SAYE

By sahraddemiir

233 18 7

Melina'nın kurşunları yuva olurdu zalime... More

SAYE
BÖLÜM 1: Kıyametin Alameti
BÖLÜM 3: Kanlı Piyon

BÖLÜM 2: Geçmişe Aşina

29 4 2
By sahraddemiir



"El olduk efendim. Velhasıl ziyan olduk, ziyadesiyle."

Turgut Uyar




     •Geçmişe Aşina•


                          **********

Geçmişten Bir Kesit


St. Petersburg/ Rusya

Yaman Ali Yalaz sert adımlarla ilerliyordu Borya'nın koridorlarında. Kaşları son derece çatılmış, başı dik ve burnundan soluyarak ilerliyordu. Kendinden emindi her zaman olduğu gibi. Attığı her adımda ona dönen bakışları umursamıyor hedefine doğru ilerliyordu. Hedefinde  canından kıymetli varlığı vardı. Bu dünyadaki tek varlığı.

Kızı Alaca...

En sonunda hedefine ulaştığında sertçe kapıyı açıp içeri girdi. Dakikalardır herkese kök söktüren bakışları yumuşadı. Yüreği taştandı, pamuğa döndü. Bunu becerebilen ise henüz gençliğinin baharına yeni girmiş kızıydı. Yaman Ali'nin yüreği sızladı gördüğü manzarayla. Biriciği önündeki sedye de yatıyordu. Başındaki beyaz sargılara baktıkça için gitti Yaman Ali'nin. Hiç istemiyordu vücuduna onun yüzünden yaralar almasını fakat kendi elleriyle kurduğu ardından ise kontrolünden çıkan bu topluluğun katı kuralları sözünün hükmünü değersiz kılıyordu.

Sessiz adımlarla önce kapıyı kapatıp ardından kızının yanına ulaştı. Yaman Ali Yalaz bir tek kızına bu kadar acizdi. Kızının gölgesi dahi olsa orada asıl kimliğini unutuyordu. Merhametsiz ve gaddar yanı bir çift alaca ile dağılıp gidiyordu. Bir varlığın, onun canından bir varlığın etkisini bu denli sürdürmesi Yaman Ali için yalnızca hayret etmelik bir durumdu.

Sessiz olmaya dikkat ederek yandaki sandalyeyi çekip kızının baş ucuna oturdu fakat biliyordu uyanacağını. Alaca'nın uykusu tüy kadar hafifti. Bu zamana kadar hiçbir uyuku problemi yaşamayan kızı Borya eğitimine girdiğinden beri uyuyamaz olmuştu. Babasını üzememek için söylemiyordu fakat Yaman Ali kızının kirpiğini oynatışından anlıyordu ne olduğunu.

"Baba." dedi uykusundan uyanan Alaca. Şaşırmıştı zira babasının burada olmadığını sanıyordu. Öyleydi. Yaman Ali ülkedeydi fakat gelen haberle birlikte soluğu topluluğun eğitimlerini gerçekleştirdiği Rusya'ya da almıştı. Önceliği daima kızıydı. Olduğu yerde doğrulmaya çalıştı Alaca fakat sızlayan kemikleri buna izin vermedi. Dudaklarından dökülen inlemeyle birlikte gerisin geri uzandı sedyeye.

Yaman Ali genzini yakan hisle kapattı gözlerini. Kızının saçının teline zarar gelse dünyayı yakardı fakat şimdi gıkını çıkaramıyordu. Kararın mecliste verilmiş olması elini kolunu bağlıyordu. Karar; topluluk içinde koltuk sahibi olan her üyenin tüm çocukları Borya'nın eğitimi için de olacak, şeklindeydi. Özellikle de en büyük çocukları varis olarak kabul edilerek daha zorlu eğitimlerden geçeceklerdi.

Uzanıp kızının minik ama bir o kadar yumuşak ellerini kavradı nasırlı elleriyle. Dünya'nın kötülüğü ona bulaşmasın istemişti fakat güzel kızı şimdiden kötülüğe batmıştı. Bir babanın yüreğini dağlayan asıl şey buydu. Evladını koruyamamak...

"Babam." dedi Yaman Ali aynı tutmaya çalıştığı ifadesiyle. Bakışları kızının alnının köşesini boydan boya kaplayan koca sargıya değmemeye çalışıyordu. İçi yanıyordu aldığı her yarada. Onun yüzünden kızında ömürlük izler kalıyor olduğunu bilmek canını yakıyordu. "Artık burada durmanı gerektiren bir durum yok Alaca'm. Evimize döneceğiz."

Alaca'nın ifadesi balyoz yemiş gibi dağılırken hızla çekti ellerini babasının sıcak ellerinden. Yaman Ali ise burnundan derin bir soluk verdi. Gelmezdi kızı biliyordu. O kadın yüzünden öz kızı kendi evlerine bile girmek istemiyordu. Mecliste karar ilk onaylandığında Yaman Ali'nin düşüncesinin aksine Alaca hemen kabul etmişti.

Alaca o evden çıkmak için her şeyini verirdi.

"Hayır baba." dedi net bir ifadeyle. Gitmezdi o kadının yanına. Kabustan yeni uyanmışken yeniden uyukuya dalamazdı. Burada vücudu yara alıyorsa o evde ruhu yaralanıyordu. Vücut iyileşirdi ama ruhu parçalanan bir bedene sahip olmak neyi değiştirirdi ?

"Kızım yapma böyle o senin annen." Yaman Ali çaresizdi. Sevdiği kadının onu sevmediği gibi kızlarını da sevmediğini, hayatı ona zindan ettiğini biliyordu. O daha el kadar bebekken emzirmek dahi istememişti. Mecburiyetten en yakın dostundan emzirmesini istemişti kızını. Evladı öz annesinin değil bir başkasının annesinden akan sütle doymuştu çoğu gece.

Alaca hiddetle bağırdı. "Değil ! Anla artık baba ! O kadın annem olmayı istemiyor !" Boğazının acımasıyla birlikte durdu. Eli boğazına gittiğinde art arda öksürmeye başladı. Boğazına iğneler batıyor gibi hissediyordu. Yaman Ali olduğu yerden kalkıp hemen arkasında duran masanın üzerindeki suyu aldı. Eli boğazında öksüren kızının dudaklarına yasladı bardağı. Aynı saniyelerde içeri giren bir başka kişiye döndü bakışları. "Beni oraya götürme !" dedi yanıbaşındaki Alaca çaresizce suyunu içmeyi bıraktığında.

Bora Alp. Mücahit Eraslan'ın varisi Bora Alp Eraslan.

Bora Alp'in ifadeden yoksun ama saklamaya çalıştığı endişeli bakışları hasta yatağında yüzü kıpkırmızı kesilmiş küçük bedenin üstündeydi. Birbirlerini tanıyorlardı. Alaca ve Bora Alp çocuklukları birlikte geçen fakat asla anlaşamayan iki çocuktu. Çocukken Alaca kardeşi Sıraç'ı da yoldan çıkarır, ikisi Bora Alp'i deli edecek ne kadar eylem varsa hepsini yaparlardı. Bir keresinde Alaca onun en sevdiği, her okuduğunda ayrı bir noktanın altını çizdiği kitabını bahçelerindeki havuza atmıştı. Atmadan önce açıp baksa da okuma-yazması olmadığı için hiçbir şey anlamamıştı. İçinde yazanları bir tek Bora Alp anlayabilirdi.

Bora Alp, hem Alaca için hem de küçük kardeşi Sıraç için hep bir abi rolüne bürünmüştü. Borya her şeyi değiştirmişti. Alaca hatırlamasa da Bora Alp ikisinin de çocukluğunu biliyordu. Sadece Alaca onlardan erken ayrılmak zorunda kalmıştı ve Borya eğitimlerine gelene kadar ikisi de birbirlerini görmemişti.

"Yaman Amca senin ne işin var burada ?" dedi şaşıran ifadesiyle. Burada olmadığını biliyordu fakat saatler önce kızının başına gelen kazadan hemen sorma burada olması onu da şaşırtmıştı Alaca gibi.

Yaman Ali az da olsa kendine gelen kızının küçük bedenini kollarının altına sakladı. Sanki böyle hiçbir kötülük ona el uzatamayacakmış gibi sıkı sıkı sardı. Bakışları ise karşısında dikilen genç çocuktaydı. Bora Alp'i bilirdi. Yaman çocuktu. Gelecekte babasının aksine tok bir kötülük değil de merhametinin gölgesi altında iş yapacak bir adam olacağını kalbinde görüyordu Yaman Ali. Elinde büyüyen çocuğu nasıl görmezdi ? Her ne kadar babası Mücahit Eraslan merhametini yarı yolda bırakan bir adama dönüşmüş olsa da onun annesine benzediğini biliyordu.

Bora Alp annesinin merhametini almıştı.

"Sorun yok evlat." dedi güven veren bakışlarıyla. Bora Alp'in bakışları ise yatakta küçücük kalmış Alaca'nın üzerindeydi. O az da olsa hatırlardı çocukluğunu fakat Alaca Bora Alp'le ilgili hiçbir şeyi hatırlamazdı. Küçüktü o zamanlar nasıl hatırlardı ki ?

Alaca; her sese duyarlı, kırılgan, alıngan, dışardan soğuk ama içi yumuşacık olan bir kızdı. En azından çocukken öyleydi. Bora Alp o ilk buraya getirildiğinde kendisine karşı takındığı ifadeye anlam verememişti. Hatırlamaz o seni, diye düşünmüştü. Çocuktu hatırlamaz. Fakat zamanla gerçekten değiştiğini görmüştü. Alaca onun hatırladığı kız çocuğu değildi. Onu hatırladığı kız çocuğu özellikle de kıskanınca gözü dönen, her şeyi yapabilecek potansiyele sahip bir afacandı. Ama şimdi karşısına dikilen genç kız son derece umursamazdı. Dünya yansa 'boşver ısınmış olduk' diyebilecek biri olmuştu. Değişmişti.

Bora Alp son kez Alaca ve babasına bakıp çıktı odadan. Dakikalarca köşedeki kolonun orda beklemişti. Alaca'nın iyi olup olmadığı görebilmek için fakat duyduğu seslerle içeri girmemek onun için imkansız olmuştu. Garip bir şekilde Alaca'yı sürekli kontrol etme gereksinimi duyuyordu. Nerde olursa olsun burnunu bir boka sokacağını biliyordu. İşte bu özelliği hiç değişmemişti. "Hala burnunu boktan çıkaramadığına inanamıyorum Yalaz kızı." dedi hayretini gizleyemediği ifadesiyle.

