Yalancı Nefret / Yarı Texting

veolentis által

128K 7K 864

akgün.korall: Bilerek mi yapıyorsun tüm bunları yoksa hepsi birer tesadüf mü? akgün.korall: Neler çeviriyorsu... Több

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8
2.9
3.0 PART 1
3.0 PART 2
3.1
3.2
3.3
3.4
3.5
3.6
3.7
3.8
3.9
4.0
4.1
4.2
4.3

4.4

128 13 0
veolentis által

Dedüblüman, Mavzer Tabancas - Rüya Gibi


Burçak: Neredesin sen?

Burçak: Kimse sana haber vermedi mi gerçekten?

Burçak: Akgün ile Mustafa iti birbirine girmek üzere ve kimseyi dinlemiyorlar.

Burçak: Derhal buraya gel.

Burçak: Sadece sen durdurabilirsin onu. 09.11

Mesajı görür görmez apar topar evden aceleyle çıkmıştım. Yolda kimseye bir şey olmamasını umut ederken, yol boyu içimde ki kötü hissi kovmakla uğraşırken koşar adımlarla neredeyse on beş dakikalık yolu, beş dakikaya aşkın bir sürede gelmiştim. Okuldan içeriye adımımı atar atmaz etrafa göz gezdirmiştim. Pekala, burada değillerdi.

Hızlı adımlarımla merdivenleri aşarken sınıfın önünde ki kargaşa dikkatimi çekti. Görüş alanıma herkesten önce stresli bir şekilde etrafına bakınan Burçak girdiğinde, beni fark etmesiyle elini çabuk gel anlamında salladı.

Endişeli bakışlarım kalabalığın olduğu yere gidip gelirken, "Ne oldu burada?" diye sorduğumda önümde ki manzaranın arasından Akgün'ü seçmeye çalışıyordum. Ama bir türlü görememiştim.

Öfkeli bakışları omzunun arkasından kalabalığa ilişti. "Mustafa şerefsizi yüzünden tüm okul -hocalar da dahil- Akgün'ü psikolojik sıkıntısı olan biri olarak görüyor." Sesinin tonunu kısarak hafifçe fısıldadı."Çocuğa bildiğin deli muamelesi yapıyorlar."

Şuan ettiği küfürden çok, onun için endişeleniyordum. Her şeyin üstüne bir de tekrardan ceza almasını istemiyordum. Bir gün o haysiyetsiz herif yüzünden okuldan men edilecek diye korkuyordum.

Kaşlarım düz çizgi haline gelirken yüzüne bakakalmış bir şekilde olayı toparlamaya çalışıyordum zihnimde. "Deli muamelesi mi?" Başını sallayarak onay verdi. "Diğerleri nerede?" diye sorarak onlara dair bir sima aramaya çalışıyordum.

Arka tarafı işaret ettiğinde sınıfta olduklarını anlamıştım. Oluşan kalabalık o kadar fazlaydı ki ayırt edemiyordum bile. Bu iş fazla ciddiye biniyordu, kalabalığın ardından neler dönüyordu bilmiyordum ama bu kadarı fazlaydı, ipin ucu aşırıya kaçmıştı. "Burçak, oraya gidelim. Tekrardan bir kavga çıkarmasını istemiyorum yoksa okuldan atılacak. Sicili zarar görmek üzere ve o bunun farkında değil şuanda."

"Biliyorum, biliyorum. İçerisinde bulunduğumuz şu saçma olaylar karşısında artık ne söz söyleyeceğimi düşünemiyorum bile. Ne mal insan varsa onunla uğraşıyoruz." dediğinde bu isyanına hak vermiştim.

İnsanların arasından geçmeye çalışırken Akgün'ü ve yanında duran arkadaşlarımız çoktan görüş alanıma girmişti. Yüz ifadesi o kadar sert ve ifadesizdi ki gözünün feri sönmüş gibiydi. Arada kaşları çatılıyordu, kendini dizginlemek istermiş gibi gözlerini kapatıp derin nefesler alıyordu ve zorlandığını üç adımlık mesafeden bile anlıyordum. Dün ki halinden epeyce farklıydı.

