LALELERİNDEN SERİSİ

By arssnoctis

8.7K 1.8K 23.9K

"İntikamın kokusu geliyor her cesetten, biz gerçeğiz ve bizde yalan yok." SE. Adaletin olmadığı bir ülke düş... More

LALELERİNDEN SERİSİ
SİYAH EMARE
1. KÜLLERİ
2. ÖLÜMÜN PARODİSİ
3. ÇOCUKLUĞUMUZ
4. BEYAZ ZAMBAK
5. ADALET ÇIKMAZI
6. ÖRGÜT LİDERİ
7. ACININ KRALI VE UMUDUN KRALİÇESİ
8. BULANIK ZİHİNLER
9. KANLI NOEL
10. ÖLÜM KOKAN TOPRAK
11. MATEM ÇİÇEKLERİ
12. YALNIZLIK
13. YALAN SAVAŞLAR
14. BİR MASAL KAHRAMANI
15. KIRGINLIĞIN TUTKUSU
16. MASUMLUĞUN OTOPSİSİ
17. MEKTUPLAR
18. MATEM ÇİÇEKLERİ
19. ATEŞİN PARÇASI
21. VİCDAN MAHKEMESİ
BEYAZ EMARE
BEYAZ EMARE: 1. SUSTUĞUN HER SANİYE

20. AZABIN ÇAĞRISI

140 23 315
By arssnoctis

Bu kitapta bahsi geçen karakterler, kurumlar ve olaylar her ayrıntısıyla kurgudan ibarettir ve kalemime aittir. İyi okumalar, canlarım.

Sehabe, Umut Çalmak




Seneler Öncesi...

Antalya'nın soğuk bir gecesiydi.

İki dost vardı. Birisinin kolu kırıktı, diğerinin bacağı. Birisi diğerinin kırık kolu oldu, diğeri de dostunun kırık bacağı olup onu daima ayakta tuttu. Kolu kırık olan Ayaz'dı, bacağı kırık olan da Umut Can. Ayaz, Umut Can'ı daima ayakta tutup onun dayanağı oldu. Umut Can'da Ayaz'ın umutlarıydı ve onun için daima savaştı.

Umutlar, kırılan umutsuzluk aynasının kırıkları arasında büyüyen ve yeşeren bir çiçek gibiydi.

Bugün yine deniz kenarına oturmuşlardı ve soğuk hava umurlarında değildi, fırsatını buldukça hep yapıyorlardı bunu. Etrafta kadınlar vardı, çocuklar oyun oynuyorlardı veya bazı adamlar soğuk havaya rağmen denize giriyorlardı. Ayaz ve Umut Can'ın olduğu kısımda ise pek kişi yoktu.

Umut Can birden gülmeye başladı. "Şu kadına baksana," derken Ayaz'ın kolundan tutup çekiştirdi ve kadını kafasıyla işaret etti. "Taş gibi."

Ayaz göz devirirken kadına bakma gereğinde bile bulunmadı. "Tanımadığın kadınlar hakkında böyle konuşman etik değil bence, ne biçim konuşuyorsun?" Umut Can yine tekrarladı kadına bakmasını, Ayaz'ın bakışları yine kadına yönelmedi. "Neden başka kadınları inceleme gereğinde bulunuyorum?"

"Oğlum oradaki kadın Eda lan Eda!" diye bağırdı en sonunda Umut Can. "Kendisine aşığımdır, ilk görüşte hem de."

Ayaz nihayet kadına baktı, Umut Can'ın o kadına aşık olduğunu biliyordu ama kadının Umut Can'a karşı beslediği herhangi bir his yoktu. Bunu da biliyordu.

"İlk görüşte aşka inanmam." dedi sakince. Aklında Hazal dolanıyordu. "Aşkın fark edilen bir duygu olduğuna inanırım."

"Aşıksın ama kime?"

Ayaz bakışlarını denize çevirdi. "Bir çift denizden göze." Yutkundu ve rahat bir nefes almaya çalıştı, başaramadı. "Kim bilir hangi erkeğin eli değiyordur yanaklarına, benim silemediğim gözyaşlarına kim dokunuyordur?" Umut Can'a baktı. "Onu kim güldürüyordur mesela, kim mutlu ediyordur? Kimi seviyordur? Umut Can..." Son kez derin bir nefes aldı, perişandı. Yanıp tutuşuyordu, bir kadın Ayaz'ı kendine delicesine aşık etmişti. "Kalbinde birisi var mıdır?" diye son kez sordu Ayaz, Umut Can ise gözlerini kocaman açmıştı.

"Kimden bahsettiğini anlamıyorum."

"Anlayamazsın." Elini kumlara koydu ve denizi izlemeye devam etti. "Çünkü senin aşık olduğun kadın yanı başındayken benim aşık olduğum kadın bana kilometrelerce uzakta." Omuz silkti. "Aşık olmak istemezdim." Umut Can aşkın güzel bir duygu olduğunu söyleyince Ayaz hiç oralı olmadı. "Aşk bazen sahtedir, Umut Can ve bu sahtelik kalbi delik deşik eder."

"Aşkın sahte mi yani?" Ne demek istediğini sordu Ayaz. "E kalbin delik deşik Ayaz, neden?"

Bir süre düşündü Ayaz, nedendi? Neden? Bu acıya ne sebep olabilirdi bu kadar, canını ne acıtabilirdi bu kadar, onun bütün dengesini ne şaşırtabilirdi? Bu kadar. "Keşke bana kollarını açsa," diye fısıldadı Ayaz. "Keşke onu ölesiye sevmeme izin verse, keşke bunca yıl sonra onun olmamı dilese." Umut Can'a baktı ve Umut'un şaşkınlığını izledi. "Ama nereden bilecek ki keşkelere hayatında yer vermeyen bir adamın keşkesi olduğunu?" Etrafında bakındı. "Ben aşık oldum Umut Can, bunu fark ettim. Bunu onsuz kaldığım her anın bana cehennem oluşuyla hissettim ve fark ettim. Ben aşık oldum, Umut Can. Ben, beni hatırlamayan ve belki de şu an başka bir adamın göğsünde yumuşayan bir kadına aşık oldum."

"Kimden bahsediyorsun lan?"

"Tanımazsın." deyip kestirip attı Ayaz. "Bir gün hayatıma girerse fark edersin hemen aşık olduğum kişinin o olduğunu."

Umut Can sustu, Ayaz da sustu. Çıt çıkmadı aralarından. Umut Can, aşık olduğu kadını seyrediyordu. Ayaz ise denizi çünkü o hep denizi seyredebilmişti, denizini değil.

"Umut Can." dedi Ayaz sessizliği bozarak. "Bana bir söz ver." Denizi izlemeye devam etti. "Senden önce ölürsem arkamda kalanları koru."

"Ölümden bahsetmesek mi?"

Yorgun gözleri Umut Can'a kaydı Ayaz'ın. "Kimi sever gider kimi üzer gider. Değişir her zaman bu. Elveda bile diyemeden gider bazen insan, ben elveda demeden gidersem arkamdakileri koru. Örgütümü ayakta tut, lideri sen ol, sen yönet ve... Ve aşık olduğum kadını da koru, Umut Can. Ona zarar gelirse kendimi affedemem. Ne zaman oldu, nasıl oldu? İnan ki bilmiyorum ama iyi ki oldu, iyi ki aşık oldum ben o kadına. Öyle zarif ki Umut Can, öyle güzel ki... Benimle olsa dokunmaya kıyamam, sert öpemem, nazik davranmam önceliğim olur. Her zaman."

"Lan!" dedi Umut Can bağırarak. "Kim oğlum bu kadın? Söyle de ayarlayayım sana, belli ki aşkından yanıp tutuşuyorsun. Hislerini bana hiç anlatamazdın, bu da ne böyle?"

"Bana söz ver, Umut Can. Onu da koru."

Ayaz'ın sesi öyle bitkin çıkıyordu ki, resmen oturup ağlayacaktı ama karakteri buna izin vermiyordu. Hazal'ı uzaktan sevmeyi tercih etmişti, onu hep korudu ve ona hep laleler gönderdi. İşe yaramadı. Hazal onu çoktan unutmuştu.

"Söz," dedi Umut Can. "Söz veriyorum ki aşık olduğun kadını koruyacağım ama sen de bir söz ver. Sen de Eda'yı koruyacaksın, eğer ben ölürsem."

Acı bir tebessüm etti Ayaz.

"Söz."

Her yerdeydi.

Ayaz'ın Vernem Nidahen kimliği ile işlediği son cinayet, her yerdeydi. Herkesin dilindeydi, en çok da Zero'nun dilindeydi.

Haber spikerinin cümleleri kulağımdan gitmiyordu.

"Ülkenin ve hatta dünyanın en çok bilinen o acımasız seri katili olan Vernem Nidahen, yine cinayet vakalarına damgasını vurdu. Kanlı Noel olarak bilinen olayda her 1 ocak tarihinde bir kötülüğün köküne inen bu katil, aynı zamanda çocuklar ve kadınlar konusundaki hassasiyetini korumaya devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde işlenen bir çocuk cinayetini çözdü ve katilini öldürdü. Tabii ki öldürdü demek biraz az kalır."

Spikerin kurduğu bu cümlelerden sonra o görüntü gösterildi ama sansürlüydü. Spiker ise konuşmaya devam etti.

"Vernem Nidahen, ufak bir çocuğa tecavüz edip öldüren bu katilin cinsel organı da dahil olmak üzere iki bileğini de vücudundan ayırdı ve yüzüne palyaço gülüşü ekledi. Yanakları kulaklarına kadar kesilen katilin kanlar içinde bırakılan yüzü tanınmaz hâle gelirken Vernem Nidahen de o ünlü sözünü yine arkasında bırakmayı tercih etti ama bu sefer sözlerini bir kağıda kanla yazmadı, direkt katilin vücuduna kazıdı. İşte o sözler."

"Vernem Nidahen hep var, hep var olacak. Arkana bak, kırmızıyı takip et. Vernem Nidahen kanını boşaltmak için bekliyor."

Ayaz oldukça sakindi, ben ise bu sakinliğinin altında eziliyordum. "Nasıl bu kadar sakinsin?" diyebildim en sonunda. "İnsanlar Vernem Nidahen'in sen olduğunu biliyor."

"Onlardan korkacak değilim." Bana yaklaştı biraz, üsten örgüt binasına geçmiştik ve şu an onun odasındaydık. "Herkesin bir kusuru vardır, Güvercin. Seninkisi de benim."

"Sen benim kusurum değilsin." Tek kaşı yukarı kayarken yüzündeki ciddiyetle haberleri sunmaya devam eden spikere baktı. "Çünkü ben kusurlarımdan haz etmem. Oysa ki sensiz bir anım geçsin bile istemiyorum."

Derin bir nefes alıp bana yöneldi tekrardan. "Güvercin'im, insanlar Vernem Nidahen'i biliyor. Evet ama Vernem Nidahen'in ben olduğumu bilmiyorlar."

"Ama..." Söze girmedi çünkü benim cümlemin bir devamı vardı. "O ağaçtaki cesedin yanına not yazmıştın."

"Evet, yazmıştım çünkü insanların Vernem Nidahen denen seri katilin Ayaz Kayra Masso olduğunu bilsin istiyordum ama Başkan buna karşıydı. Notumu değiştirmiş." Başkan'ın bunu yapması ile bir anlığına şaşkınlık yaşadım ama Ayaz bu şaşkınlığı bozdu. "Kan kusma meselesi..." dediği gibi aklıma o an geldi.

Franz Kafka, Milena'ya mektuplar...

Hasta bir adamı sevecek kadar hastasın.

Umut Can'ın sözleri.

"Ayaz, bana bir hastalığın olduğunu söyleme."

Yerinden kalkıp bana doğru yürürken ben beynimden vurulmuş gibi yüzünü izliyordum. "Hastalık mı?" dediğinde doğrudan bana yaklaştı ve hemen koltuğa, yanıma oturdu. "Benim tek hastalığım, sensin. Ben sana hastayım, Güvercin."

"Ayaz..." Sesim titremişti, bu ise Ayaz'ı endişelendirmeye yetti. "Kan kusma meselesi dedin, Vernem Nidahen kan kusuyormuş. Hasta olduğu söyleniyor bazı sitelerde. Lütfen bana yalan de, hasta değilim de."

"Güzelim," dedi beni sakinleştirmeye çalışırken. "Hasta falan değilim, bi' sakin olur musun?" İki elimi de sıkıca tuttu. "Vernem Nidahen'in hastalığından dolayı intihar ettiği söylenecekti çünkü, o haberin tek sebebi bu." Emin olup olmadığını sorduğumda bir gülüş takındı. "Eminim, merak etme. Hasta değilim."

Diyecek söz bulamadım o an, sadece korkuyla Ayaz'a sarıldım. "Ayaz, korkuyorum."

Seni kaybetmekten...

Korkuyorum.

Hayallerin yarım kalmasından, korkuyorum ben.

Gerçeği görüp ayrılmaktan, kaybolan yıllarla beraber aşkımızın da kaybolmasından, bu yolun sonunda ikimizden birisinin ölmesinden.

"Güzelim... Bu korkunun sebebini söyle hadi bana."

Ayaz'ın cümlesi de işe yaramıyordu, onunla konuşmak da beni rahatlatmıyordu şu an. "İçimde kötü bir his var." Daha da detay vermemi istedi, o cümleyi kurmak istemiyordum ama ısrarları yüzünden dayanamadım. "Sanki ikimizden birisine bir zarar gelecekmiş gibi." Ayaz'ın yüzünde şaşkınlık tomurcukları açarken içinde bulunduğumuz durumu düşündüğüne yemin edebilirdim. "Sağlam adımlar atıyorsun, değil mi?"