Alaca eğitimler sırasında Bora Alp'in de yakından tanıdığı Aziz ile rakip olmak istemişti. Eğitmenleri kabul etmese de burnunun dikine gitmiş ve sonunda kabul ettirmişti. Aziz toplulukta önemli koltuk sahibi olan Yaşar Mansur'un oğluydu. En az babaları kadar söz sahibi bir adamdı Yaşar Mansur. Alaca'da oğlu Aziz'in kendini beğenmiş tavırlarından uzun zamandır haz etmiyordu. Alaca'nın sürekli olarak onlardan fiziksel olarak düşük olduğunu söyleyip duruyordu. Alaca'da bunun yanlış olduğunu herkesin gözünün önünde Aziz'i bir güzel hırpalayarak göstermişti fakat hile ile yara almaktan kurtulamamıştı.

Alaca son hamlesini yapmadan önce Aziz eğitmenlere görünmeyecek şekilde bileğinin içinde sakladığı keskin bir demir parçasını almış ona doğru savurmuştu. Alaca ise bunu fark edip bedenini geriye atsa da yüzüne gelen darbeden kaçamamıştı. Düdükle birlikte duran Aziz cezalandırılarak ülkeye gönderilmişti. Artık varislik ondan küçük kardeşine geçmişti.

Alaca aldığı darbeyle sırt üstü yere düştüğünde onları uzaktan izleyen tek bir kişi koşmuştu yanına. Bora Alp. Neden yaptığını kendi bile bilmiyordu fakat içindeki ilkel bir dürtü ona koşması gerektiğini söylemişti. Alaca'ya. Yanına vardığında ise kimseyi umursamadan kucaklamıştı yanında küçücük kalan bedeni. On altı yaşındaydı Alaca. Bora Alp ise yirmisine günler sayıyordu. Bu ilkel dürtü şimdi değil yıllardır vardı. Bora Alp araya zaman girince gider sanmıştı bu saçmalık. Gitmemişti. Alaca'yı kapıdan girdiği an tanımıştı. Aradan yıllar geçmesine rağmen.

Eğitimlerden dolayı kaslanan bedeni Borya'nın koridorlarından her geçenin dikkatini çekiyordu. En çok da varis kızların elbet. Buğday teni, siyaha kaçan koyu kahve saçları ve saçlarıyla uyum içinde kahve gözleri ise kimseye değmiyordu. Adımlarının hedefi belliydi. Babasına gidecekti.

Koridorun sonundaki asansörün kapanmak üzere olan kapısına elini koyarak geri açılmasını sağladı. İçeri girip arkasını döndü. Kapılar kapandığında ardından gelen sese göz devirmekle yetindi. "Bana bakmayacak mısın Bora ?" Bade'ydi bu. O da güçlü bir koltuk sahibi olan Yılmaz Tümen'in kızıydı fakat buraya eğitim için gelmemişti. O ülkede rahat bir hayat sürüyordu. Birazda Bora Alp'e takıntılıydı.

Bora Alp ise umursamadan önüne bakmaya devam etti. Arkasındaki sarı saçlı, ela gözlü genç kız ise bu tavrına bozulsa da bir şey demedi. Bora Alp herkese karşı böyleydi çünkü. Mesafeli. Ona gelen her şeyde önce işine gelip gelmediğine bakardı. Sonra adımını atardı. Bade ise son derece işine gelmeyen biriydi. Onunla aynı yaştaydı. Fakat ne yaparsa yapsın ilgisini çekmiyordu bu kız. Samimiyetsizdi bir kere. Tek derdi para olan zengin bebesiydi. Tamam, Bora Alp'de zengin olabilirdi fakat parasını önüne kalkan yapacak biri hiçbir zaman olmamıştı.

"Alp !" dedi arkasındaki kız. Fakat Bora Alp'in sinir yüklü bakışlarını görünce susmak zorunda kaldı. Ona kimse 'Alp' diyemezdi. Dünya  üzerinde bu ismi kullanabilecek tek bir canlı vardı. Annesi. Başkası yoktu. Bade ise yutkundu. "Tamam." dedi ellerini kaldırarak. "Bora. Sadece tek bir soru sorabilir miyim ?"

"İlgimi çekmiyor." diyerek net bir cevap yapıştırdı Bora Alp. Bu kız algısal problemler falan yaşıyor olmalıydı. İstenmediği yerde durmak gurursuzluktan başka bir şey olamazdı. O kadar mı düşürmeye meraklıydı kendini, çözememişti Bora Alp.

Bade ise vazgeçmeyecekti. Bora Alp onun olmalıydı. Fakat bunun takıntıdan başka bir şey olmadığını anlayamıyordu. "Bir kahve içip anlaşabiliriz bence. Ne dersin ?" Son bir umut kurduğu cümlelere karşılık gelen tepki dumura uğramasına sebep olmuştu.

"Boş yapma abicim, derim." Açılan kapıyla asansörden indi Bora Alp. Aynı yaşta olduklarını elbette biliyordu fakat böyle yapmadıkça sülük gibi yapışacağını da iyi biliyordu. Bu kızı hiçbir zaman sevmememişti. Dünya üzerindeki gereksiz detaylardan biriydi ona göre.

Yanına gelen bir bedenle dertli nefesi büyüdü. Artık geliyorlardı sağdan soldan. Yanına ulaşan Uraz ise son derece umursamaz bir tavırla yürüyordu. Bora Alp en sonunda dayanamayıp adımlarını durdurduğunda yönünü ona çevirdi. Baktı sinirli sinirli. Uraz ise onun aksine gülerek bakıyordu. Bir tık imalı bakması Bora Alp'in hali hazırda olan öfkesini körüklemeye yetmişti. "Ne var lan !?" dedi ek sonunda.

Uraz ise gülmekle meşguldü. Yüzündeki gülümsemenin ima fırlattığını biliyordu fakat yine de devam ediyordu. Yüzüne yiyeceği olası bir yumruğu da tahmin edebiliyordu fakat dilindeki bakla fazlasıyla ıslanmıştı. Çıkarması gerekiyordu. Uraz, Bora Alp'in çocukluktan beri en yakın dostuydu. Yıllar geçse de öyle kalacaklarını ikiside iyi biliyordu. En sonunda yapıştırdı baklayı. "Kardeşim sen hayırdır ?" dedi. Bora Alp ise dertli dertli bakıyordu etrafa. Sınavları bittikçe üstüne yenisi ekleniyordu. "Kim bu kız ? Geldiğinden beri bir kontrol etmeler bir telaşlanmalar falan. Ne oluyoruz ?"

Bora Alp sıkıntıyla verdi nefesini. Bundan bir şey kaçsa bir taraflarını kesecekti. "Sik sik konuşma lan !" dedi en makulünden. Ona göre son derece haklı bir yanıttı bu. Saçmalamaktan öteye geçemiyordu bu çocuk. Uraz ise ona karşılık hayvani bir kahkaha attığında Bora Alp elini yüzüne yapıştırıp itti geriye. "Kardeşim yaşında kıza mı bakacağım mal herif !? Siktir git ." Uraz'a arkasını dönüp koridorun sonundaki odaya doğru adımlarken ardından gelen sesi işitti.

"Gözler Bora ! Gözler yalan söylemez !"











                          •••🌙•••


Ani kararların sonucu da bir o kadar ani olurdu hayatta. Ne olduğunu dahi anlayamadan kayar giderdi her şey. Tıpkı tetiğe bastıktan sonra kurşunun tekrar yuvasına dönemeyeceğini bilmek ama bilerek ateşlemek gibiydi. O kurşunun açtığı yaranın tekrar eski haline dönemeyeceği gibi. Tıpkı söylenen sözlerle zedelenen ruhun yenilenemeyeceği gibi...

Ben söylediğim her sözün darbe olacağını, sıktığım ilk ve tek kurşunun açtığı yaranın tekrar eskisi gibi olmayacağını biliyordum. Biliyordum fakat yapıyordum. Yapıyordum ama pişman olmuyordum. En kötüsü de buydu. Yaptığın yanlıştı fakat içinde zerre pişmanlık duygusu yoktu. İçinde bir nokta ise senin de artık eskisi gibi olmayacağını bangır bangır dillendiriyordu. Sağır kalıyordun ama gerçekler ruhunu tırmalıyordu.

Benim lanetim buydu. Sevgiye hasret büyüyen bir çocuğun öfkesi kadar tehlikeli değildi hiçbiri. Ve ben sevginin ne demek olduğunu bir tek babasından gören o kız çocuğuydum. Babasının kızıydım. Ve babası tarafından yetiştirilen bir kadının gücünü hafife almak dünyada nadir ahmakların yapacağı bir yanlış olurdu. Karşımda duran adam ise tam olarak bu aptallığının kurbanı olmuştu.

Elimdeki sargıyı daha sıkı sardım. Ensemde topladığım saçlarım omzuma dökülüyordu. Alacalarım ise karşımda yüzü kan içinde kalmış adamı izliyordu. "Ee tatlım konuşmayacak mısın ?" Adamın arkasında duran Victor boynuna sardığı kolunu daha da sıktı. Adam artık morarmaya yüz tutmuş suratıyla bakıyordu. Bu herifin adamları da kendi gibi dilsiz falan mıydı yani ?

Ve evet. Bora Alp Eraslan yine beni öldürmek için bir hamle yapmıştı. Ondan başkasının olabileceğine ihtimal dahi vermiyordum. Çünkü paşa hazretleri hakkımda ölüm kararı çıkarmıştı. Haspam ! Başka kim yapabilirdi ki ? Fakat aklıma takılan nokta şuydu ki yaptığı tüm hamleleri saatler önceden anlıyor önce önlem alıyordum. Bu adamın amacı madem hakkımdaki kararı uygulamaktı o zaman neden vasıfsız köpeklerini önüme atıyordu ? Sonra da yapma diyordu. Yeme diyordu. Bipolar herif !

Victor'a elimi kaldırıp bırakmasını işaret ettiğimde adam saniyeler sonra derin bir nefes almıştı. O kendine gelmeye çalışırken ben de kenardaki sandalyeyi sürüyerek ters çevirip tam karşısına oturdum. Burası koca bir depoydu. Sadece ben, Victor ve pek sevgili suikastçim vardı. Victor'la birlikte her zaman ki gibi evde kalmadığım günlerden bugün otelin restoranına inmiştik. Bu adam yemeğime zehir katmıştı garson kılığında. Bunu tahmin etmek biraz zor olmuştu fakat yemek Victor'un bu hayatta en sevdiği şey olan lazanya böreği olduğundan kokusunu duyar duymaz bir farklılık olduğunu anlamış yememe izin vermemişti. Bazen K9 olup olmadığını düşünüyordum. Kesinlikle öyleydi. Ardından tutulduğumuz kurşun yağmurundan sonra ise buradaydık.

"Kime çalışıyorsun ?" Ses tonumdaki sakin tınının yüzündeki gerginliği arttırdığını görebiliyordum. Önce birkaç saniye baktı gözlerime. Sonra ise hemen kaçırdı. Başımı sıkıldığımı belli eder bir biçimde salladım. "Bak tatlım canımı sıkıyorsun ve ben canım sıkılırsa can sıkarım. Anlatabildim mi ?" Adam hala aval aval bakmaya devam edince Victor tekrar tüm gücüyle sarıldı boğazına.

