ÖTEKİ

By Leeseaa

93.6K 18.2K 10.1K

Sisin kenarındaki kalede büyüyen Mira, herkesin aksine karanlıkta onu yutmayı bekleyen canavarlardan korkmuyo... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm
57. Bölüm
58. Bölüm
59. Bölüm
60. Bölüm
61. Bölüm
62. Bölüm
63. Bölüm
64. Bölüm
65. Bölüm
66. Bölüm
67. Bölüm
68. Bölüm
69. Bölüm
70. Bölüm
71. Bölüm
72. Bölüm
73. Bölüm
74. Bölüm
75. Bölüm
76. Bölüm
77. Bölüm
78. Bölüm
79. Bölüm
80. Bölüm
81. Bölüm
82. Bölüm
83. Bölüm
84. Bölüm
85. Bölüm
86. Bölüm
87. Bölüm -Final-

29. Bölüm

1K 201 83
By Leeseaa

Ertesi gün kendime gelmiş, pantolonumu giymiş, sırtımdaki kırmızılıkları örtmüş ama bileklerimin görüntüsünden kaçamamış bir halde salona indim. Kapıyı açtığımda hepsini yerinde buldum.

Zade eline bir bardak şarap tutuşturmuştu, arkasına yaslanmıştı ve gözünü bana dikmişti. Onu odamdan çıktığından beri görmemiştim. Sadece yıkanmış, yemek yemiş ve uyumuştum. Arkamdan fırtına geliyor gibi yürüdüğüm için dört adamın da ilgisini çektim. Shade tam dudağına bardağı götüreceği sırada kendisine yaklaştığımı fark etti ve şarabı geri bıraktı.

Yamuk oturması, sandalyesini hep krala doğru çevirmesi işime geldi. Kolçakları sımsıkı kavradım ve burnuna girdim. Evet, burnuna. Nefesim nefesine çarparken Shade'in gözleri kocaman açıldı, sandalyede arkasına yaslandı.

Ona baktım, baktım, baktım... Çok farklı görünen açık kahverengi irislerinde yansımamı görecek kadar içindeydim.

Nefesini tutmuştu beni sanki önüne bir ayı çökmüş gibi izliyordu. Jeff ve Gregory tam karşımızda kalmıştı. Zade ise kaşını kaldırmış izliyor olmalıydı. Hiçbirinden ses çıkmadı. Shade'in sadece gözleri oynadı.

"Ne yapıyorsun?" Dudağını pek kıpırdatmadan konuştuğu için sesi düzgün gelmedi. Bakışlarımı kıstım, kendime bir beş saniye daha tanıdım. Hiçbir şey olmayınca göz devirip hemen yanındaki sandalyeye kendimi attım. Shade hala arkasına yapışmış halde duruyordu. "Birisi ona şarap mı verdi? Tanrının şarabından?"

Jeff ve Greg, birbirlerinin kopyasıydı. Ellerindeki kadehleri ne bırakmışlar ne de içmişlerdi. Arada bir yerde duruyordu, ikisi de bana aval aval bakıyordu. Saçımı düzelttim ve solumda, başköşede, oturan krala doğru tebessüm ettim.

Pekala, kimse ona bakamaz kuralı generalleri için geçerli değildi.

"Yok bir şey." dedim çatala uzanıp.

Shade zar zor toparlandı, bana azıcık eğildi. "Emin misin? Aklını mı kaçırdın yoksa? Niye..."

"Yok bir şey dedim. Hep sen mi bir şeyler saklayacaksın?"

Zade beni tek kelime etmeden süzdü, süzdü... sonunda nefesini verip şarabını içebildi. Önüne bıraktı, benim aksime yemek yemedi. Hızlıca ve çabucak kalkmayı planlıyordum. Bu yüzden tabağıma ortada ne varsa doldurdum. Yutkunamadığımda boğazımı ıslattım, tekrar ağzımı doldurdum. Evet, kibarlıktan çok uzaktı. Ama ne için kibar olacaktım ki?

Eski gardiyanım çenesi aşağı düşmüş bir şekilde izliyordu. Jeff ile uyumuş, sabaha karşı onu kovmuştum. Bu kadar yakınlık ikimize de yeter diye düşünmüştüm ve eskiden, kalede kaldığında da sabahları tekmeleyerek onu dışarı çıkarırdım. Bu yüzden yadırgamamıştı.

Ama kafamı önümden kaldırmadan boğuluyor gibi yemek yeme sebebim o değildi. Sol tarafım yanıyordu. Demek oluyordu ki gri gözler suratımda geziniyordu. Matta. Defolsun.

Yenik düştüm. Anlık olarak göz göze geldiğimizde yutkunmak için çaba sarfetmem gerekti. Aklıma söyledikleri geliyordu. Mesela şu an ona ne demem gerektiğini düşündüğümü fark ediyor muydu? Veya eteğimi parçalayıp bacaklarımı okşadığını birkaç saat sonra idrak edebildiğimi, bunun beni kan rengine çevirdiğini, gece boyu uyuyamadığımı ve Jeff'i bu yüzden kovduğumu anlıyor muydu?

Sanmıyordum.

Sadece bir yudum şarap içtim, üç çatal daha aldım ve ellerimi birbirine vurup ayaklandım. "Ben doydum." Elimi belime koydum. "Eğer Ul'na açlıktan rahatsızlık duyduğumu düşünüp peşimden gelecekse diye tekrar söylüyorum, ben doydum. İsterse kollarından birisini karnıma yaslayıp guruldamaları dinleyebilir. Size afiyet olsun."

Tam arkamı dönüp görevimi tamamladığım için galibiyet çığlıklarını içimden atacaktım ki... "Bekle," diye bir ses duydum. Öylece durdum. "Camira?" Daha çok küçük bir çocuğa seslenir gibiydi. Topuğumda döndüm, dişlerim birbirine girdiği için çenem kasılmıştı. "Tavrın bana mı özel?"

Göz bile kırpmadım. Ağzımdan tek kelime çıkmadı.

