toy boy | taekook

By wineanddawn

157K 14.2K 3.1K

taehyung ve jungkook birbirlerinin yan komşularıydı. there is no other universe then, stay with me texting +... More

uno
dos
tres
cuatro
cinco
seis
sieste
ocho
nueve
diez
once
doce
trece
catorce
quince
dieciséis
diecisiete
dieciocho
diecinueve
çokça minnetle, biraz da serzenişle dolu yazar notu
veinte (el final, part1)

veinte (el final, part2)

2.3K 229 129
By wineanddawn

Bu bölümde yaşanan olaylar tamamen hayâl ürününden ibarettir. Bazı psikolojik unsurlar ve psikolojik baskı içermekle birlikte sorun teşkil edebilecek davranışlar da bulunmaktadır. Tetiklenecek olanlara okumamaları önerilmektedir. Dikkate alarak okuyunuz.

İsterseniz başlamadan önce şarkıyı çevirisi ile birlikte dinleyin. Eminim öyle daha anlamlı olur bölüm.

Bu bölümden sonra bir bölüm daha gelecek. Asıl amacım bu bölümde bitirmekti fakat bazı yerleri Wattpad'in taslağımı silmesi yüzünden uzatmak durumunda kaldım. Bir yandan da iyi oldu çünkü diğer türlü kurgunun akışında kopmalar oluyordu. Bu yüzden finali üç part şeklinde yapıp bitirmeye karar verdim. Diğer bölüm son.

Yazar ve eser ismi belirttiğim alıntılar dışında tüm sözler ve yazılar şahsıma aittir.

Medya:
-Ghostly Kisses, A Different Kind of Love
-JONY, ты меня рано пленила
-Saturnus, All Alone
-Yasmin Levy, La Alegría
-Sade, Like a Tattoo

Keyifli okumalar!

...
__________

"Çünkü gerçekten en son ölen şey umuttu."

-Rezonans Kanunu, Pierre Franckh
__________
...

Yazardan, Taehyung

Üstü başı toprak olmuştu. Kıyafetini çırptıkça daha da toz bulaşıyordu ama pek oralı olmuyordu Taehyung zira yüzünü ıslatan gözyaşlarından zaten önünü göremiyordu, birkaç tozu umursayacak durumda değildi.

Arka bahçeye gömmeye karar vermişti. Yanında olsun istemişti. Arada yanına gidebilirdi. Belki de Amor'da her zaman koşturduğu bahçeye gömülmeyi isterdi, bilemezdi fakat Taehyung onun için burayı seçmişti. Pusetiyle birlikte gömmüştü kedisini çünkü Amor onun içinde uyumayı severdi. Toprağın soğuk olacağını bildiğinden üşümez diye de düşünüyordu.

Birkaç dakika bekledi kendince yaptığı mezarın başında. Küçücük olmuştu. Etrafını da taşlarla kapatmıştı. Üzerine de uzun ama mezara uygun bir tahta dikmişti ve tahtaya da Amor'un boynuna bağladığı kurdelelerden bir tanesini bağlamıştı. Ondaki gibi olmamıştı, hiç olmamıştı.

Durdukça ağlama isteği geliyordu, ağlama isteği geldikçe de içinde anlam veremediği bir his oluşuyordu. Onu boğan ve boğazındaki yumruyu büyüten bir histi. Adlandırması ya da ifade etmesi zordu ama çok berbat bir duygu olduğu ortadaydı. Taehyung'un endişe duymasına neden olacak bir dürtü gibiydi

Pusetle indiği merdivenleri kolları bomboş bir şekilde çıktı. Kalbine bir bıçak saplanmış gibi hissediyordu fakat bu hissin altında bambaşka şeyler vardı. İsmi yoktu, ne olduğunu Taehyung da çözemiyordu fakat öğrendiğinde kendini kaybedeceği açıktı. Taehyung bu kez göreceklerini sakin karşılayamayacaktı.

Evlerinin önüne geldiğinde biraz önce durmaya yüz tutmuş yaşlarını yanaklarından bir bir dökülmeye başladı. İçindeki hissin kuvveti arttıkça göğsü ağrıyordu ve bu his Taehyung'u hem korkutuyor hem de kaygılanmasına neden oluyordu. Anahtarı deliğe sokup çevirdiğinde kapıyı açtı ve hemen içeri girdi. Üstünde çok fazla toz vardı ama buna zaman ayırıp düşünecek kadar iyi hissetmiyordu. Odalarına doğru yürüdü. Kapalı kapıyı açtığında yatakta uyuması için bıraktığı sevgilisini göremedi. O an anladı Taehyung; o berbat hissin sebebini, gözyaşlarının kaynağını, zihnindeki tilkilerin kurnazlığını ve ona fısıldayan sesin acımasızlığını.

Yatağın önünde durduğunda komodinin üzerindeki kağıdı gördü. Jungkook'un el yazısıyla yazılmıştı ve yer yer mürekkep kaymıştı. Bazı yerlerde ise mürekkep ıslanmış gibi etrafa bulaşıp yayılmıştı. Kağıdı eline alır almaz kaçınılmaz bir şekilde o dehşeti hissetti; onu felakete sürükleyecek duygu damarlarında akmaya başladı.

Yatağın kenarına çöktü, Jungkook'un yattığı kısımda oturuyordu ama sıcak değildi. Korku, dedi içinden bir ses. Korku büyük bir ceza. Zihnini susturmaya çalışmadan okumaya başladı kağıtta yazanları ama her kelimede genzine tırmanan kusma hissiyatı midesini altüst etti. Ağrı, endişe, korku, acı, hüzün, sancı, keder... Tüm zararlı duygular göğsüne kafeslemişti.

"Sevdiğime,

Eski bir fotoğraf karesindeki detaylar her şeyi göstermez. Arkasında başka hayatlar olabilir ya da o fotoğraftaki hayatlar çoktan bitmiş de olabilir. Tıpkı insan duyguları gibi, değil mi?

Mesela bir gülüşün arkasında keder gizlenebilir, mutluluğun gerisinde nefret olabilir, aşkın ardında bencillik de saklanabilir ya da umudun yerine aslında karamsarlık hakimdir. Belki de o umut çoktan bir çaresizliğin işaretidir zira umut zaten çaresiz bir durumun tek kurtarıcısıdır. Çaresizliğin tutunduğu tek daldır. Bendeki ölüm arzusunun önünde duran umut gibi.

Umut, kaçarı olmayan uçarı bir beklenti. Umut, ölüye bile yaşam hayâli kurdurabilecek bir çaresizlik. Umut, bana yaşayabileceğimi zannettiren ağır yüklü bir beklenti.

Biliyorsun sevdiğim, insanlar bazen içinde olduğu duruma çözüm bulamayacak kadar diptedir. Kurtarıcı bekler, dua eder, yalvarır, yardım için dilenir hâle gelebilir, özünü kaybedebilir, hatta ve hatta ölüm gözlerine güzel görünür duruma gelebilir onlara. Nerden biliyorum, biliyor musun? Evet sevdiğim, biliyorsun. Umut da böyle zamanları katlanabilecek kılan yegane duygudur işte. Tıpkı senin gibi.

Çok güzel şeyler yaşamadık mı sence de? Ne güzel sevdin beni, ne çok sevdim seni. Her ânımız, her hatıramız içimde, göğsümün tam solunda, sana ayırdığım yerde. Başka kimsenin bir kez daha doldurmamayacağı o mahzende. Ne kadar kısa zaman geçirsek de...

Nasıl başlayacağımı bilemediğimden söyledim bunları. Hem biraz gerçek hem de biraz acı. Aslında seni sevdiğimi söyleyerek başlamak daha cazip geldi ama bu mektubun sonunda olacaklar yüzünden ve hayatın bana uygun göreceği kararı kestiremediğimden emin olamadım. Bu yüzden sevdiğim, sana yalnızca umudun her zaman yeterli olamayacağını söylemek istiyorum. Biliyorum, fazla acımasız bir başlangıç ama benim ömrümde umut, fazla uçarı bir beklenti.

Sevgilim, sevdiğim, canımın içi... Yetmeyen sıfatlar var sana, yetmeyen duygularım var, açıklayamadığım düşüncelerim var. Hepsinde de aynı şeyi hissediyorum: aşkı sezinliyorum. Tarifi olmayan, hem güzel olan hem de bazen kalbi acıtan o duyguyu. Sen duygusunu.

Aşkı seninle anlamışım ben. Öncesini yok etmişsin, sen varken aslında hiç var olmamış geçmişim. Duygularımdan yoksun, darmadağınık ve epey karmaşık geçirdiğim o altı senenin ilacıymışşın; saf umudum, tüm beklentimmişsin. İyileştiğimi sandığım her günün uyuşturucusu senmişsin. İyileştiğimi sanmışım. Biliyorum, bunlar kalbini acıtacak ama doğrularım bunlar. Benden istediğin buydu. Dürüst olmamdı. Sana hakikati anlatıyorum şimdi.

Yaşayamadığımız çok şey var ama yaşadıklarımız da yok sayılamayacak kadar. Düşünüyorum... Altı sene önce hissettiğim o duygu aşk değilmiş. Aşkın peşinden sürüklenen bir his vardır ya hani, heyecan, benim hissettiğim heyecanmış. Heyecanla baktığım o gözlerin bir çift yalandan oluştuğunu gördüğüm vakit anladım. Seninle tanıştığımda da ne olduğunu öğrendim. (Anlamak ile öğrenmek farklı anlamlardadır.) Gözlerinden değil de kalbinden hissettiklerimle öğrendim. Aşkı senin yüreğinle öğrendim.

Biliyorsun ki hakikat ne kadar doğruysa o kadar acıdır hissettirdikleri. Bazen iyi hissettirmeyebilir sana öğrettikleri, bazen kırıp dökecek kadar yıpratır seni. İyi dinle bitanem. Şimdi öğreneceksin asıl gerçeğimi.

Doğru, aşk denen duyguyla seninle birlikte tanışmak bendeki o altı senenin açtığı, kanattığı ve zorla beni mahkûm ettiği yaraların acısını aldı götürdü ancak senin bende yarattığın uyuşturucu etkisiyle beni izlerin iyileşeceğini söylereyerek inandırmış olman ya da bir şekilde benim onları göz ardı etmem bu mektubu yazmaya ittirdi kendimi, kafamdaki ölüm fikrini defalarca düşünmeme neden oldu. Galiba içimde varmış. Belli ki ben aslında hiçbir zaman iyileşmeyi kabul etmemişim. Edememişim. Anlıyor musun? Bir insanın içinde inanç yoksa Tanrı'yı ona var olduğunu kabul ettirebilir misin? Lütfen, lütfen kendini suçlama sevgilim. İnsandan alınan bazı şeyler ondaki inancı tüketebilirmiş. İyileşemeyince fark ettim."

Taehyung durdu. Nefesi kesildi. Bacaklarındaki tiremenin nasıl da deprem etkisi yarattığını duyumsayabiliyordu. Saf korku. Saf endişe. Sahte umut.

Okumak istemedi mektubu. Yatağa gelişigüzel fırlattı. Ayaklanmaya çalıştı fakat başı öyle bir dönüyordu ki yer sarsılıyordu. Bu hissi defalarca duyumsamış olmak damağında iğrenç bir tat bırakmış ve yine bu tadı alıyor olması sanki ağzının içinde yer etmiş gibi düşüncesinde belirmişti.

"Odada yok," dedi sendelerken. "Odada değil. Jungkook... Nerede ki? Gitmemiştir o. Gitmez." Düşer gibi olduğunda toparlanmaya çalışırken hemen elini yanındaki beyaz duvar yasladı fakat istediği gücü o duvardan alamazdı. Taehyung Jungkook'un yanındaki varlığıyla ayakta kalabiliyordu ancak şimdi zihninde dönen düşünce onun gitmiş olmasıyken tüm dayanağını kaybetmiş olduğu gerçeği ayakta durmasını engelliyordu

"Beni bırakıp mı gitti?"

Başını kaldırdı çaresizlikle. Terk edilmişlik hissi onu kasıp kavururken banyoya kaydı bakışları. Geçen hafta yaşananlar zihnine tek tek sızdı. Kan, çığlıklar, soğuk bir ten, yavaşlayan nabız, demir kokusu, yarı ölü sevdiği adam. "Hayır," dedi. "Hayır Jungkook. Yine yapmamış ol. Ne olursun bana bunu yeniden yaşatma." İçinden sonuna kadar inkâr ettiği gerçek, zihninde ona çoktan gerçekleştiğini fısıldarken eli titreye titreye kapıya tutundu. Ağzında o iğrenç asit tadı, kulaklarında ise tiz bir uğultu, bedeni soğukta kalmış gibi tir tir titriyordu ama Taehyung üşümüyordu. Sadece Jungkook'un varlığının hissi kaybolmuştu.