Birkaç saniyenin ardından adam ellerini salladığında Victor da durmuştu. Başımı ona doğru eğdim. "Konuş." Adam hızlı hızlı nefes aldı kendine gelebilmek için. Bunlarda hemen çıt kırıldım oluyorlardı.

"Maz-." Öksürmekten konuşamıyordu. "Mazh-." Victor ağzına suyu dayandığında kana kana içti. Su biraz fazla gelmiş olacak ki öksürmeye başlayınca çekti tekrar şişeyi. Bakışları bana döndüğünde e hadi seni mi bekleyeceğiz der gibi elimi salladım. Gözünü kaçırdı. Sanırım kendisi öterse öleceğinden korkuyordu. Halbuki unuttuğu şey asıl ötmezse öleceğiydi. "Mazhar." dedi. "Mazhar Süvari."

İki Saat Önce...

Elimde sıkı sıkı tuttuğum çantamın kulbunu sanki yetersizmiş gibi daha da sıktım. İçimi kaplayan büyük huzursuzluk ve yanımdaki Victor eşliğinde zamanımın çoğunu geçirdiğim otel odasından birinden çıkıyorduk. Siyah straplez uzun elbisemin üzerine acı kahve blazer ceketimi attım. Kollardan geçirmek şu havada sıkıyordu. Bugün hava sevdiğim gibi sıcak ama serindi. İlkbahar havasıydı. Son zamanlarda yağan yağmurlar içimi yeterince karartmıştı.

"Malikaneye geçmeyecek misin ?" dedi Victor. Çok isterdim fakat büyükannem hepimizin toplanmasını istemişti. O bu dünyada babamdan sonra sözünü sayacağım tek insandı. Artık tek insandı. Her zaman ki gibi hacimli dalgalı, göğsüme damlayan saçlarımı geriye attım. Kapıyı geçmem için açtığında kenara çekildi. Ben ardımdan o odadan çıktığımızda direkt olarak yanımda bitti. "Cevap vermeyecek misin Alaca ?"

Topuklu ayakkabılarımın üzerinde ritimle ilerlerken ona bakmıyordum. "Gideceğiz." dediğimde adımlarının durduğunu anlayabiliyordum fakat ben durmadım.

"Gideceğiz ?" Şaşırmıştı.

"Evet Victor ikimiz gideceğiz." dediğimde ardımdan gelmeye devam ettiğini ayakkabılarının sesleri anlatıyordu. Biraz sıkışık bir duruma girmişti sanırım.

Arkamdan gelen oflamasıyla güldüm fakat ifademi hemen toparladım. "Sizin yaşlı çınar gebertecek beni biliyorsun değil mi ?" Biliyordum fakat umursamıyordum. Victor kendini kurtarmanın yolunu her zaman bulurdu.

Gülümsedim. "Kendisine betimleme yaptığını duyarsa asıl o zaman gebertir." dedim Rusça. Victor elbette dilimizi biliyordu fakat bir şeyleri açık şekilde anlayabilmesi için arada Rusça olarak söylüyordum. O Türkçeyi ne kadar bilmiyorsa ben onun aksine dilini ana dilim gibi biliyordum. Üç numara sarı saçlarını eliyle geriye attı. Saçı yoktu ama her seferinde şunu yapması sinir bozuyordu. Ya da ben her şeye sinirleniyordum. Bilemiyordum.

Lacivert gözlerini sırtımda hissediyordum. En sonunda merdivenlerden lobiye ulaştığımızda alacalarım anlık bir ortam taraması yaptı. Burası tanınılan iş adamlarının konakladığı bir oteldi. Şehrin uzağında tam olarak kara paracıların toplanma yeriydi. Nerde uyuşturucu, silah benzeri şeylerin sevkiyatıyla zenginleşmiş insan varsa burada kalırdı. Buna Borya'daki birkaç üye de dahildi.

Alacalarım ilerde tanıdık bir sima gördüğünde kısıldı. Adem amca buradaydı. Yüzümdeki çocuksu gülümsemeyi bastırmaya çalıştım. O beni fark etmeden yanına vardığımda hala arkası bana dönüktü. En sonunda varlığımı fark edip bana döndüğünde yüzündeki gülümsemeyi görmek babamı görmüş gibi hissettirmişti. Biraz buruk, biraz özlem dolu. "Alaca !" dedi şaşırmış bir ifadeyle. Burada olmamı beklemiyordu. "Hangi rüzgar attı seni buralara kızım."

Gülümsedim. "Beni bilirsin. Evde oturmayı pek sevmem." Elbetteki biliyordu. Sevmediğimi değil kaçtığımı. O da bana bilirim der gibi başını salladı ağırca. Elini omzuma bıraktığında bakışları anlık arkamdaki Victor'a kaydı. O herkesin aksine  yalnızca korumam olarak değil, yanımdaki yerini de  bilirdi. Babamın bana getirdiğini de.

"Gözümü arkada bırakma kızım." Yüzündeki ifade içimde bir yerleri sızlattı. Anlayamadım. "Babanın emanetine karşı beni yüzüstü bırakma. Kendine sakın zarar getirme. Babana söz verdim." Babam gideceğini biliyordu ve beni bu dünyada güvendiği en yakın sırdaşına emanet etmişti. Adem amca benim ne denli bir gücü elimde tuttuğumu biliyordu. Getirilerini de aynı şekilde ikimiz de farkındaydık. Benim hakkımda çıkarılan bir ölüm kararı ve peşimde öldürmek için an kollayan bir sürü düşmanım vardı. Bu da Yaman Ali ve Alaca Yalaz'ın dünyadaki lanetiydi.

Gülümsedim yine. "Merak etme Adem Soylu. Ben her zaman kurtulmanın bir yolunu bulurum." dedim göz kırparak. Bana sen iflah olmazsın der gibi bakıp o da güldü. Biz tam olarak baba kız gibiydik.

Adem amcanın yanına bir adam gelip kulağına bir şeyler söylediğinde kaşları çatıldı en derininden. Bakışları bana döndüğünde ifadesini toparlamıştı. "Kızım sen git durma burada. Benim işlerim var. Ha bu arada Selma teyzen ehemmiyetle seni yanında görmek istediğini söyledi." dediğinde başımı salladım. Selma teyze annemin var olmayan varlığını kapatmak için çok uğraşmıştı. Berna ve ben kardeş gibi büyümüştük.

"Olur. Uğrarım bir gün." dediğimde onaylayıp uzaklaştı. O ilerlediğinde kısık bakışlarım üzerindeydi. "Sence ne dönüyor ?" dedim arkamdaki Victor'a.

Lacivert takım elbisesiyle önümüzde ilerleyen Adem amcaya bakıyordu. "Huzursuzluk yaratacak şeyler Melina." Başımı salladım.

Tekrar ilerlediğimde otelin restoranına girdik. Restoranın ortasında bulunan masalardan birine oturduğumda Victor her zaman ki gibi oturmadı. Ben otururken o o arkamda dikilmeye devam etti. Garson gelip ne yemek istediğimi sorunca tavsiye edebileceği bir şey olup olmadığını sordum. Kendisi bana özel bir menüleri olduğundan bahsedip gitti. Farketmezdi. Zaten artık çoğu şey fark etmezdi.

Dalgın bakışlarımın farkındaydım. Ben uzun bir süredir fazlasıyla yorgun, bitkindim. Artık hiçbir şey yüreğimdeki boşluğu doldurmaya yetmiyordu. Hiçbir şey eski beni geri getirmiyordu. Eskiye dönmeyi bir zamanlar gerçekten istemiştim fakat artık o bile fark etmiyordu. Çantamdan telefonumu çıkarıp birkaç tuşa bastım. " Cosa sta facendo ora?" (O ne yapıyor ?) dedim İtalyanca. Victor yalnızca Türkçe ve Rusça biliyordu. Eğer gerçekten saklamam gereken bir şeyler olduğunda bu dili tercih ediyordum. Victor'dan özellikle öğrenmemesini istemiştim. O da isteğime saygı duymuştu. Seviyorum bu huyunu. Zorlamazdı.

"Non c'è niente di anormale." (Anormal bir durum yok.). Göz devirdim duyduklarıma. Anormal bir şey beklemiyordum zaten. Hatırımda kalan adam sakin bir yapıya sahipti fakat hakkımda ölüm kararı çıkaran biri için hatırlanmışlıklara güvenemezdim. Bu yüzden aylardır takip ettiriyordum. Davete geldikten sonra ise sıkı takibe almıştım. Korumaları arasında benim de adamlarım vardı.

Telefonu kapatıp çantama attım. Bakışlarım etrafta gezindi. Uzun uzun baktım. Her yerden çıkabilirdi zira son birkaç gündür sürekli olarak kendisinden mesaj alıyordum. Ergenler gibi flört etmediğimiz kalmıştı. Etrafa bakışlarım sürerken garson yemeği bıraktı önüme. Lazanyaydı. Victor'un arkamda acılar çektiğini görmesem de hissedebiliyordum. Bayılırdı kendisi. Garson yaklaştığında çatalımı alıp bir parça kestim. "İstersen yiyebilirsin Victor. Acı çekmene lüzum yok." dedim eğlenir bir tınıda.

"Sus da ye şu zıkkımı. Yoksa dayanamayacağım." dedi makul bir kibarlıkla. En kibar hali bu olduğundan bir şey demedim.

Cık cıkladım. "Çok ayıp Rus bebeği." Yüzünü buruşturduğuna yemin edebilirdim. Kendisi bu tabirden nefret ederdi. Çatalıma taktığım lazanyayı dudaklarıma doğru götürmüştüm ki telefonuma düşen ardı arkası kesilmez mesajlarla kaşlarım çatıldı. Çatalı tabağın kenarına bırakıp çantamdan çıkardım telefonu. İşte bu daha da çatılmasına sebep oldu kaşlarımın.

Bilinmeyen Numara
-O yemeği sakın yeme Melina

Oydu bu. Bakışlarım bir anlık etrafı tekrar tarandığında köşede bulunan iki garsonun havlularının altından çıkardığı metallerle oturduğum yerden ayaklandım. "Victor !" Aynı saniyelerle üzerimize yağan kurşunların hedefinde ikimiz vardık. Victor anında devirdiği masayı kalkan yaptı. Şükretmeliydim ki buradaki bütün masalar çeliktendi. Nedenini de açıklamama gerek yoktu. Burası her sene onlarca çatışmaya ev sahipliği yapan bir oteldi. En başında buraya yalnızca pis iş insanlarının geldiğini söylemiştim.

Çantamdan çıkardığım silahımı art arda ateşledim. Sayabildiğim kadarıyla yirmi civarıydılar. Kapıdan giren adamlarım da onların işini arkadan halletmeye çalışıyorlardı. Yanımdaki Victor sanki elindeki silah değilde taşmış gibi saliselik sıkıyordu kurşunlarını. Kafamı çıkarmamla kulağımın dibinden bir kurşunun geçmesi bir olmuştu. Victor tarafından ensemden çekildim. "Kafanı çıkarma seni ahmak !" dedi kendi dilinde. "Şerefsizler çok fazlalar." Demek ki yanlış saymıştım.