Çenem dikti, yüzüm asalete bulanmıştı. "Bu evet demek olmalı." dedi Greg beni işaret edip.

Zade'e değil, ona sordum. "Ona ettiğim yemin ne anlama geliyor?" Çıt çıkmadı. "Kan eşi tam olarak ne demek?" Yine çıt çıkmadı. "Onun oyuncağı mı oldum yani?" Hayır... sadece nefes sesi. Zade'e döndüm. "Çukur'da yan. Kan eşiymiş, ruhmuş... Uzak dur benden. Bilgisizliğimle seni eğlendirmeyeceğim Zadreean."

Gözleri kısıldı, bu eğlenceli bir izleyiş değildi. Bardağı tutan parmakları sıkılaştı.

Tam çıkıyordum ki Shade'in sesi fısıltı gibi geldi. "Jeffrey, Mira dilinden anlayamıyorum. Şunu bana açıklar mısın?"

"Sabah tersinden kalkmış." dedi Jeff. Halbuki üzerine düşünüp sinirimi on katına çıkardığımı biliyordu.

Daha fazla dinlemedim, artık bildiğim koridorlardan dönüp hemen odama çıktım.

Yatağımın ortasına çöktüm, tepemden güneş son ışıklarını yollarken kollarımı kavuşturup bekledim. Kızıl bulutların yerini kasvetli bir hal aldı ve sonra penceremdeki görüntü kendisini yıldızlara bıraktı. Gece yarısını geçti, sesler kesildi ama odamdaki o ses asla durmadı.

Karnım öylesine gurulduyordu ki midem bağımsızlığını ilan edecek, Cooper'ı bulacak ve bir dilim ekmek için yalvaracaktı. O kadar hızlı ve az yemek hiç mantıklı değildi. Hele ki döndükten sonra ağzıma tek lokma atmakta zorlandığımı düşünürsem... o masada on dakika oturmalıydım.

Doğruldum, karnıma avucumu yasladım ve onu susturmaya çalıştım fakat kendimi tanıyordum, yemek ulaşabileceğim bir yerdeyse açken gözümü kırpamazdım. Bu malikanede bir yerlerde ekmek olmalıydı. Belki de bir meyve. Şarap bile kabul edilebilirdi.

Tanrılar yine beni dürtükledi ama bu kez çevreyi araştırmak için değil, mutfağı bulmak için odadan çıktım. Koridorun kapısını yavaşça kapadım, Zade'in odasının önünden usulca geçtim. Terliklerimin içinde ayaklarım kıvrılıyor, gecenin bu saatinde onu görmek istemediğim için kasılıyordum.

Alt kata inmeyi başardım. Cooper'ı veya başka birisini aradım ama malikaneden çıt çıkmıyordu. Yemek odasının önünden geçerken aklıma kazınan ve boş olduğunu bildiğim odalardan geçtim, hiçbirine uğramadım. Mutfak aşağıda olmalıydı, Cooper'ın nereye gittiğini birkaç kez görmüştüm. İzi takip ettim, akşam yemeğinden kalan kokuyu leşçi gibi izledim.

Önüme dev bir eşik çıktı, kapısını ittirdim ve işte... koca bir kazan ve bıçakların yanında da Shade'in her gün yemeden geçemediği taze ekmekler duruyordu. Omuzlarım rahatlamayla düştü, ekmeğe doğru uykulu bir halde giderken koca tezgahın ve çöplerin yanından terliklerimden ses çıkararak ilerledim.

Tam ileri uzanacağım sırada ayağıma çöp çarptı ve sonra kendimi boşlukta buldum.

Bağırdım.

Bir kapağa takılıp kalçalarımın üzerine düştükten sonra aşağı kaymaya başladım. Uzun bir kaydırağa yapıştım, kapkaranlık bir çukura doğru süzülürken tanrılar canımı aldı diye düşünüp çığlık atmaya başladım. Geceliğim tepeme düşme hızıyla çıktı, bağırırken parmaklarımı gözlerime kapadım. Kalçalarım yandı, bacaklarıma bir şeyler çarptı. Düştüm, düştüm... ve sonunda bir çuvalın tepesine oturdum.

Kafamı hemen kaldırdım, gözlerim karanlığa uyum sağlayamadı. Zifiri değildi, bir pencere vardı. Demir kapıdan içeriye ışık süzülüyordu. Mutfaktan buraya inmeyi nasıl becermiştim, ne olmuştu... hiçbir fikrim yoktu.

Fakat içerideki ışık gökyüzünden giren doğal ışık değildi. Sanki...

Kulağımın dibinde hırlama sesi duydum. Hemen ardından yerde sürüklenen zincir sesi...

Parmaklarım yüzümden tane tane düşerken başımı usulca sesin geldiği yere çevirdim. Sarı gözler. Muhtemelen suratımın yarısına eşdeğer büyüklükte sarı gözler.

Öyle bir çığlık koydum ki ömrüm boyunca konuşamayacağımı garantiledim. Çuvalın üzerinden yere devrildim, çığlığım onları da uyandırdı. "Tanrılar, tanrılar, tanrılar!" Bağıra çağıra yerde sürüklendim, elime yumuşak bir şey değince bir kere daha bağırdım ve bana dokunan çiğ tavuk parçasının üzerinden kayarak geçtim.

Zincirler tıkırdadı, kaymaya başladı ve...

Havladı.

Hayır, kükredi.

Gözlerim yuvalarından fırlayacak raddede açılırken karşımdaki iğrenç canavarın suratına doğru aynı şekilde kükredim. Debelenerek ilerliyordum, yerden kalkamıyordum. O çift sarı gözün yanında daha koyu renkler açıldı. Eğildiler, göz kırptılar. Artık karanlık değildi. Onları tutan onlarca zincir yeşil alevler yayıyordu, odayı aydınlatıyordu.

Boyumun iki katı olan ve ağzıyla tek lokmada beni yutacak canavarın dişlerini gördüğümde aklım bedenimi terk etti.

Başımı duvara yasladım, bir çift kanat gördüğüm için kabusta mıydım emin olamadım. Lakin o surat gerçekti, öbürü de öyle.