Kapıyı açtı. Ürkek bakışları etrafı taradı. İlk önce o tanıdık kokuyu aldı: kan kokusu. Sonra ayak ucuna ulaşan o kırmızılığı fark etti. Küvetin önünde, bedeni boylu boyunca serili sevgilisi, sevdiği adam, Jungkook. "Jungkook!" diye bağırdı. "Jungkook!" Koşarak yanına ulaştı, eli ilk nabzına gitti. "Yapma sevgilim. Uyan ne olur." Bileğinden akan kanın yerde oluşturduğu birikintinin üzerindeydi dizi. Son üç haftada hiç görmediği kadar kan görmüştü ve çoğu sevgilisine aitti. Yaşları gözlerinden sağanak gibi akarken hâlâ uyanacakmış gibi sarsıyordu Jungkook'u ama o çoktan bir köprünün üzerinde gitgellerdeydi.

Taehyung kendi feryatları yüzünden çalan kapıyı duymuyordu. Kapının dışında büyük bir hengâme vardı. Mingyu, Woozi ve Yunjin buradaydı ve Taehyung'un çığlıklarını duyabiliyorlardı. Hepsinin ürkek ve çekingen bakışları kapıdaydı ama hiçbir şekilde açılmadığıdan son çareyi kapıyı kırmakta bulmuşlardı. Woozi ve Mingyu aynı anda koşarak kapıya vuruyorlardı omuzlarıyla. Kaç kez yaptıklarını saymadan defalarca deniyorlardı şanslarını. En son Mingyu kapının kilidini kırmayı denediğinde ve Woozi de son vuruşu yaptığında kapı ardına dek açıldı. Hiç beklemeden üçü de holden geçip Taehyung'un çığlıklarını duyulduğu banyoya koştuğunda gördükleri görüntü yüzünden yeniden şok oldular. Taehyung'un göğsüne sokmak istercesine çekiştirirken yerde kanlar içinde yatan Jungkook... Hepsinin ağzı bir karış açık ve gözleri ufaktan yaşarmaya başlamıştı. Ne yapacaklarını bilemez halde, endişeden hızlanan kalpler. Hepsinin elleri şaşkınlıktan beş karış açılmış ağızlarının üzerindeyken Woozi aralarından en hızlı şoktan sıyrılan olduğunda ambulansı aramak için telefonunu açtı. Numarayı tuşladıktan neredeyse beş saniye sonra karşı hattan gelen onaylama sesiyle adresi verip aceleyle durumu anlattı.

Taehyung'un, Jungkook'un önceki intihar girişiminde kendini kontrol altına alıp defalarca durumu kurtarmaya çalışması, her zaman soğukkanlı olması sevgilisinin şimdiki umutsuz durumunu görmesiyle yok olmuştu. O eski sakin kişiliğini kullanamıyordu zira Jungkook'un elinde gördüğü ilaçlar yere saçılmış, bileğindeki kan ise banyonun içinde neredeyse küçük bir birikinti oluşturmuştu.

Göğsünün ne zamandır kafeslediği duygularu bırakıyordu şimdi. Taehyung onları iyi taşımıştı ama duygular taşmıştı. Artık istese de onları ne geri toplayabilir ne de aynı kayıtsızlıkla karşılayabilirdi.

"Mingyu..." dedi kesik kesik Taehyung. "Ne olur..." dedi yeniden. Bu çaresizlik belli ki hâlâ göğsündeydi. "Ne olur bir şey yapın. Gitmesin." Çığlıkları yüzünden kısılmaya yüz tutmuş sesi, canı yandığından göğsüne sokmaya çalıştığı sevgilisi, ağlamaktan kıpkırmızı kesilen gözleri... Görülen tek şey buydu. Kıyafetleri Jungkook'un kanına bulanmıştı. Üzerinde onun beyaz tişörtü vardı ve şimdi kırmızı kan yüzünden omuzlarında, tam sol tarafında ve sırtının arka tarafında kırmızı kan lekeleri vardı. "Yunjin." dedi bu kez. "Ambulans... Çağırın." Sesi kısık kısık çıkıyor, nefesi ise çığlıklarını bastırmak istercesine kesiliyor ve boğazında tıkanmasına neden oluyordu. Taehyung şu an en büyük işkencesini çekiyordu.

"Geliyor." dedi Woozi. "Aradım ambulansı Taehyung. Gelecekler." Taehyung duyduklarının ardından bir kez daha bağırdı. Bağırışı çığlıklara, çığlıkları ise gitgide feryada dönüşüyordu.

"Jungkook, ne olur gitme." dedi. "Orası boşluk. Hiçbir şey yok orada. Kimse yok. Anılar yok. Ben yokum."

Aklına ona sorduğu intiharla ilgili sorusu geldi. Onun anlattığı şeyler hep zihninin bir köşesinde, kelimesi kelimesine kazınmıştı. Jungkook onun zihni gibiydi. Her şey ondan ibaretti.

"Elin sevgilim, ne yaptın?" Şaşkınlık dolu sesi merakla karıştığında Jungkook yine gülümsedi. Hâlâ yüzü avuçları arasındaydı. "Canını mı yaktın?" Cevap vermedi. Başını yana eğip yeniden sordu. "Kendine zarar mı veriyorsun?" Başını iki yana salladı Jungkook. "İntihar etmeye mi kalktın?" Hayır dercesine yukarı kaldırıp indirdi başını. Taehyung derin bir nefes çekti ciğerlerine ve yanaklarında duran ellerin üzerini kendi elleriyle kapattı. Kafasını yan çevirip avcunun içinden öptü birkaç kez.

"İntihar böyle edilmez," dedi Jungkook uzun süreli bir sessizliği ardından Taehyung'u bacakları arasında sıkıştırırken. "İntihar etmek isteseydim seni sevmekten vazgeçerdim. Gerçi o zaman ölmüş olurdum zaten." Dudaklarına yayılan gülüşü silmeden devam etti. "İntihar etmek isteseydim yanında da olmazdım. Gerçek intihar sevdiklerinden uzakta yapılır ama ben senin yanından ayrılamıyorum. Kopamıyorum sol yanından." dediğinde işaret parmağıyla göğsünün soluna dokundu. Taehyung'un saçlarını karıştırdı ve alnından öptü bir kez daha. Bugün onu öpmeye doyamıyordu. "Eğer intihar etmek isteseydim seni öpemezdim de çünkü biliyorum, teninde çok iz bırakmış olurdum ve ben o izlerin sahibi olarak seninde benim peşimden gelmek isteyeceğini biliyorum."

Taehyung sesi mırıltı gibi çıkarken kucağındaki Jungkook'un duyamayacağını bile bile aynı zamanda korka korka "Beni," dedi yutkunurken. "Sevmekten vazgeçemezsin ki sen."

Gerçek intihardan bahsetmişti Jungkook. Sevdiklerinden uzakta yapılır demişti, seni sevmekten vazgeçerdim demişti, senden uzakta olurum demişti, tenine iz bırakmazdım demişti ama Jungkook daha uzağa gitmemişti ki. Taehyung'un peşinden geleceğini bilerek yapmıştı yapacağını. Zaten bilinci kapanmdan önceki son sözleri de ona dokunmaktan yanaydı. Öpmek, sarılmak, koklamak isteyerek, bunun pişmanlığını duyarak gözleri kapanmıştı. Taehyung'un aklında yine o anları belirdi. İster istemez Jungkook'un ondan vazgeçtiğini düşünüyordu fakat aklına dolan bu anı, onun umudunu büyütüyordu.

"Hayır," diye karşı çıktı Taehyung anında sinirle. "Öyle bir şey yapmazdım. Aksine burada kalırdım, seni yaşatmaya devam ederdim çünkü biliyorum, benim sevgilim unutulmak istemez." Jungkook gururla başını aşağı yukarı salladı. Taehyung'un böyle bir şey yapma olasılığını ölçmek için söylemişti bunları. Eğer öyle bir şey yapsaydı tepkisi ne olurdu? Eğer onu bırakıp gitseydi onunla buluşmak uğruna arkasından gelir miydi?

Taehyung duraksadı. "Gelirim." dedi kesin ve sert sesle. "O zaman bunu yapacağını bilseydim gelirim derdim." dedi. İleri geri sallanıyordu. Güçsüzdü, ayağa kalmayacak durumdaydı, hâli bile kalmamıştı ama Jungkook'u göğsünden almaya kalkışsalar onları itecek kadar büyük bir öfkeyle karşılık verirdi. "Jungkook..." diye fısıldadı kulağına. "Gitme. Gidersen peşinden gelirim ama orada ikimizde birbirimizi göremeyiz. Sence," dedi dudakları titrerken. "kapkaranlık bir yerde bir insan mutlu olabilir mi?"


Arkada konuşmalar oluyordu. Woozi de, Mingyu da, Yunjin de ne gerkiyorsa yapıyorlardı. Ama ambulans hâlâ ortalıkta yoktu. Hepsi ulaşabilecekleri her yere ulaşmayı deniyorlardı, arayabildikleri ne kadar görevli ve yetkili varsa aramışlardı ancak ambulansın sesi bile duyulmuyordu.

Eğer ilaçları içmemiş olsaydı belki bir umudu olurdu Taehyung'un. Ne de olsa önceden yaralarını saran, ilk yardımı bütün sakinliğiyle yapan oydu ancak Jungkook'un ne kadar ilaç içtiğini bimiyordu bu kez, basit bir yarası da yoktu sarabileceği. O ilaçları ne zaman alıp sakladığını ya da bu intiharın ne zamandır planladığını da bilmiyordu ve bunu fark etmemiş olması onun vicdanını acımasızca onu suçlayarak konuşmasına neden oluyordu.

Taehyung hâlâ ileri geri sallanıyor, Jungkook'a anlamsız mırıltılarla fısıldıyordu, ne dediği anlaşılmıyordu. Ağzından duyulan tek kelime "Jungkook"tu. Sanki bildiği tek hece onun ismiymiş gibi durmadan sayıklıyordu. Başına, öpücükler konduruyor, kollarını daha da sıkarak ona güvende olduğunu hissettirmek istercesine sarılıyor, boynundan o en tatlı kokuyu soluyordu. Taehyung'un kesik nefeslerine ilaç oluyordu. Bir kez daha doyasıya sarıldığında Jungkook'un bedeninde hareketlilik fatk etti. Göğsünden uzaklaştırdığında uyandığını sandığından içinde büyük bir mutluluk vardı fakat Jungkook titriyordu. Taehyung girdiği şok yüzünden kendinde değildi ve bu olayın ne olduğunu aklı ermiyordu, daha doğrusu kavrayamıyordu zira içinde olduğu bu durumda Taehyung ilk kez büyük bir çöküşün eşiğinde gitgel yapıyordu. Aklını kaybetmek üzere olan bir hasta gibi zihninde voltalar atıyordu. Telefonla konuşup hâlâ ambulansın gelmediğinden şikayet esip bağırıp çağıran Yunjin'e döndü. "Yunjin," dedi gözleri yaşlı yaşlı parlarken. "Jungkook üşüyor." diye ekledi masumca, oysa farkında değildi gerçeğin; Jungkook nöbetin eşiğindeydi. Yunjin duyduğu cümleyle telefonu kulağından uzaklaştırıp Taehyung'a baktı ve Jungkook'u gördü, sinirle ağzından küfür yuvarladığında Jungkook'un sandığının aksine bir titreme içinde olmadığını anladı.

Evin girişinde ambulansın o tiz siren sesi duyulduğunda hepsi şükür ediyorlardı fakat Taehyung küçük bir çocuk gibi ne olduğunun farkında olmadan yalnızca sevgilisine bakıyordu. Sanki her şey aklından bir anda uçup gitmişti; ne adı, ne şu an içinde olduğu durum, ne de başından beri yaşadığı hayat. Hepsi aklından tek tek silinmiş gibiydi. Taehyung şiddetli bir korku yaşıyordu.

Banyoya giren sağlık ekipleri yerde yatan bedene yönelip almaya yeltendiklerinde Taehyung avazı çıktığı kadar bağırdı. "Hayır!" dedi bağırmaktan kısılan sesiyle. Görevli Taehyung'u çekmeye çalıştıkça Taehyung daha çok sarılıyordu Jungkook'a. Durmadan yalnızca hayır diye bağırıyor, sevdiği adamın hâlini unutmuş gibi onu götürmelerine engel olmaya çalışıyordu.

Mingyu Taehyung'un Jungkook'u bırakmayan kollarını tutup kendine çektiğinde ve sakin olması için sarıldığında Taehyung Mingyu'nun sırtına ve göğsüne tüm gücüyle vurmaya başlamıştı. "Bırak!" diyordu. "Jungkook'u alıyorlar! Bırak!" Ağlayışları çığırışlara dönüşürken kısık çıkan sesi de yavaş yavaş yok oluyordu. Dudaklarından dökülen tiz sesinde yalnızca sevgilisinin adı vardı.

