toy boy | taekook

By wineanddawn

156K 14.1K 3.1K

taehyung ve jungkook birbirlerinin yan komşularıydı. there is no other universe then, stay with me texting +... More

uno
dos
tres
cuatro
cinco
seis
sieste
ocho
nueve
diez
once
doce
trece
catorce
quince
dieciséis
diecisiete
dieciocho
diecinueve
çokça minnetle, biraz da serzenişle dolu yazar notu
veinte (el final, part2)

veinte (el final, part1)

4.2K 302 212
By wineanddawn

Bu bölümde yaşanan olaylar tamamen hayâl ürününden ibarettir. Bazı şiddet unsurları, intihar girişimi, kan ve psikolojik baskı içermekle birlikte sorun teşkil edecek davranışlar da bulunmaktadır. Tetiklenecek olanlara okumamaları önerilmektedir. Dikkate alarak okuyunuz.

Yazım yanlışım varsa affedin. Gözümden kaçmış olabilir veya düzenlerken dikkat etmemiş de olabilirim. Kusura bakmayın.

Yazar ve eser ismi belirttiğim alıntılar dışında tüm sözler ve yazılar şahsıma aittir.

Medya:
-Ghostly Kisses, Where Do Lovers Go?
-Taylor Swift, imgonnagetyouback
-Cigarettes After Sex, You're All I Want
-Loreen, My Heart Is Refusing Me
-woest, surrond me

Keyifli okumalar!

...
__________

Bekleyen her şey bir gün solar ve ölür. Bu bir papatya da olabilir veyahut bir umut da.

-Sırça Köşk, Sabahattin Ali
__________

...

Yazardan, Taehyung

Duyduğu ses yüzünden korkuyla çarpan kalbi göğsüne sertçe vuruyordu. Yutkundu. Özür dilerim mesajı şimdi daha anlamlıydı.

Ayaklanır gibi oldu Taehyung. Gözlerinde yaş, kalbinde kocaman bir ağrı. "Yapmamış olsun," Avuç içlerini yatağa yaslayıp kalktı çöktüğü soğuk zeminden. "Bir şey düşürmüş olsun."

Karşılaşacağı şeyi düşünmek aklında hasarlar bırakacaktı. Bunu bile bile yürüdü sevdiği adamla girdiği kapıya doğru. Elinde Jungkook'un telefonu, üzerinde yine Jungkook'un uzun bol tişörtü ve pijaması. Dış kapının kolunu eliyle indirdi ve açtı tedirginlikle. Karşı dairenin kapısına korku dolu bakışlarını attı ancak o korku bir anda aklında bir şeytan gibi sızdı. "Ölüyor," dedi tüm zalimliğiyle. "Sizin yüzünüzden." Telefon zemine sertçe düştü. Çıplak ayaklarıyla binanın soğuğunu umursamadan yerlere basa basa karşı dairenin kapısının önüne geldi. Yutkunarak elini kaldırdı. İki kez tıklattı açılmayacağını adı gibi bildiği kapıyı. Ses gelmedi. Yeniden tıklattı ama gerçek yüzüne şeytanın bir tokadıyla yeniden çarptı. "Can çekişiyor. Ölecek."

Ardından adım sesleri duydu. Adım sesleri o kadar şiddetliydi ki birinin koştuğunu anlamamak imkânsızdı. Bakışlarını merdivene çevirdi. Rowoon ter içinde kalmış bir şekilde Taehyung'un yanından geçip umursamadan kapıya vurmaya başladı. Ağzından tek bir isim çıkıyordu. "Isa! Aç kapıyı ne olur! Isa!"

İkiside kapının açılmayacağını bildiği hâlde umutlarına oynuyorlardı. Hayır, umutları onlarla oynuyordu. "Belki," dedi umut çaresizce dikilen bedenlere. "Belki yapmamıştır?"

Rowoon Taehyung'u omzundan ittirip geri gitmesini istediğinde Taehyung dalgalanan kirpiklerinin ardında kalan yaşlarla savaşıyordu. İçini kaplayan hüznün Jungkook'u unutturduğunun farkında değildi. Kalbinde büyük bir yer açtığı, deliler gibi sevdiği adam aklından uçup gitmişti.

Rowoon bir iki adım geri çekildi. Sağ omzunu dikleştirdi ve bir hışımla kapıya doğru koşup kırmaya çalıştı. Yapamayınca her yaptığı adımı defalarca tekrarladı. Durmadan devam etti. Son bir vuruş daha yaptığında kapı zorla da olsa açılmıştı. Burunlarını sızlatan bir koku karşıladı onları; keskin, kırmızı kanın kokusu. Hiç beklemeden içeri girdi Rowoon ancak Taehyung onun kadar cesaretli değildi. Göreceği şeyden haberdardı ve böylesi bir görüntü zihninde şekilden şekle girip göğsünü sıkıştırırken gerçeği ile baş edemeyeceğinin farkındaydı. Ölümden korkuyordu.

Kapının eşiğinden içeri bir cesaretle adımladı. Tam solunda çırpınan kuşun kanatları olabildiğince hızlandı. Endişeli, ürkek ve umarsız bir adım daha attı. Girerse çıkamayacaktı; girmezse pişman olacaktı. Bir süre yerinde duraksadı, korkusuna hakim olmaya çalıştı. Avuç içini kalbine yaslayarak ilerlemeye devam etti. Tam o esnada arkasında bıraktığı telefon çalmaya başladı fakat Taehyung'un duyduğu tek ses kafasındaki düşüncelerdi.

Bir adım diğer adımı arkasından sürükledi. Taehyung becerebildiği kadar hızlı yürüdü. Isa'nın odasının önüne geldi. Yerdeki tentürdiyot şişesi devrilip dökülmüştü ve içindeki turuncu sıvı küçük bir yığın oluşturmuştu fayansta. Kanlı pamuklar ve sargı bezi yerdeydi. Hayalinde oluşturduğu görüntülere yenisi eklendi. Kırmızı kan kesiklerin içinden akarken durmuyordu. Bıçak? Cam? Jilet? Yerde kesici bir alet vardı, tam kestiremiyordu ne olduğunu. Gözünün önünde beliren yüzün acısı kalbine yansıdı. Bir yaş aktı yanağına ve kendine geldi aniden.

Rowoon'un hıçkırıkları kulağına ulaştığında bu kez hızlanarak sesin olduğu yere gitti koşar adım. Banyonun önüne geldiğinde gözlerini sıkıca kapatıp kendini hazırlamaya çalıştı göreceklerine. Başını öne uzattı. Rowoon'un bedenini gördü önce gözleri. Sonra onun elleri arasında, kucağında duran solgun yüzlü Isa'yı. Dehşete uğrayan duygularının aksine yüzünde mimik kıpırdamadı. Yerde, boynuna sarılı iple cam kırıklarının üzerinde yatıyordu Isa. Bembeyaz kesilmiş bedeni yukarıdaki boruyla beraber cam kırıklarının üzerine düşmüştü. Her camın üzerinde ufak kırmızı bir kan lekesi vardı ancak Isa'nın bedeninden belki de litrelercesi akmıştı zira kan içindeydi.

Boynundaki urganla bakıştı önce Taehyung. Yanına yaklaşmak için son adımı da attığında tam sağ tarafına oturdu, camların olmadığı taraftı ve üzerinde yatan arkadaşından daha çok canının yandığını hissediyordu.

Rowoon kısık sesli ama içli içli gözyaşı dökerken Taehyung girdiği şoktan kurtulamamış bir hâlde, hâlâ urganla göz temasında, boynunda iz yapmış ve kana bulanmış ipin ruhuna nasıl sarıldığını duyumsuyordu içten içe. Bu görüntü onun yıllarına, belki de bir ömrüne ondan acımasızca hakim olacaktı.

Parmaklarını hareket ettirmeye çalıştı ilk önce. Usulca elini kaldırıp Isa'nın yüzüne dokunmak istedi ama gerisin geri çekti parmaklarını. Yeniden kaldırıp bu kez boynuna doğru ilerletti. İki eliyle urganın kalın dokusunu kavrayıp Rowoon'un kucağında yatan Isa'nın başını kaldırması için Rowoon'a baktı. Gözyaşları gözlerinden sızmaya devam ederken Taehyung'un istediğini anlayıp sakince kaldırdı ve urganı boynundan çıkardılar. Rowoon cılız ve hafifçe kalmış bedeni kucaklayıp ayaklandı.

Taehyung kırmızıya bulanmış parmak uçlarını kavradı Isa'nın. Ardından iki eliyle avuçlarının arasına aldı onunkileri. Çok soğuk, çok cansızdı teni.

...

Yazardan, Isa

Bir karanlık vardı aydınlığın içinde. Soğuktu, acımasızdı, acizlikle boynunu eğmiş bir kulun ettiği duasıyla kibirlenen tanrı misali düşmancaydı. İblisin ateşi gibi teni kavuran bir alevle harlanıyordu o karanlıkta ışık. Göz gözü görmüyordu. Yalnızca etrafı kırmızı alevle sarılmış bir ışık kör karanlıkta soluklanıyordu.

Bir ses vardı. Boğukça inleyen bir ses. Sanki birinin çığlıkları kulağında yankılanıyordu Isa'nın.

Ağır bir yük gibi bir yerden sallanıyordu Isa. Bedeninin savrulduğunu hissedebiliyordu ancak sanki bedenini sarmalayan anlam veremediği bir his vardı. Sarsılıyordu. Bir kum torbası misali oradan oraya hareketleniyordu soğumaya yüz tutmuş vücudu. Kollarından, ta damarlarından akan sıvıyı teninde hissediyordu. Boğazında anlam veremediği o ağırlık artık yoktu fakat canını acıtan bir izin varlığını sezebiliyordu.

Kulağında çınlayan sesleri işitmeye çalıştı. Kulak zarını patlatacak şiddetteki o sesler daha yoğun ancak desibeli azalmış bir şekilde ulaşıyordu zihnine. Geri çekiliyormuş gibiydi. Biri onu gerçeklikten karanlığın yoğun olduğu bir mahzene götürüyordu sanki.

"Tansiyon?" dedi doktor heyecan dolu gerginlikle. Isa'nın uykuya dalmış gibi duran solgun yüzündeki ruhu yavaş yavaş teslim olmaya uğraşırken etrafında onlarca insan kalbinin üzerinde, kollarına batan camların açtığı kesiklerde, boynuna iz yapmış urganın kanattığı teninde canla başla Isa'nın aksine mücadele ediyordu.

"90'a 30."

"Kalp basıncı?"

"30. Düşüyor."