Hırlama koptu. Havladı, bağırdı, çağırdı... Zincirler havaya kalktı, ateşler parladı. Beni gören ilk köpek ön ayaklarını kaldırıp üzerime doğru koşmaya başladığında gözlerimden seller akıyor, her yerim zangırdıyordu.

Duvara yan döndüm, bacaklarıma sarıldım. Ölümü kabullendim, beni birden ikiye bölsün ve hiç acı çekmeyeyim istedim. Duvarın dibinde küçülmeye ve onların gözünden kaçmaya çalıştığım o anda zincir şak diye bir ses çıkardı, kolumun dibinde ıslak nefes durdu.

Dişleri takırdayan ben miydim, yoksa o muydu?

Top gibi kıvrılmıştım, dizlerimin üzerindeki ellerimin kontrolünü sağlayamıyordum. Dişler açılıp kapandı, kolum iki santim önündeydi. Zinciri çekmeye çalıştı ve sonra öteki atladı ama havaya sıçradığı an yeşil alevler gürledi, onları durdurdu.

Bayılacaktım.

Düşecektim.

Başımı tutup yiyecekti.

O sıcak nefes omzumdaki ize çarptı. Bir kere daha kokladı, dilini üzerimde gezdirdi. Sağır edecek bir hırıltıyı koyduğunda onu net duyamadım çünkü bebek gibi ağlıyordum.

"Chasca, chasca!" Hemen arkamdan dumanlar sardı, kollarımın üzerine döküldü. Uzun parmaklar beni iki yandan sararken arkama sıcaklığı düştü. Oturdu, bacaklarının arasında kaldım. Kollarını dolayıp göğsümden beni çektiğinde bile bacaklarımı koparıyormuş gibi tutmayı kesemedim. "Ulkos, Zhaur!" Zade elini onlara kaldırdı, gözlerini dikti. Zincirler yere tekrar dokunurken sıcaklık yavaş yavaş kayboldu. "Çekil!"

Başım bacaklarımda, kendi içime gömülmüş bir halde dinledim. Ayaklarıma doğru yaşlar akmaya devam etti, durduramadım.

Omuzlarımı yakaladı, beni öyle bir sardı ki kemiklerim çatırdadı. Kulağıma eğilip yatıştırıcı bir ton takındı. "Camira, buradayım. Yok bir şey, buradayım."

Titrediğimi fark ettiğinde suratımı görmeye çalıştı ama başımı kaldıramıyor, o şeylere bakamıyordum. Parmakları askılarımın üzerinde dolaştı, tenimi sıvazladı.

"Mira, güvendesin. Çekildiler."

"Kö-köpekler."

Yüzümü eliyle örttü, boynuna doğru kaykıldım. Önünde minicik kaldığımı hissediyordum. Yanağımdan akan yaşları yatıştırmaya çalışırken siliyordu. "Benim hatam. Onların nerede olduğunu sana söylemeliydim." Saçımın üzerinde ritim oluşturdu. "Mutfakta bir delik var, yemek ulaştırmak için. Gireceğini düşünmedim."

"Düştüm."

"Düşeceğini de düşünmedim."

Hiç kıpırdamadım. Kaç dakika bu şekilde kaldım bilmiyordum. Zade de benim gibi konuşmadı, öylece durduk ve o hırlamaları dinledik. Köpekler bu zindanın içinde dolanırken zincirler çarpıyor, her seste ürkütüyordu. Yavaş yavaş bacaklarımı serbest bıraktım. Ama hayır, bu duvarın dibinden ayrılmazdım. O zincirlerin uzunluğunu görmüştüm ve sırtımı buradan çekemezdim.

Nathan beni kaçırdığında, Zade sisin içine soktuğunda veya aptal kata önümde bir insanı parçaladığında bile böyle bağırdığımı, çıldırdığımı hatırlamıyordum.

Titremem kesilince Zade başını bana eğip derin bir nefes çekti. "Sakinleştin mi?"

"Başımı asla kaldırmayacağım. Bu duvardan ayrılmayacağım. Bakmayacağım. Beni izliyor."

Zade çenesini başıma yasladı. "Sana dokunmazlar Mira. Buradayım, dokunmazlar. O delikten düştüğün için seni yemek sandılar."

Ne kadar da rahatlatıcıydı.

Kucağından ayrılmadım. Bir parmağımı emmediğim kalmıştı ve o da yakındı. "Chasca ne demek?" Aklım dağılsın diye sordum. Tırnaklarının tozlu taşların üzerinde çıkardığı sesi duyuyordum. Bu kelimeyi daha önce de kullandığını anımsamıştım, şu an o köpekler hariç her şeyi dinleyebilirdim.

"Hayır demek Camira." Zincir oynamaya devam etti.

Buradaydı.

Zade'in önüne eğilmişti.

Omuzlarımı kaldırıp başımı sakladım. Keşke bir karınca olsaydım ve şu deliklerden geçebilseydim. Zade beni saran bir elini çekip öteki tarafa götürünce onu sevdiğini fark ettim. "Omzunda bir iz var, dişini sana geçirmeden önce fark ederdi."

"Üzerime atladı."

"Dururdu. Ama akıl sağlığın için söylemeliydim."

Duvarın çıkan taşlarını izliyordum. "O... zincirler," Önümdeki düz alana bile yeşil ışıklar saçan zincirler.

Zade tekrar beni tuttu. "Normal zincirler onları tutamazdı. Duyduğun ses bu zincirlerden geliyor. Bakabilirsin Camira."

"Hayır."

"Onlar benim köpeklerim."

"O şeyin kanatları var. Kanadı olan bir köpek olmaz."

"Olur." dedi gözümün kenarını okşayıp. Ya da hâlâ ağlıyor muyum diye kontrol etmişti. "Elbet görecektin ama seni ben tanıştırırım diye düşünüyordum."

"Sarı gözlerinde kendimi gördüm." Evet, bir anlık o bakışmada gerçekten kendimi görmüştüm. Değişen yüzümü izliyordum, hem de gerçekçi bir şekilde. Ölüm korkusunun mimiklerimi nasıl değiştirdiğini takip etmiştim. "Sarı gözlü olan... nefesi..."