Tekrar silahımı ateşledim. Arkadan gelen korumalarım her birini tek tek indirdiğinde sonunda silah sesleri susmuştu. Şimdi benim sesim inletecekti burayı. Masayı devirip çıktım. Her yer ölü beden kaynıyordu. Ortalık kırmızıya boyanmıştı. "BUNUN SORUMLUSUNU BULACAKSINIZ !" Korumalarım pür dikkat ağzımdan çıkan sözleri dinliyorlardı. "Alaca Yalaz'ın canına kast etmek isteyenleri bulacak ve bana getireceksiniz. Ayağıma !" Sözlerimle hepsi otele dağıldığında Victor tam arkamda duruyordu. "O garsonu bana bulacaksın Victor. Canlısını."

Victor yanımdan gittiğinde telefonuma tekrar bir mesaj daha düştü. Sinirle açıp baktım.

Bilinmeyen Numara
-Ölme Yalaz kızı. Ben öldürene kadar ölme.

Siz
-Gel de öldür bakalım.

Saniyesinde görüldü.

Bilinmeyen Numara
-Geleceğim.

"Aptal herif. Bir bok yaptığın yok yıllardır." dedim sinirle. Gerçekten artık sıkmaya başlamıştı. Borya içinde kurucu varisi olduğumdan dolayı beni öldürebilecek tek kişi oydu.

Siz
-Siktir git Eraslan.

Görüldü oldu fakat bir cevap vermedi. Cevap bekleyen de yoktu zaten. Hem neydi böyle çocuk gibi görüldü atmalar. Beşikte bebek miydi bu adam ? Alaca gel ağzımı kır, diyordu. Aklıma gelenle gözlerimi kaçırdım ekrandan. O bana ,Alaca, demezdi. O bana ismimle hitap etmezdi.

Telefonumu çantama atıp başımı doğrulttum. Sert adımlarım lobiye vardığında bana doğru gelen bedenle durmak zorunda kalmıştım. "Alaca !" Adem amca önümde bittiğinde tutup sarılmasını beklemiyordum. Benden ayrıldığında gözlerinde tıpkı babamda olan o öfkeyi gördüm. Sevdiklerine zarar geldiğinde kuşandıkları öfkeyi...

"Ben halledeceğim." dedim kararlı bir ifadeyle. İtiraz etmek için konuşacaktı ki devam ettim. "Ben halledeceğim sonra da malikaneye geçeceğim Adem amca. Söz." dedim güven vermek için sakin konuşarak.

Karasız bakışları benim net ifademi görünce dağıldı. Ak düşmüş sakallarını ovuşturdu. "Garsonu bulduk." dediğinde başımı salladım. "Başını belaya sokma Alaca." dediğinde güldüm.

"Ben belanın kendisiyim." dediğimde onaylamaz bir şekilde baktı bana. Yanından uzaklaştığımda Victor gelerek arkamda yerini aldı. "Depoya götürün. Geliyorum."

Şu an

Şaşırmamıştım. Herkesten her şeyi beklerdim ben. Mazhar Süvari. İşte o yanlış insana yamuk yapmıştı. Onu yaptığı kadar yamultacaktım. "Victor." Başını salladığında öfkeyle baktığım yüzden koparmadım bakışlarımı. "Süvarilerin tüm sevkiyatlarını durdurun. Bakalım neler yapacak." Süvari ailesi Borya'nın en pis işlerde eli olan ailesiydi. Bakalım para kaynakları baltalanınca ne kadar ileri gidebileceklerdi. Güvenim beni öldürememelerine değil kendimeydi. Ben ölmezdim. Ben onların aptal eğitimlerine bile katlanmışken iki bunağın hamleleriyle öldürülemezdim.

Adam korkuyla onun için söyleyeceğim şeye bakıyordu. "Çocuğun var mı ?" Parmağındaki yüzüğü görmüştüm elbet. Başını salladı onaylar biçimde.

"İki. İki kızım var." dediğinde anladığımı belirten bir ifadeyle baktım.

"Peki." dedim rahat bir şekilde. "Bir başkasının kızına neden zarar vermek istedin." Kendi çocuklarını düşünmeyen ebeveynler yok olmalıydı. Annelik ve babalık vasfına sahip olmayanlar bir çocuğa da sahip olmayabilirdi.

Adamın gözlerinden pişmanlığı görüyordum. Ne yaparsa yapsın insanın içinde bir yerde mutlaka pirinç tanesi kadarda olsa merhametin kırıntısı kalırdı. Ne yaparsanız yapın bu değişmezdi. "Bana zarar vermeyeceksin." dedi gözlerimden okuduklarını diline dökerek.

Başımı salladım. "Çocukların için." dedim net bir dille. "Gözümüz üzerinde olacak. Senin de ailenin de." Mesajı almış olacak ki başını salladı. Ben de oturduğum sandalyeden ayaklandığımda Victor da anlaması gerekeni anlamıştı. Ve sanırım malikaneye gelemeyeceği için biraz üzgündü. Çok az.

Depodan çıktığımda kapıyı saran korumalar hareketlendi. Seyfi koşar adım yanıma geldiğinde arabanın kapısını açarak geçmem için yer açtı. Benim ardımdan o da şöför koltuğuna geçmişti. "Malikaneye mi Alaca Hanım ?" dediğinde başımı sallamakla yetindim.

Arabaya bindiğimde tek yaptığım yorgunlukla başımı cama yaslamaktı. Yoruluyordum, farkındaydım. Fakat henüz çok erken olduğunun da bilincindeydim. Benden alınanların intikamını almazsam başımı o yastığa rahatça yaslayamazdım. Zaten rahat yaslayamıyorsun ki Alaca.

Malikaneye vardığımızda Victor işi hallettiğine dair bir mesaj göndermişti. Kısaca onaylayıp arabadan indim. Diğer tüm arabalar bahçenin etrafında durmuşlardı. Birkaç tanıdık araba da gözüme çarptığında diğerlerinin geldiğini anlamıştım. Kimseye görünmek istemiyordum. Öylece odama geçecek ve hazırlanacaktım. Pek sevgili akrabalarla aynı ortama girmek iç açıcı bir aktivite olmuyordu.

Merdivenlerden çıktığımda içerden gelen sesleri duyabiliyordum. Annen gülüyor Alaca. Ama sana değil. Umurumda değildi. Benim bir annem yoktu. Hiçbir zaman olmayan birinin yasını tutamazdınız. Yersiz dramaya gerek duymuyordum hayatımda. Hayat benimdi. Yaşamak için doğmuştum, yaşıyordum. Bu kadardı. Fakat şimdi her an kalbime isabet etmesini beklediğim bir kurşunun ihtimalini bilmek bile hayatın ne denli yaşamaya değer olduğunu hatırlatıyordu. Yaşayacaktım. Melina yaşayacaktı.

Odama girdiğim gibi elimdeki çantayı yatağıma fırlattım. Eşyalarım benden önce gelmiş dolabıma yerleştirilmişlerdi. Aile yemeklerinde herkes davete gider gibi özenli hazırlanırdı. Ki bu yemeğin baş mimarı büyükannem olduğundan dolayı fazladan bir özen komasına girecektim çok sevdiğim ailem tarafından. Üstündekilerden kurtulup dolabımdan kıyafet bakmaya başladım. Duşa girmeyecektim zira hem vaktim yoktu hem de otelde halletmiştim.

Üzerime siyah dantelli ve omuzlarımda duran yakalara sahip bir elbise geçirdim. Saçlarımın sönük dalgalarını yenileyip makyajımı elbiseme uygun tonlarda yaptım.


Ayağıma ince kemerli siyah topuklularımı da geçirdiğimde hazırdım. Fakat aşağı inmeden önce çalışma odasına yani evin en üst katına çıkmam gerekiyordu. Birce Yalaz beni bekliyordu. Büyükannem beni çağırmıştı. Önemli bir şey olmadığı sürece kendisi beni özel olarak yanına çağırmazdı. Babamın gidişinden sonra ise ailenin temel yapı taşı o olduğundan benim omuzlamama izin vermediği yükleri o sırtlanıyordu. Büyükannem çok büyük kadındı. Sözü sözdü.

Odamdan çıktığımda adımlarım merdivenlere yöneldi. Evin altın varaklarla süslenmiş duvarlarına bakarak ilerlediğim koridor da soğuk bir hava hakimdi. Hava çoktan kararmıştı. Gecenin ay ile aydınlattığı soğuk koridorda ilerlemek tüylerimi ürpertmişti. Ve sanırım biraz kötü hissediyorum yoksa böylesine bitkin hissetmemin başka bir açıklaması olmazdı. Sabah otelde de fark etmiştim üzerimdeki kırgınlığı fakat geçer demiş önemsememiştim. Şimdi ise gerçek mana da kendini hatırlatıyordu.

Odanın önünde durduğumda kapıyı tıklattık iki kez üstü üste bir kez tek. Bu benim geldiğimin nişanesiydi. İçerden gelen, "Gel Alaca." sesiyle kapıyı araladım. Tahmin ettiğim gibi büyükannem tekerlekli sandalyesinin üstünde yönü boğaz manzarasına bakan camda olacak şekilde duruyordu. Büyükannem Birce Yalaz babamın ölümünden sonra beynine pıhtı atmasından dolayı yarı felç kalmıştı. Evlat acısı bir anneyi yarım bırakmıştı. Her anlamda.

"Birce Hanım." dedim tatlı tatlı küçük bir kız çocuğu edasıyla önünde durup eğilirken. Ne zaman yanına gelsem önünde eğilirdim ki saçımı rahatça okşayabilsin. Bu hayatta saçımı okşayan iki kişiden birisiydi. Babam ve büyükannem... "Duydum ki beni emretmişsin." Gülümsedi eli yüzüme uzanırken.

"Benim Alaca'm her geçen gün daha da mı güzelleşiyor ha kızım ?" dedi yanağımı yumuk elleriyle okşarken. Annem yoktu ama annem vardı. Ama ne yaparsanız yapın bazen tek istediğiniz kendi annenizin eli oluyordu. En acı geleni ise tek isteğinizin tek aptallığınız olduğunu bilmekteydi.

Gülümsedim yanağımı eline yaslarken. Elimi elinin üstüne bırakıp ellerim arasına aldım. Öptüm. "Büyükanne." Sesimdeki tınıyı anlamamasını umuyordum zira benim hiçbir zaman olmadığım bir şekilde uysal fakat bir o kadar da bitkin çıkmıştı. "Bu yemek. Sence gerekli miydi ?"

