ÖTEKİ

By Leeseaa

100K 19K 10.3K

Sisin kenarındaki kalede büyüyen Mira, herkesin aksine karanlıkta onu yutmayı bekleyen canavarlardan korkmuyo... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm
57. Bölüm
58. Bölüm
59. Bölüm
60. Bölüm
61. Bölüm
62. Bölüm
63. Bölüm
64. Bölüm
65. Bölüm
66. Bölüm
67. Bölüm
68. Bölüm
69. Bölüm
70. Bölüm
71. Bölüm
72. Bölüm
73. Bölüm
74. Bölüm
75. Bölüm
76. Bölüm
77. Bölüm
78. Bölüm
79. Bölüm
80. Bölüm
81. Bölüm
82. Bölüm
83. Bölüm
84. Bölüm
85. Bölüm
86. Bölüm
87. Bölüm -Final-
Özel Bölüm

44. Bölüm

1K 198 70
By Leeseaa

Shade, Jeff ve Greg'le geçen on gün.

Sürekli çalışıyordum. Jeff ile kılıç tokuşturuyordum, Greg ile ok atıyordum, Shade ile gölgelerin içinden fırlayan draak'larla nasıl baş edeceğimi öğrenirken bir yandan hançerimi daha hızlı sallamaya çalışıyordum.

Ustalaşmıştım. Ruh eşimden mi kaynaklıydı, yoksa anahtarın kendisini koruması için bahşedilen o güçten mi bilmiyordum ama bir insandan çok daha farklı hissediyordum. Sıradan bir draak'a karşı bile yenilmez.

Evet, Shade'in tabirleri bu yöndeydi.

Eşlik bağını Zade'in ağzından duyduktan sonra onunla neredeyse konuşmamıştım. Bu beni öldürüyor muydu? Belki biraz. Ama katlanılabilirdi. Yemeğimizi birlikte yiyorduk, bahçede dolaşırken onunla denk geliyordum. Birbirimizi görüyorduk ama iletişim kurmuyorduk.

Ne onunla ne de generallerle eşlik hakkında bir daha konuşmuştum. Zaten aramızdaki konuşmaları az çok tahmin ediyor olmalılardı. Zade bana açıklayabileceği en iyi şekilde açıklamıştı, benim hislerimin neyden kaynaklandığını göstermişti. Daha fazla didiklemeye gerek yoktu.

Gece vakti Zhaur ve Ulkos'un parmaklıklarının önünde oturuyordum. İçeriden nefes sesleri geliyordu ve birisi sırtıma yakıcı şekilde üflüyordu. Sanırım Zhaur'du. Zade Ejaronn'un laflarına hâlâ kulak asmamıştı. Köpekler buradaydı, o Çukur'a gitmemişti.

Jeff'ten öğrendiğime göre o kapılar açılmadığı müddetçe Ejaronn tanrısal bir rahatsızlıkla kıvranıyordu. Çukur'a istediğinde girebilmeliydi ama Zade onu dışarıda bırakmıştı. Köpekler de yoktu...

Köpekler niye orada değildi ki?

Elimdeki hançeri sağa sola çevirirken Ulkos da ayağa kalktı. Zincirler arkasından sürükleniyor, çirkin bir ses çıkarıyordu. Aynı şekilde parmaklıkların önüne yattı. İki tarafımdan Çukur'un nefesini üflediler.

Sıcaklığa ve kokuya dayanamayıp ayaklandım.

Bu Çukur köpekleri bana içgüdüsel olarak hırlıyordu ama bir kere bile rahatsız olacağım mesafeye girmemişlerdi. Sadece... yemek borusundan düştüğümde ölümle burun buruna geldiğime inanmıştım. Zade onların bana hiçbir şekilde dokunmayacağını söylemişti. Anahtar ve bu iz yüzünden mi, yoksa eşi olduğum için mi diye artık düşünmüyordum. Eşi olduğum içindi.

Ulkos ve Zhaur başlarını pençelerinin arasına yaslamıştı, dışarıya bakarak uyukluyorlardı. Zincirleri parlamıyordu, ikisi de yeterince sakindi.

Arkamda sıcaklık hissettim. Daha sonra omzuma doğru eğildi, izin üzerine nefesi çarptı ama köpeklerine bakıyordu.