"Zhaur. O Zhaur, kanadı olduğunu düşündüğün."

"Yok mu?"

"Bakmazsan göremezsin."

Yapışan kirpiklerimi yavaşça birbirinden ayırdım, Zade'in boynundan hafifçe çekildim ve dibimde eğilen o şeyi gördüm.

Bu kesinlikle bir köpek değildi.

Çakalları andıran ağzı, kedilerin bakışlarına sahip çekik gözleri, ok gibi fırlayan bir kuyruğu, simsiyah tüyleri... Açtığı ağzından tükürükler akıyordu, üzerine oturabileceğim kadar büyüktü. Neredeyse bir aslandı. Ayrıca bedenine sımsıkı yapışan, tepesinde çıkık kemikler olan ama uçamayacağına inandığım kadar geniş olmayan kanatları vardı. Deri kanatlar. Cüssesine rağmen kuş gibi hafif görünüyordu.

Bir saniyelik göz gezdirmesinde görebildiğim bunlardı ve tekrar saklanmıştım.

"Köpek böyle olmaz. Olmaz!" Zade ne diyeceğini bilemiyordu. Sessizdi. "Onları uzaklaştır!"

"Tüy topuyla seni görünce hayvanları sevdiğine inanmıştım."

"O bir kediydi! Bunlar hayvan değil!"

Başını kaldırıp koca bir nefesi çektiğinde sabır diliyor sandım ama o kelimeleri arıyor gibiydi. Sesi hiç de öfkeli veya çenemi kapatmama yönelik değildi. "M'rea, onlar benim sözümden asla çıkmaz ve benim için koşarlar. Yani senin için. Topla cesaretini, bundan daha iyisini yapabildiğini biliyorum."

"Kabuslarıma benziyor."

"Mira," İşte bu uyarıcı bir seslenişti. "Ulkos sana yakın bile değil."

Aptal aklım adını duyduğum ikinci köpeğe olan merakına yenik düştü. Bir de ona baktım. Daha iriydi. İkisinin de kulakları dikti ama Ulkos'unkiler daha genişti, Zhaur'unki daha uzundu. Suratı Zhaur'dan büyüktü, daha... geniş bir ağzı vardı. Tüylü değildi, koyu kızıla kaçan derisi vardı ve bunun kanatları yoktu. Zhaur'un ince bileklerine kıyasla Ulkos pençesinin altında bir orduyu ezecekmiş gibi görünüyordu. Öylece oturuyordu. Gözleri dikkat çekecek kadar parlak bal rengindeydi, bana pürdikkat bakıyordu. Kuyruğu bir topuzu andırıyordu. Ağırdı, hem de çok ağır. Hızlı koşabildiğinden emindim ama her adımında yeri sallıyor olmalıydı. Ulkos'un daha kısa bir çenesi vardı ve Zhaur'un aksine dişleri hançerimle aynı boydaydı.

Hem de hepsi.

Çenesinden aşağı sarkan o iki köpekdişi hariç.

"Ulkos sana baktığında senin için zamanı durdurur," Hikaye anlatır gibi konuşuyordu. Beni göğsüne yatırdı ve öyle devam etti. "Jeff gibi."

"Ne?"

"Evet, Jeff gibi. Ulkos'tan ona bir armağan. Bütün generallerimde böyle hediyeler yoktu ama tanıdığın üç kişide var." Kulağımın arkasına doğru parmağını ilerletti. "Gregory de onun gibi, göğsünden bir mızrak girse ölmez. Diğerlerinin aksine çok daha uzun direnebilir ve... hissettiğin tüm duyguları olağanüstü bir boyuta taşır. Sadece ufak bir bakışla. Jeff'le farklılar ama ikisi de Ulkos'un armağanları."

Bu yüzden mi o ambardan çıkmadan önce acı çektiklerinden emin ol demişti? Gregory, Jeff'in yarattığı acıları bin misline mi çıkarıyordu?

"Zhaur'un ağzının kokusunu Shade çok iyi biliyor." Bir gözümü açıp Zhaur'a baktım. "O bir izci. Kanat sandığın şey uçması için değil. Gölgelerin içinde koşabilmesi, süzülebilmesi için. İnanılmaz hızlı, muhteşem bir takip yeteneği var. Bir kere kokunu alırsa sonsuza kadar hatırlar. Benim köpeklerim Camira." Üstüne basarak söyledi. Ben sana dokunulmasına izin vermem demek istedi veya o köpeklerin beni de koruduğunu ima etti.

Yemeğini az önce koklayan Zhaur'a güvenemezdim.

Zhaur gözünü bana dikince Zade'in üzerine geri kapandım. Hayır, bu benim cesaretimin kırılmasıyla hiç alakalı değildi. Udan'ı getirsin... Udan bile onlara ilk seferinde bakamazdı. Beni kaldırmıyordu, zorlayacak kelimeler etmiyordu. Belki de gerçekten alışabilmemi bekliyordu. İlk defa düşünceli davranıyor olabilirdi.

Zhaur'un Çukur koktuğuna inandığım nefesine bir yerden sonra alıştım, burnundan verdiği soluklar kolumu ya uyuşturmuştu ya da artık o kadar sıcak gelmiyordu.

Kulağımı Zade'in çıplak göğsüne yasladım, kalp atışlarını dinledim. Hâlâ parmakları suratımda geziniyordu, siyah yüzükleri tenimi anlık olarak soğutuyordu. Hırlamalarla birlikte nefes almaya başladım. Zade çuvala sırtını dayadı, başını yukarı kaldırıp bekledi. Köpekler diğer tarafımızda yürüyüp dönerken onlarla aynı evde kaldığımı unutmaya çalıştım.

"Kendine gelmelisin."

"İmkanı yok. Aklımda sadece koca gözler dolaşıyor." Sırtımı izleyen gözler. "Bana bir şeyler söyle. Kafamın içine hırlıyorlar gibi hissediyorum."