Dediğimle birlikte kaşlarını çattı. "Alaca." dediğinde asıl Birce Yalaz'a döndüğünü anlamıştım. Sesindeki tını bariz sertleşmiş herkese gösterdiği dişli ifadesini kuşanmıştı. Elini çenemin altında hissettiğimde yüzümü kendi yüzüne doğru kaldırdı. "Sen benim kanımsın Alaca. Buna göre davranacak ve yapman gerekenleri bu doğrular üzerinde yapacaksın. Anladın mı beni ?" Baktım öylece. En sonunda onun keskin bakışlarına dayanamayıp başımı salladığında dudaklarından dökülen cıklama sesiyle kaşlarım çatılmıştı. "Ben de olsam kimsenin sözüne boyun eyme. Bir kez eğersen bir kez keserler. Ölürsün Alaca. O yüzden hep dik duracaksın. Buna zorundasın."

Önünden ayaklandığımda kız çocuğu gitmiş yerine Alaca Yalaz gelmişti. Ona benzeyen dik bakışlarımla baktım. Başım ve omuzlarım dik, o yıkılmaz ifademi kuşanmıştım. Alaca Yalaz buydu. O kız çocuğu yersiz ortaya çıkamazdı. Çünkü o kız çocuğu yoktu. Ölmüştü. Yaman Ali Yalaz öldüğü gün kızı da ölmüştü. Geriye bir tek Melina kalmıştı. Tanrının kadim hediyesi. Düşmanlarına ise en büyük cezaydı.

"Bora." dediğinde duvardaki tabloda olan alacalarım ona döndü. Neyden bahsediyordu ? Şu an onun konumuzla uzaktan yakından alakası yokken bahsetmesi saçmaydı. Neden bahsediyordu ? Kendisi gereksiz detaydan başka bir şey değildi. "Onu neden vurdun Alaca ?" Kalakaldım.

Evet kalakaldım zira kimsenin haberi yoktu yıllar önce uğradığı suikasti benim yaptığımdan. Büyükannem ? Ama nasıl olabilirdi ? Olsa olsa o ötmüş olabilirdi fakat ona da doğru dürüst bir ihtimal veremiyordum. Sabah zehir konan yemeğimi yememem için mesajla uyaran adam ne boş boğazdı böyle. Sanki ne yapmıştık ? Bu da çıtkırıldımın tekiydi. Uğraşamazdım. Her sıktığımız böyle ağlasaydı işimiz yaş olurdu. Söz de liderdi. Kıçımın lideri.

Cevap vermeyince daha fazla zorlamadı. "Sen in aşağıya ben de gelirim birazdan." dediğinde bir şey demeden onaylayıp odadan çıktım. Aşağı indiğimde herkes tam da tahmin ettiğim gibi son derece abartı kıyafetlerle masadaydı. Emsal Yalaz kırmızı elbisesinin içinde koltuklardan birinde oturuyordu. Litafet yenge ve Adnan amca da ikili koltuklara yayılmışlardı. Ayla ise gördüğüm kadarıyla arka bahçede telefonla konuşuyordu.

Litafet Hanım tip bakışlarını bana çevirdiğinde diğer herkesinde boş bakışları üzerimdeydi. "Hoşgeldiniz." dedim sanki gelmelerinden çokça memnunmuşum gibi. "Ne güzel bir gece değil mi ? Küçük ailemizle hep beraberiz." dediğime yengeciğim göz devirmekle yetindiğinde Adnan amcam normal bakıyordu. Gözü çıkacaktı bir gün bu kadının göz devirmekten.

"Öyle kızım." dedi normal bir tonla. Benimle pek iletişim kurmak istiyor gibi durmuyorlardı. Çok üzülmüştüm. Vah vah. Emsal Yalaz'a baktım. Konuşmadı her zaman ki gibi.

Onları es geçerek bahçedeki Ayla'nın yanına doğru adımladığımda topuklularımın sesiyle gelene bakmak için arkasını döndü. Gülümseyip telefonu kapattığında o da bana doğru geldi. "Bu güzelliği neye borçluyuz." dedi cıvıl cıvıl bir şekilde.

"Samimiyetsiz aile toplanmasına." dediğimde güldü dediklerime. Her şeye rağmen en neşelimiz oydu. Biz üç kuzendik. En azından baba tarafı olmasına rağmen anlaşabiliyorduk. Fakat ben herkesten kendimi soyutladığımdan dolayı pek ikisiyle ayrı vakit geçiremiyordum. Hoş yalnızlık da gayet güzeldi. Maskeler Alaca.

Ne kadar az insan o kadar az tehlikeydi. Ve ben kimseyi tehlikeye atamazdım.

Üzerindeki pembe simli mini elbisesiyle güzel görünüyordu. Göğüsünde derin bir dekoltesi vardı ve etek kısımları da drapeliydi. Elimden tuttuğunda beni kendi etrafımda döndürmesine izin verdim. Ayla ve abisi Merih'le birlikteyken biraz olsun normal hayata dönüyordum. İmre ile olduğumda da aynı şekildeydi. Fakat güveniyor muydum ? Ben babama bile güvenmemiştim. Öyle olmuştu değil mi Alaca ? Peki sonra ne olmuştu ? Hayatıma olmuştu. Olan olmuştu. Maskeler.

"İyi görünmüyorsun. Hasta mısın ?" dedi Ayla endişeli bir ifadeyle bana bakarken. Sanırım gerçekten hasta oluyordum. Yorgun hissediyordum ve ne zaman böyle hissetsem birkaç gün hasta geziyordum.

Bilmiyorum der gibi başımı salladım. "İçeri geçelim." dediğimde onayladı beni. Ben önde o ardında içeri girdiğimizde o annemin yanına otururken ben oturmanın aksine salondan çıkarak mutfağa geçtim. Bir ilaç içsem iyi olacaktı yoksa tüy kadar hafif olan bağışıklığım bayrakları indirecekti. İçeri geçtiğimde Sevgi hanım mutfakta diğer yardımcılarla birlikte yemekleri servis ediyorlardı tabaklara.

"Buyurun Alaca Hanım." Beni görür görmez yanıma gelmişti. Bana 'Hanım' demezdi normalde ben de istemezdim zaten demesini. Fakat diğer yardımcılar varken böyle hitap ederdi.

"Ağrı kesici verir misiniz Sevgi hanım." Başım ağrımaya başladıysa hastalık kaçınılmazdı. Ve ben hasta olmaktan nefret ediyordum. Grip bir beden olup karşıma dikilse ağzına yüzüne yumruklarımı indirirdim. Zira kendisi benim bedenim de farklı haller ortaya çıkarıyordu.

Sevgi hanım elinde bir ilaç ve bir bardak suyu bana uzattığında alıp önce hapı ardından suyu içerek bardağı tezgaha bıraktım. Ona teşekkür eder gibi göz kırpıp mutfaktan çıktığımda aynı saniyelerde yanından geçtiğim kapı çalındı. Adımlarım durdu. İki adımda ilerleyip kapıyı açtım. "Hayal misin sen ?" dedim şaşkın bir şekilde. Cıkladı. Baya baya cıklamıştı. İleri doğru bir adım attığımda benim attığım adımla o iki adım geriledi. Kapıyı aralıklı kalacak şekilde bırakıp kendilerini göğsünden ittirdim.

"Senin ne işin var burada ?" derken sesim oldukça yüksek çıkmıştı. O ki ardında getirdiği bir ordu korumaların ve benim korumalarımın bakışları pür dikkat üstümüzdeydi. Onun bakışları ise benim üzerimde. Hem de haddinden fazla dikkatli. Dik bakışlarım üzerindeydi. Tekrar bir adım atıp tam karşısına dikildim. O ise son derece normal bir ifadeyle bakıyordu suratıma. Bu adam yüzsüz falan mıydı ? "Ölüme kendi ayaklarınla gelmekte her seferinden oldukça ısrarcısın Eraslan. Bir kurşun daha mı yemek istiyor canın ?"

Baştan aşağı süzdü beni. Yüzündeki ifadesizlik zırhı yerli yerindeydi. Elleri cebinde bana bir adım attığında aramızdaki mesafe neredeyse sıfırdı. "Ölüm her seferinde bu kadar güzel olacaksa ben hep gelmeye razıyım Yalaz kızı." İşte şimdi benim ifadesizlik zırhım paramparçaydı. İfademe dalan bariz şaşkınlığı kapatmaya çalıştım. Gerçekten Maskelerdi.

Bir adım gerileyerek yüzüne baktım. Koyu kahve saçlarını geriye atmıştı. Gözleri ve uzun kirpikleriyle bakıyordu yüzüme. Buğday teninin üzerine tablo gibi çizdirdiği dövmesinin küçük bir kısmı açık olan üç düğmesinin yarattığı boşluktan görünüyordu. Yanlış hatırlamıyorsam sağ kolunun üst kısmını kaplayan bir aslan dövmesi vardı. Uzun zaman olmuştu belki de yanlış hatırlıyordum. Bildiğim kadarıyla da Borya'daki eğitimlere gelmeden önce yapılan bir dövmeydi bu. "Derdin ne senin ?"

Omuz silkti. "Davet edildim fakat şu an kapıda bekletiliyorum. Hiç misafirperver değilsin." Rahatlığı beni benden alıyordu. Eli cebinde öylece beni izliyordu.

Bakışları anlık boynumda bir noktaya takıldı. Orada doğum leken var Alaca. Evet garip bir şekilde güzel duran bir lekem vardı esneme doğru giden boynumun bir noktasında. Bakışları tekrar gözlerime çıktığında bu sefer bariz öfke vardı. Bipolar falan mıydı bu ? Kıstım gözlerimi. "Ben hakkında ölüm kararı çıkartmayı düşünüyordum aslında ama tüh. Görüyor musun unutmuşum." dedim alaylı bir şekilde. "Üzgünüm senin aksine ben geçmişimdeki insanlara ihanet edemiyorum." Dudakları alayla kıvrıldı. Aynen Alaca adamı da keyfinden vurdun zaten. Evet.

Gerilediğim adımı adımıyla sıfırladı tekrar. "Melina kurşun atmayı tercih ediyordu değil mi ? Unutmuşum bağışla Yalaz kızı." Her şeyi de vursundu yüze. Bu adam ayarlarımı bozuyordu. Yüzüne baktıkça hissettiğim tek duygu nefret bazen gerçek anlamda kafamı bozuyordu.

Arkamda aralıklı duran kapıyı gözlerimi gözlerinden çekmeden geriye ittiğimde sonuna kadar açıldı. Elimle içeriyi işaret ettim. "Defol içeri. Yoksa seni geberteceğim." dedim dişlerimin arasından adeta tıslayarak.

"Ah Melina Ah." Yanımdan geçip gittiğinde ben de ardından ilerleyip önüne geçtim. Arkada kalmak bana göre değildi. Hele ki bu adamın ardında kalmak, asla yapacağım bir şey olamazdı. Arkamdan histerik bir gülüş attığını duyduğumda göz devirdim yalnızca. Salona geçtiğimde o da ardımdan girmişti. Adnan amcam anında ayaklanıp karşısına geçtiğinde ben salonun köşesine ilerleyip cam dolaptan bir şişe şarap çıkardım. Kadehime doldururken bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum fakat dönüp bakmadım.