"Akşam neden aşağıda değildin Camira?"

Bu akşam yemeğini Cooper'dan istemiştim. "Uyuyordum." On gün sonra bana sorduğu ilk soruydu. Zade'i tanıyordum, hiçbir şey olmamış gibi gelip birden konuşabilirdi. Ben de aynı şekilde davranıyordum. Elimdeki hançere baktım. "Bana bunu neden verdin?"

Omzumun orada derin bir nefes çekti. "Çünkü eşit olmalıydık." Dalgınlaştım. "Beni öldürebilmen gerekiyordu. Yapmayacağını bilsem bile öldürebileceğin bir parça elinde olmalıydı."

Eş olduğumuzu bildiğim için artık çekinmeden söylüyordu.

Bir adım öne atıp ona dönerken hançeri belime sıkıştırdım. "Köpekleri hâlâ yollamamışsın. Bunu yapman gerekiyordu."

Şüpheyle bakışları kısıldı. "Hayır, sormak istediğin bu değil."

Matta. Fark etmesinden nefret ediyordum. "Neden buradalar?" diyerek düzelttim. "Sen burada olsan bile bu köpekler Çukur'a ait."

"Hayır, o köpekler bana ait. Benim bekçilerim, Çukur'un bekçileri değiller. Çukur'un asıl sahibine itaat ederler." Zhaur ve Ulkos'a baktı.

Demir kapı zangırdadığında onlar başını kaldırdı, ben irkildim. Zincirler koptu. İki köpek sakin adımlarla silkinerek dışarı çıktı. Sağımdan ve solumdan geçtiler. Kitaplarda yazan bedenlerinde olmadıkları müddetçe onlara bakabiliyordum.

Alışmış da olabilirdim.

Veya eş olduğumu daha net kavramam bana onların yanındayken güvende hissettiriyordu.

Zincirler ayaklarımızın yanından sürüklenene, köpekler ağaçlara gidene kadar Zade beni izledi. "Onları orada bırakamazdım. Burada kendi bedenlerinde bile değiller. Onların aklı bir insanın aklından bile geniştir Camira. Kalmalarının bedelinin zincirler ve bir kafes olacağını biliyorlardı. Çukur'a gidebilirlerdi ama burada olmayı tercih ettiler çünkü ben buradayım."

Böyle düşünmemiştim. "Bir sebepten dolayı Çukur'dan çıktığını, burada yaşadığını tahmin ediyorum zaten ve... bilemiyorum, Ejaronn'u veya Döngü'yü sinirlendirmek için köpekleri burada zorla tutuyorsun gibi gelmişti."

Kıkırdadı. "Hayır, o kadar değil."

Köpeklere doğru dönerken yürümemi işaret etti. Sanırım birbirimize katlanabildiğimiz dozu aşmayı planlıyordu. Ormana açılan patikaya gitmedik, bahçenin çevresinde dolaşmaya başladık. Konuşmak istemiyordum ama aynı zamanda çok istiyordum. On günlük sessizliğime biraz olsun mola verecektim ama sakladığı sırrı affetmeyecektim.

"Doğduğumda zincirlendiğim yer Çukur'du." Öyle bir itirafı öyle bir hızla söyledi ki adım atamadım. Durduğumu ikinci adımında fark etti. Suratına aval aval bakıyordum. Dirseğimden tutup ilerlettiğinde yanından devam edebildim. "Evet, Camira... Çukur'un sahibi bir zamanlar Çukur'a fena zincirlenmişti. Ama ruhların olduğu bir bölge değil. Çok farklı. En ücrası. Ne yıldız var ne de hava. Başını kaldırdığında hiçbir şey göremezsin ama hiçbir şey göremeyeceğini hatırlatmak için mutlaka bir aydınlık olur." Ellerini arkasında birleştirdi. Ayakları çıplaktı, bol bir pantolon ve üzerinde pelerinlerin hafif kumaşını andıran bir parça vardı, arkasından sallanıyordu. Uyumadan önceki halindeydi. "Köpekler Çukur'un sahibine itaat eder ama..." Koca bir nefes çekti. "Doğduğum an Çukur'un benim olduğunu ispatladım. Orası... bana aitti. Tıpkı köpekler gibi."