"Deli ve saldırgan birisinin laflarını bu kadar kafayı takacağımı mı düşünüyorsun?" diye sorarken Mustafa iti, onu kışkırtmaktan oldukça zevk alıyordu. Akgün ile bu kadar uğraşırken gizlemiş olduğu derdi neydi, daha bunu anlamış değildim. Onun geçmişini bilmesinin altında ki sebebin de Özge olduğunu biliyordum. Her zamanki gibi -üvey kardeş olduklarını da ortaya çıktığı için- bildiği tüm şeyleri olduğu gibi anlatmıştı. Düşüncesizce ve saygısızca. Ense kökümden bir titreme geçti, uyarır gibiydi. Kendimi ve onu sakin tutmamı isteye bir farkındalıktı.

Akgün'ün kadifemsi kalın sesi ortaya karıştı. "Ne düşündüğün sikimde bile değil. Sen, sadece deli olduğunu düşündüğün biriyle fazla uğraşıyorsun." diye cevap verirken suratında ki sert ifade yavaşça akıp giderken dudaklarının aldığı şekilin normal bir sırıtıştan daha uzak olduğu aşikardı. "Etrafta it fazla dolaşır, fazla konuşur."

"Ne diyorsun la sen?" diyerek çıkıştığında ona doğru adım atmaya başlamıştı, lakin Akgün'ün uzun boyu ve yapılı heybetiyle bir adım atmasıyla olduğu yerde bir duraksama yaşamıştı. Boyu kaçtı, bilmiyordum ama yaklaşık bir tahminde bulunacak olursam 1.90 olabilirdi. Karşısında ki şerefsiz ise oldukça yetersizdi bu durumda.

"Sabah sabah kafa açma, siktir olup git diyorum." derken sesinde ki aksilik yüzüne de yansımıştı. Sabrının son damlalarıyla her an kafasını suratına gömecek gibi duruyordu. Bunu dişlerini sıktığında oluşan keskin çene hattıyla belli ediyordu.

"Kafadan kontaksın oğlum sen," diyerek üstüne gitmeye başladığında, Akgün oralı olmamaya çalışıyordu. "Ne hoş, senin gibi döl israfı olmak isteyen kim?" diyerek üstüne gidilen o çizgiyi aştığı için sınır koymuştu. Söyledikleri aklının bir köşesinde dolaşıyordu ve dolaşmaya da devam edecekti. Bu nasıl durdurulur bilmiyordum.

Akgün'ün yanında duran üçlü, kalabalığa göz gezdirirken bizi fark etmişlerdi. Hepsiyle göz göze gelirken arka tarafımı işaret ettim. Kalabalığı dağıtın.

Anlamadıklarını düşünmüştüm ama ilk defa gizliden verdiğim mesajı anlayıp kalabalığa doğru konuşan Kaan, diğer ikisiyle beraber bize doğru yaklaşmıştı. "Hadi abicim çıkın sınıftan. Tiyatro döndürmüyoruz burada, ne meraklısınız amına koyayım kavgaya. Çok izlemek istiyorsanız gidin internetten izleyin, çattık ya." dediğinde elini öne savurarak göz gezdirdiği herkesin kapıdan çıkmasını bekliyordu. Az önce ki kalabalık dağıldığında kimse kalmamıştı. Şansımıza ki ders bedendi ve sınıftakiler aşağıdaydı. Bu durumda da sadece biz bize kalmıştık.

"Arkadaşlarını ne güzel seçmişsin sen öyle, güzel sahne." dediğinde kendisiyle geçilen alayı sineye çekerek görmezden gelirken, yaşanan her şeye rağmen onu yalnız bırakmayan Ali'den cevap gelmişti. "Senin sorunun ne biliyor musun? Fazla yalnızsın ve bu yalnızlığını gözüne kestirdiğin kişilerinde yaşamasını istiyorsun. Ondan bu kadar uğraşıyorsun değil mi? Kendini böyle avutuyorsun, güzel olan ilişkiler görünce yediremiyorsun kendine. Sen bunu yaşıyorsan karşında ki kişi de yaşamalı öyle değil mi?"

Yüzümde konuşmasını beğendiğim bir ifadeyle ona bakarken, Ali beni fark ederek göz kırptı. Mustafa kaşlarını çatıp çatmamak arasında kalmışken, bu durumu oldukça hoşuma gitmişti. Akgün'ün soluk mavi irisleri ilk başta onu savunan Ali'ye kaymıştı, görebiliyordum yaşadığı hüznü ama daha fazla yüzü olmadığını düşündüğü için bu sefer olduğum yere değerken ifadesi yumuşamaya başlamıştı. Gülümsemese de içinde beni burada gördüğü için oluşan mutluluğu hissedebiliyordum. Ve onun yerine, olması gereken tebessüm benim dudaklarıma bulaştı.

