedim dişlerimin arasından. "Başlarım sizin güç gösterisi savaşınıza! Ödül müyüm ben? Elde etmişsin sen işte." Kaldırıp elimdeki yüzüğü gösterdim. "Evliyim ben, seninle hemde! Unutuyor musun, ne yapıyorsun anlamıyorum ki."

Derin bir nefes aldım ama öfkeli yüzünü gördükçe daha fazla sinirleniyordum. "Ben sana gelmişim, sevmişim seni.Adamı gerektiği gibi terslemişim. Hala senin yüzünden diyor!"

Göğsüne vurdum. Üzerime eğilmiş her sözümü kara kuyu gibi öfkesine çekiyordu. "Sizin yüzünüzden! Ne güzelliği kardeşim, abartın da göğe çıkartın!" dedim. Yüzüne karşı bağırıyordum da otoparkta olmasına rağmen umurunda değildi. Dudakları yukarı kıvrılır gibi oldu ama ben öfkeden delirmek üzereydim.

"Normal insanım ben! Sen," dedim elimi göğsüne vurarak. "Kendine layık görmüyorsun. O da elde edemediğinin hırsını çekiyor. Ne güzelliği!" dedim hırsla.

Gözleri yüzümde dolanıyordu. O sustukça daha da sinirleniyordum. Gözlerinin rotası dudaklarımı buldu. Sesli bir şekilde yutkundu. Başını hafifçe yana doğru eğdi. Sanki bakışlarıyla birlikte basınç yükseliyor ve aramızdaki boşlukta boğuluyordum.

"Çek git şimdi!" dedim o böyle sessiz kalınca ve baktığı yerin neresi olduğunu fark edince. "Ne yaparsan yap, umurumda değil." Bu sefer dediğimi dinledi ve ellerini çektikten sonra kapıyı hırsla üstüme kapattı. Yerimden sıçradım. Sırtımı koltuğa yasladım ve dolan gözlerimi kapattım.

Her şeyden çok bu düşüncesi zoruma gidiyordu. Kıskanmanın hoşuma gideceği bir evre yaşayamamıştım ki ben. Kendine zarar veriyordu, o zarar gördükçe ben zarar görüyordum.

Öfkemden zangır zangır titriyordum.Kendi kapısı açıldığında içeri girdi ve kendi kapısını da aynı şiddetle kapattı. "Nereye? "dedim ama vitesi geri taktı ve arkaya bakmadan arabayı geri geri çıkarttı.

Sonra tek eliyle direksiyonu döndürdü ve bir elini üstüme koydu. Sebebini anlayamadan arabanın tekerleklerinden acı bir ses yükseldiğinde araba harekete geçti. Resmen koluna çarpıp koltuğa geri yapıştım. O zaman beni korumak için yaptığını anladım.

Yüreğim yumuşamak istedi ama izin vermedim. Çok kızgındım ona.

Otoparktan çıkmadık, bulunduğumuz binanın arkasından yer altı otoparkına girdik. Ve iki kat aşağı indik. Sadece personel, yazan kısma park ettiğinde ona baktım. "Eve gideceğim ben." dedim. Arabanın kontağını kapattı, el frenini sert bir şekilde çekti.

Sonra bana doğru döndü. "Sen gelsene buraya bir!" dedi. Gözlerinde öyle bir ifade vardı ki otoparkın loş ışığının aydınlattığı yüzüne bakarken sarsıldığımı hissettim. Sırtımı arabanın kapısına yasladım. Arabanın camları filmliydi ve ben bu sahneyi daha önce yaşamıştım.

"Hayır!" dedim öfkeyle. Elimle arabanın kulpunu tuttum. Elindeki anahtarı kaldırdı. Gözümün içine baka baka kapıyı kilitledi.

"Buraya gel, güzel olmadığını iddia eden karım." dedi.Sesi boğuklaştı, öfkenin getirisi zihnimi puslandırdı ama en çok ses tonuydu bunu yapan.

"Asla!" dedim. "Öfkeliyim, yaklaşma da bana. " Ellerimi kapının kulpuna bastırdım.

Kaşları havaya kalktı. Sonra elini koltuğun diğer tarafına attı. Bana baka baka koltuğu geriye doğru itti. Kapıya sindiğimi hissettim. "Bana bunu yapma!" dedim onu izlerken. "Öfkeni dindirmeden, teninle beni uzlaştırma."

Konuşsa her şey çok daha iyi olacaktı ama o sessizleştikçe arabanın içerisinde gerilim sanki cızırdıyordu. Nefesimin hızlandığını hissettim. Bana doğru eğilmeden önce saatini bana bakarak çıkardı. Gözleri bedenimde dolanırken kollarımı bedenime sarmamak için kendimi zor tuttum. Saatini arka koltuğa fırlattığında çıkan tok sesle irkildim.

Bana yakan gözlerle bakarken dilini damağına değdirerek kısa bir ses çıkardı. "Cık!" dedi saatini arka koltuğa fırlatmadan önce. "Yanlışın var benim güzel karım. Asıl öfkemi uzlaştıran tenin." Bana doğru eğildi. Soluğu yüzüme değdiğinde göğsüm nefes alamıyormuş gibi hızla inip kalkmaya başladı. "Beni her kızdırdığında tahrik olduğumu unutuyorsun çünkü."

Nefesim sekteye uğradı itirafıyla.

Dudağının diğer tarafı da yukarı kıvrıldı ama gülüşü yalnızca bana karşı bir acımasızlıktı. O bedenime yaklaştıkça tüm bedenim diriliyordu sanki. Elini göğsümün üstüne elbisemin kumaşına koydu, beni kendine çektiğinde ellerimi geniş omuzlarına koyup onu itmeye çalıştım.

"Bırak!" dedim. "Sende benim öfkemi tahrik ediyorsun, ben bu durumdan hiç hoşnut değilim!" dedim ama umursamadı. Gözlerinde öfkeyle birlikte başka bir duygunun da birbirine karışışını izledim.

"Ne kadar zıddız, karım. " dedi uysal bir sesle. Oysa bu kışkırtmak içindi. "Oysa sen her öfkelendiğinde ben içine gömülmekten başka hiçbir şey düşünemiyorum."

İtirafıyla beynim duraksadı, bir an ne dediğini idrak edemedim. Anlayınca gözlerim büyüdü. Tepkilerimi içercesine bakıyordu gözleri. "Çüş ama!" dediğimde gerçekten gülümsedi sonra yüzü ciddi bir hale büründü ve dudaklarıma yapıştı.

Beni havaya kaldırdığında ağzımdan boğuk bir çığlık çıktı. Yuttu çığlığımı, dili ağzımda dolandı. Havalandığım yerden onun sert bedenine çakıldım.

Eli sırtımdan tutup beni kendi bedenine bastırdı. Yan bir şekilde kucağında oturuyordum. Alt dudağımı hafifçe dişlerinin arasına alıp diliyle dudağımın üstünden geçtiğinde tüm bedenim elektrik çarpmış gibi sarsıldı.

Ellerimi omuzlarına vurdum dudaklarımı ondan kurtarmak için. İzin vermedi, kollarıyla gövdemi kafeslerdi. Dili damağıma vurdu bir uyarı gibi, uyuştuğumu hissettim.

O da sanki dün geceye vurgu yapmak istercesine elleri bedenimi kendi bastırarak bir ritim tutturdu.Hain zihnim de geceye dair her şeyi hatırlattı. Ağzıma doğru boğuk bir şekilde inledi. Sonra başladığı gibi birden geriye çekildi. Dişlerinin arasından derin bir nefes çektiğinde sesli bir şekilde yutkundum.

Soluk soluğa bir şekilde, "Seni boğmak istiyorum şuan." dediğimde sırıttı. Gözleri dudaklarımdaydı, durmayacaktı. Dudaklarıma doğru boğuk bir sesle, "Bende tam şuan da içine girmek istiyorum ama istediklerimiz olmuyor Günışığım." Diye fısıldadığında, karnımın altındaki kıpırtıyla kasıldım.Sesi de sözleri de iyi gelmiyordu bana.

Hissetmiş olmalı ki eli durmadı, parmaklarını tenime batırdı. Kendine bir kez daha bastırdı. Sesli bir şekilde yutkundum. Tekrar vurdum omuzuna ama taşa vursam en azından kıpırdardı, o hareket etmedi bile.

"Manipüle ediyorsun şuan biliyorsun, değil mi? Özellikle haklı öfkemi." dedim o dudaklarını dudaklarıma sürterken. Benim de sesim boğuklaşmıştı.

Başını olumsuz anlamda salladı. Dudakları bir uçtan bir uca dudaklarımın üstünden geçti. Sonra sesli bir şekilde yutkundu.Onun etkilendiğini kucağında oturduğum için hissedebiliyordum. Kızardığımı hissettim.

"Hayır," dedi gittikçe kararan bakışlarını yüzüme dikmeden önce. Sonra bakışlarında savruldum. Çünkü oradaki tutku en derinden geliyordu.

"Ben geceden beri ilk defa," yumuşak bir şekilde dudaklarımı öptü, "İlk defa bir kabusu değil, yalnızca bir rüyayı düşünüyorum. Hala bir rüya gibi geliyor,"Geri çekilip dudaklarını yaladı sanki söylediği her kelimeyi yaşıyormuş gibi. Yaşadığı duygu minnettarlık değil, yaşadığımız yoğun anların izini taşıyordu.

"Dudaklarını hissediyorum tüm bedenimde." Kolları arasında ürperdiğimde gamzeleri ortaya çıktı.Sonra gözleri sanki daha fazla kararabilirmiş gibi tutkunun siyahına döndü. Üzerime doğru eğildi. Sırtım direksiyona yaslandığında ellerini belime koydu . "Tüm bedenime hükmettin. Sen tenimin yeni hükümdarı mısın?"

Elleri üst bedenimde dolandı, etimi avuçları arasında sıkıştırdı. Başımı geriye doğru attım. Tüm bedenim avuçlarının arasında bir nabız gibi atıyordu. "Şeytanlar fısıldamayı unuttu, hepsine boyun eğdirdin. Sen ölü bedenimde zafer mi kazandın benim güzel karım?" Parmak uçlarıyla tenimde daireler çizdiğinde yerimden zıpladım.

Şuan bedenime hükmeden de, aklımı kullanmamama izin veren de oydu. Bu yüzden elimi kaldırıp rahat durmayan eline vurdum. Sırıttı ama durmadı.

"Ben bir şey yapmadım ama sen çok şey yapıyorsun." Dedim dişlerimin arasından, bütün vücudumun ayarıyla oynuyordu. "Üstelik ben senin ne zaman deli damarın tutacakta ben engel olacağım diye gerilmekten yoruldum."

Elleri durdu. Başımı kaldırıp tutkuyla kararmış yüzüne baktım. "Sonuçlarını düşünüyorsun belki ama yine hiçbirinden bedelsiz kurtulamıyorsun." dedim kucağında dikleşip. "O bedeli tek sen ödemiyorsun, anla artık." dedim ciddi bir sesle. "Biz evliyiz ama ben bu evliliği tek yaşıyorum." dedim sitem edercesine.

Sözlerimle sarsıldı, belki kırdım da bir şeyleri ama bana olan zaafının ardında yatan bazı gerçekler vardı. Artık anlaması lazımdı.

"En az bir gün içerisinde bu işten sıyrılırım diye düşünüyorsun belki ama ben de o bir günü de benimle geçir istiyorum. Tut kendini, kontrol et kendini istiyorum." Dayanamadım, iki elimle yüzünü kavradım. "Çok mu şey istiyorum?" diye tamamladığımda sessiz kaldı.

Şayet sitemimi anlamazsa bende susacaktım.

"Öfkemden nefret ediyorsun." dedi gözleri yüzümde dolanırken. Sanki bu nefret ondan nefret etmemle eş değerdi. Acı çekmeye başlayacaktı, onu bu kadar tanıyordum. Bu yüzden kıyamadım. Bu yüzden başımı olumsuz anlamda salladım. "Ben sana zarar veren şeyleri sevmiyorum. Madem tenine de, kalbine de hükmediyorum. Bırak da hükmettiğim toprakları koruyayım."

Bir şey söylemedi ilk. Sonra bir çocuk gibi, "O puşt hak ediyor! Hak ettiğinde de mi uzak duracağım?" dediğinde gözlerimi devirmemek için zor tuttum kendimi. "Cidden kime anlatıyorum." deyip üstünden kalktığımda geri tutamadan koltuğa geçtim. Ya da öfkesi bana olan zaafının önüne geçmişti. Her halükarda İkimizde farklı tellerden çalıyorduk.

Gözlerinin içerisine bakıp, "Benim normal bir insan, senin de her zerrenin bende değerli olduğunu anladığında konuşalım. Sendeki ben olduğum sürece, biz sadece uzaktan seni izleyeceğiz. Ben bunu istemiyorum. Hayatına eş olmam gerekirken, hayatının uzaktan bir izleyicisi olmak istemiyorum." dedim ve kollarımı göğsümde kavuşturdum.

"Ayrıca onun seni kışkırtmak için yaptığını ben anlıyorsam sen hayli hayli anlarsın. Hadi orada da güç gösterini yap, ne diyeyim. Sanki tek güç gösterisi mislince karşılık vermekmiş gibi." Başımı iflah olmazsın sen der gibi salladım.

Tekrar kucağına çekebilirdi ama bu sefer aramıza koyduğum gerçeklerden bir setti. Onu sıkıştırdığımı biliyordum. Burada beni öpüp yukarı çıktığında yine bildiğini okuyacağını bildiğim gibi ama ona kanmayacaktım.

"Ne oldu orada, ben haricinde ne oldu da delirdin?" dedim. Bir şey söylemedi. Buydu beni kahreden asıl.

Arabayı tekrar çalıştırdığına sesimi çıkartmadım bu yüzden. Anlayacaktı, anlaması için her yöntemi kullanacaktım. Sabrımın tükendiğinde susmayacağımı o benden daha iyi bilmeliydi.

Eskiden olsa öfkesinden korkardım ama arabayı yukarı çıkarttığında direksiyonu sımsıkı tutuşundan etkilenmedim bile. Bana dönen öfkeli bakışlarından korkmadım asla.Sırtımı koltuğa yasladım ve otoparktan çıkışımı seyrettim. Açık alana çıktığımızda eve gideceğimizi düşünüyordum ama açık alan otoparka arabayı döndürdüğünde Demir'in onu beklediğini görünce bir şey söylemedim.

Araba durdu, Siraç camı indirdi. Demir sert bir yüz ifadesiyle eğilip kulağına bir şeyler söylediğinde Siraç geri çekildi ve gözlerini yumup başını sağa sola kütletti. Sonra arabadan çıktı ve, "Elif'i eve bırak!" dedikten sonra öfkeli adımlarla binaya tekrar girdi. Bana arkasından bakmak düşmüştü ama söylenecek sözleri tüketmiştim, gerisi ondaydı. Bundan sonra tavrımdan ne demek istediğimi anlardı.

Demir arabaya bindiğinde, "Ne oldu?"dedim sanki yeterince bir şey olmamış gibi.

Demir arabayı hareket ettirdi. "Soruşturma bitmeden Siraç dışarı çıktı diye bazıları olay çıkarmaya çalıştı." dediğinde başımı sağa sola salladım. Otoparktan çıktığımız anda arkamıza iki araba daha takıldı. Dışarıda bekleyen korumalar olduğunu biliyordum.

Demir ana yola dönüp yola bakarak, "Yenge çok yükleniyorsun üstüne." dediğinde ona baktım. Yakınmak istiyordum ama tuttum kendimi.

"Demir bilerek yaptığını biliyorsun, kim bilir başına ne belalar saracak." Dedim ellerimi iki yana açarak. Gerçekler bir bana mı ağır geliyordu?

"Biz zaten yeterince bela içerisinde değil miyiz? Niye intihar bombası gibi her belanın ortasında patlıyoruz?" diye devam ettiğim de o da sustu. Çünkü haklıydım çünkü işin içerisinde elde etme hırslarını katmışlardı ve ben tavrımı ortaya koymazsam kat ettiğimiz yolu da tüketecektik.

Araya suskunluk girdi, Demir'in öfkesi yumuşadı. Ben ise arkamda bıraktığım savaşları düşünmememeye çalıştım.

"Keşke Eylül'ü de alsaydık." dediğimde yüzünde bir tebessüm bile belirdi. "O gelir arkamızdan, oranın kaosu bitsin. Merakından orada duruyor o." dediğinde bende gülümsedim. Haklıydı, Eylül severdi karmaşayı.Sonra yine zorla filizlenen tebessümüm de soldu.

Aklımı, fikrimi Eylül'ün annesinin o halini görünce yaktığı ağıt, dün gece Siraç'ın yaşadığı kabus işgal etti.Üstelik tüm bunların üstüne Siraç 'ın öfkesi sanki hala arabanın içerisinde havada asılıydı. Bu yüzden aklımda sürekli dönüp dolaşan sorulardan bir tanesini bu sefer Demir'e yönelttim.

" Demir," dedim. "Siraç 'ın öfkesini kontrol edemediği zamanlar oluyor, sen eminim benden daha fazlasına şahitsindir. Hiç tamamen kendini kaybettiği bir anda yanında oldun mu?" dedim. Yola odaklanan gözleri bana doğru döndü.

Demir duyguları kolayca okunan bir adamdı ama ilk defa yüzünden, gözlerinden bir mana çıkartamadım. Yola tekrar dönüp, "Oldum yenge." dediğinde bu cümlenin devamı olduğunu ama bunu bana anlatmayacağını anlamak zor değildi.

Yine de anlamamazlıktan geldim. "Peki," dedim tereddütle. "Nasıl engel oluyordun ya da oluyordunuz?" diye devam ettiğinde yan profilden de olsa gözüken kaşları çatıldı.

Lafı hiç dolandırmadı yine de. "Yenge benden Siraç hakkında laf alamazsın." dedi açık açık. Anlamasına şaşırmadım ama anlayıpta önüme set koyması istemsizce beni hayal kırıklığına uğrattı.

"Ona çoğu zaman ulaşamadığımı biliyorsun, değil mi?" dedim tüm çaresizliğimle. " Çaresiz kalıyorum Demir. Yeni çareler arıyorum. Birde sen bir kapıyı daha yüzüme kapatma." dedim yüzümü tamamen ona dönerken.

Bana tekrar bakmadı ama susmadı da. "Ona ulaşamamış halin buysa, ulaştığında adamı kukla gibi elinde oynatacaksın herhalde, yenge." dedi.

Kaşlarım çatıldı," Benim tarafımdan bakıldığında inan bana hiçte böyle gözükmüyor." dedim. Işıklar durduğunda yüzümdeki ciddi ifadeyle yüzleşmek zorunda kaldı.