"Ne söyleyeyim Camira?"

"Onlar, Nathan ve diğerleri, dedi ki... yerimi nokta atışıyla tespit edebilirmişsin ama yapmamışsın. Bunu yapmadığına şaşırdılar. Neden?" Parmakları durdu. "Kendimi o köpeğin ağzına atmamı istemiyorsan söyle!"

Cevap vermeyecek sandım, sorduğuma şaşırdığını biliyordum. "Evet, bulabilirim." dedi kısa bir bekleyişten sonra. "Bunu yapabilmem için o yemini bana çoktan etmiş olmalıydın."

"Ne anlama geliyor?" Öğrenmek zorundaydım. İçimi gıcır gıcır yapan o sesi susturmak için öğrenmek zorundaydım.

"Bilmek istemiyorsun."

"Emin ol istiyorum."

Zade baskısını arttırdı, artık arkasına dayanmıyordu. Kapalı gözlerime bakıyor, konuşup konuşmamayı düşünüyordu. Koca bir nefes çekti.

"Ruhunu binlerce parçaya ayırıp hepsini içeceğim. Birini bırakacağım ve sen o parça üzerinden kaybettiklerini tekrar toplayacaksın. Bir bütüne tekrar dönüşeceksin. Ruhunla birlikte kanının yarısını bana vereceksin. Kalbin durmaya yaklaştığında... sana kendi kanımı verip seni hayata döndüreceğim."

Gözlerimi açtım, titrekçe verdiğim nefes duvara çarpıp bana geri döndü.

Zade saçlarımla oynamaya devam etti. "Gerçekleştirmeyeceğim bir söz." Yumuşak bir şekilde ekledi. "Yemini gerçekleştirme kararını ben veririm, sen çoktan söz verdiğin için gerisi bana kalıyor. Böyle bir şey yapmayacağım Camira." Daha da eğildi, dudağı şakağıma dokundu. "Bu yüzden önemi olmadığını söyledim. Ruhunu parçalara ayırmayacağım."

O yemini etmem ne işe yarıyordu? Ona izin verdiğimi mi söylemiştim? O an aklım kapanacak ve ona mı teslim olacaktım? İçimden bir ses doğru olduğunu söylüyordu. Zade ruhumu binlerce parçaya bölüp teker teker çekerken yapabileceğim tek şey onu beklemekti.

Titrediğimi eminim ki fark etmişti.

Söylememesinin sebebini şimdi çözmüştüm. İliklerimi kurutacak kelimeleri kullandığı için ona neredeyse hiç yaklaşmam, evin içinde bile denk gelmemeye özen gösteririm diye düşünüyordu ve kısmen doğruydu. Zhaur'a sarılasım gelmişti. Söz hakkımı kaybetmiştim ve tüm inisiyatif onun ellerindeydi.

Sessizliğim karşısında belimdeki kolunu sıktı. "Camira,"

"Ya sonra?" Mırıltım boşlukta dalgalandı. "Yaptıktan sonra ne oluyor?"

Kalanını daha rahat açıkladı. "İstediğim zaman seni bulabilirim. Gözlerimi kapatmam nerede olduğunu bilmeme yeter. Ruhun ruhumun içinde yaşar, benden kopması imkansız olur. Hislerini ben yaşıyormuşum gibi algılayabilirim, düşüncelerini bile bana açabilirsin. İki ayrı bedene gömülen iki kişi oluruz M'rea. Bütün zincirlerin bana saplanır ve koparmanın hiçbir yolu yok."

Düşünceli bir insan elbette bir başkasını böyle bir duruma sokmaya katlanamazdı fakat Nathan'ı şaşırtmıştı. Zade bir insan değildi, ayrıca hiç düşünceli olduğu söylenemezdi. Onun canı yanmazdı, benimki yanardı. Anahtarını istediği zaman saptayabilir, istediği zaman yanına gelebilir ve... dilediği kişiye dönüştürebilirdi.

"Seni kuklaya çevirmek olur. Büyük bir acı verir. Ruhu çekmek zaten bir işkence ve ben seni parçalara bölmek zorundayım." Biraz daha yukarı çekti. "Sana özgürlük vermeye çalışıyorum. Zincirlere tahammülüm yok, zincirleyen kişi de olamam. Onun haricinde sana bunu yapamam. Ruhunu bölemem. Seni olmaktan nefret edeceğin birisine dönüştüremem. Sonsuza kadar ruhun benimle kalırdı çünkü sonsuz yaşamımı seninle paylaşmak demekti." İnanmadığıma inandı. "Yapmam, Mira."

Güvenilebilecek son kişi Zade olsa da yapmam derken ne kadar ciddi olduğunu biliyordum. Söylemesine gerek bile yoktu.

"Neyi atladın?" diye sordum. "Bir şeyi atladığından eminim. Yine gizlediğin bir parça var."

"Nereden çıkarıyorsun?"

"Hep böyle yapıyorsun. Söylediğine inanıyorum ama bir şey eksik çıkıyor. Neredeyse tüm hikayeyi değiştirecek bir şey eksik."

Başını salladı. "Başka bir şey yok. Bunu bile öğrenmesen olurdu."

"Kan eşi?"

"Öğrendiğinden farklı bir durum yok."

"Ruhumu bölmen, kanımı her gün alman bekleniyor. Yapmak istediğin, yapman gereken bu olabilir ama sen tercih etmiyormuşsun... Bunun için teşekkür bekliyorsan daha çok beklersin. Ruhumu bana bıraktığın için ayaklarına kapanmayacağım."

Söylediğim sözlerin aksine kıkırdadı. "Aklımdan geçmiyordu ama pekâlâ, beklemeyeceğim." Tutuşu başka bir şeye dönüştü. Sanki sarılıyordu. "Seni bir kralın hizmetçisine dönüştürmeye uğraşmıyorum Camira. Bir tanrıya taptığın gibi bana tapmanı istemiyorum. Seni sözlerinin arkasında dimdik duracak birisine çevirmeye çalışıyorum. Tek yapman gereken izin vermek."