Sağlık ekibi Jungkook'un bedenini sedyeye yerleştirip evden çıktıklarında ambulansa doğru yöneldiler. İçlerinden bir görevli "Hastaneye yetişemeyiz." dedi. "Ne yapacaksak ambulansta yapalım. Hastaneye kadar dayanamaz." Yunjin onların konuşmalarını duyuyordu ve içinde büyük bir korku alevleniyordu. Düşüncelerinin içinde ölecek korkusu hakimken kendi yaşlarının aktığının farkında olmadan sessizce arkadan Jungkook'un ambulansa bindirilen solgun yüzünü ve her şeyden habersiz bedenini izliyordu.

Taehyung ağzında Jungkook'un ismiyle ağlarken Mingyu'nun kollarından sıyrılıp evden çıkmak için ayaklandı fakat bacaklarında ne derman vardı ne de onu taşıyacak kadar sağlam hissediyordu, sanki tüm takâti çekilmişti. Koşarak aşağı indiğinde ambulansın içindeki sevgilisinin yarı ölü bedenine doğru ilerledi ancak hemen durdurlar Taehyung'u. Onları itmeye çalıştı, omuzlarına vurdu hıncını almak ister gibi, bağırdı boğazı acıyana kadar; içeri girmek istedi ama ambulansın kapısını kapattılar. Taehyung hızını alamamış gibi ambulansın kapısına vurmaya başladığında bu kez Yunjin durdurdu onu. Yere çöküp kolları arasına aldı. Usul usul saçını okşadı. Omuzlarını sıvazlayıp ağlamasının şiddettinin dinmesi için "İyileşecek." diye fısıldadı birçok kez ama Taehyung o konuştukça ağladı, bağırdı, kesilen nefeslerini umursamadan canı çıka çıka çığlık attı, Jungkook'un ismini sayıkladı. Boynunda hissettiği ince bir sızıyla Yunjin'in görüntüsünün kaybolduğunu gördü. Gözünün önünde dalgalandığını sandı ancak sakinleştirici yapılmıştı daha fazla kendini kaybetmemesi için. Görüşü gitgide saydamlaştı, soldu ve yok oldu. Taehyung sevdiği adamın ondan uzaklaştığını gördü. Birbirlerine bağlı olan ip aralarındaki mesafeyle iyice gerildi. Elini ona uzatıyormuş gibi ileri adım attığında bir boşluk gördü. Adımları durdu ve boşluktan geri çekildi. İpin kopmasına ramak vardı.

🎀
__________

"O kadar çok hayal kırıklığına uğradım ki, artık umut etmek istemiyorum."

-Kırlangıç Çığlığı, Ahmet Ümit
__________

🎀

Ambulansta her şey, her hareket ve her vakit kritikti. Jungkook'un midesini yıkamaya çalışıyorlardı. Lityum zehirlenmesi yaşıyordu ve o titremeler yüzünden komaya girmemesi için durmadan, tüm çabalarıyla, güç sarf ederek uğraşıyorlardı. Bir yanda da kolundaki kesikten akan kanı durdurmaya çalışıyorlardı fakat en zoru buydu; kanın akışı yavaşlıyordu ancak Jungkook çoktan epey kan kaybetmişti. Beti benzi solmuştu, benbeyazdı teni, damarlarının içinden tüm kanı çekilmiş gibiydi.

"Nabzı düşüyor." dedi doktorlardan biri. Makineden gelen sesin acımasızlığı kulaklarında yankılanıyordu Jungkook'un. Canı acıyordu. Bileğindeki yara değildi sebebi; Taehyung'u bırakmayı kabullenmişti, onu terk etmeyi göze almıştı, sevmekten vazgeçmemişti belki ama Taehyung'a bunu hissettirmişti, Taehyung bunu hissetmişti.

Mingyu ambulansın yanında, pencelerden içeriyi görmeye çalışıyordu. İçeriden sesler bile duyulmuyordu, camlar blurluydu ve kaplama vardı, yine de tüm şansını deniyordu. En sonunda kapı açıldı. Koşarak açılan kapıdan çıkan doktorun yanına gidip konuşmasını bekledi. "A Rh+ kan," dedi kadın. "Acil lazım. Tüm tetkikler için hastaneye götürmemiz gerekiyor. Durumu maalesef hâlâ kritik. Lityumu aşırı kullanımdan zehirlenmiş ve maalesef komaya girme ihtimali var, bu yüzden hastaneye götüreceğiz. Siz de ona uygun kan bulun. Bir kişinin gelmesini rica edeceğim." deyip Woozi'nin arkadan gelen bedenini gördüğünde arkasına döndüğü gibi ambulansa bindi doktor. Woozi de peşinden ambulansın ön koltuğuna doğru ilerleyip araca bindiğinde yaklaşık bir dakikanın ardından ambulans hareketlendi. Mingyu, Yunjin'in kollarında yatan Taehyung'a baktı. Derin bir iç çekti. Korku, endişe, pişmanlık her yanı sarmıştı ve asıl duygu, herkesin de içinde olduğu belirsizlik duygusuydu.

🤍

Taehyung hastanede sedyenin üzerinde baygın yatıyordu, gözleri kapalıydı ve kolunda Jungkook için verdiği kanın dolduğu torbanın hortumu bağlıydı. Kendi kanının aktığı o şeffaf torbaya bakıyordu fakat gördüğü ne o kırmızı kan ne de koluna bağlı serum hortumları değildi; baktığı yerde Jungkook'un kanı vardı, kendi haykırışları vardı, okuduğu o satırlar ve sevdiği adam ile olan anıları vardı.

Taehyung'u bir odaya almışlardı. Ne yapmış etmiş kan vermek için doktorları ikna etmişti. Herkes, Woozi'de dahil olmak üzere, başta itiraz etmişti, baygınlık geçirdiğinden olmaz demişlerdi ama Taehyung o kadar uzun süre darlamıştı ki onları sonunda kabul etmek zorunda kalmışlardı. Sadece bir süre bekletmişlerdi ve kan almak adına işleme başlamışlardı.

Woozi dışarıda, yoğun bakımın önünde doktorlardan haber bekliyordu. Odada Taehyung'un yanında ise Yunjin ve Mingyu vardı. Kimseden çıt çıkmazken bir tek kanın yavaş yavaş dolduğu torbanın ağırlığını ölçen aletten tık tık sesi yükseliyordu. Taehyung hâlâ geçirdiği krizden dolayı sessizdi. Konuşmak istese bile boğazına batan dikenlerden dolayı sesi yok gibiydi. Gözlerinde henüz yerini koruyan kırmızılıklar ve koyu mor halkalardan dolayı da onları aralayamayacak kadar ağrısını hissedebiliyordu.

Birden Woozi odaya girdi. Yüzünde ağlamaktan kızarmış bir ifade varken dudaklarına da yoğun bir titreme hâkimdi. "Doktor," diyebildi. Gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. Hızla avuç içiyle gözlerini sildi ve Taehyung'a döndü. "Doktor seninle konuşacakmış." dedi. Ardından Yunjin ve Mingyu'ya bir bakış atıp çıkmaları için baş hareketi yaptığında birbirlerine ürkek bakışlarını atarak odadan çıktılar.

Woozi'nin peşinden bir hemşire girip Taehyung'un kolundaki hortumunu söküp çıkardı. Hemşire yandan kısa bir bakış attığı gibi kan torbasını da alıp hasta odasından çıktı. Woozi hâlâ orada bekliyor, Taehyung'un meraklı bakışlarına denk gelmemek için her yere bakıyordu. Doktorun gelmesini bekliyordu çünkü Taehyung'un soru sormasını, ona bakarken ağlamasını görmek istemiyordu. O sorulara cevabı da, o bakışlara iyi bir karşılığı yoktu.

Doktor elinde birkaç kağıtla içeri geldi, diğerinde ise bir iğne tutuyordu. Woozi doktor içeri girince hemen kapıyı kapatıp dışarı çıktığında odaya girdiğinden beri hâkim olmaya çalışıp beceremediği yaşlarına daha fazla akması için izin verdi.

Taehyung ona yaklaşan doktorun karşısındaki sandalyeye oturmasını izledi. Ağır ağır hareket ediyordu doktor. Elindeki kağıtlara bakıyor, sonra da Taehyung'a bakıp yeniden derin bir nefes alıyordu.

"Ne oldu?" dedi Taehyung merakla. Sesi oldukça boğuk ve zor çıkıyordu dudakları arasından. "Bay Kim," Doktor kağıtlara bakarken Taehyung'un yüzüne gözlerini değdirmeden konuşmaya devam etti.

"Jeon Jungkook'un yakınısınız değil mi?"

"Evet," dedi hiç beklemeden. Konuşurken boğazı acısa da kendini konuşmak için zorluyordu.

"Lütfen soracağım sorulara kesin ve doğru cevap verin." Doktor, Taehyung'un karşısındaki koltuktan kalktı. Gözü kan alınan kolundan akan kana takılmıştı. Silmek için eline pamuk aldığında diğer elinde duran sakinleştirici iğneyi de Taehyung'un başının üzerinde asılı olan serum torbasına eklemek için bekletiyordu zira henüz ihtiyaç yokmuş gibi gözükse de ilerleyen dakikalarda gerekecekti.

Pamuğu kolunun iç kısmına bastırıp tutması için Taehyung'a bıraktığında geri çekilip yaşadıklarının ardından kan verdiğinden iyice gözlerinin ışığı sönen bedene baktı. Kalktığı yere geri oturdu ve duruşunu dikleştirdi. "Yakını olduğunuz hastanın ne zamandır ilaç kullandığı hakkında bilginiz var mı?" Taehyung ilk önce doktorun mimik oynamayan suratında gezdirdi gözlerini, ardından gerginlikle yutkunup içine yayılan endişenin onu nasıl etkisi altına aldığını hissetti. "Altı sene." dedi kesin bir ifadeyle, duygularını saklamaya çalışıyordu. Doktor elindeki kağıda bir şeyler yazdı. Ardından tekrar sordu: "Peki bu altı sene boyunca yapması gerekenleri, yani terapi olsun, kullanmak zorunda olduğu ilaçlar olsun, hepsini yerine getirdi mi?" Duraksadı Taehyung. Jungkook'un o altı sene içinde ne yaptığını bilmiyordu. Geçmiş seneleri hakkında pek bir bilgisi yoktu ancak ilaçları düzensiz kullandığını ve terapilerini de aksattığını biliyordu. Cevap vermek yerine bekledi ve içini kemiren ve aklını kuşatan sorusunu sorup korkarak beklemeye başladı. "Jungkook'a bir şey mi oldu?" Doktor istifini bozmadan ve meslek etiği gereğince "Sorduğum sorulara yanıt verdiğinizde durumu hakkında gerekli bilgiye vereceğim ancak ilk önce cevaplayın." Taehyung korkunun yanında alevlenen öfkeyi hissetti. Avcunu sıkıp sakin kalmaya çalışırken "İlaçlarını çoğu zaman düzenli kullandı ancak bazı zamanlarda hiç kullanmadığından çok nöbet geçirdiği oldu. Terapilerini de hep aksattı. Hatta neredeyse hiç gitmedi. Genelde abisinin yanında olurdu terapi günlerinde." dedi tane tane. Genzinde canını yakan bir yanma hissi vardı. Ağlamamak için kendini tutuyordu ve bir yandan da gün içinde olanlar yüzünden boğazı tahriş olmuştu, yanma hissi de ister istemez durmadan yutkunmasına sebebiyet veriyordu.

Doktor yüzüne bakmadan yalnızca başını aşağı yukarı salladı. Elindeki kağıda yine bir şeyler yazdıktan sonra mavi dosyayı bir kenara bıraktı. Ardından içeri bir hemşire girdi. Doktor, haberdarmış gibi elindeki sakinleştiriciyi arkasında bekleyen hemşireye uzattı. Taehyung'a döndü. Bu kez tam gözlerinin içine bakıyordu.

"Bay Jeon ne yazık ki komaya girdi."

