Paradise | Taekook

By dameadrasteia

74.1K 7.3K 14.4K

"Eğer beni terk edersen, elimde, avucumda ne varsa alıp gideceksin. Benden çocuklarımı, ailemi ve biricik eşi... More

1| ''Remember when was the last time you put them to sleep''
2| ''Don't you love me anymore?''
3| ''You don't know what kind of hell you're in yet, Jungkook.''
4| ''I'm used to you keeping your work prior to your family.''
5| ''You're not lying to me, are you?''
6| ''You're going to get that man out of our life, darling.''
7| ''I will ruin his life.''
8| ''I miss you every moment that you're not with me, Jungkook.''
9| ''Stop putting the cost of your mistakes on me.''
10| ''You're not even trying to fix our relationship...''
11| The sensitive heart tired of lies.
12| ''You would appreciate me for not doing any more to you.''
13| ''I feel like you're turning into a liar, Jungkook.''
14| ''Though you know you'll lose, you're dragging us into war.''
15| ''Maybe it's best for us to end this marriage.''
16| ''What ruined our marriage, Jungkook?''
17| ''There are other things that I haven't told.''
18| ''Our disaster is approaching, but we're just making love.''
19| ''My dad said he likes blond men...''
20| ''There are things Jungkook is hiding from you, Taehyung.''
21| ''Run away now or when i find you, you will be shattered in my palms.''
22| ''Taehyung wants to divorce me.''
23| ''Because it's all over, Jungkook. We're over.''
24| ''You don't know how wild I am when I envy Taehyung.''
25| ''I don't want this marriage to continue anymore.''
26| ''Accept divorce, Jungkook.''
27| ''Are you aiming to kill me with your red hair?''
28|''You will never fully feel the pain I suffered when I lost my family.''
29| ''The world is yours.''
30| ''One day I will come back home.''
31| ''I have no one but my husband.''
32| ''I never thought in my life that love could hurt me this much.''
Final | Habil & Kabil

33| Our last night together.

2.1K 248 1.2K
By dameadrasteia

Bu bölüm için bol yorum istiyorum sizden. Yazarken uçuk falan çıkarttım şakasız HSJSHSJSH Yazarınıza öpemezsiniz ama bolca yorum yapabilirsiniz. Sizi seviyorum, iyi okumalar... <3

33: Our last night together.

Taehyung bir an önce buradan gitmek istiyordu.

Yaşadığı duygu yoğunluğundan ötürü gözleri doldu. Yoongi'ye bakmadan arkasına döndü ve yürümeye başladı. Adamın ona, "Bir şey söylemeyecek misin?" diye bağırdığını işitebiliyordu ama yanıt veremedi. Taehyung'un tek düşünebildiği, hayatının kadar bayağı, berbat ve iğrenç bir hâle geldiğiydi.

Jungkook'la daha ne kadar sorun yaşayacaktı? Daha ne kadar aldığı kararları ve evliliğini sorgulayacaktı? Daha ne kadar, içinde bulunduğu bu korkunç hayatın sorunları yüzünden yaşamına son vermenin kendisine huzur getireceğini düşünecekti?

Yoongi, dehşetli düşüncelerinden habersiz olduğu için Taehyung'un peşinden gitmek konusunda inatçı davrandı. Sevdiği adamın, poşeti tutan koluna yapıştı, "Nereye gidiyorsun? Söylediklerime verecek bir yanıtın yok mu?"

"Hangi evli adamın bu soruya bir yanıtı olabilir ki? Benden nasıl bir yanıt bekliyorsun? Yoongi... Yaptığın şey öyle yanlış ve aptalca ki..."

"Biliyorum, biliyorum, doğru olduğunu savunmuyorum ya da ahlaklı davrandığımı söylemiyorum, ama, duygularımı bastırmak istemiyorum artık." Derin bir nefes aldı, abartı ve yersiz cesaretini biraz daha toplamıştı, "Hem... gözlemlediği kadarıyla eşinle aran kötü gibi gözüküyor-"

Taehyung'un ağzı hayretten açıldı. "Bu sana bir başkasıyla olmak istediğim konusunda nasıl ümit verebilir?!"

"Sadece, onunla ayrılma ihtimalinde seni bir başkasının bekleyeceğini bilmeni istedim. Kötü bir şey yaptığımı düşünüyorsun ama seni içtenlikle sevebilecek, mutlu edebilecek birisiyim." Sıkıntıyla ensesini kaşıdı, "Bilmiyorum... belki ukalalık yapıyorumdur-"

"Evet yapıyorsun! Jungkook'la aramdaki ilişki bitmek üzere. Doğru. Ama asla yenisini istemiyorum! Hele bana sormadan benimle olabileceğini uman ve buna evliliğimdeki sorunlarını bahane eden bir adamla hiç!"

"Fazla gergin değil misin? Bu her insanın başına gelebilecek bir şey."

Taehyung sinirleri bozulduğu için gergin gergin güldü. "Siz... etrafımdaki adamlar... Benim adıma kararlar aldıktan sonra öfkelenmemi garipsiyorsunuz... Doğru... Bana yapılan haksızlıklardan sonra sessiz kalmalıydım. Tanıdığınız Taehyung bunu yapardı çünkü."

Yoongi onun iç dünyasından bir hayli habersizdi. Öfkesini yersiz buluyordu. Ne de olsa insanlar, kalbine söz geçiremeyebilir ve hoşlandığı kişiyi kendisi seçemeyebilirdi. Yoongi'nin yaşadığı durum da buydu. Gönlü ona sormadan Taehyung'a kaymıştı ve hislerini itiraf etmesi için bedene baskı uyguluyordu.

"Böyle söylemek istemedim... Kızgın olmanı anlıyorum aslında. Ailen bozuldu ve her şey değişiyor, buna alışmak güç olmalı. Ama unutma. Bazen yeni hikâyelerin başlaması için eskilerin bitmesi gerekiyor."

Taehyung yüzünü buruşturacak gibi oldu ancak hâlâ kibarlığını koruyabiliyordu, ifadesiz bakışlarını Yoongi'nin gözlerine dikti. Yoongi o bakışlarda aşk, sevgi ve hoşlantının kırıntısını bulamazdı. Taehyung kocası dışındaki herkese karşı duygusuzdu ve bu onun en güçlü gardıydı.

"Ama ben yeni bir hikâye istemiyorum Yoongi. Ancak diğer hikâyeyi mutlu sonla bitiren okuyucular yenisine başlamak için hevesli olur. Benimki ise tamamen bir faciaydı. Artık değil ilişki yaşamak, çocuklarımdan başkasını sevebileceğime dair bir inancım bile kalmadı."

"Ayrılık acısı mı çekiyorsun?"

"Bunu sadece birkaç dakikada, beni süzerek mi anladın? Yoksa Jungkook'la boşandığımızın haberini biri sana verdi mi?"

Taehyung en zor, en çaresiz anında bile bir tilki kadar kurnaz davrandı; Yoongi'ye eşiyle arasının kötü olduğuna dair hiçbir şey söylememişti ve dışarıdan bakıldığında bu durumun kolaylıkla anlaşılabilmesi de mümkün değildi. Evet, üzgündü, hem de çok. Ancak Taehyung'un bu evlilikte öğrendiği iki şey vardı: Biri, hiç kimseye (kendi kocasına bile) güvenmemesi gerektiği diğeri ise üstün rol yapma yeteneğiydi.

"Ben," dedi Yoongi kekeleyerek, "tahmin yürüttüm."

"İlginç. Eğer dışarıdan görebildiğin kadarıyla evliliğim hakkında yorumlar yapabiliyorsan Jungkook'un ne kadar korkunç ve zehirli birisi olduğunu da bilebilirdin. Ve aramızda yaşananlarını öğrenirse sana neler yapabileceğini de..."

Yoongi sesine sert ve baskın bir hava kattı. "Ondan asla korkmuyorum."

"Ben senin adına ondan korkuyorum ve bahsettiğim adam sekiz senedir hayatımı paylaştığım kişi. Onu ne kadar iyi tanıdığımı bir düşün... Ve bir daha asla böyle bir şeye kalkışma. Asla. Benden uzak dur Yoongi. Hayatımda yeterince sorunla uğraşıyorum ve bir yenisini daha kaldıramıyorum, buna gücüm yok."

Taehyung o ana dek Yoongi'nin koluna tutunduğunu fark etmemişti. Kolunu çekti ancak Yoongi cesur davranıyordu. Bir kez daha sevdiği adama seslendi ve ona dokunmaya yeltendi:

"Ne dersen de. Ondan korkmuyorum. Verdiğin numara aracılığıyla sana ulaşacağım ve eğer mücadele etmem gerekiyorsa da edeceğim!"

Taehyung kahkahalarla gülmek istedi. Onu hiç tanımayan, kalbinin inceliklerini bilmeyen bu adam bile onun için mücadele etme cesareti gösterebiliyordu ancak eşi, çocuklarının babası, korkak bir kale muhafızı gibi geri çekilmiş ve arkasına bakmadan kaçıp evini, sarayını boş bırakmıştı.

Taehyung "Yanlış erkek tercihlerim..." diye geçirdi, içinden.

İlk ve tekti ancak yanlışların en şiddetlisi olmuştu.

"Elveda Yoongi. Umarım bu saçma fikirlerinden vazgeçersin ve eski, sağlıklı hayatına geri dönersin. Aksi halde..." Cümlesinin devamını getirmedi.

"Aksi halde ne?"

"O gelir... Geldiğinde, senin yaşamına son vermek konusunda hevesli olur ve ben, bunu asla arzulamadığım hâlde, onun üzerindeki tüm otoritemi kaybettiğim için bunu engelleyemem."

Taehyung geri geri yürüdü, "Seni yeterince uyardığım için artık sorumluluk hissetmeyeceğim. Yine de sözlerimi dikkate al ve benden uzak dur."

"Bana numaranı verdin."

Taehyung derin bir iç çekti. "Doğru. Ama telefonumu Jungkook'un açıp açmayacağının da güvencesini veremem."

Normalde böyle bir cümleyi asla kurmazdı çünkü Jungkook'la ilişkisi tamamen bitmişti ve hapisten çıkıp çıkmadığını bilmemesine rağmen içinden bir ses eşinin dışarıda olduğunu ama ona uğramadığını söylüyordu ve sonsuza dek yalnız olacağını düşünen Taehyung için, telefonunu eşinin açacağı fikri oldukça acınasıydı.

Ancak bir anlık yanılmasıyla onu gördüğünü sanmıştı.

Ve eğer Jungkook konuşulanları duyduysa, Yoongi için muhakkak gelirdi.

***

Taehyung yol boyunca arkasına bakmadan yürümeye başladı. Elindeki poşetleri zorlukla tutuyordu. Sinirleri tamamen hırpalanmıştı. Evli bir adama nasıl cesurca sevildiği söylenebilirdi? Taehyung bunu kendisine hiç yakıştıramadı. Jungkook'la ilişkisi bitse bile, bir başkasıyla sevgili olma fikri ona dehşet verici geliyordu. Birincisi kalbi ve midesi bunu kaldırmazdı, ikincisi de çocuklarına, "Bu yeni babanız..." diyemezdi ya da çocukların artık üç babası olamazdı. Belki Jihyo zamanla bu fikre alışabilirdi (sürekli o adamı babasıyla kıyaslamak ve babasını üstün görmek şartıyla) ama Jihoon bundan nefret ederdi. Taehyung bunları düşündüğünde kusacak gibi oldu. Asla böyle bir hayat istemiyordu.

Düşüncelerine dalmış bir hâldeyken camları filmli, siyah, lüks bir araba, düşük bir süratle yanından ilerlemeye başladı.

Taehyung dalgın dalgın yürüyordu. Bakışları, yaprakları gökyüzünde salınıp dökülen ve yolları bembeyaz yapan kiraz çiçeği ağacından yola doğru gezinirken birden, bembeyaz bir kar örtüsünün üzerinde siyah kanatlı bir şeytan düşmüş gibi ürperdi, bağırmak istedi ancak Seokjin olma ihtimalinde bunu acınası buldu. Onu öldürecekse bile son anlarında mücadele edebilirdi. Jungkook... artık onu sevmeyen kocası böyle yapmasını arzulardı.

Filmli cam ağır ağır açıldı ve Taehyung sürücü koltuğunda Jungkook'u gördü. Siyah şapkası her zaman olduğu gibi başındaydı, yalnızca solgun dudakları ve kitlenmiş çenesi görüyordu. Jungkook, şapkasını kıpırdattı ve gözlerini ortaya çıkarttı.