İnsan adrenalinle dolduğunda kan basıncı yükselirdi. Heyecan, korku adrenali arttırır ve bu da kan basıncının yükselmesine neden olurdu fakat Isa'nın yok olmaya yüz tutmuş ruhunda ne heyecan ne korku adına hiçbir duygu yoktu. Bomboştu. Oradan oraya savruluyordu.

Isa'nın kör karanlığın içinde gördüğü ışık onun yaşama olan bağlılığıydı. İpi körelmiş bir salıncağı andırıyordu.

Şimdi bazı sesleri yakından duyuyordu. Metalik ses çığlıkları bastırırken ritim tutmuşçasına ötüyordu.

"Nabız düşüyor!"

Aslında farkındaydı. Gidip geliyordu ruhu. Yaşam ve ölüm arasında yol güden bedeni yine bir ipe bağlıydı. Bir köprü üzerinde adımlarını dikkatle atarak ilerlemeye çalışıyordu.

Köprünün üzerindeyken hayalinde bir hatıra öne çıktı. Yavaş yavaş görüntü netleşti, renkleri yerine geldi. Gözlerinin önünde oynayan anısı bir pişmanlıktı onun için.

Kendisinin de şimdi olduğu gibi bir hastane odası, kocaman bir yatak, serumlar, makinenin sinir bozucu ritmik metalik sesi, boylu boyunca yatan kan içinde bir beden.
"Keşke söyleseydim önceden." diyor Isa hıçkırıkla titreyen sesiyle. "Ama Jungkook vardı. Gelemedim." Kapının ardında onu dinleyen, ağlayamayan bedeni görmüyor, en acı ve pişmanlık dolu itirafını ediyor.

Kapı açılıyor. Korkuyla yerinden kalkıyor Isa ve gözünden tek damla yaş akan sevgilisini görüyor. Abisine bakıyor Jungkook. Isa'ya dönüyor gözleri. Ses çıkarmıyor ancak bakışlarındaki hayal kırıklığı ve hüzün kaplı özlem sesi oluyor. Sadece gözlerindeki yaşları ve o acı duyguyla bakmaya devam ediyor.

Başka bir anı geliyor daha geçmişten. Yanında Jungkook, karşısında Yunjin. Kahkaha atarak gülüyorlar. Jungkook'un eli Isa'nın parmaklarına dolanıyor usulca. Bakışları kesiştiğinde Isa'nın içinde bir his peydah oluyor: vicdan. Vicdanı dile geliyor acımasızca. Göğsünü delip geçiyor ama dışından belli edemiyor. Gülümsemesini silmiyor dudaklarından. Ama o an, yalnızca vicdanının acımasızlığını kabulleniyor Isa. Onu dinlemiyor. Acımasız olmak istiyor ve bencilliğini kabulleniyor.

Lise yıllarına gidiyor hatıra tüneli. Taehyung elinde iki paket pamuk şekerle koşuyor. Diğer elinde de gül var. Şekeri uzatıyor ve Isa'nın dudaklarını memnuniyetsizlikle kıvıran yüzüne bakıyor. "Koklasana, çok güzel," diyor. Hızla başını iki yana sallıyor. "Hayır, dikenleri var." dediğinde eliyle ittiriyor gülü. Taehyung onun sevmediğini bildiğinden yalnızca arkadaşının bu tepkisine kahkaha atıyor. Elindeki gülü dikenlerine dokunmamaya dikkat ederek uzun yolda ilerliyor.

Epey ilerliyor anılar. Biri önüne yıldırım gibi düşüyor. "Jungkook!" diyor. Kolundan tutup onun bedenini kendine çeviriyor. "Git," diyor ağlamaya yatkın sesi. "Nefret ediyorum güllerden. İstemiyorum. Gelme artık gurursuz gibi." Keskin, bıçak gibi sözleri ağzından teker teker dökülüyor. Karşısındaki omuzları çökmüş, kambur derecesine gelen omuzlardan ittiriyor. Elindeki bir buket gülü yere savuruyor hızla. Birini aldığı gibi yüzüne fırlatıyor ama içi acıyor gibi hissediyor anında. Şakağında kırmızı kan damlıyor Jungkook'un. Yüzündeki yaşlarla karışıyor, boynuna akıyor.

Metalik ses tüm dinginliğiyle düz bir çizgi hâlini aldı. Beyaz bir örtü serildi yüzüne doğru. Her yanı kesik içinde, kollarında kurumuş kan, dizlerinde yeni yaralar açılmış, boynunda intihar ipinin merhametsiz izi.

Cehennem, Isa'yı kabul etti.

...

Yazardan, Jungkook

"Üşüyor."

Ameliyat masasının üzerinde yatan abisinin cansız bedenine doğru ağlayarak baktı Jungkook.
Ellerini abisinin saçlarına koymuştu ve yavaş yavaş okşuyordu. Korkuyordu. Bundan sonrası için içinde kapanmayacak, kocaman, acılı bir boşluk vardı ve o, oraya düşmekten korkuyordu. Zaten oradan henüz çıkabilmiş bile değildi ki. Şimdi aldığı bu darbeler onun göğsüne, daha da derine saplanıyordu ve onun hiçliği hapsetmiş boşluğa düşmesi için var gücüyle ittiriyordu aşağı.

Abisinin üzerinde uzun beyaz bir örtü vardı. Doktor, ona hazır olmasını söylerken tam olarak bunu kastediyordu ancak ne yazık ki Jungkook bunun için fazla toydu. Daha annesinin bile ölümüne alışamayan kendisi abisinin erkenden gidişine nasıl boyun eğecekti?

"Jungkook, hadi gel." dedi Yunjin eli arkadaşının omzundayken. Woozi de, Mingyu da kapının önünde arkadaşlarının perişan hâliyle kahroluyorlardı zira Jungkook altı sene öncesi gibiydi. Abisi komaya ilk girdiğinde olduğu gibi yine başında bekliyordu ama bu kez birinin kalbi artık geçmişteki gibi atmıyordu.

Geçmiş geçmemişti.

Yunjin korkuyordu çünkü Jungkook'a abisinin vefat haberini veren doktorlara hiçbir tepki vermemişti. Susmuştu. Sadece gözyaşı dökmüştü ağır ağır ve bu zaten en kötüsüydü. Eğer susuyorsa arkasından daha fena bir yıkım, daha büyük bir kahroluş ve dinmeyecek çığlıklar gelecekti. Bu olsun istemiyordu Yunjin. Ağlayıp, yakıp yıksın istiyordu.

Dudağı titriyordu Jungkook'un. Gözyaşları yağmur gibiydi, saçları darmadağıdı, elleri ise tutmuyordu artık. Bacaklarında güç yoktu, yere oturmuş öylece abisinin beyaz örtünün ardında saklı yüzüne bile kalkıp bakacak mecali bulamıyordu kendinde.

"Yapma böyle Jungkook. Kalk," Yunjin ısrarla onu dizlerini karnına çekip sırtını duvara vermiş olduğu yerden kaldırmaya uğraşıyordu. Jungkook çabuk hasta olurdu, yine hasta olacak diye endişe duyuyordu ancak unutuyordu ki Jungkook çoktan ömürlük hastalığına yakalanmıştı.

Yunjin'in de gözleri dolu doluydu, ağlamamak için kendini sıkıyordu, sıkarken dudakları titreşiyordu ama kendinden önce ilgilenmesi gereken biri vardı, Jungkook'u sakinleştirip buradan götürmesi gerekliydi. Eline ağzına attı hıçkırığını gizlemek adına, gözleri kıpkırmızıydı ve bu da çok ağlamamak için olan uğraşına çok dayanamayacağını gösteriyordu.

Mingyu ağır adımlarıyla Jungkook'un yanına yanaştı. Kolunun altından tutup yerden kaldırdı. İtiraz edemiyordu Jungkook. Kukla gibi oradan oraya hareket ettirilmesine izin veriyordu. Mingyu, Woozi'ye işaret edip yanına gelmesini istediğinde ikiside Jungkook'un kolunun altına girip yavaş yavaş dışarı çıkardılar ve yoğun bakımın önündeki koltuklardan birine oturttular. Yunjin onu dinlemeyen Jungkook'un bitap düşmüş haline bakakaldı. Gözü önünde solup giden arkadaşı hareket edecemeyecek ddurumdaydı.

Yunjin önüne çöküp dizlerine ellerini yaslayıp alttan Jungkook'a baktı. Gözlerini görmek için biraz daha eğilip çenesinden tuttuğunda başını yukarı kaldırdı hafifçe. "Eve gidelim." dedi burukça. Başını iki yana salladı Jungkook. "Taehyung yok mu?" Sesi kısık çıktığında aynı anda titredi. Çatallı ve oldukça boğuktu, kendini engelliyordu. Dudakları büküldü ilk önce aşağı doğru, kaşları çatıldı, sonra tutamadı kendini. Bir hıçkırık koptu ağzından içli içli. Göğsü sarsıla sarsıla ağlamaya başladı.

Yunjin arkadaşının bu hâlini görünce hızla "Hayır," dedi başını hızlı hızlı iki yana sallayıp tedirgince bakarken. "Hayır, gelecek. Gelir birazdan Jungkook. Ağlama lütfen. Yapma böyle. Aradım biraz önce ama cevap vermedi. Kesin geliyordur. O yüzden açamamıştır. Tamam mı?"

Oysa Taehyung Jungkook'un nerede olduğunu bile bilmiyordu. Ne yaptığını, kiminle olduğunu, neler olduğunu... Aynı hastanede, birbirlerinden habersiz ne olduğunu ikiside bilmiyordu fakat hisleri aynıydı. İkiside acıdan kahroluyordu ancak biri ölümün acısını yaşarken diğeri pişmanlığın acısını duyumsuyordu.

"Taehyung gelsin Yunjin." Yaşlı gözlerini ona aşağıdan bakan arkadaşına çevirip dudaklarını büze büze konuştu. "Taehyung gelsin, sarsın beni sımsıkı. Başını göğüs kafesime yaslasın. Göğsüm ateş içinde Yunjin. O söndürsün." Titrek sesine işleyen çaresizlik bir çözüm arıyordu. Ve o çözüm Taehyung'un ta kendisiydi. Sevdiğine olan ihtiyacıydı.

"Tamam. Tamam, evdedir belki? Eve gidelim mi?"

"O yoksa ev mi orası?"

...
__________

"Umut, koşup giderken bir sokağın köşesinde, daha kurşun havadayken vurulup ölmekti."

-Yabancı, Albert Camus
__________
...

Yazardan, Taehyung

Başını elleri arasına almış, düşüncelerindeki sesin sahibini susturmaya çalışıyordu. "Öldü," diyordu o boğuk ses. "Öldü ve bir daha gelmeyecek." Her konuştuğunda başını hızla iki yana sallayıp kurtulmak istercesine onunla boğuşuyordu. Oysa Taehyung'un şu an pişmanlık içinde olmaması gerekiyordu. O tüm bunların suçlu değildi.