Taehyung sadece baktı. Uzunca bir süre doktorun ağzından çıkan o kelimeleri düşündü. Gözlerini kırpıştırdı. Elini kaldırıp gözünden akmak için hazırlanan yaşına engel olabilecekmiş gibi usulca sildi. Zorlukla yutkunduğunda karşısında duran doktorun ona acıyarak bakan ifadesinde göz gezdirdi ve yüzünü buruşturdu istemsizce, en nefret ettiği bakıştı bu son zamanlarda. O da, aynı şekilde doktora bakmaya devam etti ama yüzünde duygularını kapatan büyük bir maske gizliydi. Yattığı yerden kalktı ve kapıya doğru ilerlemeye başladı. Çok tepkisizdi. Hareketleri duydukları için fazlasıyla anormal ve ayrıca beklenmedikti.Doktor bile Taehyung'un kendini kaybedeceğini düşünüp yanına sakinleştirici alıp gelmişti fakat o, oldukça garip bir şekilde tamamen yorgunca tepkisizdi. Aslında bu, bir tür donma tepkisiydi. Onca olandan sonra vücudu, duyguları ve hırpalanan ruhu cevap verecek durumda değildi duyduklarına. Ve kimse bilmiyordu; Taehyung'un içinde kopan fırtınalar çoktan her yeri dağıtmıştı ve dağılan bir şey yeniden dağılamayacak kadar harabe haldeyse yalnızca oradan oraya savrulabilirdi. Başka hiçbir şey olmazdı ancak savrulanlar ortalığı yıkardı, savruldukça kaybolurdu.

Arkasında hareketlenen doktora ve hemşireye dönmeden kapıyı açtığında dışarıdaki beklemek için yerleştirilmiş sandalyelerin üzerinde birbirlerine bakmadan ağlayan ve kahrolmuş bedenleri gördü; Mingyu, Yunjin, Woozi. Hepsi açılan kapının sesiyle Taehyung'a döndüğünde haberi Taehyun'dan önce öğrendiklerinden gözleri kıpkırmızıydı, omuzları çökük, yüzleri asık, bedenleri ise epey yorgun ancak tam önlerinde dikilen Taehyung'un ne gözlerinde fer vardı, ne dik duracak omuzları, ne bir duyguyu anlatacak ifadesi, ne de yorgunluğunu paylaşacak bir vücudu: Taehyung fazlasıyla ölü bir durumdaydı.

Bakışlarını karşısındaki üçlüde gezdirdi. Tek tek baktı suratlarına bir şey görmek ister gibi. Umut. Tek istediği bir parça umuttu. En kırık zerresi bile olurdu. Başını iki kez yana salladı kendi içinde reddettiği şeye karşı. Hayır, dedi iç sesi. Hayır. Ben artık umut etmek istemiyorum. Gerçeğe ihtiyacım var. Taehyung başını yana eğdi doğru olup olmadığını sorgulayarak. Yunjin'e baktı bunu yaparken. Yunjin başını öne eğdi suçlu gibi. Ağlayacağını belli eden bir hıçkırık döküldü Taehyung'un dudakları arasından, reddettiği şeye karşı bir kabullenme eşiğindeydi. Woozi'ye döndüğünde zaten ona bakan gözlerden sadece yitik bir cevap alabildi. Sanki, Bırak artık, diyordu. Umut, buradan sonra işe yaramaz. Woozi'nin yanında oturan Mingyu ile göz göze geldiklerinde güçlükle kırpıştırdığı kirpiklerinin arasından parlayan yaşlar tek tek akmaya başladı Mingyu'nun. Taehyung'un bu durumunu görmeyi hiç istemediğinden karşılaştığı bu hâli, onun sınırını aşmıştı zira Jungkook'un yarı ölü bedenin arafta olduğu o noktada Taehyung zaten can vermek üzereydi ve hepsi bunun farkında olarak ellerinden bir şey gelmeyişinin çaresizliğindeydi.

Mingyu aklına sığdıramadığı bu görüntü karşısında daha fazla dayanamayıp gözyaşlarını akıttığında Taehyung anladı reddettiği gerçeği. Kabullenme eşiğinden bu durum için berbat bir inanca geçtiğinde başını hızlı hızlı iki yana sallamaya başladı. Bu, kabullenme ve gerçek arasındaki mücadeleydi, inkârdı ama sindirilmeye çalışılan bir hakikâtti, itirazdı ama benimseme zorunluluğuydu, başkaldırıydı ama diz çökmekti.

Ağzından kesik kesik çıkan tek mırıltı 'hayır'dı. Ne kadar içten içe gerçeği anlamış, hatta farkına varmış olsa da zor bir karardı inanmak. Eğer bu inanç kararsızlığa kapılırsa daha güç olurdu ancak Taehyung hissediyordu. Hiç istemediği kadar yoğun ve içini parçalayacak derecede büyük bir kayıp vardı derinlerinde. Tam sol tarafında yok olmaya yüz tutmuş atışlarının sebebi Jungkook'un yavaşlayan kalbi yüzünden karşılık alamadığı sevgisiydi ve bu sevginin soyut görüntüsü saydamlaştıkça Taehyung, o kaybın göğsünde, en derine yara açtığını anlıyordu.

Woozi Taehyung'un yavaş yavaş yere çöken bedenini gördüğünde hızla oturduğu yerden ayaklanıp tuttu ve yeni çıktığı odaya geri götürmeyi düşündü ancak Taehyung bunu istemiyordu. Gerçeği kendi gözleriyle görmek ve inanacaksa böyle inanıp kabullenmek istiyordu.

Hunharca firar eden yaşları gözlerini yakmaya başlamıştı. "Bırak!" diye inledi. Ellerinden kurtulmaya çalışırken tek amacı sevdiği adamın yarı uykulu hâlinin hakikâtiydi. Madem içinde aşılmaz bir şüphe oluşmuştu, o şüpheyi kendi görüp yok etmek istiyordu ancak bir yandan da görmeye korktuğu şeyin doğru olmamasını diliyordu.

Taehyung kendi acısını fiziksel olarak yansıtıyordu dışarı. Öyle ki, şu an yaptığı gibi onun gitmesini engelleyen Woozi'ye vuruyor, omuzlarından ittiriyor ve daha önce birçok kez hırpalanan bedenini yetmezmiş gibi bir de o hırpalıyordu. Avazı çıktığı kadar bağırıyor, bir çocuk gibi hem ağlayıp hem de kaçmaya çalışıyordu. Zaten kısılmış sesi genzini acıtıyordu, artık boğazından gelen kan tadını da alabiliyordu.

"Dur!" diye bağırdı en sonunda Woozi. Gözlerinden akan yaşlar yavaşlamış ama kırmızılığını yağmur sonrası ıslanmış parlayan kaldırımlar gibi göz içine hapsetmişti. Kollarından tuttuğu Taehyung'u sarsarak yeniden çığırdı sesi. "Dur Taehyung! Yeter artık!" Sesine işlemiş hüznün ağırlığı dudaklarından çıkan kelimelere yansıyordu; daha acı verici ve daha kesiciydi.

Taehyung onun bağırışıyla bir adım geriye çekildi sendeleyerek. Kollarını ellerinden kurtarırken düşer gibi oldu ama dengesini sağlayabildi. Başında keskin bir ağrı vardı. Woozi bağırdıkça artan acısı başını döndürüyordu zira hissettiği duygular fazla geliyordu Taehyung'a. Son zamanları neredeyse hiç dinlenmeden geçmişti ve hislerinin yükü beyninde dalgalanma yaratıyordu. Dengesini bozuyordu.

"Gördüğünde daha mı iyi olacaksın?" Woozi sesinin desibelini düşürmüş, hatta gözlerini yere dikmiş karşısındaki harabe bedene bakmadan konuşuyordu. Biraz daha sakinleşmiş olmasına karşın sözleri acımasızlıktan öte değildi. "Onu gördüğünde daha mı iyi olacak Jungkook?" Arkasında duran sandalyeye oturdu. Bacaklarındaki titremenin farkında olarak avuç içlerini dizlerine bastırdı durdurabilecekmiş gibi Woozi. Birkaç derin nefesin ardından başını kaldırdı konuşmak için ama Taehyung'un bitkin ve zor çıkan sesi engelledi onu. "Bir kere görmek istiyorum," Nefesi boğazını tıkıyordu sanki, hem boğuk hem de titrekti. Ağladığından titrek oluşu gözlerini yeniden dolmasına sebep oluyordu, haykırışları yüzünden boğuklaşması da durmadan yutkunmasına ve o kan tadının defalarca ağzında buruk bir tat oluşturmasına sebebiyet veriyordu. "Bir kere göreyim, yoksa inanmayacak yüreğim." Sustu. Duvara yasladı sırtını. Yavaş yavaş kayarak yere çöktü. Dizlerini kırıp kollarını etrafına sardıktan sonra başını yasladı öne doğru. "En azından tükenmeyen umudum sönsün, daha fazla acı çekmek istemiyorum." Onları uzaktan izleyen Yunjin içeri girdi. Taehyung'un yerdeki bedeninin ne kadar küçücük kaldığını şahit oldu o an. Neredeyse bir ay içinde erimişti vücudu. Güçten düştüğünün de farkındaydı ancak elinden hiçbir şey gelmiyordu kimsenin zira onun gücü Jungkook'tan geliyordu.

"Taehyung." dedi Yunjin. Yanına yavaşça oturup elini omzuna yerleştirdi. Woozi'ye dönüp susmasını işaret etti ve Taehyung'un kulağına doğru sessizce "Doktor görmene izin verdi. Kalk hadi gidelim yanına." Taehyung başını kaldırmadan hıçkırdı, çok zordu. Hali yoktu ki, yanına gittiğinde ne yapacaktı? Öylece durup ne diyecekti ona? Burdayım dese duyar mıydı? 'Ben kaldım, sen nereye gidiyorsun?' diyebilecek miydi? 'Döndüğümde seni uyurken bulacaktım hani?' diye sinirlenebilecek miydi ona? Yapamayacaktı. Hatta konuşamayacaktı bile çünkü kalbi durmamuş olsa da Jungkook araftaydı. Arafta olanlar ölümün sillesine rağmen ayakta durmaya çalışanlardı. Ancak Taehyung biliyordu ki, Jungkook gitmeden önce çok yorgundu. Buna karşı gelemeyecek kadar zayıf ve harap haldeydi.

Taehyung başını kaldırmadan içli içli fakat sessizce ağlamaya devam ederken Yunjin "Hadi." diyerek onun kırılan cesaretini toparlamaya çalışıyordu. Sesindeki samimiyet ve anne edasıyla çıkan anlayışla dolu tınısı buna yetiyordu da ancak ne yazık ki Taehyung'un artan yaşları yüzünden bu pek işe yaramıyordu. Ne kadar ağlarsa ağlasın dinmeyen gözyaşları içine akıyordu. Okyanus olup dışına taşıyordu her defasında. Duruluyordu ama durdukça birikiyordu. Birikince de şimdi olduğu gibi onu yıpratacak derecede sel olup vuruyordu göz pınarlarına.

"Hadi," dedi yeniden Yunjin bu sefer geleceğinden emin bir şekilde. "Kesin senin gelmeni bekliyordur." Dolan gözlerini umursamadan gülümseyip koluna tutundu Taehyung'un. Taehyung ise duyduğu şeyle istemsizce başını kaldırdı çünkü hayal etmişti. Sevgilisinin orada onu gerçekçi bir şekilde beklediği gözünün önünde canlanıp kaybolmuştu. Kısacık bir andı. Parlayıp sönmüş bir şimşek gibi gelip geçmişti. Tıpkı umudu gibi.

Ardından Taehyung, Yunjin'in sıkı sıkıya kavradığı kolunu destek olarak kullanıp ayaklandı yavaşça. Ümidi tükeniyor olsa da, Jungkook yarı cansız olsa da, yine de içi kıpır kıpır oluyor, heyecan duyuyordu. Başı oturduğu zamankinden biraz daha fazla dönüyordu fakat Jungkook'u görmek istediğinden önemsemiyordu. Kapıdan çıkmak üzereyken Woozi ile göz göze geldiğinde "Belki onu gördüğümde iyi olmayacak ama hissedeceğine eminim." dedi lakin kendini inandırmak ister gibiydi bu sözleri zira söyledikten hemen sonra gözlerini kaçırdı Taehyung. Daha çok kendine bir şeyi kanıtlamaya çalışır gibiydi tavırları, Woozi'ye onu engellemesine neden olduğundan gözdağı verir gibiydi ancak içten içe bazı şeyler çoktan solmuştu. Taehyung, yavaş yavaş kendini tanımayı bırakıyordu. Duyguları fazlasıyla karmaşıktı ve bu gelgitli duyguları arasından sıyrılmak zor olacaktı, belki de hiç kurtulamayacaktı çünkü Taehyung henüz bu duygu-durum karışıklığının farkına varmış bile değildi.

Odadan çıktıklarında koridorun sonundaki yoğun bakıma doğru ilerliyorlardı. Her adımda kalbi biraz daha hızlı çarpmaya başlıyordu. Korkudan değildi, içinde çocuk sevinci vardı. Sanki ilk defa görecekmiş gibiydi sevdiği adamı. Uzun bir yolculuktan dönmüş de Taehyung ise onu karşılayacaktı sanki.

