AZİZE (TAMAMLANDI)

By Fatma_Zehra446

53.9K 4.7K 1.4K

Azize başka toprakta yetiştirilmiş bir çiçek. Karadeniz'in yağmurlarına emanet şimdilerde. #roman 1 More

RÜZGAR MEVSİMİ -1
BİR IŞIK LAZIMDI -2
ÇİMLERİN KOKUSU- 3
EVLAT PRANGASI -4
HIRÇIN VEDALAR - 5
SOLMUŞ ÇİÇEKLER TOPRAĞI-6
HAYAL ROTASI - 7
KAFES ANAHTARI - 8
MAHREM SEVDA - 9
VEDA TADI- 10
ZAMAN KÖPRÜSÜ - 11
KUPONLA MUTLULUK - 12
KOZALAK ŞİFASI - 13
KAYA YEŞİLİ - 14
ANNESİZDİR BALIKLAR - 15
YOL HEYECANLARI - 16
ADI: YAŞAMAK - 17
KRAL KIZININ İĞNELERİ - 18
ŞEHRİN AVARESİ - 19
UZUNGÖL'ÜN REHBERİ - 20
LACİVERT İMZA -21
BUZ MAVİSİ- 22
YABANCI UYKULAR -23
SEBEPSİZ DANS -24
ÇİÇEK KADIN- 25
GÜL BAHÇESİ- 26
ABLA KUCAĞI- 27
GÜNAH SIZISI- 28
ADİL MAHKEME- 29
HAYAT VE OKUL- 30
CAN SUYU- 31
AĞACA DOĞRU- 32
PERVANE MASALI - 33
SADAKAT VE UMUT- 34
YÜCE DAĞLAR - 35
"BEN VARIM" -36
ZAMANIN HİKÂYESİ - 37
EKMEK KOKUSU - 38
DAĞ, ÇİÇEK, DEVA - 39
DENİZ KABUKLARI - 40
MÜPHEM ATEŞ - 41
BASİT ŞİİR - 42
BOZUK ASANSÖR - 43
SABAH ÇİĞİ - 44
ON SEKİZ AY - 45
NİSAN KELEBEĞİ - 46
ÖZLEMEK OYUNU - 47
ÇİÇEKLİ SEPET - 48
YANMIŞ GEMİLER - 49
KAÇAK İNEKLER - 50
SÖZ DÜĞÜMÜ - 52
KÂĞITTAN GEMİ - 53
SARI KURABİYE - 54
DEVA NİYETİNE - 55
CEVİZİN ÜSTÜNDEKİ KARGA - 56
AZİZE ZELZELESİ - 57
ÜÇ MANDALİNA - 58
FERAH PENCERE - 59
GÖNÜL ÜLKESİ - 60
MİSKET KESESİ - 61
BAHARIN GÜNEŞİ - 62
FİNALDEN SONRA OLMAZSA OLMAZ KONUŞMA

KOMŞU KIZI - 51

477 65 50
By Fatma_Zehra446

Herkes hazır mı diye kontrol ederken Azize'yi göremedi Mehmet. Başını odasının penceresine kaldırıp adını seslendi. İki dakika sonra da kızı yokuş başından göründü. Akşama, köyden bir komşunun düğününe davetlilerdi. Neredeyse herkes çağırılmıştı. Kalabalık bir düğün olacağı kesindi. Azize sırf bu yüzden evde kalmak için dil döktü. İşi olduğunu, yorgun ve halsiz hissettiğini, kitap okumak istediğini söyledi ama nafile. Deniz havası alıp açılması babasının kesin talimatıydı. Mehmet düğünü bahane ediyordu aslında. Deniz kenarındaki salonda insanlar eğlenip akrabalarıyla sohbet ederken o, kızıyla büyük taşların üstünde simsiyah gece ve denizin birleştiği noktayı seyredecekti.

"Herkes hazırsa, hayde arabalara." Gömleğinin yakasını düzeltip aile fertlerinin, verdiği komutu uygulamasını bekledi. Çiçek ve Rahime hanım, Meryem teyze Erdem'in kiraladığı arabaya bindi yanlarına çocukları alarak. Zeynep, Azize, Selvi ve Yasemin de Mehmet'in arabasına binecekti. Adam geriye çekilip göz ucuyla kızını süzdü. Düz, bol, lacivert bir elbise tercih etmesini gayet makul buldu. Başörtüsü de siyahtı. Azize'nin hoş renkli elbiseleri sevdiğini, şık kıyafetler giymekten hoşlandığını bilirdi. Bu akşam her davete yakışacak sade bir kıyafet seçmesinin altında isteksizliği yatıyordu. Onu tanıyan biri özenmediğini anlardı hemen. Sebep her ne olursa olsun, Mehmet şikâyetçi değildi. "Fazla bile" diye mırıldandı. Kızı eteklerini toplayıp arabaya bindikten sonra şoför mahalline yöneldi.