Rowoon'a döndü gözleri. Yere oturmuştu, ellerinde Isa'nın kanı, gözlerinde durmayan yaşları vardı. Aklına Isa'nın başında ağlarken ve onu kucaklayıp evden çıkarırken ki görüntüleri geldi. Rowoon o yarı ölü bedeni kollarına aldığında o kadar cansız ve o kadar çelimsiz kalmıştı ki canı acımıştı Taehyung'un. O an aklında bir fikir oluştu: Rowoon, Isa'yı seviyordu. Bu perişan halinin, gözyaşlarının ve hıçkırıklarının tek açıklamasıydı.

Oturduğu sandalyeden kalkarken gözyaşlarını sildi Taehyung. Yerde duran Rowoon'un yanına adımlayıp onun gibi yavaşça çöküp oturdu. Konuşmak istiyordu ama tepkisini pek ölçemiyordu. Daha önce yalnızca Jungkook'u görmek için mezarlığa götürmüştü ve bir kere de Jungkook ile konuşmak için geldiğinde görmüşlerdi birbirlerini , onun dışında bir tanışıklıkları ya da diyalogları olmamıştı.

Taehyung hala ne diyeceğinin kararını vermeye çalışırken Rowoon'un gözleri yerdeydi ancak Rowoon Taehyung'un yanına oturduğunun bile farkında değildi zira kucağında taşıdığı bedenin ağırlığı sanki hala kollarındaydı. Korkunç bir acıydı.

"Rowoon." Tepki vermesini beklerken içinde bir huzursuzluk vardı. Konuşursa kötü şeyler yaşanacakmış gibi bir his tüm göğsünü sarmıştı ama eğer konuşmazsa da içinde kalacaktı bu yüzden sormak istiyordu.

En nihayetinde, Rowoon, başını kaldırıp kan çanağına dönmüş gözlerini dikti. Taehyung'un karşısında fazlasıyla zarara uğramış bir beden vardı. Anlık cesaretiyle "Isa," diyebildi sadece. Yüz ifadesi öyle bir çökmüştü ki devamını getirse daha beter edecekti onu. Ama beklediği olmadı, dudaklarında bir tebessüm oluştu Rowoon'un.

Taehyung şaşkın şaşkın onu izlerken "Mahvetti onu." dedi hâlâ gülüşünü silmeyen Rowoon. "Hayatının berbat geçen altı senesinin bedelini ona ödetti." Yanlış düşünmüştü. Rowoon'un dudaklarındaki gülümseme öfkeyle oluşmuş ve nefrete bulanmış bir tebessümdü. "Siktiğimin gururunu bir kenara koyamadı. Hep bencildi, yine bencil davranıp öldürdü onu. Onun yüzünden öldü." Ağzı açık kaldı Taehyung'un. Beklediği tepkinin çok üstündeydi ve fazlasıyla kin barındırıyordu. Ne diyeceğini bilemez hâlde bakakalmışken Rowoon ona döndü ve bir kez daha güldü öfkeyle. "Sevgilin birini öldürdü," dediğinde Taehyung'un yüzüne doğru eğildi tehdit eder gibi. "En yakın arkadaşlarından birini öldürdü. Mutlu mudur dersin?"

Taehyung bunu şok etkisi olarak düşünmek istiyordu ancak duyduğu sözlerin sahibi sanki yıllar boyu sürmüş bir nefreti taşıyordu içinde. Gün geçtikçe büyüyüp serpilmiş nefret, yılları devirdiğinde kine dönüşmüştü.

"Jungkook'un bir suçu yok," Her ne kadar yalan söylediğinden kırgın olsa da sevdiği adamı iyi tanıyordu. Böylesine büyük bir kararlılıkla söylenen şeye karşı çıkmaması imkânsızdı. Sevgilisi, sevdiği adam, aşkı, Jungkook... Onun yanında hiçbir şey masum değildi. En iyi o bilirdi zira bunca senedir çektiği acı ölümü kabullendirecek türdendi fakat Jungkook bunlara rağmen kendini yaşatabilmişti ve Taehyung'u bulduğunda aşkın onu nasıl kurtarabileceğini de öğrenmişti.

"Sevgilin katil."

Rowoon duvara tutunarak ayağa kalktığında seri hareketlerle karşı koltuğa bıraktığı ceketinden telefonunu çıkardı. Ekranda parmaklarını gezdirdikten sonra telefonu kulağına yaslayıp bir süre bekledi ve ardından geri çekti.

"Jungkook evde değil mi?"

"Ne yapacaksın?" Taehyung şaşkın ifadesini bir kenara bıraktı. Seziyordu, Rowoon kinini ve öfkesini kusmak için yer arıyordu.

Cevap alamayınca o da oturduğu yerden kalktı ve hemen yanına adımladı. Gerildiğini hissediyordu. "Onu rahat bırak. Kimseye bir şey yapmadı. Sen," Yutkunup gözlerinde parlayan yaşlarını sildi korkuyla. "Sen Isa'yı sevdiğinden böyle davranıyorsun. Birinde hata aramayı bırak. Jungkook'un böyle olmasını isteyeceğini mi sanıyorsun?"

"Böyle olmasını istemeseydi Isa'nın intiharına sebep olmazdı. Sana onu öldürdüğünü söylüyorum Taehyung! Sevgiden kör olmuşsun."

"Bu onun tercihiydi." dedi sessizce. Taehyung da üzgündü. Hatta onun da canı acıyordu. Bir insanın ölümü küçümsenebilir miydi? Görmezden gelinebilir miydi? Geçmişte açılan yaralar ve oluşan acı, pişmanlık yarattığında kim toprak altında yatana sırtını dönebilirdi?

"Ne?" Rowoon sinirli bir soluk bıraktı. Öne doğru bir adım atıp Taehyung ile arasındaki mesafeyi kısaltıp öfke dolu sesini acımasızlıkla konuşturdu. "Isa kendini affetirmek için çabaladı ama o her seferinde tersledi. Hatta bana kendi ağzıyla söyledi affetmeyeceğini," Duraksadı ama gözlerindeki öfke hâlâ yerli yerindeydi. "Yunjin insan yerine koymadan sürekli kötü davrandı ona. Şimdi bana onun tercihi olduğunu mu söylüyorsun?" Oysa Taehyung daha her şeyi yeni öğrenmişti. Kendinden saklananlardan dolayı Jungkook ile arasını düzeltmek adına bile vakti olmamıştı. Bunun hesabı ondan çıkmamalıydı.

"Jungkook iyi zamanlardan geçmedi. Çok yara aldı. Çok... Çok acıdı onun canı. Benim sevgilimin kalbini paramparça ettiler. O kimseye zarar vermedi."

"Bu onun bahanesiydi."

Hayır, diye düşündü Taehyung. Jungkook hiçbir zaman bunun arkasına saklanmadı ki. Onun suçu yok.

Aklından geçenleri gayet bilinçli bir şekilde tartabiliyordu fakat karşısında dikilen adamın pek sağlıklı düşünmediği açıktı zira elindeki telefonla sürekli birini aramaya çalışıyor, telefon açılmayınca da sinirleniyordu ve bu sinir tepkisi ölçülü değildi. Taehyung, Rowoon'un bu tavırlarını Isa'nın ölümüne yoruyordu ancak Jungkook'a olan kininin de gayet farkındaydı.

Rowoon tekrar kulağına yasladığı telefonla sabırsızca bekliyordu. Nihayet istediği gerçekleştiğinde Taehyung ile arasındaki mesafesini bir adım geri atıp eski hâline getirdi. "Yunjin," dedi. "Jungkook nerede?" Karşı taraftan sesi duyamıyordu Taehyung ama Rowoon'un dediklerinden bir şeyler çıkarmaya çalışıyordu. "Ne yani, burada mısınız?" Dudaklarındaki gülüşü büyüttü Rowoon ancak Taehyung çoktan koekmaya başlamıştı bile. "Ne? Abisi mi? Duyduğu cümle ile duraksadı. Kalbinin atışları deli gibi çarpmaya başladığında telaşlı telaşlı dinlemeyi sürdürdü.

Rowoon telefonu kapatıp ona korku dolu bakan gözlere döndü. Telefonu iki parmağının arasında kıstırıp yüzünün önünde salladı tehdit eder gibi ama ikisininde gözü yaşlıydı. "Jungkook burada. Abisi ölmüş." dediğinde karnının ağrıdığını hissetti, midesi yavaştan bulanmaya başlamıştı Taehyung'un. Tepki veremeden sindirmeye çalıştı bir süre fakat sırası değildi. "Yoğun bakımın önündelermiş." Bir düşünce silsilesi zihnini vurdu geçti aniden. Kalbi sıkışır gibi oldu. Onca şeyden sonra Jungkook'u nasıl toparlayacaktı?

Derin nefesler alıp kendine geldiğinde Rowoon'un koridorun köşesinden döndüğünü gördü ve hemen peşine takıldı. Biliyordu ki rahat durmayacaktı zira suçlu gördüğü Jungkook onun gözünde hâlâ bir katildi; bu yüzden acısını, öfkesini, nefretini ve kinini kusmak için doğru zamanı bulmuştu: Jungkook'un en savunması olduğu an bu andı.

Yoğun bakım ünitesinin önüne geldiklerinde içeriden sedyede üzeri beyaz örtüyle kapatılmış bir beden çıktı. Taehyung görevliler ona doğru yaklaşırken arkadan göz önüne çıkan sevgilisini gördü ve yanından geçen ruhsuz vücuda gözleri kaydı fakat yeniden Jungkook'a çevirdi harelerini. Kahrolmuş ve mahvolmuştu. Bembeyaz tenine kırmızı gözleri hiç yakışmıyordu. Onun dokunmaya kıyamadığı saçları darmadağındı. Tutarken heyecan duyduğu elleri tir tir titriyordu. Uykulu ve gözyaşıyla parlayan gözleri hiç olmadığı kadar boş ama acıyla bakıyordu. Taehyung'un içi titredi o an. Onu nasıl koruyacaktı?

Ölüm, bir sondu. Devamı yoktu, acısı çoktu. Herkesin doğru bildiği yanlış ölümden sonraki yaşamın var olduğuydu ama bilmedikleri şey, o yaşamın bir ceza olduğuydu. İşte bu doğru olan yanlış, bir umuttu ve umut, bel bağlanmaması gereken, çoğu zaman hayâl kırıklığı olan bir duyguydu. Ölüm büyük bir umuttu. Umut büyük bir cezaydı ve Taehyung'un tek umudu Jungkook'un yaşadığı tüm ızdıraplardan kurtarmaktı.