Sıkıntımı anlaması gerekiyordu, ben bu adamı dün gece yine ölümün kıyısından almıştım. Dilinin ucunda yaşayan bir mezar vardı. Her an tekrar o yöne kayacak diye ödüm kopuyordu. Bu yetmiyordu, birde üstüne yeri yönü olmayan öfkesi de aynı yola sürüklüyordu onu. Beni en çok onun anlaması gerekiyordu.

Baktı yüzüme, sıkıntıyla iç çekti. "Bak Elif," dedi. "Ben bu adamı küçücük çocukluktan beri tanıyorum. Düştüğünde ne kaldırabilmişliğim ne adam akıllı yükünü taşıyabilmişliğim vardır çünkü taşıtmaz. Üstüne üstlük senin yükünü de, herkesin yükünü de taşır gıkı da çıkmaz." Kaşları çatıldı. Gerçekleri anlatırken neşeli karakterinden eser kalmadı.

"Yine de tüm bu yetememişliğime rağmen yanında tutuyorsa beni, ne söylediklerine, ne bana gösterdiklerine ihanet edebilirim ben ama bil ki sana karşı minnettarlığımı hiçbir şekilde ödeyemem. Sen ben bu adamı uyuttun ya!" dedi en büyük acısıymış gibi.

"Yanında nöbet tutardım. Yine uyumazdı." Kırmızı sarıya döndü. Gözlerim gerçeklerle birlikte onun acısıyla doldular. "Yine uyutamazdım, kaç kere yanında kaldım üstelik. Sen uyuttun!" dedi. Sanki bir mucizeden bahsediyordu. Yeşil yandı, kornalar çaldı. Ben ağlamaya başladım.O benim en hassas noktamdı, tutamıyordum kendimi.

Demir, "Ağlama kurbanın olayım." dedi bir yandan bana bakıp bir yandan arabayı hareket ettirirken. Merhametinden kıyamıyordu. Sanki kardeşiymişim gibi yaklaşımıyla daha çok ağlayasım geldi ama tuttum kendimi. "Neleri başardığını gör diye söylüyorum. Bazı şeyler için elbette diret ama bize karşı güveni pamuk ipliğiyse sana güveni sarmaşık. Kesmeden, kurutmadan yap bunu."

Araba hızlandı ve ben ellerimle yanaklarımı sildim. "Bunun haricinde benim sana söyleyeceğim başka bir şey yok Elif. Sen zaten yeterince şey yapıyorsun." Bana baktı tekrar.

"Anladın mı güzel kardeşim?" dedi sevgi dolu bir tebessümle. Başımla onu onayladım. Yutkunduğumda boğazıma takılan düğüm acı gerçeklerdi.

"Bazen çok çaresiz kalıyorum." dedim boğuk bir sesle. Aynı merhameti tebessümüne de yansımıştı. "Olma!" dedi tüm inancıyla.

"Söyleyemiyorum ama kaç kere varlığınla bile bu adamı ulaşamıyorum dediğin sınırlardan aldın sen." Tüm yüreğiyle söyledi sanki bunu. "Üstelik varlığın bile yeterli oluyorken ona sözünü dinlettirdiklerinle neler yaptırırsın. Zorlandığını biliyorum, küçüksün daha üstelik. Çoğu zaman bize bunu sen unutturuyorsun ama bize göre küçüksün."

Bir büyüğüm olarak söylediği sözlerle sırtımdaki yükü daha çok hissettim.Gerçekten kardeşiymiş gibi davranıyordu bana. O da sırtımdaki yükü hissetmiş olacak ki, "Taşıma kardeşim haddinden fazla yükü. Sen zaten elinden geleni yapıyorsun." dedi teselli etmek ister gibi.

Sustum çünkü girdiğim yolun daha fazlasına beni zorladığını ona anlatsam da işin ucu onun bana söylemediklerine, benim ona söyleyemediklerime dokunacaktı. "İnşAllah." dedim sadece. O da , ben de bu yolun puslu ve sonunun belirsizlik olduğunu biliyorduk çünkü.

Allah'tan inancım vardı. Allah'tan, O'ndan gelen bir inancım vardı. Yoksa bu belirsizlik başta beni boğardı.

🔱⚜🔱

Eve ulaştığımda olayların dedemlere kadar gittiğini öğrendim. Annem aradı, Dedem aradı, arkasından telefonu alıp amcamlarda konuştular. Endişelilerdi, dedem özellikle Siraç' ın çıldırmış olduğunu tahmin ettiği için defalarca gelmek istediğini söyledi ama ona gelse de Siraç'ın yine bildiğini okuyacağını ve onun geri gelmesini bana karşı bir tehdit olarak algılayabileceğini söyledim.

Haklıydım çünkü dedem gelirse beni götürmek isteyeceğini düşünecek, daha çok çıldıracaktı.Ben bu sorunu aile olarak, biz olarak halletmek istiyordum. Bu sefer kendi ailemi işin içine katamazdım, bu yüzden dedemi ikna etmekte bana düştü.

Yine de hepsinin tetikte beklediğini biliyordum. Herkes stres altındaydı şimdi. Yaşananların haberlere yansıdığını, son dakika olarak konuşulduğunu da onlardan öğrendim. Ünlü iş adamı kendine ait otelinden kaçırılmış, darp edilmiş yine üvey oğlu Siraç Vuslat'ın şirketinin önüne bırakılmıştı.

Haberin yansıtılması sansürlenmiş görüntülerle birlikteydi. Sonra ikinci bir son dakika gelişmesi olarak yakalanan tırlar ve hepsinin Emir Bey'e ait olduğu anlatılıyordu. Ankara'da sürekli canlı yayınlar yapılırken, canlı yayınlara yüksek makamdan kişiler çıkıp birbirinden muallakta olan açıklamalar yapıyordu. Ortalık fena karışmıştı.

Bir diğer canlı yayın yapılan yer Konya'nın adliyesinin önündeydi ama biz orada değildik. Üstelik hiçbir kamera da gelmemişti.

O vakit hedef şaşırtıldığını anladım.

Yine de bunu neden yaptıklarına dair bir fikrim yoktu. O kadar beynim doluydu ki defalarca tekrar eden haberlerin çoğuna baksam da ne demek istediklerini bir yerden sonra anlayamıyordum. Siraç 'ın bu olaylar olurken sadece Murat Komisere takılmasına da anlam veremiyordum. En büyük düşmanı hapishanedeydi. Bu konuda sakin ama elin adamının kışkırtmasına karşı ortalığı birbirine katacak kadar öfkeliydi.

Benim kocam cidden normal değildi. Ya da kim bilir hangi planı kuruyordu yine. Bırakmıştım ipin ucunu artık.

Saatler geçti. Namaz kıldım, biraz kendime vakit ayırdım. Gökyüzü odasında geceyi tamamladım. Yatağıma gittiğimde geleceğine dair bir beklentim yoktu. Zaten çok uykum vardı, yüreğimde endişe tohumları olsa da, Aslı ablanın alışmam gerektiğine dair öğüdüyle gözlerimi kapattım.

Zaten kızgındım. İstediğini yapabilirdi, umursamayacaktım ama buraya geldiğinde öfkemi de görecekti artık. Bu şekilde uykuya dalmaya zorladım kendimi.

Çok değil, yarım saat sonra zihnimin doluluğundan hala kıvranmaya devam ediyorken odanın kapısı açıldı. Normalde geldiğini hissetmezdim bile ama içeri girdiğinden itibaren attığı her adımı hissettim çünkü hissettirdi. Uyanayım istiyordu ya da baştan itibaren uyumadığımı biliyordu.

Onun tarafındaki komodine ses çıkartacak şekilde saatini, silahını koydu. Gözlerimi daha da sıkı yumdum ve somurttum. Oysa sağ salim eve geldiği için yüreğimde bayram sevinci vardı sanki.

Kıyafetlerini çıkardığını bile dinledim. Duşa girdi ama kapıyı açık bıraktı. Tüm ışık odaya doldu. Göz kapaklarımın içinden geçiyormuş gibi hissettiğim ışıkla daha da sinirlendim.

Bilerek yapıyordu. Tepki vermemi, yanına gitmemi bekliyorsa daha çok beklerdi. Üstüme örtüyü daha çok çektim.

Banyodan çıkmadan önce kokusu geldi. Başımı yastığa daha fazla gömdüm çünkü çok güzel kokuyordu ve ben arada yastıklarımızı değiştirip tinerci gibi yastığını bile kokluyordum. Bende iflah olmazdım, cidden.

Bu sefer kaçtıkça daha da sardı kokusu ruhumu. Ayak seslerini duydum. Bana doğru yaklaştığını hissettiğimde kalp atışlarım hızlandı ama bacaklarımı kendime doğru çekmekten başka bir şey daha yapamadım.

Gölgesi üstüme düştü, kalbim gölgesine sığınmak istedi. Ben kaçtım.

Üzerime eğildiğini hissettim çünkü ıslak saçlarından veya vücudundan bir damla su boynumdan gerdanıma süzüldü. Ürpermemek için kaskatı kesildim ama bilerek yapıyordu. Damlanın izlediği yolu parmağı takip etti. Üstüme çektiğim örtünün sınırında durdu.

Saçlarımın üstüne bir öpücük kondurdu. Soluğunu saç diplerime vurduğunda kalbimin yanında duran ellerimi birbirine kenetledim. Her zerremi onu sayıklıyordu sanki.

"Uyumadığını biliyorum." dedi boğuk bir sesle. "Kızgın olduğunu bildiğim gibi Günışığı." Gülümsediğini hissettim. "Yine de," dedi dudaklarını saç diplerime sürterken. "Gözlerini açarsan çıplağım."

Kalbim göğüs kafesine vurdu. Boğazımın kuruduğunu hissettim, gözlerimi açmama gerek yoktu. Hain zihnim nasıl olduğuna dair görsellerden bir filmi oynatmaya başladı.

Hiç dövmesi, kaslı gövdesi, bana ait bedeni.

Gözlerimi açmamı isteyen fısıltı sol kulağımdan zihnime süzüldü. İradesizliğime karşı gözlerimi daha da sıkı yumdum. Kızgındım, çok kızgındım.

Dudağımın kenarında dudaklarını hissettim. Dili dudağımın kenarına değdi. Geri çekildi ve soluğu dudaklarımı okşadı. "İnatçı." dedi boğuk bir sesle. İç çekmemek için kendimi zor tuttum. Baştan çıkartarak unutturmaya çalışacaksa daha çok beklerdi. Pes etmeyecektim.Son kez saçlarımı öptü ve gölgesi üstümden çekildi. Kalbim o uzaklaştıkça bana saldırmak istiyordu, hissedebiliyordum.

Kızgınız, çok kızgınız.

Zihnimde sürekli tekrar etmesem onun efsununa kapılmak sadece gözlerine bakmama bakardı. Kısa bir süre yatağın etrafında sesler duydum. Ne yaptığını bilmiyordum. Sadece gözlerimi açmam için ses çıkardığını biliyordum.

Yatak ağırlığıyla çöktüğünde yatağın ucuna doğru çekildim. Bu onu durdurmayacaktı ama ben konuşmak istemiyordum. Hoş, onun da konuşmak istediğini sanmıyordum ama oralara girersek onun istediğini elde etmeden çıkmazdık.

Elini belimi attığında bu yüzden tepki vermedim. "Gel bakalım buraya." dedi gövdemi gövdesine bastırmadan önce. Diretmek istedim ama bu konuşmamı gerektirecekti, bu yüzden göğsünü sırtıma yasladığında sesli bir şekilde yutkunmadan başka bir şey yapmadım.

Bir eli belimin altından sızıp tam kalbimin üstünde durdu. Diğeri kalçamın üstünde, çok yanlış bir yerde duruyordu.

Aşırı kızgınız, öfkeliyiz. Kendini tehlikeye attı çünkü. Üstelik tüm gün yine hiçbir haber yollamadı. Zor değil haber yollamak.

İç sesimle kendimi kızdırmaya çalışıyordum çünkü iki elinin de baş parmakları rahat durmuyordu. İç çektim. Başını boynuma gömdüğümde kalçasını da bana bastırdı.

"Yapma." dedim, tüm varlığını hissederken. Kollarında arasında kıvrandım ama kendine bastırmaktan vazgeçmedi. "Konuşmak istemiyorum." dediğimde dudaklarının boynumda kıvrıldığını hissettim. "Bende Günışığı." dedi boğuk bir sesle.

Başımı geri atmamak için zor tuttum dudakları boynumda dolanırken. "Biliyorum." dedim. "Bu yüzden uyumak istiyorum. Beni baştan çıkartma. " Dedim kızgın olması için tüm odağımı kullanmaya çalışıyordum. Baştan çıkmaya o kadar müsaittim ki her şeyiyle beni kendine doğru çeken ateş gibiydi.

"Kim acaba baştan çıkartan." Diye mırıldandı dudakları boynumdan ayrılmadan önce.Pervaneydim, ben ona pervaneydim. Dişlerini sürttü boynuma. Sızlanmamak için bacaklarımı kendime doğru çektim. Tüm vücudum uyanmıştı.

Ama böyle olsun istemiyordum. Üstünü ona zaafımla örtmek istemiyordum.

Yine de birden durduğunda şaşırmaktan kendimi alamadım. Neden birden durduğunu sorgulayacaktım ama başımı döndürürsem, karşılacaklarımdan korkuyordum. Boynumu, çenemi, saçlarımı öptü kokumu içine çekerek. "Uyu Günışığım." dedi boğuk bir sesle. "Senin sessiz direncin bile, benim mağlubiyetim."

Başını tekrar boynuma gömdüğünde, "Sendeki her şeyde benim zaafiyetim." diye mırıldandım. "Ama bu kızgınlığımı geçirmeyecek. Özellikle sen bir şeyleri anlamadan."

Bir şey söylemedi ama ellerini de geri çekmedi. Kavga ediyor olsakta birbirimize bir sarmaşık gibi dolanmış bir şekilde uyuyakaldık. Tıpkı aşk gibi.Aşk gibi...

⚜🔱⚜

Gece üç kere telefon sesine uyandık.İlkinde ne olduğunu sorduğumda hapishaneye sevkini öğrendiğini söyledi. Sesi buz gibiydi ve gönülsüz cevap vermişti. İkincisinde ise, "Uyu Elif!" dedi sert bir sesle. Bu sözleri söylemeden önce yanımda konuştuğu için sövdüğü kişinin Murat Komiser olduğunu biliyordum. Resmen konu o olunca deliriyordu.

Üçüncüsünde ise hiçbir şey söylemedim kırıldığım için. Sırtımı ona dönerek yattım ve uyudum. Ertesi sabah o da bende erkenden uyansakta aramızda sanki gerilmiş bir ip vardı ve ikimizde bir ucunda diğerini devirmeye çalışıyordu.

Hiçbir şey olmamış gibi tüm cazibesini üzerimde kullanacağını ve böyle beni yumuşatacağını dün anlamıştım ama bugün bu taktiğini tam olarak faaliyete geçirmişti. Birlikte spor salonuna indiğimizde onun üstünde gri bir sporcu atleti ve ona uyumlu gri bir eşofman altı vardı.

Bende siyah bir yarım atlet ve altına eşofman giymiştim. Saçlarımı sımsıkı bir topuz yaparken arkadan yansımasını görmüştüm. Gözleri... gözleri benim imtihanım olacaktı. Tüm bedenimde yavaşça dolanmıştı.

Cidden onu anlamıyordum. Onca olay olmasına rağmen tek bir cümle bile söylemeye tenezzül etmemişken tek odağı ben yapıyordu. Bir de üstüne hiçbir şey olmamış gibi benimle spor salonuna iniyordu.

"Dengesiz." diye mırıldandım merdivenleri inerken. Zemin katta geniş alana ulaştığımızda bir parmağını ensemde hissettim. Dişlerim bile uyuştu. Aniden dokunduğunda hala o kadar huylanıyordum ki yerimden sıçradım. Dişlerimi birbirine bastırıp önüme döndüm.

Eline vurmak için kalkan elimi yumruk yaptım. "Ne yapıyorsun?" dedim dişlerimin arasından. Gözleri yumruk yaptığım elime takıldı ve sırıttı.

"Vursana." dedi bakışından dolayı bir adım geri atma ihtiyacı hissederken. Gözleri gözlerime değdiğinde cidden ona vurmak istiyordum. Sinirlerimle oynuyordu.

Elimi kaldırdığım hırsla geri çektim.

Bende ne gördüğünü bilmiyordum ama gözleri karardı. "Denge terazisi." diye mırıldandı. "Bendeki denge terazisinin bir ucunda sen varsın." Elinin tersiyle çene çizgimin üstünden geçti. "Bir adım geri çekilsen peşinden gelir, üstüne düşerim." Her dokunuşunun farkındaydı, her dokunuşunun farkındaydım. Soluklarım hızlansa da, tepki vermemeye gayret ettim.

"O vakit her daim kaçan sensin, sana doğru adım atan benim." dedim dokunuşundan kaçınmak için bir adım geriye çekilerek. "Üstelik benim düştüğüm yer sen değilsin. " Ellerimi göğsümde kavuşturdum. "Boşluklar." diye tamamladım cümlemi.

Yüz ifadesi ciddileşti. Bir cevap beklemedim, arkamı dönüp bana ait olan salona doğru yürüdüm. Bana böyle yaptığı zaman beni ciddiye almadığını düşünüyordum ki öyleydi de. Onun koruma diye adlandırdığı şeyler benim için yetersiz hissetmenin yegane sebebiydi.

Ciddi bir yüz ifadesiyle içeri girdiğimde Aslı abla çoktan gelmişti. Arkamdan fırtına gibi geçip giden ise benim kocamdı. Aslı ablaya bir baş selamı vermekten başka hiçbir şey yapmamıştı.

Arkasından ters ters baktım.

Aslı ablanın bakışları ikimiz arasında gidip geldi. Sonra sırıttı. Bana doğru yaklaştı. "Alev aldırmışsın adamı. Kapıyı bile kapatmadı." derken gülümsemesi saklamaya tenezzül bile etmiyordu.

"İsterse yansın, umurumda değil. Hoş," dedim ikimiz için serdiği matın üstüne oturmadan önce. "Ondan da kırk yıl sonra haberim olur."

Sağ kolumu sola doğru uzatıp diğerini üstüne kıvırarak sağ kolumu gerdim. O bugün giyinikti. Tesettür spor takımlarından birini giymişti. Spor yapmayacağında bunu tercih ediyordu. " Tehlikeyle burun buruna olan beylerimizi yola getirme sanatı diyorum, güzelim ben ona." dediğinde istemsizce gülümsedim.

"Hepsi mi aynı bunların abla?" dedim dinleyip dinlemediğini umursamadan. Onun bölümüne giden kapı uzaktaydı ama kapıyı ardına kadar açık bırakmıştı.Aynı işlemi diğer koluma da yaptım.