***

Koca kalabalığın, ışıkların ve balonların içinde Azize'nin tek tesellisi bir süre sonra kavuşacağı sessiz sakin denizdi. Sahil kenarında tercih edilen düğün salonu için çifte özel bir tebrik iletmek uygun olurdu, çarşıdaki tek düğün salonu burası olmasaydı. Bir sürü akraba ve komşuyla selamlaşmak, hal hatır sormak, kimi zaman uzun ama gereksiz bahislerden konu açıp sohbet etmek zihni dolu birine göre işkenceden farksızdı. Köyün tüm çocukları anneleriyle gelmişti. Zaten evlenen de içlerinden birinin abisiydi. Erkekler beyaz gömlek, kızlar da fırfırlı elbiseler giymiş balonlarla oynuyorlardı.

İkizler Azize'yi, oturduğu cam kenarında bulmakta hiç zorlanmadılar. Koşturup yanına geldiler ve iki yanına oturup dakikalarca sohbet ettiler. Bunca süsün içinde ablalarını biraz sade bulmuşlardı. Beğenmediklerinden değil ama camiye gelirken daha güzel gözüktüğünü söylediler. Hele bir gök mavisi tülbendi vardı ki Nermin en çok onu seviyordu. Siyahın içinde ciddi gözüktüğüne hemfikirdiler. Narin örtünün ardını görmek ister gibi gözlerini kocaman açarak Azize'nin başına yaklaştı. Hemen anlaşıldı amacı. Camide de her fırsatta kafasını rahlenin önüne koyuyor, komik bir merakla "senin saçın ne renk?" diye soruyordu. Yine aynısını yapmaya niyetliydi.

Genç kız güldü kendini tutamadan. Narin'i hiç beklemediği bir anda yakalayıp zayıf bedenini kucağına oturttu. Burnunu sıktı yaramazlığının tatlı cezası olarak. "Ama Azize abla, hiç söylemiyorsun ki! Ne zaman öğreneceğim?"

"Yaşlanınca söyleyeceğim."

"O zaman beyaz olurlar. Şimdi söyle, sarı mı, siyah mı, kafferengi mi?" Azize yanlış telaffuz edilen kelimeye gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Ciddi olmaya çalışarak kaşlarını kaldırdı.

"Bir şartla... İki satırlık bir sure ezberleyeceksin..." Narin'in elleri kucağına düştü. Ezber yapmayı sevmiyordu. Bu sebeple sınıfındakilerden de gerideydi zaten. Oyun oynamayı daha çok sevdiğini söyleyip kaçmasa, hafızasının kuvvetli olduğunu görecekti. Umutsuzca iç geçirip başını salladı ve oturduğu kucaktan kalktı. Kendine yeni bir meşgale bulmaya karar vermiş olmalıydı.

Aslında Azize, uygun bir dille defalarca anlatmıştı ikizlere. Örtünün gizlemek ve muhafaza etmek demek olduğunu. Mahremlerin yanında çıkartılabileceğini söylemişti. Çocukların sır tutamayacağını biliyordu. Böyle ufak sorulara cevap verse "Azize ablamın saçının rengi..." ile başlayan cümleleri duyacağını da. Bu sebeple dikkatlerini başka tarafa çekerek, sürekli reddettiğini belli etmeden güzelce tesettürden bahsediyordu. Mahiyetini ve amacını anlatıyordu kavrayacakları kelimelerle. Davut hoca da sorulara kendi istediği cevapları verirken, aslında çok şey öğretirdi. Onun kadar başarılı olamayacağını bilse de, hocasının usulünü takip ediyordu.

Hasan beyin vefat ettiği yıl sürekli Kur'an okuması ve dua eder halde bulunması sebebiyle örtüye epey alışmıştı Azize. Zaten Davut hoca da teşvik ediyordu her fırsatta. Tesettür ayetini okumuş, Müslüman hanımların kıyafetlerini anlatmıştı. Sevdiğine benze evladım. Bir kucak dolusu kitabı da ruhu ilme aç kıza emanet etmişti. Başında hikmetli bir emir taşımak, muhafaza olmak, daima ibadet eder halde bulunmak Azize'nin hoşuna gitmiş, yalnız ve sıkıntılı döneminde kıza büyük bir teselli olmuştu. Başta sevmek üzere tüm şartlar hazırken nefsiyle cebelleştiği bir sürenin sonunda nihayet kararını vermişti.

Senelerce muhafaza ettiği, bazen ona layık hareket etmediğini düşünse de başından çıkartmadığı örtüsünü seviyordu. Bir kültür öğesi veya zorunluluk olduğu için değil. Tavırları ve sözleriyle ruhunu koruduğu ve örttüğü kadar, şu alemde de saklı kalmaktan hoşlanıyordu. Kıyafetine de yansıyordu düşünceleri. Benimsediği fikirlere sahip çıkmak, hayatında yer edinen olgulara sıkıca sarılmak Azize'nin en belirgin özelliklerindendi. Henüz köye geldiği zamanlar dua öğrenmek için çaba sarf etmesi, hayatının zor safhalarında bir inanca sarılması, yaratıcı ve onun emirleri hakkında kitaplar okuyup dünyadaki varlığını sorgulamasında bu özelliğinin büyük payı vardı. Madem sarılmıştı ipine, O'nu iyice tanımalıydı.