Annesi veya babası... kimdi?

Söyleyecek olsaydı az önce söylerdi, bu yüzden sormadım.

Çukur'un bir önceki sahibi ikisinden biri miydi? Mantıklı olan oydu, tanrılar ilk olarak kendi çocuklarından birisinin yerine geçmesini dilerdi ama düşündüğüm gibi işlemek zorunda değildi.

Zade, annesinin onu kilitlediğini söylemişti.

Derinlere indiğimde... Kasabada, daha general olduğunu sandığım ilk günlerde onunla uyumuştum ve uykusundaki dumanların içine hapsolmadan önce fısıldamıştı. Ulkos, Zhaur.

Kabuslarında bu isimleri söylüyordu.

"Zinciri ben kırmadım." Köpeklerine baktı. "Onlar kırdı. Bir de Zenin. O saatten sonra Çukur benimdi."

Onu ceketinin ucundan tutup durdurmak zorunda kaldım. "Tanrıların kuralları böyle değil. Yeni bir tanrının kudretle doğması için ilk olarak yerine geçeceği kişinin ölmesi gerekiyor."

"Öldü zaten." dedi kaşını kaldırıp. Köpeklere yedirmesinden bahsetmiyordum. "Leratria'da her şey düzeniyle işlemiyor Camira. Neler dönüyor bir bilsen. Muhtemelen insani kaygıların çok daha dışındadır. Muhteşem bir düzen olmalıydı ama yok, hiç olmadı. Tanrıların sesi çıkar, hem de hepsi üst üste konuşur. Yani kuralların dışına hep çıkılıyor. Bozulmaması gereken katı kuralları kırmaya kimse cüret edemez orası ayrı." Zhaur tepesinden uçan bir kuşu yakalamak için atladığında Zade tebessüm etti.

Ufacık hareketi inanılmaz içten görünüyordu.

"Onlar hepimizden yaşlı. İtaatleri ise bana ait. Beni yarattılar, bana bağlandılar. Köpekleri asla bırakamam."

Zenin...

Zinciri kıranlardan birisi Zenin'di. Ölü demişti ve öyle olduğundan emindim, sırtındaki iz kaybolmuştu. Hangi deli, Rhuzhar'ın köpeğini öldürürdü? Eceliyle ölecek köpekler değillerdi ve Zade o gün Zenin derken özlemle dolduğu kadar intikamla da yanmıştı.

Fark etmiş gibi "Derinlemesine düşünmeyi sevmediğim bir konu." dedi. Kısaca başka soru sorma çünkü açıklamayacağım demekti.

"Leratria?"

"Ne olmuş Leratria'ya?" Sesi pek hoşnut değildi.

Bahçedeki turumuz tamamlanana kadar bir şeyleri öğrenmeye ve bir şekilde canlı kalmaya çalışıyordum. Konuşkan havasındaydı ve durum ne kadar kötü olursa olsun, ne kadar kırgın olursam olayım, bunu değerlendirirdim. "Çukur'da yaşadığını sanıyordum."

"Genel olarak." diye mırıldandı. "Oradan çıkmayı pek sevmiyordum. Leratria tam bir kargaşa." Herhangi bir şey onu zar zor ürpertirdi. Parmağıyla gökyüzünü işaret etti. "Orada. Çukur da orada."

"Çukur aşağıda."

"Hayır, Çukur yukarıda." İtiraz eder gibi ağzımı açtım ama kime nereyi anlatıyordum? Fark etmiş olmalıydı ki güldü. "Gökyüzündeki Yuva ve insanlık arasında. Görebileceğin bir yerde değil Camira, yıldızları incelemeyi kes."

"Bu bilinen bir şey mi?"

"Evet, bazıları tarafından ama senin kalende bu bilgilere yer yoktu. Nerede olduğunun önemi yok, Çukur Çukur'dur ve kaçışı yoktur." Öbür tarafa döndük. Ulkos bizi bekledi, arkamızdan ilerlemeye başladı. "Oradan çıkıp Leratria'da kalmak zorundaydım. Yuva işte bu kadar büyük," Yine tepeyi işaret etti. "herkese ait bir ev var. Benimki genellikle boş kalırdı. Çukur'u tercih ediyordum."

