20 DAYS / TAEKOOK

By Soleillune_

8.5K 824 757

"Pekala öyleyse iyi haber, bağışıklık taşıyan biri var. Kanında bu lanet virüse karşı antivirüs taşıyan biri... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm

13. Bölüm

230 22 27
By Soleillune_

Merhabalar herkese nasılsınız?

Bugünlerde bölüm yazmak için fazla vakit bulamıyorum. Bunun için hepinizden özür diliyorum fakat her boşluk bulduğumda yazmaya çalışıyorum.

Lütfen emeklerimin karşılığı olarak ve motivasyon açısından oy verip bol bol yorum yapmayı unutmayınız.

Sizi seviyorum ve iyi okumalar diliyorum <3



---




En çok da sana aşık olmaktan korkuyorum... Ağzımdan bir anda çıkmıştı. Aptal kafam, en olmayacak yerlerde çalışmayı bırakıyordu.

Jungkook dediğim şey karşısında sadece şaşırdığını belli eden bir tepki olarak çatık kaşlarını gevşetmişti.

Tamam, ikimiz de birbirimizi bir şekilde çektiğimizi biliyorduk fakat o benden böyle bir şey söyleyeceğimi beklemiyordu galiba.

Ondan sonrasında hiç konuşmamıştık. Bir şey demeden arkasını dönmüş ve kulübeden çıkmıştı. O günü dedikleri gibi kulübede geçirmiştik.

Şimdi ise ölüm sessizliğinin çöktüğü büyük siyah bir arabada sürücü koltuğunda Hoseok, hemen yan tarafında Jungkook, onların arkasındaki ikili koltukta ben ve Eponin, hemen arkamızdaki ikili koltukta ise Mark ve Yoongi oturuyordu.

Araba doğruca bahsettikleri ve kendilerinin de yaşadıkları güvenli bölgeye gidiyordu.

Gece kaçma planım suya düşmüştü. Çünkü başımda bir değil iki kişi nöbet tutmuştu. Jungkook ve Hoseok. Her hareketimi izlemişlerdi. Tuvalete bile kapıyı açık bırakmam gerekerek gitmiştim.

Tabi ki de kaçmamdan şüphelenmişlerdi. O yüzden bu kadar sıkıya almışlardı.

Kaderimi kabullenmiş bir şekilde arabada oturduğumu sanıyorlardı. Fakat beynimde dönen tilkiler bir şekilde kaçış yolu bulma peşindeydi.

Ne yapabilirim diye düşünürken aklıma gelen şeyle hafifçe yutkunmuştum.

Arabadan atlasam ölür müydüm? Belki çok hızlı gidiyorsa evet. Ki şu anda içinde bulunduğum araç akşama güvenli bölgede olma amacıyla aşırı hızlı gidiyordu. Şansımı sikeyim.

Titrek bir nefes aldığımda yanımdaki Eponin anlık olarak bana bakmıştı. Sanki bana karşı olan kırgınlığı ve siniri hafiflemiş gibiydi. Onun ve Mark ın yanında o kadar da gergin hissetmiyordum. Diğerlerinin aksine.

"Siktir." Birden gelen patlama sesiyle Hoseok küfür edince ben daha ne olduğunu anlayamadan araba durmuştu. "Lastik patladı." Dönüp yan tarafındaki Jungkook a bilgi vermek amaçlı konuştuğunda Jungkook derin bir nefes almış ve kapısını açıp inerken, "Mark gel." demişti.

Onun emriyle birlikte Mark da indiğinde camdan ne yaptıklarını izlemeye başlamıştım. Jungkook ağır adımlarla arabanın arka tarafına gidip bagajı açmış fakat anında geri kapatıp tekrar görüş açıma girmişti.

"Yedek lastik yok." Hoseok ve Mark a bakarak konuştuktan sonra çenesi kasılmıştı. Dokunsam sinirden patlayacak gibiydi.

"Sikeyim ya, işe bak." Mark söylenerek etrafına bakındığı sırada Jungkook başını kaldırmış ve camdan onları izleyen benimle göz göze gelmişti. Üç saniyeden uzun sürmeyen bu bakışmayı yine o bozduğunda titrek bir nefes almıştım. Aramızın böyle olması bana acı veriyordu.