Bir balon patladı. Düşünceler dağıldı. "Biz balon almaya gidiyoruz" dedi Nermin. İkizinin elini tutup heyecanla piste koşturdu. Azize güldü kızların ardından.

"Bana da verirler mi acaba?" diye kendini belli etti Yasemin. Horon oynanan bir düğünde olmadıkları için sıkılıyordu zaten. Öylesine konmuş gibi duran boyu kısa, salonu ikiye ayıran paravanın gizleyemediği babasına bakıp kaş göz işaretiyle şakalar yaparak eğlenebiliyordu sadece. Bu Azize'ye de ne olmuşsa, yanağını avcuna yaslamış düşünüp duruyordu! Filozof olduğu da yoktu ki. "Ben de balon alacağım" diye üsteledi biraz sesini yükselterek. Amacı dikkat çekmekti.

"Ben sana sonra alırım, bırak onlar çocuklara kalsın" diyerek, somurtmasına rağmen sevimli görünen arkadaşının omzunu sıvazladı Azize. Fakat Yasemin ikna olmadı. Oturmaktan bunalmıştı zaten. Kalkıp dolaşacaktı. Hiç olmadı huysuz bir yaşlı bulur, onunla kavga ederdi. Günlerdir söz dalaşından uzaktı. Biraz heyecan, bu düğünde muhakkak olmalıydı. Bandanasını düzeltip kalktı. Etrafa bakınıp piste doğru yürümeye başladı. Azize oturmaya devam edecekti. Kimsenin arasına karışmaya niyeti yoktu. Renkli ışıklar ve gürültü yeterince rahatsız ediciydi. Uyuşuk bir ağrı yayılıyordu başına. Uykusunun geldiğini hissediyordu.

Arkadaşının hedef arayan adımlarını seyrederken gözü kapıya takıldı. Edip'in de düğüne geldiğini gördü. Çocuklar tarafından yapılan ısrarcı bir davete icabet ettiğini tahmin edebiliyordu. Uzun zamandır karşılaşmamışlardı. Adı geçmiyordu, unutulmuştu. Babasının, öğretmene uyarı niyetine bir nutuk çekip çekmediğini bile bilmiyordu. Konusu bile açılmamıştı o günden sonra. Camiye gitmek, Latif'in gelmesi, Akif'in itirafı Azize'nin hayatında pek çok şey değiştirmişti. Puslu bulutlar dağılıyordu. Kasıtlı veya istemeden sebep olduğu sıkıntıları hatırlattığından, öğretmeni görmek canını sıktı. En arkalarda bir sandalyede oturuyordu ama yine de saklanmak istedi.

Zaten saniyeler içinde birkaç kadının imalı bakışlarını yakaladı. Kendi aralarında fısıldadıklarına şahit oldu. Öğretmeni süzüp Azize'ye çeviriyorlardı başlarını. Daha fazla katlanamayacağım, diye düşündü genç kız bir iki dakikanın sonunda. Bu zulmün devam etmesi için hiçbir sebep yok. Dışarıda deniz sakin, hava soğuk ve temizken yeniden sıkıntılı düşüncelere esir olmak istemiyorum. Son kez göz önünde olma riskine katlanarak hızlıca ayağa kalktı. Nereye gittiğini soran yengesine, hava alacağını söyledi. Koşar adımlarla salonun kapısına doğru yürüdü. Muhtarla selamlaşan Edip'in yanından başı önde geçtiyse de adamın dikkatini çekti. Bahsettiği mevzuyu unutturdu. Kafasını karıştırdı. Zaten ortam çok gürültülüydü. Öğretmen de beş on dakika görünüp eve dönmeye niyetliydi.

Azize kendini dışarıya attığında derin bir nefes aldı. Kalabalığın, kapının önünde sigara içen yaşlıların arka tarafından kimseye görünmeden sıyrıldı. Ana yoldan bir bahçeyle ayrılan düğün salonu tam denizin kenarındaydı. Çocuklar için park, geniş bir yürüyüş ve bisiklet yolu vardı çevresinde. Durduğu açıda sağ taraf çarşı, sol taraf denizdi. Karadeniz! Üst üste yığılmış kaya gibi büyük taşlarla çevrelense de haşmeti ufak gelgitlerin çıkardığı sesten bile kendini belli ediyordu. İnsanın adımlarını kendine çekiyordu. Bir büyü değildi bu, kendi gibi olanlarla kurduğu bağın etkisiydi. Damarda akıyorsa o kan, araya kilometreler girse de yol bir şekilde dalgalarına ulaşıyordu.

On beş metrelik mesafeyi çabucak yürüyüp deniz doldurularak yapılmış yola saptı. Gün doğumunda da, ucu simsiyah geceye uzandığında da netice denize varmaktı. Azize neredeyse koştu. Bu vakitlerde çoğu insan kafelerde, lunaparklardaydı. Hava soğuk olduğundan, rüzgâr dört bir yandan sertçe estiğinden, Karadeniz her geleni hoşça karşıladığından burası boştu. Ellerini iki yana açıp seslendi denize. "Nimetsin sen bana!" İçi coşkuyla doldu bir anda.