"Ejaronn Çukur'da mı kalıyor?"

"Niye onu soruyorsun?" Refleks gibi söylediğini benimle aynı anda fark etti. İç geçirdi. "Hayır Çukur'da kalamaz ama istediğinde içeri girebilir. Leratria'dadır. Tahmin et nerede, evimin hemen yanında konaklıyor."

"Ondan hoşlanıyor musun, hoşlanmıyor musun?"

"İğreniyorum." dedi kusacak gibi. "Ama güvenilir."

Çok değişik bir ilişkiydi.

Hele ki kıçını kıçıma diktiler diyen iki tanrı için oluşabilecek en enteresan bağdı. "Kapıyı açmaya gitmen gerektiğini söyledi. Ne kadarlık bir süreden bahsediyor?"

"Kısa."

"Evin içi güvenli değil mi?"

"Güvenli. Kimin girip kimin çıkacağını ben seçerim."

"O zaman?"

Önüme geçip durdu. Başını yana eğdi. "Seni bırakamam Camira." O kadar yumuşak bir tonla söyledi ki bir an bağdan bağımsız konuşuyor sandım.

"Diethar'ın şenlikleri ve alanları güvenli. Ev değilse bile orası güvenli."

"Olabilir ama ben seninle aynı toprağa basmıyor olacağım. Ne kadar uzak, o kadar zor. Çift taraflı bir bağ. Çukur'a gidersem aynısını sen de hissedersin." Ben zaten boğuluyordum, daha beterini yaşasam bile artık düşündüğüm kadar etkileyici olmazdı. "Gidecek olursam Ejaronn'u çağıracağım. Burada tek başına duramazsın."

"Beni şenliğe bırak."

"İmkansız." Köpekler haydi der gibi nefes üfleyince tekrar hareketlendik. Peşimizden ayrılmıyorlardı. "Şenlikteki üç saniye kuralından veya seks partilerinden ötürü değil. Diethar'ın yanına gelme ihtimalinden ötürü."

"Anlamadım."

Söylemek istemiyor gibi görünüyordu. "Cinsellik tanrısı." İçine içine konuştu. "Seni etkilemeye çaba sarf etmez, araya girmeye cüret edemez. Ama yine de etkiler. Bu onun elinde olan bir şey değil."

Biraz midem çalkalandı, biraz da uygunsuzlukla utandım. "Bu..."

"Eşimsin." Net bir sesti. "Her konuda eşimsin."

Şimdi gerçekten boğuluyordum işte.

Aklıma gelmemesi gereken görüntüler akın edince ne köpeklerine ne de kendisine bakabildim. Çevresinde döndüğümüz malikaneye gözümü diktim. "Sana bağlı değilim."

"Evet, öylesin." Gerçek anlamda eşim değildi ve... aramızda isteğimizle oluşturduğumuz bir bağ bulmak imkansızdı. "Aklından bile geçirme. Gerçi geçirsen ne olacak, miden kaldırmaz." Çift taraflı bir bağ olduğunu hatırlatma gereksinimi duymadım çünkü kendisini de kapsayan biçimde söylemişti. "Yine de Diethar konu dışı."

"Kalın zincirlerim olmasaydı, bir eşim olmasaydı, sadece bir insan olarak kalsaydım bile dediğin kadar iradesiz olduğumu hiç düşünmüyorum."

Kıkırdadı, gülmesin diye burnunu kaşıyormuş gibi yaptı ama saklayamadı. "O bir tanrı."

"Olabilir."

"Coşkunun, şarabın ve cinselliğin tanrısı. En çok bilinen üç ismi. İsterse beynini pelteye çevirip sana adını unutturabilir Camira. Ona güveniyorum ama sen nasıl ona karşı koyamıyorsan o da olduğu kişiye karşı çıkamaz."

O şenlikte Diethar ile saniyelerce bakışmıştım ve geçen saniyeler boyunca derim vücudumdan sökülüyormuş gibi hissetmiştim. Yüzü değil, bedeni kafama akın etmek ister gibi görünmüştü. Bilerek yaptığını sanmıyordum, kendim de bilerek yapmamıştım. O zamanlar da Zade'in ruh eşiydim ama... bir akıma kapılmıştım işte.