Tamam bundan önce de pek yakın sayılmazdık fakat bana bu şekilde bakmıyordu. Benimle ilgileniyordu, konuşuyordu, nadiren de olsa bana gülümsüyordu. Şimdi ise sadece arada bir yanlışlıkla gözlerimiz birbirine değiyordu.

"Ne yapacağız?" Hoseok ciddi bir tonda konuşup düşünen Jungkook a baktığında Jungkook dilini yanağının içine bastırmıştı.

"Gidip lastik bulacağız. Başka yapabileceğimiz bir şey yok."

"Yokluğun ortasındayız Jeon, en yakın yerleşim yeri yürüyerek bir saatten fazladır." Hoseok kaşlarını çatarak konuşmuştu.

"Daha iyi bir fikrin var mı?" Jungkook da tek kaşını kaldırarak konuştuğunda aslında soru sormamıştı, kararlarımı sorgulama demişti alttan alttan.

"Jeon haklı, başka çare yok, hem belki giderken bir arabaya rastlarız. Lastiğini söker alıp geliriz." Mark da konuşup fikrini sunduğunda Hoseok kabullenerek başını sallamıştı sadece.

Yapacakları şey konusunda anlaştıklarında Jungkook benim oturduğum kısma yaklaşarak kapımı açmış ve bana bir bakış atıp Eponin ve Yoongi ye dönmüştü.

"Hoseok la gidip geleceğiz. Zorunda olmadıkça buradan ayrılmayın. Telsizler o mesafeden çalışmaz. O yüzden ayrılmanızı gerektirecek bir durum olursa bir kağıda neden ayrıldığınızı yazıp arabaya bırakın." demişti.

Ardındansa zaten dibimde olan beden biraz daha yaklaşıp yüzlerimizi aynı hizaya getirmek için üstüme eğilmişti. Nefesimi tutmak zorunda kalmıştım. Tam olarak gözlerimin içine bakıyordu.

"Sakın yanlış bir şey yapma." diye beni uyardığında yakınlığımızdan dolayı transa girmiş bir şekilde sadece bön bön yüzüne bakmıştım.

Heyecandan nefeslerim hızlanmıştı. "Anlaşıldı mı?" diye de devam ettiğinde girdiğim transtan çıkmış ve başımı sadece aşağı yukarı anladığımı belirtircesine sallamıştım. O ise kısa bir süreliğine yüzüme bakmaya devam edip geri çekilerek kapımı kapatmıştı.

Fakat ben onun gitmesini istemiyordum. Şu an bana karşı ne kadar mesafeli olsa da bir tek onun yanında kendimi güvende hissediyordum.

Bu yüzden de o kapıyı kapatır kapatmaz geri açmış ve Eponin in, "Ne yapıyorsun?" sorusunu görmezden gelerek Jungkook un arkasından inmiştim.

O da duyduğu sesle arkasını döndüğünde benimle karşı karşıya gelmişti. "Ne yapıyorsun Kim? Bin arabaya." diye sert bir şekilde konuştuğunda başımı hızla iki yana sallamıştım.

"Sen kalsan olmaz mı? Senin yerine başka biri gitsin." dediğimde duyduğum alay dolu gülmeyle gözlerim Hoseok u bulmuştu.

"Artık bize emir de mi verir oldun?" Gıcık bir şekilde konuştuğunda Jungkook onun dediğini aldırmadan bana bakmaya devam etmişti. "Olmaz Kim, arabaya bin."

Ona biraz daha yaklaşıp iyice dibine girdikten sonra elimi uzatıp kıyafetinin kenarını kavramıştım. Gerçekten gitmesini istemiyordum.

İçimde kötü bir his vardı. "Lütfen." diye sadece onun duyabileceği bir şekilde mırıldandığımda yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ama onun çatılı kaşları gevşemiş, yüzüme daha yumuşak bir şekilde bakmaya başlamıştı.

Derin bir iç çekip dilini yanağının içine bastırmış ve gözlerimin içine bakmaya devam etmişti. "Elimden geldiğince hızlı dönmeye çalışacağım." aynı benim gibi çok kısık bir sesle konuştuğunda üzgünce iç çekmiştim.