"Sana minnet duyacağım, başka şekilde bağlanacağım, borçlu kalacağım... sonunda kanım tamamen senin olacak."

"Her şeyi farklılaştırmakta üstüne yok."

"Niye böyle bir şey yapasın? Anahtarım. İnsanım. Bir insanı sırf kanı seni çekiyor diye yüceltecek bir herif olduğuna inanmamı bekliyorsan buna mattamla gülerim."

Benim yerime o tebessüm etti. "Beni gözünde büyütmeni beklemiyordum zaten. Bu izi taşıyorsan bari hakkını ver Camira." Omzumu okşadı. "Bencilliğimden kaynaklı. Sana dokunulmasını istemiyorum, her saniye seni gözlememi sağlayacak ruhunu parçalara ayırmayı reddediyorum. Ama ben yoksam seni kim koruyacak Camira? Kendi kendini korumayı öğrenirsen rahat nefes alacağım. Bunu istiyorsun, reddetme sebebin benim sana armağan edecek olmam."

"Generallerine yaptığın gibi mi?"

"Onlar zaten güçlüydü. Ben içlerindekini ortaya çıkardım."

Parmaklarıma parmaklarını doladığında bakışlarım oraya kaydı. Çaktırmadan elimi kıpırdatmaya, Zhaur'u hissedeyim diye öteki tarafa çektiğini biliyordum. "Generallerin nerede?"

Yanağı yanağıma sürttü. "Üçü burada." dedi ve elimi oynattı. Kendi bacağına koyduğunda Zhaur'un nefesi parmağımı gerçekten ıslattı. "Birisi ölüme kafa tutmayı becerdi ama savaşı kazanamadı." Ne demekti bu? "Birisi... tekrar doğamayacağı şekilde öldü. Tek kadın generalim, Fia."

Başımı göğsünden kaldıracak gibi oldum.

Fia mı?

"Jeff'in eşi." Dayanamadım ve kucağından kalkıp gözlerine baktım. Hafifçe tebessüm etti ama bu kesinlikle acı doluydu. "İlk dostlarımdan birisi. Jeff'le tanışmamdan önce Fia'yı tanıyordum ama general olamayacak kadar itaatsiz bir kadındı. Beni takdir ederdi ama eğer düşüncelerim kafasına yatmazsa... iyi bir isyan başlatabilirdi. Sonunda beni alt etti, güvenimi tamamen kazandı ve onu altıncı yaptım. Bir kadını aramıza almak hiç mantıklı olmazdı fakat çok geçti, Jeff'e sırılsıklam aşık olmuştu ve Jeff... muhtemelen ben ağzımı açacağım diye atağa geçmiyordu."

Fia'ya benzettiği kişi ben olamazdım. O kadın ve ben... hiç uygun değildik. Jeff'in bu derece bağlandığını düşünmüyordum. Bana kaledeyken sevgilim olamaz deyip durmuştu. Dışarı çıkıyor, kulüp evlerinde bazen kalıyordu ama yanında gerçekten hiç birisini görmemiştim. Shelby'nin ona bakışını bile fark etmiyorsa kim bilir Fia ona nasıl bakıyordu.

"Üçüncü, General Mikas," Elimize bakıyordu. "kardeşlerimden birisi. Zhaur onunla iyi anlaşır." Yani Shade gibiydi. "Fia Ulkos'u seçmişti. Gerçi daha generalim olmadan onun akıl okuyan bir yanı olduğundan emindim."

"Shade ormanda Jeff'e Fia'yı hatırlattığımı söyledi." Yutkundum. "Özellikle de seni uyardı."

"Hmm," diyerek düşündü. "Hiçbir şeyi unutmuyorsun. İşine gelince." Alaycı bir tondu. "Fia Jeff ile sabahlara kadar kılıç tokuştururdu. Onu yere düşürene kadar pes etmez, kendisi yer bitirirdi. Jeff sonunda kazanmasına izin verirdi. Bir bakışla ona her şeyi yaptırdığını söylemiyorum bile. Ağzı çok bozuktu. O kadar adamla nasıl uğraşacağını biliyordu. Ettiği küfürlerden dolayı seni benzetmiş olabilir."

Matta.

"Neden özellikle sen dedi?" dedim bir daha çünkü kaçınmıştı.

Konuşuyordu. Bu anı değerlendirirdim.

Ama neden konuşuyordu? Odadan çıkmadan önce ona dediklerim yüzünden mi?

"Fia karşıma geçip bana hakaretler ederek düşüncelerini söylemekten çekinmeyen tek kişiydi. Aptallık ettiğime inanıyorsa aptal olduğumu söyler, çenesini kapatmasını emretsem bile asla susmazdı. Kaşını çatmaz, gülümsemez ve söylemesi gereken her şeyi söyleyene kadar yakamı bırakmazdı. Bunu yapan tek kişi oydu, bu yüzden onu gebertmek istiyordum."

"O senin generalindi."

"Yine de gebertmek istiyordum." dedi göz devirip. "Ama en sevdiğim yanı da buydu. Benim için hepsi önemliydi Camira. Jeff ona aşık olabilir ama ben bir draak'ı kolay kolay evime almam, ona hayatımı görmesi için izin vermem."

Bunu görebiliyordum zaten. Neredeyse kimse yoktu, Zade için buradaki üç kişi hariç herkes önemsizdi. Masumlar ölebilirdi, bakışını bile kaçıracağını zannetmezdim. Ama generallerine bir şey olursa... burayı tamamen yakacağını hissettiriyordu. Önemsediği herkes yanındaydı. Yani evet, Fia'yı cidden sevmişti. Onun sevgi nedir bilmeyen bir adam olduğunu düşünürsem... gözden kaçırılamayacak bir detaydı.

"Nasıl öldü?"

Elimi avucuna tamamen hapsetti. "Zhaur'a dokunmamakta kararlı mısın?" Bu kadardı. Gerisini sana ruhumu köküne kadar vereyim desem de söylemezdi. "Benim için çok önemliler. Benden bir parça onlarda yaşıyor M'rea. Onları zincirlemeyi sevmiyorum, ben buradayken özgür oluyorlar."