"O gerçek bir beğeni değildi."

"Değildi çünkü benden başkasını gözün görmüyor." Tepemizden şimşekler çakıyormuş hissettim, yerime mıhlandım. Neden gülerek söylememişti? Bu kadar garipsememi garipsedi. "İstersen bin yıl yaşa Camira, görüp görebileceğin en yakışıklı erkek olarak kalacağım. Eşin senin gözünde budur."

Çift taraflı bağ.

Camira.

Boğazımı temizledim, biraz arkasından devam ettim çünkü suratımı görsün istemiyordum.

Fakat yanılıyordu.

Bin yıl yaşasam, hiçbir bağ olmasa, yine aynı düşüncelere sahip olurdum. Onu gördüğüm ilk an da kendime itiraf etmiştim, doyulamayacak bir suratı ve vücudu vardı. İlk defa bağa suç atamıyordum.

"Bana söylemeliydin." Bir kere daha tekrar etmeden duramadım.

"Hiçbir şey değişmeyecekti."

"Bu bağ sandığın kadar kuvvetli değil." Bana döndü. "Eğer öyle olsaydı benim yerime karar vermezdin."

"Camira,"

"Bir tanrıyla eşit olamayacağımı biliyorum zaten. Lütfen... bu mümkün bile değil. Her konuda denk olamam ama ruh eşimsin demek çaba harcamayacağın bir konuydu. Eşin olduğum için bana iyi davran, bana anlat ve bağın getirdiklerini yap demiyorum. Tanrılar biliyor, ben bu bağı istemiyorum." İtiraf etmek git gide güçleşiyordu. "Açıklamanı beklerdim çünkü ikinci sandığı sen beni zorladığın için açmadım. Sana güvenmeyi kendim seçip açtım. Aradaki farkı anlayabiliyorum Zhaal, o bağdan ötürü yaptığım bir şey değildi. Sen de en azından benim yerime karar vermeyerek güvenimi boşa çıkarmamış olurdun." Elimi salladım. "Her neyse, iş işten geçti."

"Benden hoşlanmaman ayrı, bana gerçekten kırgın kalman çok farklı. Aklımı sarsıyorsun."

Gönlümü almak istiyordu.

Lakin bunu bağdan ötürü yapmaya çalışıyordu. Eğer gerçekten pişman olduğunu bilseydim belki...

"Sana sormam gereken binlerce soru var hem de hepsi benimle alakalı. Bilmem gereken, kendim için öğrenmem gereken şeylerden bahsediyorum. Artık sormadığımı göremiyor musun? Sana duyduğum sonsuz güvenden ötürü değil. Açıklama alamayacağımı bildiğim için, belki de... Rhuzhar olsan bile öğrenmem gereken dev bir bilgiyi benden saklamayacağına inandığım için." Tüm samimiyetimle konuştum. "Ruhumu bağlamışsın Zhaal. Fark bile etmedim. Bencillik edemezdin. Diethar'ın ortaya çıkmasından önce bana söylemeliydin. Hem gerçek kimliğini hem de neden sana..." Kelimeyi kullanmak istemedim ama ikimiz de içimizde hissediyorduk. "Kapıldığımı sebepleriyle öğrenmeliydim."

Köpekler yanımızdan geçip bizi yalnız bıraktılar. Zade gözlerimin içine bakıyordu. "Ruhları okuyabiliyorum Camira." dedi sessizce. "İnsanların içine inmeden önce, her ruhu okuyabiliyordum. Tüm korkularıyla, istekleriyle... hayallerinin içine kadar dalabiliyordum. En korkunç olanları, en masum olanları... tüm duygularıyla seçiyordum. Neredeyse hepsi aynıydı, yaşayanları korkutan en büyük dehşet bir gün Çukur'a düşecekleri ve benimle tanışacak olmalarıydı. Beni göremeseler bile orada olacak ve tüm varlığımı hissettirecektim. Rhuzhar. Adımı kullanmazlar bile." Dudaklarıma bakışları indi. "Adımı söylememin hemen ardından eşim olduğunu, sonuna kadar benim dibimde yaşaman gerektiğini açıklasam ne hissedecektin?"