"Ben benimkine artık evli olduğunu anlatana kadar ilk çocuğumu doğurmuştum. O zamana kadar her eve yaralı geldiğinde suç yüzde seksen ona ait oluyordu." Gerilmeme yardım etmek için yanıma geldi. İki bacağımı açtığımda önce sağ bacağımın üstüne yattığımda belime bastırdı. "Ruh hastası hayatım bunlar.Öfke kontrolleri olsa ne işleri var şiddet işlerinde? Öfke kontrolleri olmadığı için ya da biraz sıyrık oldukları için sınırlarda dolanıyorlar." Sesli bir şekilde güldü ve nefes alış verişlerime dikkat etmem için uyardıktan sonra devam etti.

"Gerçi biz de normal olsaydık bu adamların eşleri olamazdık." dediğinde vücudum sızlasa da bende güldüm. Bacaklarımı iki yana açıp gerebildiği karar gerdi. Bu sırada karşı taraftan onu gördüm.

Isınmak için koşu bandı üstündeydi. Öyle hırslı koşuyordu ki ayak sesleri kendine ait bölümde yankı yapıyordu. Yüzüm tekrar ciddileşti.

Dikkatimi ona çekmek için, "Seni yeterince ısınınca bugün Wing Tsu 'nun temel hareketlerine başlayacağız." dedi. Başarılı oldu da, ona doğru döndüğümde öfkem geriye doğru çekildi ve heyecanlandım.

"Birilerini tekmeleyebilecek miyim?" dediğinde arkasına baktı ve sonra bana döndü. Kime meydan okumak istediğimi ondan daha iyi kimse anlayamazdı. "Çok çalışman gerecek ama bakıp göreceğiz." Onun da gülüşünde bir meydan okuma vardı.

Bu şekilde başladık.

İlk olarak öğretilerinden bahsetti. Sonra hareketleri gösterirken, anlattığı hareketin hangi temele dayandığından söz etti.

"Wing Tsun rakibini durdurmaya yöneliktir." dedi temel hareketleri öğretirken. "Show yok. Karşıdaki rakibinle sürekli bağlantı halindesin." Bana yaklaşıp bedenini bana doğru yasladı. Bir hareketi gösterdiğinde boynuma vurduğu darbe şiddetli olsaydı nefesimin kesileceğini biliyordum.

"Reflekslerini güçlendirmek için şu karşımızda duran sopa abiyle çalışacağız." dedi. Kalın bir tahtanın etrafına sabitlenmiş tahtadan çubukları olan yeni çalışma aletimizi gösterdi. "Çünkü savunma sanatlarında her tekniği öğrenmekten ziyade bir teknik üzerinde en iyisi olmak daha faydalıdır." Bana bir savunma hareketini daha gösterirken kendi kendine güldü.

"Bruce Lee, karizmatikliğin son noktası! Tam bir üstad! Bu onun sözleri." dediğinde kıkırdadım. Babam da ben küçükken çok fazla Bruce Lee filmleri izlerdik. Gerçek bir üstattı.

"Jason Statham peki?" dedim yumruklarımı sıkıp onu taklit etmeye çalışırken. Burun kıvırdı. "Gerçek dövüş severler, bu işin üstadlarının Asyalılar olduğunu bilir. Onlar aksiyon filmi adamları. Eninde sonunda bir hatunu kovalarlar."

Siraç 'la izlediğimiz filmi hatırladım. O da aynı şeyleri başka bir dilde söylemişti. Kafamı kaldırıp ona baktığımda arabada yaptığı konuşmayı da hatırladım. Onun da sakinlik istediğini ilk o an tam olarak duymuştum ama ortalığı sakinleştirmek için bir şey de yapmıyordu.

Kapıdan göründüğü kadarıyla halatlarla çalışıyordu. Yarı eğilmiş pozisyonda ağırlıklı halatları koordine bir şekilde salladıktan sonra eğilip şınav çekiyor, her şınavla birlikte tuttuğu halatları bir kez daha sallıyordu. Bütün kaslarını kasılıp gevşediğini görebiliyordum. Boğazımın kuruduğunu hissettim.

Öfkesiyle birlikte her hareketi daha şiddetle yapıyordu. Keskin çenesinden sarf ettiği efor yüzünden terler damlıyordu. Tüm o güç ve koordine bir şekilde hareket eden kaslarla birlikte bütün odağımı kaybettim. Aslı ablanın çeneme vurduğu yumuşak darbeyle birlikte kendime geldim.

Önüme geçip görüş alanımı kapattığında utançla kızardım.

"Kural 1;" dedi baş parmağını kaldırarak. "Asla ama asla rakibinin fiziksel özelliğini küçümseme.Senin dikkatini dağıtmak için bütün marifetlerini gösterecektir." Göz kırptı.

Utancım daha da arttı resmen fiziksel özelliklerine de düştüğümü anlamıştı.

"Kural 2;" dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. "Sende bütün marifetlerini göster." Kaşlarını kaldırdı ve indirdi. Daha da utandığımı hissettim. Bir adım yaklaştı ve fısıldadı. "Her daim bir adım öndesin çünkü sen bir kadınsın. Allah seni doğal bir cazibeyle yaratmış. O ise," dedi sahte bir küçümsemeyle. "Yalnızca bir erkek."

Omuzuma dostça vurdu ve geri çekilip pozisyon almadan önce tavsiyesini tamamladı. "Cazibene kapılmamaya çalışan yalnızca bir erkek."

Tavsiye vermek kolaydı da uygulamak zordu. Ben cazibenin bile ne olduğunu bile bilmiyordum ki. Evet, arada cilve yaptığımın farkındaydım ama bu mutlu olduğumuz anlardı.Kızgın olduğum anlarda ise onu yumruklamak istiyordum çünkü beni çileden çıkartıyordu.

"Kafası karışık gibi bakma bana ablacım." dedi. Tekrar aynı hareketi göstermeden önce. Onun gibi yumruğumu sıkıp aynı hareketi taklit ettim. "Öfke tetikler, cazibe harekete geçirir. Bırak kızgın olduğunda nelerden mahrum olduğunu anlasın. Çok sıkma." dedi. Hem yumruğumu sıkmamı hem de ona karşı davranışımla ilgili uyarıda bulundu. "Her an tekrar kazanabileceğini bilsin." Karşısında daha da kızardım.İlk defa evli birinden tavsiye alıyordum ve o bu konuda rahat olsa da ben yerine dibine geçecek gibi hissediyordum.

"Çok gevşekte tutma. Uzak olduğunda kaçırdıkları için de öfkelensin. "Hin bir şekilde güldü. "Çileden çıktılar mı," elini yumruk yapıp havaya kaldırdı. "İşte zafer! Bilirsin zafer, bol çikolatalı bir sufle gibidir." dedi.

Sonra canı çekmiş gibi iç çekti. "Canım çekti. Eve gidince kocama yaptırayım." dedi.

Gözlerim büyüdü. "Abla," dedim onun gösterdiği şekilde yumruğumu yapıp hareketi yaparken. "Çok merak ediyorum eşinle ilişkini. Hiç tanışmadım onunla, öyle değil mi?" dediğimde yüz ifadesi yumuşadı. "Evine gelmiştir illaki ama sen görmemişsindir. Bir gün ayarlayalım buluşalım." dedi.

Hevesle başımı salladım. "Sizi ağırlamayı çok isterim." dedim. O da başıyla onayladı. "Normalde bende isterdim kendi evimde ağırlamak ama durumlar karışık şu aralar. Güvenliğin için buradan ayrılmaman en iyisi." Her zamanki gibi yine herkes benden daha fazla şey biliyordu.

Suratım düştü istemsizce ama Aslı abla bu sefer bir şey yapamadı. Bir saat boyunca temel hareketleri çalıştırdık. Kollarım yorulmaya başlayınca, "Benim gitmem lazım şimdi. Sende diğer taraftan beş kiloluk ağırlıkları al. Kolların çok güçsüzler. Yarın çok acıyacak ama değecek. Sonra direnç lastiğiyle kollarını germeyi unutma. Bunu belirli bir süre devam edeceğiz. " dedi.

Sabah daha sekiz olmamıştı. Bu yüzden Siraç hala çalışmaya devam ediyordu. Yine de gidene kadar Aslı ablanın bu yaptığının bir teşvik olduğunu düşünmedim. Ta ki spor salonun ona ait bölümüne gidene kadar.

Gözleri avını bulmuş avcı gibi üstüme dikildi. Ağırlık kaldırıyordu. 5-10 kiloluk dambıllar da değildi üstelik. Her bir elinde 50 kiloluk dambıllar vardı.

Her indirip kaldırdığında kalın pazuları kasılıyor ve gevşiyor, kollarında dokunmak istediğim yollar çizen damarlar belirginleşiyordu. Bakışlarımı kaçırdım. Ondaki bu çekim gücü olduğu sürece bendeki cazibe mum ışığı olurdu anca.

Ağırlıkların yanına ilerlerken sırtımda gözlerinin yakıcı varlığını hissetsem de bakmadım."Kaslarını yeterince gerdin mi? Ağırlığa alışkın değilsin." dedi ağırlıkların bulunduğu setin önüne durduğumda.

Ona bakmadan, "Aslı abla söyledi. Kollarımı güçlendirmem gerekiyormuş, çok zayıflarmış." dedim soğuk çıkmasına dikkat ettiğim bir sesle. 5 kiloluk iki dambılı elime aldım.

Önünde durduğum aynalardan ona baktığımda ağırlık kaldırmaya devam etse de gözlerinin üzerimde olduğunu görebiliyordum. Öyle bir bakıyordu ki üzerimde bıraktığı izin bir kibritle tutuşabileceğini bilecek kadar onu tanıyordum. Boğazım kurudu yine.

Su iç, kesin susadın. Ondandır.

Kendimi teselli edişim bile acınasıydı, yine de düşüncelerimi umursamadım. Dambılları Aslı ablanın daha önce gösterdiği şekilde önce kollarımı yarım büküp aşağı indirerek sonra kollarımı tamamen havaya kaldırıp indirerek kaldırmaya başladım.

Çok ağırlardı ve cidden zorlanıyordum. Ağırlığı kaldırıp indirerek kendi tarafıma gitmek için hareket ettiğimde, "Dur, Günışığı." dedi. "Yanlış yapıyorsun."

Yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum. Tam aynaların önünde durduğum için bana doğru geldiğini görebiliyordum. Doğru yapıyorum desem gülünç duruma düşecektim çünkü profesyonel olarak spor yapan o'ydu. Ben değildim. Bu yüzden boşa inatlaşmamak için onu bekledim.

Yanıma geldiğinde elindeki bir ağırlığı köşeye koydu. Sonra biraz daha yaklaştı. Bir elini kol kasımın üstüne koydu ve, "Hareket ettir." dedi. Dediğini yaptım ama odaklanmak oldukça zordu, burnuma kendine has kokusu geliyordu. Terlediği için tuzlu olduğunu da biliyordum.

Nerden biliyordum?

Kendi iç sesimin sorusuyla yanaklarım kızarırken onun sözlerine odaklanmaya çalıştım yalnızca. "Her kaldırdığında nefesini verip kası sık." Arkama geçtiğinde beni yavaşça aynaya doğru döndürdü. Kalbim göğüs kafesimde takla attı. Yakınlığıyla alarm zilleri zihnimde çınlamaya başlamıştı.

Arkama geçtiğinde ağırlıklar da olmak üzere her şeyimizle yanında küçücük kalmıştık. Saç rengimizden, kıyafetlerimizin rengine kadar birbirimize zıttık.

Aynadan bana doğru eğildiğini gördüğümde yandan profilini ve terden ıslanınca koyulaşmış saçlarını bal rengi saçlarına takıldı gözlerimi. Alnına dökülenlerle birlikte darmadağınık bir görünümü vardı. Darmadağınık ve vahşi. Darmadağınık ve güçlü.

Ben bu görüntüyü de bir yerden biliyorum.

Kızardığımı hissettim. Yine de o fark etti mi diye bir daha bakmaya cesaret edemedim. Kolunu yanıma getirdi. Kollarımız yan yana gelince onun kaslı geniş kolunun yanında benimki o kadar cılız göründü ki zamanında meydan okuyuşumu hatırlayıp gülmek istedim. Yine de ciddi kaldım.

"Kaldır benimle Günışığım." dedi. Başını bana doğru eğdiği için sesi direkt kulağım da yankılandı, soluğu da öyle. Tüylerimin diken diken olduğunu hissettim.

Onunla birlikte bende senkronize şekilde ağırlığı kaldırırken bu görüntü... güzeldi. Sanki aramızdaki zıtlıkların bir uyumu içerisindeydik.Gülümsemek istedim ama kendimi tuttum.

"Soluklarına dikkat et, karnını kas." dedi.Normalin aksine emir verir gibi söylemiyordu. Bunun sebebini anlamak için ona aynadan kaçamak bir bakış attığımda, kollarımıza baktığını ve dudaklarında hafif bir gülümsemeyle kıvrıldığını gördüm.

"Dikkatini ver." dediğinde hemen başımı eğdim. Fark etmişti. Eli belimi süpürüp karnımın üstünde durdurduğunda, "Sıkmıyorsun." Diye devam etti ve çalışmaktan daha da gerginleşmiş göğsünü sırtıma yasladı. Birden durdum. Sanki tüm vücudumdan sıcakla birlikte ateş yükseliyordu.

"Terliyim," dedim geri çekilmeye çalışarak. "Dokunma."

Elimdeki dambılları da bırakamıyordum, bu yüzden gövdemi elinden kurtarmaya çalıştım ama izin vermedi.

Burnunu ıslak boynuma sürttü. "Alışkınım." dedi. "İlk defa terli dokunmuyorum sana." Gecenin gölgesi üstümüze düştü. Karnımdan bastırarak bedenimi kendine bastırdı. Dili boynumdan başlayıp kulağımın arkasına kadar tenimi süpürdü. "Son da olmayacak.."

Sesli bir şekide nefes aldım. Gözümün önünde şimşekler çaktı sanki.

"Bak yine yapıyorsun." dedim kulak mememi dişleri arasına alırken. Başımı çekip dişleri arasından tenimi kurtardım. Başımı ona doğru döndürmeden önce elimdeki dambılları ileri doğru attım. O da ileri doğru attı. Bir yere zarar vermem o an için önemli değildi.

Ona doğru dönerken, "Ne yapıyorum da deme sakın!" Gözlerimiz buluştuğunda parmaklarını tenimin üstüne bastırdı. Gözleri kısık bir şekilde yüzümü inceliyordu. "Dün gece de, bugün de bir şeyleri anlatmaya gelince kızdığın gibi gerçekleri de örtbas etmeye ça..." Dudakları tarafından susturulduğum da ağzım açık olduğu için diğer eliyle çenemi tutup beni kendine bastırdı ve soluğumun hepsini kendine sakladı. Üst dudağı dudağımın üstünde dolaştı dişlerime sürtündü.

Bu sefer bilinçli bir şekilde bende ona karşılık verdim. Ellerim yüzünü kavradı. Ona dönünce eli belimi sardı ve kendine doğru yükseltti. Onun rüzgarında savrulmak kolaydı. Bedenlerimiz bitiştiği an da mantıkta gerçekler kalmıyordu. Kollarında yok olmakta öyle. Farkında değildi ama en çok irademi sınıyordu.

Yine de pes etmedim. Tüm açlığını tüketircesine öptü, karşılığını verirken dilimi alt dudağının üstünde dolaştırdım bilerek. O da geçen geceyi hatırlamış olarak ki geri çekilip nefesini sert bir şekilde geri çekildi.

Neredeyse girdiğimiz savaşın ne olduğunu unutuyordum. Ayaklarım yerden kesilmişti, üstelik mecazen de değildi. Kaldırmıştı beni.

İkimiz de nefes nefeseydik. Ayaklarım tekrar yere değdiğinde beni beklediğini biliyordum ama beklentilerinin üstüne tuz basabilirdi. En çok haksızlığa tahammül edemiyordum. Onun yaptıklarını yine ona olan zaafımla kapatmaya çalışması da tam olarak haksızlıktı.

Gerilmiş kollarından tuttum ve onu iterken, "Çok beklersin." dedim boğuk bir sesle. İkimiz de aynı rüzgarda savruluyorduk. Ona doğru düşmekte kolaydı ama istemiyordum. Aramızda ki boşluğa baktı. Kaşları çatıldı.

"Aşırı sabrımı sınıyorsun, Elif." dedi kaşları çatık bir şekilde. Gözleri tutkusuyla siyaha bürünmüştü. Çenesi kaskatı kesildi.

Ellerimi iki yana doğru doğru açtım ve sahte bir şekilde gülümsedim. "Ne tesadüf, sen de benim. " dedim. Sonra eğilip düşürdüğüm dambılları geri elime aldım.

"Şimdi haksız öfkeni de alıp ona buna çatabilirsin." Başımı ona doğru eğdim. "Seversin." dedim memnuniyetsiz bir ifadeyle. Dişlerini birbirine bastırdı. Kollarını geniş gövdesine kavuşturup parmaklarını kolllarında sıktı.

O da üstüme eğildi. "Şu an tam şurada," canı çekmiş gibi sesli bir şekilde yutkundu. "Üstümde, altımda fark etmez..." dediğinde geri çekildim. İkimiz de neyden bahsettiğini bildiğimiz için cümlesini bitirmeyi tenezzül etmedi. "Daha çok severim." dedi. Acımasız bir gülüşle kıvrılan dudaklarına, küçük şeytanları olan gamzeleri de eşlik etti.

Hainlerdi.

Gözlerimi gülüşünden kurtarıp bende onun gibi gülümsedim. "Nah!" dedim kısık bir sesle. Yanından geçmek için hareket etmeden önce. Yanından geçip gitsem de yüz ifadesinin gerçek bir gülüşle renklendiğini görecek kadar kısa bir süre ona bakmıştım.

Arkamdan seslendi. "Sen benim sana itaat etmemi istiyorsun benim güzel karım." Ona ait spor salonundan çıkmadan önce ona baktım. "Daha ne kadar kapında köle olayım?"

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Ben daha ne kadar senin kapında bekleyeceğim? Beni ne zaman kendi hayatını tehlikeye atmamak için sebep olarak göreceksin? Ne zaman kötü olduğunu iddia ettiğin hayatında olmama izin vereceksin?"

İkimizin de yüz ifadesi ciddileşti. Gerçeklerin üstüne gülünmüyordu çünkü. Bu yüzden devam ettim belki anlar diye. "Benimki sana verilmiş geçici bir mahrumiyet ama ben senin hiç hayatına giremedim. Beni sana hep mahrum ediyorsun." Acı bir şekilde gülümsedim.

Sorularım konu o olunca hiç bitmiyordu ama hiçbirinin cevabı yoktu. "Asıl ben ne zaman senin hayatına gireceğim sevdiğim? Ne zaman canının nezdimdeki değerini anlayacaksın?" Kaskatı bir yüz ifadesiyle beni izledi ama bir şey söylemedi.Bende beklemedim. Çıkıp gittim çünkü ciddiyetimi anlamak için yalnızlığa ihtiyacı vardı. Yine de onunla birlikte bende cezalandırılıyordum.