Gelmesi saçmaydı. Büyükannem yapacağını yapmıştı yine. Neden böyle bir zaman da birden bire bu yemeği ayarladığını anlamamak aptallık olurdu. O uzun süre ülkede durmazdı. Genel de Rusya'da veya İspanya'da olurdu. Örgütün ana kolları ülke dahil diğer iki ülkeydi. Ve kendisi babasından sonra örgütün başına geçtiği için sürekli farklı alemdeydi. Bananeydi ? Ne halt yerse yesindi.

Kadehimi dudaklarıma götürdüğümde üzerimde hissettiğim bakışların sahibine çevirdim alacalarımı. Adnan amcam ona bir şeyler söylerken o yalnızca gözlerime bakıyordu. Nefreti görebiliyordum fakat başka bir duygu da vardı. Ne olduğunu asla çözemediğim asla da çözemeyeceğim bir duyguydu bu. Hatta kırıntısı.

"Yemeğe geçelim." dedi Emsal Yalaz.

Ayla konuştuğu telefonu kapattı. "Benim çıkmam gerekiyor. Önemli bir dosyada sorun çıkmış üzgünüm gitmem gerek." dediğinde herkesin bakışları ona dönmüştü. O hala bana bakıyordu. Ne var ? der gibi baktığımda varla yok arası bir ifadeyle başını iki yana salladı. "Büyükanneme söylersiniz. Malum kendileri hassas bu konuda." O malikaneden ayrıldığında büyükannem indi aşağıya yardımcısıyla. Onu gördüğü gibi yüzüne yerleşen gülüşe yüzümü buruşturmamak için her şeyi yapmıştım.

"Bora." dedi gülümseyerek. "Hoşgeldin oğlum." Ailelerimizin dost olması asla işime gelmiyordu. Bu adamı tek kaşık su da boğmak istedikçe aile üyelerim daha da seviyordu kendisini. Ne vardı da sevilecekti ki ? Maskeni düşürme Alaca.

Adnan amcamın yanından ayrıldığı gibi büyükanneme doğru ilerleyip önünde eğildi. Evet bu bir tık şaşırtmıştı. Bir kez olsun omuzlarını düşürdüğünü görmemiştim. Şimdi ise hürmet gösterdiği birinin önünde eğilmişti. Ve bundan zerre gocunmuyordu. Yüzümde her daim asılı olan sert ifadem yerli yerindeydi. Bir an önce hem de hemen buradan defolup gitmeliydi. "Hoşbuldum Birce Hanım. Nasılsınız ?" Kibarlıkta biliyordu kendileri. Ben burada ne işi olduğunu sorgularken kendisinin bu denli rahat olması sinirimi bozuyordu.

Büyükannem elinin üstüne iki kez dokundu. "Ben iyiyim oğlum. Sağol." Kulağına eğilip bir şeyler söylediğinde bunu yalnızca ikisi duymuştu. Dudak okuduğumu bildiğinden de elini kapatmıştı büyükannem. Az fena değildi. Sözlerinden sonra normal bit ifadeyle yüzüne bakıp ayaklandı. "Hadi sofraya." Büyükannemin isteğiyle herkes yerine geçmişti. Masanın iki ucundan birinde ben diğerinde büyükannem vardı. Ben babamın yerindeydim. Amcam ve yengem büyükannemin bir yanındayken o diğer yanındaydı. Benim yanımda ise Emsal Yalaz oturuyordu. Babamdan önce karşısında ben otururdum. Hiçbir zaman gözlerime bakmazdı karşısında oturmama rağmen. Ve sonradan anlamıştım o her anlamda karşımdaydı.

Yemekler sunulduğunda telefonumu çıkarıp ona mesaj attım.

Siz
-O yemeği yeme. Mazallah zehir vardır.

Telefonu tam da tahmin ettiğim gibi sessizdeydi. Bakışlarım üzerindeyken mesajı okumuştu. Dudağının kenarı kıvrıldığında bana bakmadı fakat ekranıma düşen bildirimle bakışlarım oraya döndü.

Eraslan
-Ben seni öldüreceğim Yalaz. Sen beni değil.

Bakışlarımı ona kaldırdığımda hodrimeydan der gibi bakıp telefonu kapattım. Herkes yemeğini yediğinden kimsenin dikkati üstümüzde değildi. Önümdeki yemeğe dokunmadım. Tadım tuzum yoktu zaten. Gerçekten bedenim yorgun düşüyordu. Yemekten sonra sıcak bir duş iyi gelirdi.

Bakışlarım tabağımdayken kulaklarıma ulaşan sesle bakışlarım oraya yöneldi. Adnan amcam onunla konuşuyordu. O ise en ciddi haliyle dinliyor, tepki vermesi gereken yerde tepki veriyordu. Ellerini önünde birleştirmiş dikkatle dinliyordu. "Rusya'daki toplantı da olanlar için üzgünüz evlat. Umalım da bir an önce toparlanın." diyordu amcam. Kaşlarım çatıldığında bakışlarım onun üstündeydi. Ne olmuştu ? Ve amcam neden üzgündü ?

Ellerimi masanın önünde birleştirip omuzlarımı daha da dikleştirdim. "Eğer sakıncası yoksa." dediğimde bakışlar benim üzerimdeydi. Onunda dahil. "Ne olduğunu anlatmak ister misin ?" dediğimde rahatsız bir ifadeyle baktı yüzüme. Tabi anlatmayacaktı. Ben de bunu bildiğimden büyükannemin yanında atmıştım kurşunumu. O varsa tüm kapılar açılır tüm sözler söylenirdi. Bir şey daha vardı ki ben zaten neler olduğunu biliyordum.

İki gün önce kendilerine bir suikast düzenlenmişti toplantı sonrasında. Sıraç, kardeşi yaralanmıştı. Amcamın bahsini geçirdiği olay buydu. Sonrasında ise bunu yapanı bulup kurşun yağmuruna tutmuştu. Bora Alp sevdiklerine zarar geldiğinde pençesini dağlamaktan geri durmuyordu. Bir kez daha görmüştüm.

Bakışlarını bana sabitlediğinde yüzündeki ifadeye gülmemek için zorladım kendimi. Bir zamanlar burnumu her boka soktuğumu iddia ederdi. Sanırım yine bunu düşünüyordu ki ifadesine yansımıştı. Bakışlarımı çekmedim onunda çekmeyeceğini biliyordum. Donuk bakışları üzerimde peydahlanmış öylece duruyordu. "İstemezsen eğer-." Sorun olmadığını söyleyecek çıkmaza sokacaktım fakat ne yapacağımı bilir gibi kesti beni.

"Kardeşim. Sıraç vuruldu ama iyi." Bakışları büyükannem ve amcam arasında gidip geldi. "Bunu yapan da cezasını misli ile ödedi." Benim yapmadığımı bildiğini bir kez daha cümlesini söylerken kullandığı ton vurgulamıştı. Sanırım Borya içinde olduğum dönem boyunca onu her anda dikizlemek tanımama yardımcı olmuştu.

Hayır sadece düşmanımı tanımak için dikizlemiştim o kadardı. O kadar !

Bakışlarımı ondan koparıp tabağıma düşürdüğümde midemdeki bulantının artması yüzümü buruşturmama neden oldu. Sanırım reflüm için daha dikkat etmem gerekiyordu fakat aldığım sigara ve tek düze kullandığım alkol pek de yardımcı olmuyordu. Kulaklarımın yanmaya başladığını hissediyordum. Bu grip gibi değildi. Daha çok bedenime uzun bir süredir dikkat etmediğim için birden vuran bir hastalık gibiydi. Toparlanmam gerekiyordu. Bakışlarını farkında olduğum Emsal Yalaz'a dönmedim. Kenardaki suyumu alıp dudaklarıma götürdüğümde tek nefeste tüm bardağı içmiştim.

Bardağı kenara bıraktığımda büyükanneme döndü alacalarım. Onunda bakışları benim üzerimdeydi. Onun da öyle. "İyi misin kızım ?" diye sordu büyükannem. Başımı hafifçe aşağı yukarı sallamakla yetindim. Alacalarım keskin kahvelere döndü. Çatık kaşlarla beni izliyordu. Büyükannemin bakışlarının üzerimden çekildiğini bildiğim için ne bakıyorsun der gibi salladım başımı. Zaten diğerlerinin bakışlarının hedefi olmadığımın da farkındaydım. Ne diye öyle çatık çatık bakıyordu bu herif ?

Ben önümdeki yemeğe dokunmazken herkes iştahla yedi önündekileri. Arada kaçamak bakışlarım onun tabağına da değdi. O da neredeyse hiçbir şeye dokunmamıştı. Bize ne ondan ? Bize ne yani ??? Evet beni ilgilendirmezdi. İstediğini yapsındı. Birazdan ben, beni vuran kadın ve ailesi çok güzel bir aileyiz serenatına başlamasından korkmuyor değildim. Büyükannemin bildiğini o da ben de biliyorduk. Bu cingöz herifin her halttan haberi olmasa İstanbul boğazı tıkanırdı zaten. Uyuz herif !

Masadan kalktığımızda Emsal Yalaz ve diğerleri çay içmek için bahçeye geçtiler. Büyükannem ise yorulduğunu söylemişti. "E hadi siz de beni odama çıkartın çocuklar." dediğinde şaşkın bakışlarım üzerindeydi. İkimizin onu odasına götürmesini istemesi bu isteğini saçma bulmama neden olmuştu. Tamam ben götürürdüm belki ama o ne alakaydı yani. "E hadi ama !" dediğinde şaşkınlığı bir kenara bırakıp bakışlarımı ona çevirdim. O ise sanki yan yana gelmekten ölesiye nefret etmeyen iki insanmışız gibi büyükannemin sandalyesini tutarak ilerleyemeye başladı.

O önümde büyükannemle ilerlerken ben arkasından geniş sırtına bakıyordum. Yani önümde olduğu için gözüm kayıyordu. Yoksa ne diye bakardım ki ben bu lanet herife. Ölse bakmazdım ki çok kez ölümün kıyısından dönmesini sağlamıştım. Sadece göz boyamak içindi hepsi. Ona zarar vermek hiçbir zaman aklımızdan geçmedi Alaca.

Büyükannemin çalışma odasına girdiklerinde ben de ikisinin ardından girip kapıyı kapattım. Büyükannem benim ondan hoşlanmadığımı ve aynı ortamda bulunmaktan rahatsız olduğumu düşünüyordu. Ha birde vurduğumu biliyordu ama ötesi yoktu. Ona olan nefretimin saflığını bilmiyordu. Nefretime neden olanları bilmediği gibi.