"Ayaz Kayra her zaman sağlam adımlar atar." dediğinde uzun sürmedi, ellerimi bırakmadan beni kolları arasına çekti. "Bu korkuyu yok edeceğim, merak etme." Emin olup olmadığını sordum çünkü gerçekten de iyi hissetmiyordum, emin olamıyordum bu his yüzünden. "Eminim güzelim, hiçbir şey olmayacak. Söz veriyorum, iki elim kan da olsa yine de her şeyden önce seni düşünürüm."

Ses edemedim, onun kolları arasında huzur bulmaya çalıştım ve hoşuma giden o kokusunu içime çektim. Az bir süre bu sessizlik ile kaldık, sonrasında da Beyaz Emare'yi duyurmak için kendimizi toparladık. "Nerede konuşma yapacaksın?" diye sordum Ayaz'a, o ise hızlı bir şekilde masasına yönelip telefonunu cebine attı.

"Sen de konuşma yapacaksın."

Kafasını kaldırıp benimle göz göze gelmesiyle bana yönelmesi bir oldu. "Saçmalıyorsun." dediğimde de dudakları yukarıya kıvrıldı, ciddi olduğunu dile getirdi. "Gerçekten mi?" dedim inanamayarak.

"Hadi ama," dedi mızmızlanır gibi. "İnsanlar, umut aşılayan bu Beyaz Emare Örgütü kurucusu ve liderini tanımasın mı?"

"Kurucusu ikimiziz."

Omuz silkti. "Sen o gün gözümün içine bakmasaydın Siyah Emare Örgütü de kurulmayacaktı, belki hayali dahi olmayacaktı." Ayağa kalkıp ona doğru birkaç adım attığımda beni baştan aşağı süzdü. "Üzerine beyaz bir elbise giy, Güvercin. Beni her hareketinle defalarca etkiliyor olsan bile ben yine seni öyle görüp kalp atışlarımı heyecanla arttırmak istiyorum."

"Bunun için evine uğramamız gerekiyor, bence sen de üzerini değiştireceksin."

Tebessümü ile onaylayarak odanın kapısına yöneldi ve tekrar bana baktı, kapıyı bana açarken hâlâ güzel gözleri üzerimde geziyordu. "Güvercin," dedi bir an için. Beraber yürümeye başladığımızda da devam etti. "Yapmadığımız her şey için anı biriktirelim, sen ve ben... Biz, beraber. Mesela ben senin o ipeksi saçlarını daha önce taradım ama hiç yapmadım, elbisenden sonra saçlarını ben yapabilir miyim?"

Hayranlıkla baktım yüzüne. "Gerçekten mi?" dediğimde kalbime hoş bir his yayıldı.

"Evet, gerçekten. Her konuda, her yerde ve her dakika anımız olsun istiyorum. Zero'yu mahvetme yolunda ilerlesek bile beraber lunaparka gidelim, sinemaya gidip film izleyelim, evde beraber zaman geçirelim, yıldızları izleyelim, korku evine gidip beraber korkalım, pamuk şeker yiyelim, sokaklarda dolanalım... Senin sevdiğin her şeyi beraber yapalım, Güvercin."

"Peki, senin sevdiklerin?"

"Benim sevdiğim şey seninle zaman geçirmek, bunu zaten otomatik olarak yapmış oluyoruz." Bana yaklaşıp kolunu belime doladı ve öyle yürümeye devam ettik. "Hem ileride anne ve baba olursak miniklerimize de sevgiyi çok güzel hissettirmiş oluruz."

"Miniklerimize," diye tekrar ettim. "Sen inanılmaz bir adamsın, Papatya."

Papatya diye hitap etmem hoşuna gidiyordu, bunun farkındaydım çünkü ben bunu dediğimde öyle güzel gülümsüyordu ki. "Ben, senin Papatya'n olmak için varım. Beni inanılmaz yapan sensin, Güvercin."

Güvercinler...

Bizim için güvercinler, sokakları kendisine ev yapan ve sokakta büyüyen çocukları ailesi bilen minik kalplerdi. Ayaz, bu kalpleri korumak için benden ilham aldı ve Siyah Emare Örgütünü kurdu. Şimdi ise Siyah Emare'nin dövüş eğitimleri, cinayetlerin çözümlenmesi ve korumayı yönlendirmesini istiyordu. Beyaz Emare'nin lideri olan benim görevim ise Siyah Emare'nin kanatları altına aldığı çocukları, güvercinleri korumaktı. Çocukların korunmasından her türlü kişisel ihtiyacına kadar ben ilgilenecektim, bunun yanında bir de yardımlaşma ile etkinlikleri de ben düzenleyecektim.

Beyaz Emare'de çiçekler açarken Siyah Emare'de bombalar patlayacaktı.

Zero'ya karşı...

Ayaz ile beraber sessiz sakin eve döndüğümüzde içeriye girmem ile Ayaz'a yönelmem bir oldu. "Beyaz Emare'nin kuruluş tarihi ne olacak şimdi?" diye sordum merakla. "25 Temmuz olmayacak ya, temmuz ayına daha çok var."

"Ocağın içindeyiz hâlâ," dediğinde gülümsedi. "İğrenç bir espri geldi aklıma ama yapmayacağım."

Aklındaki espriyi bulmaya çalıştım bir an, cümleyi tekrar ettiğimde ise belliydi. "Ocağın içindeyiz, cayır cayır yanıyoruz." dememle Ayaz'ın susmamı rica etmesi bir oldu. "Evet, çok kötüydü." diyerek ona katıldığımda konunun dağılmaması için sorumu yeniledim. "Kaç ocak olacak?"

"Bilmiyorum güzelim, sen karar ver. Örgütün başında sen olacaksın."

"Çok yardımcı olsun, sağ ol."

Tebessüm ettiğinde odaya doğru yürümeye başladım ben ama Ayaz direkt durdurdu beni. "Dur, önce ben gireyim. Almam gereken bazı şeyler var." Neylerden bahsettiğini sordum ama cevap vermedi, görmemi istemiyordu her neyse. Beni arkada bırakıp hızlıca odaya girdi ve hatta kapıyı kilitledi. "Hemen çıkacağım güzelim." diye de seslendi bana.

"Neler karıştırıyorsun sen?" Ses gelmedi, dolabın açılıp kapanma sesi geldi sadece. Bir de poşet sesleri vardı, Ayaz da kapıyı o an açtı ve elindeki poşetle dışarı çıktı. Yanımdan geçtiğinde yine o kokuyu aldım, kan kokusunu... "Poşetin içinde adamı öldürürken giyindiğin kıyafetler mi var?" diye sormamla iki gözünü de kocaman açması bir oldu.

"Biliyor musun, düşündüğümden de zeki bir kadınsın."

Tek kaşımı kaldırdığımda içeri girmek istedim ama yapamadım. "Keşke bir katil olmasaydın," diye fısıldadım sadece. "Cani bir katil olmasaydın, öldürmekle bıraksaydın."

Omuz silkti. "Damarıma çok basan ve ağır pislikler yapanları o odaya indiriyorum sadece." dedi gözümün içine baka baka. Pek de rahattı bunu derken. Vernem Nidahen'den kurtulmaya çalışsa bile aynı zamanda da bu kimliği seviyordu, bu da beni bazen acıya sürüklüyordu.

Odaya girdim yavaşça, odayı haddinden fazla parfüm kokusu sarmıştı çünkü Ayaz kanın kokusunu almamı istemiyordu.

"Kan kokusundan hoşlanmıyorum." dedim ona, onun kan kokuyor olmasına dikkat çekerek.

"Ama benim kokumu seviyorsun."

Odayı izleyen gözlerim arkamda kalan Ayaz'a döndü, yüzüne baktım. Yavaş yavaş ona doğru yürüdüm ve dimdik karşısında durdum. "Sen de kan kokuyorsun."

"Ben değil, Vernem Nidahen kan kokuyor." dedi hafif öne eğilerek. "Onu öldüreceğim."

"Aşkım sen bu Vernem Nidahen kimliğini seviyorsun." Kaşlarım çatıldı o an, Ayaz ise yüzümü hayranlıkla izlerken tebessüm etmeye başlamıştı. "Sana aşkımı farkında olarak söylemiyorum." Bu onun gülümsemesini büyütmüştü.

"Aşkın mıyım gerçekten?" dedi beni etkilemek için.

"Ayaz..." Biraz daha yaklaştım ona ve kollarımı yarama dikkat ederek yavaşça boynuna doladım, o ise ellerini belime koymuştu. "Odadan hiç çıkmasak mı?"

"Zamanlama berbat ama." Bakışları yaramaz bir çocuk gibi gülümserken üzerimde dolandı. "Ama belki dönüşte." dediği gibi göz kırpmıştı. Ses etmeden yanaklarına koydum elimi, o da direkt iki elimi de tutup sırayla iki avuç içimi de öptü. "Herkese aslan kesilsem bile senin karşında tuzla buz oluyorum."

"Evet, aslan gibisin ama Vernem Nidahen'i öğrenirlerse senden korkarlar."

Bu dediğime gülerken ellerimi bir an olsun bırakmadı. "Sence de benden zaten korkmuyorlar mı?" Haklıydı, Ayaz Kayra Masso adını duyan ceketinin önünü ilikliyordu. "Güzelim, konuşmamızı örgüt binasının girişinde yapacağız ve sen de Beyaz Emare hakkında konuşacaksın. Benim için her zaman şık ve etkileyicisin ama üzerini değiştirmek istersen ben mutfakta olacağım."

"Aç değilim."

Tebessüm etti. "Birer kahve fena olmayacaktır." Öne doğru eğildi ve saçlarıma bir öpücük bıraktı. "Hadi, üzerini değiş sen. Ben de kahvelerimizi yapayım. Saçların için beni çağır, olur mı? Sonra da kahvelerimizi içip çıkalım."

Başımı sallayarak onayladığımda benden ayrılmıştı, ben de onun gitmesini bekledim. Beni odada yalnız bıraktığında ilk yaptığım şey odada gözlerimi gezdirmek oldu, sonrasında ise Ayaz'ı fazla bekletmemek için hızlıca üzerimi değiştim. Onun istediği gibi üzerimde beni asil gösteren bir beyaz elbise vardı. Aynada kendime bakarken de o kapıyı tıklattı.

"Gelebilirsin," diye seslendim odaya girmesi için.

Odaya girdiğinde önce gözleri beni taradı, sonrasında da aynı hayranlıkla gözümün içine baktı. Yavaşça odaya girdi ve bana doğru yürüdü. "Sen..."

Tebessüm ettim. "Nasıl olmuşum?"

Yine aynı hayranlıkla bakıyordu yüzüme. "Güvercinler gibi..."

Öyle iyi hissettirmişti ki bu, yaralarıma yine merhem çalınmıştı. "Saçlarımı yapar mısın?" diye sordum nazik bir ses tonuyla, buna dünden hazırdı zaten. Beni masaya yöneltti, sandalyeye oturduğumda da eline bir tarak aldı. Kalbimi kaptırdığım adam şimdi de nazikçe saçlarımı tarayacak ve okşayacaktı.

"Canını acıtırsam..." dedi ve öylece kaldı. Ona baktım yeniden ve devam etmesini istedim, bakışları kalbimi titretiyordu. "Bana söyle, Güvercin ve şimdiden özür dilerim."

"Canım acımaz."

Tebessümümü izledi öncelikle, sonrasında ise nazikçe saçlarıma dokundu. Saçlarımı taramaya başladığında elinin altında uslu bir kız çocuğu gibi durdum. "Saçların ipekten," diye fısıldadı bir süre sonra yine saçımı yaparken. "Gözlerin denizlerden, saçların geceden..." Yine aynı hassasiyeti ile eğilip hiç beklemediğim bir an da yanağımı öptü. "Bir kızımız olacaksa sana benzesin isterim."

"Neden?" dediğimde ise hiç beklemediğim bir cevap vermişti.

"Çünkü o günden sonra ben uzun bir süre seninle olamadım, ilk karşılaşmamızda o parktan gittiğinde arkandan bakakaldım da 'Hayatında yer almak istiyorum,' diyemedim. Sensiz geçen günlerin telafisini kızımızla zaman geçirerek yapmak istiyorum."

Kurduğu cümleler içimdeki o huzursuzluğu söküp almıştı. "Masal daha şimdiden bu kadar seviliyorsa dünyaya geldiği zaman ne yapacaksın acaba?" Cümlem Ayaz'ı güldürürken sadece saçıma konsantre oldu, büyük bir incelikle saçımı düzleştirdiğinde önlerden bir tutam alıp arkadan birleştirdi ve bir toka taktı. "Toka mı?" deyip elimi arkaya attığımda kurdeleyi hissettim.

"Olmazsa olmaz."

Aynadan bakmak için ayaklandım, zaten işi bitmişti. "Ya ama sen harikasın," dediğimde aynadan saçlarıma baktım, harika duruyordu. "Çok güzel olmuş," dediğimde Ayaz'ın arkamdan bana sarıldığını gördüm. Kolları karnımı ve belimi sardığında gözleri kapalıydı ve yüzü huzur doluydu.

Onu izledim, ellerim ellerini sıkıca tuttuğunda kalbimde bir şeyin sızısı belirdi. Bir sonun... Elbet bir gün ya o benden önce ölecekti ya da ben ondan önce gözlerimi yumacaktım. Bizi ayıran ölüm olacaktı, bunun sızısıydı kalbimdeki sızı da.