Ondan mahrum kalarak.

⚜🔱⚜

Tam bir hafta sonra onunla bulunduğumuz yerden farklı bir yerde değildik. Emir Bey tutuklanmıştı. Hapisteydi. Siraç spor salonunda konuşmamızdan itibaren eve yine geç gelmeye başlamıştı. Ondan değil de Eylül'den soruşturmanın hala devam ettiğini Siraç 'ın ise soruşturmayla ilgilenmediğini öğrenmiştim.

Neyin peşindeyse çoğu gece geldiğini hissetsem de sabah onu bulamıyordum. Bir ilk gece onu tam manasıyla onu görebilirdim çünkü regl olmuştum ve her şeyin üstüne çocuk isterken, vücut saatimi unutmak çok ağrıma gitmişti.

"Kimle uğraşıyorum ben?" demiştim. "Neyle baş etmeye çalışıyorum ben?"

Vücudum bir umudu kaybetmemin acısını hissetmiş olacak ki o gece hiçbir ilacın etki etmediği bir acı çektim.Anladı, karnımda sıcak su torbası, sırtımı sürekli sıvazlayışıyla ikimiz de terden sırılsıklam olduk ama hiç şikayet etmedi.

Hastaneye götürmek istedi, izin vermedim. Normalde şefkatiyle birlikte ağlamak çok kolaydı ama bir de onun için tuttum kendimi.İki büklüm olduğum her seferde içten içe ona kızıyordum. Ellerinden uzak durmaya çalışıyordum da izin vermiyordu.

Sonunda çileden çıkartım onu. "Yeter!" dedi çenemden tutup başımı kendine döndürerek. Sana o da acımla birlikte acı çekiyordu. Çenem titredi, yüzünde gördüğüm şefkatle. "Bana sığınacaksın. Her acı çektiğinde bana sığınacaksın!" Kucağına aldığında ağlamamak için en çok kendimi tuttuğum andaydım.

Yine de başımı göğsüne, yuvama koyduğumda, "Sen acı çektirsende mi?" diye fısıldamaktan kendimi alamamıştım. Cevap vermemişti. Vermesine gerek yoktu çünkü ikimizde araftaydık.

O gün o hiç uyumadı, biliyorum. Ben ise kucağında uyuyakaldım. Sabah yanımda mavi ortancalar vardı ama o yoktu.

Af diliyordu. Affı kendini benden mahrum edişineydi. Bu yüzden affetmedim onu.

Başladığımız yere geri dönüşümüz bu yüzdendi. Ben yine suskunluğuma büründüm. O da kendinden mahrum ederek cezalandırdı beni. Bu çaresizliğimin içerisinde en büyük tesellim ise gizli oda oldu. Beş gün kapı açıldı. Beş gün boyunca babamın onun hakkında verdiği raporları okudum. Beş gün babamın yanında, sevdiğim adamı izledim.

Birinci gün gelen raporda ilk okuduğum rapora yakın bir vakitteydi. Rapor da babam şunları diyordu;

"Vuslat'la birlikte ilk görevimi tamamladım. Sınırda bulunan adlarını verdiği mafya babalarının görevlilerinin tespitini istedi. Bir suikast istemiyordu. Onlara ait görevlilerin tüm aile dosyaları, neden bu adamlara bağlı olduklarına kadar her şeyi ayrıntısıyla analiz etmemizi istiyordu. Bundan önce aldığım eğitim de yaklaşık 3 hafta sürdü.

Kayıtlara geçilsin. Bu çocuk bizden çok daha iyi bir sistem kurmak üzere. Ayrıca devletin veri tabanına elini kolunu sallayarak girebilen adamlar bulmuş, sır gibi saklıyor o adamları. Sistemdeki bilgilerle elde edilenleri birleştirme yapıyor ve kredi kartı verilerine kadar erişim sağlıyor. Bunlar bizim de elde ettiğim şeyler. Üzerinde durmadığımız kısım harcamaların ne için yapıldığına dair tespitler ve bir kredi kartının ne büyük bir silaha dönüşebileceği.

Hiçbirinin peşine sürekli adam takmıyor. Telefondan izlenme de yapmıyor. Kartından para sorunu çıkartıp gidebileceği her Atm'nin kart giriş bölmesine, kartın üstüne şeffaf bir çip yerleştireceği bir sistem yerleştiriyor. Kartın üstünü kaplayan ikinci kat jelatin.Üstelik tam da QR kodunun üstüne. Hiçbir zararı yok. Her an izlenilebilir.Her saniye kişi takip edilebilir.

Bu da kayıtlara geçilsin, bu genç adama hayran olmaya başlıyorum."

O gün babamın keyifli ses tonuyla birlikte rapora bakıp hıçkıra hıçkıra ağladım. Mezarına gitmek istediğimde bize ait bölgenin dışında gazeteciler olduğunu bir süre dışarı çıkmamın uygun olmayacağını sadece yuvaya gidebileceğimi öğrendim. Yine ondan değildi.

Bu yüzden babamın hayranlığı da beni yumuşatamadı. Daha da sarıldım ona ait raporlara.

İkinci ve üçüncü günler de babamı başka operasyonlara yollayıp bu sınır geçişlerini iyice araştırdığına dair raporları okudum. Onun tuhaf hareketlerinden ve yaralarından bahsediyordu.

"Seranın altına kurduğu mahzenlerde işkence odaları hariç kendine ait kilitli odaları var. Her biri eski usul kilitli kasalar gibi açılıyor. Şifreleri kırmayı denedim ama her yanlış girdiğim şifreyle birlikte bir dişli kırıldı. Fark etti ama ilginç bir şekilde kızmadı.

"Beni merak etme, Aslanşah." dedi yalnızca. "İnsan ölümü de merak eder ama merakını yok olma korkusu örtbas eder. Sende bende yok olma." Üstü kapalı bir tehdit değildi bu. Kapalı kapıların ardında onun gerçekleri yatıyormuş gibi hissediyorum. En çok hissettiğim ise acı bir geçmişi olduğuna dair inancım.

Ne zaman sınırdaki adamlarla ilgili bilgilerde onlara ait çocukları olduğunu söylesem, onlara iyi davranıp davranmadıklarını öğreniyor. Şayet çocuklarına iyi bir babaysa tek katı kuralı bu; öldürtmüyor. Geçen gün yanlışlıkla öldürülen bir tanesinin tüm ailesini kendi himayesi altına aldı.

En büyük zaafı çocuklar. Bahsedilen dedikodular ve şebeke doğruysa en büyük acısı da çocuklar."

Babama gidemedim belki ama onun beni teselli edişini hissedebiliyordum çünkü onunla aynı yerde sıkışmıştık. Bende hala o kapıların ardındaydım. Bu yüzden en büyük darbeyi dördüncü ve beşinci raporlarda yedim.

"Şebekenin çalıştırdığı çocuklardan ilkine denk geldik bugün. Önünde diz çöktü buz gibi bakan adam. Dokunamadı, sana ömrüm boyunca bakacağım, dedi. Çocukla öyle bakıyorlardı ki birbirlerine, çocuk da dokunmadı ona ama karşısında hıçkıra hıçkıra ağladı. Anne babası öldürülmüş satıcılardan biriydi çocuk ama bildikleri yalnızca bu değildi. Çocuğu yanımda konuşturmadı fazla. Umut'la odadan çıkartıldık.

Çocuk odadan çıktığında gülümsüyordu ama o dışarı çıktığında ruhu bile buz tutmuş gibiydi sanki. Kendini bir kez daha o odalardan birine kapattı.

Kapıyı aralık unuttu ilk defa. Yarım saat sonra dayanamayıp girdim odaya. Kendini prangalamıştı.

Elle yazılmıştı bu rapor ve bu cümlenin sonundaki noktanın üstüne bastırıldığı için kağıt delikti. Gerçekler kelimelere dökülünce kağıtta kalemde dayanamıyordu. Ben ağlıyordum. Babam ise öfkesini yazdıklarından çıkartmıştı. O gün o raporu kendimi zorlayarak okudum.

Bileklerinde izler çıkmıştı. "Ölecek, ölecek." diye sayıklıyordu. Ben bugün bu rapora onun düşmüş halini yazmayacağım.

Ama bilin ki bu çocuk. Genç adam değil, çocuk. Yaralı bir çocuk. Kendini kontrol edemeyen sebebi olan herkesi yakıp kül edecek bir çocuk. Asla suçlu atfettirmem."

Bu raporu okuduğum gün Siraç 'ı evde hiç görmedim ama görseydim, bütün her şeyi unutur sımsıkı sarılırdım ona. Yine aynı gece bana sarıldığında bende ona sarıldım çünkü babam sırtımı sıvazlamış ve kollarının ardından ayırma, dargın da olsan onu bırakma, demişti. O da ben gibi onun yaralı halini görmüş ve elini tutmuştu.Bu yüzden küskün olsam da bende elinden tuttum. Yaralarından sardım onu. Kıyamıyordum çünkü.

Ben ona hiç kıyamıyordum.

Son rapor, hala okuduklarımın etkisinden kurtulamadığım düne aitti. Bu raporla onun o kapının ardına adım attığını anlamıştım. Okuduklarımla bende o kapının ardına girmiş ve karanlığa savrulmuştum.

"Şiddete o kadar aşinayım ki, bazen hissizleştiğimi hissediyordum. Ta ki bugüne kadar," diye başlıyordu rapor.

"Kendinden nefret etmesinin sebebi her saniyesini hesaplayan aklının kontrolünün elinde olmaması. Bu ona öyle bir acımasızlık katıyor ki, çocuğun satıcılık için başına gardiyan olarak dikilen adamı lime lime edişiyle birlikte hayatımda gördüğüm en büyük dehşet sahnesini yaşadım.

Bir insanın, insanlıktan çıktığında nasıl en acımasız varlık olduğunu gördüm. Adam ölmek için yalvardı, dilini kesti ilk. Gözlerinde o vakit gördüm deliliği. Adam öldü, bir köşeye çöktü ve güldü ve kutladı gülüşüyle bu ölümü.

Zevk aldığı kan dökmekti ama en çok bu yüzden kendinden nefret ettiğini anladım bugün. Kendisi gömdü ortaya çıkarttığı leşi. Sonra o mezarın üstünde sabahladı.

Sanki bir gün kendisinin de orda olmasını ister gibi. Kendini oraya, yalnızca bir mezara layık görüyormuş gibi."

En çok bu raporu okuduğumda ağladım çünkü kahrolmuştum. Yuvaya gittiğimde bile ölü gibiydim. Çocuklara gülümsemek işkenceydi.

O gece eve gelmedi, kendini bir yatağa bile layık görmedi. Bende eskiden beni izlediği koltukta ağlayarak uyuyakaldım. Bana işkence olan gece uyandığım bu sabaha gebeydi.

Öldüğümü hissettim defalarca, acımasızlığından bahsedişlerini dinlediğimde bile gözümün önünde onu kan kaplı ellerle canlandırsam da tam olarak bu cinnetini kabullenmiyordum. Savruldum gece boyunca. Eğer o gece gelmiş olsa affederdim onu. Eğer bensiz bu haline sürükleniyorsa yutardım her şeyi ama gelmedi. Kendini layık gördüğü benim yuvam olmak değil, bir mezar olmaktı.

Sabah namazından sonra seccadenin üstünde iki büklüm uyuyakaldım. Acımı Rabbimin önünde dindirmeye çalıştım. Uykumda unutturuldu, yatakta uyandığımda tekrar hatırladım. Üstelik beni oraya yatıranın da o olduğunu da biliyordum.

Baş ucumda pembe liliumlarla uyandım. Araştırdığımda, seni özledim manasına gelen bu çiçeklerle elime telefonu aldım hırsla.Özlem değil, kaçmaktı bu. Yine aynı yerde sayıyorduk. Yine kendini mahkum ediyordu ben sustukça.

Sosyal medyanın mesajlaşma uygulamalarını kullanmazdı. Yalnızca normal mesajla ona ulaşabiliyordum. Bu yüzden oraya tenezzül bile etmedim. Mesaj yazarken ellerim titriyordu.

"Eğer özleseydin, evinde olurdun. Yüzünü bile görmüyorum, ne hasreti, ne affı? Dediğim gibi ben bu evde bizim evliliğimizi tek başıma yaşıyorum. Yuvamsız..."

Sitemim yüreğimdendi. Sinirlerim harap olmuştu artık. Sanki iki dünyasının ortasında çekiştirilip duruyordum. Telefonu yatağımın üstüne fırlatıp aşağı indim. O gün Aslı ablalar bize yemeğe gelecekti. Hareketlerin tekrarını yapıp bugün ki antrenmanları bitirdikten sonra bizle kalacaktı.

Yağmur ve Zeynep tatilden dönmüştü. Eylül'de bugün kaçakları oynamayı bırakıp gelecekti ve tüm gün birlikte geçirecektik. Akşam da Selçuk da dahil olmak üzere bütün beyler gelecekti. Aslı ablanın eşiyle tanışmakta bugüne nasip olacaktı.

Bu yüzden tadım tuzum olmasa da neşelenmeye çalıştım. Zaten kendimi çokta zorlamama gerek kalmadı. Kızları görmem yeterliydi. İkisinin de yüzleri ve elleri özellikle yanmış haline görünce keyiflendim.

"Naber haşema güzelleri." dediğimde kıkırdadılar. O kadar özlemiştim ki ikisine birden sarıldım. "Dua et bone izimiz yok. Tam bir amele yanığı oluyoruz o zaman." dedi. Kapalı olanların güneş kremi sürmezse yüzünde yazın iki ton olurdu. Boneyi çıkartınca özellikle renk kartelası gibi gezerdik ortalıkta.

"Bilmez miyim! Eskiden bu ruh hastası," Zeynep'i gösterdim. "Bilerek boneyi önce ileri takardı, bir gün sonra geri takardı. Siyah beyaz aşkımızı kimse sorgulamasın derdi birde." Zeynep ellerini pençe gibi yaptı. Keyifle gülümsüyordu.

"Hala sorgulamayın yavrum. Ergenliğimizde bile her zerremizle Beşiktaş 'lıydık biz." dedi.Okulun ağır abisi konuşmuştu. Arkalarından Eylül girdiğinde ekip tamamlandı.

"Telefonunun zili Beşiktaş marşı. Demir de Galatasaraylı bizim. Bizi birlikte bıraktığı her seferinde Zeynep bana kendisini arattırıyor. Bizimki de deliriyor. Bunlar daha önce tartışmış konuyu haberim bile yok benim. " Yüzü neşeyle parıldıyordu. Bugün kot bir tulum giymiş saçlarını topuz yapmıştı. Aşırı tatlı gözüküyordu. Ellerini havaya kaldırdı.

"Allah'ım çok eğlenceli. Bende Beşiktaşlı'yım artık." Zeynep onu dürttü kaşlarını sahte bır kızgınlıkla çatarak. "Aşkına karıştırma kızım Beşiktaş'ı. Beşiktaş başlı başına bir aşktır!" dedi.

Eylül keyifli bir şekilde omuz silkti. Ona göre Demir'i çileden çıkartan her şey aşktı çünkü.

Aralarındaki sohbet uzar giderdi de, futbol muhabbetini oldum olası çok anlamayan ben misafirlerimi hala kapının önünde tutuyordum. "Geçin içeri Allah rızası için. Daha kapının önünde didişmeye başladınız." dedim.

Eylül sarılmak için uzandı. "Aslı abla burada mı? Ay fena kaynatacağız." Bana sarılırken olduğu yerde zıpladı. Onunla birlikte bende sallanmak zorunda kaldım mecburen. "En bir sevdiğim." dedi.

O benden uzaklaşınca Aslı abla arkamızdan seslendi. "Gelmiş senin çılgınlar. Hadi başlayalım kaynatmaya." dedi. O da dünden razıydı.

Kızlar Aslı ablayla tanıştılar. Biraz sohbet ettik, düğünü yad ettik. Mutfağa geçtiğimizde Emel Teyzeyi hazırladığı pasta börekler için iltifatlara boğdular. Yanakları kızardığında hepimizin üstüne daha çok titredi.

"Zaten Elif'im de bu aralar çok zayıfladı. Bırakmıyor düzgünce onu besleyeyim." diye bir anne misali üstüme titrediğinde gülümsedim.

"Sen onu hocama soracaksın, pamuğum. Keyfimden yapmıyorum o diyeti ben." dedim. Diyet dediğim de protein ağırlıklı beslenmekti. Yoksa zaruri bir yasak yoktu.

"Sıkılaştı." dedi Aslı abla. "Güçten düşmesine izin vermem." dedi elindeki peynirli sıkmayı yerken. "Birde uyku düzenini ayarlasak ah!" diye tamamladı ağzındakini çiğnerken.

Şu bir haftada çöküşümü bir o, birde Nergis görmüştü. İkisinin de merhamet eden bakışlarından kaçarak gökyüzü odasına sığınmıştım. Oysa benim gökyüzüm, bana gecemi, huzurumu bir türlü vermiyordu.

"Yorgun görünüyorsun." dedi Zeynep bana bakıp. "Biz seni yeni evli heyecanında bulmayı bekliyorduk." Yanında duran Yağmur'u dürttü. "Seni bazı konularda sıkıştıracaktık hatta." dedi hin bir gülümsemeyle.

O zaten bir klasikti ama benim evliliğim klasik bir evlilik değildi. Gülümsemek istedim, beceremedim. Dudaklarımda takılı kaldı sadece. Herkes o an yüzüme bakınca kontrolümü kaybedecekmiş gibi hissettim bir anda. Anlatmak istemedim, geçiştirmek istemedim. Çaresiz hissettim.

"Ben, ben..." dedim, ne diyeceğimi bilemedim bir an. Sanki beynim durmuştu. Taşmama bir damla kalmıştı da o bir damla bu soru olmuştu.

O an aklıma gelebilen tek bahaneye sığındım. "Yağmur sen telefonumdaki düğün fotoğraflarını istemiştin, değil mi?" dedim ona bakıp tutuk bir sesle. Sıkı sıkıya tuttundum bu bahaneye.

Başını zorunda kaldığı için salladı. Ayağa kalktığımda, "Acil değildi." dedi ama bir fısıltıdan öteye geçemedi itirazı. Ben arkamı dönüp gittiğimde aslında hiçbir şeyin üstünden gelemediğimi fark ettim çünkü yoktu çünkü sitem edebileceğim kadar bile yüzünü görmüyordum.

Merdivenleri çıkarken yüreğimi saran hissin adı kırgınlıktı, özlemdi. Sanki onu görsem ağlamaya başlayacakmış gibi hissediyordum.

"Neden?" diye bağırasım geliyordu yine. "Neden sana ulaşamıyorum?"