Aniden tam önünde ilerleyen Rowoon'un hızlandığını fark etti. Yere sert basan adımlarının tek hedefi Jungkook'tu. "Senin yüzünden!" diye bağırdı hastane koridorunda ve sandalyede oturan Jungkook'un üstüne atıldı. Yakalarından kavrayıp ayağa kaldırdı. "Isa öldü," dedi sesi titreyip şiddeti arttığında, buna rağmen beslediği kini saçmaya devam etti. "İntihar etti. Gururun tatmin oldu mu? Daha mutlu musun şimdi?" Tükürürcesine çıkan kelimler ağzından zehir gibi damlıyordu ama Rowoon kendini dizginlemek istemiyordu. "Çıktı mı altı senenin acısı? Affetmediğine değdi mi?" Mingyu ne yapacağını anladığından ikisinin arasına girmeye çalıştığında Jungkook bir el hareketiyle onu durdurup geri çekilmesini istedi. Eğer buna şimdi izin vermezse sonra olacakları kestiremiyordu ve bu yüzden Rowoon'un istediğini eline veriyordu; öfkesi, kini ya da nefret hepsini kusmasına zaman veriyordu.

Duygular bir buz dağının arkasında gizlenmişti. Kılıcın ucuna bulaşmış öfke, kin ve nefret kılıcın demirinde alev kızgınlığındaydı. Kılıcı buza saplamak zordu ancak yine de dağa zarar veriyordu. Her vuruşta parçalar dökülüyor, yine her darbesinde sular damlıyor, buz eriyordu.

Jungkook'un tuttuğu yakalarından geriye doğru itti. Sendelediğinde arkasında duran Mingyu düşmesini engelledi ancak Rowoon hızını alamayıp Jungkook'un tam yara izine, şakağına doğru bir yumruk savurdu.

Vurmak için elini yeniden kaldırdığında Taehyung sevgilisinin önüne geçti ve Rowoon'un havadaki elini tutup engel oldu. Biraz önce şahit olduğu görüntü ve sevdiğinin bu hâli yüzünden ağlamak üzereydi fakat güçlü kalmak da zorundaydı. Yaşlı gözlerini Rowoon'un kızgın suratına dikti ve başını hızla iki yana sallayıp titrek sesiyle "Hayır," dedi. Arkasında hissettiği bedenin varlığı göğsünü sıkıştırırken gözünden bir yaş aktı. "Şimdi değil Rowoon. Ne olursun şimdi değil."

Rowoon'un hızlı nefesleri ortamdaki tek sesken Taehyung'un hıçkırık sesinin peşinden kesik kesik ağlayışı duyulmaya başladı. Arkasına döndü ve kızarmış yanağına dokundu sevdiği adamın. Kıpkırmızı kesilmiş, gözaltları morarmıştı ağlamaktan. Başını iki yana salladı Jungkook. Her şey altüst oldu, dercesine bakıyordu. Taehyung onun bu davranışını kopyaladı ama onun mesajı, Jungkook'un aksine Hayır, düzelecek, gibiydi. Yine bir umut vardı.

"Sana söyledim. Taehyung'un korumasına ihtiyaç duyuyorsun."

"Rowoon, yeter bu kadar." Yunjin araya girdiğinde Rowoon ona dönüp "Keşke Isa için de aynı şeyi düşünseydiniz. Fazla ileri gittiğimi sanıyorun değil mi? Peki o altı senenin hesabını keserken siz ne kadar ilerdeydiniz?" dedi. Kuşandığı öfke zırhının arkasındaki ağlama isteği
ifadesinde yer edinmişti ancak buna karşı geliyordu.

Rowoon'un öfkesi de, nefreti de, kızgınlığı da sevgidendi. Sevdiği kadın artık yoktu ve bu onun dilinin kemiğini kırıyordu. Ondaki bu kabullenememe başlangıcı, her yasın ilk aşamasıydı. Kabullenememe, itiraz, reddetme: hepsini aynı anda duyumsadığından kafasındaki bütün sesler, geçmişteki yaşantısı ve geçmişte yaşayamadıkları acıya dönüşüp ağzında çıkıp bıçak gibi kesiyordu.

"Jungkook, dedi Taehyung sessizce. "Evimize gidelim mi? Çok yorgun görünüyorsun. Biraz uyumak ister misin?" Bir eli boynuna, diğeri ise yanağına sarılıydı. Kalpleri karşılıklı bu iki beden aynı hisleri hissediyordu ve bu hisler bir karmaşadan ibaretti. Aynı anda tüm duygular vardı ancak tek bir tanesi değildi. Biri hâlâ umarsızca umut ediyordu.

"Isa Bella Wallace'ın yakını siz misiniz?" Rowoon'un arkasında duran hemşire ona seslendiğinde omzunun üzerinden baktı. "Evet, benim." Bedenini tamamen ona doğru çevirdi. "Cenaze işlemleri için birkaç imzaya ihtiyacımız var. Aşağı inip belgeleri kontrol etmeniz gerek." Başını kaygısızca aşağı yukarı salladı, büyük bir yüzleşme yaşayacaktı. "Geliyorum." Hemşire elinde tuttuğu kağıtlarla beraber yeniden geldiği yöne doğru gittiğinde bir süre arkasından baktı Roowon. Ardından başını önüne eğip derince bir soluk bıraktı. Omuzları gittikçe çöktü, sarsılmaya başladı, Rowoon artık güçsüzlüğünü gösteriyordu. Zırhını düşürmüştü.

"Suçlusun Jeon Jungkook. Bir can aldın."

Arkasına dönmeden söylediği sözlerin ne kadar kahredeceğini biliyordu. Bilerek Jungkook'un canını yakmak, onu boşluğa düşürmek istiyordu ve bu son cümle, onun için bir nevi intikamdı.

Jungkook duyduğu cümleyle gözlerini sıkıca yumdu. Taehyung ile aralarında yarım adımlık bir mesafe vardı ve onu da sevgilisinin belini tutarak kapattı. Yavaşça birbirlerine sokulup sarıldıklarında Jungkook yüzünü Taehyung'un boynuna doğru çevirdi, titriyordu, bu hareketi saklanma ihtiyacı ya da korunma güdüsü değildi; özlemdi, yıkımın ardından gelen sevgi ve ev isteğiydi, uzun süreli tepkisizliğin kırıldığı andı, yüreğindeki ağrıyı hafifletmek için attığı ilk adımdı zira Jungkook bunlarla başa çıkmaya çalışırken yoğun bir mücadele vermişti ve bunca zaman boyunca ne iyileşebilmiş ne de kendini sakınabilmişti. Acısı henüz taze ve derindi. İki kaybı vardı. Annesi ve abisinin gidişi en büyük yıkımken şimdi de duygularıyla yoğun bir şekilde başa çıkmaya çalıştıkça kendinden verecekti ve bu onun kaybedişlerinin ardından mağlubiyetini getirecekti.

Rowoon gerisinde bıraktığı enkazı umursamadan koridorun köşesinde kaybolduğunda hâlâ birbirlerine sarılıyorlardı. Taehyung sevdiğinin yüzünü görmek adına geri çekilmeye çalıştığında Jungkook'un bedeni yavaş yavaş yere çökmeye başladı. Kollarındaki ağırlığı arttı, vücudunda herhangi bir tepki yoktu ancak titremesinin şiddeti artmıştı. Taehyung yeniden yüzünü görmek için başını çevirdi fakat karşılaştığı manzara yüreğine keskin bir bıçak sapladı. Jungkook'un titreyişinin sebebi nöbet geçiriyor olmasıydı.

Taehyung beline sarılı kolun teninde bıraktığı sıcaklığı yok olduğunda dizleri yerdeydi, Jungkook ise hâlâ kollarında ama fazlasıyla soğuk ve bir o kadar da cansızdı. "Doktor!" diye bağırdı Taehyung. "Nöbet geçiriyor! Yunjin doktora haber verin!" Göğsüne doğru yaslı olan başını biraz daha kendine çekti saklamak ister gibi, bir annenin kucağında uyuyan çocuğu gibiydi Jungkook ama bunun için epey cansızdı.

Yunjin üç doktor ve bir sedyeyle geldiğinde hemen vücudunu sarsmadan sedyenin üzerine yatırdılar. Kimseden ses çıkmıyordu ama bu sessizlik de çok şey anlatıyordu. Herkes neler olacağını biliyor gibiydi ancak aslında hiçbir şey bilmiyorlardı da.

Sedyeyi en yakın hasta odasına soktuklarında kapıyı Taehyung'un yüzüne kapattılar. Endişeli, korku dolu, büyük bir belirsizlik içindeydi. Onu en çok delirten de Jungkook'un tüm bu yaşananlar arasında kendisine asla bakmamış ve dikkat etmemiş olmasıydı çünkü Taehyung bu nöbetin sebebinin yine ilaçlar olduğunun gayet farkındaydı. Jungkook yine kendi sonuna oynuyordu.

Jungkook'un olduğu odanın penceresindeki stor perdenin ardından bakıyordu Taehyung. Doktorların koşuşturmalarını görüyordu, konuştuklarını duymasa da hareketlerinden ne kadar telaşlı olduklarını anlayabiliyordu, her adımlarında zamanın kıymetini bir kez daha kavrıyordu. Karşı karşıya kaldığı görüntü içinde fırtınalar kopartıyordu fakat Taehyung'un dışında hiçbir tepki yoktu. Alışmışlık tepkisi gösteriyordu ama bir o kadar savunmasız ve çaresizdi. Ne yapacağını bilemiyordu.

Arkasında bir adım sesi duyduğunda omzundaki dokunuşu hissetti. "İyileşecek Taehyung. Bunun ilk olmadığını biliyorsun." Yunjin'in sakin tavrı ve sözleri içindeki fırtınayı zora sokuyordu zira onun da sesine işlemiş bir tükenmişlik vardı. Dönüp yüzüne baksa karşılaşacağı ifadenin de ağlamaktan kanlanmış bir çift göz ve çökmüş bir beden olacağını biliyordu ama arkasına dönemedi, sevdiği adama bakmaya devam etti, üzerine takılan saçma kabloların canını yaktığını düşündü zira Jungkook'un titreyişleri artıyordu. Vücudunun bunu kaldıramayacağını düşünüyordu ki haklı olacak ki doktorlardan bir tanesi stor perdeyi indirdi ve Taehyung'un görüşünü kapattı. "Yunjin," dedi Taehyung sesindeki gerginlikle. "Ne oluyor? Niye kapattılar?" Yutkundu ve işaret parmağıyla sevgilisinin kaldığı odayı gösterdi. "Kötü bir şey oluyor değil mi? O yüzden kapattılar. Görmeyeyim diye yapıyorlar. Öyle mi?" Yunjin dolu dolu olan gözlerinden yaş akmaması için uğraşıyordu, sırtı duvara yaslıydı, kollarını göğsünde birleştirmişti ve yüzü yere eğikti, ağlarsa görmesinler diye başını kaldırmadı, bu yüzden cevap vermedi Taehyung'a. Zaten ne dese doğru olmayacaktı.