Sürgülü kapının önüne geldiklerinde Yunjin bir adım geri çekildi ve arkadan Taehyung'un titreyen bedenine baktı. Gülümsedi fakat fazlasıyla buruktu dudakları çünkü Taehyung gidecek gibi duruyordu çünkü camın arkasından gördüğü sevgilisinin vücuduna bir sürü kablo takılmıştı, saçlarına şeffaf bir bone geçirmişlerdi, burnunu ve ağzını kaplayan nefes alması için bir hortum vardı, makineden gelen o sinir bozucu ses dışarı taşıp kulaklarına ulaşıyordu ancak Taehyung bu sesi duymaktansa kalp ritimlerini duymayı tercih ederdi, bu yüzden kaçacak gibi duruyordu.

Elini cama yasladı gözleri dolmaya başladığında ve bakmaya devam etti. Yüzü epey solgundu, bedeni ise fazlasıyla zayıf kalmıştı. "Daha yemek bile yememişti." diye içinden geçirdi Taehyung. Taşınacakları için evi toparladıklarından henüz kahvaltı yapmaya fırsat bulamamıştı ikiside. Önceki günden yedikleriyle duruyorlardı ama Jungkook zaten son zamanlarda neredeyse hiçbir şey yemiyordu bu yüzden eriyip gitmişti kiloları. Şimdi ise eskisinden daha zayıf geliyordu gözüne.

Arkasına dönüp onu izleyen Yunjin'e baktı. Kollarını göğsünde kavuşturmuş kenardan onları izliyordu hüzünle. Taehyung ona bakınca, Yunjin, duruşunu düzeltip elini öne doğru uzattı girmesine teşvik eder gibi zira Taehyung desteğe ihtiyaç duyduğunu gözyaşlarıyla ışıldayan gözleriyle belli ediyordu. Taehyung istediğini aldığında sensörlü kapının açılması için elini yukarı uzattı. Kapı aynı saniyede aralandığında kısa ama hızlı bir adım attı içeriye. Bir adım daha derken yalnızca iki adım ilerleyebildi odanın içinde. Gözlerini kapattı sıkıca, derin bir nefes çekti ciğerlerine. Dağılan cesaretini kendi kendine iyileştirmeyi deniyordu çünkü Jungkook onu böyle görmek istemezdi. Taehyung ise Jungkook'a böyle görünmek istemediğinden kendini içten içe düzeltmeye çalışıyordu. Kendine kendine mırıldanıyordu. Geldim, diyordu. Sevgilim, diyordu. Burdayım, diyordu. Hissetsin istiyordu onu. Hatta duysun istiyordu. Çünkü duysun ki iyileşsin, hissetsin ki geri dönebilsindi. Her şey onların iyiliği içindi.

Elini kalbinin üzerine yerleştirdi, çok hızlı atıyordu. Usul usul yanına yaklaştı ve tam yanında, sol tarafında duran sandalyeye oturdu. Yutkundu istemszice. Gözlerini önünde boylu boyunca yatan sevgilisinde gezdirdi. Her yerine karış karış dikkatle baktı. "İyisin." dedi. Sesi hiç inandırıcı değildi. "Her zamanki gibi yine çok güzelsin." dedi. Gülümseyerek söylemişti. "İyileşeceksin." dedi. Umudu arıyordu. "Uyanacaksın." dedi. Umudu yok oldu.

Elini ileri uzattı çekinerek. Jungkook'un elini avcunun arasına almak istiyordu ancak elinin üzerinde kablolar vardı, işaret parmağını da beyaz bir şeyin arasına sıkıştırmışlardı. Geri çekmek istedi fakat bunu yapmak için içi tutuşuyordu. Bu kez diğer elini de uzatıp sıkı sıkıya avcuna hapsetti. Önceden heyecanla tuttuğu eli şimdi korkarak tutuyordu.

"İyileşirsin." dedi. Başını aşağı yukarı salladı hızlı hızlı. "Evet, iyileşirsin Jungkook." Kendin teyit ediyordu oysa, fakat ne yazık ki farkında değildi. Hâlâ bu görüntüye inanmayan tarafını ikna etmeye çalışıyordu. Bunu söylediğinde sol gözünden bir yaş süzüldü dudağına doğru. Elini kaldırıp silmek bir yana dursun engel olmadı yaşlarına. Kendini ağlamak için serbest bıraktı Jungkook'un yanında. Kimse belki anlamazdı onun yaşlarını ancak Jungkook anlardı Taehyung'un yüreğindeki acısını. Ona engel olmaya çalışanların yanında yapamadığını Jungkook'un yanında özgürce yapabilirdi.

Başını Jungkook'un kalbine yaslayıp bir süre gözü kapalı ve avcunda Junkook'un eli varken güvende olduğunu bilerek günlerdir geçmeyen yorgunluğu yüzünden dinlenmeyi denedi. Biraz olsun durulan düşüncelerinin yanında başını yasladığı yerden duyduğu kalp atışları kendi göğsünü yakıp geçti, sahiden birlikte yatıp uyudukları geceler gibiydi fakat kulağının arkasından makinenin sesi geliyordu, tuttuğu elde kablolar vardı, Taehyung ise fazlasıyla bitkindi, eski duyguları yoktu ve hiç ağlamadığı kadar ağlıyordu sevdiğinin göğsünde. Yaşları yanağından akıp Jungkook'un kalbine ilişiyordu, ıslatıp yakıyordu ancak Jungkook hissetmiyordu bunu. Taehyung öyle düşünüyordu.

Yunjin Taehyung'u kapının önünde bekliyordu. Endişeden tırnaklarını yiyor, bazen başını öne uzatıp Taehyung'u kontrol ediyordu. İçinde tarifsiz bir huzursuzluk vardı. Taehyung'a belli etmemeye çalışırken epey uğraşmıştı ama şimdi istemeden de olsa bu endişeyi dışarı vuruyordu. Kapının önünde volta atarken koridorun başından gördüğü doktorla yerinde durup beklemeye başladı. Elinde birkaç kağıt vardı yine. Boynuna asılı steteskopu eline alıp Yunjin'e doğru yürürken içeriden duyduğu ağlama sesleri ile yerinde durup kaşlarını çattı doktor. "İçeride mi?" diye sordu Yunjin'e doğru yürürken. Başını aşağı yukarı sallamakla yetindi Yunjin hala tırnaklarını yerken. Birbirlerinin karşısında durduklarında Yunjin içini kemiren o endişeyi yok etmek için doktora sormaya korktuğu soruyu korkarak sordu.

"Ne zamana kadar böyle olacak?"

Doktor gözlerini Jungkook'un göğsünde yatan Taehyung'dan çekmeden konuştu. "Koma hâli genelde dört hafta sürer ama uzayabilir de. Bu hafta içinde, anıden de olabilir. Net bir cevabım yok."

"Peki," dedi Yunjin yeni sorusunu sormaya hazırlanırken. "Uyanma ihtimali... Nedir?"

Doktor derin bir çekip gözlerini Yunjin'e çevirdi.

"Bilmiyoruz. İlacı kısa aralıklarla bıraktığını ve nöbet geçirdiğini ama sonra yeniden eski düzenine döndüğünü söylediniz. Abisinin vefatının ardından tekrar bırakıp intiharında da normalde içtiği ilaç sayısından fazla yüksek doz kullandığından yan etkisi artmış olabilir. Bekleyip görmekten başka çaremiz yok. Yalnız..." deyip Taehyung'a döndü yeniden. "Taehyung için terapi şart. En azından bir süreliğine psikoloğa görünmesi lazım. Bu süreci ne kadar hafif hasarla atlatırsa Jungkook'un akıbetini öğrendiğinde daha kolay atlatır. Eğer ona bir şey olursa Taehyung... Kendini kaybedebilir." Yunjin bunları zaten biliyordu ancak Taehyung'un kabul etmeyeceğini de biliyordu. Jungkook'a bir şey olma ihtimali Taehyung'un içinde zaten büyük bir korkuyken bir de ona ne olacağını bilmediğinden kendini hazırlamak için psikoloğa gitmezdi. Onun yerine ölmeyi bile yeğlerdi. "Tamam." diyebildi sadece. Şimdi içinde endişe ile birlikte büyük bir telaş da oluşmaya başlamıştı. Taehyung'u nasıl koruyabilirdi? Eğer Jungkook'a bir şey olursa onu nasıl dizginleyecekti? Jungkook uyanmazsa... Taehyung ne yapacaktı?

Doktor diğer hastalara bakmak amacıyla hasta odalarına yöneldiğinde Yunjin başını çevirip Taehyung'a baktı. Gözleri kapalıydı ve gözaltlarında parıldayan yaşlar vardı. Ağlamıştı ama uyuyakaldığından epey tepkisiz ve sakin görünüyordu. Hatta rahat bile duruyordu. Sanki yerini bulmuştu. Yunjin izlemeye devam ederken yoğun bakımın önündeki sandalyelerden birine oturdu ve yatağın üzerinde bulduğu mektubu çıkardı. Mektubu vermek için Taehyung'un uyanmasını bekleyecekti ama ne yazdığını merak da ediyordu.

🎀
__________

"Hâlâ, içinin bir köşesinde, asla terk etmek istemediği bir umut vardı."

-Ölmek, Arthur Schnitzler

__________

🎀

Taehyung gözlerini usulca araladığında kulağında ritim tutmuş kalp atışlarını duydu uyanır uyanmaz. Dudaklarında tebessüm oluştuğunda bunun ne kadar paha biçilemez şey olduğunu yeni yeni kavrayabiliyordu. Birinin yaşama tutunduğunu hissetmek ve buna inanmak yalnızca o bedenin varlığıyla bile sağlanıyordu.

Avuç içinin terlediğini hissettiğinde ne kadar süredir bu şekilde uyuduğunu düşündü. Zaman kavramı bugün Taehyung için algılaması zor bir anlamdaydı. Gözlerini kırpıştırdı. Uyuyup uyandığında sevdiğinin yanında olmak huzurla doldurmuştu içini sanki ama buruk yanını da duyumsayabiliyordu.

Başını koyduğu göğüsten doğrulup kapının önündeki sandalyelere uzanmış Yunjin'i gördüğünde uzun süredir uyuduğunu anladı ya da fazla yorgun olduğundan ve uzun zaman sonra az da olsa dinlenmiş olarak uyandığından öyle sanıyordu.

Neredeyse on beş dakika daha öylece durup sevdiği adamın solgun çehresini izledi. Jungkook'un yüzüne doğru yaklaştırdı başını. Kulağına doğru eğilip "Uyandığında yanında olacağım." diye fısıldadı sessizce. Gitme vaktiydi onun için. Ardından tam yara izinin üzerine hafif bir öpücük kondurdu. Uzun zamandır görmüyormuş gibi hissediyordu Taehyung. Neden böyle olduğunu da bilmiyordu. Kaybetme korkusuydu belki de ya da bu korku ile karşı karşıya kaldığından içinde oluşan kaygıdandı. Bilmiyordu. Hiç dinmemiş yaşları bu kez sanki birileri tarafından engellenmiş gibiydi. Oysa uyurken ağlayarak gözlerinin kapandığını çok iyi hatırlıyordu ama şu an için bu odaya, Jungkook'un yanına gelirken hissettiği çocuk sevinci vardı. Mutlu ayrılacaktı yanından. Başını yana eğip biraz da böyle durarak izledi gitmeden önce. Avcuna hapsettiği eli dudaklarına yasladı ve yine avcunun içinden nazikçe öptü. Geri çekildiğinde "Evimizi toparlayacağım sevgilim. Uyandığında, yeni evimizde, geçmişten uzakta ve mutlu bir şekilde..." dedi iç çekerek. "En mutlu hâlimizle..." Devamını getiremedi. Getirmeyecekti çünkü düşündüğü şeye bağlanırsa aksi çıktığında beter duruma düşecekti. Yalnızca o düşüncenin zihninin bir köşesinde var olduğunu bilerek kalktı oturduğu sandalyeden ve sensörlü kapının açılmasıyla birlikte odadan çıktı.

Taehyung'un çıktığını duyan Yunjin dinlendirdiği gözlerini aralayıp sandalyede oturur pozisyona geldiğinde ona gülümseyerek ama oldukça yorgun bakan Taehyung'a aynı karşılığı verdi. Bir farklılık seziyordu.

"Neden durmadın daha içeride?"

"Eve gideceğim. Toparlamam gereken eşyalar var." Yunjin duyduğu cevap karşısında şaşırdı. Şimdi bu bakışların neden olduğunu anlayabiliyordu. Taehyung kendi içinde yaşattığı hayallere bel bağlıyordu. Jungkook'un uyanacağına olan inancı iyice alevlenmiş olmalı diye düşündü.