Taehyung eşiyle göz göze geldiğinde çok garip hissetti. Dakikalardır Yoongi ve Seokjin konusunda cesur davranmaya çalışan adam, kilometrelerce koşup güvenli alanına sığınmanın verdiği rahatlık ile ağlamak istedi.

"Jungkook..."

"Arabaya bin." Jungkook eğilerek kapıyı açtı.

"Ne zaman çıktın?"

"Dün akşam."

"Neredeydin?"

Jungkook güler gibi yaptı, ancak duygularını o kadar yitirmişti ki gülmekle somurtmak arasında dudak bükerek kaldı sadece. "Arabaya bin."

"Dürüst olmam gerekirse, istemiyorum. Kendim gidebilirim."

Jungkook arabadan indi. Bulundukları yol oldukça tenha ve ıssız olur, tek tük araba geçerdi. O yüzden Jungkook arabasını yolun ortasında bırakmakta bir sakınca görmedi. Dışarı çıktığında Taehyung onun kanlı giysilerini değiştirdiğini gördü, siyah saçları şapkasının altından görebildiği kadarıyla biraz uzamıştı, üzerinde siyah bir eşofman takımı ve spor ayakkabıları vardı. Böyle giyindiği için "eski" Jeon Jungkook'tan bir hayli uzaktı. Taehyung onu nadiren, takım elbise dışında farklı kıyafetlerle görürdü.

Jungkook kaputun önünde durdu. Gözleri korkunç derecede karanlık ve siyahtı. Taehyung onun kaç gündür uykusuz kaldığını düşünmek bile istemiyordu. "Neden? Sana zarar vereceğimden mi endişeleniyorsun? Eğer böyle kaygıların varsa dışarı çıkmamalıydın. Dışarı çıksan bile o orospu çocuğunun yanına gitmemeliydin!"

Taehyung hayal kırıklığıyla gülümsedi, "Oradaydın, değil mi?"

"Ben her yerdeyim. Bir önemi var mı?"

"Beni takip ediyorsun."

"Bir önemi var mı diye sordum?"

"Neden böyle davranıyorsun?!" diye patladı Taehyung, sinirden bacakları titriyor, zorlukla ayakta duruyordu. "Madem dışarı çıkmıştın öyleyse beni ve çocukları görmeye gelmeliydin! Bunun yerine gizlenip Yoongi'yle buluşup buluşmayacağımı gözlüyorsun! Jungkook! Neden böyle tuhaf davranıyorsun?!"

"Arabaya bin. Burada kavga etmek istemiyorum."

"Binmek istemiyorum! Binmeyeceğim!"

Jungkook bu evlilik boyunca hiçbir zaman Taehyung'a söz geçiremedi. Onu bastırması, ona kızması ya da emir vermesi hiçbir şeyi değiştirmezdi. Taehyung inatçı ve nazlıydı. Ne isterse onu yapar, istediği olmadığında surat asar ve kızardı. Jungkook son çare olarak, eşiyle sakin ve ılımlı bir tonda konuşmaya başladı:

"Buradan gideceğiz." dedi, olabilecek en nazik tonu, kabalık barındırırken. "Hoseok çocukları alıp yola çıktı. Bizi havaalanında bekliyorlar."

Taehyung bir hışımla Jungkook'un üzerine yürüdü, "Çocuklarımı nasıl bana sormadan alıp götürürsün?!"

Jungkook gözlerini üzerine doğru gelen adamdan alamadı, burnuna dolan kokusu onu serseme çeviriyordu. Ona sarılma isteğini bastırmak için yumruklarını sıktı. Günlerdir çektiği uykusuzluğun çaresi karşısında duruyordu. Sadece birkaç saat. Yolculuk sırasında bile ona sarılıp uyumak tüm dertleri unuttururdu ona.

Ne yazık ki artık çok geçti. Taehyung'un gönlüne nefret tohumları ekilmişti ve açan solgun çiçekleri Jungkook eşinin bakışlarında görebiliyordu.

"Sizi almaya geldim ama evde yoktun. Hoseok bana markete gittiğini söyledi, ben de peşinden geldim."

"Nasıl yani?" dedi şaşkınca, "Yani sen... az önce mi geldin?"

Jungkook'un gözleri kısıldı ve dişlerini sıktığı için çenesi sivrildi. "Evet. Neden?"

"H-hiç... Öylesine."

"Benden bir şey mi saklıyorsun?"

"Hayır."

"Emin misin?"

Taehyung gözlerini kaçırdı, "Evet."

"Pekâlâ. Arabaya bin."

Taehyung, Jungkook'un öfkesini tıpkı bir kurdun feromonları gibi sezmesine rağmen, Yoongi'nin aşk itirafını duyup duymadığını anlayamadı. Öyle olsaydı Jungkook öfkeden çıldırmış bir vaziyette olmaz mıydı? Ancak arabaya binmesi için kendini ihtiyatlı davranmaya zorluyor da olabilirdi... Taehyung'un kafası allak bullak oldu.

Eşi, elindeki alışveriş poşetlerini alıp bagaja yerleştirirken kızıl saçlı adam da hâlâ açık olan kapıdan içeri girdi. Jungkook'ta peşinden sürücü koltuğuna yerleşti, arabayı eve doğru değil anayola doğru sürüyordu.

Taehyung, "Nereye gidiyoruz?" diye sordu, endişeyle. "Eve uğramayacak mıyız?"

"Hayır." Jungkook arabanın süratini arttırdı, "Direkt havaalanına gidiyoruz."

"Neden?"

"O eve bir daha gitmemiz güvenli değil."

"Neler oluyor?"

"Bilmem." Jungkook Taehyung'a öfkeyle baktı, "Belki sen bana anlatmak istersin."

"N-neden bahsediyorsun?"

"O orospu çocuğunun sana vermeyi arzuladığı hediyeden bahsediyorum. Hani az önce sana sorduğum, ama senin benden sakladığın hediye."

"Biliyordun..."

Jungkook sinirleri bozulduğu için gülmeye başladı. Duygularını fazla bile saklamış sayılırdı. Artık direksiyonu kıracak kadar sıkı tutuyor, arabanın süratinden ve yaşadığı kaotik durumdan ötürü Taehyung'un midesi bulanıyordu. "Bana söyleyecek miydin?"

"Böyle davranan bir adama nasıl bir şey söylememi beklersin?!"

"Güvende değilsin Taehyung!" Jungkook öyle şiddetli bağırdı ki Taehyung sırtını cama yaslamak ve ondan uzaklaşmak zorunda kaldı. "Beni hırslarım yüzünden seni terk etmekle suçlarken ben sadece tehlikede olduğunu biliyordum ve sizin için bir şeyler yapmaya çalışıyordum!"

"Beni kurtarmak istiyorsan benden uzak dur." dedi Taehyung tükürürcesine, "Bana zarar veren sadece sensin."

"Doğru, doğru," Jungkook hem başını iki yana sallıyor hem de çıldırmış gibi gülüyordu, "O orospu çocuğu değil de sana zarar veren kişi benim. Haklısın. Haklısın, bebeğim."

"Bana bebeğim falan deme! Senden nefret ediyorum! Aptal kafam! Az önce bile yanıma gelme şansın varken bizi sinsi sinsi dinlemişsin ve ben aksini sandım! Sana nasıl güvenebilirdim ki?! Yaptığın hiçbir şey mantıklı değil ve ben bundan, senin tavırlarından nefret ediyorum!"

"Biz... öyle mi?"

"Sikeyim seni Jungkook!"

Jungkook, eşinin ağzından çıkan küfrü duyunca gözlerini hayretle irileştirdi, hâlâ gülüyordu, "Bunun hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini biliyorsun, güzelim."

"Arabadan inmek istiyorum!"

Taehyung avazı çıktığı kadar bağırdı.

Jungkook arabanın süratini daha da arttırdı. "Hayır. Konuşacağız. Bana anlatacaksın. Benden nefret ettiğin kadar ondan da nefret edip etmediğini duymak istiyorum güzel ağzından. Söylesene. Nefret ediyor musun ondan? Kim olduğunu bilmediğin ve buna rağmen benden sakladığın o adamdan!"

"Nefret etmiyorum. İnan bana Jungkook... Bana senden daha iyi davranırdı..."

Jungkook müthiş bir süratle gittiği ve sağ elini aniden direksiyondan çektiği için arabayı sarstı. Taehyung kapıya tutundu, ancak aniden tüm korkusunu yitirmişti. Bir an ölmek, ona tüm bunları yaşamaktan daha cazip gelmeye başladı.

"Ne yapıyorsun?" diye sordu, gülerek, "Bizi öldürecek misin? Lütfen yap! Yap hadi!"

"Beni tahrik etme!"

"Edersem ne olur?! Söylesene! Beni öldürecek misin? Babanın yaptığını yap, hadi!"

Jungkook, eşinin sol bileğini tuttu, "Ciddiyim, kes sesini, sınırı aşıyorsun."

Taehyung elini bir hışımla çekti. "Çek elini Jungkook! Seninle son konuşmamı orada yaptım ben! Sana son kez yalvardım! Sana son kez her şeyi düzeltme fırsatı verdim! Senden son kez merhamet dilendim ve sana hak etmediğin kadar merhamet verdim! Seni, hiç kimsenin sevemeyeceği kadar sevdim ve sana sevmeyi öğrettim! Ama bana reva gördüğün hayat buydu! Şimdi annen gibi ölürüm diye mi korkuyorsun?! Bana nasıl bir hayat yaşattın ki nasıl bir son bekliyorsun?!"

"Aynısı olmasın diye çabaladığımı görmüyor musun?!" Jungkook direksiyona art arda vurdu. O kadar gürültü yapıyorlardı ki araba ikilinin nefes ve bağırış sesleriyle doluydu. "Babam ailesinden asla vazgeçmek istemedi. Onları yanından ayırmadı. Karısı yanında öldü. Büyük oğlu narsistin teki oldu. Küçük oğlu ise... biliyorsun."

"Ondan daha da korkunç bir şeye dönüştü! Öyle değil mi?! Bir şeytanı öldürmek için onun yavrularından biri olmak ve yaratıcından kurtulmak gerekir çünkü!"

"Beni korkunç birisi olarak algılarken az önce sırrını saklayacak kadar sevdiğin adamın senin için neler planladığından haberin var mı? Neden eve gidemiyorsun Taehyung? Neden sizin saklanmanızı istiyorum?! Hiç düşündün mü?!"

"Aptal kuruntularını kendine sakla."

"Taehyung, beni çıldırtma! Kuruntularımın gerçek olduğunu bildiğin için arabayı ve çocukları Hoseok'a bırakıp her yere yalnız gidiyorsun!"

Kızıl saçlı adam gözlerini devirdi. "Doğru çünkü senin ruh hastası ağabeyinin beni öldüreceğini biliyorum. Ve biliyor musun Jungkook? Onun yerinde olsam ben de aynısını yapardım! Sen nasıl onu öldürmek istiyorsan o da beni öldürmek istiyor! Bunun için neden onu suçluyorsun ki? Dişe diş kana kan..."

"Böyle aptalca şeyler söyleme!"

"Ah Jungkook! Yapma! Üzülecek misin? Yoksa... pişman mı olacaksın? Olmazsın, olamazsın! Beni terk ettikten sonra ölüp ölmememi umursayamazsın! Bu kadar sevmiyorsun beni!"

Birbirlerine bağırmaktan sesleri kısıldı ve pürüzlendi. Yine de ortamın gerilimi öylesine yüksekti ki eşlerden biri asla şiddetini azaltmadı. Doz gittikçe arttı ve ipler inceldiği yerden kopma noktasına geldi.

"Sana aşığım Taehyung! Bu sevgiden asla vazgeçmeyeceğim! Binlerce kilometre öteye gitsem bile kalbimde yalnızca sen ve senin sevgin olacak. Gerçi bunu eskisi kadar değerli bulur musun bilmiyorum. Malum, başka seçeneklerin de var artık-"

Taehyung oturduğu yerden aniden doğruldu ve arabayı sürmesini umursamadan Jungkook'un sol yanağına güçlü bir tokat attı.

"Kocanla nasıl böyle konuşabilirsin! Kahrolası herif! Nasıl? Nasıl böyle aptalsın?!"

Jungkook tokada hazırlıksız yakalandığı için sersemledi. Eşi, öyle ağır bir darbe indirmişti ki çenesini sağa sola hareket ettirmek ve kendine gelmeyi beklemek zorunda kaldı.

Yine de kocası ona vurduğu için öfkelenmedi. Onu çıldırttığını biliyordu. Her insan gibi Taehyung'un da bir sabrı vardı ve çatlayalı çok olmuştu. Artık acısını, kinini, nefretini ve hıncını... Bütün hepsini açığa çıkarıyordu.