Ayaz bu sarılmadan sonra gözlerini açıp aynadan onu izleyen gözlerime baktı. "Güvercinler gibisin güzelim." Başımı göğsüne koydum, kendimi ona yaslamam gözlerinin hafifçe biraz daha açılmasına sebep oldu. "Bildiğim bütün yollar sana çıkıyor, küçük bir anımız için ömrümü bile veririm."

"Etkileyici Papatya," diye mırıldandım sadece.

Cümlem onun saçlarımı öpmesini sağlarken yavaşça geriye çekildi, kollarını gevşettiğinde gideceğini anladım. Onu bıraktığımda arkamı döndüm ve ona baktım. "Süt kısık ateşteydi, ona bakayım. Sen de gel hemen."

Başımı sallayarak onayladım, o da odada beni yalnız bırakınca abartısız makyajımı yapmaya başladım. Sonuna geldiğimde ruju aldım elime. Ruj en sevdiğimdi, şimdiki tercihim de bordo oldu.

İşim bittiğinde odasından çıkıp direkt mutfağa girdiğimde sessizdim, dediği gibi o kahve yaparken yine mutfağa hakim olan o Ayaz'ı izlemeye başladım ben. Cezveye bakıp telefonunu yeniden eline aldı, birisi ile mesajlaşıyordu. Sessizliğimi koruyup onu arkadan izlemeye devam ettim ama kiminle mesajlaştığını deli gibi merak ediyordum, bu yüzden de en son sessizliğimi bozdum.

"Kim o?"

Ayaz direkt telefonu kapatıp yüzüme şaşkınlıkla baktığında ben bir cezveye bir de Ayaz'ın telefonuna bakıyordum. "Kim kim?" dediğinde direkt ona yaklaştım. Bakışlarımdan korkmuş gibiydi ve direkt kiminle konuştuğunu itiraf etti. "Savcı." Göz devirdiğimde bunun Ayaz'ın hoşuna gitmediğinden emindim. "Arkadaşım, Güvercin."

"Umurumda değil."

"Cinayette yardımcı oldu, benimle bu işi yürütmeseydi halledemezdim işimi."

Ondan kaçar gibi kahveye yöneldim, süt henüz kaynamamıştı. "Umurumda değil." dedim yine umursamazca, bir şey yaşanmamasına rağmen Ayaz'ı o kadından kıskanıyordum.

"Kıskanıyorsun, farkındayım ama savcıyla aramı iyi tutmam lazım."

Direkt ona baktım bu sefer, bakışlarım yine yumuşamamıştı. "Savcıyla aranıza başlayacağım şimdi." Bunu demem onu gülümsetmişti ama ben onun kadar hoşnut değildim bundan. "Karşımda sırıtma Ayaz." dediğimde hâlâ gülümsüyordu ve hatta bu gülümseme büyüdü. "Ayaz," diye tekrar ettim uyarıcı bir ses tonuyla. "Sinirleniyorum."

"Güzelim, evlenmemize çok az kaldı ve sen beni çocukluk arkadaşımdan kıskanıyorsun. Neden onunla konuşmam seni rahatsız edip sinirlendiriyor?" Ses etmedim ama Ayaz ısrarcıydı konuşmaya devam etme konusunda. Beni direkt bileğimden kavrayıp yönümü kendisine çevirdi ve sırtımı tezgaha yaslamama sebep oldu. Beni buraya kilitlemişti. "Benim güzeller güzeli Güvercin'im." diye fısıldadığında gözleri yüzümün her noktasına bakmaya başladı. "Galiba daha fazlası var sende, göründüğünden de kıskançsın."

Bakışlarımı kaçırdım ama döndüler dolaştılar yine Ayaz'ı buldular. "Bilmiyorum ya," dediğimde bir afallama gelmişti. Kaşlarım çatıldı, dudağım ise kupkuru kesildi ama devam etmekte kararlıydım. "Sonuç olarak o kadın da güzel ve fiziği yerinde."

Ayaz gözlerime bakarken resmen ne saçmalıyorsun diyordu bakışları, dili de bunu destekledi. "Saçmalıyorsun, bence senin kafan yerinde değil." Dudağımı büzdüğümde Ayaz'ın yaptığı ilk şey çenemden tutarak başımı hafif kaldırıp doğrudan gözlerine bakmamı sağlaması oldu. "Güvercin, ben sence senin fiziğine mi aşık oldum?"

"Söylesene o zaman," dedim sırf kurtulmak için. "Neyime aşık oldun?"

"Elbette fiziğin ve bu güzelliğin başımı döndürüyor ama ben yuvama aşığım, kalbine aşığım Güvercin." Ve bakışları dudaklarımda durdu. "Ben, beni sevişini seviyorum çünkü varlığın bana iyi gelen tek şey."

"Ya iyileştiğinde?"

Biraz öne eğildi sakince. "Yaralar hiçbir zaman tamamen iyileşmez, Güvercin. Emareleri hep kalır ve bir an da o yarayı sana hatırlatır. Ama yine de iyileşsem bile burada kalırdım. Bilirsin, ben yuvamı terk edemem."

"Ayaz..."

Bana yakın oluşunun bana verdiği heyecan yüzünden ismini fısıldamıştım ama Ayaz'ı durdurmadı bu. "Ama bir istisna sunuyorum sana. Belki şu an rujunu bozarsam yaralarım iyileşir."

"Sakın." dedim ama bu onun hoşuna gidiyordu.

"Kabul edilebilir tepkiler ver, yani beni onayla." Reddettim, yüzümü çevirdim ama Ayaz beni buraya kilitlemişti. Buradan ayrılabilmem için onun beni bırakıp önümden çekilmesi gerekiyordu. "Hadi Güvercin, bana istediğini söyle. Sadece rujunu bozacağım, bunu ister misin?"

"Hayır, tekrar mı sürmekle uğraşacağım?"

Laftan anlamadı, direkt öptü beni. Öpüşü ile rujumu bozduğunda geri çekilip direkt cezveye baktı, süt taşmıştı ve bizi ayıran da süt oldu yine. "Kısa sürmesini istemezdim." dediğinde cezveye yöneldi ve ateşi kapattı. "Ateşi daha da açtığımı unutmuşum, neyse kahveyi koyalım da sonra silerim buraları."

Gülmeye başladım sadece. "Bana baksana." Bakışlarımız kesişti ama ben direkt dudaklarına baktım. "Ruj mu sürdün sen?" dedim ona takılmak için.

"Evet, ruj sürdüm. Bari yanaklarımı da öp de allık olsun."

Kahkaha attığımda ona yaklaştım, iki yanağını da öptüm ve geri çekilip yüzünü inceledim. "Kadın olsan güzel olurmuşsun he," demem Ayaz'ın sırıtmasına sebep oldu.

"Beni seviyorsun, biliyorsun."

"Millet dışarıda konuşmalar için ayarlama yapıyor ve Zero Örgütü korkudan geberiyor, biz burada gülüşüyoruz." Aynı an da güldüğümüzde yanaklarındaki kırmızılığı sildim baş parmaklarımla. "Sıfır kuduruyordur."

"Umurumda değil."

Beni taklit etmeye başlamıştı, farkındaydım. "Örgütlerden korkuyor."

"İnan ki şu an umurumda değil."

"Neleri umursarsın peki Ayaz Bey?"

"Seni, Güvercin Hanım."

Hazal demedi, Güvercin dedi yine... Ayaz bana hep böyle diyordu, ne zaman ki kalbi çok kırılırsa o zaman diyemiyordu ve ismimi kullanıyordu. Nedenini merak ediyordum, bu yüzden de yüzüne sordum. Bir süre duraksadı, diyecek bir şey bulamamıştı veya cümlelerini toparlamakta zorlanmıştı ama yine de başarmış ve cevabımı vermişti.

"Hazal..." diye fısıldadı gözümün içine bakarken. "Anlamı yuva demektir, benim için anlamı daima yuva demektir. İsmini seviyorum ama Güvercin diye hitap etmemin sebebi çok başka."

"Merak ediyorum." diye fısıldadığımda buruk bir tebessüm takındı.

"Babam güvercinleri çok severdi."

Diyecek söz bulamadım, öylece kaldım yüzüne bakarken. "O yüzden mi?" dediğimde resmen sesim titremişti.

"Sokak Güvercini dövmesini kolunda gördüğümde bu yüzden afallamıştım. Güvercin, sen bütünüyle bana babamı hatırlatıyorsun. Beni seviyorsun, öyle güzel seviyorsun ki dünyam sevginin her zerresiyle çiçek açıyor. Beni öpüyorsun, öptüğün yerde papatyalar hayat buluyor. Bana sarılıyor ve sağ tarafını kalbimle doldurmama izin veriyorsun. Beni koruyorsun..." Hayranlıkla yanağıma koydu elini ve yavaş yavaş yanağımı okşadı. "Beni, Vernem Nidahen'den bile korumaya çalışıyorsun."

"Ama bunu başaramıyorum çünkü Vernem Nidahen silinmesi kolay bir kimlik değil."

"Güvercin..." Cümleme karşılık vermek yerine fısıldadı. "Ben işkenceye yöneldiğimde beni durdursana. Gerekirse tokat at bana, bağır çağır ama izin verme. Vernem Nidahen olmak istemiyorum. Beni babam kurtaramadı, sen kurtar bu canavardan."

"Sürekli bir ikilemde kalıyoruz, farkındayım. Bir seviyoruz bir sevmiyoruz Vernem Nidahen'i ama şunu bilmeni isterim sevgisini hissettiğim, ben her zaman yanı başındayım ve sana iyi gelmek için hep burada olacağım."

O an tahmin edemediğim bir şey oldu, Ayaz'ın gözleri doldu. Gözümün içine bakıyordu ve neredeyse dokunsan ağlayacaktı. "Sana aşık olmak, kalbini yuva yapmak ve seninle iyileşmek. Senin bu ipekten saçlarının bir telini dünyalara değişmem. Güzelim, bebeğim, Güvercin'im ve sevgisini hissettiğim eşim... Hiçbir şeyi kendin halletmeye çalışma, olur mu? Ben varım."

"İyi ki varsın," dediğimde sıkıca sarıldım ona, başımı göğsüne yaslamıştım.

"Seninle varım, iyi ki seninle varım." Saçlarımı öptü ve sonrasında kaynayan süte kahve koydu, şekerini ayarladı ve biraz karıştırdı. Fincanlarımız da zaten direkt yanımızdaydı. Bu yüzden ona rahatlıkla sarılabiliyordum, bırakmasam da olurdu. Ayaz da bunun farkındaydı ve kolumu belime dolayıp bana sarılmayı sürdürdü. "Güvercin, evliliğimiz bir yana..." Yutkunduğunu fark ettim o an. "Ben zamanı geldiğinde baba olmak istiyorum."

"Bunu biliyorum." dedim tebessümle. "Babalık sana çok yakışacak."

"Annelik peki?" Başımı kaldırıp yüzüne baktım, çenem onun göğsüne denk gelmişti. "Anneliği kaldırabilecek misin? Sonuç olarak bebeğimiz karnında dokuz ay kalacak ve ruh halin değişecek, her yaptığımız şeyler ise bebeği etkileyecek."

"Anne olmak her kadının hak edeceği bir şey değil." diye söze girdim kararlılıkla. "Siyah Emare çocukları gibi bebeğini doğurduktan sonra sokağa atan kadınların anneliğine başlarım yani. Ben, çocuğumun gözyaşı için dünyayı yakabilecek bir anne olacağım. Ona zarar gelme ihtimali söz konusu olursa o ihtimali yok etmekten de onur duyarım. Hem sen bana güç verirsin, Papatya'm. Kötü hissetsem bile beni teselli edersin, yorulduğumda alırsın yorgunluğumu, beraber büyütürüz bebeğimizi ve mutlu bir aile oluruz." Buruk bir tebessüm takındığında bu duydukları ona iyi geliyordu. "Olur muyuz, Ayaz?" dedim o an.

"Oluruz tabii ki, öyle güzel bir aile olacağız ki insanların zehirli okları bizim kapımıza bile değemeyecek. Söz veriyorum, Güvercin ve ben her zaman sözümde dururum."

Memnuniyetle karşılık verdim. "Bundan şüphem yok, Papatya Bey."

Eğilip alnını alnıma yasladı. "Güvercin Hanım..." diye fısıldadı ve ekledi, "Sen böyle beni etkilemeye devam edersen ben konuşacağım her konuyu unuturum oraya çıkınca."

Tebessüm ettiğimde aynen kaldık. "Peki ben ne konuşacağım, biliyor musun?" Ne konuşacağımı sordu merakla. "Çocuğa, kadına ve hayvana olan şiddetten başlayıp Beyaz Emare Örgütünün her daim güçlü bir koruma gibi onların arkasında olacağını."

Bakışlarını üzerime çevirerek tekrardan beni bi' hayranlıkla süzdükten sonra yeniden kahveye yöneldi. Kahveyi kaynayan sütün içine zaten atmıştı, şimdi ise fincanlara dolduruyordu ve bunu yaparken de bir elini belimden hiç çekmemişti. Ondan ayrılmak istemiyordum ama yine de bunu yapmak zorundaydım, yavaşça kendimi geri çektim. Ayaz'ın da bundan hoşnut olmadığı o an ki yüz ifadesinden belliydi ama fincanları alıp beni masaya yöneltti.

"Sen çok güçlü bir kadınsın, Güvercin." dediğinde masada yerimi almıştım ve o da hemen yanıma oturmuştu. Fincanımı bana verdiğinde eli kendi fincanına gitti. "Beyaz Emare Örgütünü de hakkıyla yöneteceğini düşünüyorum."