Mesafeyi kapatıp bir merdiven basamağı yüksekliğindeki, yolu çevreleyen kaldırım taşını aştı. Gündüz yengeçlerin, martıların dolaşıp güneşlendiği büyük kaya parçalarına ulaştı. Düz ve geniş olanı kestirdi gözüne. Ayağı kaymasın diye çaba göstermeden çevik bir hamleyle oturdu. Eğimli taşın üstünde bacaklarını uzattı. Özlem kokan derin bir nefes aldı. "Bir gün bu memleketten ayrılmak beni nefessiz bırakacak biliyorum. Hiç öyle bir gün yaşanmasın diye dua ediyorum. Taşı toprağı, hırçın yamaçları her zerreme bir yuvanın kapısını açıyor. Ben bu denizi çok seviyorum!" Yüzünde büyüyen tebessümle başını kaldırdı gökyüzüne. Yıldızların çevrelediği hilal, güneşten aldığını denize gösteriyordu. Bak, bize ışık veren biri hep var!

Azize başını eğip de kolundaki saate bakmadı hiç. Uzakta sesler, gözünün önünde derin manalar yüklenecek deniz ve gece vardı. Salınan dalgaların üstünde gezinen parlak ışıklar kaybolup gitmeden önce genç kıza göz kırpıyordu. Seyretti, dinledi, dinlendi. Tuz kokusu yükseldi denizden. Arkasında adım sesleri işitmeseydi oturmaya devam edecekti. Kaşlarını çatıp geriye döndü. Gelen ne bir yabancıydı, ne yanında tehlikede hissedeceği biri. Fakat bakıp geçemez, yine iç âlemine dönemezdi. Bu sakin gecede, bir masum kalbi yerinden etmenin neresinde merhamet vardı? Latif bu kadar iyi biriyken bunu yapmayı nasıl başarıyordu?

"Selam... Geleyim mi? Gerçi bu soruyu sormak için biraz geç kaldım. Salondan çıktığını görünce... Aslında ben de çıkmak istiyordum. Hava alırım diye. Burası da en güzel, en sakin yer. Otursam olur mu?" Kaldırım taşının önünde bekleyip müsaade istedi. Normalde ufak bir selam verip geçtiği kıza, ani bir kararla ziyaret gerçekleştirmişti Azize bacaklarını topladı. Hemen yanındaki taşı gösterdi eliyle. Dünya misafiri, kendi misafirini hoş karşıladı. Latif hızlıca basamağı atladı. Azize gibi çevik bir hamleyle yassı taşın üstüne oturdu. Bir müddet dinlendi. O da denizin kokusunu içine çekti. Genç kız tadına vardığı zevkleri Latif'le paylaşmaktan memnundu. Aynı göğün altında, aynı denizin kıyısında...

"İçerisi de epey kalabalıktı." İkisi de karanlık ufuğa bakarken Azize bozdu sessizliği.

"Evet, tanıdıkları herkesi çağırmışlar" dedi Latif. "Hatta tanımadıklarını da..." Sesindeki rahatsız olduğunu belli eden tını hemen fark ettirdi kendini. Bahsi geçen Edip öğretmeni görme fırsatı yakalamıştı genç adam. Öğretmen salona girdikten sonra Azize'nin çıkmasını da gözden kaçırmamıştı.

"Allah mutlu etsin" diye mırıldandı genç kız. Latif'le yan yana oturmuşken düğün hakkındaki fikirlerini paylaşmak anlamsız geliyordu. Delikanlı da başını sallamakla yetindi. Sonra birden aklına gelen soruyla omuzlarını dikleştirdi.

"Annemi gördün mü?"

"Gördüm de..." dedi Azize biraz şaşkın. "Niye sordun?"

"Üstündeki elbise... Onu da gördün o zaman..." Latif, kızın hemen gözlerini kaçırmasından, elbisesinin kol kısmıyla oynamaya başlamasından anlamıştı alacağı cevabı. Tam da tahmin ettiği gibiydi. "Eve geldiğimden beri annem bana teşekkür ediyor. Ona gönderdiğim elbiselerin güzel olduğunu, tam da bedenine uyduğunu söylüyor. Hakikaten güzeller, güzel desenli ve kaliteliler." Duraksayıp biraz daha Azize'den yana döndürdü yüzünü. Onunsa kaçmaya meyilli olduğunu görebiliyordu. "Fakat bir problem var. Ben anneme elbise yollamadım, çorap almadım. Bunu bir başkasının yaptığını biliyorum. Kim olduğunu da..."

"Ne ima ediyorsun, anlamadım." Omuz silkip habersizmiş gibi davranmak istedi Azize.

"Anladın, sen anlarsın. Hadi, bana da anlat." Latif'in dürüstlük bekleyen sade ısrarına karşın, onu oyalamak ayıp olurdu.