"Neden bana söylemedin?"

"Bunu hak etmiyorsun Jungkook! Hiçbir şeyi hak etmiyorsun! Bana nasıl böyle bir şey söyleyebilirsin..."

Taehyung'un kalbi öyle şiddetli atıyordu ki öleceğini sandı. Nabzı, kulaklarında, boynunda, şakaklarında... sanki her yerdeydi. Titreyen eliyle emniyet kemerine tutundu. Avcu kıpkırmızı olmuştu.

Jungkook, Taehyung'a yan yan baktı, "Bir orospu çocuğu sana aşkını itiraf ediyor ve sen bunu benden saklıyorsun!"

"Çünkü sen normal davranışlar sergileyen bir adam değilsin ve ona zarar vermenden korkuyorum! Üstelik burada önemli olan onun bana söyledikleri değil! Benim hissettiklerim! Sana asla ihanet etmedim! Bir başka erkeğe asla yan gözle bakmadım! Ben sana bu kadar sadık kalmışken nasıl benim hakkımda böyle düşünürsün?!"

"Az önce bana onun sana daha iyi davranacağını söyledin!"

"Ah! Kahretsin Jungkook!" diye inledi, Taehyung, "Bunun bir önemi var mı? Önemli olan sen ve senin bana olan boktan davranışların! Bir başkası için söylediğim söze alınmak yerine kendini düzeltmeye çalış!"

"Aynı örneği Sooyoung ya da Eunwoo üzerinden verseydim-"

Taehyung bu cümleye öyle kızdı ki Jungkook'un sağ eline saldırdı.

"Durdur şu arabayı!"

"Sakin ol!"

Jungkook arabayı zar zor zapt edebiliyordu. Arabanın hızını düşürdü ve Taehyung'un elinden kurtulmaya çalıştı.

"Durdur diyorum! Senden nefret ediyorum! İnmek istiyorum!"

"Taehyung-"

"Durdur şu kahrolası arabayı yoksa kendimi atacağım!"

Jungkook, anayolun ortasında durmak zorunda kaldı.

Taehyung kapıyı açtı ve dışarı fırladı. Göğsü hissettiği baskıya daha fazla dayanamıyor, gözleri kararıyor ve kolları uyuşuyordu. Kendini çok kötü hissetti. Böyle bir adam değildi. Hiçbir zaman bu kadar öfkelenen, gözü dönen ve kocasına saldıran biri olmamıştı. Bugün ise Jungkook'a vurma isteğini bastıramadığı için mecburen durmak zorundaydılar. Yoksa kaçınılmaz bir kazaya maruz kalacaklardı.

Jungkook, Taehyung'un yanına, toprak yola doğru yaklaştı. "Özür dilerim. İyi misin?"

"Yalvarırım benden uzak dur, Jungkook."

"Amacım seni öfkelendirmek değildi. Aramızdaki ilişki öyle bir hâle evrildi ki bir anda kavga edebiliyor, birbirimize saldırabiliyoruz. Kendi adıma çok özür dilerim senden."

Taehyung, yüzünü elleriyle gizlemişti. Dolu ve kızarık gözleriyle Jungkook'a yan yan baktı. "Bana ağza alınmayacak şeyler söyledikten sonra senin gibi özür dilememi bekleme. Bu kadar da sabırlı ve hoşgörülü değilim. Artık bitti Jungkook. Tüm kredin doldu gözümde."

"Bunu biliyorum. Bana tahammül edemediğinin de farkındayım ama sizi yeni evinize yerleştirene kadar yanınızda olmam gerekiyor. Bu şekilde gözüm arkada kalmamış olur."

Taehyung güler gibi bir ses çıkardı, daha çok inlemeyi andırıyordu: "Eviniz öyle mi?"

"Artık bu meseleleri konuşmak istemiyorum Taehyung."

"Bana yaptıklarını kabul edemediğimi göremiyor musun?! Yüzünü bile görmek istemiyorum! Kendimi berbat hissediyorum sana bakınca!"

"Seni o orospu çocuğuyla gördüğümde ben de benzer hislere kapılmıştım ama sakin olmaya çalıştım."

"Sırf beni kandırmak ve arabaya binmemi sağlamak için!"

"Daha ılımlı bakamaz mısın? Onu senin gözlerinin önünde öldürmeyecek kadar merhametli davrandım. Seni düşündüm. Oysa hak ettiği muamele bu değildi. Evli bir adama," Jungkook dişlerini sıkmaya başladı, biraz bekledi ve henüz içinde hazmedemediği şu cümleyi sesi titrerken kurabildi, "aşk itirafında bulunabiliyor. Sana. Benim kocama."

"Senin yersiz kıskançlıklarının hayatımızda hiçbir yeri yok artık! Hem... mesele Yoongi değil. Sensin. Onunla yaşadıklarımla ilgilenmiyorum. Arkadaş olduğumuzu sandım ama değilmişiz. Talihsizlik. Hepsi bu kadar."

"Bir şeyleri "sandığın" için kurduğun o arkadaşlık ilişkisi konusunda seni uyarmıştım. Beni dinlemedin. Mecburen kendi yöntemlerimi kullanarak ondan kurtulmalıyım."

"Bir şeyleri "sandığım" tek ilişki Yoongi ile olmadı Jungkook. Keşke beni kendinle ilgili de uyarsaydın... En az onun kadar berbatsın."

Taehyung Jungkook'un omzuna vurdu ve onu aştı ancak arabaya da binmedi. Jungkook olduğu yerde dikiliyordu. Eşi onunla çok ağır konuştuğu için öfkelenebilir ya da kalbi kırılabilirdi ancak Jungkook bunu hak ettiğini biliyordu hem de Taehyung'un duygularını boşaltması durumunda sakinleşmesini ve onunla tekrar "sağlıklı" bir ilişki kurmasını umuyordu.

"Arabaya binecek misin?"

"Geri dönmek istiyorum. Sen ve senin adamlarının ona zarar vermesinden endişeleniyorum ve ben böyle bir vicdan azabıyla uyumayacağım, Jungkook. Hayatımda yeterince pişmanlığım var."

"Geri dönemeyiz. Onun geleceği de seni ilgilendirmiyor artık, mesele seni aştı."

"Ne söylediğinin farkında mısın?!"

"Sen onun aslında kim olduğunun farkında mısın? Sana vereceği hediye konusunda bir fikrin var mıydı?"

Taehyung duraksadı. "H-hayır."

"Biliyordun..."

Jungkook, eşinin üzerine ağır ağır yürüdü. Anayolun ortasında, yolun kenarında rahatsız edici bir noktada dikiliyorlardı. Sık sık süratle araçlar geçiyor, tozu toprağı birbirine katıyor ve rüzgâr Taehyung'un gözlerini kısmasına sebep oluyordu. Yine de arabaya binmek konusunda inatçı davrandı.

"Hiçbir şey bilmiyorum!"

"Neden çocukları Hoseok'a emanet edip kendi başına dışarı çıkıyordun? Üstelik bunu defalarca kez yapmışsın. Her seferinde arabayı çocuklara ve Hoseok'a bırakmışsın. Neden? Endişelendiğin bir şey mi vardı? Bir şeyler gözüne garip mi geldi Taehyung?"

Taehyung yutkundu. Söyleyip söylememek arasında kararsızdı. Yoongi'nin davranışları ona farklı hissettirmiş, ürpermiş ve Seokjin'in bu işte bir parmağı olduğunu düşünmüştü. Eğer bunu Jungkook'a söylerse onu daha da kışkırtmaktan ve savaşın başladığına dair atılan top ateşini fitillemekten korkuyordu. Öte yandan, o hâlâ kocasıydı ve çocuklarını korumakla sorumluydu. Neler olduğunu bilmesi gerekiyordu.

"Bilmiyorum. Kendimi... garip hissettim."

Jungkook elini Taehyung'un çenesine koyup başını kaldırmasını ve gözlerine bakmasını sağladı, "Anlat bana, güzelim. Garip olan neydi?"

"Bana söylediklerinden sonra... Yani Seokjin'in bana zarar vermek istediğiyle ilgili meseleden bahsediyorum. Tuhaf ürpertilere sahiptim. Sanki... zarar görecekmişim gibi. Bunu nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Bir ölümün sessizliği gibiydi... Etrafımda acayip ve ürpertici şeylerin yaşandığını duyumsadım..."

Taehyung üst üste yutkundu. Neler hissettiğini tam anlamıyla aktaramıyordu. Birinin onu öldüreceği fikrine daha önce hiç kapılmamıştı ama ilk defa Jungkook'la karakolda yüzleştiklerinde ölümün gerçekliğini tattı; bundan önce hiç kafa yormadığı, var olup olmadığını bile sorgulamadığı bir kavram birdenbire hayatının merkezine yerleşti. İstemsizce her an ölümü düşündü. O ölürse çocuklara ne olacaktı? Kocası kendisi gibi Jihoon'u ve Jihyo'yu da terk eder miydi? Çocuklar... geldiği yere geri dönmek zorunda kalırlarsa içtenlikle sevdiği babalarından artık nefret ederler miydi? Ve Taehyung bu düşüncelere kapıldıkça ardı arkası kesilmedi. Elbette Jungkook'a bütünüyle bunu anlatmayacaktı.

Sadece, "Yoongi'yle karşılaştığımda da aynı hislere kapıldım..." diye mırıldandı.

"Zarar göreceğini mi düşündün?"

"Sanırım."

Jungkook'un aniden yüz ifadesi değişti: artık sakin ve ılımlı koca rolüne bürünemiyordu. Öfkesini kusmak için "Öyleyse neden kaçmadın?!" diyerek Taehyung'a bağırdı.

Oysa siniri ve nefreti kendisineydi. Biliyordu ki, eğer eşini yalnız bırakmasaydı başka bir adam asla gelip ondan hoşlanmazdı. Etrafı dikenlerle çevrili bir gülü koparmak istemezdiniz, ancak bir tarhta tek başına duran dikensiz bir gülü almak isterdiniz çünkü ulaşılması kolay ve korunmasız gelirdi. Yoongi'nin bir zaman sonra Taehyung konusunda bu kadar cesur davranmasının sebebi de evliliklerinin, daha da önemlisi Jungkook'un aşkının bitmiş olduğuna inanmasıydı ve Jungkook bu sebepten öfkeden köpürüyordu.

Taehyung başını bir hışımla sağa sola savurdu ve kocasının çenesindeki ellerinden kurtuldu:

"Çünkü, eğer ölürsem son bulacağını düşündüm!" Jungkook'a aynı şekilde, avazı çıktığı kadar bağırarak yanıt verdi. "Çünkü, beni terk ettikten sonra tamamen umutsuzluğa kapıldım ve ölme fikrini daha sık düşünmeye başladım! Belki ben ölürsen bu savaşı bitirirsin sandım! Seokjin'de senden benim aracılığımla intikam aldığında duracaktır! Böylesi daha iyi değil mi?! Çocuklarıma da sıçramadan durmanın belki de tek yolu bu! Onlara babalarını değil ama güzel bir hayatı bırakabilirim."

Jungkook Taehyung'un gözlerine bakakaldı. Eşi soluk soluğaydı, "Bu yüzden sen yokken Seokjin'in beni öldürmesini bekledim! Bu yüzden, Yoongi'nin hediyesinin bana zarar vereceğini bile bile ona numaramı verdim. Eve dönecek ve Hoseok ve çocuklarını gönderdikten sonra onu eve davet edecektim. O hediye bir bomba mı bir zehir mi bir silah mı? Umurumda bile değil! Gelsin ve beni öldürsün istedim!"

Taehyung sakladığı tüm gerçekleri dışarı kustuğunda göğsüne keskin bir ağrı saplandı ve yere çökmek zorunda kaldı. Sinirden mi yoksa üzgün olduğu için mi ağlıyordu? Kimse anlamadı. Sadece gözyaşı dökmeye başladı, elleriyle yüzünü gizledi. Fısıltıyla, "Çünkü artık tükendim Jungkook." diye ekledi. "Tükettin beni."

Hepsi bu kadardı, artık sakinleşmişti. Jungkook birkaç adım attı ve Taehyung'un önünde diz çöküp kollarını sıkıca eşine sardı. Onu rüzgârdan korumak için üzerine örtülmüş bir palto görevi görüyordu.

"Nasıl böyle bir şey düşünürsün?"

Taehyung, artık onu sevmediğine emin olduğu kocasını itmek istedi. Ne var ki onun bilindik kokusuna ve sıcak tenine ihtiyacı vardı. Hiçbir karşılık vermedi ama geri de çekilmedi. "N-ne yapıyorsun?"