"Ben de bazen güçlü olmadığımı düşünüyorum."

O an gözümün içine hayretle baktı. "Canımın içi, sen gerçekten de iyi değilsin galiba. Hem Yeşim'in güzelliğinden bahsettin hem de güçlü değilim diyorsun, neyin var senin? Buna inanıyor musun sen gerçekten?" Olduğum gibi kaldığımda Ayaz kahvesinden bir yudum aldı ve devam etti. "Gül Ayşe ve Kumsal'ın acısına dayanabilen sen, şimdi bana güçlü olmadığını mı söylüyorsun?"

"Bazen..." Devamını getiremedim çünkü Ayaz'ın kaşları çatılmıştı.

Sadece elini uzatıp nazikçe elimi tuttu, beni pürdikkat izleyişi ise ruhumu canlandırıyordu. "Sen çok güçlü bir kadınsın güzelim çünkü Vernem Nidahen'i bile yendin." Ne demek istediğini başta anlamamıştım ama sonradan anladım, her şeye rağmen yanında kalmamdan bahsediyordu. "Bu ismi her kadın kaldıramaz, her insan bu ismin yanında kalamaz. Sen, diğerlerinden çok farklısın. Sen diğerlerinden her zaman çok farklıydın."

"Peki bu farklılığı bana sunan şey nedir?"

Tebessüm etti. "Her şeyin," dediğinde gözlerimi kocaman açtım. "Sen, sen olduğun için farklıydın hep ve ben de çok şanslıydım çünkü hayat beni seninle tanıştırdı." Fincanımı dudaklarıma götürdüğümde sıcak kahvemi yudumladım. "Afiyet olsun güzelim." dedi Ayaz da.

"Sen neden bu kadar hakimsin mutfağa," demem ile gülüşmemiz bir oldu. "Enfes olmuş, ellerine sağlık. Yanında sönük kalıyorum." Son cümlemden sonra mütevazılığını takındı ama ben dinlemedim. "Tabii ki ben de yapabilirim ama sen mutfağa girince döktürüyorsun Ayaz."

"Teşekkür ederim canımın içi," dedi nazikçe.

Ayaz'ın bana karşı takındığı bu nahiflik isminin soğukluğunu alıp gidiyordu, Ayaz'ın sıcaklığını hissediyordum ben. Hayatındaki diğer insanları bilmiyordum ama Ayaz gerçekten de bana karşı ayrı bir naziklik taşıyordu ve bu yanına da aşıktım. Bana, küçük bir çiçeği her gün büyüsün ve solmasın diye sabırla bekleyip uğraşan bir çocukmuş gibi davranıyordu.

Hem kahvemi içtim hem de hayranlıkla Ayaz'ı izledim, onun da benden farklı bir yanı yoktu zaten. "Rujun siliniyor, tazeler misin?" dediğimde de gülüşüne yöneldim. Ona bu konuda takılmam yine hoşuna gitmişti.

"Bana bir daha bozdurtma rujunu," diyerek dudaklarımı işaret etti. "Ne de olsa ikinci kez süreceksin, değil mi?"

"Ben mi bozdurttum?" dedim ama o an Ayaz tam anlamıyla kahkaha atmıştı tepkime. "Yanımda kendisini durduramayan Ayaz Kayra'ya bak sen, bir de gülüyor." Devam etti ve kısa bir süre sonra durdu, gözlerimin içine bakmaya devam ettiğinde de fincanından son bir yudum aldı. "Ayaz..." Sesim beklentiyle çıkınca devam edemedim bir an ama Ayaz'ın merak barındırmaya başlayan bakışları beni konuşmaya teşvik etti. "Dövüş salonuna ne zaman gideriz?"

"Yarınımızı orada geçiririz istersen." Tebessüm ettiğimde ikinci bir sorum olduğunu anlamıştı. "Onu da sor güzelim." dediğinde bunu nasıl anladığını anlamamıştım.

"Evlilik sürecimiz nasıl ilerleyecek?"

Direkt kaşlarını çattı ve cevaba koyuldu. "Elbette güzel ilerleyecek, her şey tadında ve istediğimiz gibi olacak. Merak etme. Şimdilik sadece Umut Can, Eda ve biz bilelim." Neden diğerlerine henüz haber vermek istemediğini sordum. "Zero'nun hedefinin evliliğimiz olmasını istemiyorum çünkü." diye yanıtladı beni. "Sadece annen ve babana söyleyeceğiz, diğerleri sonradan öğrensin."

"Seninkiler?"

Bakışlarını kaçırdı direkt ve ayağa kalktı. "Kahveni bitir, Güvercin." Sorumu cevapsız bırakması etrafa bir gerginlik yayarken Ayaz tezgâhın üzerini hallediyordu. Onu izledim sadece, benden kaçmak istediği o kadar belliydi ki. Sorumdan kaçmak istediği o kadar belliydi ki...

Fincanımdaki son yudumu içip ayaklandım, üzerine gitmek istemedim çünkü Ayaz iyiyse ben de iyiydim. O şu an iyi hissetmiyordu ve o bu durumdayken üzerine gidersem daha da kötü olacaktı. Bunun yaşanmasını istemiyordum. Onun iyi olması için ortamı yumuşatmaya çalıştım, kahve fincanımı açık makinenin içine bıraktığımda kapağını kapattım ve Ayaz'a baktım.

"Çıkıyor muyuz, Papatya'm?"

"Çıkıyoruz güzelim."

Bu kadar, dediği tek şey buydu ve yine hislerini dile getirmeyi tercih etmedi. Ben de korka korka ona nasıl olduğunu sordum. "İyi misin?" Sesim oldukça kısık ve güçsüz çıkmıştı, Ayaz da bu yüzden nazikçe bana yaklaşıp sarıldı.

"Sana kıyamam," diye fısıldadığında sesinin titremiş olması felaket can sıkıcıydı. "İyiyim, merak etme." Ses etmedim, bu ise onu yine konuşmaya itmişti. "Benim güzeller güzeli düşünceli eşim..." Eşi olduğumu bastırarak söylemesi gülümsetmişti. "İyiyim, merak edilecek bir şey değil."

Tebessüm etmeye devam ettiğimde dudaklarına baktım, rujum hâlâ bazı yerlerinde duruyordu. "Galiba silmen gerekecek." dediğimde geriye doğru adım attı, konuyu değiştirmeyi başarmıştım.

"Bu kadar kalıcı mı bu?"

Sorusunu duyduğumda hem soruşundaki masumluğa hem de bu kadar şapşal oluşuna kahkaha attım resmen. "Bir de kadınlara sor, bakalım kalıcı mıymış?" Cümlemi kurduğumda birden ne dediğimi sorguladım, cümle ağzımdan bilinçle çıkmamıştı. Rastgele kurmuştum biraz. "Tabii ki kadınlara gidip 'Rujunuz kalıcı mı,' diye sormayacaksın." dediğimde bu sefer Ayaz kahkaha atmıştı.

"Kıskanç Güvercin."

"Tatlı Papatya."

Konuşmamızdan, hatta tabiri caizse didişmemizden fazlasıyla keyif alıyordu. Az önce hem soruyu sorup hem de Ayaz çıtını çıkartmadan trip atıp kıskanmam da hoşuna gitmişti.

Onun tatlılığı başımı döndürürken bir peçete aldım mutfak tezgahından, ben rujumu silerken Ayaz çoktan beni öptüğünde dudağına bulaşan bordo ruju silmişti. Beni izlerken telefonuna bildirim geldi, telefonunu çıkarıp gelen bildirime baktığında tebessüm etmişti.

"Bak," dedi bana ve yanına çağırdı beni. "Burada kim var?"

Şaşkınlıkla Ayaz'a yaklaştığımda Ayaz'ın birisini görüntülü aradığını gördüm. "Yasemin Eker kim?" dedim, Ayaz ise hâlâ tebessüm ederek ekrana bakıyordu. O an ise arama açıldı, Ayaz'ın kaza yaptığı an karşısındaki çocuk vardı ekranda.

Gözlerim şaşkınlığım yüzünden kocaman açılırken Ayaz'a baktım, ona bakmam ile çocuğa bakışının beni fazlasıyla etkilemesi bir oldu. Ayaz, çocukluğu babasının yokluğu yüzünden zindan olmuş bir kalp taşıyordu göğsünde. O kalp sevgiye açtı, o kalp baba sevgisine açtı. Bu açlığı da ancak baba olarak bastırmaya çalışacaktı, kızımız veya oğlumuza babalık yaparken o sevgiyi tatmak istiyordu. Belki de benimle tanışana kadar hayali olmayan çocuk, şimdi hayatını benimle geçirmek isteyen bir adama dönüşmüştü. Benimle bir hayat paylaşmak ve baba olmak isteyen bir adam... Bunun düşüncesi ile elimi karnımda buldum, kaşlarım ise hâlâ çatıktı.

"İyi misin güzelim, ağrın mı var?"

Ayaz'ın bakışlarını üzerimde bulduğum için elimi direkt çektim karnımdan. "Hayır hayır, iyiyim. Ben... Elimi karnıma koyduğumun farkında bile değildim ben."

Cümlemi sorgularmış gibi bakıyordu, belki de hâlâ karnımın ağrıdığını düşünüyordu ama ses etmedi çünkü bir aramayla karşı karşıyaydık. Çocuk söze girmek için bizi bekliyordu, en sonunda da nihayet konuşmaya başladı.

"Ayaz abi, Hazal abla... Merhaba, beni hatırladınız mı?"

Tebessüm etmeye çalıştım. "Elbette yakışıklı, unutur muyuz seni?" dedim ama çocuk tamamen aklımdan çıkmıştı. Onu kırmamak için söylemiştim.

"Ya," dedi heyecan içinde. "Ayaz abiyle konuşmuştum, sana da haber verdi demek. Masal okuyacaktım ama acil şehir dışına çıkmamız gerekmişti, artık dönüyoruz. Geldiğimde masal okurum size, olur mu?"

Ayaz ile kesişti bakışlarımız, bana bundan bahsetmeyi unuttuğunu ve bu yüzden özür dilediğini bakışlarından anlamıştım. Onu ve çocuğu kırmamak için haberim varmış gibi yaptım. "Evet evet, bunu duyduğumuza sevindik. Bizim de gözümüz yollarda kalmıştı, artık geldiğinde güzel bir masal okur ve uyutursun bizi."

Çocuk cümlelerimden sonra güldüğünde Ayaz'ın bakışları bu sefer bana teşekkür ediyordu, ben de göz kırpınca içi daha rahatladı muhtemelen. "Sabırsızlıkla bekliyoruz." dedi çocuğa. "Buraya geldiğinizde beni arayın, güvenli olmak için ben geleceğim sizi almaya. Anlaştık mı canım?"

"Anlaştık abi."

Çocuk, Ayaz'ın söylediklerini onaylayınca tatlılığı ile birlikte bize veda etti. Konuşmanın kısa sürüşüne takılmadım, aramayı kapattığımızda Ayaz direkt söze girdi. "Söylemeyi unuttum güzelim, çok üzgünüm. Yoksa elbette haber verirdim sana."

"Ben de unutmuştum zaten, son zamanlarda yaşananlar aklımdan çıkarmış."

Anlayışla karşılamama sevinmiş gibi gözüküyordu. "Hadi, rujunu sür de gel."

"Sen de benim rujumla kafayı bozdun." dememle beraber yine gülüşmemiz bir oldu. Mutfağın kapısına yöneldim, o arkamdan mırıldanırken ben direkt odasına geçtim. Rujumu tazelediğimde ise yine yanına geçmiştim, bu sefer aklımda çocuk vardı. "Çocuğu buraya getirmek sakıncalı olmayacak mı, Papatya?"

"Onu buraya getiremem çünkü neredeyse bütün Zero Örgütü benim burada yaşadığımı biliyor." Bunu bilmelerine rağmen neden saldırmadıklarını sordum. "Çünkü eğer bana, benim şehrimde saldırıp evimi bombalamaya kalkarlarsa Siyah Emare de dahil bütün örgütler silahlarının namlusunu onlara çevirir."

"Neden ki? Sen onlara saldırıyorsun ama."

Ciddiyetini takınmıştı. "Onlara saldırıyorum ve buna kimse ses çıkaramıyor, evet. Zero, sandığından da pislik bir örgüt." Söze başladığında direkt detay vermesini istedim, o da aynı ciddiyetle uzun bir konuşma yaptı. "Zero ağır işkenceler yapar, ellerine düşen esirlerini tek parça bırakmazlar. Tecavüzü bile normalleştirirler, o kadar pislikler. Zaten babamın asker olduğunu söylemiştim sana, onu şehit düşüren bu kadının yönettiği bir örgüt ne kadar iyi olabilir ki?" Derin bir nefes aldı. "O odada..." Duraksamıştı, yutkunduğunu gördüm. "Göktuğ yanında olmasaydı o adam o odada sana her şeyi yapabilirdi. Zaten Göktuğ'u ajan olarak kullanmam ve hâlâ da kullanıyor olmam Zero Örgütünün konumunu deşifre etti. Artık enselerindeyim, Sıfır'ın izine bir kere rastladım ve bir daha asla bırakmam. Ne zaman o kadın öldü, işte o gün huzura ereceğim. Zero Örgütü de onun ölümü ile yıkılacak. Diğer teşkilatların Zero'ya saldırdığımda ses etmemelerinin sebebi hem Siyah Emare'den çekiniyor olmaları hem de Zero'yu sevmemeleri."