Ardından Taehyung koridoru inletecek kadar sesini yükseltti. "Söylesene! Neden görmemize izin vermiyorlar?" Yine cevap gelmedi ve öfke de kaygı gibi artmaya başladı. Taehyung pencereye dönüp vurmaya başladı. Sevgilisi içerdeydi; onu duyamıyordu, göremiyordu, ellerini tutamıyordu, hissettiğini hissedemiyordu ama biliyordu ki Jungkook acı çekiyordu.

Hemşire odadan çıkıp Taehyung'un perişan hâlini gördüğünde bir şey demek istemedi ama meslek etiği vardı. "Gerekeni yapıyoruz, lütfen kendinize hakim olun yoksa sakinleştirici yapmak zorunda kalacağım." dediğinde Mingyu zorluk çıkmaması adına Taehyung'un arkasından yaklaşıp omuzlarından tuttu ve sandalyeye oturması için geriye doğru adım atmasını sağladı. O da deli gibi meraklıydı, hatta en az Taehyung kadar korkuyordu ama elden bir şey gelmeyeceğini ve beklemesi gerektiğinin farkındaydı çünkü bu ilk kez gerçekleşen bir şey değildi. Jungkook'un bu altı sene içinde geçirdiği nöbetlere sayısız kez şahit olmuştu ve bu da onlardan bir tanesiydi.

"En azından durumunu söyleyin," dedi üzüntüsü sesine işlemişti. "Hiçbir şey söylemiyorsunuz ki, nasıl durayım ben burada?" Başını ellerinin arasına aldı. Öne doğru eğilip omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Başını kaldırıp etrafındaki bedenlere baktı. Hepsi onun gibi bekliyordu, hepsi onun gibi durumunu merak ediyordu.

"Abisi," dedi gözyaşlarını silerken. "Neden öldü? Yani," Yutkunup burnunu çekti hızla. "Neden fenalaştı? Erken değil miydi?" Çekinerek soruyordu çünkü onun yanında değildi ve bu da onun utanmasına neden oluyordu. Jungkook'un en kötü zamanında hemen yanına olamaması kötü hissettiriyordu.

Yunjin sırtı hâlâ duvara yaslıyken sonunda başını kaldırdı. "Sırası değil Taehyung. Öğrenip daha da üzme kendini."

Yanında oturan Woozi'ye baktı. Diğerlerinin aksine o ağlayışlarını gizlemiyordu, gizleyemiyordu. Ona baktığını hissetmiş olacak ki göz göze geldiler. Sırtını dikleştirip Taehyung'un sorusunu düşündü bir süre. "Zaten doktorlar en fazla beş sene demişti." dedi. "Bir sene doktorların çabasıyla yaşadı, Jungkook'un ısrarları da vardı tabii ama doktolar gerçekten çok uğraştı," Duraksadı bir süre, konuşmaya güç topluyordu. "Bugün de birden değerlerinde değişmeler olmuş. Sonra kalp krizi geçirdi." dediğinde Taehyung, tam göğsünde bir şeylerin koptuğunu hissetti. O şimdi sadece bunu hissederek üzülürken kim bilir, Jungkook altı sene içinde, tek başına nasıl bir ızdırap içindeydi.

...

2 hafta sonra

Yazardan, Taehyung

Elindeki ilaç kutusu ve bir bardak su ile yatak odasına girdi. Jungkook hastanede geçirdiği nöbetten iki gün sonra taburcu olmuştu ve doktorların söylediğine göre yine ilaçlarını almadığından uzun süreli bir nöbet geçirmişti. Oysa Taehyung yine inkâr etmiş, ilaçlarını aldığını söylemişti ama doktorların onun yalnızca basit bir ağrı kesici olduğunu, Jungkook'un lityumu kullanmadığından baş ağrısı yaşadığını ve bu yüzden ağrı kesici aldığını görmüş olduğunu söylemişlerdi. Taehyung o zamandan beri, yaklaşık iki haftadır, Jungkook'a kendi elleriyle ilaç içiriyordu.

"Sevgilim, ilaç içmen gerek."

Jungkook arkası dönük bir şekilde koli bandıyla bir kutuyu bantlıyordu. Yaşananlardan sonra artık burada durmak istememişti. Yas bağlamış, kan görmüş, acılarını katlamiş bu evde artık yerleri yoktu, bu yüzden taşınmaya karar vermişlerdi ve evi toparlıyorlardı.

Arkasını dönüp ona doğru gelen sevgilisine büyükçe gülümsedi. Taehyung tam yanına geldiğinde suyu, ilacı aldıktan sonra içmesi için ona uzattı ancak gözü abisinin ölümünün ardından kalkıştığı intihar izlerine takıldı. Bileklerinde iz tutmuş yaralar, gözlerinin altındaki geçmeyen morluklar, sağ bileğinde henüz iyileşmemiş yarasının üzerindeki sargı bezi... Gözlerini ağır ağır kırpıştırdı ama aklına dolan anlar zehir gibi dolaşmaya başladı zihninde.

Yalnızca bir hafta geçmişti. Herkes yas içindeydi, Jungkook ise kendi cenazesindeki bir ölü gibi odasından çıkmıyordu. Kimseyle iletişimi yoktu. Taehyung bile yanına uğrayınca yalnızca sarılıp susuyordu ardından yalnız kalmak istediğini söyleyip odadan çıkmasını istiyordu. Taehyung sevgilisini sadece gece yatmak için odaya girdiğinde ve ilaçlarını içmesi için getirdiğinde görebiliyordu. Onun dışında hiçbir şekilde vakit geçiremiyordu onunla.

Cenazenin ardından, tam altı gün sonra, bir pazar günü Taehyung Jungkook'a ilaçlarını içirmek adına odalarına doğru yürüyordu. Elinde de bir tane gül vardı. Girmeden önce kapıyı tıklatmak adına su bardağını yere bıraktı çünkü hem ilaç kutusu hem su bardağı hem de gülü birlikte taşıyamıyordu. Bir süre bekledi. Ses gelmeyince uyuduğunu düşünüp kapı kolunu aşağı doğru indirdi. İçeriye bakmadan yere koyduğu su bardağına uzandı ve gülü de kolunun altına sıkıştırdı. Gözlerini yataklarına çevirdiğinde Jungkook'u göremedi ancak banyodan su sesi geliyordu. Banyo yaptığını düşünüp ilacı komodinin üzerine bıraktı. Günlerdir yalnızca bir iki saat uyumak için girdiği yatağa uzanıp beklemeye koyuldu.

On beş dakika, yarım saat, kırk beş dakika. Tam kırk beş dakikadır içeriden su sesi geliyordu ancak Jungkook'tan hiçbir ses seda yoktu. Taehyung gitgide endişelenmeye başladığında yataktan doğruldu ve banyonun eşiğinden odaya sızan suyu gördü. Hemen ayaklanıp korkarak kapıya doğru ilerledi ve hızla açtı. Başını çevirdiğinde yerde baygın ve iki elinin bilekleri de kan içinde olan sevgilisinin bedenini gördü. Küvetin yanına oturmuştu ve suyu da sonuna dek açmıştı. İlk önce ne yapacağını bilemeyerek kalakaldı ve yutkundu. Bu korkunun yansıttığı bir tepkiydi ve Taehyung yavaştan zihninin bulandığını hissetti ancak yine kendine karşı koyması gerekiyordu zira duygularını değil, mantığını dinlemesi durumu atlatmasını sağlayacaktı, ne de olsa bunu ilk kez yaşamamıştı.

Koşa koşa telefonunu aldı ve ilk önce ambulans çağırdı. Sonra da Yunjin'i arayıp haber verdi. Ardından yeniden banyoya döndü. İçeriyi kaplayan suya Jungkook'un kırmızı kanı karışmıştı, aynı zamanda burnunu sızlatan bir demir kokusu da vardı. Midesinin kalktığını duyumsuyordu, arada ağzına gelen iğrenç asit tadını yutmak zorunda kalıyor ve bir yandan sızlayan gözlerini silip yaşlarını gelmeden göndermeye uğraşıyordu.

Önce suyu kapattı. Sonra sevgilisinin bedenini kendine çekip kollarını yukarı kaldırdı. Tamamen soğukkanlı olmaya çalışıyordu. Dengesini sürekli kaybediyordu, yerde biriken su yüzünden ayakta durmakta güçlük çekiyordu fakat bir şekilde Jungkook'u banyodan çıkarması ve bileklerini sarması gerekliydi fakat yeterince güçlü değildi. Bu yüzden suyun az olduğu bölgeye doğru sevdiği adamın bedenini çekiştirdi ve hemen pansuman için gerekli ne varsa çıkardı dolaplardan. Hızlıydı ama bir o kadar korku sarıyordu hareketlerini ve bu da yavaşlamasına neden oluyordu. İki bileğinde de kesikler vardı ancak sağ bileğindeki kesiğin daha derin olduğu kanın durmadan dirseklerine yol çizmesinden belli oluyordu. İlk önce o kesiği halletmesi gerekiyordu.

Başını iki yana salladı, dudağındaki gülümsenin yok olduğunu hissetti ama yeniden zoraki bir şekilde kıvrıldı dudakları. O zaman ne kadar sakin kalmaya çalışmış olsa da o sakinliğin içinde bıraktığı duygu seli geçmemişti ve bu duyguların dışarı çıkmamış olması Taehyung'un o anlar aklına geldiğinde zor duruma sokuyordu. Ne yaparsa yapsın içindeki gerginlik baş gösteriyor ve boğazında bir yumru oluşuyordu.

Jungkook fark etmiş olacak ki onu ilacı tuttuğu kolundan çekip kucağına oturmasını istedi. Yine yan şekilde tam uyluklarının üzerinde oturttu. Solan gülüşe kocaman tebessüm ederek karşılık verdi ve Taehyung ise ilacı paketinden çıkarıp dudaklarına doğru uzattı. Jungkook ağzını araladığında, Taehyung ilacı dilinin üzerine yerleştirip diğer elindeki suyu dudaklarına yaslayıp içmesini bekledi. Kucağında oturduğu bedenin bakışında büyük bir hayranlık gördüğünde utandı ama yine de kaçırmadı gözlerini. "Niye öyle bakıyorsun?" dedi kıkırdayarak. Suyu Jungkook'un ağzından çekip yutuşunu izledi. "Hiç," dedi Jungkook. "Çok güzelsin."