Bana aldırış etmeden arkamdaki arabaya ilerleyip kapısını açmış ve tekrar bana bakmıştı. "Bin." Daha fazla ısrarın bir işe yaramayacağını anladığımda kabullenerek yavaşça onun yanından geçmiş ve arabaya binmiştim.

Onlar gitmek için hazırlanırken tekrardan onları camdan izlemeye başlamıştım. Her şeylerini tamamladıktan sonra ise Jungkook son kez yanımıza gelmiş ve uyarılarını tekrarlayarak ayrılmıştı.



---



Hava parçalı bulutluydu. Hatta akşama doğru belki de yağmur yağardı. Çünkü bulutlar gittikçe çoğalıyor, kar beyazı bulutlar yerini hüznün ve kasvetin temsili olan kara bulutlara bırakıyordu. Kaçmak için ne kadar da güzel bir gün.

Saat öğleni geçmişti, yani tahminimce. Güneşin konumuna göre tahmin etmeye çalışıyordum.

Jungkook lar gideli neredeyse iki saat olmuştu. Arabada yine ölüm sessizliği vardı. Arada bir Eponin ve Mark bir şeyler hakkında konuşsalar da çok sürmüyordu. Çünkü bu konuşmalar çoğunlukla Mark ın ortamdaki sessizliği bozmak amaçlı yaptığı şakalara dayalı oluyordu. Yoongi ise oldukça sessizdi.

"Tuvalete gitmem gerek." birden söylediğim şeyle ortamdaki sessizliği bozduğumda arkamızda oturan Yoongi, "Tut biraz." demişti.

"Epeydir tutuyorum zaten. Daha fazla tutabileceğimi zannetmiyorum." diye karşılık verdiğimde Mark sırıtarak yüzünü arkadan ben ve Eponin in koltuğunun arasına sokmuş ve ellerini birleştirip açarak aklı sıra 'gel işe' dercesine şaka yapmıştı.

Sanırım Mark ın bana karşı olan kırgınlığı diğerlerine nazaran daha erken sonlanmıştı. Yaptığı şeye hafifçe gülümsediğim sırada Yoongi bıkkın bir iç çekip Eponin ve Mark a itafen konuşmuştu. "Geliriz birazdan." ardındansa bana bakmıştı. "Gel benimle." demişti.

Tuvalet meselesi yalandı tabi ki. Kaçacaktım. Basit ve oldukça klasik fakat işe yararlık yüzdesi yüksek olan 'tuvelete gitmem gerek' planını uygulayacaktım.

Bu yüzden de Yoongi nin söylediğine karşı hafifçe gülümsemiş ve onunla birlikte arabadan inmiştim.

Birlikte yürümeye başladığımızda, "Yakınlarda tuvalet yok. O yüzden şu ağaçlıkların oraya gideceğiz." diye konuşup başıyla ilerideki ormanlık alanı göstermişti. Başımı anladığımı belirtircesine salladığımda geri önüne dönmüştü.

Kısa bir yürüyüşün ardından gösterdiği ormanlık alana vardığımızda bana bakıp, "Hızlı ol." demişti. Direkt olarak bana bakıyordu.

"Arkanı döner misin?" diye çekingen bir şekilde konuştuğumda, "Olmaz." diye karşılık vermişti.

"Sen bakarken yapamam."

"Çekineceğin bir şey yok. İkimiz de erkeğiz." dediğinde ise o arkasını dönmeden yapmayacağımı anlaması için ayakta dikilerek ona bakmaya devam etmiştim. Buna karşılık olaraksa Yoongi bıkkınça bir iç çekip, "İki dakikan var." diyerek arkasını dönmüştü.

Bense o arkasını döner dönmez ne yapacağımı bilmeyerek birkaç saniye yerimde durmaya devam etmiş ve hemen ardından ise yavaş ve temkinli adımlarla ona doğru yaklaşmaya başlamıştım.

Birazdan yapacağım şeyden korkuyordum çünkü geri tepebilirdi. Fakat yapmak zorunda olduğumun bilinciyle gelen cesaret hareket etmeme yardımcı oluyordu.

Ona iyice yaklaştığım sırada bastığım dal parçası yüzünden anlık olarak içimden bir küfür savurup hızlı bir şekilde atılarak Yoongi daha ne olduğunu anlamadan elindeki tabancayı kapmış ve birkaç adım gerileyip ona doğrultmuştum.

