AZİZE (TAMAMLANDI)

By Fatma_Zehra446

53.4K 4.7K 1.4K

Azize başka toprakta yetiştirilmiş bir çiçek. Karadeniz'in yağmurlarına emanet şimdilerde. #roman 1 More

RÜZGAR MEVSİMİ -1
BİR IŞIK LAZIMDI -2
ÇİMLERİN KOKUSU- 3
EVLAT PRANGASI -4
HIRÇIN VEDALAR - 5
SOLMUŞ ÇİÇEKLER TOPRAĞI-6
HAYAL ROTASI - 7
KAFES ANAHTARI - 8
MAHREM SEVDA - 9
VEDA TADI- 10
ZAMAN KÖPRÜSÜ - 11
KUPONLA MUTLULUK - 12
KOZALAK ŞİFASI - 13
KAYA YEŞİLİ - 14
ANNESİZDİR BALIKLAR - 15
YOL HEYECANLARI - 16
ADI: YAŞAMAK - 17
KRAL KIZININ İĞNELERİ - 18
ŞEHRİN AVARESİ - 19
UZUNGÖL'ÜN REHBERİ - 20
LACİVERT İMZA -21
BUZ MAVİSİ- 22
YABANCI UYKULAR -23
SEBEPSİZ DANS -24
ÇİÇEK KADIN- 25
GÜL BAHÇESİ- 26
ABLA KUCAĞI- 27
GÜNAH SIZISI- 28
ADİL MAHKEME- 29
HAYAT VE OKUL- 30
CAN SUYU- 31
AĞACA DOĞRU- 32
PERVANE MASALI - 33
SADAKAT VE UMUT- 34
YÜCE DAĞLAR - 35
"BEN VARIM" -36
ZAMANIN HİKÂYESİ - 37
EKMEK KOKUSU - 38
DAĞ, ÇİÇEK, DEVA - 39
DENİZ KABUKLARI - 40
MÜPHEM ATEŞ - 41
BASİT ŞİİR - 42
BOZUK ASANSÖR - 43
SABAH ÇİĞİ - 44
ON SEKİZ AY - 45
NİSAN KELEBEĞİ - 46
ÖZLEMEK OYUNU - 47
ÇİÇEKLİ SEPET - 48
YANMIŞ GEMİLER - 49
KAÇAK İNEKLER - 50
KOMŞU KIZI - 51
SÖZ DÜĞÜMÜ - 52
SARI KURABİYE - 54
DEVA NİYETİNE - 55
CEVİZİN ÜSTÜNDEKİ KARGA - 56
AZİZE ZELZELESİ - 57
ÜÇ MANDALİNA - 58
FERAH PENCERE - 59
GÖNÜL ÜLKESİ - 60
MİSKET KESESİ - 61
BAHARIN GÜNEŞİ - 62
FİNALDEN SONRA OLMAZSA OLMAZ KONUŞMA

KÂĞITTAN GEMİ - 53

440 52 27
By Fatma_Zehra446

Otobüs köprünün yanında durdu. Firdevs sırtında çantasıyla indi basamakları. Kapı kapandı, camları kirlenmiş araç gürültüyle uzaklaştı. Genç kız burnunu çekti. Usulca gözündeki yaşı sildi. Yağmur çiseliyordu, hava soğuktu. Yalnızlığın ve tek başına kalmanın verdiği hüzünle ağır ağır yürümeye başladı. Dere bulanık ve gürültülü akıyordu. Rüzgâr sert esiyordu. Kızılağaçlar aynı yöne savuruyordu dallarını. Kız, kalın beresini düzeltip yanaklarını atkısına gömdü. Önünde gözüne uzun gelen bir yokuş vardı. Çıkmak istemiyor, yol gözünde büyüyordu.

Henüz köprüyü geçmişti ki yanında tanıdık bir araba durdu. Azize kullanıyordur umuduyla eğildi, kapıyı açtı ama şoför koltuğunda Mustafa'yı gördü. Genç adam şakacı bir sesle selam verdiğinde, onu karşılıksız bıraktı. "Hayırdır? Karadeniz'de gemilerin mi battı?"

"Gemim yok ama olsaydı kesin alabora olurdu."

"Bize mi gidiyorsun? E bekleme, bin arabaya. Üşüdüm." Sabırsızca emniyet kemerini çekiştiren Mustafa'nın sürdüğü arabaya binmekte bir an tereddüt ettiyse de bu soğukta yokuşu yürüyerek çıkmaktan iyi olacağını düşündü. "Dua et ben geldim. Allah'ın sevgili kulusun ki karşına beni çıkardı. Yoksa yürürdün bu yağmurda." Gerçi Mustafa için bu yağmur şiddetli değildi. Üşümüş burnu genç kızı ele verdiğinden acele ediyordu.