Bardağı bir kenara bırakıp diğer bacağını da yanına atıp kucağına iyice yerleşti Jungkook'un. Kollarını omuzlarından sarkıtıp kısa bir süre gözlerine kilitlendikten sonra dudaklarına uzandı. Beklediği karşılığı aldığında belli belirsiz bir gülümseme oluştu dudağının kenarında. Çok özlemişti bu zamanları, eskiden olduğu gibi yine birlikte oldukları anları, ancak hâlâ bazı şeyleri aşabilmiş değillerdi. Mesela Jungkook hâlâ geceleri uyuyamıyordu, uyuduğunda ise ya kâbus görüyordu ya da abisi için ağlıyordu; ancak asıl sorun kâbusunda gördükleriydi. Bazen annesi oluyordu. Annesi kâbuslarında oğlunu yaşarmış gözleriyle izlerken aynı zamanda Jungkook'un içinde bir korku oluşturuyordu. Jungkook'a kendini hatırlatıp onun gün içinde zihninden çıkmıyordu. Bazen abisi geliyordu kâbuslarına. Kazadan sonraki kanlı yüzünü görüyordu, kalp krizi geçirirken makineden çıkan o tiz sesi duyuyordu, abisini yaşatamadığı için ağlayarak uyandığı oluyordu. Bazen de Isa'yı gördüğünü söylüyordu, bir ağacın tepesinde boynunda urganla aşağı doğru sarktığını anlatıyordu Taehyung'a. Taehyung burdan anlıyordu ki Jungkook suçluluk duyuyordu. Bu yüzden gece olduğunda Jungkook'u kolları arasına alıyor ve sıkıca sarılıyordu. Ne annesi, ne abisi, ne de Isa. Hepsini bu şekilde kâbuslarından atmaya çalışıyordu.

Derin öpüşmelerinin ardından nefes nefese ayrıldılar. Taehyung'un göğsü hızlı hızlı inip kalkıyor, Jungkook ise dudağındaki memnun gülümsemeyle sevdiğini izliyordu.

"Yorulmadın mı?" diye sordu Taehyung.

"Niye yorulacakmışım?" dedi Jungkook sırıtırken. Her ne kadar gülüyor olsa da Taehyung biliyordu ki o hâlâ büyük bir boşluk içindeydi. Henüz iki hafta olmuştu, belli etmiyordu ama Jungkook gerçek anlamda yavaş yavaş eriyordu gözünün önünde. İçtiği ilaç kilo aldırmasa Jungkook'un kaslarının eriyeceğine emindi.

"Sabahtan beri kutuları bantlıyorsun."

"Ah, bende öpüştüğümüz için diyorsun sandım." dediğinde Taehyung'un dudaklarına uzanıp küçük bir öpücük daha bıraktı. İkiside birbirlerine gülerek bakarken dışardan bir arabanın korna sesi duyuldu. Ardından tiz bir lastik sesi kulaklarına ulaştığında Taehyung kaşlarını çatarak ayaklandı ama Jungkook onu durdurup önüne geçti ve odalarının balkonundan dışarı baktı. Jungkook gördüğü görüntüyle bakışlarını kenardan Taehyung'a değdirdi. Taehyung bu bakışın ardından şüpheyle balkonun kenarına yaklaştığında yerde yatan bir kedi gördü. Kedinin arka bacağından kan sızıyordu. Biraz daha dikkatli baktığında kırçıllı tüylerinden o kedinin Amor olmadığını düşünmek istedi. Jungkook'a döndü gözleri, ardından sabahtan beridir duymadığı miyavlamalar aklına düştü. Vücudunda bir ürperme hissettiğinde mutfaktaki balkonun açık olduğunu anladı. Yeniden baktı dışarıya. "Amor." dedi, sesi oldukça kısıktı. Arkasını döner dönmez odadaki kutulara çarpa çarpa dış kapıya doğru koştu ve ayağına bir şey giymeden dışarı attı kendini.

Binanın merdivenlerınden de aynı hızla inerken Jungkook'un arkasından bağırışlarını ve seslenişlerini duyamadı. Bahçeye inip ordan da yola çıktığında yerde yatan kedisinin cansız, minik bedeninin başında toplanmış birkaç çocuğun arasından geçtiği gibi yere diz çöktü ve Amor'un küçücük başını elleri arasına aldı. Etrafına baktı. Belli ki duyduğu korna sesi Amor içindi ve o araba da şimdi ortalıkta yoktu. Çocuklardan biri "Araba çarptı." dedi düşündüğünü teyit eder gibi. Sonra küçük bir kız çocuğu geldi yanına. Kedinin atmayan kalbinin üzerinden karnına doğru sevdi. "Hamile," dedi. "Keşke dışarı bırakmasaydınız." Taehyung'un gözünden yanağına doğru bir yaş süzüldü. Onu dışarı bırakmamıştı ki. Mutfaktaki balkondan dışarı çıkmıştı, Amor hep yapardı bunu ama bu kez bir arabanın geldiğini görmemiş olmalıydı ya da tüm suç şoföre aitti çünkü Amor hep dikkat ederdi, Taehyung da içi rahat bir şekilde onun dışarı çıkmasına izin verirdi zira bilirdi ki Amor arabalardan çok korkardı.

Bacağından karnına doğru bir tekerlek izi vardı. Bu görüntü içini burktuğunda gözyaşlarını bıraktı. Canı acımış olmalıydı. Tıpkı şu an Taehyung'un yüreğinin sızlaması gibi onun da bebeklerini koruyamamış olması içini parçalamış olmalıydı, öyle hissediyordu.

Jungkook yanına doğru gelip kolunu Taehyung'un omzuna attı ve kucağında tuttuğu Amor'a baktı. Yüzünü buruşturduğunda kollarını sevgilisinin bedenine sarıp kendine çekti. "Taehyung," deyip yüzünü görmek adına öne doğru eğildi ve yaşla kaplı bir çift göz, ağladığından kızaran bir burun ve titreyen dudaklarını gördü.

"Jungkook," dedi Taehyung. "Hamileymiş, ben bilmiyordum."

"Gel hadi. Eve götürelim onu."

"Gömmeyecek miyiz?" Küçük bir çocuk gibi aşağıdan bakan gözleri Jungkook'a en masum hâliyle bakarken cevap bekledi sevgilisinden.

"Gömelim," dedi Jungkook bu haline üzülerek bakarken. "Ama önce temizleyelim onu. Baksana üsüne." dediğinde Taehyung başını aşağı yukarı salladı, hâlâ ağlıyordu. Bu ağlayış küçük bir çocuğun oyuncak ayısını kaybedişi gibi değildi, emziği düşen bir bebeğin ağlayışı da değildi; bu ağlayış büyümüş bir adamın severken bile temkinli davrandığı kedisinin artık var olmadığının farkındalığıydı.

Ayağa kalktıklarında sağa sola bakınıyordu Taehyung çünkü o arabanın burada olabileceği ihtimali de bir umuttu ve Taehyung'un umudu hiç eksilmezdi, onun umudu tükenmezdi.

Eve girdiklerinde banyoya yönelttiler adımlarını. Amor hâlâ kucağındaydı ve hâlâ bacağı kanıyordu. Taehyung gözlerindeki yaşlarla mücadele ederken diğer yandan da sanki yaşarken duyduğu miyavlamalarını duyabilecekmiş gibi sevmeye devam ediyordu. "Jungkook," dedi yeniden. "Yavruları yaşıyor mudur?" Sesi titredi sorduğunda ama cevabı bildiğindendi bu. Gayet farkındaydı ne olduğunun tabii ki ama cevap yine umuttu.

Jungkook gülümsedi burukça. Bu masum soru içini parçalamaya yetmişti ama sevgilisinin bu haline başka şekilde karşılık veremezdi. Yalnızca buruk bir bakış ve ufak bir gülümseme. "Sanmam. Karnı daha çok küçük. Araba üstünden geçtiyse-" dediğinde anında söylediği şeyin farkına vararak sustu. Jungkook dediğinin pişmanlığıyla kaşlarını çattığında Taehyung başını öne eğdi. Amor'un iki kulağının arasına bir öpücük bıraktı ve sevgilisine dönüp "Ben tek temizlemek istiyorum. Sonra da gömmeye gideceğim," Bir süre duraksadı. "Hem ilacından bir kutu kalmış. Eczaneye uğrayıp onu da almış olurum. Beni beklersin değil mi?" dediğinde arkasına dönüp ona yorgun bakışlarla bakan Jungkook'a titreyen dudaklarıyla güldü ve ardından hiç beklemeden banyoya girdi.

...

Yazardan, Jungkook

Yaklaşık yarım saatin ardından banyodan kucağından ayırmadığı kedisiyle çıkan sevgilisini gördüğünde elindeki kalem ve kağıda komodine bırakıp yanına gitti. Amor, kendi pusetinin içinde ve eskisinden daha güzel bir şekilde uyuyordu.

"Nereye gömmeyi düşünüyorsun?" Jungkook duvarın eşiğine yaslanmış Taehyung'a bakarken ağlamaktan şişmiş gözlerini gördü. Banyoya girdiğinden beri hıçkırıklarını duyuyordu ama istemediği için bir türlü yanına girememişti. Aslında biraz da rahat bırakmak istemişti Taehyung'u zira son günlerde çok zorlanmıştı, çok hırpalanmıştı duyguları ve Jungkook bunu kendi suçu olduğunun bilincinde olduğundan onun kendi duygularına vakit ayırmasına ses çıkarmaması gerektiğini de biliyordu.

"Bilmiyorum. Geze geze ona uygun bir yer bulacağım bir şekilde." Kafasını kaldırmadan kollarının üzerinde duran pusete bakarak söylediği cümlenin ardından bir adım attı kapıya doğru ancak Jungkook Amor'un olduğu puseti alıp yanındakı küçük dolabın üzerine koydu. Taehyung'un yere bakan gözlerini görmek adına çenesine ufakça dokunup göz göze gelmelerini sağladı. Sevdiğinin yüzündeki küçük benlerinde gezdirdi gözlerini ve yavaşça yaklaşıp hepsini teker teker öptü. Aralarında bir karış mesafe bırakarak geri çekildi. "Emin ol, orda daha mutludur." dedi ama beklediği karşılığı almadı. Taehyung öfkeden çatılan kaşlarıyla baktı ve başını iki yana sallayarak daha dinmemiş hıçkırıklarını bıraktığında tekrar ağlamaya başladı. "Hayır," diye kekelemeye başladı. "Herkes aynı şeyi diyor. Hayır Jungkook, hayır! Kimse bir boşlukta mutlu olmaz. Orada, gittiği yerde hiçbir şey yok," Başını yanlarında duran kedisine çevirdi. "Sadece uyuyor. Başka hiçbir şey yapamayacak. Koşamayacak, sevdirmeyecek kendini, başka kedilerle oradan oraya gitmeyecek Yavruları olacaktı, onları bile göremeyecek orada." Jungkook'a döndü. "Sence kapkaranlık bir yerde bir insan mutlu olabilir mi?"