"Askere giderken, anneni bize emanet etmedin mi? Babam da bir ihtiyacı olursa gidereceğini söyledi. Olay bundan ibaret." Hanımların bir araya geldiği bir günde Latif'in annesi de salondaydı. Eskimiş eteğindeki sökükler, kadın her şeyden habersizken bazı kişilerin gözüne batmıştı. Azize bu can sıkıcı durumu daha önceden engelleyebilmiş olmayı çok isterdi. Önüne konan ikramı yiyen ve sakince davetten ayrılan kadına bir iki gün sonra hemen bir paket hazırladı. Vermenin de usulü vardı. Kulağına eleştiri içeren bir söz gelmiş olabilirdi. Hemen bunun üzerine Azize'den elbise dolu bir paket almak mahcup hissetmesine sebep olabilirdi. Oğlunun varlığında mutluluğu bulan, çalışıp getirdiğini yiyen ve kanaat eden bir kadındı. Kimseye al açmamıştı bu güne kadar. Bir beklentisi yoktu insanlardan. Mütebessim çehresindeki kaşların çatıldığını, yalnızca ayrılık zamanında görmüştü Azize. Paketi kapıya koymanın, üstüne de kadının adını yazmanın daha iyi olacağına karar verdi genç kız. Bir postacıdan gelmiş gibi gözükecekti böylece.

"Neden benim gönderdiğimi söylediniz?"

"Öyle söylemedik aslında. Kapınızın önündeki sandalyeye bırakmıştım poşeti. Annen de kimden geldiğini anlayamayınca sen gönderdin zannetti herhalde." Mehmet ne verecekse elden verirdi. O yüzden kadın kapısındaki paketi, başka yakını olmadığı için oğlu gönderdi zannetti. Postacının kendini göstermemesini, muhtarın habersiz oluşunu ufak bir dönem sorgulamakla yetindi. Asker dönene kadar da meseleye açıklık getiremedi.

"Sandalyeye bırakıp kaçmanın sebebi neydi?" Azize açık havada bunaldığını hissetti. Yüzünü çevirmek de fayda etmiyordu artık. Kaşlarını çattı istemsizce.

"Kaçmadım Latif. Hem niye sorup duruyorsun böyle?"

"Annemi mahcup etmemek için böyle yaptığını biliyorum. Onu üzecek başka bir şey var mı öğrenmek istemiştim." Sorgulayan bakışlarını çekti kızın üstünden. Oturma pozisyonunu değiştirdi yine. Bağdaş kurdu. Denize çevirdi başını. Tam karşıyı, gemilerin kaybolacağı noktayı seyretti. "Teşekkür ederim" dedi sonra. "Annemi yalnız bırakmadığın ve onu düşündüğün için." Biraz mahcubiyet, biraz da minnet vardı sesinin tınısında. İşte bu olmasın diye mevzunun hiç açılmamasını isterdi Azize. Gergin çehresi yumuşadı.

"Komşuyuz biz. Tabi birbirimizi düşüneceğiz. İhtiyaçlarımızı gözeteceğiz. Hem kadınlar arasında olan bir şey bu. Babam da dahil, erkekler karışmamalı." Genç adam yine iradesi dışında başını çevirdi yan tarafa. Karanlıkta gölgelenmiş simaya değil, oyalanan parmaklara baktı. Herkes birbirini gözetir ama kimse sen değil komşu kızı. Kimse anneme yeni çorap alıp onu sevindirecek kadar ince düşünmedi şimdiye dek. Biz köyün sessiz ve en minik ailesiyiz. Her zaman görülmeyiz. O da, senin adını söylediğimde anladı hemen. Ağlamakla mesafeli olan annemin bile gözleri doldu. "Sen paket yapıp yolladın diye kendimi avuttum ama aklıma geliyordu zaten. Dillendirmedim" dedi. Gönlümüzü kırmadığın için teşekkür ederiz komşu kızı. Usulü güzel hediyelerinin karşılığını misliyle verebilmeyi, elimde ne varsa sana sunabilmeyi çok isterdim. Fakat önce, sevgimi kabul etmen lazım. "Anlıyorum, beni sevdin" demek yerine "beni sevdin, ben de seni kabul ettim, senin gibi hissettim" dersen dilimin bağı çözülecek. Çok şey isteyen kalbimin kusuruna bakma komşu kızı...

Latif bakıyor diye ellerin telaşı arttı. Saklanmak istediler. Azize, ne yapacağım ben böyle, diye geçirdi içinden. Adım atmam, konuşmam lazım. Pek münasip bir an. İkimiz de sessiz oturuyoruz. Köylü yok, görüp de dedikodu edecek kimse yok. Ama zamanım azalıyor, farkındayım. Latif'in canı sıkılıyor. Bekliyor... İnanıyorum hep bekler. Fakat bu ona eziyet etme hakkı vermez ki bana. "Konuşabilir miyiz?" dedi birden. Sanki başka ne yapıyorsak şu an! Yapamayacağım... Bir mercan gibi kayıp düşeceğim şu denize! Senin mi dalgan çok ey Karadeniz, Latif yanıma gelince sol yanımdakinin dalgası mı?

"Ne hakkında?"