"Teşekkürler..." Soğuk ve sade bir sesle yanıt verdi. Çantasını kucağına alıp yola odaklandı. Henüz araba hareket etmemişti çünkü Mustafa gözleri kızarmış, morali bozulmuş Firdevs'in durgunluğunun sebebini öğrenmek istiyordu.

"Bir şey mi oldu?" dedi hafif öne eğilerek.

"Olmadı."

"O yüzden mi kızarmış burnun, gözlerin?"

"Soğuktandır. Hep bu soğuktan zaten... Başıma ne geliyorsa buranın yağmurundan, çamurundan geliyor." Yeniden ağlamak üzere olduğunu fark edince söylenmeyi bırakıp sustu Firdevs. Gözleri doldu. Mustafa'nın yanında böyle hüzünlü durmazdı normalde ama üzgün olduğu için kendini tutmakta zorlanıyordu.

"Anladım ben seni. Bindin otobüse, oturdun yerine. Başını cama yasladın, yağmur yağdı. Hüzünlendin, kederlendin öyle mi?"

"Boşuna değil ama... Öyle havadan sebeplerle bu hale gelmedim ben."

"E neden?" Genç kız omuz silkti cevap vermekten vazgeçerek. Mustafa da sustu bir an. Arkasına yaslandı. Birinin üzüntüsünün sebebini kolayca anlayamazdı. Ama onu iyi hissettirmek için elindeki imkânları kullanmayı severdi. Firdevs için de ufak birkaç iyilik yapabilirdi. Tartışıyorlardı ama geçen zaman onu tanıdıklar listesine yazmıştı. Yanında daha önce olmadığı gibi kederli, ağlamaklı bir halde oturmasını istemezdi. "Siz tadını çıkartamıyorsunuz buraların. O yüzden yağmura buluta suç atıyorsunuz." Camı açtı, dışarı çıkartıp yağmurun altında beklettiği elini ıslattı. Sonra Firdevs'in gözüne baka baka kokusunu içine çekti. "Oh mis gibi..." Memleket avucundaymış gibi gülümsedi. Tüm özlemler akan sulara karışmış gibi.

"Bir sürü salyangoz çıkacak şimdi. En önde baba, arkasında anne ve bebekleri sırayla sürünerek gidecekler. Otların arasında kaybolacaklar. Onları takip etmenin zevkini tatmadın değil mi? Yuvalarının nerede olduğunun merakıyla peşlerine düşerdim." Firdevs bundan zevk alacağını düşünmediğinden başını iki yana salladı. Bir iç çekti iradesi dışında. "Ben çocukluğumdan beri yağmur yağsın diye beklerim. Hiç de üzülmem, hatta sevinirim. Annem benden bezene dek kıyafet ıslatır çıkartırım. Üstüm başım çamur içinde..." Güldü hakikaten haylaz ve yorucu bir çocuk olduğunu fark edince.

Firdevs de güldü Mustafa'nın anlattıklarına kapılıp. Şimdi yağmur, eskisi gibi kederli gelmiyordu kulağa. Diken saçlı bir çocuk, su birikintilerinde zıplıyordu sanki. "Sonra... Toprak ıslanıp yumuşayınca, ev yapardım. Akşama kadar oyardım bir kaya dibini. Harun amca vardı, köyü başımıza yıkacaksın diye şakalaşırdı benimle. Ama hakikaten, evleri üstüne yaptığımız sert toprak kaymaya meyilli. Bir kuvvetli sel, eski evleri alıp götürür burada." Genç kızın neşesi silinmeye başlayınca bu mevzunun pek de uygun olmadığını düşündü Mustafa. Köyünü, çocukluğunu ve her yağmur damlasının kıymetini anlatmanın keyfini bölmek istemedi.

"Derede kâğıttan gemi yarışı da yapılır. Su öyle kuvvetli akar ki gemiler uçak gibi hızlı yüzer. Tüm bunlar olurken ıslanırız, üşürüz ama eve gidince sıcak sobanın yanına oturur tatlı uykulara dalarız. Tüm bu güzellikler yağmurla gelirken, oturup ağlayamayız ki."

"Ama ben bunların hiçbirini yaşamadım." Firdevs tutamadı kendini, ağlamaya başladı. Anlatılan tüm bu güzel şeylerden mahrum kalmış olmak da acıydı.

"Yaşa o zaman" dedi Mustafa. Arabadaki bir erkek arkadaşı olsa sırtına bir tane vurur teselli ederdi ama genç kızın yanında aciz kalıyordu. Sesini duyurmak istedi. "Hey, bak bakayım bana! Yağmur dinmedi hâlâ. Fırsatın var. Gel benimle."