Taehyung kendisinin haklı olduğunu düşünüyordu çünkü cennet ya da cehennem neresiyse Amor oralara ait değildi zira iralar hiçbir zaman var olmamıştı. Bunlara kim karar veriyordu? Cennete gitmek için melek olmak, cehenneme gitmek için şeytan olmak mı gerekiyordu? Hiçbir şey bilmeyen bu hayvanın yeri neresiydi? Ya da ömrü boyunca zorluklar çekmiş birinin intihar etmesi onu tanrının katında şeytan mı yapıyordu? Değildi, bunlar doğru değildi. Aslında bu konuda onu en iyi anlaması gereken kişi de Jungkook'tu. Aniden gelen öfkesinin sebebi buydu.

Jungkook bu konuşmadan kendine pay biçmesi gerektiğini biliyordu zira Taehyung 'insan' derken ona öyle bir bakmıştı ki Jungkook'un anlamamasının imkanı yoktu. Jungkook suçlulukla başını öne eğdi. "Kaldır başını," dedi Taehyung sertçe. "Bunun bir daha yaşanmayacağına eminim. Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun. Bu yüzden lütfen-" Ağlak sesi yüzünden konuşamıyor, sesi titriyor ve bir yerde duraksaması gerekiyordu. Sesini düzeltip hemen yutkundu ve boğazını temizledi. "Lütfen Jungkook, artık hiçbir şey için kendini suçlama. Bu kalp," dedi sol göğsüne parmağıyla dokunduğunda. "Bu kalp daha fazla acımayı hak etmiyor." Sonra kendi kalbinin üzerine dokundu. "Bu kalp daha fazla ağrımayı hak etmiyor. Biz ne zamandır bu ağrıya, bu acıya alışmak zorunda bırakıldığımızı bile bilmiyoruz." Sustu, sustu çünkü karşısında dikilen adamın gözlerinden akan yaşlar kalbini sızlattı. Sadece baktı. Silmedi yaşlarını, ağlasın istedi. İçini döksün ki birikmesin göğsünde, diye düşündü. Biliyordu ki göğüs, her şeyi kafeslerdi. Acıyı da, heyecanı da, mutluluğu da tutardı ama Jungkook'un göğsünde yalnızca yıllanmış acısı vardı ve Taehyung, bu acının artık onun göğsünde yer almasını istemiyordu. Kaburgalarında çiçek açsın istiyordu.

Onların yaşadığı aşk başından beri ağrıydı, sancıydı, sızıydı, yaraydı. Onların aşkı en başında kabuk bağlamıştı, yalnızca üstü kapalıydı ama özünde kanamaya devam etmişti. Bu yara en çok Jungkook'ta vardı ve o altı sene boyunca sadece üzerine kapatmıştı. İyileşememişti İyileşemediğinden gitgide yorulmuştu. Yoruldukça omuzları çökmüş, sırtı bükülmüştü.

"Ben, ben senin yaşamanı her şeyden çok istiyorum." dedi Taehyung. Eli hâlâ kalbinin üzerinde, hiç olmadığı kadar zarar görmüş duygularıyla çırılçıplaktı sanki. Jungkook'un intihar girişiminin ardından göğsü kafeslemişti her zararlı duyguyu ve Taehyung onları geri bırakamamıştı. Tıpkı Jungkook'un altı senedir içinde tuttuğu gibi o da tutmuştu içinde ve şimdi geri bırakamamanın zorluğunu çekiyordu.

Aşk, en çok yaşatılmayı isterdi. Karşılığını beklerdi; susmayı değil konuşmayı, uzak kalmayı değil sarılmayı, öylece durmayı değil koşmayı. Aşk her şeyin iyisini isterdi ama bu her zaman mümkün değildi. Ayrılık vardı bir kere, belki sevgi biterdi, ölüm yaşanabilirdi, mesafe girebilirdi araya, korku uzaklaştırabilirdi insanı. Onlar birlikteyken tatmıştı ayrılığı, sevgileri bitmemişti belki ama korku ölümle bir şekilde sızmıştı aralarına ve mesafeyi oluşturmuştu. Taehyung'un yapmaya çalıştığı ise o mesafeyi kapatmaktı: ayrılığı yok etmek, sevgiyi canlandırmak, ölümü yaşamamak ve korkuyu bir daha hissetmemek.

İkiside karşılıklı gözyaşı döküyordu ama Taehyung'un susmaya niyeti yoktu. Şimdi olmazsa bir daha olmaz diye düşünüyordu. Tüm düşüncelerini Jungkook'un bilmesini istiyordu. Onun kendinde olmadığı zaman boyunca, Taehyung'a kendini yaklaştırmadığı vakitlerin ne kadar zor olduğunu anlamasını istiyordu. "Bu alışkanlık bizi yoruyor, usandık iyice. Baksana o zamanlar yanına yaklaşamıyordum. Yüzünü geceleri izlemekten sabah oluyordu çünkü seni gün içinde göremiyordum. Sanki... Sanki birbirimizi sevmeyi bırakmışız gibiydi." Başını Jungkook'a doğru ilerletip alnını onun alnına yasladı, yüzünü avuçları arasına aldı. Gözyaşları birleşiyordu. Kalplerinin birliğinde nasıllarsa bedenleri de o hâli almıştı ve Taehyung bu anın fırsatında bazı duyguların artık bir bütün olmasını ve Jungkook'un yokluğundaki yaşadıklarını içinden atmak istiyordu. "Seni göremediğim her vakitte kalbimin sancısı artıyordu. Tüm gün aynı evin içindeydik ama ben seni sadece ilaç içmen gerektiğinde ve seni gün içinde göremeyip tüm gece izlemek için erkenden uyuttuğumda görebiliyordum. Düşünebiliyor musun? Vardın ama yoktun Jungkook," Burnunu çekti, bir elini Jungkook'un yanağında tutup diğer elini boynuna yasladı. Yanağında duran elinin baş parmağıyla tenini okşadı usul usul. Başını geri çekti ve gözyaşlarıyla parlayan o bir çift kahve gözlerin içini sızlattığını hissetti. "Ağla," dedi. "Ağla Jungkook. Birikmesin içinde. Çok yoruldun. Çok yordular seni." Boynundaki elini omzundan sürükleyerek koluna indirdi, oradan da sağ bileğindeki yaraya dikkat ederek elini avcunun içinde tutup içeriye çekiştirdi.

Yataklarının olduğu yere geldiklerinde Jungkook Taehyung'un ne istediğini anladı. O gelene kadar burada yatmasını istiyordu. Uyumaya çalışsın ki geldiğinde uyuyor olarak bulsun istiyordu çünkü Jungkook ayıkken pek ayık olmuyordu.

Jungkook yatağa oturup başını yavaşça kendi yastığına yerleştirdi. Taehyung ise dizlerini soğuk zemine yaslayıp yere çöktü. Bir eli Jungkook'un saçlarının arasındaydı. Yüzünü rahat görmek adına başını yana eğerek sevdiği adamı izlemeye devam etti. Saçlarıyla oynamayı sürdürürken gözlerini kapattı ama hala uyumuş değildi. Kulağına doğru yaklaştı Taehyung. "Amor'u gömüp geleceğim sevgilim. Uyandığında yanıbaşında olacağım."

...
__________

"En son gördüğün yüz
Benim olsun
En son benim uykumda uyu
Rüyaların sonu geliyor galiba
Uyanılmaz uykulara dalmak istiyorum"

-Asaf Hâlet Çelebi
__________

...

Yazardan, Jungkook

Düşünceler düşündükçe boğardı. Karın ağrısı gibi yayılırdı vücuda. Baş ağrısı yaratırdı ve hiçbir şekilde geçmezdi, aksine düşündükçe düşerdin zihnin karanlığına ve bu karanlık ne kadar derinse o kadar yara alırdın. Aldığın yaralar ise ya kabulsüz sonun olurdu ya da devamın için milat.

Jungkook Taehyung'un çıktığını duyduğunda yattığı yerden doğruldu. Komodinin üzerine bıraktığı kağıdı ve kalemi alıp yazdığı tek sayfalık acımasız mektubuna göz gezdirdi. Başka çare yokmuş gibi yapacağı büyük hatanın başlangıcı için ilk adımı tamamlamıştı.

"Keşke," dedi kendi kendine. "Sarılsaydım bir kez, koklasaydım saçlarından, öpseydim dudaklarından." Elini hâlâ sevgilisinin eli oradaymış gibi hissettiği saçlarına attı. "Özür dilerim," dedi çaresiz ve savunmasız hâliyle. "Özür dilerim sevgilim. Özür dilerim bitanem. Özür dilerim sevdiğim. Her şey için özür dilerim bebeğim." dedi. Her özür dileyişinde gözünden bir damla yaş sildi Taehyung için. "En çok canını yakacağım için özür dilerim."

Yatağının altına sakladığı bir kutu ilacı çıkardı. Her ne kadar kafasına koymuş olsa da elleri titriyordu. Kendi için değildi bu endişe, Taehyung adınaydı. Vazgeçmesi gerekirdi, geri adım atması, hatta evden çıkıp bu ölüm havasından kendini kurtarması gerekirdi ama Jungkook'un ne dayanmaya gücü ne de yaslanmaya dermanı vardı.

Yaptığı büyük bir bencillikti. Uyandığında yanında olacağının sözünü veren sevgilisine bunu yapacak olması onu da kahrediyordu ama yıllardır Jungkook'un yaşamasına ket vuran psikolojisi daha fazla katlanamayacağını fısıldıyordu ona. Zihnine çökmüştü. Acımasız, zalim ve çok umutsuzdu o ses. Oysa Taehyung umudun ta kendisiydi. Jungkook Taehyung'a dayanamamıştı. Sırtını yaslaması gereken ilk yer onun göğsüyken o var olmayan bir sese bel bağlamıştı.

Ayağa kalktı. Yalpalıyordu. Yapacağı şeyden tamamen emin olmaya çalışıyordu ancak her adımında tereddüt vardı. Bunu görmezden gelmeye çalışarak yürümeye devam etti.