"Böyle bir şeyin yaşanmasına asla izin vermeyeceğim. Beni affetmeyeceğini ve sözlerime karşılık yumuşamayacağını biliyorum. Senin gözünde çizgiyi çoktan aştım. Belki haklısındır, belki intikamımı almamın hakkım olduğunu düşündüğüm için ben haklıyımdır. Ama unutma, asla seni ve çocukları yalnız bırakmayacağım. Sizi korumak için ne gerekiyorsa onu yapacağım ve sağlıklı olduğunuzdan emin olacağım. Bir baba olarak, onlarla ilgilenmemi beklediğini biliyorum ama ben de bir baba olarak, kendimi onları korumakla görevlendirdim. Benden daha fazlasını beklediğinin farkındayım ama evliliğimiz boyunca ikimizin de farklı görevleri vardı ve benim payıma düşen buydu. Sizsiz kalmak... Ama güvende ve mutlu olduğunuzdan emin olmak."

"Belki dediklerin doğrudur. Güvende olabiliriz ama asla mutlu olmayacağız. Sen, çocukların büyürken onların yanında olmayacaksın Jungkook."

"S-sanırım çoğu anlarında olamadım zaten." dedi Jungkook, rüzgârın ıslığı ve arabalarının gürültüsü sebebiyle fısıltısı neredeyse durulmuyordu ancak Taehyung bu cümleyi işitti. Başını kaldırmak istedi, ama Jungkook onu nazikçe ensesinden tutarak ve boynuna yaslanmasını sağlayarak reddetti. "Dinle beni. Seokjin Yoongi'yle iş birliği yapıp sana suikast düzenlemeye çalıştı. Bunun er geç olacağını biliyor, sadece yöntemi kestiremiyordum ve bensiz kalırsan Seokjin daha cesur davranacaktı. Bunun için saklandım. Tıpkı, bunun için evi terk ettiğim gibi...  Başka bir sebep yoktu... Şimdi her şeyi öğrendim. Yakında gideceğim. Ama önce seni eve ve çocuklara götürmeliyim Taehyung. Havaalanında bir uçak bizi bekliyor, Jeju'ya uçmak için. Bana güvenmediğini biliyorum... ama lütfen benimle gel."

Taehyung sessizce eşini dinledi, ancak "Yakında gideceğim" cümlesini işittiğinde eşinin beline sarılan elleri eşofmanın kumaşını sıktığı yumrukları arasına aldı. Bir bebek annesinin baş parmağını ne kadar sıkı tutuyorsa, Taehyung da o kadar sıkı tutuyordu o kumaş parçasını.

"N-nereye gideceksin?"

"Seokjin'le yüzleşeceğim."

"B-bunun... ne anlama geldiğini b-bilmiyorum."

Ancak, Taehyung bildiği için tekrar ağlamaya başladı.

Jungkook cevap vermedi ama Taehyung'u sıkıca tutuyordu. Burnunu, eşinin kızıl saçlarının arasına yasladı ve onun kokusunu içine çekti. Eğer duygularını yitirmesiydi bu yumuşak koku onu ağlatabilirdi ancak hissizleşmişti.

Bir vampir gibi hissediyordu, pek çok açıdan da ona benziyordu: İntikamını almak istediği insanların kanını arzuluyor, kalbinin artık atmadığını duyumsuyordu. Yine de, kalbini ve duygularını hissetmemesine rağmen orada tek bir kişinin olduğunu biliyordu: Eşi. Bu yüzden ona (birçok kişiye etmediği halde) hâlâ merhamet ediyor ve hayatının aşkı olduğunu sık sık anımsıyordu.

Ve bir daha asla birini sevmeyecekti.

Onu, kimse kolları arasındaki beden gibi iyileştiremeyecek, eski kişiliğine geri döndüremeyecekti.

Bu yüzden ağlayabilirdi, yine de tek bir damla gözyaşı dökmedi. Kanı tamamen çekilmiş, bembeyaz kesilmiş, damarlı ellerini Taehyung'un beline sararak onu ayağa kaldırdı. "Hadi. Uçağı kaçıracağız. Artık gidelim."

Taehyung kendini çok güçsüz hissediyordu. Bağırmaktan ve ağlamaktan yorgun düşmüştü. Zaten evvelsi günlerde de iyi hissettiği söylenemezdi. Jungkook'un onu sürüklemesine ve arabaya bindirmesine izin verdi.

***

Havaalanına ulaştıklarında Jungkook'un adamları onları otoparkta karşıladı. Taehyung gözleriyle Yugyeom'u aradı ancak onun yerine kızıl saçlarını arkadan toplamış, bileğine kadar gelen siyah kabanıyla bedenini gizlemiş Sooyoung'u gördü. Jungkook gibi o da saklandığı için tarzını değiştirmişti. Taehyung, yorgun gözlerini ona dikti.

Sooyoung ise Jungkook'u görür görmez hayretle, "Yanağına ne oldu?!" diye sordu.

Ne Taehyung ne de Jungkook o ona kadar eşinin acımasız tokadı yüzünden Jungkook'un sol yanağının kızarık olduğunu fark etmemişlerdi.

"Ne saçmalıyorsun?"

"Yanağın berbat gözüküyor."

"Olabilir."

"Kim yaptı?"

"Sana ne? Saçma sapan sorular sorma. Yürü."

Taehyung arabanın köşesinde bekliyor, Jungkook'un adamlarının bagajdaki valizleri taşımasını seyrediyordu. Sonunda Jungkook'a döndü ve yanağına bakıp iç çekti. "Çocuklar nerede?"

"Hoseok'la birlikte bekleme salonundalar." diye yanıtladı, Sooyoung.

Taehyung başını sallayınca, Sooyoung ve valizleri taşıyan üç adam önden ilerledi ancak Jungkook Taehyung'un yanına gelmesini bekliyordu. Taehyung gönülsüzce yürümeye başladı. "Çocukların yanına gitmeden önce yanağındaki izi saklaman gerekiyor."

"O kadar ciddi olduğunu sanmıyorum."

"Jihyo muhakkak fark eder. Jihoon da öyle..."

Jungkook telefonunu çıkarıp kameradan yanağına baktı ve kıkırdamaya başladı; sahiden de yanağında neredeyse parmak izi görünüyordu ve eşinin alyansı elmacık kemiğine çarptığı için orası çizilip biraz kanamıştı.

Taehyung yüzünü buruşturdu, "Neden gülüyorsun? Çok üzgünüm... Bilerek olmadı."

"Bunu uzun zaman önce hak etmiştim."

"Hak edip etmediğini bilmiyorum ama hiçbir zaman böyle birisi olmak istemedim. Dönüştüğüm adamla gurur duymuyorum. İlişkimizi saygı çerçevesinde bitirebilirdik. Şimdi ise baş başa kaldığımız her an kavga ediyoruz."

Taehyung havaalanından içeri girmek ve çocuklarına ulaşmak için aceleci davrandı ve önden yürümek istedi. Ancak Jungkook onun kolunu yakaladı ve "İki gün boyunca seninle ve çocuklarla Jeju adasında olacağım. Siz yeni hayatınıza alışana dek..." diye mırıldandı, şapkasını düzeltti ve sıkıntıyla ensesini kaşıdı, "Senden çok şey beklediğimin farkındayım. Ama lütfen... Son kez aile gibi olalım. Ben çocuklarla vakit geçirirken bize katıl. Buna ihtiyacım var. Lütfen..."

Taehyung daha ne kadar hayal kırıklığına uğrayacağını düşündü.

Kaldı ki birçok duygusunu yitirmiş gibi davranıyordu, Jungkook'un gözlerine boş boş baktı. "Neden böyle bir şey yapayım Jungkook? Aynı merhameti senden dileğimde suratıma kapıları kapatmıştın. Şimdi ise sana iyilik yapmamı bekliyorsun. Seni, ağabeyinle olan savaşına hazırlamak istemiyorum..."

"Ben aramızda güzel olan ne varsa hırslarımla yok edecek kadar berbat bir adamım ama sen, uğruna bu dünyadan vazgeçmemi sağlayacak, güvendiğim, ne kadar boktan biri olursam olayım merhametine sığınabileceğime inandığım, tek kişisin. Bu yüzden bencillik yaptığımı bilmeme rağmen sana gelmekten başka çarem yok. Beni kabul et. Çocuklarımla vakit geçirmek istiyorum."

"Sonra nereye gideceğini bilirken bunu yapmak istemiyorum... Senin için değil. Çocuklarıma yapacağım bir kötülük olduğu için... Yine de kabul ediyorum. Benden son arzun buysa, isteğini yerine getirebilirim."

Taehyung geri çekilmek ve Jungkook'un elinden sıyrılmak istedi ancak eşi, bir kez daha onu tuttu. Bu defa daha yumuşak bir dokunuştu, bileğini baş parmağıyla okşadı. "Tek isteğim bu değil."

"Ne istiyorsun Jungkook?"

"Benimle uyu."

"Ne diyorsun?"

"Lütfen. Bu gece ve yarın. Benimle aynı odayı paylaş."

"Sen gerçekten iyi değilsin. Söylediklerimi anlamıyor musun? Sürekli aptalca davrandığım ve tekrar tekrar seni affettiğim için mi bu kadar küstahsın?!"

"Senden son isteğim-"

"Her seferinde "son" imâsı yapmaktan vazgeç! Neyin sonu?! Kimin sonu?! Jungkook biz ne yaşayacağız?!" Taehyung otoparkta insanların olmasını umursamadan bağırmaya başladı. Sinirleri alt üst olmuştu. Jungkook'un bencilliğini kabul edebilirdi ancak kendi açısından, sürekli bu cümleyi işitmek acı vericiydi ve artık katlanamıyordu. Sahiden sinirleri sürekli iğne batırılıyor gibi tahrip edilmişti, "Daha ne yapmalıyım?! Sana anlattım! Geri dönüşün olmadığını söyledim! O zaman kibirle bana bu dünyayı ele geçirmek istediğini söylemiştin! Daha ne yapayım Jungkook?! Daha kendimden ne kadar taviz vereyim?!"

"Taehyung-"

Jungkook mecburen sustu. Taehyung bu defa eşini göğsünden itti ve ondan uzaklaşmak istediği için koşar gibi yürümeye başladı. Zaten on on beş adım ötesinde Sooyoung ve adamları asansörün önünde bekliyorlardı. Taehyung onların arasına katıldı. Jungkook ise sonradan gelecekti. Önce telefon konuşması yapması gerekiyor, ardından yüzündeki yarayı ve izi saklaması gerekiyordu.

Telefonunu çıkardı, hıncını birinden alması gerekiyordu. Yugyeom'u aradı.

"Neredesin?"

"Marketin bodrumunda."

"Yoongi?"

"Burada. Bağlı."

"Adamları hediyeyi alması için evine gönderdin mi?"

"Gönderdim. İnkâr ediyor. İçerisinde senin sonunu hazırlayacak belgeler varmış. O kadar."

Jungkook dişlerini gıcırdattı. "Orospu çocuğu... Arkamdan planlar kurarken görünürde kocama sevgisini itiraf ediyor. Onu geberteceğim..."

"Seokjin onu kandırmış olmalı patron. Sahiden de kutunun içerisinde bir bomba olabileceğini düşünmemiş. Yeminler etti. Taehyung'a..." Yugyeom burada duraksadı, dili bir türlü dönmüyordu, "Y-yani... Bay Jeon'a asla kasıtlı olarak zarar vermezmiş..."

Jungkook kıkırdamaya başladı, başını iki yana sallarken tükürürcesine, "Onu sahiden geberteceğim." diye tısladı, "Taehyung'un yanında sakin olmak için kendimi tuttum. Onu Taehyung için planladığı ölüm şekliyle öldüreceğimi söyleyemedim. Öyle olsaydı asla benimle gelmeyi kabul etmezdi. Mecburen sakin ve hoşgörülü koca rolüne büründüm."

Yugyeom Jungkook'un itirafları karşısında sessiz kaldı. O, patronun eşini içtenlikle seviyor ve saygı duyuyordu. Adamın tek arzusu çocukları ve evlilik hayatıydı. Bu sebepten sorun istemiyordu. Bu doğaldı; ancak çevresindeki insanlar onun kadar masum ve iyi değillerdi. Seokjin ona annesiyle aynı kaderi yaşatmak için planlar kurmuş ve Yoongi'de aynı kötülükle bu işe ortak olmuştu. Eğer Jungkook erken gelmeseydi arzuladıkları planı uygulayacak ve kutuyu Taehyung'a ulaştıracaklardı.

"O kutunun içinde nasıl bir düzenek varsa adamların çözsün. Sonra, aynı düzeneği Seokjin'in evine yollayın."