"Sakın yanlış bir şey yapma ve ellerini havaya kaldır." diye heyecanla konuştuğumda kaşlarını çatmıştı. "Ne sikim yapıyorsun? Ver şu silahı bana."

"Sana ellerini havaya kaldır dedim!" diye bu sefer sesimi yükselttiğimde ciddiyetimi kavramış olacak ki ellerini kaldırmıştı.

"O elindeki oyuncak değil Taehyung. Ver onu bana geri." diye direttiğinde onu dinlemeyerek, "Diğer silahını yavaşça bana doğru at." demiştim.

"Ne yapacaksın?" ciddiyetle konuşuyordu. "Hoseok u vurduğun gibi beni de mi vuracaksın?" dediğinde cevap olarak sadece aynı ciddiyetle ona bakmıştım.

O ise onu umursamadığımın bilincine varıp iç çekmiş ve dediğimi yaparak belinin diğer tarafındaki tabancayı çıkarıp önüme fırlatmıştı.

"Yanlış yapıyorsun Taehyung. Yol yakınken vazgeç şu saçmalıktan." hem konuşuyor hem de elleri havada bir şekilde beni izliyordu. Bense o sırada birkaç adım öne atarak yerdeki silahı almıştım.

"Değil mi? Bir tek siz doğru yapıyorsunuz." diye alaycıl bir şekilde gülümseyerek ona bakmıştım. "Şimdi beni iyi dinle." diye de ciddi bir tonda devam etmiştim. "Gideceğim ve ne sen ne de diğerleri arkamdan gelmeyecek. Eğer gelecek olursanız sonuçlarına katlanırsınız, anladın mı?"

"Gerçekten şu söylediklerinin beni korkuttuğunu düşünüyor musun?" alaycıl bir tonda konuşmuştu.

"Korkup korkmamak sana kalmış bir şey. Ben diyeceğimi dedim." diyerek ise adım adım geriye doğru giderken silahı ona doğrultmaya devam ediyordum.

Ondan sonra ikimiz de tek kelime etmemiştik. Yeteri kadar Yoongi ile aramıza mesafe girdiğinde birden arkamı dönüp koşmaya başlamıştım.

Fakat sikeyim ki Hoseok un da dediği gibi yokluğun ortasındaydık. Bu yüzden saklanabileceğim bir yer bulana kadar koşabildiğim kadar hızlı koşmaya çalışmıştım.



    ---



Koşmaktan bitmiş bir halde nefes nefese durduğumda tahmini iki saattir onlardan kaçmıştım. Tabi ki de bu iki saat boyunca ful koşmamıştım. Arada durup dinlenmiş ve öyle devam etmiştim. Fakat şu anda ciğerlerim artık iflas etmiş durumdaydı.

Daha fazla koşabileceğimi zannetmiyordum. Zaten amacıma da ulaşmış gibi yüzümdeki ufak gülümsemeyle önümdeki küçük yerleşim yerine bakıyordum. Burası konaklamak için uygun bir yermiş gibi gözüküyordu.

Temiz mi değil mi kontrol etmek amacıyla yavaş ve temkinli adımlarla küçük evlerin arasına girdiğimde sürekli sağıma ve soluma bakıyordum. Ortalıkta hiç zombi gözükmüyordu. Etraf çok düzenliydi. Kırık dökük bile yoktu evlerde.

Böyle bir yerde neden hiç zombi olmazdı ki? Ya da nasıl bu kadar temiz kalmış olabilirdi ki? Sanki biri bile isteye bu yerleşim yerini temizlemişti.

Bir dakika yoksa... birden aklıma akın eden düşüncelerle hafifçe yutkunup etrafıma daha dikkatli bakmaya başladığımda arkamdan gelen çok ufak bir sesle tam dönmüştüm ki üstüme atlayıp beni yere yatıran bedenle neye uğradığımı şaşırıp çırpınmaya başlamıştım. Zombi değildi.

"Bırak beni!" diye bağırdığımda üstümde durmaya devam etmişti. "Rahat durursan bırakacağım." dediğinde ise korksam da kıpırdanmalara son verip nefes nefese yüzüne bakmıştım. O ise başını kaldırıp, "İnsanmış!" diye sanki birine söylüyormuşçasına bağırdığında anlamayarak kaşlarımı çatmıştım.