"Ne yani seninle gelmemi mi teklif ediyorsun?" Firdevs henüz silmediği gözyaşlarının buğuladığı şaşkın gözleriyle etrafa bakındı.

"İşi ustasından öğrenmezsen iç yağsız karalahana yemiş gibi olursun." Kemerini çıkarttı genç adam. Arka koltuktaki gazeteye uzanıp iki büyük sayfa aldı. Birini Firdevs'e uzattı. "Bakma da, hayde al. Gemi yapacağız." Kızın şaşkın bakışları üzerindeyken güzel bir gemi yapmaya başladı. Alan dar olduğu için biraz bunalıyordu ama sesini çıkartmadı. Katladı, düzeltti, havaya kaldırdı ve nihayet "bitti" dedi. "Bakayım seninkine." Firdevs'in gemisini beğenmedi. Burun kıvırdı. "Sahiden gemin olsaymış batarmış. Tam katlamamışsın, su alır ucundan. Ver bakayım, düzelteyim şurasını." Kendi gemisini kıza verip onunkini eline aldı. Uğraşıp eksiklerini gidermeye çalıştı.

Delikanlının kendisi için uğraştığını gören Firdevs hem hayret ediyor hem de memnun oluyordu. Öyle ihtiyacı vardı ki ilgiye, aileye. Mustafa'da aradığı teselliyi bulacağına ölse inanmazdı. Birkaç dakika içinde arabadan indiler. "Üşümekten ve ıslanmaktan korkma" dedi genç adam. "Bu işin zevki böyle çıkar." Köprüye yürüyüp dereye inecekleri taşların olduğu yola saptılar. Merdiven benzeri bir patika yolu Firdevs gibi yamaçlara alışık olmayan ağır hareketli biri bile kolayca inerdi. Ayakkabılarından dolayı birkaç kez ayağı kaysa da düz zeminde koşar gibi derenin kıyısına varan Mustafa'ya alay malzemesi vermemek için sesini çıkartmadı. Teselli buluyordu ama bu tamamen teslim olacağı anlamına gelmezdi.

"Bak" Mustafa eline aldığı dal parçasıyla kıyıya bir çizgi çekti. "Bu başlangıç noktası." Bir yandan da ıslanıyorlardı. Fakat kural şikâyet etmemekti. "Gemileri buraya koyacağız. Aynı anda suya yollayacağız. Önce kiminki batarsa o kaybeder. Kural basit. Ama kazanmak kolay değil. Önce düzgün bir gemi olmalı. Korkma, seninkine de benim elim değdi, hemen batmaz. Gel şöyle." Firdevs çizginin yanında durana kadar bekledi. Mustafa bu yarış işini o kadar ciddiye alıyordu ki kız, onu seyrederken içine düştüğü üzüntüyü unutup heyecanlandı. "Dikkatlice koyacaksın. Dik dursun. Ne düşecek kadar yavaş, ne alabora olacak kadar hızlı iteceksin. Tek deneme hakkın var. İlk sefere mahsus biraz yardım edebilirim. Ama torpil yapıp kazanmana müsaade etmem. Anlaşalım..."

"O kadar da zor olmasa gerek. Bundan sonrasını kendim halledebilirim."

"Sen bilirsin. Başlayalım o zaman..." Gemileri yere koydular. Firdevs hiç çekinmeden genç adamdan kopya çekiyordu. Mustafa da yanındaki kızı rakip olarak değil, köyün güzelliklerini keşfedecek biri olarak görüyordu. Kâğıtları ittiler çamur karışmış hırçın suya. Firdevs'inki yalpaladı önce. Fakat sonra doğruldu. Mustafa'nın gemisine çarptı. Yolları ayrılacak gibi oldu. Endişeyle ellerini birbirine çarptı. Bir de tezahürat yapmaya başlayınca ortam iyice şenlendi. "Hiç şansın yok."

"İzle de gör. Bak nasıl kazanıyorum!" Firdevs kapıldığı heyecanla gemileri birbirine karıştırdı. Kendi gemisini diğerinden ayırt edemedi. Hırçın sular birini alabora etti. Ne sevindi ne üzülebildi. Mustafa'ya baktı sorgulayarak. "Ne oldu şimdi?" Olan şuydu; Firdevs'in gemisi sahiden batmıştı. Mustafa'nınki gözden kayboluyordu. Fakat genç adam kazanma hırsına hiç bürünmediğinden, moralini düzeltmeye çalıştığı kıza bir iyilik yaptı. Belki daha sonra buna kendisi bile şaşıracaktı.

"Ne olacak, sen kazandun!"

"Nasıl, sahiden mi?"