Yugyeom hayretle, "Seokjin'in evini mi patlayacağız?!" diye sordu.

"Onun için düşündüğüm ölüm şekli oldukça farklı... Ama vurulmasının ardından yaşadığı korkudan sonra, hayatında unutamayacağı ikinci bir travma olsun istiyorum. Gerçi bu hayatının son günleri olduğu için artık her günü acı dolu ve unutulmaz olacak... Ama olsun."

"Peki ya Yoongi?"

"Onu kendi ellerimle öldüreceğim. Seul'e geri döndüğümde işini hallederim. Şimdilik ailemle vakit geçirmem gerekiyor. İşini hallet ve sen de adaya gel."

Yugyeom, Jungkook tam telefonu kapatacakken "Patron?" diye mırıldandı utanarak, "Yarın sabah gelsem olur mu? Eşim yakında doğum yapacak ve bu sabah biraz rahatsızdı, onu doktora götürmek ve sağlığından emin olmak istiyorum."

"Bir kız mı?"

"A-anlamadım?"

"Bebek? Bir kız mı?"

"Ah, hayır, cinsiyeti erkek."

Jungkook onaylayan mırıltılar çıkardı.

Telefonu kapattığında biraz sersemledi. Sağ kolu olan bu adama tüm pis işlerini yaptırırdı, onu Seul'de bırakmıştı ve Seokjin tarafından zarar görme ihtimali çok yüksekti. Bu zamana kadar bunu düşünemeyecek kadar meşguldü ancak adamın bir oğlu olacaktı. Jungkook her ne kadar onu sevse ve çevresinde güvenebileceği, iki kişiden biri (diğeri ne yazık ki Sooyoung'tu) olduğunu düşünse de Seul'e döndüğünde onu azat etmeye karar verdi.

Kendi ailesini acımasız balyoz darbeleriyle yıkmıştı ama bir başkasının aynı hayatı yaşamasına, özellikle de kendisi yüzünden yaşamasına, izin veremezdi. Ruhundaki son merhamet kırıntılarını Yugyeom ve ailesinin üzerine serpti.

"Taehyung böyle yapmamı isterdi..." diye mırıldandı ve o da içeri girdi.

***

Çocuklar ve Hoseok, havaalanının VIP salonundalardı. Jihyo, Hoseok amcasıyla oturuyor, Jihoon ise oyun salonunda oynuyordu. Taehyung ve Sooyoung yanlarına katıldığında, Jihyo babasının yanına koştu. "Baba! Buradayız!"

Taehyung'un gözleri etrafı taradı, "Kardeşin nerede, güzelim?"

"Oyun salonunda. Sen gelmeyince çok sıkıldı. Hoseok amcam onu ikna etti ve oynamaya gitti ama top havuzunun içinde öylece oturuyormuş..."

Taehyung kıkırdadı, "Öyleyse gidip küçük prensi almalıyım."

"Jungkook babam," diye sordu Jihyo endişeyle ve otomatik kapanıp açılan cam kapıya doğru baktı, "gelmeyecek mi?"

"Birazdan gelecek. Biletleri ayarlaması gerekti."

Hoseok da Jihyo'nun peşinden geldi, konuşulanları duymuştu, "Ne bileti Taehyung! Özel uçakla gidiyormuşuz! İnanılmaz değil mi?! Aman Tanrım! Jungkook para sı-"

Taehyung, Jihyo'nun kulaklarını elleriyle kapatıp Hoseok'a ölümcül bakışlar attı.

"Ben gidip Jihoon'u alayım."

Jihyo yetişkinlerin kendi arasında bir sır sakladığını biliyordu. Dikkatli ve zeki bir çocuk olduğu için olanları dinleyebilir ve bir fikir sahibi olabilirdi ancak ilk defa bunu yapmak istemedi. Jungkook babası geri gelmişti. Onlarla Jeju adasına, yeni evlerine yerleşecekti. Masum kız çocuğu için bundan daha önemli hiçbir şey yoktu.

Hoseok Taehyung'un koluna girdi ve bekleme salonuna doğru yürümeye başladı, "Korkunç şeyler oldu!"

"Keşke beni arayıp söyleseydin..."

"Söyleyemedim! Jungkook simsiyah giyinmiş bir şeytan gibi aniden karşıma çıktı mutfakta. Neredeyse altıma kaçıracaktım. Çok korktum! Bana seni sordu. Markete gitti dedim. Yüzü düştü. Benim de aptal gibi boş boğazlığım tuttu ve 'Onu Yoongi'den bu kadar kıskanıyorsan terk etmeseydin!' diye çemkirdim. Sonra o kadar tırstım ki... Bana simsiyah, kara deliği andıran gözleriyle baktı ve 'Ölmek mi istiyorsun?' diye sordu! Yemin ederim çocukların bakıcılığını yapmasaydım beni öldürecekti! Jihoon'un odasına kaçmak zorunda kaldım."

Hoseok'un heyecanlı heyecanlı anlattığı olay Taehyung'u gülümsetti. "Neden Jungkook'tan bu kadar korkarken ona dikleniyorsun?"

"Seni Yoongi'den kıskanırsa ayrılmaktan vazgeçer diye düşündüm..."

"Kıskandığında öldürmek dışında herhangi bir fikri olduğunu sanmıyorum..."

"Ne oldu? Neler yaşandı? Çok merak ediyorum!"

"Yoongi bana âşık olduğunu itiraf etti..."

"Aman Tanrım! Ne?!"

"Bağırma lütfen... Çok endişelendim. Berbat şeyler yaşandı. Jungkook duydu ve arabada kavga etmeye başladık. Ona vurdum..." Taehyung saçlarını dağıttı alnını ovuşturdu ve "Ah!" diye inledi, "O kadar pişmanım ki... Aptal gibi davrandım ama bir an gözüm döndü. Ben hâlâ bana geri dönmesi için beklerken onun böyle davranmasına dayanamadım..."

"Yani... bir saniye... Jungkook, Yoongi'nin aşkını itiraf ettiğini duydu ve ona hiçbir şey yapmadan seninle arabaya bindi öyle mi?"

"Evet... Neden?"

"Aman Tanrım!" diye bağırdı Hoseok bir kez daha, "Yarın sabah Han nehrine atılan ceset haberiyle uyanacağız ve bu beden Yoongi'ye ait olacak!"

"Saçmalama..."

"Ya! Bak! Jungkook seni uçan kuştan, böcekten, cansız bir nesneden, hatta üzerine giydiğin ve tenine temas eden kazaktan bile kıskanır! Bir adam sana aşkını itiraf etti ve sessiz kaldı öyle mi?! Onunla gel diye seni kandırmış basbayağı!"

"Hoseok... ben ne yapacağım?"

"Hiçbir şey. Hiçbir şey yapmayacaksın. Kusura bakma ama Yoongi de sandığın kadar masum birisi değil ve evli bir adama aşk itirafında bulunacak kadar küstahsa bir noktada bedelini ödemesi gerekiyor. Evet. Bu belki ölüm kadar ağır bir bedel olmamalı ama karşısında Jeon Jungkook'un olduğunu biliyordu."

"Ondan korkmadığını söyledi..."

"Sırf bu yüzden bile Jungkook onu dinlene dinlene öldürecektir..."

Taehyung dehşete kapılmıştı. Hoseok ise konuşmaya devam etti:

"Ne düşünüyorum biliyor musun? Bence kendi annesi ve babası bile hayata getirdikleri çocuklarından korkuyordur. O yüzden öldüklerinde Tanrı'ya şükretmiş olmalılar. Düşünsene... Çocukların Seokjin ve Jungkook... Korkunç bir ortam olmalı..."

"Annem beni severdi..."

Hoseok Jungkook'un sesini duyduğunda neredeyse yerinden sıçradı.

Jungkook, Hoseok'un kolunu tutup Taehyung'tan ayırdıktan ve aralarına belirli bir mesafe koyduktan sonra devam etti, "Babam da öyle... Ama haklısın. Muhtemelen şu an bizi seyrediyorlarsa, iki birbirinden güzel çocuğum ve mükemmel bir eşim olması dışında benimle gurur duydukları hiçbir şey yoktur."

"O aileni de kendi ellerinle bozman dışında bir sorun yok tabii..."

Taehyung arkadaşını, "Hoseok!" diyerek uyardı.

"Şaka yapıyorum, canım. Ben en iyisi gidip çocuklara bakayım." Hoseok, Jungkook'un bakışlarından korktuğu için seke seke kaçtı.

"Bir gün onu çok fena pataklayacağım."

"Çevremdeki tek insandan uzak dur Jungkook."

"Onu kıskanıyorum."

Taehyung yan gözlerle, bekleme salonunun diğer ucunda oturan Sooyoung'a baktı, bacak bacak üstüne atmış dergisini okurken bir yandan da kahvesini yudumluyordu. "O kadından nefret ediyorum. Buna rağmen asla yanımızdan ayırmadığın gibi şimdi de bizimle Jeju'ya getiriyorsun..."

"O benim asistanım."

"Sen de gözü var!" Taehyung göz devirdi, "Her neyse... Beni ilgilendirmiyor artık. Ben yeni evime arkadaşımı getiriyorum. Sen de asistanını. Birbirimizin alanına saygı duyalım. Başka bir şey istemiyorum."

"Gavatlığın adı ne zamandır 'birbirimizin alanına saygı duyalım' oldu?"

"Gavatlıktan bahsedecek son insan sensin. Eski sevgilin evimizin bitişiğinde oturuyordu."

Sonra Taehyung Jungkook'u aştı ve oyun alanına doğru yürümeye başladı. Jungkook'a tahammül edemiyor, her sözünden kavga çıkarmak istiyordu ve birkaç gün birlikte kalacakları düşünüldüğünde, bu çocuklar için çok zararlıydı. Yine de kendini tutamadı. Jungkook, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Oysa yaklaşık bir hafta önce, açık bir dille olmasa bile onu ve çocuklarını arka plana attığını itiraf etmişti. Jungkook bunu çoktan unutacak kadar sağlıksız bir kişiliğe sahip olabilirdi ancak Taehyung yapamıyordu. Solmuş bir gülün tekrar yeşermeyeceği gibi, Taehyung için de yiten duygular yerine gelemezdi.

***

Jungkook sahiden de eşi ve çocukları için özel uçak kiralamıştı. Taehyung geçmişte lüksü severdi ancak para uğruna öyle aşağılık şeyler yaşamıştı ki artık zenginlik ve statü gibi kavramlardan nefret ediyordu. 

Gördükleri sinirlerini fena halde bozmuştu. Jet motorlu uçağa vardıklarında, onları dört tane birbirinden güzel hostes karşıladı ve bunların arasından biri özellikle Jungkook'a sorular sorarak onunla uzun uzun sohbet etmeye yeltendi. Bu durum Taehyung'un asabiyetini daha da arttırdı.

"Jihoon, Jihyo! Buraya gelin, güzellerim."

Taehyung uçakta Jungkook'tan ve Sooyoung'tan olabilecek en uzak noktaya kaçtı ve çocuklarını da yanına çağırdı. Jihoon hiç itiraz etmeden Taehyung babasının yanına koştu ve kucağına tırmandı. Oyun salonunda, sakince top havuzunda oturmasına rağmen minik bedeni yorgun düşmüştü. Başını, babasının göğsüne yasladı ve kestirmeye karar verdi. Daha önce, defalarca kez uçağa bindiği için gökyüzünde olmak onun için o kadar da heyecan verici değildi. Kısa sürede uyudu. Taehyung, oğlunu, hosteslerin açtığı yatakların birine, Hoseok'un yanına yatırdı. Ancak Jihyo çağrıldığı halde gelmedi, özlediği babasıyla vakit geçirmek istiyordu. Jungkook'un kucağına oturdu ve onunla camdan dışarıya, diğer uçaklara bakmaya başladı; aslında sıradan uçaklara bakıp etkilenmek için yaşı oldukça büyüktü, ama babasıyla vakit geçirebilmek için biraz da abartı ifadeler veriyor, ağzından sürekli şaşkınlık nidaları dökülüyordu.

Uçak kalktı. Yaklaşık bir saat sürecek kısa bir yolculuktu, Jihyo'da Jungkook babasının kucağında uyuyakalmıştı. Hoseok, Sooyoung ve diğer adamlar kendi halinde takılıyordu. Bir tek Jungkook, karşı karşıya oturdukları için, elleri ağzında gezinirken sürekli Taehyung'a bakıyordu. Taehyung hâlâ eşine çok kızgındı, sonunda dayanamadı ve ondan biraz olsun uzaklaşmak için uçağın tuvaletini kullanmaya karar verdi. Uçağın ön tarafındaki tuvalete gitmek için mecburen koridordan, Jungkook'un yanından geçmek zorundaydı.