"Oturun çocuklar." dediğinde onlara dönmüştüm. Büyükannem sandalyesini yine boğaz manzaralı camın önüne sabitlemiş orayı izliyordu. O ise sandalyelerden birine rahatça kurulmuş ayakta gerginlikten renkten renge giren beni izliyordu. Bu adam neden beni izliyordu !!??? Bakışlarına karşılık olarak göz devirip karşısındaki koltuğa kuruldum rahat olmasına dikkat ettiğim tavrımla. Çünkü şu an zerre rahat değildim. Sanki oturduğum yer kıymıktı da bana batıyordu.

Ve evet karşımda oktan keskin kahveler varken kıymıkları tercih ederdim. Ben de alacalarımı ona diktiğimde yüzünde birden bire bir ifade oluştu. İki cüretkar insanın yüzünde iki cüretkar ifade vardı ve o benim aksime şaşırmıştı bu ifadeye. Bakışmamızı bölen ise büyükannem olmuştu. "Aranızdaki sorun ne ?" İkimizde şaşırarak ona döndük ama o yine ifadesini sabit tutmayı becermişti. Bir şey diyecekken kesti beni. "Sorun olmadığını zırvalayacaksanız buna ayıracak vaktim yok çocuklar." Bakışlarım ona döndüğünde klasik ifadesizlikle bakıyordu.

Derin bir nefes verdim. Gelecek olanı biliyordum. "Alaca oraya dönecek Bora." Gözlerim kapandı. Oraya dönmek, o koltuğa oturmak istemiyordum. Onunla bir olmak istemiyordum. Fakat kurucuların en yetkilisi olan büyükannem ısrarla bana bunu dayatıyordu. Evet büyükannem büyük kurucuydu. Daha doğrusu Borya Örgütü'nün fikir sahibiydi. Karşımdaki adamdan ses çıkmıyordu. "İsteseniz de istemeseniz de orayı birlikte yöneteceksiniz. Babalarınız gibi."

Gözlerim aniden açıldığında ilk durağı o oldu. O da zaten bana bakıyordu. "Birce Yalaz." dedi sakin bir sesle dakikalar sonra konuşarak. Keskin kahveleri benim üzerimdeydi ama muhatabı ben değildim. "Örgütümü fişleyen bir kadını yeniden oraya almamı mı istiyorsunuz benden ?" Dik bakışları insanı ezen cinstendi. Barındırdığı kini saymıyordum bile. Öylesine bir nefretle perdelemişti ki gözlerini, içinden geçenleri yakalayamadım.

Açık olan camdan gelen rüzgarla dalgalı saçlarım önüme düşüyordu. Ama şu an en son düşüneceğim şey saçlarımdı. Büyükannem beni gitmek istemediğim bir yere göndermek istiyordu. İstemiyordum. Maskeler Alaca.

"Büyükanne." dedim sakin kalmaya çalışarak. Bu adamla aynı örgütü yönetmekten bahsediyordu. Bileğimi kessem kanımdan nefret akacak adamla aynı çatıya girmemden bahsediyordu. "Bunu yapmayacağım. O aptal örgütün başına geçmeyeceğim."

Ondan histerik bir gülüş duyduğumda dik bakışlarım onu buldu. Baş parmağını dudaklarına sürtmüştü. Hala dudaklarıyla oynuyor Alaca. Bana ne ! Bana neydi yani ? Oynarsa oynasın. Keskin kahvelerini alacalarıma kaldırdığında gözünü bürüyen ifadeyi çözemedim. Nefret mi ediyordu yoksa oraya gelip de koltuğunu sarsmamdan korkuyor muydu anlayamıyordum. Sayesinde artık bir halt anlamıyordum ya ! "Oraya gelemeyeceksin zaten Yalaz kızı. Buna izin vereceğimi aklından geçirme sakın !" dedi. Öfkesi ağzından salya olup akacaktı sanki. Derdini hiçbir zaman anlamayacaktım.

Omuzlarım daha da dikleşti. "Eğer istersem gelirim ve buna değil sen o aptal örgütündeki aptal herifler bile karışamaz Eraslan. Alaca'yı tanımadan hafife almamalısın." Dudaklarımdan ok gibi dökülüp karşımdaki adama saplanan laflarım keskindi. Beni hafife alamazdı, sindirmeye çalışamazdı. "Ve sabrımı sınarsan bir kurşun daha-."

"Yeter !" diye kükreyen sesle durdum. "Derdiniz neyse hallediyorsunuz ve sen Alaca. Bir diğer toplantıya Bora ile birlikte giriyorsun."

"Büyükanne." dediğimde beni karşılayan keskin bakışlarla sustum. Susmazdım başkası olsa ama büyükannem herhangi biri değildi.

"Son sözüm bu ! Aranızda olanı düzelteceksiniz." Onun bakışları bendeydi farkındaydım. Fakat dönüp de bakmayacaktım. Kaçmaya çalıştıkça, ondan uzağa gittikçe bir şey oluyor yine onun dibinde buluyordum kendimi. Ne yaparsam yapayım bir adım gidiyorsam iki adım geri geliyordum. Kader denen şey kaçmama, saklanmama izin vermiyordu. Ve lanet olsun ki ben yine başladığım noktaya dönmüştüm. Nefretime geri bıçak saplanmıştı.

Yine kanayacaktı.

"Gidebilirsiniz." İkimizde ayaklanıp odadan çıktığımızda adımlarımın hedefinde merdivenler vardı fakat bir kuvvetin beni bileğimden çekmesini beklemiyordum.

Alacalarım öfkeyle kaynarken keskin kahvelere tırmandı. "Elini çekmelisin Eraslan." dedim dişlerimin arasında. Çenemi sıkıyordum çünkü onunla aynı havayı solumak bana iyi gelmiyordu. Nefretimi kamçılıyordu. Benim sinir yüklü alacalarımın aksine o son derece ifadesiz bir şekilde bakıyordu. Bileğimi tekrar çektiğimde daha da sıkı sardı parmakları. "Bırak dediysem bırakmalısın."

Koyu kahve saçları çok uzun olmasa da birkaç tutamı alnına dökülüyordu. Keskin kahveleri alacalarımdan ayrılmıyordu. Dik dik bakması sinirimi bozmaya başlamıştı. Bizim sinirimiz hep bozuk Alaca. Sakin olduğumuz zamanlarda genelde uyumuş oluyoruz. "Büyümüşsün. Gerçek mana da." Göz devirdim dediklerine.

Bileğimi son kez çekerek elinden kurtardığımda bir adım geriledim. "Her seferinde bunu zırvalamak zorunda mısın sen ?" dedim dik dik bakarak. Gerçekten ayarlarımla oynuyordu. Bir adım daha gerilediğimde keskin kahveleri boydan boya süzdü bedenimi. En sonun da boynumdaki o noktaya değdiği gibi hızla yüzüme kaldırdı bakışlarını.

"Oraya gelmeyeceksin." dediğinde histerik bir gülüş çıktı dudaklarımdan. "Öyle mi ?" dediğimde öyle der gibi kaldırdı kaşlarını. "Sen oraya ait değilsin Yalaz kızı. O kapıdan girmeyeceksin."

Ellerim yumruk olduğunda az önce attığım iki adımlık mesafeyi bire indirdim. Boyu uzundu, fazlasıyla uzun. Uzun boylu bir kadın olmama ek ayağımdaki topuklularla bile başım çenesine denk geliyordu. Sırık herif yine bir konu bulmuş sinirimi bozmuştu. Adam ağzını açmadı Alaca. Ne yapabilirdim ??? "Gerekirse Eraslan. O kapıyı kırarım. Ya da içindekilerle birlikte yakarım. Ama oraya girerim. Ve sen." dediğimde baş parmağımı göğsünün ortasına koydum. Bastırdım. "O ağzını açıp da tek kelime edemezsin. Anladın mı ?"

Bakışlarında anlık bir duygu yakaladım ama hemen düzeltti ifadesini. Hayranlık. Evet bakışlarında anlık bir hayranlık kırıntısı yakalamıştım. Aramızdaki bit adımlık mesafeyi kapattı. Parmağım baskısını kaybetmiş ama öylece aramızda duruyordu. Başını bana doğru eğdiğinde bakışlarımı gözlerinde sabit tutmaya çalıştım. Nefesi yüzüme vuruyordu. Sıcaktı. Fazla sıcak. "Yakarım." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Yakacağın ateşte yakarım seni Melina. Tek bir külün dahi kalmayana kadar yaparım bunu." Acımasızdı biliyordum. Ama o acımasızsa ben de kurnaz bir kadındım.

Başımı kaldırdım. Gözlerimi gözlerine dikmişken onun gözleri anlık, çok kısa bir anlık dudaklarıma kayıp tekrar alacalarıma karıştı. Dudaklarımı araladım. "Siktir git ordan." dediğim gibi üç adım gerileyip yüzüne baktım. O biçimli, hataları belirgin yüzünün her bir milimini saliseler içinde taradım. "Kapının yerini biliyorsun. İyi geceler Eraslan." Arkamı dönüp topuklularımın üzerinde ilerlerdim ve. "Sıraç'a selamımı ilet mutlaka. Eski dostuma kıyamadığımı da eklersin." deyip merdivenlerden kendi odamın olduğu kata indim. Orada ister put gibi kalsındı ister defolup gitsindi. Umurumda değildi.

Odama girip kapıyı sertçe kapattım. Sesini duyduğuna emindim zira kapanırken çıkardığı ses bir minik yüzümü buruşturmama sebep olmuştu. Üzerimdeki elbiseden kurtulup kısa bir duş alıp giyinme odama girdim. Bornozumun sıkı ipleri belimdeyken çekmecelerimden birini açıp içinden iç çamaşır ve lacivert gecelik takımımı aldım. Haftalardır ara ara yağan yağmurdan dolayı hava hala serindi. Ve sanırım ben de hasta oluyordum. Üzerimi giyinip saçlarımı kurutarak içeri geçtim. Kabarmaması için örmüştüm. Saçlarımın ucuna taktığım toka gevşekti, her an düşecek gibiydi ama o da umurumda değildi.

Vücudumda derin bir yorgunluk hissediyordum. Sürüyen adımlarım yatağıma ulaştığında yorganı aralayarak içime girdim. Üzerimi örttüğümde yatakta vücudumu cenin pozisyonuna getirdim. Gözlerimi kapatıp yanıbaşımda yanan lambam eşliğinde uyumaya çalıştım. Ellerim iki bacağımın arasında duruyordu. Genelde uyurken cenin pozisyonunda yatardım. Rahattım bu şekilde ve öyle dağınık falan da yatmazdım.

Her şey bir yana koca oda da bir ben vardım. Karanlıkta uyumayı tercih etmiyordum. Son altı yıldır. Bilincimin yavaş yavaş benden uzaklaştığını farkındaydım. Yoksa gözümün önündeki babam gerçek hayatta yoktu. Ve onu ancak rüyalarımda görebiliyordum.

Artık tamamen rüyada olduğumu biliyordum.

Gözlerimin önünde duran iki adama bakıyordum. Bora Alp Eraslan ve Yaman Ali Yalaz...