"Zero'daki çalışanların da ailesi ve çocukları varsa? Keşke insan olmaya çalışsalar."

Bilmiş bir şekilde sırıttı Ayaz. "Aile ve çocuk mu?" dediğinde bunu neden sorduğunu merak etmiştim, zaten o da bir açıklama yaptı direkt bana. "Zero çalışanlarının evlenmesi yasak, çocuk yapmaları zaten yasak ama sadece bir şeye karışmıyorlar." Ne olduğunu sorduğumda Ayaz'ın bunu bana söyleyip söylememekte kararsız kaldığını bakışından anlamıştım ama yine de söylemeyi tercih etmişti bir afallamadan sonra. "Kadınların ve adamların birliktelik sağlamasına, kutlama salonlarında birçok yatak odası bulunabilir."

Ağzım açık kalmıştı resmen. "Çok iğrenç." dediğimde midem bulanmıştı resmen. "Sen bunları nereden biliyorsun?" dediğimde de Ayaz oldukça rahat bir şekilde bakıyordu yüzüme.

"O örgüte ajan olarak soktuğum tek insan Göktuğ değil, diğer ajanlarımdan öğrenmiştim." Bana biraz yaklaştı ve elinin tersiyle işaret parmağını değdirdi yüzüme. Yanağımda gezinmeye başladığında tekrar söze girdi. "Şunu hiçbir zaman unutma Güvercin'im; eğer bir düşmanını derinden sarsmak istiyorsan o düşmanın hakkında bilgin olmalı."

"Gizli bir örgüt olan Zero'yu hem haberlerden yaptığı pislikleri açığa çıkararak hem de binalarını savaş uçakların sayesinde yıkarak vuruyorsun."

Başını ağır ağır sallayarak onaylamıştı. "Aynen öyle yapıyorum ve bu yüzden Siyah Emare çocuklarını Beyaz Emare'nin gölgesi altına vereceğim. Siyah Emare savaşı yürütürken çocuklara zarar gelebilir, bu da benim hiç istemeyeceğim bir şey."

"Ama insanlar Beyaz Emare Örgütünün benim yöneteceğimi biliyor, ya bana da saldırırlarsa?"

Karşımda dimdik duruyordu, bir anlığına beni baştan aşağı süzdü ve nihayet konuşmaya başladı. "Sana  zarar vermek istiyorlarsa önce beni geçecekler." Bilmiş bir şekilde tebessüm etti. "Geçebilirlerse."

"Beyaz Emare, ancak Siyah Emare Örgütünü geçtikten sonra ulaşılabilecek bir örgüt yani."

"Aynen öyle güzelim."

Bunu öğrenmenin bana verdiği değişik his ile beraber evin çıkış kapısına yöneldik, Ayaz hemen arkamdaydı. Artık örgüt binasına gitme zamanı gelmişti ve binaya gidince yaşanacak şeyleri çok merak ediyordum.

Beraber araca yöneldik, yerlerimizi aldık ve örgüt binasına doğru yola çıktık. İkimiz de sessizdik ama Ayaz bu sessizliği bozma taraftarındaydı. "Güvercin." dedi dikkatimi üzerine çekmemi beklerken, ona baktığımda da tekrar söze girdi. "Ağrın yok, değil mi?" Bir anlığına ellerime ve karnıma baktı acıyı dindirmek istermiş gibi. "Yanımda acı çekermiş gibi elini karnına koydun, neden? Ağrın varsa ve bana söylemiyorsan çok kırılırım, bilgin olsun."

"Ağrım yok Ayaz, iyiyim ben. Sadece aklıma bir şey gelmişti, karnımla alakası yok yani."

Cümlelerim yine rahatlatmadı içini. "Güzelim, bana doğruyu söyle. Senin için endişeleniyorum. Neden karnını tuttun o zaman? Miden falan mı bulanıyor?"

"Hayır ya," dedim ufak bir gülüş takınırken. "İyiyim, hiçbir şeyim yok. Tek sorunum omzum." Elbise omzumdaki yarayı görünür hâle getirmişti ama Ayaz bundan da hoşnuttu. Bunun güzelliğimden eksiltmediğini vurguladı, bu da beni utandırmıştı. "Teşekkür ederim, elbise yüzünden rahatsız hissetmiştim."

"Rahatsız olma, beyaz senin rengin." Gülümsedi yine. "Güzelim, sen gerçekten de beyaz hastasısın. Beyaz elbiselerin çok ya da çok sık kullanıyorsun giysilerinde beyazı. Kimisi siyaha bürünür, benim gibi. Benim aksime sen beyazsın, beyazın nuru da üzerinde oluyor. Ben siyahım, sen beyaz..."

"Beyaz benim tek tercihim, daha doğrusu elbisede beyaz benim tek tercihim."

"Beyaz elbise içerisinde seni görmek..." Cümlesine devam edemedi, hem yola bakıyor hem de konuşuyordu. "Sana tekrar tekrar aşık oluyorum, bu çok güzel hissettiriyor. Seni bir dakika olsa bile düşünmek, öpmek, sarılmak, bir hayat paylaşmak, seninle uyanıp seninle uyumak, seninle olmak, sana dokunmak, seninle dertleşmek, seninle sorunların üstesinden gelmek..." Gözümün içine baktığında araba yavaşlamıştı. "Seninle gülüp seninle ağlamak... Kısacası hayatımı sen yapmak, öyle güzel ki Güvercin."

"Bana aşıksın diye yorumladım." dediğimde tebessüm etti.

"Bu kadar tatlılık bir insana fazla ama." Cümlesi bana ilaç gibi gelirken şimdi ne olacağını sordum, bu sorumun yanında da iltifatı için teşekkür etmiştim. "Önce minik bir kutlamamız olacak, daha doğrusu etkinlik diyelim. Kutlama biraz absürt kaçtı. Bütün Siyah Emare Örgütü çalışanlarına açık olacak etkinlik, koruma zaten üst seviye tatsızlık çıkmasın diye. Kutlamadan sonra da konuşmayı yapıp Beyaz Emare'nin açılış tarihini duyururuz."

"Bina sence ne zaman tamamlanır?" dediğimde Siyah Emare'nin binasına yaklaşmıştık.

"Üç veya dört aya tamamen bitmiş olur."

İşte bu güzeldi... "25 Temmuz 2024 tarihi açılış tarihi olacak o zaman." Gözümün içine baktı kısa bir süreliğine ve hemen döndü geri. "Buna sevindim."

Ayaz sessizliğini takınmayı tercih etti konuşmak yerine, ben de örgüt binasına gelene kadar Beyaz Emare'yi düşündüm. Binaya geldiğimizde ise Ayaz ile tekrar bakışlarımız kesişti. "Heyecanlı mısın?" diye sordu beni izlerken.

Hafifçe ona doğru eğildim, yanağını öpüp geriye çekildiğimde Ayaz masum gözlerle bana bakıyordu. "Senin kadar değil." Bu cümlemde bahsetmek istediğim onu öptüğüm için içinde kıvılcımlanan heyecandı, o da zaten bunu direkt anlamıştı. Yanağındaki ruju silme zahmetinde bile bulunmadan araçtan inmek için kapısını açtı, ben de direkt indim ve aracın kapıyı kapattım. Ona doğru yürüdüğümde direkt koluna girmem için pozisyon aldı, ben de ona istediğini verdim. Kolum koluna dolandığında binanın girişine doğru yürüyorduk, giriş kapısında da Umut Can ile karşılaştık.

"Sonunda gelebildiniz." diyerek karşıladı bizi. Önce bana bakmıştı, gözleri Ayaz'a kaydığında direkt yanağını fark etmişti. "Yeni tarzın mı?" diye sordu kahkaha atarken. Ayaz çıtını çıkartmadan ona ifadesiz bir suratla bakarken ben de sessiz bir gülüş takınmıştım. "Hanımcı örgüt lideri, herkese aslan ama prensese kedi."

"Öyledir biricik eşim."

Cümlem Ayaz'ın duyar duymaz dudağının kıvrılmasına sebep olmuştu ama Umut Can yine söze girdi.

"Çok yakışıyorsunuz, söylemiş miydim?" Teşekkür ettiğimde Ayaz'ın beni izlediğini fark ettim. "Gözlerini alamaz tabi senden, öyle böyle aşık değil. Ölür senin için, ölür."

İstemsizce koluna daha sıkı sarıldım Ayaz'ın. "Yok ölmesin, bir de onsuz kalmak istemiyorum." Resmen baştan aşağıya ürpermiştim çünkü cümlemi kurduğumda aklıma hem Gül Ayşe hem de Kumsal gelmişti. Canımın yanışı yüzünden sesim titreyince Ayaz da bakışları ile Umut Can'ı dövdü resmen. Susmasını istiyordu, bakışlarını tanırdım.

"Gidelim mi?" diyerek de konuyu dağıtmak istemişti zaten. "İnsanlar bizi bekliyor." Başımı sallayarak onayladım sadece, ses edemedim çünkü sesim titreyecekti kesinlikle ve titrek sesimin duyulmasını istemiyordum. Umut Can önümüzden ilerlerken beni yavaşlattı Ayaz. "İyi misin?" diye sorduğunda başımla onayladım. "Güzelim..." İkna etmeye çalışır gibiydi sesi. "Lavaboya gidip yüzümü sileceğim, salonda bekleyeceksin beni ve eğer iyi değilsen bu şekilde kalmaya devam edeceğim. Gerçekten iyi misin?"

Hayır... İyi değildim, içimde bir huzursuzluğun kıvılcımı belirmişti. Yine de bunu saklamak istedim çünkü onun zihnini de bulandırmak istemiyordum. "İyiyim canımın içi," dedim gülümseyerek. "Sen lavaboya gitmeden diğer yanağını da öpeyim mi?" Beklenti içindeydim ve konuyu dağıtmayı başarmıştım, yanağını bana çevirmişti. Ayakkabıda parmaklarımın ucuna durarak boyumu ona yetiştirmeye çalıştım, zaten o da biraz eğilmişti. Diğer yanağını da öptüğümde Ayaz'ın yüzünde benleyken solmayan o tebessümü yine belirdi. "Şimdi daha iyiyim." dedim gözünün içine baka baka.

"Umut Can'ı takip et, salona geldiğimde seni bulurum."

Kafamı aşağı ve yukarı sallayarak onayladığımda ondan ayrıldım ve hızlıca Umut Can'a yetiştim. Yanına yetiştiğimi görünce buruk bir tebessüm takındı.

"Özür dilerim prenses."

"Önemli değil, olur öyle şeyler."

Tesellimi verdiğimde öyle bir bakış attı ki bana resmen aklına bir şey gelmişti. "Kalbin çok güzel, Hazal." dedi birden. Bu sefer içten bir gülümseme takınmıştı ve gözünün içi parlıyordu. "Kalbine Ayaz'ı aldığın için çok mutluyum, beni de dostun kabul ettiğin için minnettarım sana. Eğer sizden önce ölürsem Ayaz'a iyi bak, olur mu? O hep bana yaslanarak derdini hafifletmeye çalışırdı, artık sen varsın yanında. Bir derdi olduğunda ilk sana koşar, sonra bana çünkü Ayaz seni herkesten üstün tutuyor. Onun için dünya bir yana, sen diğer yana."

"Umut Can," diyerek ona yaklaştım. "Ölümden bahsetmek istemem." Yutkundum, yine ürperme gelmişti bedenime. "Ama sana söz vermiştim, unutmamışsındır. Ayaz'a iyi bakacağım. Benden önce ölürsen Ayaz, emanetindir."

"Benden önce ölürsen," dedi o da bana aynı şekilde. "Papatya'n bana emanettir."

Gözlerim dolmuştu bir an için. "Ayaz'ın haberi olmasın bu konuşmadan, sürekli iyi olup olmadığımı soruyor. İçimde bir huzursuzluk var, sanki bu huzursuzluğu hissetmiş gibi o da."

Kaşları çatıldı, ciddi olup olmadığımı soruyordu resmen halleri. "Sizde de mi?" Ne demek istediğini sordum tedirginlikle. "Bende de dünden beri var o huzursuzluk. Sanki ölümün nefesi ensemizdeymiş gibi."

Aynı tedirginlikle karnımı tuttum, sanki gelecekte yaşanacak bir acının habercisiydi karnımdaki ağrı. Dengemi sağlayamadım, baş dönmemin yaşanması yüzünden Umut Can'ın koluna tutundum direkt. O da korku içinde beni tutmuştu ve ne olduğunu soruyordu. "Bir şey yok, başım döndü sadece." Salonun içinde dolanan insanlara baktım ve boş bir yer aradım. "Umut Can, beni boş bir yere götürür müsün? Oturmam gerekiyor."

"Gel," dedi koluna girmemi sağlarken. "Bana tutun, sakın bayılayım deme."

Sıkıca kolundan tutunduğumda beni boş masalardan birisine kadar getirdi ve sandalyeye oturttu. "Teşekkür ederim." dedim nazikçe ama buna ses etmedi.

"Eda'yı bulacağım, beni bekle. Yanında kalsın o."

"Ayaz gelecek zaten."

Cümlemi önemsemedi yine, masadaki suyun birisini açtı ve yeri ıslatmayı önemsemeden eline döktü. "Dokunmam rahatsız eder mi?" diye sordu ilk olarak. Reddettim, zaten onunla kardeş gibiydik. Başka birisi olsa izin vermezdim ama ondan rahatsız olmuyordum. Islak elini boynuma dokundurdu, sonrasında yine ıslattı elini ve alnıma koydu. "Başın hâlâ dönüyor mu?"