Jungkook eşine, "Nereye gidiyorsun?" diyerek laf attı.

"Aşağı atlayamayacağıma göre... nereye gidiyor olabilirim?"

Jungkook bilmem dercesine omuz silkti.

Taehyung, sekiz senelik sevgilisinin, onun pilot odasına gidebilme ihtimalini düşünecek kadar kıskanç birisi olduğunu biliyordu. "Senin hosteslerle olan alakanın aksine, ben pilotlarla ilgilenmiyorum. Merak etme. Sadece ihtiyacımı gidereceğim."

"B-ben," diye kekeledi Jungkook, şaşkınlığına uğrayarak, "ne yaptım ki hosteslerle?"

Taehyung bu soruyu yanıtsız bıraktı, Jungkook'u geçti ve tuvalet kabinine doğru ilerledi. Tam kapıyı kapatacağı sırada peşinden gelen eşi ayağını kapı ile pervaz arasına sıkıştırdı ve kapatmasını engelledi.

"Ne istiyorsun?"

"Doğru düzgün bir şekilde özür dilemek. Bugün senin sinirlerini bozduğumun farkındayım. İzin verirsen telafi edeceğim."

"Tuvalet kabinin içerisinde mi?"

"Beni içeri almazsan çocuklar duyabilir."

"En son seninle aynı kabini paylaştığımda irademi hiçe sayıp seninle seviştim. Ve inan bana, o an zevk vermişti ama eve döndüğümüzde ve ertesi sabah beni terk ettiğinde bundan tamamen pişman oldum. Şimdi müsaade edersen, aynı pişmanlığı yaşamamak için senden kurtulmak zorundayım."

Taehyung, Jungkook'u göğsünden itti ancak Jungkok eşinin bileklerine sarılarak onu durdurdu. "Yemin ederim hiçbir şey yapmayacağım."

"Yapamazsın da zaten! Aynı aptallığı ikinci kez tekrarlamayacağım."

"Öyleyse beni içeri al."

Taehyung geri geri yürüdü ve içeriye girdi, Jungkook da onu takip etti. Kabin o kadar dardı ki göğüsleri birbirine çarpıyordu. Taehyung ellerini koyacak yer bulamayınca, sağ eliyle lavaboya sol eliyle duvara tutundu. "Ne söyleyeceksen söyle artık."

Jungkook bir süre konuşmak yerine Taehyung'u seyretti. En adi ve kötü şeytan bile, böyle bir güzellik karşısında tutulurdu. Taehyung çok çekici bir adamdı, yüzüne hiçbir şey sürmemesi, açık renk bir eşofman takımı giymesi, saçlarını dağınık ve özensiz bırakması halinde bile, ortamdaki her şeyden daha güzel ve daha çekici görünürdü, tıpkı çamurun içinde duran tek bir elmas gibiydi.

"Jungkook, konuşsana."

Jungkook gözlerini açıp kapatarak kendine gelmeyi bekledi ve birkaç kez üst üste yutkundu. Eşinin sersemlediğini ve kendisine daha alıcı gözle bakmaya başladığını fark eden Taehyung'un kaşları çatıldı. Onu içeri almayı aklının ucundan bile geçirmemeliydi!

Jungkook'la aynı kabini paylaşmayı başından beri istemiyordu; daha önce de aynı şeyi yaşamışlardı ve o zaman da kocasının bakışlarından azmıştı. Sanki Jungkook iradesinin çatlaklarından afrodizyak sızdırıyor gibiydi. "Jungkook... bir şey söylemeyeceksen, derhal çık."

"Ö-özür dilerim... söyleyeceğim, bir saniye. Sanırım unuttum."

"Böyle durmamız tehlikeli." derken birbirine yapışık olan bedenlerinden ve derinlerdeki arzularından bahsetti.

Çünkü Taehyung da onu özlüyordu. Henüz yirmi beş yaşında genç bir adamdı, cinsel arzuları çok yoğundu ve karşısındaki adamla sekiz sene geçirmişti. Şimdi ona uzaktan bakmak, dokunamamak zordu; kalp, kırgınlıklarını hatırlıyordu ancak beden aşinası olduğu tene dokunmak istiyordu.

"Biliyorum ama peşinden gelmeseydim hep bu anı düşünecektim."

"Evliliğimiz uçakta fantezi yapacak türden değil, Jungkook. Biteli bir hayli zaman oluyor."

"Sana baktığım, seninle vakit geçirdiğim her an bunun böyle olmadığını düşünüyorum. Senden uzak kalamıyorum. Sana uzaktan öylece bakamıyorum..." Jungkook, Taehyung'un belini kavramak istedi ancak tepki görmekten korktu. Bu yüzden elini, eşinin elinin hemen yanına, lavaboya yasladı. "Yanına gelmek istiyorum. Birlikte vakit geçirmek... Bu yüzden tekrar özür dilemek istedim."

"Özrünün geçerli olması için hemen ardından o davranışını düzeltmen gerekir Jungkook ancak sen Yoongi'yi öldürmek konusunda oldukça inatçısın. O yüzden özür dileme, çünkü yapmacık ve anlamsız."

Jungkook öfkeyle "O sikimde bile değil." diye hırladı ve "Bu konuda haklı değilsin Taehyung, hayır." derken başını iki yana salladı, "O adam sana âşık olduğunu söyledi ve ben buna tepki gösterdim. Haklıydım. Haklı olduğumu biliyordun. Bu yüzden benden sakladın, yapacaklarımdan korktun çünkü."

"Bu senin haklı olduğun anlamına gelmez. Doğru, senin yapacaklarından korktum çünkü şiddete yatkın birisin ve başında yeterince bela varken bir de Yoongi meselesiyle uğraşmanı istemedim."

"Hayır anlayamıyorum, aynısını ben yapmış olsaydım, sakladığım için memnun mu olurdun? Yoksa tepki mi gösterirdin?"

"Sadece saygımı koruyarak tepki-"

"Eunwoo'ya saldırmış ve yumruk atmış birisin sen Taehyung, ne saygısından bahsediyorsun?"

Taehyung göz devirdi. "Sürekli aynı şeyleri başıma kakmandan bıktım. O hak etmişti..."

"Yoongi de hak etti."

"Hiç kimse ölmeyi hak etmez Jungkook."

"Benim kocama aşkını itiraf ederse, evet, eder."

"Ben senin kocan değilim."

"Hâlâ evliyiz. Ömrümüzün sonuna kadar da evli kalacağız... Eğer ömrünün sonu erken gelir ve ölürsem de anılarıma saygı duyacağını ve bir daha evlenmeyeceğini umuyorum... Yani, hâlâ kocamsın."

"S-sen..." diye kekelemeye başladı Taehyung, "neden böyle aptalca şeyler söylüyorsun?"

Jungkook omuz silkti. Yoongi'yi Seokjin'e gönderdikten sonra artık savaşın sonuna yaklaşmış olacaklardı. Jungkook sabırsızlıkla bekliyordu; ya Seokjin onu arayıp buluşmayı ve bu savaşı sona erdirmeyi teklif edecekti ya da bunu ailesiyle birkaç gün daha geçirdikten sonra Jungkook yapacaktı.

Ardından son gün gelecekti: Habil ile Kabil'in karşılaşması.

"Doğruları söylüyorum... Neler yaşayacağımı bilmiyorum, geleceğimi kestiremiyorum... Bu yüzden senden özür dilemeye ve beni affetmeni rica etmeye geldim. Birlikte geçireceğimiz günlerde çocuklarımızı mutlu edelim. Arabada ve havaalanında bana öfkeli olduğun için net bir cevap vermedin ve sadece bağırdın. Ama şimdi sakince düşünebilirsin. Benim için bunu yapacak mısın?"

"Aklından ne geçtiğini söylemelisin."

"Şimdi değil. Bu gece söyleyeceğim."

Taehyung Jungkook'un gözlerinin içine baktı. Uykusuzluktan başka görebildiği bir şey varsa o da karmaşaydı. Sanki siyah gözlerinin ardında fırtınalar kopuyor, her şeyi önüne katıp götürüyordu. Eskiden olsaydı Taehyung bu darmadağın olmuş adama acıyabilirdi ama şimdi kendisi de onunla aynı durumdaydı. Mahvolmuş ve dağılmış hissediyordu. En az Jungkook kadar içinde fırtınalar kopuyordu. Tek farkı Taehyung bunları öfkelenerek ve Jungkook'a vurarak atarken, eşi hâlâ sevgi görmek peşindeydi. 

Taehyung bunu hak etmediğini düşündü. Yine de çocuklarına bunu söyleyemezdi. Hâlâ babalarının onu terk ettiğini bilmiyorlardı.

"Neden bu gece?"

Jungkook tekrar omuz silkti. Konuşmak yerine Taehyung'a yanaşmak ve ona sarılmak istiyordu ancak reddedileceğini bildiği için tekrar vazgeçti. Onun yerine sessizce "Özrümü kabul ediyor musun?" diye sordu.

"Seni asla affetmiyorum. Affetmeyeceğim. O gün, o karakolda bir şeyler tamamen bitti bizim için. İleride, bilmiyorum... Yeniden toparlasak bile, bil ki ben her zaman sana kırgın olacağım. Her zaman, bir eş olarak kalbimin bir köşesinde o günü hatırlayacağım ve sana, eşime, yol arkadaşıma kırgın olarak öleceğim. Bunu bilerek yaşamanı istiyorum. Ben de bunu bilerek, şimdi, geçmişte defalarca kez yaptığım gibi, sırf çocuklarım için sorunsuzca birkaç gün geçirmeyi kabul ediyorum."

Jungkook Taehyung'un gözlerinin içine baktı. Onu ilk tanıdığında nasıl güzelse hâlâ aynıydı. Hâlâ çok güzel bakıyor, çok güzel dudak büküyor hatta öfkelendiğinde bile çok güzel görünüyordu. Ancak yorulmuştu... Hayat yormuştu onu. Artık güzelliğinden çok göze çarpan halsizliği, gücünü ve takatini tamamen yitirmiş görüntüsüydü.

Üstelik, geçmişte olsa Taehyung bunun anlaşılmasını beklerdi. İnsanların onu görmesini, "Ah! Çok üzgün görünüyorsun... İyi misin?" diye sormalarını isterdi fakat şimdilerde kendisi, kendi duygularını anlatıyordu. Bu yüzden Jungkook'a sık sık "Beni tükettin. Seni asla affetmeyeceğim. Yaşananları unutmayacağım. Asla iyileşemeyeceğim." tarzı cümleler kurdu. Çünkü insanoğlu bir yere kadar anlaşılmayı beklerdi. Hiç kimsenin onu anlamadığını, kırgınlıklarını umursamadığını fark ettiğinde duygularını tıpkı bir zehir gibi dışarı akıtırdı... Taehyung da bunu yaptı.

***

Taehyung yaklaşık yedi senedir yaşadığı evden ayrılışını daha dramatik hayal etmişti. Gitmeden evvel, her adımında ayrı bir anının saklı olduğu o eve veda edeceğini sanıyordu; çocukları orada büyümüş, evliliği orada şekillenmiş ve yine orada bozulmuştu. Ancak hiçbir şey Taehyung'un düşündüğü gibi olmadı.

Eski yuvalarından farklı olarak Jeju adasındaki ev üç katlıydı; deniz kıyısında, modern ve lüks bir yazlıktı. Salonun sürgülü kapısından verandaya çıkıldığında, kumsal ayaklarının altındaydı. Evin arka bölümünde geniş bir yatak odası vardı, buranın Fransız tarzı veranda kapısından ise, havuza ve jakuziye çıkılıyordu. Bunun dışında evin diğer bölümleri, biraz olsun eski yuvalarını anımsatıyordu. Tek belirgin değişiklik çocukların odasıydı. Sanki, seneler boyu kalacakları şekilde dizayn edilmişti; özellikle Jihyo'nun genç odası, Taehyung'a bunu düşündürdü. Jihoon için ise çatıya devasa, birbirinden farklı oyuncaklar olan bir oyun odası kurulmuştu ancak kendi odası yoktu. Bunun yerine yatak odasına bir çocuk yatağı konulmuştu. Jungkook, Jihoon'un Taehyung'la birlikte kalmasını plalamış olmalıydı.

Taehyung bu evden nefret etti. Seneler boyu burada kalmak istemiyordu; Bu evde Jungkook'a dair hiçbir şey yoktu. Yatak odası bile evli bir çifte göre değil, bekar ve çocuklu bir babaya göre tasarlanmıştı.