"Bırakmamı ister misin? Dışarıda biraz yağmur atıştırıyor. İstersen sana yardım da ederim?" dedi onu anladığını belli ederek ama endişe de duyuyordu diğer yandan. Taehyung'un gözlerinin içinde bir yenilenme vardı sanki ancak sahte olduğu düşüncesi Yunjin'in zihninde kol geziyordu zira Taehyung'un bir anda değişen bu ifadesi ona korku da salıyordu. Ne kadar Taehyung'un bu inancı iyi olsa da Jungkook'a bir şey olma durumunda toparlanması güç olurdu, doktora şimdi daha çok hak veriyordu.

"Hayır," diyerek reddetti onu. "Banyo..." deyip sustu aklına gelen görüntülerle ama toparladı hemen kelimelerini. "Evin durumu şu an pek iç açıcı değil. Temizlemem gereken yerler de var hem. Ben hallederim. Teşekkür ederim sorduğun için." dediğinde Yunjin de ayaklandı oturduğu yerden çünkü karşısında duran bu bedenin yaptığı zoraki konuşma fazla acı vericiydi ona göre. Taehyung bariz bir şekilde acısını saklayıp bununla acı çekerken kendini de sakınmıyordu. Yunjin Taehyung'un sağ omzuna eline koyup "Taehyung," dedi başını hızlıca sağa yatırıp kaldırdı 'yapma' der gibi. "Bu tavırların gerçek değil. Neden saklanıyorsun?" Taehyung duyduğu cümleyle dumura uğradığında bir adım geriledi ve Yunjin'in omzundaki elinin boşluğa düşmesine neden oldu. Bir süre ifadesini toparlamaya çalıştı fakat gözlerini kaçırdığında bunu beceremediğini fark etti. Yunjin'e bakmadan "Beni eve bırakırsan sevinirim. Yarın eşyaları yeni eve taşımam gerek." deyip arkasını döndüğü gibi uzun koridorda yürümeye başladı.

Gizlenip itiraf edilemeyen şeyler görünmeye mahkumdu.

🤍

Taehyung ve Yunjin arabadayken kimseden ses çıkmıyordu. Yunjin olduça düşünceli olduğunu belirten bir ifadeyle eli alnına yaslı bir şekilde araba kullanırken Taehyung ise kafasını pencereden başka yere çevirmeyip dışarıdaki o huzurlu yağmurun sesini dinleyerek zihnine hücum etmiş sesleri bastırmaya çalışıyordu.Derin bir sessizlik vardı aralarında ancak zihinlerindeki gürültü de duyulmaya değer cinstendi, öyle ki ikiside belli aralıklarla derince nefes verdiklerinin farkında değildi. Biri bu durumdan dolayı boğuluyormuş gibi hissederken diğeri hissedemediği kalp yüzünden nefessiz durumdaydı.

Tüm yol tek kelime konuşmadan tükendiğinde apartmanın önüne geldiklerinde Yunjin arabayı kenara çekip durdurmuştu. Sessizliğin verdiği rahatsızlık yüzünden Yunjin konuşmaya karar verdiğinde Taehyung başını ona çevirmeden dinlemeyi tercih etmişti.

"Kendini yorma Taehyung. Yardıma ihtiyacın olursa haber ver bana. Yakınlarda oturuyorum zaten." Aklına gelen şeyle duraksadı. "Bu arada," dediğinde cebindeki mektubu çıkarıp Taehyung'a uzattı. "Yatağın üzerindeydi. Okuman gerek sanırım. Ben bakmadım ama sanırım önemli." Taehyung uzattığı kağıt parçasının ne olduğunu gayet iyi biliyordu. Yarısına kadar bile okuyamadığı satırlar kulağında yankı yapmaya başladığında yalnızca yutkunabildi o an. Okuduğu her kelime beyninde canlandı. Jungkook'un sesiyle dinler gibi oldu. Eğer mektubun başı bu kadar acımasızca ise sonu nasıldı kim bilir. Tekrar okumaya cesareti göstermeye güç gerekliydi.

Taehyung mektubu alıp yalnızca başını aşağı yukarı sallamakla yetindiğinde kuru bir teşekkür edip arabadan indi sakince. Mektuba yazılmış o cümlelerin kaymış harflerine göz gezdirdi defalarca. Okumaya korktuğu satırlar boğazına dayanmış bir bıçak gibi hissettiriyordu şimdi. Jungkook'un yanından ayrılırken hissettiği sevincin sahte oluşu zaten göğsüne oturmuşken bir de bu mektubun ağırlığı omzuna yük yapıyordu. Zihnindeki gürültü onun sesini bastırmaya başlamıştı, Jungkook'un elinden çıkan satırlar da kendi sesini kesiyordu.

Evin içine ağır adımlarla girdiğinde tüm evi kaplamış o ağır demir kokusu burnuna doldu. Elindeki mektubu komodinin üzerine bıraktıktan sonra ağır adımlarla evi dolaşmaya başladı. Kırmızı kan evdeki tüm Jungkook kokusunu bastırmış, onun yerine paslı demir kokusunu yaymıştı. Kötü kokuyordu, burnunun direği sızlıyordu sanki. Kokunun geldiği banyonun kapı kulpunu tuttuğunda "Hayır." dedi kendi kendine konuşarak. "Sonra. Şimdi değil. En son burası." deyip açmaya bile çekingenlik gösterdiği kapının önünden hızlı adımlarla gerileyip Jungkook'un evinden çıktığı gibi kendi dairesine gitti. Komodine bıraktığı mektubu unutmuştu ve unuttuğunun farkına varamadan evden çoktan çıkmıştı bile.

Dairesine geldiğinde ilk işi odasındaki kutuları düzenleyip her şeyi içlerine teker teker yerleştirmek olmuştu. Kendi evi olmasına rağmen Jungkook'un burada olan eşyalarıyla kendi eşyalarını da bir araya koyup tüm kutuları bantlamıştı. Kıyafetleri, bibloları, tabloları, kitapları ve daha birçok şeyi almıştı. Diğer eşyalar burada kalacaktı. Bilerek ne yatağını, ne dolabını, ne de diğer beyaz eşyalarını almak istememişti çünkü Jungkook buraya ait bir şey istemiyordu ancak Jungkook, eğer Taehyung isterse Taehyung'un eşyalarını kullanabileceklerini söylemişti fakat Taehyung onları da istemiyordu zira böylelikle yeni bir hayat kurabileceklerine inanıyordu.

Salona gidip TV ünitesine dizilmiş diğer malzemeleri topladı. Masanın üzerindeki çöpleri, mutfakta arta kalan her şeyi poşete doldurup atmak için kapının önüne bıraktı. Daha yapacağı çok iş vardı; Jungkook'un evinedeki eşyaları ayırıp, ardından kutuladıktan sonra bantlaması gerekiyordu. Bunları yaptıktan sonra da temizlemesi lazımdı. Günlerce sürecek kadar yoğundu.

Saat gece yarısına yaklaşırken yarın devam etmek için yattığında fiziksel anlamda hissettiği yorgunluğun ne denli şiddetli olduğunu fark etti. Evi toplarken aklının dağılacağını düşünmüştü fakat aksine Jungkook aklının tam ortasında durmadan kendini belli ederek zihnini işgal etmiş durumdaydı. Taehyung nereye baksa onu görüyordu, neyi koklasa onu hatırlıyordu, neye dokunsa o vardı sanki, duyduğu her sesten ona da bir pay çıkarıyordu. Bir yanılsama olduğunun farkında olmasına rağmen gerçekmişçesine hisler duyumsaması gerçeğin farkına vardığı an yok oluyordu ve yüreğindeki boşluğun gitgide genişlediğini duyumsuyordu.

4 gün sonra

"Yunjin," dedi Mingyu sessizce, karşılarında durmadan temizlik yapan Taehyung'a bakarak. Taehyung tamı tamına dört gündür evden dışarı bir adım atmamıştı, dışarı çıkmamıştı, sürekli bir yerleri temizlemeye çalışıyordu. Bu evi ikinci kez baştan sona toplayıp düzeltişiyken yine de asla yorulmuyordu, ağzından "of" diye bir yılma sesi bile çıkmıyordu çünkü Taehyung, beyninde yer etmiş sevdiği adam yüzünden kendini durmadan işe vererek unutmaya çalışıyordu onu. Çok yorulmuştu ve ruhsal yorgunluğunun yanına fiziksel yorgunluğunu ekleyerek onu biraz olsun aklında çıkarabileceğini sanıyordu. Yanlış düşünüyordu.

"Psikolog buldun mu?" Yunjin de aynı Mingyu gibi gözlerini Taehyung'dan ayıramıyordu. İkiside aslında delicesine endişeliydi çünkü Taehyung'a ne zaman bırakmasını, kendini çok yıprattığını, epey yorulduğunu söyleseler de Taehyung'un verdiği tek cevap: "Jungkook uyandığında yeni evimizde olmak istiyorum." oluyordu.

"Buldum." dedi Yunjin aynı sessizlikle. "Ama Taehyung gitmek istemeyecek kesin."

"Götürmek zorundayız. İyi gözükmüyor." Mingyu'nun sesinin tonuna işlemiş endişe Taehyung'un dört gün boyunca kendi evinden çıkmamış olmasıydı. Jungkook'un evine bile girmemişti, hatta Jungkook'un yanına bile uğramamış, yanında durmamıştı. Günlerce evden çıkarmaya uğraşmışlardı ama Taehyung her seferinde bağırıp çağırarak reddetmişti. Sürekli sinir krizi geçiriyor, yarım saatin ardından yeniden evi düzenlemeye devam ediyordu. Kimseyi görmek istemiyordu.

Taehyung elinde tuttuğu süpürgeyi bir kenara bırakıp her şeyin bittiğine üçüncü kez emin olduktan sonra aklına gelen yerle duraksadı. Jungkook'un evini temizlememişti. Banyo öylece duruyordu ama hâlâ girmeye korkuyordu. Eve o günden sonra hiç gitmemişti, şimdi ise büyük bir çekingenlik vardı içinde ancak artık vaktinin geldiğini düşünüyordu. En azından Jungkook'un eşyalarını da düzenleyip kutulara yerleştirmeliydi ve böylelikle o uyandığında her şeyin bitmiş olduğunu görmeliydi. Ardından birlikte yeni evlerine taşınabilirlerdi.

Yanında duran Yunjin ve Mingyu'ya aldırmadan vestiyerde duran anahtarlığı alıp dış kapıya doğru ilerledi ancak onun aksine Taehyung'un her hareketini takip eden Yunjin ve Mingyu da tam o esnada çoktan ayaklanmışlardı bile. Kafalarında sürekli Taehyung'un kendine zarar verebileceği korkusu vardı ve bu yüzden asla peşinden ayrılmıyorlardı. Diğer yandan da şaşkınlardı. Kaç gündür evden çıkarmaya uğraştıkları Taehyung kendi isteğiyle evden ayrılıyordu ve gittiği yer, tüm bunlara sebep olan o evdi.

Taehyung evden çıkıp yan dairenin kapısını açtığında burnuna dolan o iğrenç paslı demir kokusunun daha kötü bir hâl aldığını fark etti. Çürümüş et gibi kokuyordu. Burnunu parmaklarıyla kapatıp içeri girdiğinde bütün odalardaki pencereleri teker teker açıp dış kapıyı da biraz aralık bırakıp işe koyuldu. Tabii ki ilk durağı sevdiğinin odasıydı.

Her yana dağılmış kıyafetleri tek tek katlamaya başladı ilk önce. Dolaptaki diğer kıyafetleri de çıkardı nazikçe ve Jungkook'un kokusunun burnuna dolmasına izin vererek, hiç acele etmeden kutuya yerleştirdi. Çok temkinli davranıyordu.

Ardından ayaklanıp düzenlediği her kutuyu kolayca taşıyabilmek için kapının girişine bıraktı. Beli ağrımasına rağmen yok sayıyordu acısını. Hatta epeyce yorulmasına rağmen, yorgunluktan titreyen bacaklarına rağmen görmezden geldi durumunu. Kendine bile belli etmemeye çalışıyordu acısını.

Odaya dönüp etrafa ufak bir göz gezdirdi. Buradan alacakları başka hiçbir şey yoktu çünkü Jungkook istemiyordu, ne geçmişten bir şey ne de bu evden bir parça kalsın istemiyordu yanlarında, Taehyung da onun bu kararını dinliyordu zira fikirleri aynıydı.