"Biraz." dediğimde bileğimi de ıslattı ve ferahlamam için bir yandan elini aşağı yukarı sallıyordu.

"İnsan bir kolonya koyar ya masaya, Ayaz'a söyleyeyim de halletsin." Cümlesi sırıtmama sebep olurken Umut Can tekrar söze girdi. "Hemen döneceğim, ani hareketler yapma. Tamam mı?"

"Tamam." dedim sadece. O da hızlıca yanımdan ayrıldı, onun gidişini izlerken salonun girişine baktım. Ayaz hâlâ yoktu görünürlerde, onun yanımda olmasını istiyordum. Arkama yaslandım, Umut Can'ın dediği gibi hareket etmemeye çalıştım. Onları beklerken de arkamdaki boş masa da doldu ve birisini tanıyordum.

Adamın sesi aynen geliyordu ve yanındaki kadın Cennet'ti, Cennet ile konuşuyordu ve konu bendim. "Ayaz Kayra Masso olmadan bir hiç, ayrıca çok abartılıyor." Cennet benim hakkımda düzgün konuşmasını rica ettiğinde adam ısrarla beni kötülemeye devam etti. "Bir de Güvercin diye seviliyor ya, aşırı saçma."

"Bu hoş değil. Ayrıca Ayaz, o kadın için dünyayı yakar."

"İşte bu da çok saçma, ne kadar sevebilir ki onu?"

Adamın aşağılık sesi tekrardan geldi kulağıma, bütün dikkatimi arkamdaki onlara verdim. Saç uçlarımdaki gece mavisi yok olmak üzereydi, yine de beni arkadan tanımamalarına şaşırmıştım.

"Bence ciddi bir ilişki yaşamak yerine çorap değiştirir gibi sevgili yaptığın için böyle düşünüyor ve gerçek sevginin ne olduğunu bilmiyorsun. Ayrıca Hazal'ı kötüleyince gözüme gireceğini mi düşünüyorsun? Eminim ki benimle olduğun hayaller de barındırıyorsundur o kafanın içinde."

"İğrenç bir kadın." dedi adam benim hakkımda.

Cennet ise beni savunmaya devam etmişti, bu da beni gururlandırmıştı çünkü ondan beklemiyordum bunu. "Hazal ile arkadaş olmayabiliriz ama bu, onun hakkında böyle konuşacağın anlamına gelmez. Nasıl böyle konuşursun? İnsanlar bu hayatı sen onları yargılayasın diye yaşamıyor. Siyah Emare Örgütünü ayakta tutan da o kadının varlığı, örgüt lideri ve kurucusu Ayaz Kayra Masso'nun ondan güç aldığını herkes bilir. O geldi geleli örgüt ayakta ve şu an SE örgütü, Zero'dan intikamını ağır bir şekilde almaya başladı. Her gün belki de her dakika binaları yerle bir oluyor. Ayaz'ın, Hazal ile sevgili olmadan önce gücünün gitgide azaldığını biliyorduk, örgüt çöküşe giderken Hazal kurtardı bizi. Şu an bu örgütte çalışıyorsan bu, o kadın sayesinde. Ayrıca Ayaz bu cümlelerini duyarsa bırak örgüt içinde çalışmayı, kapısının önünden bile geçemezsin. Pislik!"

"Cennet, dur! Bir kadın için benden vaz mı geçeceksin?"

Arkama bakamadım ama Cennet'in öfkeyle nefes alıp verişini duyuyordum. "O kadın örgüt liderimizin sevgilisi ve belki de eşi olacak, ben ne Ayaz'a ne de Hazal'a ihanet ederim. Ve eğer onları kötüleyen babam da olsa tavrımı ortaya koymaktan çekinmem, gerekirse hayatımdan da silip atarım."

"Bunu Ayaz'a aşık olan sen mi söylüyorsun?"

Kaşlarım çatıldı o an, Ayaz daha gelmemişti ama o gelmeden bu sohbet dağılacak gibiydi çünkü Cennet'in cümleleri noktayı koymak için kuruluyordu. "Evet, ona aşıktım ama beni defalarca kendinden uzaklaştırmaya çalıştı ve reddetti. Buna rağmen asilliğimi elimden almadı ve örgütünde bana ayrılan yeri hep korudu. Hain olan komisere beni teslim edip ölmeme sebep olmadı, beni de korudu. Ben böyle bir adama nasıl ihanet edeyim?" Cennet gerçekten de değişmişti, beni bile mükemmel bir şekilde savunuyordu. Cümlelerine devam etti yine. "Ayaz ve Hazal gayet mutlu bir ilişki içindeler, ilişkilerine burnumuzu sokmak haddimize değil. İkisinden birisi zorda kalırsa ve onlara zarar gelmesi söz konusuysa kendimi bir saniye bile düşünmeden öne atarım, onları korurum çünkü onlar beni her şarta rağmen koruyarak yuvamdan ayırmadı. Yuvam burası ve ben, bu yuvayı bana veren herkesi korumak için çalışıyorum." Ve buradan çekip gitti, beni yine fark etmemişti. Ben arkasından ona bakarken Cennet'in gidişine adam ofluyordu. Adamın yüzünü merak etmiştim, arkama dönüp baktığımda onun da bakışları beni nihayet buldu.

"Hazal Hanım..." dediği gibi olduğu yerde kalmıştı, beni gördüğü için resmen ufak çaplı bir kalp krizi geçirmiş gibiydi.

Öldürücü bakışlarımı başka yöne çevirmedim, onu izlemeye devam ettim. "İğrenç bir kadınım, öyle mi?" diye sormamla adamın ceketini düzeltmesi bir oldu ve eminim ki o ceketin altında bir silah ya da bir bıçak vardı. Başımın dönmesini umursamadan masanın üzerinden bir kadeh aldım ve ayağa kalktım. Gözümün önü kararmıştı ama düzeldiğinde tekrar söze girdim. "İçinde ne çok şey biriktirmişsin öyle?" diye sorduğumda kadehe masadaki içeceklerden birisini doldurdum. Alkollü içecek yoktu; meyve suyu, limonata, soğuk çay gibi içecekler vardı sadece. Muhtemelen örgüt içinde sarhoşluğa yer yoktu.

"Ne kadarını duydun?"

Adamın sorusu gülümsetmişti, içecekten bir yudum aldığımda karşımdaki kişinin örgüt içindeki bir hain olduğunun farkındaydım. "Sizden sene ne kadar hızlı bir geçiş yaptın öyle?" dedim baskın bir sesle. Adamın karşısında dimdik duruyordum ve birkaç adım atarak tam karşısında durdum. "Soyunuzu kurutacağız." Bu cümle son cümlemdi ve bir uyarıydı. Kadehi adamın kafasında kırdığımda geriye doğru çekildim, elim ve elbisemin bazı yerleri içecek olmuştu.

Karşımda sinirden kuduran adamın eli bıçağına giderken bir karaltı gördüm, adamın bıçak tutan eli beni bulmadan engellendi. Burnuma Ayaz'ın önce kokusu geldi, sonrasında da zaten adamın kolunu tutup çenesine vurarak geriye doğru savrulmasını sağladı.

Dengem yine bozuldu o an, bir elim masaya gittiğinde Eda'nın kolu belimi sardı. "Sakin ol şampiyon, bayılmak için iyi bir zamanlama değil." dediğinde ikimiz de Ayaz'ı izliyorduk.

"Bi' bitmediniz," dediği gibi yine adama vurmuştu. "Ona dokunabileceğini mi sanıyorsun?"

"Başımda kadeh kırdı!" diye bağıran adamı da buradaki insanları da umursamadı Ayaz. Adam ise umursanmak istiyormuş gibi tekrar söze girdi. "Ben bir şey yapmadım."

"Yalanına küfür etmek isterdim ama değerli eşim yanımda, ayrıca kafanda kadeh kırdıysa vardır bir bildiği." dediğinde yere yığılan adamın yakasından tuttu ve ayağa kaldırdı. "Seni de sana parayı basıp susturan o salak patronunu da öldüreceğim." Tekrar vurdu ve bu sefer yere düşen adamı yerde bıraktı, vuruşlarının sertliği benim beynimi dondururken sert bakışları bana baktı Ayaz'ın. Yavaşça bana yaklaştığında bakışları anında yumuşamıştı. "İyi misin güzelim? Dokundu mu bu piç sana?"

Gözlerim kocaman açıldığında başımla reddettim. "Dokunmadı, iyi olduğumu da sanmıyorum." Ayaz tekrar adama baktı ama ona yöneleceğini düşünerek tuttum direkt onu. "Yeter, daha fazla uğraşma onunla. Sadece yanımda kalmanı istiyorum."

Ayaz'ın göğsü hızla kalkıp inerken huzur bulmak istermiş gibi bana sarıldı, onun göğsüne kapanmam her şeyin düzeleceği hissini veriyordu. İkimiz de aynı şeyi hissediyorduk muhtemelen çünkü bana sarıldığında kalp atışı düzeldi onun da. Gözlerim kapalıydı, yavaşça araladığımda karşımda Hançer'i gördüm. Adama ters kelepçe takıp salonu terk ediyordu. Hançer'i izlerken de babamla karşılaştım, annem ve Nisan'da yanındaydı. Ayaz'ı bırakamadım çünkü gözlerim dolmuştu onları görünce ve bunu görmelerini istemiyordum. Bunun mümkün olmadığının da farkındaydım, ağlamak üzereydim ve babam yanımdaydı.

"Aşk çiçeğim," dedi bana, sesi kısık çıkıyordu.

Günlerdir yan yana gelemiyorduk çünkü güvende kalmaları gerekiyordu, bu yüzden gitmişlerdi. Babam, annem ve Nisan'ı yanına alıp güvenli bir yerde dururken ben Ayaz'ın yanındaydım ve beni koruduğunu bildikleri için içleri ferahtı. Onlar buraya gelene kadar da telefonda konuşmuştuk sadece.

Bedenim titriyordu, Ayaz'ın kolları arasında soğuktan tir tir titreyen bir güvercin gibiydim. "Baba..." diye fısıldadığımda Ayaz'ın kolları gevşedi. Onu hâlâ bırakmamıştım, bu da Ayaz'ı şaşırtmıştı.

"Güzelim, baban senin için burada." dedi Ayaz benim duyabileceğim bir ses tonuyla. "Şoktasın, farkındayım bunun ama beni bırakman gerekiyor. Adam sana sarılmak için seni bekliyor, hadi canımın içi. Korkma, biz yanındayız ve hiçbir sorun yaşanmayacak bir daha. Baban ve ben buradayız."

Kurduğu cümlelerin bana verdiği güven ile kollarımı Ayaz'dan çektim, o da ben bunu yapar yapmaz geri çekildi. Onun yerini babam aldı. "Seni çok özledim," dediğinde onu bana sarılırken buldum. Kollarım babama sarıldığında annem ve Nisan da yanımdaydı ve onlar da gelip sarıldı bana.

"Sizi görmek çok güzel, bir an için geri dönmeyeceksiniz sanmıştım."

"Bu söz konusu bile olamaz."

Annemin cümlesinden sonra Nisan söze girdi ve cümlesi hem Ayaz'ı hem de beni şoka sokmuştu. "Ayaz abiyle evlendin mi?" Bunu neden sorduğunu söylemesini istedim, sesim titremişti bunu isterken. "Çünkü Ayaz abi, seni o adamdan korurken sana 'Değerli eşim,' dedi."

Yutkundum, Ayaz bunu sinirle ağzından kaçırmıştı. Diğerleriyle sarılmayı sonlandırmıştık. Bu yüzden Ayaz'a baktım sadece, babam ile annem de bir açıklama bekliyordu. "Dün..." Babama baktım, utandığım için de başım öne eğildi. "Ayaz, bana evlilik teklifi etti ve ben de kabul ettim."

"Başını kaldır." Babamın sesini işittiğimde onlara haber vermediğim için kırgın olduğunu söyleyeceğini düşündüm, bu yüzden bakışlarım yine onları bulmadı. "Hazal," dedi babam yine emir verir bir ses tonuyla. "Başını kaldır ve bana bak kızım."

Dolan gözlerimle yüzüne baktım. "Özür dilerim. Haber verecektik size, sadece doğru zamanı bekliyorduk."

"Güzel kızım..." Babamın eli yanağımı bulunca okşamaya başlamıştı yanağımı, gülümseme takındı. "Gelinlik içinde ışıl ışıl olursun, seni öyle düşünemiyorum." Bana yaklaşıp alnımı öptüğünde kırgın olmadığını anladım, annem de Ayaz'a yönelmişti.

"Helal olsun sana, dediğini yaptın."

Ayaz'ı gülümserken gördüğümde babama baktım yine. "Haber vermedik diye kırılmadınız, değil mi?" diye sordum masumiyetle.

"Elbette kırılmadık, vardır bir bildiğiniz."

Bu sefer Ayaz girdi söze. "Aslında birazdan yapacağımız konuşmada yer verecektim ve öyle duyuracaktım, size ithafen konuşacaktım o kısmı ama siz daha erken öğrendiniz."

Babam gülerken Ayaz'ı baştan aşağıya süzdü. "Seni seviyorum çocuk," dediğinde Ayaz'ın da ondan farklı bir yanı yoktu. "O zaman etkinliğe devam edelim ve iki örgüt liderini konuşmaya alalım."

Başımı sallayarak onayladım bunu, ailem ve yuvam yanımda kaldı. Beraber yanında bulunduğumuz masaya yönelip sandalyelerde yerimizi aldık. Bir tarafımda annem, diğer tarafımda Ayaz vardı. Babam da annemin yanına oturmuştu, Nisan ise direkt Ayaz'ın kucağına geçti.