Odamızdaki telefonuma ulaştığımda üstündeki telefonun ekranı bildirimle yanıyordu. Mesaj attığımı unutmuştum bu yüzden bilmeden elime aldım. Onun ismini ekranda görünce gözlerim doldu.

Ekranı titreyen ellerimle kaydırdım ve mesajın üstüne tıkladım.

Gönderen: SEVDİĞİM

Özledim. Koynunda uyumayı, gülüşüne uyanmayı. Susuyorum da yüreğim bir sana konuşuyor.

Sanma ki kaçıyorum. Sana söz verdiğim için her gün eve geliyorum ben. Yoksa buna bile zamanım yok. İlk defa uyumamak zevkli bir tercih çünkü seni görebileceğim tek vakit o.

Özledim, çok özledim.

İstediğin ben değil gerçeklerse ona da tamam. Yeter ki bugün eve geldiğimde gülümse bana...

Gözümden tek bir damla süzüldü. Elimin tersiyle hemen sildim. Sanki sesini duyabiliyordum. Kelimelerin hepsiyle yüreğimi vurdu, yine de onun adını sayıkladım. Mesajlar iki dakika arayla atılmıştı. Sanki kendisini tutamamış gibiydi. Bende tutamadım kendimi. Ellerim tuşların üstünde dolaşırken umuda tutunuşum bile korkaktı.

Gönderilen: SEVDİĞİM

Söz mü?

O kadar muhtaçtım ki buna. Babamın sözleri, onu görmemek her şey üst üste gelince boğazımdaki ilmeği sıkan kaybetme korkusuydu. Kendimi tutamayıp bir mesaj daha attım.

Ayrıca keşke benimle uyusaydın. Yorulmuşsundur.

Telefonu elimden bırakmadan üç nokta hareket edince telefonu istemsizce sıktım. Bu onunla en uzun mesajlaşmamız olabilirdi. Söyleyeceği her kelimeye ihtiyaç duyuyordum. Bir hafta kelimelerim bile ona hasret kalmıştı. Mesaj geldiği ilk an odaklanamadım bile kelimelere. O kadar heyecan yapmıştım.

Gönderen: SEVDİĞİM

Söz.

Bir an bir daha mesaj atmayacağını düşündüm ama attı.

Sende dinlenirim.

Kendimi tutamadan gülümsedim. Ona kanmak, özellikle üstüne bir haftalık ayrılık değmişken bu kadar kolaydı. Başka bir şey yazmayacağına emin olunca bende cevap yazdım.

Gönderilen: SEVDİĞİM

Akşam eve geç kalma. Misafirlerimiz var, sevdiğim.

Sevgi sözcüğünü söylemek farklıydı da yazınca garip hissettim. Utanmasam tekrar tekrar yazdıklarını okuyacakmış gibi hissediyorum. Yine de kızları aşağıda beklettiğimin beynimin çalışan bir kısmı farkındaydı. Bu yüzden aşağı inmek için harekete geçtim.

Yine üç nokta hareket etmeye başlayınca acaba işi mi bitti de hemen cevap veriyor, diye düşünmeden edemedim ama pek boş olduğunu da sanmıyordum.

Gönderen: SEVDİĞİM

Ben sana geç kalmam.

Gözlerim dolu doluyken gülümsemem tüm yüreğimi sardı. İçimdeki hasretin adı sevdaydı. Yana yana kül olsamda ben yine yana yana bir ona kanıyordum.

Telefona baktım ve saf saf gülümsedim. Ben cidden aptal aşıktım. Daha on dakika önce ölü gibiyken sanki yüreğime nefes olmuştu onunla koşmak. Bir ona karşı bu kadar zayıftım.

Kaçarak çıktığım merdivenleri seke seke indim. Kızların yanına geldiğimde, cin kardeşim Eylül yüzüme baktı ve gözlerini kıstı. "Bir şey olmuş." dedi. Elinde bir sıkma daha vardı. Bana doğru salladı. "Yukarı çıktığında gözleri böyle parlamıyordu bunun."

Omuz silktim. Sonra telefonu Yağmur'a telefonu uzattım. "Galerimde hepsi." Siraç' la açık olan hiçbir fotoğrafım yoktu telefonlarda. Bana minik bir fotoğraf makinası vermişti. Hepsini ondan çekiyordum.

Sebebini sormamıştım ama telefonlara pek güvenen bir adam değildi. Bu yüzden bunun da bu güvensizliğiyle alakalı olduğunu tahmin edebiliyordum.

Yağmur kuşkulu bir yüz ifadesiyle bana bakarken elimden telefonu aldı. Sonra tezgahın etrafında toplanan kızlarla yüzleştim. Hepsinin beklenti içerisinde olduğunu biliyordum.

"Kavgalıydık." dedim. Eylül'e baktım. "Murat Komiser olayından itibaren." Başıyla beni onayladı. " Hayatına dahil olamadık beyefendinin. Evli olduğunu unutmaya meyili var." Normalde sorunlarımı paylaşmayı pek sevmezdim ama içimde tuttukça aradığım çareleri sorgulamaya başlıyordum. Özellikle Aslı abla buradayken görüşlerine ihtiyacım vardı.

İlk sordukları an gibi kontrolümü kaybetmeye yakın değildim.

"O günden itibaren bir şeyler düzelmedi mi? Bir hafta oldu." dedi Aslı abla. Başımı olumsuz anlamda salladım.

"Yüzünü göremiyorum ki bir şeyleri düzeltelim abla. Üstelik sürekli yüreğim ağzımda geziyorum." Sitemim hiç bitmiyordu sanki. Hepsinin yüzünde ciddi bir ifade vardı. Yağmur bir yandan dinliyor, bir yandan galerideki düğün fotoğraflarına bakıyordu.

"Sen korktun, değil mi?" dedi Eylül bana bakıp. Yemek yemeyi bırakmıştı. "O şerefsizi boğazladığında kontrolünü kaybedince neler olacağı hakkında bir fikrin oldu tabi." Sadece o da değildi. Babamın raporları daha fazlası olduğunu söylüyordu.

"Üstelik bir de şu meşhur muhabbet var." Kendini öldürme muhabbetine atıfta bulundu. Kızlar üstü kapalı söylediği için sorgulamadılar. Gereğinden fazlasını anlatırsam onlarında zarar göreceğine dair bir konuşma yapmıştım zamanında. Bu yüzden anlıyorlardı beni.

Garip olan Aslı ablanın da hiç sorgulamamasıydı. Eylül'ün sözlerini başımla onayladım. "Öyle, tam olarak yaşadığım bu."

"Sen de bütün bu olanlar yüzünden çaresiz kaldın." diye tamamladı bütün yaşadıklarımın özetini. Başımla onayladım onu. Şayet Siraç 'la konuşmamış olsam bunları gözlerim dolu dolu anlatırdım.

Aslı abla çayından bir yudum aldı ve tezgahın üstüne dirseklerini dayadı. Bana öyle bakıyordu ki sanki ruhumu, zihnimdeki tüm fikirleri görebiliyordu. Aslı abla gibi kadınların gözünden hiçbir şey kaçmıyordu. Bu yüzden bana bakarken ondan bazen gözlerimi kaçırmak zorunda gibi hissediyordum.

"Bir şey soracağım, Elif'im." dediğinde yine bu yüzden tedirgin hissettim kendimi. Düşünceli bir şekilde çay bardağına baktı sonra bana döndü. "Çocuk düşünüyor musun?" diye sorduğunda donup kaldım.

Yağmur başını kaldırmadan güldü. "Ne çocuğu abla? Zaten çok erken evlendi. Elif'in değil çocuk, evliliğe karşı bile isteği yoktu ki." Herkes onun bu neşeli sesine gülümserken bir ben, bir de Aslı abla gülümsemiyordu.

Bunu fark ettiklerinde onlarında gülümsemesi soldu. Bu gün kelimeler beni terk etmişti sanki. Sadece gözlerime bakarak anlıyordu her şeyi ve ruhum üşüyor gibi hissediyordum.

Anladı gerçekleri. "İstedin." dedi önce başını sola eğip. "Çünkü çaresiz kaldın." Bu sefer de başını sağa eğerek hareketleriyle sebep sonuç ilişkisini gösterdi.

O sebep ve sonuç benim bu ara tek gerçeğimdi. Bu yüzden gözlerim doldu. Ağlamam sanıyordum ama elimdeki çatalı bırakıp ellerimi önümde sımsıkı kenetledim ağlamamak için.

"Niye boynunu büküyorsun Elif'im? Senin yapmak istediğin fedakarlığın ne kadar yüce olduğunu anlayamaz mıyız sanıyorsun?" dedi Aslı abla.

Başımı kaldırdığımda gözlerim dolu doluydu. "Abla aile olmayı bilmiyor." dedim titrek bir sesle. O kadar acıydı ki bu gerçek benim için söylerken bile sözcükler beni yaktı. "Her şeyiyle bana bağlandı ama biliyorum ki tek bir olaya bakar. Benim için kendini de feda eder." Dişlerimi birbirine bastırdım ağlamamak için.

Yağmur yanımdaydı. Eliyle sırtımı sıvazlarken daha da zorlandım ama direndim. "Peki geleceğin? Belirsiz geleceğiniz? Ona ait dünyaya bir evlat getireceksin. Bugün çocuklara kız kardeşim bakıyor, buraya getiremedim çünkü tehlikeyi biliyorum. Bunların farkında mısın?"

O kadar farkındaydım ki iki dünyanın arasında çekiştirilmemin en büyük sebebi buydu. O riskleri bir bir sıralarken boynum gittikçe büküldü. Yine de acımadı. Gerçeklerle beni tüm olasılıklara hazırlıyordu sanki.

"En önemlisi anne olmaya hazır mısın?" diye asıl soruyu sordu. "Ya da bahse girerim bu düşüncenden haberi bile olmayan baba adayımız hazır mı?" diyerek asıl darbeyi vurdu.

Son sorusuyla birlikte boynum bükükken başımı olumsuz anlamda salladım. Ben uzun zamandır bu soruların altında eziliyordum zaten. Her sorunun üstündeki örtüyü kaldırdıkça daha da ağırlaştı yüküm sanki.

"Kaldır başını." dedi ciddi bir sesle. Büyüğüm olduğu için dediğine itaat ettim. "Hem anne olup hem eğitimini tamamlayacak kadar kendine güvenin var mı?" dedi.

Azarlanmadım ama öyle ciddi bakıyordu ki cevap vermek zorunda hissettim kendimi. Yine de konuştuğumda ağlayıp ağlamayacağıma güvenemediğimden sadece başımı aşağı yukarı salladım.

"İkiye bölüneceksin. Süt sağman gerekecek, her an yanında olamayacaksın. Uykusuz kalacaksın, vizeler bir yandan, hocaların istekleri bir yandan seni daraltacak. Küçücük olduğu için üstüne titreyeceksin. Yine de hastalanacak, dünyan başına yıkılacak. Oradan buradan topladığın notlarla bölümünü bitiremeye çalışacaksın. Hiçbir şeye tam manasıyla kendini veremeyeceksin ama hep yeter ki o tam olsun diye teselli edeceksin kendini." dedi. Sanki yaşanan bir gerçeği dile getiriyordu.

Çayını bıraktı ve devam etti. "Hadi onu hallettin diyelim. Bu sefer sevdiğin adamı kaybetme korkusunun yanına, evladını kaybetme korkusu da eklenecek. Onu koruyabilmek için sende sıkı bir şekilde savunma eğitimi alacaksın.Uykusuzluğun, yorgunluğunun yanına birde ek olarak bu fiziksel yorgunlukta eklenecek. Yine de hiçbir zaman yeterli gelmeyecek sana. O korkuyla yaşamayı öğreneceksin."

Sandalye de geriye yaslanıp elini göğsünde kavuşturdu. "En önemlisi baba adayımız bu isteğini verdiğinde her şey ters tepebilir. Ha birde öğrendiğinde hamile kalmamışsan işin daha da zor. Senden uzak durmalar mı dersin, açtığın bütün kapıları tekrar kapatmalar mı dersin ne ararsan var." Elini havada salladı.

Sonra olduğu yerde dikleşti. Hepimiz suspus olmuş onu dinliyorduk. Gözleri yaşanmışlıkla üzerimizde dolanıyordu. "En büyük güçlü, fedakarlardır. Şayet sevdiklerini kendi önüne koyarsan bu dediğim geçerli. Yoksa çekip gitmek ve acı eşiğini bilmekte bana göre bir erdemdir."

Bana baktığında yüz ifadesi yumuşadı. "En önemli soru bu Elif'im. Ne kadar fedakar olabilirsin, ne kadar güçlü olabilirsin?"

Duraksadı ve her şeyin merkezinde olan asıl soruyu sordu. "Sen bu aileyi kurabilecek kadar güçlü müsün? Yoksa daha küçük müsün?"

Eline çayına alıp keyifli bir şekilde içti. Başta ben olmak üzere hepimiz sarsılmış bir şekilde onu izliyorduk. Dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı sonra.

"Ben benim oğlana hamile kaldığımda 3 ay saklamıştım. Erkekler bu konuda zevklerine düşkün oldukları için saf oluyorlar. Doğum kontrol yollarından kurtulmak da," Başını yana doğru eğdi. "Sana bakar."

Gözlerim büyüdü. "Yok artık." dedi Eylül. "Sen yaşadıklarını mı anlattın şimdi bize abla? Bende sabahtan beri sanıyorum ki Elif'i sağa sola çarpıyorsun ki kendine gelsin.Meğer sen sağa sola çarpılmışsın." dediğinde ikisi de sırıttı.

Sonra surat ifadesi ciddileşti tekrar.

"Ben dediğim her şeyin arkasındaydım. Asla kolay değil, yaşından dolayı da tasvip ettiğimi söyleyemem ama aynı çaresizliği bende yaşamıştım. Benim bey," dedi keyifli bir sesle. "Baba sevgisi görmemiş pek. Zaten erken yaşta da evden ayrılmış. Vatan aşkı için de baştan yok saymış canını. Biz girdik hayatına, baktık aynı terane. Bir sarstık, sen evlisin dedik. Anlamadı," Omuz silkti. "Anlamazlar, biraz kıtlar bu konuda." Herkes güldü bu haline.

"Bende hamile kaldım. Baba olacaksın, hadi şimdi adrenalin niyetine koş bakalım ölümün peşinde koşabiliyorsan, dedim. Sanki oyuncağını almışız gibi biraz surat astı, ağladı falan." Sır veriyormuş gibi tezgaha doğru eğildi. İstemsizce bizde ona yaklaştık.

"Bilirsiniz, akıl yaşları maksimum 5 olduğu için büyüyünce içlerine ağlarlar ama uzun süre dayanamazlar tabi. Benimki de dayanamadı. Kuzu kuzu geldi yanıma." Kirpiklerini üst üste sıkıştırdı. Yüz ifadesi neşeye bürününce onun bizden büyük unutabilirdiniz. O derece gençleşiyordu.

"Vicdanına oynayın, sizi ne kadar sevdiklerini direkt söylettirmeyin. Hareketleriyle anlatsınlar. Bir de hamile nazını da üstüne eklediniz mi? İşte," dedi büyük bir şevkle.

"İşte yolunuza kul köle olacak evinizin reisi, çocuklarınızın babası. Uslu erkek!" Hepimiz güldük çünkü görmeden bile aralarındaki ilişkiyi çok sevmiştim, sevmiştik.

Yağmur hala elinde telefonunu tutuyordu. "Şimdi abla, bizim buradan çıkartacağımız sonuç benim arkadaşım kendine ve olgunluğuna güveniyorsa enişteyi kandırması mı?"

Yağmur böyle söyleyince istemsizce vicdan azabı çektim. Oysa daha yaptığım bir şey de yoktu.

Aslı abla elindeki çay bardağını bıraktı ve iki elini bilmiyorum diye açtı. "Her şey onda başlayıp onda bitiyor. Bu isteğini Siraç'a söylemek bile çünkü ben bir örneğim ve yaşadığım tüm zorlukları dile getirdim. Üstelik benim kocam onunkinin yanında sakin kalır. Kendi hesap edecek. Yine de bilsin ki tek değil. Biz kadınlar hep fedakarlık odaklı düşünüp bu sonuca varıyoruz."

Yağmur bana doğru döndü ve sırıttı. "Sen ne düşünüyorsun? Teyze olmaya yakın mıyız?" dedi keyifli bir sesle. O gülümseyince bende gülümsedim ama ağrı çektiğim gecenin acısı zihnimde tazeydi. Dün gece yıkanmıştım ve yine hamile kalmak için geri çekilmemesini sağlayabilirdim ama yalnız kaldığım geceler ve bu gün Aslı ablanın söylediği sözler üzerine daha çok düşünmek istiyordum.

"Bilmiyorum." dedim sadece bu yüzden. Zaten Aslı abla son cümleyi söyleyince konu böylece onların nezdinde kapandı.

"Bırakın onu, bırakın. O bir delilik anı zaten. Bir bakmışsın kendini karar vermiş buluyorsun. Üstelik o andan itibaren hiçbir şeyde umurunda olmuyor."

Bu cümlesinden çıkardığım tek sonuç, çaresizliğin dibini gördüğüm ya da buna kendimi hazır hissettiğim an da tüm sonuçları göz ardı edeceğimdi. Şimdi o kadar sağlam hissetmiyordum kendimi ama bu gece onu gördüğüm de veya konuştuğumda da kendime güvenmiyordum.

Zorunda kaldıklarımızla, zorunda kalınca karar verip sonuna kadar arkasında durduklarımız farklıydı. Ben bu yolda gerekirse Siraç'ı karşıma alıp almak istemeyeceğimi bilmiyordum.

Ya tüm kozlarımı onun lehine oynayıp onu kendime safıma çekecektim. Ya da güveni uğruna susup yaklaşmakta olan her tehlikeyi izleyecektim. İşte tam olarak benim oynadığım kumar buydu.

Oysa ben hayatın içerisinde kumar oynamayı bile bilmiyordum.

⚜🔱⚜

Akşama kadar sohbet ettik, aşağıda ki havuzda eğlendik sonra bahçeye sofra kurmak için hazırlıklara başladık. İnce uzun bir sofraya yemekleri koyarken en büyük duam, zamanı geldiğinde tüm aile bireylerim olduğu böyle bir sofra kurmaktı.

Akşama doğru bahçedeki lambalar yanmaya başlayınca her şey geceyle birlikte güzelleşti sanki. Evin yakınına kurduğumuz sofra evin ışığıyla birlikte apaydınlıktı. Kadınlar bir tarafa erkekler bir tarafa olacak şekilde sofra düzenini ayarlamıştım. Gelecek sürpriz konuğumda vardı, bu yüzden iyi hissediyordum kendimi.