"Yalan söylüyorsun de da kavga edelum!" Firdevs, oğlanın yalandan çatılan kaşlarının altındaki gülen bakışları görünce onun dürüst davrandığını zannetti. Ellerini çırptı sevinçle.

"Kazandım, bak gördün mü? Demiştim!"

"Gemini ben yaptım. O yüzden kazandın."

"Tamam, bir dahakine kendi gemimi yapacağım. Yine yarışalım!" Ellerini beline koyup meydan okudu. Mustafa memnun kaldı bu tekliften.

"Demek yine yarışacağız. Olur, kabul ediyorum. O zaman hiç yardım etmeyeceğim ama." Firdevs dönüp akan dereye baktı. Burnu yine kırmızıydı ama bu sefer soğuktan.

"Rengi değişti" dedi. "Yani benim bakışım değişti. Çamurlu, vahşi bir su görmüyorum artık."

"Sen benimle biraz daha fazla zaman geçirsen öyle eğlenceli şeyler öğrenirsin ki ağlamaya zamanın kalmaz."

"Ne bileyim, ne zaman yanına gelsem kavga ediyorduk. Daha önce gösterseydin ya meziyetlerini. İlla üzgün mü olmamız lazım?" Haklısın der gibi baktı genç adam. Buz gibi olmuş elleriyle ensesini kaşıdı. Daha önce güçlü bir rakip, gıcık ve kavgacı bir kızdı Firdevs. Şimdiyse arkadaş canlısı, ilgiyi kabullenen, sevimli biriydi. Hep de suç benim oluyor diye geçirdi içinden. Fakat kız beklemediği bir anda içten bir teşekkür edince, sitem etmeyi bıraktı. "O kadar kötüydüm ki" dedi Firdevs.

"Ne olduğunu anlatmak ister misin şimdi? Yani pek anlamam teselli işlerinden ama yapabileceğim bir şey varsa yardımcı olurum."

"Sen bana epey yardımcı oldun zaten. İhtiyacım olan biraz samimiyetti. Ailemden uzağım Mustafa. Çok özledim onları. Azize de yok sağlık ocağında. Yalnız kaldım koca memlekette. Çocuk gibi ağlayasım geliyor. Bir de hava kasvetliydi. Gri bulutlar perdenin ardında. Toparlanamadım bir türlü."

"Ama şimdi sevdin değil mi? Yağmuru yani..."

"Evet, başka pencereden bakmam gerekiyormuş sadece. Ama hâlâ yalnız olduğumu biliyorum." Bir iç geçirip arkasını döndü ve kayalardan birine oturdu. Mustafa da kızın arkasından gitti.

"Aileni getiremem, onların yerini de tutmaz ama bizim kapımız sana hep açık. Azize şu sıralar çıkamadı köyden. Aslında geçen niyetlendi sana gelmeye. Elinde yemekler vardı, yanında kalacaktı. Bir aksilik çıktı. Seni yalnız bırakmayı istemez hiç."

"Açıkçası bu kadar yalnız kalacağımı bilseydim gitmesin diye ayaklarına kapanırdım. Öyle bakma, yapardım. Gelmeyişine de biraz kırıldım. Habersiz bıraktı beni. Burada ne olduğunu, nasıl aksilikler çıktığını bile aklıma getiremedim. Yani düşününce... Benimle ilgilenmek zorunda değil tabi ki. Neyse... Kişisel bir alınganlık say sen bunu."

"Alıngan olduğunu düşünmüyorum. Çetin muharebelerimiz oldu. Galip gelmediysen de yılmadın. Bizzat test ettim seni. Alıngan değilsin."

"Uzmanından onaylı..." Genç adam başını salladı ciddiyetle.

"Ama insanın morali bozuk ya da kalbi kırık olduğunda sevdiği birinden destek beklemesi normal. Gözü arkadaşını arar, yanında olmasını ister. Ben bir keresinde... Çok üzüldüğümde bir arkadaşım yanımdaydı." Keder hislerine değdiğinde hırçınlaşan Mustafa, dere kenarında Latif'in ona sarıldığı anı yine getirdi gözünün önüne. "Yani" dedi sonra toparlanarak "ailenden uzakken Azize'den ilgi beklemen normal. Sonuçta uzun zamandır arkadaşsınız, sırdaşsınız."

"Aslında onu bunaltırım diye çekindiğim için bu kadar geç geldim. O benden az konuşur, işinde ciddidir, kendi sıkıntıları da var." Hazin bakışlarını dereye çevirdi. Yine ağlayacak gibi oluyordu. "Bunca zaman benimle yeterince ilgilendiniz zaten." Mustafa şaşırdı bir anda. Eve gelip giden biri, sevildiği de hissettiriliyordu üstelik, niye yük olsundu ki? Eğer hayatlarına girmişse tabi ki ilgi görecekti. Azize'yi kapıda görüp de cebindeki fındıkları uzattığı anı hatırladı. O evde olan kızı nasıl da benimsemişti! Firdevs'e karşı da öyle hissettiğini fark etti.