Yalnızca deniz kıyısında oturmak Taehyung için güzeldi. İlk akşam eve neredeyse hiçbir şey yerleştirilmemiş, saat geç olduğu için çocuklar uyumaya gitmişti. Jungkook'un bazı adamları Jeon ailesini korumak için kaldı, Sooyoung ve diğerleri ise otele gitti. Taehyung yalnız kalınca verandaya çıktı. Batmakta olan ay ufuk çizgisinde saklanıyor, parlak altın ışığı ise denize vuruyor ve kumsala yansıyordu.

Taehyung, bu manzarayı seyrederken yeni hayatına alışmaya ve huzur bulmaya çalıştı. Biraz sonra Jungkook elinde iki kadeh bardağıyla geldi. Kocası gibi verandanın tahta zeminine oturdu ve çıplak ayaklarını serin kumlara uzattı. Hafi hafif sıcak bir rüzgâr esiyordu. "Çok güzel hissettiriyor, değil mi?" diye sordu, elindeki kırmızı şarabı nazikçe eşine uzatırken.

Normalde alkol tüketmeyen Taehyung için, o anlarda içmek cazipti. Kocasının elinden kadehi aldı ve birkaç yudum içip şarabı ağzında döndürerek tadına baktı. "Bazı yönleriyle güzel hissettiriyor evet, ama bazı yönleriyle... hayır. Buraya alışacağımıza inanmıyorum."

"Sorun nedir?"

"Bu evi kusursuzca döşemişsin. Bunu yaparken muhtemelen seneler boyu burada yaşayacağımızı hayal ettin... ama," Taehyung, eşinin gözlerinin içine beklentiyle baktı, "eski evimize geri dönmek istiyorum."

Jungkook gözlerini kaçırdı, "Burası senin yaşamayı istediğin türden bir yerdi. Deniz kıyısında, sessiz, sakin ve huzurlu... Çocuklar için ideal. Böyle bir yazlığımız olmasını hayal etmemiş miydik hep? Sonunda sana bu imkânı sunduğum için mutluyum."

"Hâlâ arzuladığım şeyleri satın almakla uğraşıyorsun... Artık istemiyorum Jungkook. Tüm bu lüks, beni tatmin etmiyor... iğrendiriyor sadece."

Jungkook kadehi elinde sallamaya başladı, gözlerini bardaktan ayırmıyordu; Taehyung, ayın ışığı sayesinde eşinin durgun suratını görebiliyordu. "Biliyorum. Ama kendi sağlığım için bunu yapmalıyım."

"Sadece maddi ihtiyaçlarımı karşılıyorsun... Bu mu seni tatmin ediyor ve sağlıklı hissettiriyor?"

"Evliliğimin para yüzünden bozulduğunu düşünürsek evet, bu tatmin ediyor."

"Bu evlilik para yüzünden bozulmadı Jungkook. Manevi ihtiyaçlarımı unuttuğun hatta hiçe saydığın için bozuldu. Hiçbir zaman maddiyat peşinde olmadım."

"Hayır. Hiçbir şeyi unuttuğum yok. Manevi ihtiyaçlarını da anımsıyorum. Mesela, bir oğlumuzun daha olmasını istediğin dün gibi aklımda hâlâ. Çoğu akşam, yatağımızda uzanırken bunu düşlerdik..." Jungkook sonunda bardağı sallamayı bıraktı ve bakışlarını eşine kaydırdı. "Üç çocuğumuzun olması konusunda o kadar hevesliydin ki..." Taehyung'un eski neşeli ve mutlu hallerini hatırladığında, başını iki yana sallayarak buruk buruk güldü. "Ben ise çok korkuyordum."

"Bu evliliğin sonunun ayrılık olacağını düşünmediğim için çok fazla planlar yaptım. İyi ki o zaman bu kararımı desteklememiş ve vazgeçmemi sağlamışsın. Aksi halde, şu an daha büyük bir yıkım yaşardım..."

"Biliyor musun? Yugyeom'un bir oğlu olacakmış." Jungkook'un bu haberi verirken gözlerinin içi gülüyordu. "Bu haberi aldığımdan beri tek düşündüğüm şey sensin."

Taehyung şaşırdı. "Neden?" Eşiyle asla böyle bir ortamda dertleşeceğini düşünmezdi, ancak sahilden gelen dalgaların sesini işitirken ve ayaklarıyla kumu eşerken öyle dingin ve huzurlu hissettiriyordu ki, eski kocasını terslemek ya da kaçırmak istemedi; bu yüzden, onun konuşmayı kabul etti. "Neden benim?"

"Eğer hayatımız değişmeseydi... belki bu vakitlerde biz de aynı heyecanı yaşıyor olabilirdik. Jihyo büyüdü, Jihoon bu yıl kreşe gidecek ve ertelediğimiz o kararı almak için bu sene uygun olabilirdi." Jungkook eşinin gözlerinin içine beklentiyle baktı ve onun da kendisiyle aynı fikirde olup olmadığını anlamaya çalıştı, Taehyung'un gözleri ay ışığında parıl parıl parlıyordu. Jungkook bu parlaklığın arasında yaşlar gördü... "Ama... şimdi her şey çok farklı. Yaşamımın son günleri hayal edemiyorum. Mesela... Jihyo'yu hiç genç kız olarak görebilecek miyim? Ya da Jihoon okula başladığında ve okuma yazma öğrendiğinde ben orada olacak mıyım? Henüz yirmi beş yaşındasın..." derken gözlerini asla eşinden ayırmadı. Ona sevgiyle baktı; Taehyung geçmişi hatırladığını düşündü çünkü bakışları öyle samimi ve kalpten geliyordu ki, ancak eski Jungkook bu kadar sevgi dolu olabilirdi... "Olgunlaştığını görebilecek miyim? Otuzlu yaşlarında seninle birlikte olacak mıyım? Henüz on sekiz yaşında tanıştığım sevgilimin, yaşlılığa ilk adımları attığını görecek miyim? Sahiden bilmiyorum Taehyung..."

Jungkook bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Çok durgun bir geceydi, gök yıldızlarla kaplanmıştı. Jungkook bu görüntüyü romantik ve şirin buldu, eşine sunmak istediği manzaralardan biriydi; zaman zaman ona güzel sürprizler yapmayı düşünürdü. Eğer eski, mutlu evlilikleri olsaydı, kesinlikle böyle bir manzarayı eşine sunmak isterdi.

Tekrar Taehyung'un güzel ve yorgun yüzüne döndü. Eşi hiç konuşmuyor, sadece onu seyrediyordu. Jungkook, "Yakında doğum günün..." diye fısıldadı. Konudan konuya atlayacak kadar karmaşık ve bulanık bir zihne sahipti.

Taehyung, onu başını yavaşça sallayarak onayladı.

"Asla romantik bir adam olamadım. Ama becerebilseydim böyle bir gecede, böyle bir kumsalda seninle baş başa bir yemek yemek ve dans etmek isterdim. Tüm özel günlerimizi çocuklarımızla geçirdik. Bunun için asla pişman değilim, yanlış anlama beni. Ama, şimdi düşünüyorum da keşke daha fazla anı biriktirebilseydik... Keşke... seninle daha fazla kalabilseydim... Keşke birlikte... daha ç-çok şansımız olsaydı."

Taehyung'un gözlerinden yaşlar boşandı.

Jungkook ona sessizce veda ediyordu...

Ve eşi bunun farkındaydı. Kocasının ne anlatmak istediğini anlıyordu. Jungkook çok korkuyordu. Bir saat, bir gün ya da bir hafta sonra eşiyle, âşık olduğu biricik kocasıyla birlikte geçireceği süre dolabilirdi. O zaman tıpkı Taehyung gibi son nefesini kırgın ve pişman bir hâlde verecek, inanmadığı Tanrı'sına bir saniye daha için yalvaracak, Taehyung'la bir anı daha yaşamak isteyecekti.

Bu farkındalık Jungkook'u, ölüme en yakın olduğu anda sarstı.

Eşiyle hayalini kurduğu şeylerin henüz çok az bir kısmını gerçekleştirmişlerdi. Birlikte yaşayacakları daha çok şey vardı ama zaman kalmamıştı...

Zaten insanoğlu da hiçbir zaman, her şeyi tamamlamış olarak ölemezdi. Hep bir şeyler eksik ve yarım kalacaktı. İnsanoğlu hep bunun pişmanlığı içinde ölecekti. Jungkook bu gerçeği idrak ettiğinde kum saatini ters çevirmek istedi.

Tanrı'sından bir yaşam daha istiyordu. O yaşamda, eşine daha iyi davranacaktı.

Eşi, Jungkook'un dehşete kapıldığını fark ettiğinde ona "Bana neden öyle bakıyorsun?" diye sordu.

"Özür dilerim..." diye fısıldadı, Jungkook.

"Ne için?"

"S-sana hak ettiğin gibi iyi davranamadım..."

Taehyung, onun gözlerinde eski kocasını gördü. Artık umutlanmak istemiyordu ama heyecanlanmıştı... Şaşkınca tekrar sordu, "Ne? Sen... neden bahsediyorsun Jungkook?"

Jungkook nefes alamadığını fark etti. Bu panik hissini en son o kadar uzun süre önce yaşamıştı ki nasıl mücadele edeceğini anlayamadı. Üst üste kesik kesik nefesler almaya çalıştı, sanki boğuluyordu... Ellerini boynuna götürmek istedi ama yapamadı; kötü hissettiğini, panik yaşadığını kocasına göstermek istemedi. O artık eski Jungkook değildi, böyle şeyler yaşamazdı. Yaşayamazdı.

"Çok p-pişmanım..." diye kekeledi. Nefes almaya çalıştı.

"Jungkook beni korkutuyorsun!"

Jungkook'un defalarca yaşadığı hâlde nasıl mücadele edeceğini anlamadığı ve saklamaya çalıştığı şeyi eşi korku dolu tek bir bakışından fark etti. 

Paniklediğini ve nefes alamadığını algıladığı anda süratle kocasının elindeki kadehi alıp verandanın zeminine bıraktı, giydiği eşofman üstünün fermuarını aşağı çekiştirdi ve üzerinden attı. Ardından nefes alması için eşine biraz yer açtı ve "Sakin ol..." diye fısıldadı, "Nefes al, Jungkook. Baksana... hava çok güzel değil mi? Hissediyor musun?"

Bu yumuşak, dingin ve huzurlu ses Jungkook'u rahatlattı. Titreyen ellerini saklamaya çalışırken dolu gözleriyle Taehyung'a baktı ve başını sallamaya çalıştı. Hâlâ gözlerinde aynı dehşet ve korku vardı.

Korkuyordu çünkü çok pişman olacaktı.

Korkuyordu çünkü artık hiçbir şeyi geri alamazdı.

Taehyung o an için tüm yaşananları unuttu: Oysa eşi, bu evlilikte onu yarı yolda bırakmış ve yürümeye devam etmişti. Ancak şimdi, Jungkook'un ayağına görünmez camlar battığında ve ayağa kalkmak için Taehyung'a ihtiyaç duyduğunda, Taehyung onun için yolu tamamladı ve yanına geldi.

Kalçasını kaydırarak Jungkook'a biraz yaklaştı ve sırtını sıvazladı. "İyisin..." diye fısıldadı, tekrar. "Ne söylediğini hatırlıyor musun? Yıldızlar, ay ve sahil... Burası sahiden çok romantik gözüküyor."

Taehyung'un sesini işittikçe Jungkook'un korku dolu bakışları yavaş yavaş yumuşadı. Düzenli nefesler alıp vermeye başladı ve kendini Taehyung'un ellerine bırakıp göğsüne yattı. Eşi onu itmek yerine üst bedenini sardı.

Jungkook boğazı kuruduğu için yutkundu, "Çok üzgünüm."

"Sorun yok Jungkook. Sadece iyi olmanı istiyorum."

"Sensiz nasıl iyi olacağımı bilmiyorum..."

Taehyung, eşinin bu cümlesine yanıtsız bıraktı çünkü Jungkook bu kararı alırken ona sormamıştı. Yaşadığı korkunç şeylere rağmen hâlâ vazgeçmediğini de sözlerinden anlayabiliyordu. Bu yüzden sadece Jungkook'un sakinleşmesini bekledi. Âşık olduğu adam için değil, aralarındaki aşk çoktan solmuştu, artık aşktan, sevgiden ve kutsal aile makamından daha önemli şeyler vardı, para, hırs, intikam ve ihtiras gibi. Yine de Taehyung Jungkook'un hayat arkadaşı olarak kaldı; onun her paniklediğinde iyi hissetmesi için yardımcı olan bir adam olarak... Aynı gece onunla uyumadı ama uykuya dalması için baş ucunda bekledi.