Banyonun açık kapısından çekinerek içeri baktığında yerde rengi kırmızıdan başka her renge benzeyen ve fazlasıyla kötü kokan kırmızılığı gördü. Başını döndürüyordu. Tereddütlü bir adım atarak tamamen bedenini banyonun içine soktuğunda gözünde bütün görüntüler can buldu aniden. Nefesi kesildi. Boğazında kendini belli eden yumru yavaş yavaş pınarlarına yaş doldurmaya başladığında ellerinin titrediğini hissetti. Canı acıyordu. Jungkook'un orada öylece yatan bedeninin acısı göğsünden dolup taşıyordu. Aynı yarayı hissediyormuş gibi bileğindeki kesiğin ağrısını bedenine yayılmış gibi duyumsamaya başlamıştı. Başını hızla iki yana salladı gözünün önünden o görüntüleri yok ekmek ister gibi. Birkaç dakika boyunca gözleri kapalı bekledi. Çenesini yukarı kaldırıp derin derin nefesler çekti ciğerlerine. Sakin kalmalıydı. Aklını susturmalıydı. Göğsünde can çekişen kalbini biraz olsun dinlememeliydi. Unutmalıydı. Önünde birikmiş kanın arkasındaki küvete doğru ilerledi. Musluğu sonuna kadar açtı ilk önce ve duş başlığını eline alıp yerdeki kırmızılığın gitmesi için üzerine su tuttu. Kendi de ıslanıyordu, paçaları suya değmişti hatta hafif kan kırmızlığı da vardı ama umrunda değildi. Bir an önce bu görüntüden ve kokudan kurtulmak istiyordu.

Giderden aşağı doğru akan kırmızımsı su yerini berrak, şeffaf ve o tertemiz suya bıraktı yerini. Tüm yaşananların da böyle gitmesini istedi Taehyung. Jungkook ile yaşadığı bu kısacık anların yerini hiç yaşamadığı güzelliklerin doldurmasını diledi ama iş işten çoktan geçmişti. Ne o anıları yok edebilirdi ne de istediği şeyleri yaşayabilmek için Jungkook'u uyandırabilirdi. Yapabileceği tek şey uyanmasını beklemekti. Ve yalnızca dua etmekti.

Küvetten taşan su bütün banyoyu kaplarken tüm kan yaşananların birlikte yok olduğunu düşledi Taehyung zira insan, öyle zannederdi. Hatıra canlandıran herhangi bir şeyi yok ettiğinde, çöpe attığında ya da kaybettiğinde ruhunun kurtulabileceğini veyahut azat olabileceğini sanardı ancak tamamen yanlıştı. Acı yok olmazdı, ağrı sızlamaya devam ederdi, yara izi iyileşmezdi, anılar kaybolmazdı; ruh ne azat olabilirdi ne de unutabilirdi. Her şey o manevi ve yaşamın özü olan ruhun içinde saklıydı.

Banyonun açık kalan kapısını umursamadan kıyafetlerini çıkardı usulca. Gözlerinden akan yaşlar ince ince süzülürken dudaklarını birbirine bastırdı. Sesi çıkmamalıydı; sesi yoktu. Hayal kırıklığı vardı, can acısı vardı, kalp ağrısı vardı, yaşanmamışlıklar vardı; tüm bunların yansıması olan gözyaşları vardı çünkü Taehyung bunları konuşamayacak kadar yorgundu. Gözleri sızlıyordu. Bedeninde sancıyan yerler vardı. Ruhunda hissedemediği bir parça vardı: Sevdiği yoktu.

Küvete baştan sona dolmuş ve taşmaya devam eden suya bacağının birini daldırdı. Buz gibiydi ancak bunu bile hissedemeyecek kadar fiziksel bitkinliği vardı vücudunda. Diğer bacağını da eklediğinde yavaşça çöktü ve günlerdir hiç ağğlamamış gibi ağladı. Bağırarak ağladı. Hıçkırarak ağladı. Kaybederek ağladı. Fark ederek ağladı. Yokluğunu hissederek ağladı. Duvarlarda Taehyung'un ağlayışları yankılanıyordu. Öyle ki sesi içeri kadar gidiyordu. Yunjin ve Mingyu onun bu haykırışlarını gayet iyi bir şekilde işitebiliyordu ve içleri parçalanıyordu. Onun bu hali kelimenin tam anlamıyla bir ızdıraptı. Büyük bir azaptı. İşkenceydi. Taehyung sanki tüm acıları çekiyordu. Çektikçe peşinden başkası geliyordu. Bştmiyordu.

Taehyung'un sesini bastırmasa da bir zil sesi doldurdu evin içini. Yunjin kaşlarını çatıp Mingyu'ya baktı ilk önce. Sonra kapıya doğru ilerledi ve kulpu indirdi. Yerde bir kedi puseti vardı, içinde de Amor'un benzerinden bir kedi. Yunjin şaşkınca bakarken kedinin onu izleyen gözlerine kilitlendi. Etrafta kimse yoktu bu yüzden kediyi kimin bıraktığını da görememişti. Yere eğilip puseti yavaşça kucakladığında kapıyı kapattı. Arkasında duran Mingyu "Bu ne şimdi?" diye sordu kediyi göstererek. Yunjin de devam eden şaşkınlığı yüzünden "Kedi." dedi kediyi tutmaya devam ederken. Bir yandan da kafasını seviyordu. Mingyu gözlerini kocaman açıp dalgasına vurarak "Hadi ya," dedi. "Ben anlamamıştım." Kafasını iki yana sallayıp "Nerden geldiğini soruyorum Yunjin. Bende farkındayım kedi olduğunun." dediğinde gözlerini devirdi. Yunjin onunla dalga geçen arkadaşına ufak bir sinirle bakarken "Ne bileyim ben." diyerek çıkıştı. "Herhalde biri sürpriz falan yapacaktı. Yanlış kapıya bırakmış olabilirler." dediği an kafasında bir şeyler yerine oturdu. Bu kedi, Jungkook'un Taehyung'a hediyesiydi. Amor ölünce Taehyung'un boş kalan evine Jungkook da gidince ses yapacak bir kediydi. Jungkook'un acımasızca ama sevdiği için düşündüğü bir hediyeydi. "Jungkook... Amor ölünce Taehyung için böyel bir şey düşünmüş olmadı." Yunjin gözlerini kediye çevirdi. "Baksana, ne çok beniyor Amor'a." Mingyu kediye baktı uzun uzun. Derin bir nefes verdiğinde kedinin başını severken "Jungkook bunu planlamış." dedi. Üzücü bir gerçekti. Arkadaşlarının böyle bir şey yaparak gidebileceğini ve giderken sevgilisini düşünerek intihar edebileceğini düşünmemişlerdi.

"Taehyung'a götüreyim mi?" diye sordu Yunjin sesi titrerken. "Mutlu olur belki." Mingyu götür anlamında başını aşağı yukarı sallayıp sözsüz konuştuğunda Yunjin banyonun aralık kapısından Taehyung'un suyun içinde hala hıçkırarak ağlamaya devam eden bedenini gördü. Ona görünmemeye çalışarak kediyi pusetten çıkardı ve kapının girişine bıraktı yavaşça. Kedi Taehyung'un olduğu yöne başını çevirip ardından onu yere bırakan Yunjin'e döndü. Kedi durduğu yerin ıslaklığı yüzünden miyavladığında Taehyung, hemen başını çevirdi. Kaşları çatıldı. Suyun içinde hareket edip yönünü onu izleyen kediye çevirdi. Gözyaşları akmayı sürdürürken haykırışları dinmişti. "Sen nerden çıktın?" Kediye sorduğu soru aslında merakla sorduğu bir soru değildi. "Amor'a benziyorsun." dedi hafifçe tebessüm ettiğinde. Elini ona doğru uzatıp kucağına aldığında küvetin tıpasını açıp içindeki suyu boşalttı kedinin rahatsız olmaması için.

"Kim gönderdi seni?" Başını sevmeye başladığında kedinin miyavlayan ince sesi dudaklarının genişlemesine neden oldu çünkü uzun süredir duymadığı bu mırıltı ona Amor'u anımsatıyordu. Görünüşü açısından, burnunun rengi dışında, aynı Amor'du, hiçbir farkları yoktu.

Ne kadar neşeli dursa da Taehyung'un gülümseyen yüzünde acının yorgun bir tebessümü vardı. Buruk duruyordu onda gülümsemek. Fazla yarımdı. Fazla zorlamaydı.

Yunjin Taehyung'un gülümseyen sesini duyduğunda içinde rahatlayan o hissi duyumsadı. Ne kadardır duymuyordu bu sesi? Epey olmuştu. Günlerdir işittiği tek Taehyung sesi ağlayışlarından çıkan Jungkook ismiydi; onun ismiyle çığlık atışlarıydı, onun ismiyle kendini parçalayışıydı, onun ismiyle kabuslardan uyanışıydı. Kapı aralığından yalnızca yüzünü görebildiği Taehyung'un kırık tebessümünün içini ısıttığını hissettiğinde geri çekildi. Mingyu'yu da peşinden sürükleyip sessizce evden çıktılar ve Taehyung'un evine geçtiler. Şimdilik Taehyung'u kendi haline bırakacaklardı.

Taehyung yanında duran kediyi kucaklayıp havaya kaldırdı. Başını yana yatırıp "Balkondan mı girdin?" diye sordu cevap verebilecekmiş gibi. Kedi sadece miyavladığında "Ağladığımı mı duydun?" diye sordu bu kez. Kedi şimdi de başını kapıdan tarafa çevirdiğinde o tarafa baktı Taehyung. "Tamam. Çıkalım o zaman." diyerek buz gibi olan sudan kalkıp kediyi de kollarının arasında sıkıştırarak ilerledi odaya doğru. Zemin hala ıslak olduğundan kaymamaya dikkat ederek yürüyordu. Odaya girdiğinde "Sana isim bulalım." kendi kendine konuşarak düşünüyordu. Yatağa usulca yerleştirip "Amor İspanyolca aşk demekti. Bu sefer farklı bir dilde olsun." derken dolaba yöneldi fakat bütün kıyafetleri kutulara doldurduğunu hatırladığında hızlı adımlarla kutuları bıraktığı yere giderek birkaç parça Jungkook'a ait olan kıyafetlerden seçti. Bej uzun kollu bir kazakla kahverengi bol eşofmanını hızlıca üzerine geçirdi. Yatağa bıraktığı kediyi kucaklayacağı esnada komodinin üzerindeki kağıt parçasına takıldı gözleri. Okumaya devam edemediği, hatta okumak için de delicesine korktuğu o kağıt: Jungkook'un intihar mektubu. Yutkunurken yatağın üzerinden geçip titreyek uzattı elini mektuba. Kırışmıştı kağıt, üzerinde yazan kelimelerin bazıları da kaymıştı. Jungkook'un yaşlarıydı o kayan yazıların sebebi. Ağlayarak yazmıştı mektubu ve ağlayarak da intiharını gerçekleştirmişti. Taehyung bazı satırlarına aşina olduğu cümlelerde gezdirdi gözlerini. Devamında okuyacakları şimdiden göğsünde baskı yaratmaya başlamışken önceden okduğu paragrafların boğazında oluşturduğu görünmez ipi duyumsamaya başladı. Adeta boğazı düğümleniyordu. İlk okuduğu zaman hissettiği ne varsa hissediyordu. Deja vu yaşıyordu.

"Sevdiğime,

Eski bir fotoğraf karesindeki detaylar her şeyi göstermez. Arkasında başka hayatlar olabilir ya da o fotoğraftaki hayatlar çoktan bitmiş de olabilir. Tıpkı insan duyguları gibi, değil mi?

Mesela bir gülüşün arkasında keder gizlenebilir, mutluluğun gerisinde nefret olabilir, aşkın ardında bencillik de saklanabilir ya da umudun yerine aslında karamsarlık hakimdir. Belki de o umut çoktan bir çaresizliğin işaretidir zira umut zaten çaresiz bir durumun tek kurtarıcısıdır. Çaresizliğin tutunduğu tek daldır. Bendeki ölüm arzusunun önünde duran umut gibi.

Umut, kaçarı olmayan uçarı bir beklenti. Umut, ölüye bile yaşam hayâli kurdurabilecek bir çaresizlik. Umut, bana yaşayabileceğimi zannettiren ağır yüklü bir beklenti.

Biliyorsun sevdiğim, insanlar bazen içinde olduğu duruma çözüm bulamayacak kadar diptedir. Kurtarıcı bekler, dua eder, yalvarır, yardım için dilenir hâle gelebilir, özünü kaybedebilir, hatta ve hatta ölüm gözlerine güzel görünür duruma gelebilir onlara. Nerden biliyorum, biliyor musun? Evet sevdiğim, biliyorsun. Umut da böyle zamanları katlanabilecek kılan yegane duygudur işte. Tıpkı senin gibi.

Çok güzel şeyler yaşamadık mı sence de? Ne güzel sevdin beni, ne çok sevdim seni. Her ânımız, her hatıramız içimde, göğsümün tam solunda, sana ayırdığım yerde. Başka kimsenin bir kez daha doldurmamayacağı o mahzende. Ne kadar kısa zaman geçirsek de...