Bir yanda hayatımın belirli bir kesiminde olan ve beni de kardeşini de bir abi gibi koruyan Bora Alp bir yanda dünyaya gelme sebebim olan babam. İkisi öylece karşımda durmuş baka bakıyordu. Gülümsedim. Alacalarım babamın üzerindeydi. Fakat keskin kahvelerin üzerinde olduğunu ezbere biliyordum. "Baba." diyen sesim çatallaşmıştı. Bir adım attım onlara doğru. "Baba." Attığım adım olduğu yere çakıldı. "Baba !"

Nefesimin kesildiğini hissettim. Babam bir kez daha gidiyordu. Kalbine saplanan kurşun yarasına kaydı bakışlarım. Babamın yüreği kanıyordu. Adımlarım mıhlanmıştı olduğu yere. Kıpırdayamıyordum. Alacalarım dizlerinin üzerine çöken babamın yanıbaşında durup bana bakan kahvelere döndü. İfadesizce bakıyordu yüzüme. "Alp !" diye bağırdım son gücümle. "Bir şey yapsana ne bakıyorsun !?" Yapmıyordu. Duruyordu öylece. "ALP BİR ŞEY YAP ÖLECEK !" Duymuyordu sanki beni. Gözümden akan yaşların farkındaydım fakat şimdi de ellerim kitlenmişti. Ayaklarım da kollarımda kalkmıyordu. Bakışlarım yere düştü.

Bileklerime sarılan siyah kelepçeler vardı. Aynı kelepçeler iki yanımdan ellerime bağlı onlarda zincirlerle yere bağlıydı. Üzerimde beyaz bir elbise vardı. Hayır kana bulanan beyaz bir elbiseydi bu. Alacalarım tekrar babama döndüğünde o da bana bakıyordu. "Baba !" dedim acıyla. "Yine değil. Tekrar değil." Sözlerim boşunaydı. Biliyordum yine gidecekti. Zira bu kabus her gece olduğu gibi yine aynıydı. Değişmeyecekti. Her gece babam göğsünden vuruluyordu. Her gece o bana 'Beni vurduğun kurşun babamın kalbini deldi.' diyordu. Aynıydı. Sonu hep aynıydı.

Her gecenin sonunun aynı olduğu gibi bu kabusun sonu da her gece aynıydı.

Bileklerimden zincirlerle yere bağlanan ellerimin çekmekten kanadığını görüyordum ama durmuyordum. Kabusta acıyı hissetmediğim için daha çekiyordum bileklerimi. Ve yine aynı şey oldu. Kopan zincir değil ellerim olmuştu. Hissetmediğim acının haykırışları boğazımı yırtarcasına göğe karışırken adımları tam önümde durdu.

"Bitecek." dedi teselli eden sesine aksi olan nefrete boğan ifadesiyle. "Geçecek Alaca. Geçecek."

Bora Alp Eraslan bana bir tek kabuslarımda ismimle seslenmişti. Yalnızca kabuslarda...









•••🌙•••

İtalya

Sayelerin gelişi yaktıkları alevden belli olurdu. Kor ateş ardında yanarken gölgesi vururdu yere insanın. Sivri topuklularımın üzerinde zaten yaktığım ateşin alevini harlamak için yürüyordum. Üzerimdeki siyah kürkün altında olan; bordo, dar, göğüsten başlayıp diz kapalarımın altında biten elbisem ve dudağımda elbisemle benzer tonlarda bordo rujum ile yangına odun atmaya gidiyordum. Bugün burada olduğumdan kimsenin haberi yoktu. Bir tek ben ve büyükannem biliyorduk zira beni buraya yollayan kendisiydi.

Siyah limuzinde yolun bitmesini beklerken elimde tuttuğum kadehteki viskimi yavaş yavaş yudumluyor camdan İtalya'nın caddelerini izliyordum. Buradaydım çünkü olmam gerekiyordu. Buradaydım çünkü babamın koltuğuna göz dikenlerin gözlerini oymalıydım. Yeterince kaçmıştım gerçeğimden. Sözde elimi pis kanla yapılan koltuğa değdirmeyecektim. Sözdeydi zaten. Çünkü maskelerdi. Herkes, büyükannemde dahil benim Borya'ya dönmemekte kararlı olduğumu ve asla dönmeyeceğimi sanıyorlardı. Hayır, oyun onların istediği gibi değil benim oynattığım gibi ilerliyordu. İpleri benim parmaklarım arasındaydı fakat onlar kukla olduklarını bilmeden sahnede rol kesmeye devam ediyordu. Edebilirlerdi. Herkes kördü bu gerçeğe çünkü dikkatlerini başka bir tarafa çekmiştim. Maskelerim bitmiyordu. Bitmeyecekti.

Fakat o. Onun oyunumu farkında olduğuna adım kadar emindim. Oyunumun bitmesini ve son düzlüğü görmeyi bekliyordu. Son düzlük diye bir şey yoktu. İşte o bunu bilmiyordu. Oyun bitmeyecekti. Ben yaşadığım müddetçe, Melina var olmaya devam ettikçe bu oyunun sonu gelmeyecekti. Ve o bunu anladığı gün kurallarıma göre oynamayı öğrenecekti.

"Bu kadar düşünüp nasıl hala tımarhaneye kapatılmadığını merak ediyorum." Yanımda oturan e dakikalardır burada neden olduğumuzu sorgulayan huysuz Victor'a ters bir bakış attım. Evet, haklıydı çok düşünüyordum. Fakat düşünmemek gibi bir lüksüm yoktu. İhtimaller, yaşananlar düşüncelerimin iplerini ellerine almış sıkıyorlardı.

Elimdeki viskinin son yudumunu diktim. Yoğun kıvamını seviyordum. "Tımarhaneler benim ondan." dediğimde ofladı. Dönüp baktım haline. Sarı üç numara yandan çizikli saçları ve lacivert gözleriyle geniş koltuğa yayılmış elindeki sigarasını içiyordu. Arabamdan içmesinde bir sorun yoktu çünkü benimde diğer elimde sigaram duruyordu. Araç akan yolda ilerlerken sigaramdan bir nefes çektim. Anlık bakışlarım ince parmaklarım arasında duran sigaraya kaydı.

Düşüncelerimden bölen ise Victor oldu. "Kızmazdı Alaca." dediğinde bakışlarım sigaradan ayrılmadı. "Baban olsa kızmazdı çünkü bu derdi sırtlandığın için içiyor oluşunu bilirdi."

Başımı iki yana salladım ağırca. "Kızsaydı. Yanımda olsaydı ama kızsaydı Victor." Bakışlarımı ona çevirdim. Bakıyordu. Babamı en az benim kadar seviyordu o da. Tekrar sigaramı içmeye devam ettim. Yol bitene kadar üç dal bitmişti. Üç dal daha ciğerlerimi zehirlemişti. Limuzin durduğunda Victor koruma edasıyla inip kapımı açtı. İnce topuklularımın üzerinde durduğumda her zamanın aksine jilet gibi dümdüz saçlarım esen ılık rüzgarla salındı. Önünde durduğumuz koca bina Borya'nın İtalya koluydu. Hakkında ölüm kararı çıkan bir üye olsam da babam Yaman Ali Yalaz'dı. Gireceğim her kapıyı aralayan yanımda olamasa da yanımda olan babamdı.

Victor arkamdan gelirken diğer korumalarım da onu takip ediyordu. Koskoca ve siyahlarla kaplı binanın kapısından girdim. Her detayıyla siyah olan ortamda tek renk bendim. Adımlarım boş ama her yanı kameralarla dolu koridorda ilerlerken hedefimde sondaki iki yandan açılan büyük gerçek anlamda büyük olan kapı vardı. Her şey on metrelik kapının ardındaydı. Gerçek Borya oradaydı. O iki kapının ardında...

Adımlarım önünde altı korumanın beklediği kapının önünde durduğunda onlar önce bana ardımdan diğerlerine baktılar. Ve kapı açıldı. Büyük kapı iki yana açılıp bana alan sunduğumda ilk adımı attım. Üçüncü adımımda artık tamamen içerdeydim. Ben ve bana dönen birden fazla bakış vardı.

Ellerimi iki yana açtım. Alacalarımı ise herkesin aksine tek bir kişiye kilitledim. Bora Alp Eraslan. "Herkese merhaba." dediğimde öfkeden kızaran kahveler alacalarıma dalmış ve boğuluyordu. Görüyordum. "Evet beni hepiniz adınızdan daha iyi tanıyorsunuz. Artık buradayım. Ben. Alaca Yalaz. Yaman Ali Yalaz'ın tek varisi. Alaca Yalaz. Sizin deyiminizle Melina."

Buradaydım. Her şeyi yeniden yazmaya gelmiş fakat onların bildiklerini silerek bunu yapacak olandım. Yandığı alevde yakacak, yaktığı kadar da yanacak ve kıvranacak olandım. Günahı sırtlanacak, günahla yıkanacaktım.

Ben Alaca. Küllerinden doğan zümrüdüanka misali yeniden ayağa kalkan ve attığı her adımda yeri göğü inletecek olandım.

Ve O. Eraslan. Kaderime ipini dolayacak olandı biliyordum. Bilmediğim ise kaderimin ipi boğazımı sıktığında nefesimi kesip kesmeyeceğiydi. Ya ölecektik ya yaşayacaktık. Belki de...

Aşık olacaklardı ya da birbirlerinin sonları olacaklardı. Fakat bunu kimse bilemezdi. Kader bile...












HELLLOOOOĞĞĞĞ BALLARIMMM

İkinci bölümümüzle geldik sizlere. Evet. farkındayım işler karışık fazla şifreli konular dönüyor ama yakında oturacak her şey. Herkes nefretlerinin nedeni ne diyor. Yakında onu da öğreneceksiniz. Her şey sabırla gelir. Sabredin gelelim şdmdşddmşdk neyse benim minnaklarım sizi öpüyorum. Diğer bölümde görüşmek üzereeee.

[Bölümü nasıl buldunuz ?]

[Borya'da neler olacak ?]

[Alaca sizce neden Bora Alp'ten nefret ediyor ?]

[Pekiii neden Bora Alp Alaca'ya ismiyle hitap etmiyor dersiniz ?]

[SAYE]

Continue Reading

You'll Also Like

97.5K 3K 30
[ONGOING 🔞] #8 insanity :- Wed, May 15, 2024. #2 yanderefanfic :- Sat, May 18, 2024. After y/n became an orphan, she had to do everything by herself...
189K 4.2K 57
Querencia (n.) a place from which one's strength is drawn, where one feels at home; the place where you are your most authentic self... twilight...
12.3M 287K 76
[Completed novella: Imperial Monarchy- starting from chapter 63 where the mafia king ended.] A/N: besties, if u choose to read this story, know that...
158K 949 31
spoiler "Berani main-main sama gue iya? Gimana kalau gue ajak lo main bareng diranjang, hm? " ucap kilian sambil menujukan smirk nya. Sontak hal ter...