Demir kapı biz yemekleri taşımayı bitirdiğimizde açıldı. İçeriye başta benimkinin arabası, arkasından onu takip eden Bugatti, onu takip eden birbirinden lüks iki Suv girdi. Otoparka inmek yerine taşlı yola park ettiler.  Kalp atışım hızlandı. Kırgınlıklar, gerçeklerin acı ve yaşanacaklar olanlar bir köşeye çekildi.

Geriye ona yanan hasretim kaldı.

Arabadan indi, kapıyı tutarken eğilip bir şey koydu arabanın içerisine. Muhtemelen yanında taşıdığı yedek silahı ve bazen ceketinin içerisine giydiği silah askısıydı. Kızların yanında daha çok dikkat ediyordu silahını gizlemeye. Elimdeki börek tabağını ortaya koydum ona bakarken. Çok karanlık olmadığı için lacivert bir gömlek giydiğini görebiliyordum.

Geri çekildi ve direkt sofranın olduğu yere baktı. Gözleri gözlerime değdiğinde durdu. Bende öyle. Sanki zaman onunla her göz göze gelince bir an duruyordu sanki.

Sonra ikimizde harekete geçtik. Ona doğru yürürken söz verdiğim gibi gülümsedim. Gözleri gülüşüme değdi. "Gül dedim, Günışığı. Aklımı durdur demedim." dedi hasret dolu bir sesle. Güldü kollarına kavuştuğum an da.

Sımsıkı sarıldı. Her şey durdu, tüm yüklerim unutuldu. Başımın üstünden öptü.Başımı geri çektiğimde alnımdan öptü. İşte o zaman onda ki farklılığı görebildim.

Sanki huzura kavuşmuş gibiydi ya da hasretin yanında mahcubiyetti. Belki de benim yansımamdı bu bilmiyorum ama gülümsediğimde, gözlerinde sevdam ,gülüşünde zaaflarımla birlikte gülümsedi. "Bitti mi beni ıslah etmen?" dedi.

Beline sarılırken başımı geriye attım ve gülümserken onu izledim. Sonra omuz silktim. "Bakacağız, paşam." dedim. Kaşları havalandı ama yüzündeki keyifli ifade daha mahrem bir hale burundu.

"Karım nasıl isterse." dedikten sonra sanki tekrar sarıldı. Tam o sırada yanımızdan geçen Demir bize ters ters bakıp, "Ulan kahrını biz çekiyoruz, karına gelince hemen yelkenler fora. Anca bize hır gür yap sen zaten." Bana baş selamı verdi.

"Selam yenge." Bana göz kırptı. " Sen biraz ayar vermişsin buna, ağlayıp durdu 1 hafta omuzumda. Her yer salya sümük oldu." Tiksinirmiş gibi yaptı. Resmen kaşınıyordu. Başıma göğsünden kaldırıp Siraç 'ın yüzüne baktım inanmış gibi. Oysa yalnızca tepkisini bekliyordum.

O Demir'e ters ters bakmakla meşguldü. "Siktir git Demir." dedi lafı hiç uzatmadan. Hala agresifliği tam manasıyla gitmiş denilemezdi.

Demir güldü ve her zamanki gibi yine onun bu halini umursamadı. "Açım, bana yemek hazırladın mı bal kazanı?" diye bağırarak yanımızdan ayrıldı. Eylül'de, "Zıkkım hazırladım, yiyecek misin?" dediğinde ise herkes güldü bu sefer.

Onun arkasından Selçuk abi geldi. Onu da yemeğe davet etmiştim. "Ameliyathaneyi hazırlayayım mı abim?" dedi bana bakarak. İkimiz de gülümsüyorduk. "Anca ayrılır senden. Zamk gibi yapışmış"

Siraç 'ın göğsüne yaslanıp kıkırdadım. Elini başıma bastırdı. Söylenilenlerden rahatsız olmuyordu. Uğraşmalarından hoşnut değildi çünkü benden ayrılmak istemiyordu. Bende istemiyordum. "Selçuk, sende siktir git hadi." dedi bu yüzden. Selçuk abi de Demir'den farksız bir olarak sırıtarak yanımızdan ayrıldı.

"Küfretme!" diye uyardım onu. Hiç hoşlanmazdım ama bazen kontrolünü kaybedince dilinin ayarı da olmuyordu. "Ayrıca hadi bırak, misafirlerimiz var."

"Ettirmesinler." dedi yine müthiş bir savunma yaparak. Sonra gönülsüz bir şekilde bıraktı beni ama kolunu belime sardı.İşte bu sırada Aslı ablanın eşiyle tanışmamız gerçekleşti.

"Karına hasretsin diye beni de kışkışlayacak mısın Vuslat?" Babamın arkadaşı diye bahsedilince daha yaşlı biri bekliyordum ama Siraç'tan büyük olsa da gayet genç biri karşımdaydı. Aslı ablanın sevimli tehlikeli halinin yanında eşini tanımlasam, yalnızca tehlikeli diye adlandırırdım.

Sert yüz ifadesini, simsiyah saçlarını yumuşatan tek unsur ela gözleriydi. Bize, özellikle bana bakarken gözleri sevgiyle ışıldıyordu. Boyu neredeyse Siraç'la aynıydı. Benimkinin etrafında olan herkes gibi yapılıydı.

Siraç,"Karımın misafirliğe davet ettiklerine saygısızlık etmem, Pars Bey." dedi. Sesi ciddiydi ama onu biraz tanıyorsam bu resmiyet içeren bir ciddilik değildi. Uğraşmak içindi.

Pars Bey onun bu haline alışkın olacak ki umursamadı bile, bana doğru döndü. "Abim!" dedi. Boyu uzun olduğu için hafif bana doğru eğildi. Sanki küçük kardeşiyle konuşuyordu.

Yüz ifadesine sert diyordum ama bana bakınca sanki tamamen değişim geçirdi. " Hiç tanışma fırsatı elde edemedik ama baban, abimdi. Yeri geldiğinde babamdı. Sen ise her daim kardeşimsin." Babama sevgisini sormama gerek yoktu, ses tonundan anlayabiliyordum. Yine de yaramızı deşmedi, sanki o yaşıyormuş gibi davrandı.

Neden onu görmediğimi sorgulamadım çünkü babamın çevresinin çoğundan uzak tutulduğumu anlamak zor değildi. Üstelik raporlarda sürekli yardımcısı olarak adı geçen kişi karşımdaki adamdı.

"Pars abi," dedim ona samimiyetle gülümseyerek. "Hoş geldin! Sonunda tanışabildik. Babamdan adını hiç duyamadım ama sağ olsun Aslı abla çok bahsediyor senden." Sürekli onu yerden yere vuruyordu ama hiç bahsetmedim bu kısımdan.

Siraç belimdeki elini sırtımdan omuzuma çıkardı ve omuzumu okşadı. Onun da ben gibi Pars abiye bakmak yerine beni izlediğini biliyordum.

Pars abiye, abi dediğimde ciddi yüz ifadesi tamamen yok oldu. Karısından bahsettiğimde ise bambaşka bir insan oldu sanki. Koltukları kabarma tabiri hafif kalırdı. Sanki karısını sevmek onun için bir gururdu. Olduğu yerde dikleşti. "Aslı'm mı? Bahseder o."diyerek böbürlendi. "Bütün fikri de zikri de benim onun."

Güldüm bu haline. Tüm erkekler sevince Aslı ablanın dediği gibi beş yaşında oluyorlardı. Tam o sırada ondan bahsetmemizi hissetmiş gibi Aslı abla geldi. "Beyim gelmiş." diyerek beline sarıldı.

Pars abi dönüp öyle bir baktı ki gülümsemem sırıtmaya döndü. Birbirlerine cidden aşıktı. O da ona sarıldı tabi. "Beyin geldi tabi.Sen nerdesin ya? İnsan bir karşılar." diye sitem etti ona.

Sesli bir şekilde gülmemek için başımı Siraç'ın göğsüne gömdüm. Eli omzumu sıktığında ona bakmamı istediğini biliyordum. İtaat ettim, başımı kaldırdığımda onun da gülen gözleriyle karşılaştım. Üstelik izlediğim sevda onun bana bakışlarında da mevcuttu.

"Allah rızası için, Pars. Her gün nazını çekiyorum, işim vardı. Bitirdim geldim işte." dedi Aslı abla. Fırçalıyordu ama bunu kızarak yapmıyordu. Sesinden gülümsediğini anlayabiliyordum.

Gözlerimi sevdiğim adamdan ayırdım. "Sizi bizim ağırlamamız gerekirken Aslı abla her şeye yardım etti valla. Ellerine sağlık abla." dedim.

Başını olumsuz anlamda salladı. "Ben çok eğlendim Elif'im." dedi. "Hem bol bol kaynattık, hem güzel vakit geçirdik." Göz kırptığında yanaklarım kızardı. İmalı ses tonunun sebebi kaynatırken bir sürü de tavsiye vermiş olmasıydı.

Pars abi ona baktı ve gözlerini kıstı. "Yine neler karıştırdın, Allah bilir! Kız masum hatun. Herkes sen gibi beyini parmağında oynatmıyor." dediğinde aslı abla dirseğini Pars abinin kaburgasına geçirdi. Üstelik yumuşakta yapmadı. Bu yüzden Pars abinin yüzü buruşturduğunda gerçekten canının yandığını biliyordum.

"Tamam, bir şey demedim." dedi Pars abi boş elini havaya kaldırarak. Haklı bir serzenişti onunkisi ama onların evinde eşinin ipleri elinde tuttuğu bariz belliydi.

"Diyemez zaten." dedi Siraç. Pars abi ona ters ters baktı. Sanki onunla zıtlaşmayı seviyordu.

Bu yüzden gülümsedim ve, "Hadi buyrun, yemeğe geçelim." dedim daha fazla onları ayakta bekletmemek için. Elimle masayı gösterdim. Onlar arkasını dönüp hareket ettiğinde eğildi ve kokumu çekercesine yanağımdan öptü.

Başımı kaldırıp ona baktım ve, "Siraç!" diye uyardım. Herkesin içerisindeydik. Cidden ayarı yoktu bu adamın. "Özledim." dedi.Yanan günışığı rengindeki lambaların ışığı yüzüne vurmuşken, lacivert gözlerinde apaçık ortadaydı hasreti. Bende özlemiştim ama özlediğimiz yerde kırgınlıklarım da vardı.

"Ben hep buradaydım." Geri çekildim ve elini tuttum. "Sen yoktun." Masaya doğru onu çekiştirdiğimde itaat etti.

"Söz verdim." dedi masaya ulaşmadan önce. "Sensiz girdiğim her yol da yanlış yapıyormuşum gibi hissediyorum. Bunu bana yapan sensin. Madem bazı şeyleri öğrenmek istiyorsun, ona da tamam."

"Kendini tehlikeye atmaman da." diye ekledim. Masaya varmıştık. İç çekti. Ona doğru tekrar döndüğümde yüz ifadesi yumuşadı. "Korkma Günışığı!" dedi. " Senden ne bir adım ötesi ne bir adım gerisi. Ben bir sana mahkum." Baş parmağı elimin üstünü okşadı.

"Sen bana bir özgür ol." dedim babamın anlattıkları gözümün önünde canlanırken. Geçmişinin bileklerine taktığı prangalardan kurtulmadan biz bu dikenli yolu asla bitiremezdik. Bu yüzden en büyük dileğim kendini sevmesiydi. Kendisini severek artık bir şeylere mahkum etmemesiydi.

En çokta kendi zalimliğine.

⚜🔱⚜

Sevdiğim insanların mutlu olması benim hayat kaynağımdı. Kalabalık bir sofra, yaz gecelerinin mis gibi kokusu, aramızda dönen neşeli muhabbet ve misafirle bereketlenen yemek. En sevdiğim tablonun bir özetiydi sanırım bu.

Biz çiftler yan yana karşılıklı oturmuştuk. Çift olmayanlarımız ise karşılıklı oturuyordu. Sofranın en başında ise kendini müzmin bekar zanneden benim canım arkadaşım Zeynep vardı. Onun da sırası gelirdi elbet ama bugün Eylül'e birlikte takım konusunda Demir'i kızdırmakla meşguldüler.

Masanın orası maç muhabbetleriyle kaynarken biz evliler kafilesi gibi farklı muhabbetteydik. Daha doğrusu Pars abi ve Siraç soruşturma sürecinden konuşuyorlardı. Siraç'ın soruşturmadan tamamen kurtulduğunu ama tanık olarak hala dosyada yer aldığını bu sırada öğrendim. Pars abi de Polis'ti Aslı ablanın dediğine göre ama konuşmaları hiçte sıradan bir Polis memuru gibi değildi. Hukuksal süreçten bahsederken sanki işin içindeki yetkililerden birisiymiş gibi konuşuyordu.

Konu ağırlaşınca Aslı abla Pars abiyi dürttü ve, "İçimizi karartmayın, zaten sürekli bu işlerin içerisindeyiz. Bırakta yemek sofrasında keyfimiz kalsın." dedi.

Benim için sorun değildi. Siraç yanımda gerilmemişti bile. Sandalyelerimizi birbirine yaklaştırmıştık.Sandalyenin sırtını kolunu yaslamış, elini omuzuma koymuştu. Rahattım hatta bir hafta içerisinde huzurlu olduğum en güzel an bu andı. Yine de herkes gittikten sonraki konuşacaklarımızı da merak ediyordum.

Selçuk abi, ortamı neşelendirdi. Hastanedeki anılarını anlattı. Pars abi doğu görevindeyken köyün ağasının kızı olduğunu söyledi Aslı ablanın. Aslı abla ile öyküleri daha dramatik olmalıydı çünkü Aslı abla hüzünlenmişti ama o Aslı ablanın onu tüfekle kovaladığı anıları anlatarak bizi eğlendirdi.

Açık açık çöp çatanlık yaptığımdan değildi ama birlikte görmekten hoşlandığım insanları bir arada görmekten mutluydum. Yağmur'un mutlu yüzü, Demir'in Eylül eğlendikçe ortamı daha da neşelendirmesi, eksik kalanların zamanında tamamlanacağını ummam hep bir arada güzel oluşumuzdandı.

O gün Pars abi önemli bir şey konuşmadı ama bana baktığında sanki söylemek istediği ama bu güzel günün hatırına sustuklarını da görebiliyordum.

Yine de herkes keyifli bir şekilde ayrıldı oradan. Kimsenin olan problemleri konuşmaması hepimize iyi gelmiş, keyifli bir gün olarak bugün aklımıza kazınmıştı.

Bahçeden arabalar teker teker çıkarken Siraç elimi tutuyordu. Elimi tutmayı bırakıp kolunu boynuma doladı ve şakağımdan öptü. "Git namazını kıl, üstünü değiştir. Bende çalışma odamda olacağım. İşin bitince yanıma gel, Günışığı." Dudakları konuşurken şakağıma değiyordu.

Gömleğin kolları katlamıştı, düğmelerinin yalnızca ikisi açıktı bu sefer. Bunun sebebi etrafımızda birileri var diyeydi. Yoksa gömleğinin düğmelerine karşı bir garezi vardı. Gözlerimi üstünden yüzüne doğru çevirdim.

"Gerilmeyeceksin?" dedim. Yüzünde oldukça sakin bir ifade vardı. Bunun bozulmasını istemiyordum.

"Üzülmeyeceksin?" dedi. İkimizin de birbirimizin dilinden anladığı anları seviyordum. İkimiz de aynı anda başımızı olumsuz anlamda salladık. Aslında ikimiz de sözümüzü tam manasıyla tutamayacağımızı biliyorduk ama en azından çabalayacaktık.

Parmak uçlarımda yükseldim ve yanağını öptüm. Sonra kolları arasından çıktım. Dediklerini yapmak için cam kapıdan girmeden önce bana seslendi. "Günışığı?"

Başımı döndürüp ona baktım. Elini siyah kumaş pantolonun içerisine koymuştu. Beni izlerken ya da akşamın dağınıklığına sahipken, yapay ışıklar altında ne kadar yakışıklı göründüğünün farkında olup olmadığını düşündüm bir an ama o, ona dalıp gittiğimi fark etmeden devam etti.

"Rahat bir şeyler giyersen mutlu olurum." dedi benimle uğraştığı zaman kullandığı ses tonuyla. Yani ne kadar az giyinirsem, o kadar mutlu olurdu. Zaten günlerdir dokunmamışken bu saate kadar dayanması bile mucizeydi. " Günlerdir teninde nefes alamadım. Günlerdir kokunda huzuru bulamadım. " diye tamamladı cümlesini. Kıyamadım bu haline. Çok zaafıma oynuyordu zaten.

Gözleri gülüşümde, dudaklarımda dolandı. Kaşlarımı kaldırdım. "Konuşacağımıza emin misin?" dedim. Gülümsemesi genişledi ve gamzeleri belirginleşti.

"Seninle konuşurken kelimelere ihtiyacım yok." Elleri cebindeyken bana gülüşünde, bakışında gönülçelen bir şeyler vardı. Sanki bir bana çapkındı. Başını yana doğru eğdi. "Bir hafta olduğu için nasıl olduğunu unuttun mu benim güzel karım?"

Unutmamıştım, ben onunla ilgili hiçbir şeyi unutmazdım. Hatta bahsi geçince bile tüylerim diken diken oldu. Yine de, "Bilmem." dedim omuz silkerek. "Gerekli olursa belki hatırlamaya ihtiyaç duyabilirim."

Onun da benim gibi kaşları kalktı, öyle mi dercesine. "Görürüz." dedi. Bu onun için bir meydan okumaydı. Bu yüzden bir şeyler söylemeden yukarı çıktım. Aslında gergindim, konuşacaklarımızın ciddi olacağını ona karşı tamamen dürüst olmaya çalışacağımı biliyordum.

Yine de onunla olacaktım.Bu his, çaresizlikle çare arasındaydı bir yerdeydi. Onunla olayım da ne konuşursak konuşalım yeter ki ona olabildiğim kadar yakın olayım, hissine girmiştim. Bu da tam bir bağımlılıktı.

Namaz kıldım, ihtiyaçlarımı giderdim. Dişlerimi fırçaladım ve gri askılı bir üst, altına da aynı renkte spor bir şort giydim. Şort bana göre o kadar kısaydı ki giymesem de olurdu.

Yine de bunlar bana yengemlerin en büyük tavsiyesiydi. Şayet rahat edebiliyorsan eşinin yanında ne kadar az giyinirsen o kadar hoşnut olurlar, demişlerdi. Buna bizzat şahit olduğum için paçaları yerde sürünen eşofmanlardan kurtulmaya çalışıyordum. Aslında gittikçe benim de hoşuma gitmeye başlıyordu.

Saçlarım çok uzamıştı. Tepemde salaş bir topuz yapıp bizim odamızdan çıkıp birkaç oda ileride olan onun odasının kapısını tıklattım. Müsait olmasaydı bana uyarı gönderirdi ama yine de tedbirli olmakta fayda vardı.