Bu son geceleri oldu. Yoongi aracılığıyla Jungkook'un mesajını alan Seokjin, uyandıklarında akşam saat sekizde, bir mezarlıkta buluşmaları için kardeşine haber gönderdi.

Jungkook gidecekti ama önce ailesine veda etmeliydi.

***

Her şeyden habersiz olan çocuklar babalarıyla bahçede saklambaç oynamak istedi. Taehyung yatak odasındaydı, Jihoon'la kendisinin kıyafetlerini dolaba yerleştiriyordu.

Jungkook açık kapıyı tıkladı. "Taehyung?"

"Hmm?" Taehyung, bakışlarını kapının girişinde dikilen ve sık nefesler alan eşine çevirdi. "Neden nefes nefese kaldın?"

"Jihoon beni koşuşturuyor... Saklambaç oynayacakmışız, sende gelir misin?"

"Şu an müsait değilim..."

"Lütfen... Çocuklar ailecek vakit geçirmemizi çok istiyor. Dördümüz beraber olalım."

Taehyung yerden kalktı. "Pekâlâ... Ama koşabileceğimden emin değilim."

Jungkook, eşinin elini sıkıca tuttu. "Buraya gel güzelim, ben seni saklarım."

Taehyung dudak büktü, kocası onu elinden tutarak bahçeye sürükledi. Jihoon yerinde zıplıyordu, "Baba! Haydi! Sıra benim! Saklanın! Hadi, sayıyorum bak!" Hemen arkasına döndü ve yüzünü ağaca gömdü. Jihyo tüm dişleri gözükecek biçimde gülüyor ve Taehyung babasına, "Ne yapalım..." der gibi bakıyordu. Ardından o da koşmaya başladı ve verandada bulunan oturma takımının arkasına saklandı. Jihoon ona kadar saymayı bilmiyordu. Sürekli bir, iki, üç... diyor ve tekrar baştan başlıyordu.

Jungkook oğlunun sevimliliğine dayanamadı ve kıkır kıkır güldü. Ardından "Haydi!" diyerek eşini koşturmaya başladı, saklanacak bir yer arıyorlardı. Taehyung sersem gibiydi, ne yaptıklarını tam olarak anlamamıştı ancak oyuna uyum sağlamak için eşinin onu sürüklemesine izin veriyordu. "Nereye gideceğiz? Çok uzaklaşmayalım. Çocuklar merak eder..."

"Merak etmeleri gerekiyor zaten Taehyung. Oyunda bu yüzden saklanıyorsun ya..."

"Ama..."

"Park alanına gidelim!" Jungkook, Taehyung'u evin ön tarafına getirdi. İkili, otoparkta dört siyah, lüks arabadan yan yana park edilmiş ikisinin arasına çöktü. Taehyung biraz yorulmuştu, soluklanmaya başladı. Eşi, tatlı tatlı gülümseyerek onu seyrediyordu.

"Bana neden öyle bakıyorsun ki?"

"Biraz kızardın... ve bu halinle çok güzelsin..."

"Jungkook-"

"Baba! Neredesiniz?!"

Jihoon'un çığlığını işittiğinde, Jungkook, kocasının ağzını kapatarak onu susturdu ve parmağını ağzının üzerine bastırıp sus işareti yaptı. "Şşt."

İkisi de minicik bir alanda iç içe geçmiş bekliyorlardı. Jihoon nefes nefese o tarafa doğru koştu. Otoparkın etrafında dört dönmesine rağmen babalarını göremedi... Jungkook, oğlu arkasına döndüğünde fırladı ve sobelemesi gereken yere süratle koşmaya başladı.

"Babaa!"

Jihoon çığlıklar atarak babasının peşinden gidiyordu. Jihyo ise çoktan sobelemişti, ağacın yanında bekliyor, ellerini havaya kaldırmış çığlık atarak koşan kardeşini seyrediyordu. Taehyung'un endişesi ise bambaşkaydı... O oğlunun peşinden geliyor, "Düşeceksin!" diye isyan ediyordu.

Neticede Jungkook, Jihoon'un minik ayaklarından daha hızlı koştu. Sobeledikten sonra nefes nefese vaziyetteydi; ellerini dizlerine koyarak biraz dinlendi, ardından kendini çimlerin üzerine bıraktı. Jihoon sırt üstü uzanan babasının kucağına attı kendini. "Baba... sen kazandın!"

Jungkook, oğlunun, terden alnına yapışmış siyah tutamlarını arkaya taradı ve kıkır kıkır güldü. "Buna sevindin mi?"

"En güçlümüz sen olduğun için sen kazanmalıydın zaten!"

"İlk ben gelmiştim ama..." diye sızlandı Jihyo, o da babasının uzanan bedeninin yanında diz çöktü, Jungkook'un parmaklarıyla oynarken, "Jihoon seni çok sevdiği için benim kazanmamı umursamıyor baba..." diye mırıldandı.

"İlk Jungkook babam geldi ama..."

"Hayır ben geldim," diye itiraz etti Jihyo. Aslında kazanıp kazanmamak umurunda değildi sadece erkek kardeşine takılıyordu.

"Ama ben öyle gördüm..."

"Sen göremezsin ki... Ebe yerinden ayrılıyor."

"Ama..." Jihoon yaşı gereği daha fazla akıl yürütemeyince, omuz silkip boş verdi. "Bana ne! Jungkook babam kazandı diyorum işte sana abla!"

Onları ayakta seyreden küçük babalarına döndüler, "Öyle değil mi ama baba?"

"Ben gelemediğime göre ben kaybettim. Hadi, siz saklanın ben sayayım. Sonra kazanını öğrenmiş oluruz, anlaştık mı?"

"Olur!" Jihoon babasının karnında zıplayarak ayağa kalktı ve küçük babası henüz saymadan koşmaya başladı. Koşarken, alışkanlık olarak yumruk yaptığı ellerini havaya kaldırıyordu ve bu görüntü ablası ve babaları için öyle şirindi ki, minik bedenini seyrediyor ve kıkırdıyorlardı.

Küçük babaları belirledikleri ağacın önüne geldi ve gözlerini kapatıp saymaya başladı. Jihyo uzaklaşmıştı. Taehyung ona kadar saydığında duraksadı, "Jungkook... kaçmadığını hissediyorum. Uzaklaşsana..."

"N-ne?" diye haykırdı Jungkook, sahiden de gitmemişti. Kocasının yaslandığı ağacın arkasındaydı, "N-nasıl anladın gitmediğini?"

Taehyung dudaklarını büktü. "Kokunu duyumsuyorum..."

O zaman ikisi de duraksadı.

Taehyung gözlerini yavaşça araladı. Yüzleri arasında kısa bir mesafe vardı, kocasına hüzünle baktı. Hâlâ çok kırgındı. Ama Jungkook'a değil, kaderine. Keşke onu, varlığını kokusundan bile hissedecek kadar çok sevmesine izin vermeseydi... Belki o zaman bu kadar incinmezdi.

"O yüzden sen de saklanmalısın..."

"Saklanmak istemiyorum. Oyun oynarken bile olsa senden uzaklaşmaktan nefret ediyorum."

Taehyung dudağının iç kısımlarını kemiriyordu; gözlerinin dolmasına mâni olmak istedi ancak yapamadı. Çok eğlendikleri keyifli bir andı ama son bulacağını ve önünde sonunda ayrı kalacaklarını ikisi de biliyorlardı.

"Öyleyse seni sobelemeyeceğim..." Taehyung arkasına döndü ve bahçenin iç taraflarına doğru yürümeye başladı.

Jungkook birkaç adım gerisinden yürüyordu. "Sana söylemem gereken bir şey var."

"Söyleyebilirsin."

"Bugün gitmem gerekiyor."

Eşi adımlarını durdurdu. Hayretle sordu, "N-ne?"

"Hemen, şimdi gitmeliyim... Düşündüm ki sıra bana geldiğinde, bir daha dışarı çıkmamak üzere ortadan kaybolabilirim... Böylece çocuklara anlatmak zorunda kalmazsın. Jihoon bunun bir oyun olduğunu düşünür. Jihyo ise..." Devam edemedi.

Taehyung'un gözleri doldu. Saniyeler önce ailesiyle neşe içinde oynadığı oyun, bir an sonra onun en berbat ve en sarsıcı anısı hâline geldi. Saklambaç oynarken saklandığı yerden bir daha çıkmamak... Taehyung'un evlilik hayatının kısa bir özeti sayılırdı. 

Midesinde neşeyle uçuşan kelebekler öldüler ve onu boğmaya başladılar. Ağzından, "Sahiden gidecek misin..." sorusu döküldü.

"Gitmek zorundayım. Seokjin ve ben bu gece buluşacağız. Her şeye son vermek için. Bu yüzden gitmeliyim."

Taehyung, Jihoon'un kendisine "Babacığım! Beni bulsana!" diye haykırdığını işitiyor ancak hareket edemiyordu, sanki ayak bileklerine tonlarca ağırlıkta demir parçaları takılmıştı.

Jungkook, eşinin ellerini sıkıca tuttu ve parmaklarını iç içe geçirdi. "Taehyung... yemin ederim ki sana geri geleceğim."

Taehyung dondu kaldı. Nefes alamadığını düşündüğü için ağzını hafifçe açtı ve gözyaşlarına inat, bulanık bakışlarını Jungkook'a sabitlemeye çalıştı. Son kez görüp görmediğini bilmediği kocasının yüzünü, ömrünün sonuna dek hafızasına kazımak istiyor gibiydi.

Sonra arkasına döndü ve tıpkı bir hayalet gibi yürümeye başladı. O andan sonra oyuna devam etmesi imkânsızdı. Sadece yürüdü, yürüdü. En sonunda olduğu yere çöktü; saklanmak istiyordu. Oyun için değil. Yaşamından, kendinden, her şeyden. Saklanmalı ve kocası geri gelene dek buradan hiç çıkmamalıydı.

Her şeyden habersiz olan çocuklar sırayla ağaca doğru koştu ve küçük babalarını sobelediler. En son Taehyung ve Jungkook geri geldi. İkisi de çok durgundu, sadece birbirlerini seyrediyorlardı. Ancak iki küçük, birbirinden masum çocuk, aileleriyle vakit geçirdikleri için öyle coşkuluydu ki hiçbir şey anlamadılar.

Jihoon "Sıra Jungkook babam da!" diye çığırdı ve tekrar koşmaya başladı. Ancak bu defa giderken, sanki biraz sonra olacakları hissetmiş, büyük babasının evden ayrıldığını öğrendiğinde saatlerce ağlayacağını biliyormuş gibi, ablasına sığınma isteğinden, Jihyo'yu elinden tuttu ve birlikte saklanmayı önerdi.

Jungkook saymaya başladı.

Taehyung şimdi ve gelecekte nereye saklandığını hiç hatırlamadı. Sadece uzaklaşmıştı. Bilmediği bir yere çöktü ve Jungkook'un son kez ondan geriye saydığını işitti. O anlarda sesi dışarıdan duyulmasın diye ağzını kapattı, dizlerini kendine çekti ve ağlamaya başladı. Annesini kaybetmiş bir çocuk gibi çaresizce ağlıyordu.

Süre bittiğinde Jungkook çoktan evin etrafından uzaklaşmıştı. Çocuklar el ele tutuşarak birlikte sobelediler, böylece, ikisi de kazanmış oldular. Ama hem büyük hem de küçük babalarını bulamadıklarında sahiden de Jungkook'un planladığı gibi bunun bir oyun olduğunu sandılar. Birkaç dakikanın ardından Taehyung babaları ortaya çıktı. Ancak Jungkook hiçbir zaman geri gelmedi. 



Paradise için yazmış olduğum en uzun bölümdü. Muhtemelen final bundan daha uzun olur. Paradise'ı bitirmeyi asla istemediğim için 30k falan yazabilirim. Veda işini abartınca kızlar HSHSDHDKD (Gülüyorum ama aslında bu notu yazarken ağlıyordum. Evet.)

Finalde görüşmek üzere... 

Continue Reading

You'll Also Like

8.7K 1K 26
Aşk; anlatmak için kelimelerin yetersiz kaldığı, insanı tam anlamıyla duvardan duvara çarpan bir his. Öyle bir duygu ki bulutların üzerinde uça...
172K 9.3K 60
Oynanılan her oyun er ya da geç bitmeye mahkumdur..
64.5K 6.6K 31
Kuzey ve Güney arasında savaş çıkmıș. Kuzeyli askerler Güney'e işgal etmek için gelmişti. Peki savaş ortasında yeşeren aşk filizleri büyüyüp ağaç ol...
1.3K 116 14
taehyung buzların üzerinde melek gibi süzülürken jeongguk onu izlemeyi çok severdi