Nasıl başlayacağımı bilemediğimden söyledim bunları. Hem biraz gerçek hem de biraz acı. Aslında seni sevdiğimi söyleyerek başlamak daha cazip geldi ama bu mektubun sonunda olacaklar yüzünden ve hayatın bana uygun göreceği kararı kestiremediğimden emin olamadım. Bu yüzden sevdiğim, sana yalnızca umudun her zaman yeterli olamayacağını söylemek istiyorum. Biliyorum, fazla acımasız bir başlangıç ama benim ömrümde umut, fazla uçarı bir beklenti.

Sevgilim, sevdiğim, canımın içi... Yetmeyen sıfatlar var sana, yetmeyen duygularım var, açıklayamadığım düşüncelerim var. Hepsinde de aynı şeyi hissediyorum: aşkı sezinliyorum. Tarifi olmayan, hem güzel olan hem de bazen kalbi acıtan o duyguyu. Sen duygusunu.

Aşkı seninle anlamışım ben. Öncesini yok etmişsin, sen varken aslında hiç var olmamış geçmişim. Duygularımdan yoksun, darmadağınık ve epey karmaşık geçirdiğim o altı senenin ilacıymışşın; saf umudum, tüm beklentimmişsin. İyileştiğimi sandığım her günün uyuşturucusu senmişsin. İyileştiğimi sanmışım. Biliyorum, bunlar kalbini acıtacak ama doğrularım bunlar. Benden istediğin buydu. Dürüst olmamdı. Sana hakikati anlatıyorum şimdi.

Yaşayamadığımız çok şey var ama yaşadıklarımız da yok sayılamayacak kadar. Düşünüyorum... Altı sene önce hissettiğim o duygu aşk değilmiş. Aşkın peşinden sürüklenen bir his vardır ya hani, heyecan, benim hissettiğim de işte o heyecanmış. Heyecanla baktığım o gözlerin bir çift yalandan oluştuğunu gördüğüm vakit anladım. Seninle tanıştığımda da ne olduğunu öğrendim. (Anlamak ile öğrenmek farklı anlamlardadır sevgilim.) Gözlerinden değil de kalbinden hissettiklerimle öğrendim. Aşkı senin yüreğinle öğrendim.

Biliyorsun ki hakikat ne kadar doğruysa o kadar acıdır hissettirdikleri. Bazen iyi hissettirmeyebilir sana öğrettikleri, bazen kırıp dökecek kadar yıpratır seni. İyi dinle bitanem. Şimdi öğreneceksin asıl gerçeğimi.

Doğru, aşk denen duyguyla seninle birlikte tanışmak bendeki o altı senenin açtığı, kanattığı ve zorla beni mahkûm ettiği yaraların acısını aldı götürdü ancak senin bende yarattığın uyuşturucu etkisiyle beni izlerimin iyileşeceğini söylereyerek inandırmış olman ya da bir şekilde benim onları göz ardı etmem bu mektubu yazmaya ittirdi beni, kafamdaki ölüm fikrini defalarca düşünmeme neden oldu. Galiba içimde varmış. Belli ki ben aslında hiçbir zaman iyileşmeyi kabul etmemişim. Edememişim. Anlıyor musun? Bir insanın içinde inanç yoksa Tanrı'yı ona var olduğunu kabul ettirebilir misin? Lütfen, lütfen kendini suçlama sevgilim. İnsandan alınan bazı şeyler ondaki inancı tüketebilirmiş. İyileşemeyince fark ettim."

Aynı yerde yine duraksadı Taehyung. Yanında duran kedinin de onunla baktığı kağıdın görüntüsü gitgide bulanıklaşırken avuçlarını yüzüne örttü. Biri görebilecekmiş gibi sakladı kendini. Kalbinden başlayıp tüm vücuduna yayılan Jungkook'un yarattığı tüm hisler canından can alıyordu sanki. Ölüm gibi bir histi.

"Sahi, iyileşmek öyle zor ki benim gibi birine göre bunu bana nasıl inandırdın onu bile bilmiyorum. Bendeki büyünün farkında mısın? Sevgilim, sen çok ayrı bir karmaşasın. Gülüyorsun değil mi? Gül lütfen. Hep gül. Çok gül.

Önümde bir yol açıldığını sandığımda yanımda sen vardın. Bana yolu gösterirken bir sokak lambasıydın. Yolumu aydınlattın ama ben kaybolmaya yatkın ve alışkın bir varlık olarak rotamı şaştım. Anla beni ne olur. Başka çare yok mu diyeceksen eğer vardı, kesin vardı ama nasıl devam edeceğimi bilmiyordum. Tutunamıyordum hiçbir yere. Yapbozun o ucu kırılmış parçası gibiydim. Kendimi sokabileceğim bir kalıp yoktu.

Çok mu acıtıyorum şu an canını? Özür dilerim, çok özür dilerim. Ağlama canımın içi.

Biraz önce Amor'u gömmek için yer bulmaya gittin. Beni yanında istemedin ama kızmadım. Kızamazdım, hakkım değil ancak sen döndüğünde beni aramaya çalışıp en sonunda olabileceğim tek yeri anladığında bana istediğin kadar kızabilirsin. Hakkın var. Göğsünü delip geçmiş bir kurşun gibi iz bırakacağım o eşsiz ruhunda, bir yara olarak kalacağımı biliyorum. Belki o kanlar içindeki görüntüm aklından silinmeyecek, nöbet geçirirken üşüdüğümü sanıp beni sarmaya çalıştığında hissettiğin soğukluğum tenindeki sıcaklığı yok edecek; üzgünüm, diyebileceğim tek şey mutlu olabileceğini dilemek.

Amor demişken, şu an yanında onun tıpkısı bir kedi var. Sevdin mi? Gitmeden önce hediye edebileceğim tek varlıktı. Aklıma başka bir şey gelmedi ama sevdiğine eminim. Biraz çekingen bir kedi olduğunu söylediler ama sana ısınacaktır hemen zira büyük ihtimalle kucağından hiç ayırmayacaksın onu. Öyle yap. Sıcaklığın evi olsun. Ancak senden bir ricam var güzelim. Adını Solène koyabilir misin? Solène Fransızca bir isim, anlamı da yalnız demek. Fakat o asla yalnız olmayacak. Yanında daima sen olacaksın. Sen duracaksın.

Aşk tek kişilik değildir bu yüzden seni tek bırakacağım için çok üzülüyorum ama elimden başka hiçbir şey gelmiyor. Seni unutmayacağımı bil. Orası boşluk değil bitanem. Orası sen gelene kadar boşluk olacak belki ama buluştuğumuz andan itibaren aydınlığa doğacağız. Şimdilik hep orada kal. Yanıma çabuk gelme. Acılı geçen hayatımı hissizce bir karanlıkta geçirmek için zaman tanı bana ve sen de, orada, mutlu dünyanda doyasıya yaşa. Her baharı, her kışı ve her yazı beni anarak yaşa. Sen diye yaşa. Biz diye yaşa.

Gidiyorum. Özür dilerim. Binlerce kez özür dilerim. Unutma ki; bahar havası gibi ciğerlerimde kalacak kokun. Unutmayacağım yüzünü. Silmeyeceğim zihnimden yaşadıklarımızı. Anlar, hatırlanırsa hatıradır. Sen hep hatıra olacaksın, öyle kalacaksın. Acımasız dünyamda açan bir dal gül gibi göğsümde yaşayacaksın. Öpüyorum gözlerinden, yanaklarından, avuç içlerinden. En çok da giderken öpemediğim için pişmanlığını yaşadığım dudaklarından öpüyorum. Canımdan çok sevdiğim, delice aşık olduğum sen: Hoşça kal sevdiğim. Hoşça kal bitanem. Hoşça kal sevgilim."

Okumayı bitirdiğinde sarsılan omuzlarının şiddetti artarken gözyaşları da aynı oranda dizginleyemeyeceği bir hâl almıştı. Canı çıkarcasına ağlıyordu. Hıçkırıklarının sesi tüm odaya yayılırken Taehyung, yatakta cenin pozisyonundaydı. Sığınmaya çalıştığı yatak, sevdiği adamın yatağıydı. Ona bu mektupla veda eden sevgilisinindi ancak o yanında değildi ve en acısı da buydu. Kalbinde hissettiği ağrı göğsüne zehir gibi yayılıyordu. Göz pınarlarından sel olan yaşları yastığa bir bir damlıyordu. Yatağın çarşafını avcunun içinde sıkıştırıp dizlerini kendine çektikçe çekiyordu. Taehyung, Jungkook ağrısından kıvranıyordu. Başında durmadan miyavlayan yeni kedisi Solène, sanki ona sarılmaya çalışır gibi göğsünün önüne yattığında bile onu görecek güçte değildi. Kalbinden taşan üzüntüsü özlemine bulaşıyordu. Deli gibi özlüyordu. Günlerdir yanına uğrayamadığı sevgilisine ağır bir özlem duyuyordu. Aşkının içinde nasıl yayıldığını, bu özlemin sevgisini katlandığını hissedebiliyordu ve bu his, hiç istemediği kadar ağırdı onun için. Taşıması güçtü ve Taehyung bunun için fazlasıyla toy olduğunu düşünüyordu.

Gözleri yavaş yavaş kapanırken kendini bir boşluğun içine çekiliyormuş gibi hissetmeye başladı. Bileğine bağlı kırmızı bir ip parmaklarına dolanıyordu. Peşinden gittiği kırmızı ipin kalınlığı serçe parmağı kadardı fakat fazla ağırdı. Gidiyordu ama yola çıkarmıyordu bir türlü. Yürüyordu. Durmadan yürüyordu ancak yorgunluğunu iliklerine dek hissederken yürüdüğü yer sanki hiç tükenmiyordu. Bu rüyanın başlangıcı sanki gerçekliğin acımasız görüntülerini yansıtıyordu zihnine. Bilinçaltının oyununda bir piyondu. O yürüdükçe gerginleşen ip onu kendine çekiyordu. Taehyung'un bileğinde iz yapıyordu, hatta çoktan kanayan bileğininden akan kanlar yere damlıyordu fakat bunun için durup acısını hissedemeyecek kadar zorla ip tarafından bir boşluğa sürükleniyordu. Yüzünü buruşturdu. Rüya olduğunun farkında olmadığından duyumsadığı acı yüzünden elinde tutarak uykuya daldığı o intihar mektubunu sıkıştırdı. Adımları ipin peşinden hızlandıkça hızlandı. Taehyung heyecanla koştu. Bitmeyen yolun ardından kanayan bileğine rağmen adımlarını durdurmadı. Ter içinde kaldı. Nefesini soluyamadı. Göğsü şişti, hatta kabardı. Ciğerlerine dolmayan havanın yaptığı baskı kulaklarına uğultu yaydı. Tam o an, Taehyung, durdu. Bileğine bağlı kırmızı ip koptu. Kanaması arttı. Taehyung gerçekten gördüğü rüyanın etkisiyle ve canının acısıyla ağlamaya başladı. Nefessiz kaldığını gerçek olarak duyumsadığında Jungkook'un silüeti gözlerinin önüne geldi fakat bu da bilinçaltının zalimce oynadığı bir oyundu. Taehyung gözyaşlarının arasından sevdiği adama kocaman gülümsedi, gülümsedi ancak Jungkook ona bir adım atmak yerine geriye bir adım attı. Taehyung elini öne uzatarak sevgilisine ulaşmaya çalıştı umarsızca. Yetmedi, adımlarını hızlandırdı ama Jungkook yüzünde beliren tebessümle geri gitmeye devam etti. Taehyung kalbinin atışlarını boğazında hissederken Jungkook elini kaldırdı havaya uzanmaya çalışır gibi fakat asıl amacı bileğine bağlı kırmızı ipi Taehyung'a göstermekti.

...

merhabaaa. nasılsınız bakalım??

10.000 kelime oldu. nasıl oldu bende anlamadım. wattpad'in yaptığından sonra gaza geldim sanırım.

bu bölümden sonra bir bölüm daha gelecek. ve ardından, toy boya veda vakti.

öptüm hepinizi.🤍

"Işık olsun."

Continue Reading

You'll Also Like

128K 10K 23
"Sadece arkadaş olduğumuzu söylüyorsun ama arkadaşlar birbirlerinin tadını bilmezler" 141123
149K 12.8K 41
11B Taehyung: Öğle arasında, kantinde bana arkadan dayayan o Yavşak sen misin?
78K 5.6K 34
Taehyung, platonik olduğu çocuğu kendine aşık etmek için her yolu deniyordu... Yan shipler: #namjin #yoonmin #jensoo ~Texting~
33.4K 2.8K 29
7 kişiyle aynı evde yaşamak gerçekten zordu. Bide oda arkadaşınızla uyumsuz biriyseniz bu iş daha da zor hale geliyordu. Texting Düz yazı