"Sana müsait Günışığım." dediğinde gülümseyerek içeri girdim. Masanın üzerine eğilmiş bir şey okuyordu. Gömleğinin birkaç düğmesi daha açılmıştı. Şimdi karnına kadar açıktı ve hiç dövmesi lacivert gömleğinin iki yakası arasından gözüküyordu.

İç çekmelik bir görüntüydü, bana da iç çekmek düştü zaten.

Başını kaldırdı, ilk yalnızca gülümsedi çünkü yalnızca yüzüme bakıyordu.Sonra bakışları aşağıya aşağıya ve daha aşağıya indi. Sonra bakışları düştüğü yerden yukarıya yukarıya ve daha yukarıya, tam gözlerime çıktılar.

Gözlerinin bıraktığı her iz de yandım da su veren olmadı.

Bakışlarının süzgecinden geçtikten sonra gözleri tekrar bana değdiğinde sandalyeyi hafif geri itti. Yüzündeki ifade de tıpkı gözleri gibi kararmıştı. "Bence konuşmaya gerek yok." dedi boğuk bir sesle.

"Sence yok."deyip ona arkamı dönmeden kapıyı kapattım. Gülümsüyordum istemsizce.

"Bari biraz seveyim, Günışığı. " dedi ben ona doğru yürürken. Gözleri aç bir şekilde üzerimde dolanıyordu. Eskiden olsa bu bakışları karşısında utançtan kızarır ve kaçar giderdim.

Şimdi birazcık kızarıyordum, onun da yarısı heyecandandı. "Önce konuşma." dedim sandalyeyi bana doğru döndürüp kollarını bana doğru açtığında. Gömlek kollarını açınca gerildi ve gömleğin önü daha çok açılırken kasları da gerildi.

Tek yoldan çıkan o değildi. Yine de konuşmazsak birikecek ve aramıza kapılar değil uçurumlar girecekti. Bu yüzden yoldan çıkmamak yine bana düşmüştü. Dizlerinden birine oturduğumda eli belime sarıldı ve çekip boynumdan öptü.

"Birazcık." Dedi boynuma sıkı bir öpücük kondurduktan sonra. "Söz sonra ne istersen tamam diyeceğim." Diğer eli göğsüme doğru kayarken elini tuttum ve parmaklarımı parmaklarımın arasından geçirdim.

"Çok beklersin, paşam. Bir haftadır ölü gibiyim. Kızgınlığımı geçtim, kırgınlığım bile senin içindi. Üstelik hiçbiri de keyfi değildi."

Başını boynuma gömdü ve kokumu içine çekti. Başını kaldırıp gerdanımdan öptü. Sonra tam kalbimin üstünden öptü. "Özür dilerim." derken sesi ciddileşmişti.

"En çok konu senken öfkemin kontrolü bende değil. Neyin endişesi içerisinde olduğunu da biliyorum. Bunu sana veren de benim." Başını göğsüme yasladığında boştaki elim saçlarına gitti. Kalp atışımı dinleyerek konuşuyordu sanki.

" Bunu sana hissettiren de benim. Yine de," kısa bir es verdi. "Dediğin gibi alışkın değilim. Birinin sürekli beni düşünmesi, kaybetme korkusuyla öfkelenmesi garip geliyor. Bu sen olunca hoşuma da gidiyor. Yine de sen güvendeysen devamını düşünmüyorum." Başını yana doğru eğip dudaklarını yine göğsüme bastırdı.

Bunu sevgisinden yapıyordu ama huylandırdığını da biliyordu. Dili çözülmüşken hiç araya girmeyi düşünmüyordum. Onun için duyguları konusunda rahat rahat konuşmak hala zordu, konuşurken bile görebiliyordum.

"Yine de deneyeceğim. Zaten arkamda seni bıraktığımı düşündüğümde kendimi durduklarımı bilseydin aklın şaşardı Günışığı ama madem hala korkuyorsun, bu güvensizliği sana ben veriyorum demektir. Senin bana verdiğin güven bu kadar sınırsızken benim yaptığım bariz bencillik."

O an benim de vicdanım sızladı. Ben de güvenini kırabilecek şeyler yapıyordum ama bu da onun bana tam olarak kendini açmamasından kaynaklanıyordu. Yarın bir gün bunlar karşıma çıktığında onun güvenine ihanet etmediğimi açıklayabilecek kadar haklı görüyordum kendimi. Belki bu da bencillikti ama çaresizliğin bencilliğiydi.

"Ha kıskançlığım konusuna gelirsek, sonuna kadar haklıyım ve doğru yerde o orospu çocuğunu öldüresiye döveceğim. Bu konuda fikrimi değiştiremezsin."

Vücudu anında gerildi. Saçlarını okşadım yatışması için. "Senin bu aralar ağzın çok bozuldu. Hayır birde hiç yoktan kendi kendini yükseltiyorsun." Dedim.

Başını kaldırıp bana baktı. Gözleri kısılmıştı. Sanki dokunuşum karşısında mayışmıştı, öyle bakıyordu. "Acıya karşı hissizimdir ama öpersen," Gözleri dudaklarıma kaydı. "Bence ıslah edersin."

Parmaklarımın arasındaki saçlarını hafif çektim. Gözlerini kapatıp gülümsedi. Gamzeleri yüreğime darbe vururken, "Devam et böyle Günışığı. Sevişirken de böyle yapıyorsun, hatırlat bana tüm ayrıntıları. Sına beni böyle!" dedi acı çeker gibi.

Elimi elinden kurtarıp omzuna vurdum. "Uslu dur." dedim ama duyan kimdi ki? Diğer elini serbest bırakınca belime koydu. O el kaydı, tam kalçamın üstünde durdu. Parmaklarının yarısı tenimin üstündeydi. Parmaklarını tenimin üstünde pençe atarmış gibi sürtüyor sonra eski haline getiriyordu.

Aklımla oynuyordu.

Yine de sanki çok usluymuş gibi başını göğsüme koyup devam etti. "Seninle ilgili bir mahkeme süreci var." dedi birden. Daha önce duyduğum bu gerçeği bizzat onun teyit etmesiyle donup kaldım. Anlattıklarının aksine sesi oldukça sakindi. "Gizlilik süreci bitmediği için ayrıntı veremem ama başta seni korumak için evlenmek istediğimi anlamışsındır."

Nefesimi tutup gerçekleri onun ağzından dinlerken kalp atışımın hızlanmasından başka tepki vermedim.

Saçlarını boynuma sürttü. "Tabi o zamanlar bizi meftun edeceğini bilmiyorduk." Buna gülümsedim. kendimi tutamadan. O da dudaklarını gerdanıma sürterek gülüşümü karşıladı. Sonra devam etti.

"Bu yüzden başta oldukça kontrolsüzdüm. Nişanda onların önüne çıkarmama o kadar da gerek yoktu ama o gün yaptığım eski soyadının da yeni soyadının da koruması altında olduğunu duyurmaktı. Babanın sana miras bıraktıları yalnızca soyadı değil."

Sesli bir şekilde yutkundum. Sanki kanım donmuş gibi hissediyordum. Konuşuyordu, resmen benimle gerçekleri konuşuyordu.

"Şu an tehlikede olduğun süreç bitmek üzere ve istediğin zaman ortadan kaybolabilme imkanı da sana verilecek." Durdu ve kalp atışlarımı dinledi. Sanki bu durum hoşuna gitmiyor gibiydi. Ortadan kaybolabilme imkanım olması demek, ondan gitmek demekti çünkü. Bunu anlamak zor değildi.

"Benim soyadımla birlikte sana bir sürü mirasta devredilecek. Bu sana benim hediyem değil, sana değer veren bir başkasının gecikmiş hediyesi. Ben ise," duraksadı. Sanki bunları hala söylemek onun için zordu.

"Eskiden sana, yok ederken aynı zaman da yok olmuş bir adamın güçlendirmeye çalıştığı soyadını miras bırakacaktım. Birde bir kan bağı."

Başını hızlanan kalbimin üstüne bastırdı. Eskiden diyordu, şimdi ise ne düşünüyordu? Kafam bilinmeyenlerle daha çok karışmıştı. Dediklerinin yarısını biliyordum ama diğer yarısı benim için muammaydı. "Kime ait bir kan bağı bu? Bilmediğim birisi mi?"

Başını kaldırıp bana baktı.Yüz ifademden ne olduğunu anlamaya çalışıyordu ama ben de ne düşüneceğimi bilmiyordum. "Sayılır." dedi. Daha fazla açıklama yapmayacağını yüz ifadesinden de anlayabiliyordum.

Bu yüzden soru sormaya devam ettim. "Peki neden benim peşimden koşmuşsun da kafayı bana takmışsın gibi davrandın?" dedim.

Diğer elini boynuma koydu ve gerginleştiğim için gerilen ensemi baş parmağıyla okşadı. "Böylece süreç hakkında bir fikirleri olmayacaktı. Tüm ilgiyi kendi üstüme çektim ki arka planda olanlar anlaşılmasın. Dedenin dediği doğruydu." Parmakları enseme masaj yaparken ciddi bir yüz ifadesiyle bana baktı.

"Ben bir saatli bombayım. Zamanı geldiğinde yolunda, yollarında engel olan herkesi yok etmek için bir anlaşma yaptım." Yüz ifadesi sertleşti ve kim için ne için bunları yaptığını hatırladı sanırım.

Eğilip yanağından öptüm sakinleşsin diye. Hafif gülümsedi, yine de ciddi bir sesle devam etti.

" Onlar da bana bütün imkanı sağladılar. Yoksa bu yaşımda illegal işlere tamamen bulaşmadan bu kadar büyüyemezdim. Kimse doğru yerde adımlar atmazsa ya da bir mirası yoksa bu kadar imkana sahip olamaz."

İlk defa onu zorlamıyordum. Gerçekleri karşısında sakınması gereken bir kız değil de, evlendiği kadın olarak konuşuyordu. Yine de gerçekler üzerinde dürüstçe yaptığı açıklamalar ve bunların sebeplerini sorguluyordum en çok. "Onlar kimler?" dedim ilk defa. "Babamın da dahil olduğu, kan bağımın da sebep olduğu onlar kimler?"

Hazır konuşuyorken ne kadar soru cevaplarsa o kadar benim kârıma olurdu.

Ciddi yüz ifadesi dağıldı ve gülümsedi. "Benim zeki karım," eğildi ve çenemi öptü. "Bu kadar kolay her şey arasında bağlantı kurduğun için senden saklanıyor her şey zaten." Bende onunla birlikte gülümsedim ama gülümsediğim yerde yardım aldığım gerçeği de vardı. Bunu ona söyleyemezdim.

"Devletle çalışan bir alt birim diyelim, şimdilik." Sanki bu durum da onun hoşuna gidiyor gibiydi. Yine de emin olamıyordum. Yüz ifadesinden hiçbir şey anlaşılmıyordu. "MİT değil, temelden yetiştiren bir sistem. Baban da bu sistemin ilk portatiflerini deneyenlerden birisi. Daha kurum tam oluşmuş değil, kurulmak üzere ."

Kaşlarımı çattım ama bir şey söylemedim ilk çünkü bu konuşmanın nereye bağlanacağını da kestiremiyordum. "Bunları bana niye şimdi anlattın?" diye bir soru sordum bu yüzden.

Boynuma düşmüş bir saç tutamına odaklandı. Onu geriye atarken konuştu. "Çünkü Uluslarası mahkemede dava bitmek üzere. Arazi senin üzerinden, ailenin üstünden alınacak. Ayrıca bazı şeyleri sürekli sorgulamanın en büyük sebebi de bu." Yüz ifadesi ciddileşti. Orada acı gerçekler vardı.

"Birde," dedi söyleyeceklerini dile getirmekte tereddüt ediyordu sanki. Duraksadı bir an. Sonra yüzüme baktı. Biliyordum ki orada bulduğu salt bir beklentiydi. Bu yüzden incinen kalbime konuştu,bana değil.

"Bugün sabah seni seccadeden taşıdığımda uykunda ağlıyordun." dedi. Yüzü acı çekişimle birlikte sarsıldı. "Sana kıyamıyorum ama canını da yakıyorum. Benim seni korumaya çalışmam ya da sebeplerim, suskunluğum yüzünden hep sana yara olarak geri dönüyor. Oysa kendimce sakınarak korumak istiyorum. Yine de herkesi kendinden daha çok düşündüğün için buna kırılıyorsun."

Günlerdir istemsizce ağlıyordum çünkü haklıydı, tam olarak hissettiğim buydu. "Elimde değil." dedim. "Ben senin zaafın olmaktan yoruldum artık. O gün her şeyi bıraktın, o adamın yanımda olmasına taktın kafayı. O anlar da kendimi çok güçsüz ve her şeyin sebebi benmişim gibi hissediyorum. Üstüne sen de bunu teyit ettin."

O anı, arabaya beni bindirirken söylediklerini hatırladı. Nasıl kırıldığımı gördü. Kırgınlığı hissedince ondan uzaklaşmak istedim ama tuttum o an kendimi.

O an o yüzümü elleri arasına aldı. Gözlerine bakmama zorlayarak başımı kaldırdı. Gözlerimiz buluştuğunda lacivertleri yüreğime değdi sanki. "Sen benim her şeyimsin. En güçlü noktam da en zayıf anım da. Her şeyimsin!" dedi tüm yüreğiyle.

Gözlerim doldu bu sözleriyle, gerçekten kırılmıştım. Bunu hissetti ve konuşmaya devam etti bu yüzden.

"O an, herkesi,o piç herifin hapisten çıkma sürecine kadar her şeyi planlayıp düşünebildim. Üstelik bunu ilk defa düşmanlık için değil de bir şeyleri görmek istemem için yapıldığını da fark ettim. Elime bir yüzük verildi. Bir şeyler gösterilmeye çalışıldı." Sıkıntıyla gözlerini yüzümde gezdirdi. " Yine de bütün her şeyi kontrol ederken seninle ilgili olan hiçbir şeyi kontrol edemiyorum. Bu belirsizlik asıl beni çileden çıkartan." diyerek ilk asıl itirafını yaptı.

Peşine düştüklerinden, yaşadıklarına kadar ilk defa hislerini bu kadar dürüst bir şekilde dile getirdi. Ama en çok öfkesinin ardında yatan duygu çaresizlikti. "Çünkü konu sen olunca herkes sürekli damarıma basıyor. Biliyorlar ki o zaman aklımla hareket etmiyorum. Yine aynısı oldu ama bu sefer daha acımasızdı."

Duraksadı, yüzüme öyle bir baktı ki sanki en çok benim sevdam karşısında çaresizdi. " Senin benden gitmenden korktum!Bir şey söyler, bir bahane bulurlar, belki de bir iftira atarlar." Elini yüzümden çekti. İşaret ve orta parmağını şakağına bastırdı. Sanki aklına bir silah dayadı ve vurdu sözleriyle kendisini.

"Susmadı şu siktiğimin zihni." dedi aynı çaresiz öfkesiyle. "Sürekli kuşkuyla zihnimi bulandırdı. Gitmeni istedim oradan. Seni sorgu sırasında en son ve en önemli tanığa aldırmıştı puşt herif! Bu yüzden geciktirdikçe geciktirdiler. Geciktirdikçe beni delirttiler!"

Elini şakağından çektim. Elinin üstünü öptüm. O kadar öfkelenmişti ki şu an bıraksam gider adamı öldürürdü. Eli sıkı sıkı tuttum bu yüzden. "Boşuna şüpheye düşmüşsün." dedim öfkesini dindirmek için sakin bir sesle. "Ben senin için vurulduğum o günden beri bütün bunları bilerek sana geldim. Bana başta sen güven vermiyorken seni sevdim." Elini çevirip avucunun içini öptüm bu sefer.

Yüzümdeki acı ifadeyi görmesin diye yaptım bunu. "Beni onların söyleyebileceği hiçbir şey ilgilendirmiyor, sevdiğim. Ben baştan beri seninle konuşuyorum ama sen beni hiç duymuyorsun ve ben de korkuyorum ve sen söz verdiğin halde konuşmuyorsun." Başımı kaldırıp ona baktığımda onun da benim de yüz ifademizde kaybetme korkusu vardı.

İkimiz de korkularımızla birbirimizi yakıyorduk.

"Korktuğum için konuşmadım." dedi." Sen de hiçbir şey bilmediğin için benim kendimi yok etmemden korkuyorsun." İşte asıl olay buydu. Ben hakkında gerçeklerden bahsetmişti ama kendi geçmişinden veya saklanan gerçeklere değinmemişti. Tüm olay buydu.

"Haklıyım." dedim tüm sevgimle ona bakarken. "Beni çaresiz bırakıyorsun. Nereye gittiğini nerede tehlike altında olduğunu bilmiyorum. Söylemediğin gibi kontrolünü kaybetme olasılığını da her seferinde önüme sunuyorsun. Hadi bütün bu anlattıklarını geçtim diyelim."

İki elimle yüzünü kavradım. "Benim derdim sensin." dedim her sözcüğü vurgulayarak. "Geçmişte yaptıkların ve şu an yaptıklarından ziyade sadece sensin." Baş parmaklarımla yanaklarını okşadım.

"Hayatımda olan büyük bir olaydan bahsettin, belki birazcık aydınlattın önümü ama bugün konuştuklarımız haricinde kendin hakkında hiçbir şey vermedin. Kendinden kaçırıp kendine tutsak ediyorsun. Gözümü kapatsan, kulağımı sağır etsen, dilimi sustursan da yüreğim her şeyinle seni istiyor."

Duraksadım, istedim ki anlasın benim derdimi madem ilk defa o da korkularını itiraf etmişti bende edecektim. "Ben istiyorum ki bana şunu de," Yüzü, gözleri o kadar ciddiydi ki eğilip dudaklarından öptüm yumuşasın diye.

Geri çekilip, "Bütün bu olanlar son bulduğunda ben seninle bir arada olmaya varım. Bir yuvamız olsun, ailemiz büyüsün. Hep yanında olacağım ama sen bana bu güveni vermiyorsun ki başta." İç çektim sesli bir şekilde.

Bunu nasıl söyleyebileceğimi bilmiyordum ama bana böyle bakarken sözcükleri de içimde tutamıyordum. "Bana ölmeyeceğim de, Siraç." dedim sesim titrerken.Bunu bile demek o kadar ağrıma gitti ki sanki yüreğim ağırlığıyla sancıdı. "Senin için zamanı geldiğinde sizin için yaşayacağım de ama en çokta kendin için yaşa. Senin kendini mahkum ettiklerin benim en büyük yenilgim oluyorlar."

Gözümden bir damla yaş süzüldü. Kendimi tutamadım çünkü asıl konuya gelmiştik. "Bir haftadır ben bunu yaşıyorum. Ya ben anlamıyorum ki ben mi sana güven vermiyorum?" Elimi yüzünden çekip elimin tersiyle göz yaşını sildim.

"Seni her ne olursa olsun seveceğime ne zaman inandırabileceğim ben seni?" Tekrar elimi yüzüne koydum ve alnımı alnına yasladım. İki koluyla sımsıkı sardı belimi.