"Ayaz abi," dedi heyecanla. "Ablamı o günden beri seviyorsun, değil mi?"

"Hangi gün bebeğim?"

Bu sefer Nisan, anneme baktı. "Annem yoktu, gece sen gelmiştin yanımıza. Annem yanımızda olmayınca ablamı teselli etmiştin, hatta bahçede gördüm sizi. Yan yanaydınız, hatta bir ara ablam seni aşk dolu bakışlarla izlemeye başlamıştı."

Annem ve babam da dahil hepimiz gülerken Nisan şaşırmıştı, Ayaz da bu şaşkınlığı aldı ondan. "Evet, aşıktım ablana. Hem sen biz bahçede otururken bizi mi izledin?"

"Ablam odadan çıkarken uyanıktım, sizi takip ettim."

"Minik ajan," dedi Ayaz, Nisan'ın iki yanağını da sıktı ve hafifçe salladı onu. "Yarın gel de ajan olarak işe başla burada."

Nisan kahkaha atarken ben hayranlıkla Ayaz'ı izliyordum. Onun çocuklarla arasındaki bu iletişim kendimi bildim bileli etkiliyordu beni. Bakışlarımı alamadım ondan ancak annem elimi tutmuştu, o an bakışlarımı Ayaz'dan kaçırıp anneme yönelttim.

Hafifçe kulağıma eğildi ve fısıldadı. "İyi bir eş olacak sana." dediğinde gözlerimi kocaman açtım.

"Rızanız var, değil mi?" Kısık soramamıştım, muhtemelen Ayaz da duymuştu cümlemi. Bakışları üzerimize döndüğünde önce anneme, sonra da babama baktı.

Babam da oldukça rahat bir şekilde bizi izliyordu. "Sence," dedi bana. "Bu adamın senin etrafında pervane olduğunu bilmeme rağmen yanında kalmasına izin verdiysem ve şu an yine senin yanında oturuyorsa sence de rızamız yok mu?"

"Var," dedim memnuniyetle. "O gün çok güzel geçecek ve ben şimdiden heyecanlıyım."

Annem sesli bir gülüş takındı bunu duyduğunda. "Babanla ben de bir zamanlar böyleydik." dediğinde babama baktı, babam da direkt anneme göz kırpmıştı. "Gerçi hâlâ pek bir farkımız yok o günlerden." O an babamın da gülümsemeye başladığını gördüm, annem bu sefer de Ayaz'a baktı. "Yalnız adam en son elindeki bıçağı Hazal'a karşı kullanmak için kolunu kaldırmıştı, bir baktık yerde. Ne ara geldin de ne ara dövdün adamı?" Yine güldü. "Resmen damat değil de koruma alıyoruz."

"Kızınız benim eşim olacak," dedi Ayaz üzerine bastırarak. "Ve eşimi ne olursa olsun her daim korumak için hazır olacağım." Ayaz benden eşim diye bahsettikçe içimdeki kelebek artışının haddi hesabı yoktu. Heyecanım yüzünden karnımda hissettiğim o sızıyla karnımı tuttum, Ayaz direkt bunu fark etmişti. "Güzelim, neyin var senin ya?" Bilmediğimi belirttiğimde Ayaz'ın tek kaşı havaya kalktı. "Seyit burada olacak birazdan, o zaman anlaşılır neyin olduğu."

Sessiz kaldım, Ayaz da dahil diğerleri de benim için endişeleniyordu ve beraber Seyit abiyi beklemeye başladık. O geldiğinde de direkt Ayaz ayağa kalkmıştı çünkü yerini Seyit abiye vermek istemişti, Seyit abi onun yerine otururken o hemen yanımda duruyordu.

"Şikayetlerin neler, Hazal?" dedi Seyit abi ilk olarak.

"Gözümün önü kararıyor ve başım dönüyor, bu kadar."

Ciddiyetle gözümün içine baktı, ben de ona ne bakıyorsun der gibi baktım. Minik bir tebessüm takınıp tansiyon aletini çıkarttı. "Tansiyonun düşmüş olabilir," dediğinde bileğimi uzatmamı istedi. "Tuzlu ayran?" Ayaz'a söylemişti bunu, Ayaz da tek bir hareketi ile Umut Can'ı harekete geçirdi.

"Bilmiyorum ya, buraya geldiğimde oldu." Kaşlarını çattı bunu duyduğunda, ne demek istediğimi sordu da neyi anlamadığını anlamamıştım. "Buraya geldiğimde oldu işte, evdeyken iyiydim."

Ciddiyet ve biraz da şaşkınlıkla tansiyonumu ölçtü ve sonuç tahmin ettiği gibiydi. "Evet, tansiyonun düşmüş. Tuzlu ayran düzeltir hemen, başının dönmesi de tansiyonun yüzünden zaten ve düzelir yakında."

Ayaz derin bir nefes aldı, beraber Umut Can'ı bekliyorduk. Kısa bir süre sonra o geldiğinde de yanımda diz çöküp ayranı bana uzattı. "Teşekkür ederim." dediğim gibi bardağı elinden aldım ve ayranı içmeye başladım, bir iki yudumdan sonrası çıkmamıştı ama.

"Güzelim," dedi Ayaz da saçlarımı toplarken. "Bitir onu."

İtiraz edemedim, tuzlu ayranı içmeye devam ettim ve tek seferde bitirdim. Bardağı dudaklarımdan çektiğimde yüzümü istemsiz buruşturmuştum, Ayaz da bardağı nazikçe elimden aldı.

Herkes tekrar yerlerini aldığında ve sohbet etmeye devam ettiğimizde Seyit abi de katılmıştı bize, yaklaşık yarım saat sonra da Ayaz ayağa kalktı. "Şimdi mi?" dedim onun kalktığını görünce, konuşmadan bahsediyordum.

"Evet güzelim, başlayalım artık." Ben de ayaklanınca aklındaki soruyu sordu. "İyi misin?"

"İyiyim Papatya," dediğimde derin bir nefes aldım. "Hadi, gidelim artık." Öne buyur etti beni, hemen bir adım arkamdaydı. Annemler de ayaklanınca salondan çıkmak için ilerlemeye başladım. Ayaz ile ben önden çıkıyorduk. Salondan çıkıp konuşma yerine geldiğimizde de diğerleri bize yetişmişti.

"Hazır mısın güzelim?"

Tebessüm ettim. "Dünden hazırım."

Korumalara baktı, yayını beş dakikaya başlatmalarını ve konuşmayı yapacağımızı söyledi. Ben de yanında adamları izlemeye başladım, Ayaz'a yaklaştım biraz bunu yaparken de. Arkamızda asil üyelerin yöneticisi Barış Demir Deniz ve Umut Can ile Eda vardı, sonradan Eda da içeriye gitti. Korumalar ve babam ile Umut Can kaldı burada.

"Ne konuşacağız?" dedim birden Ayaz'a. Ayaz bunu duyduğunda gülümsemesine engel olamamıştı, ben de aynı masumlukla tekrar söze girdim. "Ne diyeceğimi unuttum."

"Çok tatlısın." İltifatını aldığımda onu öpesim gelmişti ama tuttum kendimi, yeri değildi. Ayaz da bunu fark etmişti bakışımdan. "Sonra." dedi direkt ve bize seslenen adamlara baktı.

"Ayaz Bey, yayını açtığımızda bütün ülke sizi dinliyor olacak. İsterseniz başlayalım."

Ayaz başıyla onaylarken önce bana baktı. "Sana güveniyorum." diyerek son bir kez içimi rahatlattığında ben de Umut Can ve babamın yanına geçtim. Onlar ciddiyetle Ayaz'ı izlerken ben de baktım sevdiğim adama, ciddiyeti insanı öldürecek derecedeydi resmen.

"Başlıyoruz." dedi bir adam. Binanın girişinde zaten biz duruyorduk, karşımızda da insanlar vardı. Ayaz başıyla onayladığında diğer asil üyelerin karşımızda ve birçok koruma ile beraber sivillerin de burada olduğunu fark ettim. Aynı ciddiyetimle devam ettim tekrardan Ayaz'ı izlemeye.

"İyi günler değerli kent dinleyenleri," dedi öncelikle. Sesi çok güçlü ve kararlı çıkıyordu. "Ben Siyah Emare Örgütünün kurucusu ve lideri, Ayaz Kayra Masso."

Elim buz kesti sanki, iki elimi de birleştirdim ve öyle dinlemeye devam ettim Ayaz'ı.

"Bu konuşmayı yapmamın sebebi çok yakın zaman önce haberlerde çalkalanan Vernem Nidahen'in işlediği o cinayet."

O an resmen dehşete düştüm, Vernem Nidahen olduğunu mu söyleyecekti? Bunu duyurması demek, adının seri katil olarak da anılması demekti. Kimse kendisini böyle bir örgüte de emanet edemezdi. Bunu yapamazdı, yapacaktı...

"Doğrudan konuya gireyim. Cinsel saldırıya uğradığı bilgisi verilen o küçük çocuk, ismi Kumsal. Kumsal benim manevi kızımdı, kısa bir süre tanışıklığımız var ama Güvercin'im ile daha önceden tanıştığını biliyorum. Siyah Emare Örgütünün koruması altına almayı çok denedim ama başaramadım, sürekli kaçtı ve kayıplara karıştı. Ben de onu öldüren, onu bir cinsel obje olarak gören, vücudunda işkenceler yapan o piçi buldum ve öldürdüm." Başı ve duruşu dikti, yine devam etti aynı kararlılıkla. "Evet, evet, evet... Vernem Nidahen denen o ünlü seri katil var ya, hah işte o seri katil benim."

Söylemişti... Bana bundan bahsetmemişti, muhtemelen engel olurum diyeydi ama şu an ki canlı yayında söylemişti bunu da.

"Ben Siyah Emare Örgütünü masumları korumak için kurdum, bunu yaparken de masumlara kim zarar verdiyse azabımla yüzleşti. Kumsal gibi birçok çocuk ve kadın var, bunun da farkındayım. Kadın ve çocuk cinayetlerinde hayatını kaybedenlerin sayısı son dört yılda ciddi bir artış gösterdi."

Derin bir nefes aldı...

"Bu ülkenin bütün kadınlarından özür diliyorum. Sizi koruyamadığımız ve anlayamadığımız her an için. Tacize, tecavüze uğradığı halde adalete inanmayıp susmak zorunda kaldığı için. Doğar doğmaz evinin kadını olacaksın cümlesinin alnına yapıştırıldığı için, geç saatte eve dönerken cebindeki bıçağın veya biber gazının varlığı ile güç bulmak zorunda bırakıldığınız için, kız arkadaşlarıyla beraber kahkaha atarken pis bakışların altında kalmanın yaşattığı hissi bilmediğimiz için, bedeninin her bir parçasında herkesin söz hakkına sahip olmasının derin acısını anlayamadığımız için özür diliyorum. Yirmi beş bin yıl önce el üstünde tutulmasına rağmen günümüzün şeytanına, kaşarına, motoruna dönüşmenin nasıl yara yaptığını da maalesef ki anlamıyoruz, anlatamıyoruz."

Kadınlar hakkında konuştuğu bu sözlerin doğruluğu can acıtıyordu, ilerideki sorunların içerisinde de bu konuşmalardaki maddelerin devam edecek olması daha da can acıtıyordu.

"Bu ülkede kadın olmak zor ve bizim kadınlarımız ölüyor. Kadınlarımızın öldürülmesi demek, hayatın yok olması demektir. Bu konuşmada meleklerin feryadını sunuyorum size, Kumsal'ım ve Kumsal gibi öldürülen her masum kalplerin feryadını sunuyorum. Suçu ne? Gece evine dönen kadının veya kızımın suçu ne? Boşanmak isteyen, şiddet maruz kalan kadınların ve erken yaşta evliliğe itilen çocukların suçu ne? Uzun süredir sahadayım, bir yerde masum bir insan öldürüldüyse katiline karşı maskemi takıyorum. Ben Vernem Nidahen'im ve utanmadan bunlara normal bir şeymiş gibi bakan, destekleyen, bunu yaparken de karakterini terk etmeyen, 'Topuklusu varsa dokunurum.' diyen beyinsizlerin ölümü için bekliyorum."

O an bakışları bana kaydı, ciddiyeti ile karşı karşıya kalmam ona doğru birkaç adım atmamı sağlamıştı.

"Benim de eşim var." dedi bana bakarken ve hemen önüne tekrar döndü. "Bir kadın çizeceksiniz, ortadan ikiye bölünmüş bir kadın. Bir tarafı anne, diğer tarafı çocuk..."

O an Ayaz sustu, ben de kararlılıkla tamamen yanına geldim ve konuşmaya dahil oldum. "Ama bir kadını katlederseniz o anneyi de o çocuğu da öldürmüş olursunuz." Ayaz'la bakışlarımız kesişti, bana hak verdi bakışları ile ve devam etmemi istiyordu. "Kadın, anne olmak ister. Kadın, çocuk olmak ister. Kadın, sadece kendi olmak ister. Peki bu sapıklar ne ister, biliyor musunuz? Kendi haklarını bilmez, kadının tüm haklarına sahip olmak ister."

"İnsanlığın insanlığa ihtiyacı var." dedi Ayaz, evde iyiydik ama yaşanan bunca şeyi dile dökünce tüylerimiz ürperiyordu.

"Ben," diyerek Ayaz'ın omzuna elimi koydum. "Beyaz Emare Örgütünün kurucusu ve lideri, Hazal Deniz. Bir diğer isimle Sokak Güvercini. Aynı zamanda da Ayaz Kayra Masso'nun eşiyim."