"Ama... Bu olması gereken bir şey zaten" dedi. "Kimse senin hakkında böyle düşünmüyor. Hatta her gün gelsen annem mutlu olur. Azize sevinir. Mehmet amcam bile seni evladı gibi görüyor. Balık ayıklayıp önüne koyuyor. Bana bile az yapardı. Sen uşaksun, kızlara ayrıcalık yapıyorum derdi." Güldü amcasının muzır sözlerine. "Belki uzaktan hırçındır bu dere. Serttir bu memleketin havası. Sanırsın ki insanını anlamak zor. Biraz çekinirsin. Ama evimize kadar girdin, gördün ya herkesin kalbi temiz. Misafir severler. Öyle severler ki artık kimse misafir olmaz. Sofralar neşelidir, boldur. Kalbinden geçirdiklerini dillerine dökerler, fazla dürüsttürler kimi zaman. Arkadan iş çeviren, içten pazarlıklı birkaç tane bulursun köyde. Her kasada olur çürük elma. Dedikodu eden bile o kadar yüksek sesle konuşur ki kendini ele verir. Biri senden bunalsa anlarsın zaten. Kendi kendini yiyip bitirme."

"Öyle mi diyorsun?"

"Tabi... Hem bak, kimseden böyle emin konuşmam ama Azize esaslı kızdır. Seni sevmese odasına kadar sokmazdı. Ailesinin yanında rahat etmezdi seninle. Gerçekten arkadaş olarak gördüğü insana sahip çıkar, ilgilenir, düşünür. Sıkıntılı gözükse bile senin için yiyecek bir şeyler hazırlamaya kalkar. Üzülsen peşinden gelir, gönlünü almaya uğraşır. Kıymet verir yanındakilere. Şimdi eve gitsek ne kadar sevinir seni gördüğüne. Hatta beni sorguya çeker kavga ettik mi diye."

"Korkma, seni şikâyet etmeyeceğim." Dizlerini karnına çekip çenesini yasladı. Mustafa tıpkı bir kız kardeşten bahsediyor gibi konuşuyordu. Onu böyle ciddi ve samimi görmek hoşuna gitti. Biraz durgunlaşınca sohbet edilir birine dönüşüyordu demek ki. Meraklandı birden. "Çok seviyorsunuz onu. Annen kızı olarak görüyor. Azize'nin de bir şikâyeti yok bundan ama yine de bir sıkıntısı olsa tek başına halletmeye çalışıyor. Babasının yanına bile çok az gidiyor. Bana sekiz yaşında buraya geldiğinden ve ailesiyle köyde tanıştığından söz etti sadece. Annesinden ya da bakışlarına kalp kırıklığı yerleştiren hiçbir detaydan bahsetmedi. Hep merak ettim. Nasıl oldu da hem böyle merhametli, hem böyle bir başına yaşar oldu?"

"Azize anlatmadıysa ben de anlatamam. Hem beceremem şimdi konuşmayı, işi karıştırmayayım." Mustafa bir an durdu. Detay vermese de konuşmaya devam etmek istiyordu. "Köye geldiği günü dün gibi hatırlıyorum. Oyunlarımız, arkadaşlığımız, aramızdaki bağın kardeşliğe dönüştüğü her bir gün hatırımda. Ben haylazlıktan başımı kaldıramazken o bir sürü problemle boğuşuyormuş meğer. Büyüdükçe anlam verebildim. Yeni bir çevreye adapte olması, babasının evlenmesi, hasta olması, sonra tam düzeldi derken duyduğu kalp kırıcı birkaç söz, büyüklerin yapmaya niyetlendikleri hatalar..." Pus düştü Mustafa'nın sesine. O günlerde Azize'nin kabuğuna çekildiğini, babasından tamamen uzaklaştığını ve senelerce sürecek bir küslüğün başladığını anlatmaya gücü yetmedi. "Azize çok güçlü bir kız, kardeşim o benim. Dimdik durdu hep. Kalbinin güzelliğinden de hiçbir şey eksilmedi. Dürüsttü bir kere. Sevmediğini bakışlarıyla bile kovdu. Sevdiğine dört elle sarıldı."