"Benim yüzümden mi kilitledin?"

"Onlara alışmadan karşılaşsaydın ruhun için endişelenirdim."

Yavaşça kafamı çevirmeye başladım, azıcık azıcık döndüm ve... Zhaur'un bakışıyla buluştuğum an boynumu kütletecek bir hızla eski yerime yerleştim.

"Korkunç."

"Ul'na'ya dokunuyorsun, bir köpeğe mi dokunamıyorsun?"

"Ul'na'nın bir bedeni yok."

"Göremediğin şey daha korkutucu olmaz mıydı?" Ciddi bir soruydu, cevabı evetti ama bu şeyi görmesem daha iyiydi.

"Ufak birkaç bilginin karşılığını ona dokunmamı isteyerek mi almayı planlıyorsun? Neden anlattın ki? En son beni öldürmek istiyordun. Sözüme kulak vereceğini düşünmüyordum."

"En son seni öldürmekten bayağı uzak şeyler düşünüyordum." Omzuma dudakları dokunuyordu. "Eh, bunu yapmayacağıma dair söz verdim."

İyi ki sırtım ona dönüktü çünkü şu köpeklere rağmen uygunsuzlukla mücadele ediyor, kızarıyordum.

Burnundan verdiği nefes omzumdan yukarı çıktı, boyun girintime kadar geldiğinde içim titredi. "Bu işte." dedi parmaklarımı sıkıp. "Kan eşini anlatmak için kelimeler uygun değil Camira. Şu an aklından ne geçirdiğini sana ben söylemeyeyim. Ama kan eşi demek, düşündüklerini istemek demek."

Dişini boynuma geçirsin diye hayal kurduğum için kendimden utanıyordum. Karnım kasılıyordu, midem büzüşüyordu. Nasıl bir zevk aldığını, o açlığı nasıl bastırdığını hatırlıyordum. Kahretsin, keşke öğrenmeseydim. Çünkü öğrendikten sonra bu aptal düşünceler sahici bir hal almıştı, neyi arzuladığımı fark edince hem utanmış hem de daha beter diler olmuştum.

"Yok öyle bir şey."

Kıkırdadı. "Sen öyle diyorsan..." Matta.

Elim sert tüylere dokununca kötü hayallerim dağılmaya başladı. Parmaklarımı oynattım, o çuvalın içindeki ölü tavuklara dokunduğumu umdum ama hayır... bileğime üfledi.

Tam çığlık atacağım sırada Zade ağzımı kapadı. "İlk önce bak, sonra bağıracaksan bağır. Ama unutma... Zhaur çığlıkları takip etmeyi çok sever." Elimi hayal meyal görüyordum, gözlerim dolmuştu.

Zhaur gözümün içine bakıyordu. Tam olarak burnunun kenarına dokunuyordum ama dokunduğumu anlamıyor gibiydi.

Zade elimi bırakınca sadece bir saniye daha üzerinde tutabildim, hemen bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Zhaur çenesini sürüyerek Zade'e yaklaştığında Zade onu pataklıyor gibi sevdi. Benim asla cüret edemeyeceğim şekilde.

"Artık ayağa kalkabilirsin Camira."

O beni kolumdan tutup kaldırmasa kıpırdamazdım. Yine duvara bitişiktim ama bu kez Ulkos'a da Zhaur'a da bakabiliyordum. Tabii Ulkos gözümün içine bakmasa iyiydi.

Zincir kırılma sesi duvarlara çarptı.

Sonra bir tane daha...

Delici bakışlarla duvara yapıştım. "Ne yaptın sen?"

"Haydi ama... fazla dramatikleştiriyorsun." Bileğimi tutup beni artık özgürce gezinen köpeklerin önünden çekti. Tanrılar... Ulkos arkamdan yürüyordu.

Bir adım. Evet. Sadece bir adım mesafe.

Burayı bahçeyle ayıran o devasa parmaklıklar Zade yürürken titredi ve iki yana açılmaya başladı. Dışarı çıktık. Bahçede bir kere bile yürümediğim, sadece iskeleye gittiğim için böyle bir kapı olduğundan henüz haberim oluyordu. İçine asla bakmayacağım kadar büyük bir geçitti. Canavarları saklıyorum diye bağırıyordu.

Çimenlerin üzerine bastık. Zhaur havada süzülüyormuş gibi koştururken kuyruğu arkamdan kamçı gibi ses çıkardı, Ulkos ise sert ve güçlü adımlarla ilerledi.

Arkalarından zincirler sürükleniyordu ama sönmüşlerdi.

Boyunlarından, ayaklarından ve gövdelerinden bağlanmışlardı. Ama rahatsız oluyorlar gibi duymuyordu.

Şimdi bedenlerini daha net görebiliyordum. Zhaur'un bedeni daha ince ve uzundu. Kanada benzeyen uzuvları sırtına tam yapışıktı. Ulkos ise gerçek bir devi andırıyordu. O derisine dokunmayı hiç düşlemiyordum.

Onlara ve sonra kapıya baktım. "Bu kapı çok büyük."

"Çünkü bu onların gerçek boyutu değil." dedi Zade önüne bakarken. Köpeklerle göz teması kurmuyordu. "Ulkos bunun neredeyse üç katı ve Zhaur isterse iki katına ulaşabilir. Fakat evimi yıkacak köpekler Cooper'ı çok rahatsız ederdi." Beni önüne geçirdi. "Merak etme Camira, ufalabiliyor ve gerçek bir köpekle aynı boya inebiliyorlar. Onları gezdirmek ister misin?"

"Matta, cusca, siktir git."

"Aynı küfür, iki kere..." dedi yine. Huzursuzca kıpırdandığımda omuzlarımı bıraktı. Bu kadar yakın durmak istemiyormuş gibi bir adım geriledi. Usulca gezip havayı koklayan Ulkos'u ve eğilip ağaçlara doğru dişlerini çıkaran Zhaur'u görmezden gelmeye çalıştım.

Ama yapamadım.