"Ne piç insansın oğlum sen. Asıl hastalıklı ve deli olanın sen olduğunun farkında değilsin. Şuan yaptığın davranışlar bile ne kadar sağlıklı olmadığını gösteriyor. Şimdi bu durumda kim deli? O mu, sen mi?" diye Ali'nin konuşmasının devamını getiren kişi Barış olduğu için şaşırma gereği duymuştum. Barış biraz şeydi ya, saf. "Sikik herif." diyerek mırıldandığında kolunu çimdikleyen Duru ile hissettiği acıyla kolunu kendine çekti. "Ben sana demedim mi iğrenç küfürleri bir daha ağzına alma diye?" Azar yediğini fark eden Barış bir koluna bir de karşısında ki sevgilisine bakıyordu. Yani bir şey olmamışsa, öylelerdi. "Aşkım niye kolumu çimdikledin ki şimdi sen?" Konuştukları sohbet dudaklarımda ki tebessümü büyütmeye devam ederken gülmemeye çalıştım, çünkü aralarında yaptığı fısıldaşmalar oldukça komikti, ne yazık ki bunun sırası değildi.

Gözlerimi onlardan çektiğimde otomatik olarak ona dönmüştü ki, hâlâ yerli yerinde olan bakışları yutkunmama sebep oldu. Güzel bakıyordu, gerçekten çok güzel bakıyordu. Güzellik kavramı onun sayesinde kulağa daha hoş gelen bir şarkı haline gelmişti. Bu sıkıcı hayatıma aniden damlayıp hislerimi altüst etmişti. Durumumdan şikayetçi değildim, onun da benden bir farkı olmadığı ortadaydı.

Farkında olmadan onun yanında kendimi bulduğumda Mustafa'ya belki de çıkarabildiğim en sert tonumla konuştum. "Bitti mi bari şovun? İnsanların için de en iyi bilir kişi rolünü de yaptın. Rezil olduğunla da kaldın bir yandan. Üstelik, ona yaptığın deli muamelesini farkında olmadan kendine yaptığını varsayarsak." Parmaklarıma değen parmakları sayesinde bakışlarını üzerimde hissediyordum. Elini tutma isteğiyle bile şu halde yanıp tutuşuyordum.

Olduğu yerde kalakalmıştı. Duymak isteyeceği şeylerin bu olmadığı kesindi. Ona karşı gelen saldırıları ise beklemediği sarsılan ifadesiyle açıklanıyordu. Gözlerini üstümde tutarken dağınıklığını toparlamaya çalıştı. "Seni uyarmıştım, güzel olduğun kadar da aptal olmasa-" Devam edeceği cümleyi kesen, iki saniyede parmaklarıma değen parmaklarının yokluğu ve boğazına sarılan eller olmuştu. Sert sayılacak şekilde duvara doğru onu iteklediğinde elleri sıkılaşmıştı.

"Sen kim oluyorsun da onu uyarıyorsun," diye devam etti dişlerinin arasından tehlikeli çıkan kelimeleriyle beraber. Bana dönük olan sırtı yüzünü görmemi engelliyordu. Ama öyle bir yüz ifadesiyle tekrar karşılaşmak istediğimi pek sanmıyordum. "Kim oluyorsun da ona karşı iğrenç ağzından çıkardığın kelimeleri kullanıyorsun. Sana demedim mi ben? Sevdiklerimden uzak duracaksın, onlara laf atmayacaksın, etrafında dolaşmayacaksın diye. Seni şuracıkta, hakimiyetim altındayken öldürürüm piç kurusu!" dedi kontrolsüz çıkan bir sesle tehditlerini savururken. Korktuğum şey, bu radde de başıma gelmişti işte, sabrı taşmıştı ve olmaması gerek bir şey yapıyordu, bana edilen bir laf yüzünden.