Firdevs tebessüm etmekle yetindi. Geçirdikleri zaman süresince Mustafa'nın söylediklerine aykırı hiçbir şey görmemişti kızın karakterinde. Fakat kırılgan kalbinin nasıl iyileşeceğini, bir gün mesafelerini aşıp aşmayacağını da merak etmişti. Hata yaptığı söylenen büyükler, ki aklına en çok Mehmet amcası geliyordu, Azize'nin bu hale gelmesinde önemli rol oynamış olmalıydılar. Yine de herkesle saygılı konuşuyor. İhtiyaçlarıyla ilgileniyor. Kabahatlerini daima hatırlatıp kimsenin burnundan getirmiyor. Aklıma takılan şu mesafeleri, aslında az bile. Kendini iyi yetiştirmiş olmasa asilik ederdi. Onun gibi dediğinin arkasından giden birini de kimse durduramazdı. Dere akarken oluşan sessizlikte bunları geçirdi aklından. O sıra Mustafa da Firdevs'e cevap niteliğinde fikirler üretiyordu.

O ne amcam gibi, ne halam gibi kaçtı. Büyük hatalarla düzeltmeye çalışmadı ruhundaki yaraları. Babasına olan öfkesi yüzünden kendi hayatını mahvetmedi. Direndi her şeye rağmen. İçi gitmedi mi yeni kurulan ailelere? Nefsine dokunmadı mı ana babasıyla büyüyen Akif? Muhakkak canı yanmıştır. Ben bakıp da üzülürdüm çünkü. Ama o köye, dağa, taşa verdi sevgisini. Sanki tüm insanlardan beklentisini kesti. Kendi sevgisinden pay verdi istediğine. Gülümsedi seçtiğine. Fakat bence, kimseye tam olarak bağlanmadı. Bundan sonra bağlanır mı, bilemem.

***

Mustafa hiçbir sözünde yanılmadı. Selvi bir anne gibi karşılarken Firdevs'i, Azize de kız kardeş gibi ilgilendi. Böyle ıslanmasının ve üşümesinin sebebini öğrenmeyi sonraya erteleyerek kuru ve kalın kıyafetler verdiler. Sobanın yanına oturtup sıcak yemek ikram ettiler. Midesinin dinlenmesine fırsat vermeden çay getirdiler. Çiçek'in kızları Akif'le bir köşede oyun oynuyordu. Erdem odadaydı, Mehmet ortalıkta görünmüyordu. Zeynep annesine ziyarete gitmişti. Oturup konuşacakları, dertleşecekleri kadar müsaitti ortam.

"Şimdi anlat bakalım" dedi Azize. Arkadaşının elini tuttu, yengesinin kapıyı kapatmasını fırsat bildi. Firdevs rahatlamanın verdiği mahcubiyetle, biraz yüzeysel bahsetti sıkıntısından.

"İyice yalnız kaldın çarşıda. Aklıma geliyordu aslında. Ben de ziyaret edemedim seni doğru düzgün..." dedi Azize. Müdahale etmeyişine, kendiyle ilgilendiği sürede arkadaşına zaman ayırmayışına üzüldü. Biraz teselli ettiler birbirlerini. Sonra "çok iyi ettin gelmekle" diyerek Firdevs'in omzunu sıvazladı. "Kalırız birkaç gün."

"Bir hafta iznim var. Üç gün kızların nöbetini ben aldım. Biraz kafam dağılır diye düşündüm. Sen yapıyorsun ya... Ama canım çıktı Azize. Üzüldüğümüzde oturup ağlasak olmaz mı? Niye kendimizi yoruyoruz böyle?" Bu sözleri ufak bir kahkaha takip etti.

"Sen ne istersen onu yap canım arkadaşım."

"Ağlasam daha iyi olur. Böylesi bana daha uygun. Kendimi yıprattım da ne oldu? Herkes iyiyim sandı. Ama dayanamayıp ağlayınca senin o kirpi kuzenin bile bana iyi davrandı."

"Kirpi deme çocuğa!" Azize kızar gibi çattı kaşlarını. İyileşme metotları kişiye göre değiştiğinden mevzunun üstünde fazla durmadı. Ama gülmeden de edemedi. Demek kaderde Mustafa ve Firdevs'in aynı güzel anı paylaşması da vardı. "Çok merhametlidir" dedi. "Tartışıyorsunuz ama pamuk gibidir kalbi. Sadece, üslubu farklı. Sevme ve bunu ifade etme şekli pek senin alıştığın gibi değil."

"Kardeş gibi olduğunuz o kadar belli ki, o da senin hakkında böyle konuşuyor."

"Hm demek dedikodumuz yapılmış. Neler konuştunuz anlat bakayım?" Firdevs her detayı arkadaşıyla paylaşmak istemedi. Onun geçmişini merak ettiğini ve araştırdığını düşünmesi şu keyifli sohbeti gölgeleyebilirdi.

"Hiç" dedi "oturduk öyle..." Bu meçhul ve kısa cevaptan sonra Azize şaşırdı. Mustafa ve Firdevs sırdaş olsun, beklenmedik bir şeydi! Aynı babaannesi gibi hafifçe geriye çekildi, ellerini sertçe dizlerine vurdu. Gözlerini kıstı, başını abartıyla salladı.