O sırada gelmeye başlayan seslerle üstümdeki beden yavaşça kalkmış ve benim de kalkmam için elini uzatmıştı.

Bir eline bir ona bakıp elini tutmuş ve onun yardımıyla ayağa kalkıp arkamı döndüğüm sırada karşılaştığım insan topluluğuyla şaşkınca kaşlarımı kaldırmıştım.

İçlerinden bir kadın bana doğru gelmeye başladığında gerilsem de belli etmeyip olduğum yerde durarak ona bakmıştım.

Tam karşıma gelip durduğunda ise kısaca beni süzmüş ve ardındansa, "Adın ne?" demişti. Çok sert bir imajı vardı.

"Kim Taehyung." Çekinsem de cevap verip karşımdaki kadına ve arkasındaki insan topluluğuna bakmıştım.

"Amerikalı değilsin. Buraya nasıl geldin?" Tek kaşını kaldırarak sorduğu soruya anlam veremesem de cevap vermiştim. "Hep buradaydım. Annem Amerikalı." Anladığını belirtircesine başını hafifçe sallamış ve bana bakmaya devam etmişti.

Demek ki bu yüzden burası bu kadar düzenliydi. Onlar burada yaşıyorlardı.

"Tek misin? Bir grubun var mıydı?" diye sıraladığında doğruyu söylemeye kaçınarak, "Yoktu." demiştim. Fakat bakışları bana inanmadığını bas bas bağırıyordu.

"Tek başına nasıl hayatta kaldın?" diye devam ettiğinde iç çekip, "Bakın sadece geçerken buraya denk geldim. Amacım size rahatsızlık vermek değil. " demiştim.

Nedense bana hiç güven vermiyorlardı. Kötü bir enerji alıyordum. "O yüzden şimdi gidiyorum." dediğimde ise kadın, "Yorgun görünüyorsun. İstersen birkaç saat dinlen burada. Sana bir oda ayarlayabilirim." demişti.

Bunun üzerine tam reddedeceğim sırada kadın az önce benim üstüme atlayan adama bakmış ve, "Oliver, misafirimize etrafı gezdir biraz. Ardından da yemek için ortak alana getir. O zamana kadar ben odayı hazırlatacağım." demişti. Reddetmeme izin bile vermemişti.

"Bakın, hiç gerek yok. Zahmet etmeyin lütfen." desem de kadın bana bakıp hafifçe gülümsemiş ve "Bizim için bir zevk." demişti.

Garip bir şeyler vardı. Sadece onda değil. Diğerlerinde de. Kadın dönüp bizden uzaklaşmaya başladığında arkadaki topluluk da dağılmış ve herkes kendi işine bakmaya başlamıştı.

"Sana etrafı gezdireyim." Yanımdaki adının Oliver olduğunu öğrendiğim adam birden konuştuğunda ona doğru dönmüş ve iç çekerek başımı sallamıştım.

Mecburiyetten kabul etmek zorunda kalmıştım çünkü gerçekten de çok acıkmıştım. Bir şeyler yemezsem eğer düşüp bayılabilirdim. O yüzden yemek yer yemez buradan ayrılacaktım.

Başımı sallamamla Oliver benimle birlikte yürümeye başlamıştı. Yürürken bir yandan konuşuyor ve bana etrafı tanıtıyordu. Onu biraz süzmüştüm. Aşağı yukarı 188 boyu vardı. Esmer ve yapılıydı.

Bir yandan onu dinleyip köşeyi döndüğü an onunla birlikte döndüğümde gördüğüm şeylerle iki katı şaşırmıştım.

Burada cidden kendilerine ait küçük bir devlet kurmuş gibilerdi. Etrafta ekin yapan, kuyudan su çeken, demir döven ve çeşitli işlerle uğraşan insanlar vardı.

"Şaşırdın mı?" Oliver bana bakarak gülümsediğinde ona doğru dönüp başımı sallamıştım. Ardındansa yürümeye devam ettiğimizde merak ettiğim soruyu sormuştum. ,

"O kadın kimdi?"

"Sarah mı? Buranın lideri sayılır. Kocasıyla birlikte kurmuşlar burayı."