Bu sefer onu arkadan tutan üç beden vardı. Boğazını bırakmamaya yemin etmişti, ama biraz daha böyle giderse elinin altında çırpınan, kıpkırmızı suratıyla bir şey demeye kalmayan Mustafa'nın her an öleceğini bile düşünebilirdim. Ona bağırıyorlar bırakması için, hepsi birbirinden farklı şey söylüyordu. En sonunda üçü birden onu geriye çektiğinde ellerini serbest bırakmıştı. Geriye çekilirken, ellerinin altından kayan Mustafa öksürerek boğazını tutmaya başlamıştı. Ama bu bile onu durdurmaya yetmemişti. "Sen... g-gerçekten hastasın." demişti öksürüklerinin arasından. Ali hızlıca Akgün'den ayrılıp, onun kolunu tutarak kapıya sürüklemeye başlamıştı. "Birine tek bir şey söyle, Allah şahidim olsun ki yeri ayağının altından kaydırırım. Emin ol yaparım." diyerek kısık sesle konuşmaya çalışmıştı. Ama duymuştum işte.

Olduğum yerde kalakalmıştım. Hareket dahi edemiyordum sadece ona bakıyordum, tek yapabildiğim şey buydu sadece. Bakmak. Ona ithafen yaptığı bu söylem karşısında sinirden kızaran suratı aniden solmuştu karşımda, her an ona saldırmak üzere bulunduğu noktada büyük bir sekteye uğramıştı. Sanki, sanki ne yaptığının farkına şimdi varıyormuş gibi ilk önce ellerine değdi bakışları, daha sonrasında Mustafa'ya baktığında üzerinde ellerinin bıraktığı hasara odaklandı bir süre.

Oyalayıp durduğu gözleri en sonunda beni bulmuştu. O an, yemin ederim ki canımın acısını iliklerime kadar hissettim. Ne yaptığının farkında bile olmadığı bir haldeydi ve hissettiği şaşkınlığı ötesinde dururken bile onunla beraber hissediyordum. Kollarını tutan arkadaşlarım ona sorular yağdırıyordu, 'iyi misin' diye soruyorlardı ama boş bir soruydu. Çünkü değildi, bunu o da dahil herkes biliyordu.

Ama uzaklaşmadım ondan. Daha doğrusu uzaklaşmak kavramına bile yetişemeden bana doğru bakan irislerin arasından seçtiğim çaresizlik vardı. Yapmaması gereken bir şey yaptığını biliyordu ve bunun sonunda onu bırakıp gitmemi istemiyordu.

Ali'den ses seda çıkmayınca Mustafa'yı çoktan gönderdiğini anlamıştım. Ona odaklandığım süreç içerisinde her ne dediyse duyamamıştım ama sıkı tembihlediğine emindim. Birine bir şey demeyeceğine adım kadar emin olduğum gibi.

Sırtımda varlığını unuttuğum çantanın ağırlığını hissedince Akgün'ün sırasına doğru ilerleyip oraya bıraktıktan sonra geri dönerek yanına ulaştım. Artık onu tutan eller yoktu. Herkese teker teker baktıktan sonra, "Biz daha sonra aranıza katılırız." dedim ve Akgün'ün parmaklarının arasından parmaklarımı geçirerek ellerimizi birleştirdim.

Peşimden sürüklediğimde nereye gittiğimizi bilmiyor ama sesini de çıkarmıyordu. Çünkü neresi olursa olsun her şeyin sonunda ikimizin olacağı bir zaman diliminde sıkışıp kaldığımız için bunu dert etmiyorduk. Neresi olursa olsun, biz beraber olduktan sonra tüm olumsuz okların bir önemi kalmıyordu.

Okulun arka tarafına geldiğimizde biraz oturmanın iyi bir fikir olduğunu düşündüğüm için arka kapının önünde ki merdivenlere ilerletirken ne söylemem gerektiğini tartıp biçmeye çalışıyordum kafamın içinde büyük soru işaretleriyle kalmış bir şekilde.

"Almina," diye seslendiğinde çoktan merdivenlere oturmuş, ayakta dikilen kendisine bakıyordum. "Otursana?" dedim.

Kafasını sallayarak isteğimi reddettiğinde, yavaşça dizlerinin üzerine çömelerek benimle aynı hizaya geldiğinde ellerimi kavradı güzel elleri. Başını kaldırdığı esnada gözlerinin hafif kızarmaya başladığını fark etmiştim. "Ben, özür dilerim." Bir özür beklemiyordum, ama sesinde ki mahçup ve savunmasız çıkan tınıdan dolayı istesem de istemesem de her türlü o özürü kabul ettireceğimi düşündürüyordu kalbim.