"Geçen gün... Söylediklerine net bir cevap vermem gerektiğini biliyorum. Düşünüp konuşma fırsatı bulmak için, geçen zamanı değerlendirdim." Yine de uzatıyor, sıkıcı bulduğun politikacılar gibi kelimeleri yavaş telaffuz ediyorsun! Haydi bakalım, ne söyleyeceksin! Heyecanlı bir nefes alıp avuç içlerini dizine sürttü. "Latif, bu köy bana yuva oldu. Taşını toprağını, kokusunu övmek gelir içimden ama çevremdeki güzel insanların beni çok sevdiğini de bilirim. Kalabalık, renkli, farklı fıtratların aynı çatı altında toplandığı bir evde büyüdüm. Çok ses duydum, çok insan gördüm. Sekiz yaşında, Almanya'da babasıyla birlikte yaşayan Azize şu halimi tanıyamaz, bana yabancı gözlerle bakardı eminim.

Fakat ben yıllar öncesine yabancı değilim şimdi. Piknik yaptığım, oyunlarına katıldığım, yürüyüşe çıkıp sohbet ettiğim, bana ağaca tırmanmayı öğreten, başıma iş gelecek endişesiyle elleri müdahale etmek için hazırda bekleyen kişi yine yanımda. Zamanla ayrı düşmemişiz, büyümemişiz gibi hissettiriyor. Çocukluğumuzdaki saf sevgiyi muhafaza ettiğini söylüyor. Koca bir kalabalık var ardımızda fakat yine de benimle, bu sesimizi bastıran denizin kenarında oturuyor. Mesafeleri aştığı, iki uzak zamanı birbirine bağladığı için ona ne kadar minnettar olduğumu bilse..." Dürüst bakışlarındaki ciddiyet sesine de yansımıştı. Sırlarını dökerken tereddüt etmiyordu. Daha rahat hissediyordu şimdi. Telaşı dinmişti, tanıdık ve munis bir ruhun yanında oturduğunu idrak edince.

"Karşı kıyıda rüzgâr yumuşak esiyor, çay bahçelerinde insanlar oturuyor. Fakat başka liman aramıyorum yanımdasın diye. Bu deniz bize vatan Latif. En sevdiğim koy burası artık. Üstümüzde simsiyah göğü süsleyen yıldızlar bize hediye. Tüm bu güzellikler karmaşık düşüncelerden oluşan sis bulutlarını dağıtıyor. Gözümü açıyorum ve bakıyorum ki yanımda sen varsın." Kapatsam da sen... "Dünya arkamda, deniz ayaklarımın altında ve sol tarafımda oturan kişi Latif. Kalkmasak, sabaha kadar bekler benimle. İçimden dökülen ne varsa öğrenmek için yine böyle sessiz, yine böyle sabırlı dinler. Buzdan kalelerim yok sanıyordum ama eriyip dökülüyor içine hapsolmuş kelimelerim. Kızmıyorum sana bir yangına ateş taşıdın diye. Çünkü kül eden bir alev değilmiş bu. Farkına vardıkça ısıtıyor, hayata fayda sağlıyormuş."

Artık yavaş yavaş sonuna geliyordu cümlelerinin. Bir anda dillendirmeye çekineceği her şeyi akışa bırakmıştı. Sonra pişman olacağı hiçbir şey söylememişti. Günün rengi değiştiğinde, gece örtüsünü çektiğinde üzerinden, fazlasıyla yanakları kızaracaktı sadece. "Işık var Latif, gecenin de karanlığın da içinde bir aydınlık var. Ben de gördüm. Korkunç bir boşluğun etrafımızı çevrelemediğine inandım. Ağaca tırmanmayı öğrenmekten daha zordu ama biliyorsun ya yine seninle öğrendim." Derin bir nefes alıp başını hafifçe sol yanına eğdi. "Ben daha fazlasını öğrenmek istiyorum Latif. Yine seninle... Henüz kavuşmuşken iki uzak zaman, yeniden ayrılmasınlar. Ben sürekli bir çocuğu teselli ederken buluyorum kendimi. Şimdi ona demek istiyorum ki; en iyi arkadaşın, en samimi yoldaşın yanında oturuyor ve gitmesin diye ona bir yürek paylaşmayı teklif ediyorsun."

Tüm bu sözleri, içi dalgalansa da usul bir sessizlik içinde dinledi genç adam. İnsan sırrını paylaşırken böyle güzel olur muydu? Bu kız bir ateşten bahsederken, ellerinde kor alevlerle dolaştığının farkında mıydı? Etrafa savurduğunu ama yakıp yıkmadığını, meşaleleri aydınlattığını görebiliyor muydu? Kabul ediyordu işte, Latif'e kapıları açması için müsaade veriyordu. Öyle cömert, öyle tabiiydi ki tavırları insanı esir alıyordu. Şu insan kalabalığında, yanında oturmak istediği tek kişinin kalkıp gitmeyeceğini iyi biliyordu. Utangaç bakışlarında beklenti vardı. Nefesini tutmuştu yanıp sönen ışıkları seyrederken.

"Söyle küçük Azize'ye... Aynı limanda, aynı göğün altında onunla oturan adamın onu bırakıp gitmeye hiç niyeti yok. Öğrenmeye, öğretmeye, yürümeye hayatını adayabilir ama önce sadece sevmek istiyor. Özlemiş... Teselli bulsun çünkü bana teselli veriyor. Fakat yüreğini paylaşamayacak. Bütünüyle Azize'ye emanet ediyor." Günlerin sancısı dinmiş, yükler denize atılmıştı. Kollarından tutulan nefesler özgür kalınca rüzgâra karıştı. Yıldızların parlaklığı mı artmıştı? Genç kız görüşünün bulanıklaşmaya başladığını fark ederken yüzüne yayılan sıcak gülümsemeyi gökteki hilale gösteriyordu. Bak, bize de ışık verildi! Gelmeyecek, hatasını unutturamayacak insanların arasında Latif'in tesellisi küçük Azize'ye iyi geldi.