Adımları banyoya götürdü onu. İlk önce aynada gözlerine baktı. Acı gördü. Tükenmişlik gördü. Yorgunluk gördü. Tek ihtiyacı olan şeyi bulamadı gözü: Gücü. Gücü yoktu. Bu altı seneye harcamıştı tüm kuvvetini.

"Taehyung." dedi. Adını sayıklamadaki amacı bir nebze olsun o kaybettiği gücü onun isminden almaktı ama bulamadı. Yoktu. İstediği dayanak evrende bile barınmıyordu.

Bileğindeki sargı bezini çözdü bir hışımla. Yarasının etrafında hâlâ kan vardı. Bir hafta önce denediği intiharından sonra Taehyung'un yaptığı pansumandan akan kanlardı. Gözleri yaşardı. Dudağını ısırdı ağlamamak için ama vazgeçesi yoktu artık. Ne düşünürse düşünsün devamı gelecekti.

"Acaba," dedi. Yine o sonu gelmeyen düşüncelerden birindeydi. "Acaba her şeyi en başından Taehyung'a anlatmış olsaydım..." Sustu. Hayır, dedi beynindeki ses. Hayır hiçbir şey değişmeyecekti.


Aynanın karşısındaydı hâlâ. Kendine bakmıyordu, zaten kendini görmek bile istemiyordu. Günlerdir berbat hâldeydi ve hiçbir şekilde ilerleme yoktu intihar düşüncesinden. Kendini kaptırmıştı ve tek planladığı nasıl gideceğiydi. Taehyung'u biraz olsun nutlu etmek için son bir hafta onun için çabalamayı denemişti ama hayır, yasama hevesi onu terk etmişti. Kalbindeki sızlayan acı onu götürmek için uğraşıyor ve Jungkook karşı vermeyecek kadar mecalsiz hissediyordu.

Bir cesaretle elini sağ bileğindeki yaraya attı. Parmaklarını olabildiğince yarasına bastırdı. Gözünden akan yaşın şiddeti arttıkça nefesleri hızlandı. Acı her yanına yayılıyordu. Tam göğsünün ortasında bir baskı vardı ve bu baskı nefesini kesik kesik vermesine neden oluyordu.

Parmaklarını uzunca bir süre yarasına geçirdikten sonra kırmızı kana bulanmış parmaklarına baktı. Aklına Taehyung'un yarasını sararken ona anlattığı küçüklük anıları gelince tebessüm etti, güldü kendince ama yaşlarının ardı arkası kesilmiyordu. Izdırap çeken ruhunu tam göğsündeki baskının altında can çekiştiğini hissedebiliyordu ve bu yüzden, Jungkook, aslında içindeki baskıyı Taehyung'un hayaliyle azaltmaya çalışıyordu.


Jungkook'un düşlerinde yer eden güzel yüzü bir yandan da onu duraksamasına neden oluyordu. Bir şey onu geriye çekiyordu. Yapma, diyordu. Yaparsan en çok onun canını yakacaksın. Yaşattığın bunca şeyden sonra bunu nasıl kaldırsın? Ancak Jungkook Taehyung burada olsa bile gidebileceğini sanıyordu. Gidebileceğine kendini öylesine inandırmıştı ki hemen yapabaileceğine güvenci tamdı. Oysa tam tersiydi Jungkook sırf biraz daha kalabilmek, biraz daha sevdiğini düşünmek için vakit kolluyordu. Zaafından vakit çalıyordu.

Üzerinde büyük harflerle "lityum" yazan cam kutuyu aldı eline tüm ilacı eline boşalttı. Sağ bileğinden damlayan kan gitgide çoğalırken dirseğine doğru ilerliyordu.

Şu an hissettiği tek pişmanlık Taehyung'a son kez sarılamamış olmasıydı. Aklından geçen şey onu o sımsıcak, yuva gibi olan kolları arasında biraz daha vakit geçirip kokusunu ciğerlerine kazımaktı. Her zerresini bildiği kalbinden biraz daha kendini sarhoş edecek kadar atışlarını duymaktı. O canlılığı hissetmek, kulağının altında titrediğini anlamaktı. Bakışlarındaki minnnetten kendi iyilestirecek gücü bulmaktı. Ondan esirgenen sevgiyi dudakları arasından gülerek duymaktı.

Avcunun içinde tam on üç tane lityum vardı, diğer elinde beş tane uyku ilacı, bileğinde ise derin bir yarası. Bunlarla her şeyin geçeceğine inanması onun kurtuluşuydu. Ölümü zafer olarak algılaması aslinda başindan beri kabul ettiği mağlubiyetiydi Jungkook'un. O oyuna başından katılmıştı fakat oynamaktan yorgun düşmüş, desteklerini kaybetmiş ve sonunda yenilgiyi kabul etmişti fakat onun farkında olmadığı tek şey bu yenilginin ne kadar ağır olduğuydu.

Taehyung'a bir hafta arayla yaşatacağı travma onu derinden yakıyordu. Göğsündeki alev Taehyung'un ona olan güveninin tamamen yıkılacağı gerçeğiydi ancak Jungkook bu gerçeği barutla harlıyor, düşmesi için sarsıyordu.

Damarlarınsan sızan kan teninde durmadan yere damlıyordu. Fayansların arasına giriyordu ve kırmızılığını oraya kazıyordu. Sanki acısı yok olmuştu. O derin yara yeniden açılmasına rağmen Jungkook'ta bir duygu uyandırmıyordu. Alışmıştı. Zaman azaldıkça Jungkook o yaranın acısına alışmıştı. Oysa Taehyung ona alışmak yorar demişti biraz önce.

Bir hafta önce yaptığı gibi küvetin yanına oturdu. İki avcu da ilaçla doluydu. Yanında ise bir bardak su vardı. Uzun zamandır kendj içmiyordu suyunu. Taehyung kendi elleriyle içiriyordu, başında bekliyordu, ilacını kendi değil Taehyung içiriyordu. Fakat bu kez kendk içecekti. Bunu da Taehyung yapsın isterdi, yutamayacağını bildiği bu ilaçları ona teker teker Taehyung versin isterdi.

Oylana oyalana yarım saati geçirdi. Biraz geçmişi, en çok Taehyung'u düşündü. Kolundan kan sızıkça gözlerini kaydı, bayılması kısa bir süre içinde gerçekleşecekti ama hâlâ ilaçları yutma cesareti gösterememişti. Aklı uyuşuyordu. Kolunu kaldıracak gücü yoktu.

Yavaş yavaş gözünün önünde bir karanlık belirdi. Abisini görür gibi oldu, ardından annesi yanına çağırdı. Gülümsedi. Sonra Taehyung'un silüeti belirdi hayalinde. Sesi beyninde yankı yaptı. Kalbinin göğsüne vuruşları azaldı, ritmi düştü. Onun sadakati, gözlerinden hissettirdiği sevgisi ve her dokunuşunda var olan samimiyeti kalbini yerinden oynattı. Gerçek gibiydi. Karşında duruyordu sanki. Gözünden yaş süzüldü Jungkook'un. Dudakları arasından belli belirsiz ve sessiz bir "Sevgilim." döküldü. Becerebildiği kadar devamını getirmeye çalıştı ama bir mırıltıdan öteye gidemiyordu. "Sevdiğim. Sana bir mektubum var." dedi zorlanarak. Karşısında sanıyordu. O buradaymış gibi konuşursa ölüm daha tatlı ve kabullenilebilir geliyordu. "Kendi yaşamıma alışamadım," dedi. "Ama sana çok fena alıştım. Bırakmak değil de yanımda götürmek isteyecek kadar." Bu cümlelerinden sonra kocaman güldü. Düşünde canlandırdığı Taehyung düşmeden son kez, tebessüm etti.

Ellerinin arasından kayan bir hayat vardı. Yaşayamadığı, bir türlü ayak uydurmayı beceremediği o rezil ömrü gözünden geçti yavaş yavaş. Son zamanlarında yanında olan sevgilisi ile olan hatıralarında durdu zihni. Güldükleri, ağladıkları, öpüştükleri, sarıldıkları, yemek yedikleri her anlarını ezberlemiş gibi tekrar etti zihninde. Karanlık tamamen çökmeye yakın bir ses beynine çöktü. Arkalardan çığlık sesi duydu. Geçmişten miydi, yoksa şimdiden duyduğu bir ses miydi seçemedi. Gözleri kapanmaya yakın elindeki ilaçlardan üç tanesini yutmayı başardı. Gerisini zihni bulandığından neler olduğunu ve ne yaşadığını unuttu. Kolundaki tükenmiş gücünden dolayı hareket etmeyi başaramadı ve zaten yutmaya korktuğu ilaçların yalnızca üç tanesini içmeyi başardı. Yuttukgan sonra ağzında demir gibi bir kan tadı hissetti. Bileğindeki kan ilaçlara bulaşmış olmalıydı ama umursamadı. Onca şeyden sonra kendi kanından gocunmayacaktı.

Üşüdüğünü hissetti. Soğuktu, epey soğuktu hem de. Kan kaybı vücündaki ısıyı tüketmişti ve Jungkook deli gibi titriyordu. Soğuktan mı yoksa içtiği ilaçların etkisi miydi bilmiyordu ama sarsılıyordu bedeni.

Görüşü tamamen karanlığa bulandığında hisleri yok oldu, tek duyumsadığı mide ve baş ağrısıydı. Bir de kalbindeki o derin sevgi ve asla geçmeyecek acısı.

...

öncelikle dün bölümü atamadığı için kusura bakmayın. dışardayım demiştim ve eve gelince o kadar bitik haldeydim ki atmaya vakit bulamadan uyumuşum, tekrar kusura bakmayın.🥺🤍

bölümü vaktinde atamadığım için de kendi kendime dedim ki finali partlara ayırıp yayımlayayım. bu sebeple hem düzenlemiş oldum hem de iki part şeklinde yazıp sizi sıkmayacağımı düşündüm.

bu bölüm tam 8.3K oldu, bu yüzden dinlene dinlene okumanızı tavsiye ederim bebekler.

diğer bölümde görüşürüz. kocaman sarıldım, çok çok öptüm ve gittim!🎀🤍

"Işık olsun."

Continue Reading

You'll Also Like

178K 18.6K 31
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
952K 48.6K 35
Okulun en çalışkanı aynı zamanda eziği olan Jeon Jungkook' un başına bela olan okulun serseri çocuğu Kim Taehyung 038 *** ** ** : Hey ezik jungkook...
674 87 5
Hayır hayır,bu bir katil ve bir evsizin hikayesi değildi.Bu,bir karadeliğin cehennemine çektiği yıldıza aşık oluşunun hikayesiydi. Angst😔
643K 70.1K 40
çapkın bir omega olan kim taehyung, kızgınlıklarını geçirmek için gözüne alfa jeon jungkook'u kestirir