"Vu nenem la ilahe illallah! Dunya döndi tersine!" Firdevs gülerken sesi duyulmasın diye avuç içini dudaklarına bastırdı ama ortam öyle şenlendi ki, çocukların da dikkatini çektiler. Kızlara "yok bir şey" dedi Azize. Ama o da hemen duramadı. "Devam edin oynamaya..."

"Bir daha yapsana" diye ısrar etti Firdevs. "Gözlerin bayılacakmış gibi oluyor ya, onu da yap!"

"Yalnızca şaşırınca yapabiliyorum. Öğrenilmiş, hayret anında ortaya çıkan bir tepki." Eliyle birini çağırır gibi parmaklarını içe kıvırdı birkaç kez. "Şaşırt beni! Gönder gelsin..."

"Mustafa'yla gemi yarışı yaptık... Hatta ben kazandım. E hadi, yapsana Azize... Niye öyle donmuş gibi bakıyorsun?"

"Bekle, hangisine şaşıracağıma karar veremedim. Kâğıttan gemi yarışı yaptınız öyle mi? Hem de sen kazandın! Mustafa'nın karşısında?" Yüzüne yayılan kocaman gülümsemeye eşlik eden hayretle açılmış gözleri canlı ve parlak bakıyordu. Alt dudağını ısırdı vereceği tepkileri dizginlemek adına. Sonra dizlerine battaniye örtülmüş arkadaşının kolunu çekiştirdi. "Sen şu işi bana baştan anlatsana bir kere..." Ama Firdevs kararlı bir şekilde başını salladı olumsuz anlamda.

"Önce az önce yaptığını istiyorum." Azize derin bir nefes alıp ellerini beline koydu. Çekişmeli bir gemi yarışının sonuçlarını öğrenmek için bir kere daha babaannesinin taklidini yapabilirdi.

***

Çiçek çekmecenin önünde oyalanmayı uzatınca Erdem hemen niyetini anladı. Kalktı yerinden, karısının yanına dizüstü oturdu. Dikkatlice yüzüne bakmaya çalışıyordu bir yandan da. "Hatırladın mı?" dedi ufak bir tebessümle. Bir kere daha burada oturup konuşmuşlardı. O zaman kavuşmaktan söz etmişlerdi. Şimdiyse Erdem'in ne söyleyeceğini iyi biliyordu Çiçek. Olumlu anlamda başını salladı yine de. "Üç gün sonra dönmemiz lazım." Yine bir sessizlik sızdı cevaplara. "Eve uğrayacağım göreve gitmeden önce. Kızlarla ve seninle şöyle güzel bir yemek yiyelim diyorum. Nasıl olur? Dolaşırız biraz."

"Bilmem..." Çiçek çekmeceyi kapattı. Sırtını yatağın ahşabına yasladı. Perdenin ucundaki desenleri seyretmenin sakin kalmasına yardımcı olacağını düşündü. Erdem derin bir nefes aldı. Seneler geçtikçe evden ayrılmak, yüzü gülse de bakışları özlem kokan bir kadını, iki güzel küçük kızı ardında bırakmak zorlaşıyordu. "Her seferinde aynısını yapıyorum değil mi? Sanki ilk kez gidiyormuşsun gibi üzülüyorum. Oysa alışmam gerekirdi." Çiçek böyle söyleyince elini tuttu.

"İnsan hangi ayrılığa alışır ki? Hangi lezzet yeterli gelir? Hangi kavuşma tam yerinde olur? Dünya bir kalbe yetmez çiçeğim. Tüm zamanları toplayıp verseler bize, yine ayrılmak istemeyiz."

"Çok sevmekten mi?"

"Öyle..." Durup kendinde bir özellik fark etmiş gibi güldü. "Yetinmemek ayıp ve manasız gelirdi bana. Bazı hususlar istisna olmak kaydıyla anladım ki o mesele öyle değilmiş." Erdem başını çevirip biraz daha yaklaştı Çiçek'e. Sarılmaktı maksadı. Ama sohbet etmek de istiyordu. Bu sebeple üst kapalı konuşuyordu. Beklediği oldu, Çiçek sordu.

"Hangi istisna hususlar?"