"Söyledim" dedi bir fısıltıyla. Yoğun duyguların abluka altına aldığı yüreği, yavaşça cesaretini yitiriyor, bir panayır sonrası dağınıklığını seyrediyordu. Her yere saçılmış ve henüz taze çiçekleri topluyordu bir koca buket yapmak için. "Gülümsedi çokça... Kendini iyi hissediyormuş. Korkmuyormuş herkes bir amaç için toplanmışken, derenin kenarında yalnız yürümekten. Senin geleceğini biliyormuş artık."

"Azize" dedi Latif. Tüm duygularına annelik eden bir tondaydı sesi. Gerisi gelmeyecekti. Yalnızca bu güzel ismi denizdeki her zerre, her yıldız duysun istedi. Genç kız aynısını yapamadı. Dürüstlük hırkası terletmişti onu. Latif'ten de fazla konuşmuştu üstelik. Anlattıklarını zamana yayacak ve yeni bir fırsat kollayacak sabrı yoktu. Her geçen gün, insanlardan bir şeyler götürmek için kancasını atarken beklemek anlamsızdı. Fakat iliklerine nüfuz eden bu heyecana direnmek de yorucuydu. Latif'in yanında rahat ve kendisi gibi olmak vardı... Latif'in yanında olduğu için çırpınan bir kalbin ta kendisi olmak vardı. Bu gece ikisi de ayaklanmış, Karadeniz'le boy ölçüşür hale gelmişti.

"Kalksak bari..." Birkaç dakikalık sessizlikten sonra avuçlarını taşa yaslayıp başını Latif'e çevirdi. Genç adamın hiç kıpırdamadan durup beklediğini görünce gülesi geldi ama cesaret edemedi. "Babam merak eder. Annen de seni arıyordur."

"Yanında olduğumu söylerim."

"Hm sıkıysa söyle..." Utandığını gizlemek için muziplik yoluna başvurmak şimdilik iyi bir tercihti. Bir yandan da eteğini toplayıp ayağa kalktı.

"Söyleyeceğim zaten." Latif çok ciddiydi. "Bu mevzunun konuşulması lazım. Biz aramızda hallettik, sıra büyüklere söylemekte."

"Ne, şimdi mi?" Genç kız bariz bir telaşla elbisesinin eteğini çekiştirdi. Latif de kalktı o sıra. Eğimli taşın üstünde sabit ve dik durdu. Başını salladı gülümseyerek. Bu akşam kimseye bir şey diyeceği yoktu aslında. Ama Azize şaşkın olduğu için çok sevimli gözüküyordu. Hiç şüphesiz birazdan kaşlarını çatacak, kızacaktı. Genç adam biliyordu; biraz önce teminat verdiği küçük Azize aslında tam karşısında duruyordu. "Latif, olmaz... Yapamazsın, yapma yani. Biz daha yeni konuştuk. Dur bir Bismillah!" Meryem teyze gibi konuştuğunu fark etmedi bir anda. Zevk mi alıyorsun halimden, niye gülüyorsun? "Eğer birine bir şey dersen, inekleri senin kaçırdığını herkese söylerim ben de..."

Latif dayanamadı, sesli bir kahkaha attı. Uzun süre de kendine gelemedi. Genç kızın sinirini bozmak istemiyordu aynı zamanda da. Ama duramadı. "Ne biliyorsun benim yaptığımı?" diyebildi yalnızca.

"Sen yapmadın mı?" Tek kaşını kaldırıp kollarını bağladı Azize. Bakalım şimdi ne diyeceksin? Son gülen iyi güler Latif.

"Ben yaptım, iyi de yaptım. Kurtardım seni."

"Niye böyle bir karar aldın acaba?" Aslında sebebi açıktı ama Azize yine de duymak istedi. Latif de kendine gelmiş, ciddiyetini takınmıştı yeniden.

"Çünkü o insanların yanında rahat etmeyeceğini gördüm."

"Uzağımdaydın?" Ben de biliyorum mesafelerin ehemmiyeti olmadığını. Ama anlatsan dinlerim Latif. Artık gitmemiz gerekse bile dururum burada.

"Elinde poşetiyle çarşıya gitmek için kenarda bekleyen Azize, yolundan edilince hayal kırıklığına uğradı. Yabancıların niyetinden hoşlanmadı. Görecek kadar yakındım. Gözün görmesiyle kıyaslama mesafelerimi." Beklediği cevabı aldığı için memnun oldu Azize. Artık salona doğru yürüyebilirlerdi. Kaldırıma meyletti. "Bekler misin biraz daha? Yeri gelmişken son bir şey söylemeliyim." Sevmek onlara da bahşedilen bir meziyet sayılabilirdi fakat genç adam bazı gölge edecek renkleri barındıran hayatını bir uyarı niteliğinde Azize'nin önüne sermek düşüncesindeydi. "Evimi, imkânlarımı biliyorsun Azize. Gelirim, mesleğim belli. Çalışıp elimden geleni yaparım ama..."