"Ne zamandan beri var burası?" dediğimde ise, "Salgın başladıktan iki ay sonra kurulmuş." demişti.

"O zamandan beri burada mısın?"

"Hayır. üç aydır buradayım ben. Senin gibi şans eseri denk geldim buraya." Konuşurken biraz gerilmiş gibiydi. Onda da garip bir şeyler vardı.

Biraz daha sohbet edip etrafı dolaşmaya devam etmiştik. Bazı insanlarla tanışmış, bazılarının ise sadece önünden geçmiştik.

Oliver yarım saat boyunca her yeri gezdirip tanıtmıştı. Dinlenmek amaçlı bir banka oturduğumuz sırada ise yaklaşık on dokuz yaşlarında olan genç bir çocuk gelip direkt olarak Oliver a bakmıştı.

"Sarah sizi yemeğe bekliyor." dediğinde yanımdaki bedenin tekrar gerildiğini hissetmiştim. Hafifçe kaşlarımı çattığım sırada çocuğa bakıp, "Birazdan geliyoruz." demişti.

Çocuk yanımızdan ayrıldıktan hemen sonra ise Oliver la birlikte kalkıp onu takip ederek ortak alan dedikleri yere gelmiştim. Ortada koca bir masa vardı. Sanırım herkes burada yemek yiyordu.

Masanın yarısı doluydu. Sarah denen kadın masanın en baş köşesinde oturmuş bize gülümseyerek bakıyordu. Onun yan tarafları dolu olduğu için Oliver la birlikte ondan biraz uzakta olan yere yan yana oturmuştuk.

Oturmamızla birlikte yemekler servis edilmeye başlamıştı. Yanımdaki bedene göz ucuyla baktığımda hâlâ gergin gibiydi.

Bu durum iyice garibime gitse de bir şey demeyip önüme konulan sulu ve etli yemeğe bakmıştım.

Çok aç olduğum için mi bilmiyorum ama o kadar iştah açıcı gözüküyordu ki bir an önce yemek istiyordum.

"Öncelikle bizi kırmayıp davetimizi kabul eden misafirimize teşekkür ediyorum." Birden Sarah konuştuğunda bakışlarımı önümdeki yemekten çekip ona bakmıştım.

Bana bakıp gülümsemeye devam ediyordu fakat nedense bu gülümseme bana hiç samimi gelmiyordu. Karşılık olarak ben de sadece hafif bir gülümseme sunmuştum.

"Biliyorsunuz ki son günlerde biraz zorluk çekiyoruz. Su ve yemek bulmak iyice zorlaştı. Birkaç aya stokladığımız çoğu şey bitmiş olacak. O yüzden bu zor günlerde tanrı misafirini güzel ağırlamanın hepimize bereket getireceğine inanıyorum. Başlayabilirsiniz. Afiyet olsun." dediğinde ise herkes ona katıldığını belirtircesine mırıltılar çıkarıp önlerine dönerek yemek yemeye başlamışlardı.

Çok acıktığım için ben de dayanamayıp önümdeki kaşığı almış ve yemeğe daldırdığım sırada Oliver ın kulağıma eğilip sessiz bir tonda dediği şeyle adeta kanım çekilmişti.

"Yemeği yeme. Onlar yamyam."




Bölüm sonu





Bölümü beğendiniz mi?

Continue Reading

You'll Also Like

6.2K 354 16
Kendi ülkesinden kaçan bir omega,ve kendi ülkesinde ve kalbinde onu ağırlıyan bir delta
7.9K 743 13
Hyena, başarılı bir lise son sınıf öğrencisidir. Kibirli ve ukala davranışlarıyla yalnızlaşarak toplum tarafından kenarı itildiği gerçeğine alışmış b...
2.9K 269 26
Başkomiser Jeon Jungkook, Kore'nin mafya örgütünü yöneten Kim Taehyung'u yakalamak için evine ajan olarak gönderilir. Ama yaşadığı olaylar sonucu kaf...
96.4K 9.8K 16
Kasabanın hastanesinde hemşirelik yapan Jungkook ve onu tekrar görmek için yaralı taklidi yapan komutan, alfa Taehyung -Tamamlandı -Semetae -Düzyazı...