"Çıldırırdım." İtiraf ettim. "Ama doğruyu söylediğin için düşündüğün kadar çileden çıkarıcı olmazdı."

"Kalede kaldığın günlerde adımı andın mı?" Sakince konuşuyordu. "Bir tapınağım var mı Camira?" Gözlerimi kaçırdım ama bu her tanrıya ait olan tapınaklara onun sahip olmamasından kaynaklanıyordu. "İnsanlar Ejaronn'a seslenirler. Ruhlarını almaya gelmemesi için, ömür dilenmek için. Daena'ya giderler, aşk için. Nhaum'a koşarlar, denizci eşlerine tekrar kavuşabilsinler diye. Hepsi bedelin farkındadır, bu yüzden benden ancak merhamet dilenirler ama etmeyeceğimi bilirler."

Ejaronn'un tapınağı kaleye bağlı topraklarda bile vardı. Ama Rhuzhar? Ona ait birkaç tane olmalıydı ama insanların gittiğini bile sanmıyordum. Merhamet dilenmezlerdi çünkü etmeyeceğini bilirlerdi. Bu yüzden Ejaronn'a sığınırlardı. Rhuzhar'la mümkün olduğunca geç tanışmak için.

"Bu tanrının eşi olduğunu senden sakladığım için beni suçlayamazsın."

Boğazımdan bıkmış gibi nefes üfledim. "Daena'ya palavracı diyordun, asıl palavracı sensin." Kaşlarını çattı, ben usandım. "Sözlerin öncekilerle örtüşmüyor Zhaal." Onun dediklerini tekrar ettim. "Adımı sen biliyorsun, herkesin gördüğünü görmüyorsun, korkma benden, beni tanıyorsun... Sözlerine inanıyordum. Ama şimdi bunların hiçbirini söylememişsin gibi sana nasıl açıklardım diyorsun. Tanrılar aşkına, kim asırlardır yaşıyor? Sen mi, ben mi? Yalanları örtbas etmeye çalışma, artık yemiyorum." Uykumu tamamen kaçırdı.

Bir şey söylemek için dudaklarını araladığında parmağımı kaldırdım.

"Bahçede biraz daha yürüyeceğim. Yalnız. Zincirim o kadar sıkı değildir herhalde."

Bekledi, bekledi... başını hafifçe eğip ıslık çaldı ve köpekleri topladı. "Sabah aşağı in."

Arkasından homurdandım. "Emredersin."

Zade, Zhaur ve Ulkos gidene kadar yerimden ayrılmadım. Demir kapının kapandığını, zincirin kilitlendiğini duydum ama ormanı izlemeye devam ettim.

"Matta," Gözlerimi devirdim ve kalan yolumu tek başıma tamamladım. Güvenli demirlerin kıyısından yürüdüm.

Ne istiyordum? Muhtemelen arkasından gitmek, kendimden nefret edeceğim kadar sıkıca ona sarılmak, kanımı vermek ve kanını almak. Peki yarın ne isteyecektim? Bunu yaptığım için hançeri çeneme saplamayı.

İki kere matta.

Yıldızlar yer değiştirdi, rüzgar git gide şiddetlendi. Zhaur ve Ulkos'un horlamalarını duyana kadar beş tur daha atmıştım. Patikanın orada durdum, hava soğuduğu için ellerimi kollarıma sürttüm. Ne kadar geç dönersem o kadar iyiydi çünkü yastığa başımı koyduğum an bayılıp uyurdum, düşünmeye fırsatım kalmazdı.

Dalgalanan yaprakları izlerken birkaç dakika daha öldürdüm. Sabahki sıcaklık hepten yok oldu, saçlarım öbür tarafa uçtu.

Rüzgarın tersine başımı çevirdim. "Mira," Beni ayıltmasın diye sırtımı döndüğüm rüzgar bana resmen fısıldadı.

Arkama döndüm, bahçenin her yerinde gözlerim dolaştı.

"Mira,"

Hayır, henüz delirmiş olamazdım.

Arkamdan birisi bana dokunduğunda atacağım çığlığı son anda tuttum. Hançeri ani refleksle tuttum ama yerinden çıkarmadım. Mesafe açmak için bir adım atıp başımı kaldırdığımda bembeyaz saçlar gördüm.