Gözüme o kadar da çirkin görünmediler. Eğer bir insan olsalardı muhtemelen Ulkos göz teması kurmaktan çekineceğim birisi olurdu. Zhaur ise bakmamam gerektiğini bildiğim ama kafamı habire kaldıracağım kadar aptallaştıran kapalı bir kutuya dönüşürdü.

Bu yüzden daldım gittim.

Ağaçların arasındaki minicik kuşa hırladığına emin olduğum köpeğin kuyruğunu izliyordum.

Ulkos yanından geçtiğinde bu kez onun kılıçları ikiye bölecek tırnaklarına gözlerim değdi.

Yüzüm yanıyordu. Tanıdık hisle onlara bakmayı kestim ve Zade'e doğru döndüm. Yorgun bakışları bana kilitliydi lakin omzundan aşağı dalga gibi akan dumanların içinde de bir göz görüyordum.

Ul'na sonunda çekildi. "Odama gideceğim." dedim rahatsızlıkla. "Köpekleri gezdirmek gibi bir niyetim yok ve beni böyle incelemeyi kes." Kaşını kaldırdı. "Tavrım sanaydı ve değişmedi. Kendi köpeklerine beni yedirtmediğin için teşekkür etmeyeceğim. Gururumu hiçe saydın, hem de neden odana geldiğimi bilmediğim halde kaldıramayacağım kelimeleri kuşku duymadan söyledin. Dediğim gibi, onarmayı bilmiyorsun. Bu anlattıkların durumu düzeltmez. İyi geceler, Zadreean. Reverans yaptığımı farz edebilirsin."

**

Öğlene doğru uyandığımda yatağımın ayakucunda gümüş bir tepsi gördüm. Daha ayılamadan doğruldum, kahvaltımı odaya hangi düşünceli draak'ın yolladığını zaten biliyordum. Tepsiyi bacaklarımın önüne çektim ve metal kapağı kaldırdım.

Fakat içinde yiyecek bir şey yoktu.

Gözlerimi üst üste kırpıştırdım, ovuşturdum.

Kapağın altında muhteşem el yazısıyla karalanmış bir kağıt, onun hemen üstünde simsiyah bir gül duruyordu. Lakin beni şaşırtan mürdüm rengine bulanmış gibi görünen, kabzası altın dallarla örtülü hançerdi.

Hançerin yanında ise bir adet ok duruyordu.

Gülü yanıma bıraktım, hançeri incelemeden önce nota uzandım.

'Hayır, unutmadım.

Kullanmayı bilmedikten sonra bir dal parçasıyla aynı görevi görecek kadar tehlikeli, parçan haline getirirsen draak'ları korkutacak kadar ölümcül.

Bu ok, kalpten vurduğunda ruhu bedenden ayıracak kadar hassas bir parça. Geldiği yerde daha çok var Camira, eğer istersen beni uzaktan vurabileceğin kadar iyi olabilirsin.

Hançerin gerçek olmadığına inanıyordun. Belki sözümü tuttuğum için beni iki kere bıçaklamaktan vazgeçersin.

Gerçek tehditleri yüzüme tükürerek etmek istiyorsan beni nerede bulacağını biliyorsun. Beni öldürebilmek için ilk önce bana ihtiyacın var. Bir yerden başlaman gerekiyor. Suratıma bakmak zorunda değilsin -senin için zor olacak- ama temas etmeden dövüşmeyi biliyorum.

Hançer senin. Emrinde bir kral ve üç general var. Öğrenmeye aç tarafını bastırmak senin elinde. Ben seni kullanıyorum, sen de beni kullanabilirsin. İki hançeri de taşıyacaksın. Birisi şaşırtma, birisi amacına uygun kullanılacak. Draak'ları dürüst oynayarak yenemezsin.

Güllerim hâlâ siyah açıyor M'rea. Kırmızıya dönüştürecek bir şey bulacağına eminim. Benim bedenimi kullanarak boyayacaksan önüne uzanmaya hazırım. Araştırmanı iyi yap, bana dokunmaya başladığında bundan zevk almamaya çalışacağım.

Zhaal.'

Notu örtünün üzerine bıraktım. Hançeri incelemem gerekiyordu ama onun yerine gülü elime aldım. Yapraklarına tek tek dokundum, gözlerimin önünde döndürdüm. Hayır, gerçek olamayacak kadar mükemmeldi. En ufak bir kusuru yoktu.

Bakarken kaşlarım çatıldı. Yerimden fırladım ve dolaba koyduğum çantayı çıkardım. İçindeki iki gülü dallarından kaldırıp tuttum, üçünü de yan yana koydum. Bunlar birbirinin aynısıydı. Tıpatıp aynısı.

Çantayı bıraktım, üzerime bir pantolon geçirdim ve artık toplayabildiğim saçlarımı ensemden bağladım. Zaman geçtiğinde eskisi gibi örecektim. Tepsinin üzerindeki oku ve hançeri aldıktan sonra aşağı indim. Bahçeye çıktım, güneş hassas gözlerimi yaktı. Gece yürüdüğüm çimenlerin üzerinden geçerken kılıç seslerini takip ettim. 

Continue Reading

You'll Also Like

2.1K 934 17
Karanlık bir odaydı sadece loş bir ışıktı odayı aydınlatan . Masanın üzerinde bir gece lambası. Kimin ne yaptığını çok az görüyordun . Gece lambasın...
15.7K 1.2K 19
Rahatsız edici sahneler ve ya yetişkin içerik bulunabilir . Rahatsız olabilecek kişilerin okumasını tavsiye etmiyorum.
7.1K 903 12
Katsuki Bakugou; her hafta sonu bira almak için geldiği büfede, her zamanki kasiyere gittikçe alışıyordu. [depresyon, pasif içici] Bakugou Katsuki...
13.2K 2.1K 33
❂ The Wattys 2023 Yarı Finalist ❂ ❂ WattpadFantasyTR'nin Mitoloji ve Efsaneler Diyarı adlı okuma listesinde ❂ Haksız yere zincirlere vurulmuşsa biri ...