Kendimi insanlara tanıttığımda susmadım, devam ettim.

"Bu ülkenin bütün çocuklarından özür diliyorum," diyerek devam ettim. "Canice, vahşice öldürüldükleri halde katillerine ceza indirimi verildiği veya serbest kaldığı için. Adalet arayıp bulamayan, korkan ve hatta gözyaşlarını bile saklayan bütün vatandaşlarımdan özür diliyorum. İnsan dediğin bir çuval et ve kemikten ibaret değil. Siyah Emare acılarımızın izlerini taşıyordu ya, insan acı çeker. İnsan ağlar, insan sevinir, insan aşık olur, insan umut eder, insan kıyamaz. İnsan kıyamamalı..."

Konuşmalarım Ayaz'ın gözlerinin içinin parlamasına sebep olurken resmen açılmıştım, devam ettim yine konuşmaya.

"Siyah Emare, acılarımızın emarelerini taşır. Beyaz Emare de umutlarımızın emarelerini taşıyor. Umut edeceğiz, dünyanın daha iyi bir yere geleceğine dair umut edeceğiz ve başaracağız çünkü umut etmek, başarmanın yarısıdır. Beyaz Emare Örgütü; sokakta büyüyen çocukları ve hayvanları, her masumu korumak için her zaman yanınızda olacak. Ayaz'ı biliyorsunuz. Sevgili eşim, Vernem Nidahen olup katilleri, sapıkları ve canileri öldürse bile çok nahif bir adam. Onu çok seven ve ondan yardım isteyen birçok kişi var, onu sevmeyenler de var. Sevmeyenler bir yana, biz diğer yana. Ben de sizinle yürüyorum, ben de yanınızdayım, ben de yardım için her zaman hazırım. Kanatlarım hepinizi altına almak için bekliyor. Güvercinler, size beni hatırlatsın."

O an Ayaz'ın kolu belime dolandı, elini tuttuğumda bir cümleyi bastırarak söyledim.

"Güvercinler Beyaz Emare'yi, laleler Siyah Emare'yi hatırlatsın."

Cümlemi bitirdiğim an bir silah sesi ile irkildi etraf...

Ayaz'a baktım korkuyla, o iyiydi.

Babama baktım korkuyla, o da iyiydi.

Ama Umut Can...

İnsan umut eder demiştim, bizi Umut'umuzdan vurmuşlardı.

Umut Can'ın beyaz gömleği kırmızıya bürünürken direkt yanına koştum. O yere yığıldığında silah sesleri devam ediyordu, korumalar bize yönelmişti ama ben çoktan Umut Can'ın yanında olmuştum. Elimi yarasına koydum, çoktan kapanmış olan gözlerine baktım.

"Hayır hayır," diye sayıkladım. "Umut Can, bizi bırakırsan seni affetmem. Sözümü tutturma bana, yalvarırım."

Çaresizce Ayaz'a baktım, yüzü korku içindeydi ve ceketini çıkarıp Umut Can'ın yarasına bastırdı. "Seyit nerede!" diye bağırdığında sesinin ağlamaklı olduğunu duydum.

"Ölmesin Ayaz," dediğimde Ayaz'ın çaresiz bakan gözleri dolmuştu. Ben zaten ağlamaya başlamıştım. "Ölmesin," diye tekrarladım. "Eda yıkılır, sen mahvolursun, ben bir daha birisine dostum diyemem. Yalvarırım, ölmesin... O da ölmesin." Nefes alıp verişim bozulduğunda Eda'yı buraya getirmemeleri gerektiğini söyledim babama, onaylayarak tedbirle içeri gitti o.

Ayaz ise o an direkt sövmeye başladı. "Nerede kaldı Seyit, doktorları getirin buraya!"

O an fark ettim ki Seyit abi esir alınmıştı. "Ayaz." dediğim topluluğu gösterirken. Topluluk dağılırken hainler bir bir ortaya çıkmıştı, bazıları asil üyeleri esir almıştı ve birisi de doğrudan bizim yanımıza geldi. Silahı Ayaz ile bana bakıyordu.

"Seni piç kurusu," dedi Ayaz sinirle. "Beynini ona sıktığın kurşunlar ile mahvedeceğim."

"Kalk ayağa." diyerek silahı bana uzattı adam. "Yoksa eşini vururum."

Ayaz, söz konusu ben olduğum için bir şey demeden ayağa kalktı. Ben ise onun ceketini Umut Can'ın yarasına bastırarak ağlamaya ve sayıklamaya devam ettim. Kanı elbiseme bulaşmıştı, kanı ellerime ve yüzüme bulaşmıştı. Bir an için ellerime baktım, titreyen ellerime.

Bu kan Umut Can'a aitti...

Seyit abiyi getirdiler buraya, bana silah doğrultan adam bir anlığına onlara baktı. Örgütteki bütün korumalar buraya yığılmıştı ama esirler arasında Ayaz ve ben de olduğum için kimse bir şey yapamıyordu.

"Nabzına bak." dedi adam, Seyit abiye.

"Tam şerefsizsiniz." Seyit abinin cümlesinden sonra onu esir alan kişi ona vurmuştu, dizine bir darbe indirdi sonrasında ve ona diz çöktürdü. Seyit abi yanımda diz çöktüğünde bir anlığına göz göze geldik.

Adam hemen sözünü tekrarladı. "Ölmüş mü, nabzına bak!" diye bağırdığında korkuyla irkildim.

Seyit abi bana doğru eğildi, Umut Can'ın nabzına bakarken sadece benim duyabileceğim bir fısıltı çıktı dudaklarından. "Güçlü dur."

Kaşlarım çatıldı, Ayaz'a baktım. Şaşkınlık ve sinir arası bir ifade ile sadece Umut Can'ı izliyordu. Kafasına silah dayanmış olması umurunda değildi.

"Ölmüş mü?" diye bağırdı adam tekrardan.

Seyit abinin yüzü buz kesmişti resmen. Elini Umut Can'ın boynundan çektiğinde geriye doğru yığıldı. "Bunun hesabını vereceksin." dedi öfke içinde.

"Hayır," dedim Seyit abiye. "Ölmedi de, Seyit abi. Ayaz'ın o gün o hastanede nabzının yeniden atmaya başladığını söylemiştin. Yine de aynısını."

"Çok üzgünüm..."

Beynimden vurulmuş gibiydim, ben ağlıyordum ama Ayaz tamamen şoktaydı. Tek kelime edemiyordu.

"Hayır hayır," diye sayıklamaya devam ettim. "Ölmüş olamaz, bizi bırakamaz." Seyit abi kolumdan tutmuştu ama hiçbir şey engellemedi beni. Başımı Umut Can'ın bedeninin üzerine koydum ve hüngür hüngür ağlamaya başladım. "Ölümün nefesini ensemde hissediyorum derken bunu mu kastetmiştin?" diye sordum çaresizce. "Nasıl gidersin? Daha evlenecektin, mutlu bir hayatımız olacaktı, Ayaz ile benim mutlu günümüzde yanımızda olacaktın. Nerede verdiğin sözler?"

"Hazal," dedi Seyit abi ama durmadım. Beni arkamdan çekiştirdi ama ben yine de bırakmadım Umut Can'ı.

"O ölmedi, o hayatta."

"O öldü, Hazal."

Seyit abiye bağırdım o an. "O ölmedi, hayır. Ölemez, o bizi bırakamaz Seyit abi." Umut Can'ın yüzüne baktım. Kapanmış gözleri açılmadı, açılmayacaktı. "Neden gittin? Tek kurşunla nasıl pes ettin, Umut Can? Hadi, kalk da bana prenses de. Şaka yap, Ayaz'a takıl. Bu sefer gerçekten kızmayacağım. Sen kalk, yine beni sinir etmek için uğraş. Ağzımı açmam, yemin ediyorum. Yeter ki uyan, bizi bırakma."

Uyanmadı...

Ağlamaktan ağrıyan gözlerim ve acıyan boğazımla birlikte öfkeyle adama baktım. Üstüm başım kan içindeydi ve bunun sorumlusu karşımızdaydı. Öfke içinde ayağa kalkıp direkt ona saldırmaya çalıştım.

"Senin gelmişini geçmişini si-" Tam sözümü bitirecektim ki adam direkt beni kolumdan yakaladı. "Geberip gideceksin." dememle de omzumdaki yaraya bastırması bir oldu. Acı içinde inleyişim Ayaz'ı kendisine getirirken bakışlarını Umut Can'dan bana çevirmesini sağladı. "Ayaz..." dedim ben de ona. "Bir şeyler yap."

Cümlem adamı güldürmüştü. "Bir şey yapamaz, güzelim."

"Ona güzelim diyen dilini koparır yediririm sana." Ayaz'ın nihayet şoktan kurtulup dolan gözlerini silmesi ile kendisine gelmesi beni az bile olsa umutlandırmıştı. "Şu an yüzlerce korumanın içindesin, buradan çıkabileceğini mi sanıyorsun?"

"Evet." dedi adam. "Arkadaşını öldürdüm, sıra eşinde. Sana tek bir seçecek sunacağım, cevap vermezsen kadın ölür."

"Buradan çıkamayacaksın." dedim adama, o an yine bastırdı yarama ve silahını kafama yasladı.

"Söyle bakalım Ayaz Kayra," dediğinde binayı ve beni gösterdi. "Örgütün mü, eşin mi?"

"Pisliğinizde boğulacaksınız."

Ürperme yaşadım, hâlâ ağlıyordum ve Ayaz'ı izliyordum. Yer ve üzerim Umut Can'ın kanı ile yıkanırken ellerime baktım, hâlâ kandı...

Adam tekrar söze girdi. "Örgütünü seçersen kadın ölür, kadını seçersen örgüt Zero'nun örgütüdür."

Şaşkınlık içinde kaldım, Ayaz ise çaresizce beni izliyordu. "Örgütü seç." dedim Ayaz'a. Reddetmedi ama kabul de etmedi. "Benin ölmem sadece seni yaralar, ben her zaman kalbinde olacağım. Beni seçme, örgütte binlerce insan var. Onları Zero'ya verme. Örgütü seç, Papatya'm. Örgütü seç, benim biricik eşim. Kalbim durur ama sen yine de yaşatırsın beni."

"Bunu yapamam, ölümüne sebep olamam."

"Ama beni seçersen bu sefer de binlerce insanı ölüme terk edeceksin."

Çaresizlik akıyordu yüzünden, Ayaz'ı ilk defa böyle görüyordum çünkü az önce yakın arkadaşını kaybetmişti.

Biz, Umut Can'ı kaybetmiştik...

Üstelik veda bile edemeden.

"Eee, hadi ama!" Adamın bağırması ile silahı kafama bastırması bir oldu. "Seç artık, örgütün mü? Eşin mi? Hangisini alayım senden?"

Gözlerimi kapattım. "Beni öldüreceksin." dedim cesaretle. "Örgüte dokunursan seni mahvederim."

"Sen mi?"

Adamın kasıklarına dirseğimle vurduğumda silahını kafamdan çekti, ben de direkt Ayaz'a koştum. Onun yanına varamadım yine çünkü önüme başka bir adam geçip engelledi beni.

"Bakın, size diyorum!" diye bağırdım hepsine de. "Ya bana da kurşun sıkarsınız, ölürsem sorun yok. Ama eğer ölmezsem hepinizi bulur ve kurşun yağmuruna tutarım."

"Seni seviyorum, Güvercin." dedi arkamdan Ayaz. Ona baktım çaresizlikle. "Ben sana ne dedim?" Bir an ne dediğini sorguladım, gözünün içine baktım sadece. "Her şeyden vazgeçerim, senden vazgeçmem."

"Örgütü seçmek zorundasın," diyerek reddettim onu. "Sana güvenen o kadar insan var, onları yarı yolda bırakamazsın. Liderlik bu değil, lider olmak demek onların saç teli için her şeyi yapabilmek demek."

"Ben senin saç telin için de her şeyi yaparım." Şaşkınlık içinde kaldım resmen, adama baktı. "Eşimi bırak."

"Hayır, Ayaz ne diyorsun ya?"

Ayaz gülümsedi sadece. "Örgütümü de bırak, azabım senin olsun."

Sustum...

O an sustum ve olacakları düşündüm. Umut Can'a baktım, onu kaybetmiş olmak bütün dengeyi şaşırtmıştı. Onun ölmüş olması... Ebediyen kanayacak bir yara bırakmıştı.

Kanasın, zaten kanıyor.

Acısın, zaten acıyor.

Esir alındık, sevdik, acı çektik, yaralara büründük, kaybettik ve vedalaştık...

Biz, bugün bir acı yaşadık ama her şeye rağmen aşık olduğum adamın gözlerinde tek bir şey gördüm.

Umut...

Continue Reading

You'll Also Like

143K 5.4K 9
Annemin kanı avuçlarımın arasından süzülüp giderken, onun dudaklarında kaybolmanın nefretini içimde bir kere daha yaşadım, yaşattım. Bu duyduğum sons...
6.5M 500K 62
''Şeytanın bileklerinde saklıdır belki de insanlığın rehberi zira böylesine bir insanlık yalnızca ondan öğrenilmiş kadar kötü olabilirdi.'' Her şeye...
6.5M 405K 54
"Acıdan geçemeyen kadının, acısı bitemeyen adamla; kırık dökük sevdası." Kendini bilmez bir gecede, ay tamda göğün bağrında uyuklarken başladı he...
805K 22.6K 24
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...