"Evinde üç tane mis kokulu, rengi insanın gözünü gönlünü açan çiçeği olan birisi hep onlarla ilgilenmek ister. Oturup seyretmekten, yapraklarını okşamaktan zevk alır. Bir saat daha, iki saat daha, günlerce... Mesele siz olunca zamanla yetinmeyişimi dert etmiyorum. Şen ve ferah bir bahçedeyim sanki yanınızda. Tüm kötülüklerden, hainliklerden ve sıkıntıdan uzağım. Kapıyı açıyorsunuz ya, ben bambaşka bir ülkeye giriyorum sanki. Çiçeklerle bezeli bir memlekette uyuyorum. Gürültüden uzağım, güvendeyim. Emin bir kalbim var. Kızlarım büyüyor gün geçtikçe..." Sıra bu sözlere gelince mahzunlaştı. İlklerine şahit olamadığı anların özlemi yansıdı sesine. Gülşah'ın ilk adımlarını görememişti. Esma'nın ilk dişini de öyle.

Çiçek mest olurdu bu sözlere, eğer Erdem böyle üzülüyor olmasaydı. Yalnızca geridekiler özlemiyordu çünkü. Asker de uzaktayken puslu bakışlarıyla karanlık çöken dağları seyrediyordu. Cesaretli yüreğine emrediyor, gözleri dolsa da sağlam adımlarla göreve gitmesi gerektiğini söylüyordu. "Özlemek tüm bu hislerinin kıymetini arttırıyor asker" dedi Çiçek. Yaklaşıp sarıldı sıkıca. "Daha fazlasını istesen de elindekinin kıymetini bilen ve ziyan etmeyen biri oluyorsun. Her gelişinde biraz daha seviliyorsun, her gidişinde daha çok bekleniyorsun. Kızların büyüyor evet. Babalarının bir kahraman olduğunu anlatıyorum onlara. Masallara ihtiyaçları yok. Senden söz ediyorum. Fedakârlığınla, cesaretinle süslüyorum cümlelerimi." Tüm bu teselli veren sözlerden sonra yine de gözleri doldu ikisinin de. Bir müddet öyle kaldılar. Sonra Erdem geriye çekildi.

"Elin prenslerinden bahsetmek yerine babalarını anlatman daha iyi çiçeğim." Çiçek güldü bu sözlere.

"Aynı Mehmet abim gibi konuştun" dedi. Erdem terlemiş gibi alnını sildi.

"Kız babası olunca anlıyorsun meselenin ne kadar karmaşık noktalara varacağını."

"Gelecekte ne olacağını bilemem Erdem. Fakat şimdi çocukların sana ne kadar hassas davrandığını göz önünde bulundurursak seni ne derece sevdiklerini ve önemsediklerini anlayabiliriz. Hatta..." Kollarını birleştirip çenesini kaldırdı sitem eder gibi. "Yeri gelmişken beni dışladığınızı da söylemeliyim. Hiç öyle bakma! Bir araya geliyorsunuz, anneyi unutuyorsunuz."

"Gözümü kapatsam kulağım ulaşır sesine. Kulağım duymasa burnum alır kokunu. Azalarım senden bihaber olsa kalbim çarpar durur. Ah Çiçek'im bu kalp seni nasıl unutur?" Yelkenleri suya indirme kıvamına gelmişti Çiçek. Son kez kaşlarını çatıp direnmeye çalıştı ama beceremedi.

"Kandırma beni" dedi yatağın üstündeki katlanmış kıyafetlerden birini askerin kucağına fırlatıp. O sıra hemen kalktı yerinden. "Güzel sözler söylüyorsun, beni iyice alıştırıyorsun kendine. Daha çok seveceğim o olacak!" Asker güldü kızının kıyafetini tekrar yatağın üstüne koyarken.

"Artık geç değil mi Çiçek'im?"

***

Çok geç asker. Bu hikâyede kapılıp gidenler de çok. Ben biraz aranıza girecek özlem sebebiyle sessiz kalacağım.

"Tuhaf çocuk, senin ruhun ziyalar, gölgeler, kitaplar ve manzaralardan başka bir şey bilmez, değil mi ?"

HANDAN - HALİDE EDİP

Continue Reading

You'll Also Like

53.7K 5.1K 37
Bazı kadınlar güzel gülerler azizim. Hatta öyle güzel gülerler ki gülüşüne kuş konmuş sanırsınız. Neşe o kadınlardan yalnızca bir tanesiydi. Mutlu o...
357K 20.8K 53
Bu gün itibari ile yani 26 . 02. 2017 👉spiritüel içinde 9 olmuşuz Çok teşekkür ederim tüm okuyucularıma Çaresizlik ALLAH'tan gelen en güzel işar...
30.4K 2.4K 18
"Yani bu gece gerçekten öleceğim." "Üzgünüm Öksüz." "Gerçekten mi?" "Gerçekten. Ölümüne üzülemeyeceğim için çok üzgünüm."
1.5K 105 3
Her bölüm birbirinden ayrıdır. Konular beğenilirse fic'e dönüşecektir. Lütfen bana sormadan konularımı almayın🥺