"Ben senin sevginle yaşıyorum." dedi. Hemen aklımdaki yanlışı silmek için oysa gerçekler daha acıydı.Sadece bana bağlanarak yaşama tutunuyordu, bu en zararlı olanıydı.

Yine de her yolu denedim. "Madem canının kendi nezdinde değeri yok, bari bendeki değerini anla o zaman. Ne olur söz ver bana," Ağlıyordum ama dolduğum için değil yüreğim o dolduğu için ağlıyordum.

"Söz ver bana ölmek senin tercihin, kendine reva gördüğün acı son olmayacak. Bunu artık istemeyeceksin." Ellerimin altında kaskatı kesildi. Asıl yarasına dokunmuş, o sınırın önünde kapalı kapısını aralamaya çalışıyordum. Biz işte tam bu noktadan bir adım ilerleyemiyorduk zaten.

"Söz ver bana, bize mutlu bir son yazmak için elinden geleni yapacaksın. O mutlu sonun içerisinde sende olacaksın." Gözlerimi sımsıkı kapattım. Bu bir duaydı.

"Yaşayarak, yaşayarak..."

Geri çekilip yüzüne baktığımda sarsıldım bakışlarında çünkü yalnızca acı çeken ben değildim. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki ilk defa tüm acılarını gördüm, tüm yıkımlarını, arada kalmışlıklarını. Yüreğim dağıldı bu bakışının ardında.

"Ama ben sana ölürüm." dedim çenem titrerken. "Ama ben sana kurban olurum, ne olur artık acı çekme!" dedim. Öyle kötü duruyordu ki yüreğim kül oldu sanki.

Bir şey söylemedi, sadece kendine çekip sımsıkı sarıldı o an. Yüzüme bakmaya utanıyor, sanki bu halimi görmek istemiyordu. "Olay bensem seni hiçbir şekilde kandıramıyorum. Yine dönüp dolaşıp bende duruyorsun." dedi acı dolu bir sesle.

Boynundan öptüm. "Çok seviyorum." dedim ağladığım için boğuk bir sesle. "O kadar seviyorum ki sen benden bir adım öteye gittiğinde bile canım acıyor."

"Nesini seviyorsan?" dedi kırık dökük bir sesle. Geri çekildim ve ciddi bir yüz ifadesiyle ona baktım. Onu inandırmak için acısını göz ardı ettim.

"Çok seviyorum." dedim her kelimenin üstüne bastırarak. Yüz ifadesi yumuşar gibi oldu. Lacivert gözlerinde her şeyi okuyabiliyordum. Sevdam da oradaydı, kırılmışlıkları da.

Pes etmedim, aynı isteğimi bir kez daha dile getirdim. Sanki hayatım bu sözle düğümlenmiş bir ipe bağlıydı. Yüzünü ellerim arasına aldım. "Söz ver bana, çaresiz de olsan bizim için çabalayacaksın."

Yüz ifadesi fiziksel bir acı çekiyormuş gibi sarsıldı. Sanki beni üzerinden de hayatında itmek üzere gibiydi. En hassas noktasına dokunmuştum çünkü. Bu yüzden tekrar, "Ben seni çok çok seviyorum." dedim.

Gözlerini kapattı. Direnmeye çalışıyordu sanki. Alnını göğsüme yasladı. "Her şeyi bilsen sevmezdin." dedi fısıltıyla. Ona bunun teminatını vermiştim, sevecektim.

Yine bazen sözler yetmiyordu. Ellerimle saçlarını okşadım. Bu ona ilk zamandan beri en çok gösterdiğim şefkatti. Hissetti zaten. Direncinin kırıldığını bakmadan bile hissettiğim bir andı.

Kırıldı kilit, ilk kapı böylece aralandı.

"Pişman olacaksın, biliyorum ama," derin bir nefes aldı. Sanki sözleri kurşun ağırlığındaydı. " Söz!" dedi başını kaldırmadan. Sonra başını geri çekti ve oradaki salt acıyı gördüm. Bu bile o kadar zordu ki onun için.

Dili bir kez sözlerin ağırlığına alışınca çözüldü. "Söz, sen benden nefret etmediğin tiksinmediğin sürece, git demediğin sürece yaşamak için elimden geleni yapacağım!" Karşımda sanki diz çöktü. Teslim oluşu bakışlarındaydı. "Çünkü ben seninle olmaya muhtacım. Hak etmiyorum ama muhtacım." Karşısında sessizce göz yaşı döküyordum, aslında onun da gözleri dolmuştu ama farkında değildi.

Yine her şeyi bana bağlamıştı. Bu sefer sesimi çıkarmadım. Bir kez daha gözlerine baktığımda bu çaresizliğin içerisinde onu bağlayabileceğimin yalnızca ben olmamam gerektiğini anladım. Aslı ablanın dediği o sınır nokta tam olarak buydu. Bende o sınır noktasını geçtim.

"Asla demem!"dedim. Bakışlarında en çok buna inancı yoktu sanki. " Sen her şeyin en güzelini hak ediyorsun, sevdiğim." dedim buruk bir tebessümle. "Bende söz veriyorum hep seni çok seveceğim." Tüm yüreğimle söz verdim ona.

Bir şey söylemedi yüzüme baktı sadece. Sanki pes etmişti. O gün onu krizden kurtardığımdan beri değişen bir şeyler vardı zaten ama bunu en çok bana şuanki bakışlarında hissettim.

Buruk tebessümüme baktı. "Çok fena sıkıştırdın beni. Uzun zamandır da böyleyim üstelik."Parmakları gülümsediğimde dudaklarımın kenarında oluşan çizgide dolaştı. " Seninle girdiğim her pazarlıkta bütün yollarımı elimden alıyorsun, Günışığı."dedi.

Gülümsemem genişledi. Bu çaresizlik değil, kabullenişti.

"Beni kendine aşık etmeden önce düşünecektin onu. Yok öyle ben seveyim ama sen sevme demeler. Biz de seviyoruz beyefendi." Geri çekildim. İki elimle yanaklarımdaki ıslaklığı sildim tebessüm ederken. O tebessüm etsin diyeydi bu halim. Dayanamıyordum acı çekmesine. "Vurulduk bir lacivert gözlü, gamzeli yâre."

Son cümlemle birlikte o buruk bir şekilde tebessüm etti. "O yâr sana ilk gördüğünden beri vurgun." Şu an hala söylediklerine sarsılmış bir haldeydi. Bugün geçmişi kaybetmiş, geleceği kazanmıştı sanki.

Elimle bir şey atar gibi yaparken, "Attık kalemliği, vurduk kalbini." dedim. Gülümsemesi genişledi.Gamzeleri belirginleşti. O an itiraf ettiklerini, gerçekleri hiçbirini umursamadım. Yalnızca o vardı, mutluluğu için yaptıklarım en güzel fedakarlıktı.

"Bitti mi?" dedi gülümsemeye devam ederken. "Artık ıslah ettin mi beni?" dedi. Başımı olumlu anlamda salladım . Hala acısını çekse de sözümü almıştım en azından.

Gerçi hala aramızda konuşulmamışlar vardı. Yine de acı çeker halinden kurtarmak önceliğimdi. Biraz durdum sakinleşmesini bekledim ilk.

Sonra yan bir şekilde oturuyorken omuzlarından tutup yükseldim ve diğer bacaklarımı her iki yanına gelecek şekilde kucağına oturdum. Kollarımı boynuna doladım. Beklemiyordu, yüz ifadesinin şaşkınlığa düşmesinden belliydi bu ama elleri otomatik olarak belime sarıldı.

Gücümü ondan alarak muzip bir sesle, "Daha fazla ıslah etmemi ister misiniz paşam?" dediğinde kaşları havalandı. Bilinçsiz bir etkiyle kalçalarımdan tutup kendine doğru bastırdı. Saniyesinde yüz ifadesi değişmeye başladı. Lacivertler içerisinde iki siyah kuyu gerçekleri yutarken bana doğru yaklaştı.

İşte onun istediği ıslah yöntemine giriş yapmıştık.

"Azıyla yetinmem. Bir haftadır içim gidiyor sana yaklaşamadığım için." dedi dudakları yanağıma sürtündü ve sandalyeyi kaydırıp sırtımı masaya yasladı. "Üstümde," tek koluyla belimden tutup beni kaldırdı, diğer eliyle kağıtları kenara savurdu. Ve beni masaya oturttu. Kalp atışlarım beklentiyle hızlandı.

"İçinde," Kendisi ayağa kalktı. "Her zerremde." Dudaklarını dudaklarıma sürttü. "O gece nasıl her şeyinle bana kendini verdiysen." Elleri yukarı çıktı.

"Bir haftadır," bacaklarımdan tutup alt bedenimizi bütünleştirdi. Vücudum nabız gibi attı varlığıyla."Aklımdan çıkmıyor." Sesli bir şekilde yutkundum çünkü bende varlığını her zerrem de hissediyordum.

"Bir şey yapmadım." dedim boğuk bir sesle. "Farklı bir şey yapmadım," elimi gömleğinin boşluğundan kaslı göğsüne kaydırdım. Parmaklarımın altında kasları dalgalandı. "Yalnızca sevdim." dedim. Yüz ifadesi bu hareketimle daha da karardı.

Dudakları dudaklarıma sürterek diğer yanağıma geçti. "Hı hı," dedi mırıldanır gibi. Çeneme dişlerini sürttü ve dudakları boynuma kaydı. Sesli bir şekilde yutkundum. Dişlerini sürterek boynumu boydan boya emdi. "Dokunduğun yerde en son dudakların vardı."

Elim farkında olmadan adonis çizgisine kaymıştı.Soluklarım hızlandı. "Bence şu an bana hareket imkanı bırakmıyorsun." Dedim dudakları daha aşağı inerken omuzlarımdaki askıları da indirdi. Dudakları gerdanımın üstünde dolaştı.Sanki tenimin her zerresi dudakları arasında yer aldığında yaşam buluyordu.

"Gece uzun," diğer eli kalçamdan tutup kendine bastırdı. Boğuk bir şekilde inledim. "Hizmetindeyim." dedi boğuk bir sesle.

Göz göze geldik. "Sen çok fena bir adamsın." dedim dudaklarının yerini elleri alırken. Biri kalçamdayken diğeri belimden yukarı çıkıyor ve tenim elleri arasında yoğruluyordu.

Yüz yüze geldik. "Bir sana, Günışığı." dedi gözleri gözlerime değerken. Acı kaybolmuştu. Geriye bitmek tükenmek bilmeyen hasreti kalmıştı. Dudaklarımız birleşmeden önce son sözü söyledi.

"Bir sana."

Dudaklarımız birbirine kavuştuğunda üzerime doğru eğildiği için masaya tamamen sırtım yaslandı. Bir eli muhtemelen zemin sert olduğu için sırtımdaydı. Diğer eli savrulmamızın şiddetiyle masaya çarptı.

Sanki aramızda paramparça olan bir camdan duvar vardı. İkimizde kırıkların ortasına savrulduk. Onu tüm yüreğimi ortaya koyarak öptüm. Elim gövdesinde, sırtında dolaştı.

Omurgasında parmaklarını dolandırdıkça dudakları daha da hızlandı. Dili damağımı süpürdü, yapmak istediklerini anlatan bir dansa tutuştu. Ona denk bir şekilde bu dansa eşlik etmeye çalışırken kendimi unuttum.

Işıklar soluklaştı, dokunduğu her yerde bir ateş başladı. Dokunduğum her yerde bir barutun üstüne çakmak çaktı.

Beni kendine bastırdığında ağzına boğuk bir şekilde inledim. Kucağına aldı ve bacaklarımı beline doladığımda hareket ettik. Dudakları benden tam ayrılmadı. "Hayır," dedi kapı açıldı ve duvara çarptı. Dudaklarını dudaklarıma sürttü. "Sana yapacaklarım için masa yetmez."

Gözlerim büyürken geri çekildi ve gamzeli gamzeli gülümsedi birde.Bu haliyle o kadar dağınık ve çekici gözüyordu ki ona doğru atılmamak için kendimi zor tuttum. Gülüşü de acımasızdı.

Elimle ensesindeki saçlarını onayladım. "Taşı bizi nimet kapısı, rotamız yatak odası."dedim gülümseyerek . Oysa dudaklarım gülümserken bile sızlıyordu. O tekrar gülümsemedi ama. Gözleri daha da karardı gülüşümle. Kollarında zıplattı beni ve ikinci kapıyı da ayağıyla vurarak açtı.

Geri çekildi ve kapıyı bu sefer tek koluyla beni tutarken kapıyı çarparak kapattı. Bunlar kontrolünü yitirdiğinin sinyalleriydi.Askılıyı bu sefer yukarı çekiştirdi ve karnıma bastırdı dudaklarımı. Birkaç adımdı yatağa ulaşmak ama sanki dudakları tenime değdiğinde savrulduğum yerde dakikaları tükettim.

Yatağa doğru savruldu bedenim. Üstümdeki askılıyı üste çektikçe dudakları açıkta kalan tenimi dağlıyordu. Askılı gitti. Dili dağladığı tenimde tekrar külleri yaktı.

"Çok acımasızsın." dedim kesik kesik nefes almaya çalışırken. Başımı kaldırıp ona doğru uzandım ve gömleğinin kalan düğmelerini açtım. Gözleri bu esnada aç bir şekilde açtığı tenimde dolandı.

"Ben çabalıyorum." dedi. Düğmeleri açınca omuzlarını geriye doğru iterek lacivert gömleğinden kurtuldu ve yatağın kenarına fırlattı. "Senin ise yalnızca gülümsemen yetiyor." Üstüme çıktı ve kendini bana doğru bastırdı. Sızlandım kolları arasında. Böyle yapınca onu istiyordum, onu yalnızca kendime istiyordum.

"Öpmek," bir kez daha kendini bana bastırdı. "İçine de olmak bir zorunlulukmuş gibi hissediyorum çünkü vücudum böyle davranıyor." Üzerimde hafif yükseldi. Parmakları şortun ince kumaşından sızdı en aşağı, yalnızca ona mahrem olan yerlere doğru kaydı. Tüm sinir uçlarım parmakları arasında bir ritme dönüştü.Topuklarımı yatağa bastırdım ve onu bilinçsizce üstümden itmeye çalıştım izin vermedi.

Dudakları dudakları üstünde durdu. "Şşşt şşt!" dedi sakinleştirmeye çalışır gibi. Oysa parmakları aynı ritimde hareket ediyordu. Sakin olmam mümkün değildi, yalnızca benimle oynuyordu.

"Sen benim aşil noktamsın." Hıçkırır gibi nefes aldım. Daha doğrusu nefes alamıyordum. Beynim uyuşmuştu.

Sadece ses tonu ve aynı ritimle vücudumu sarsan parmakları vardı. "Bunu bilen beni vurur." Ağzım açıldı. Gözlerim geriye doğru kaydı ama acımadı. "Sen hep beni vuruyorsun karım. Şimdi sana ne yapayım?"

Bir şey söyleyemedim çünkü dudakları dudaklarımı örttü. Çığlıklarım ağzında boğulana kadar kadar durmadı. Nefes almama izin verdiği vakit geri çekildi. Onu bulanık gözlerle izliyordum çünkü kendimi kaybetmiştim ve hala kendime gelemiyordum.

Kalan kıyafetlerimden, kendi kıyafetlerinden kurtulduktan sonra üstümde yükseldi.

Yüzüme baktı, gözleri ruhumla, vücudu vücudumla bütünleşti. Tek bir hamlede vücudumuzu, ruhumuzu bir bütün haline getirdi. Ben onda savruldum .O başını geriye doğru attı ve boğuk bir şekilde inledi bunu yaptıktan sonra. Onun bu görüntüsü yaşadığım her şeyden daha etkileyiciydi. "Cennet." dedi hırlar gibi.

Nefesim kesilir gibi oldu. "Senin için de dışında bir bana cennet." dedi. Gözlerimiz buluştu. Her hareket edişinde tepkilerimi bir kuyuya bürünmüş olan göz bebekleri yuttu. Hızlandı ve her hızlanışında bir katman daha okyanusun derinliğinde kayboldum. Adımı sayıklıyordu, adını sayıklıyordum.

"Lütfen," diyordum bilinçsizce. "Lütfen bırakma." Son demde iç güdüsel olarak bacaklarımı beline doladım ve parmaklarımı omurgasında dolaştırdım.

"Dur." dedi kendini kontrol edemiyormuş gibi. Bu onun zaafıydı, durmadım. Duramadım. Her şeyiyle ona ihtiyacım vardı. Başımı boynuna gömdüm ve onun yaptığı gibi dişlerimi tenine sürterek dudaklarımı boynunda dolandırdım.

Orada benim izim kaldı, tenimde ise onun izi. Öyle bir sıçradı ki yerinden yatakla birlikte bende sarsıldım. Son vuruşuyla birlikte her şey dağıldı sanki. Yükseldiğimiz yerden aynı anda çakıldık.

Çığlığımı teni yuttu. Boğuk sesini ise başını saçlarıma gömerek bastırdı. İkimiz de sırılsıklamdık. İkimiz de tükenmiştik. Ne olursa olsun yine de onu bırakmamıştım. Her şeyiyle tenimde var olsun diye bir kez daha kafeslemiştim onu.

"Bilerek yaptın." dedi boğuk bir sesle. Nefes nefeseydi. "Sen, sen," sanki dili tutulmuştu. "Bir çocuğumuz mu olsun istiyorsun?"

⚜🥳⚜

Buraya geldiyseniz dananın kuyruğunun kopacağını da anlamışsınızdır çiçeklerim.😎

Sizce neler olacak?😌

Siraç neden korkuyor?🤝

Elif korkularında haklı mı?🥺

Bu çocuk olayı nereye gitmekte?😏

Bu bölümün yargı reisi sizce kimdi?☄

Mehsa bu kadar soru sormayı nereden öğrendi? 🤣☄

Neyse neyse nasıl olsa artık o sınıra geldik, öğreniyoruz, öğreneceğiz çoğu şeyi!☄🥳🤭

Bir dahaki bölüme kadar kendinize çok dikkat edin. 🤩😍Hepinizin yüreğinden öpüyorum. Allah'a emanet olun!😍😘

Continue Reading

You'll Also Like

280K 10.1K 34
Esra'nın tüm hayatı, 15 yaşında annesini kaybettikten sonra başlamıştı. Yıllar boyunca okulunu dahi bırakıp tamamen, annesinden sonra hayata küsen ku...
5.2M 281K 29
Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar topar kaçan Kayra, birlikte old...
75.2K 4.3K 30
TAHASSÜR Cihan ve Kamerin hikayesi... Yıllar önce birbirine verilmiş sözler... Yıllarca birbiriyle kavuşmayı bekleyen iki insan yıllar sonra tekrarda...
262K 564 19
+18 içerir