"Niye söylüyorsun bunları bana?"

"Bilmelisin çünkü. Ceplerim her zaman dolu değil. Hatta geçen gün borçlandım. Ben bir diş hekimi veya öğretmen olamadım, okuyamadım. Öyle bakma, üzülmek yerine mantıklı düşünmeye çalış. Dışarıdan bir göz gibi değerlendir meseleyi."

"Dışarıdan bir göz olsa benimki, senin yüreğinde işi ne Latif! Yapma Allah aşkına. Aşılmayacak şeyler değil bahsettiklerin. Maharetlisin, bir mesleğin var. Helal ve tertemiz kazanıyorsun. Şu hayatta elimizde olmayan, fazlasına gözümüzü diktiğimiz ne var ki zaten? Latif, sen insana bir lokma ikram ederken nasıl merhametli gülümsediğinden bihabersin herhalde. Paha biçilmez hazineler verilmiş sana. Kişiliğini bir makamla kıyaslaman anlamsız."

"En çok da benim hakkımda böyle güzel düşündüğünde korkuyorum. Ya başaramazsam, ya hislerinin aynası olan gözlerin eskisi gibi bakmazsa..." Gözlerin... Hep sevmişler Azize. Ne merhamettenmiş, ne çocukluktan ne de arkadaşlıktan. Sen de beni sevmişsin usul usul. Biz öyle gizlemişiz ki duyuramamışız sesimizi. Yetişmiş, olgunlaşmış sevdamız. Öyle karşılaşmışız. Peki denk olmayan hayatlarımız birleşse, sana kavuştuğumda ayrılsak... Kalbimin sesini dinledim sana içimi açmakla. İyi ettim, yeni bir hayat kapısı açıldı. Fakat mantığıyla bakan biri nasıl karar verirdi?

"Latif, ben bir gün düşsem ne yaparsın?"

"Kaldırırım" dedi genç adam, hiç düşünmeden.

"Kaybolsam?"

"Bulurum."

"Üzülsem?"

"Teselli ederim."

"Ellerim boş kalsa?"

"Benim olan ne varsa koyarım avuçlarına."

"Gözlerin hep eskisi gibi bakar mı?"

"Tabi bakar."

"O zaman, bunları yapmam için sen de bana müsaade etmelisin. Fırsat vermelisin. Bende kabul edeceğin ne varsa, ben de sende kabul ediyorum. Bir uyarıda bulunmanı kabullenip, dürüstlüğünü takdir edebilirim. Ama henüz gelmemiş, belki de hiç gelmeyecek sıkıntılardan bahsetme. Aklıma gelmeyen şeyleri de dile getirip durma bundan sonra." Gülümsedi genç adama. "Kararını vermiş bir kıza müdahale etmen ayıp olur. İnsan kalbiyle sever. Aklıyla hatayı, kusuru, eksiği süzgeçten geçirir." Şu sıralar sevmek daha ağır basıyor Latif. Bas bas bağırıyor kulaklarımda. Aklım bana küstü. Kararım yanlış olduğundan değil, o yokmuş gibi davrandığımdan. Ama biliyorum, aklım da kalbime merhem olanı istiyor.

"Beni geçirdi mi süzgeçten?"

"Topaksız un gibi süzülüp geçtin her delikten."

***

Selam... Nasılsınız? 

Bayram şekeri bırakayım size. Bize bu bayram pek karmaşık, biraz özlem dolu olacak. Denizi seyretmiş, köyün yollarında büyümüş pek yakın ve sevdiğim bir akrabam hafta içinde dünyadaki vazifesini tamamladı. Evi, ailesi yerli yerinde. Fakat o yok. İki gün öncesinde sarılıp vedalaştık. Tabi bilmeden. Dünyada ibret alınacak pek çok şey var. Belki avuçlarınızı açtığınızda bir Fatiha göndermek istersiniz siz de. 

Azize arkasını dönmüş salona doğru yürürken biz o taşın üstünde biraz daha oturalım ve seyredelim isteriz. Selametle...

Continue Reading

You'll Also Like

30.5K 2.4K 18
"Yani bu gece gerçekten öleceğim." "Üzgünüm Öksüz." "Gerçekten mi?" "Gerçekten. Ölümüne üzülemeyeceğim için çok üzgünüm."
1.5K 105 3
Her bölüm birbirinden ayrıdır. Konular beğenilirse fic'e dönüşecektir. Lütfen bana sormadan konularımı almayın🥺
35K 1.5K 41
Öyle bir aşk düşünün ki! Birbirlerini görmeleri ve kavuşmaları imkansız. Biri Karadeniz'in hırçın kızı, diğeri ise parıltılı bir hayatın içinde olan...
14.7K 653 15
Hep aynı kurguları okumaktan sıkılmadınız mı? Kızın ağabeyi sevdiği kızı vermediler diye kaçırır.Sonra kız kardeşi berdele kurban gidince pişman olur...