Kekeledim. "Tanrıça Melina," Başımı hafifçe eğdim ama o kadar. Gerisini yapmak istemiyordum. "Ben... şey, yani Zhaal şu an..."

Burada ne işi vardı?

Dudağının kenarı kıvrıldı. "Hayır, hayır." Elini salladı. Malikaneye doğru baktı.

O an Ulkos ve Zhaur parmaklıklara vurdu ve delicesine bağırdılar.

Melina'nın gözleri tekrar beni buldu. "Seni arıyordum Mira." Omzumdaki ize dokunduğu an rüzgar ağzımdan burnumdan girmiş ve beni boğuyormuş gibi hissettim. "Anahtarı elleyemem, yok edemem çünkü bir söz verdim. Ama anahtar kendi kendisini yok ederse yapabilecek hiçbir şeyim olmaz." Çocuksu bir saflıkla gülümsedi. "Zhaal beni görmemeli. Gerçekten... aklıma başka bir şey gelmedi. Mühürlü alanlara tanrılar bile giremez Mira. Acına kendin son ver çünkü tek başına Ejaronn'u bekleyeceksin."

"Ne?"

Yüzüme eğildi, rüzgar gibi fısıldadı. "Acı çekmeden önce acına son ver Mira. Kimse içeri giremez."

Hançere uzanamadan saçlarım havalandı, ışık gibi parladı.

Kör oldum.

Bedenimi taşıyan ayaklarım değildi.

Yere düşüyormuşum gibi hissettim, koca bir çığlık attım. Ayaklarım bastığında rüzgar da kesildi.

Hançeri çıkarıp elimi kaldırdım, karanlığın içinde hiçbir şey göremedim.

Taşlar ayaklarımın altında çatırdadı. O kadar havasızdı, o kadar kötü kokuyordu ki midem ağzıma geldi, parmaklarımı dudağıma bastırdım. Gözlerimin önüne düşen saçları hızlıca ittirdim, görmeye çalıştım. Lakin ne bir ses vardı ne de canlı bir şeye dair iz.

Belimden doğruldum, verdiğim nefes bile bana geri çarpıyordu.

O sırada iki meşale parladı. Bir adım öne çıkmamla aydınlattı. Tıpkı Zade'in isteği üzerine o kapıyı açtığımda olduğu gibi çevreyi bana gösterdi.

Taşlar... tepeme kadar örtülmüştüm. Ufacık bir mağaranın içindeydim ama çıkış yoktu.

Tepemden dökülüyorlardı, ayaklarımın altında ufalmışlardı.

Önümde ne kapı vardı ne de başka bir şey. Daralmaya başladım, boğuluyorum sandım. Kapalıydım. Tamamen.

Bir boşluk ararken usul usul döndüm, hançeri indirmedim. Meşalelerin parlattığı alana gözlerim değdiğinde hançer elimden kayıp gitti.

İki tabut.

Tabutlara işlenen farklı dillerdeki yazılar. Ama bir tanesini okuyabiliyordum.

General Fia Rhir Vhum'nhol,

General Mikas Ar'maar,

Ölü bedenleri tam karşımdaydı.

Mezarlığın içindeydim.

Continue Reading

You'll Also Like

119K 12K 23
Nora, karşısına çıkan bir kitabevinde eline aldığı kitabın tamamlanmamış olduğunu fark eder. Yaşadıkça yazılacak olan bu kitabın içinde Nora kendisi...
40.5K 6.3K 42
Vanessa, bir mucit ve çeşitli makineler icat eden bir makinisttir. Tüm dünyası babasından kalma köşkünden, bilimden ve hayat verdiği makinelerinden i...
298K 22.2K 52
WATTYS 2018 KAZANANI! (KAHRAMANLAR KATEGORİSİ) Hreak ayağa aheste bir şekilde kalktıktan sonra kenarda yayılmış geniş postları eğilerek aldı. Geniş...
144K 10.9K 25
Hani derler ya her ne olursa olsun hayat devam ediyor. Aslında devam eden hayat değil, bizleriz. Yaşananlar bizleri olgunlaştırmaz, olmamız gereken k...