Onu ilk defa böyle görmüyordum fakat şimdi, gözlerinde ki mavi irislerin doluluklarından parıldayan okyanusun taşacağını her an görmek üzere olmak içimde, bir kalıba koyduğum küçük çocuğa sarılma isteği uyandırıyordu. Belli ki sözler canının acımasına sebep olacak hassas bir noktaya vurmuştu.

"Korkuyor musun benden?" diye sorarken bu cümleyi isteksiz bir iradeyle sorduğunu anlayabiliyordum. Kendini duymaya hazırlamaya çalıştığı cevabın tam tersi olması için, hissettiklerini bir nebze de olsa kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Biliyordum, çünkü elimi tutan elleri titremeye başlamıştı hafiften.

Ellerimi avuçlarının arasında çekerken gözlerinden bir yıkılmanın geçtiğini görmek üzereydim ki buna izin vermedim. Avuç içim yanağında ki yerini alırken ona biraz yaklaştım. "Hayır." dedim hiç düşünmeden.

Ondan zerre korkmazken tek bir saç telime zarar vermeyeceğini iyi biliyordum. Biçimli ve oldukça zarif gözüken parmakları her defasında saçlarımın arasında gezintiye çıkarken hissettiğim yoğun sevgiden başka kötü duygulara yer yoktu içimde.

"Ben aniden ne olup bittiğini anlamadım, gerçekten. Sana yemin ederim ki isteyerek yapmadım. Her kim olursa olsun bile isteye bu kadar ileri gitmemem gerekiyordu ama tutamadım içimde ki öfkeyi. Hiç korkma benden, olur mu? Senin tek bir sözüne mest olurken elim asla kalkmaz sana. Öyle düşünme çünkü bunlar benim sana göstereceğim şeyler değil. Senin üzüldüğünü görünce bile canımdan can gidiyor sanki..." dediğinde gözümde resmettiğim koca adamın karşımda sesinin titrediğine şahit oluyordum. İkilemleriyle olan savaştan galip çıkarak parmaklarını yanağıma sürttü. "Sen benim canımsın. Hiçbir şeyi olmayan birisinin ilk defa her şeyi oldun. Dokunmaya bile kıyamıyorken, bakmaya çekiniyorken, konuşunca içim gidiyorken... tüm bunlar olurken asla zarar vermem sana. Yaşamı benim gözlerimde öyle güzel bir yere inşaa ettin ki, ruhuma dokunan her şefkatli bakışında yeni bir çiçek doğuyor resmen."

Sıkışan ve düzensiz atan kalbime inat derin bir nefes almaya çalıştım. Söyledikleri fazla anlamlıydı, beni her gün kimseden duymadığım sıfatlarla anlatıyordu. Ben ise onun karşısında etkilenmekten ve kalbimi kontrol altına almaktan başka bir şey yapamıyordum.

Akgün, ne oldu sana böyle?

Az önce ayrılan ellerimizi tekrardan birleştirerek kafasını dizlerime yavaşça yasladı. Gözlerimin ne ara dolduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu, kurcalamaya kalkışmıyordum da. Dudaklarımdan bir titreme geçerken ağlamamak için göz kapaklarımı sıkıca mühürleyip göz yaşlarımın akmaması için mücadele vermeye çalıştım.

Zor geliyordu. Sevdiğim insanın bu hâlde çaresizce beni sığınağı yerine koyarak başına gelenleri sessizce kendi içinde çözmeye çalışıp anlatamaması, sadece elimden geldiği kadarıyla onun yanında olduğumu hissettirerek sarıp sarmalamaktan başka bir yol bırakmıyordu.

Ellerimi bırakmak istemeyen ellere sıkıca sarındım. Yumuşacık görünen saç telleri gözüme buradan çok hoş gelirken eğilerek belki de bunca zamandır yapmam gereken şeyi yaptım.

Saçlarının arasına bir öpücük bıraktım.

Dudaklarımı saçlarının arasından ayırmazken, büyük ellerini hafif ayırmıştı ellerimden. Büyük bir tebessüm konarken surat ifademe onun bu jestimden etkilendiğini anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Hâlâ benim tarafımdan etkilenmesi de uzun bir süre bu durumun çok hoşuma gideceğini fısıldıyordu.

"Sana söz veriyorum, Akgün. Her ne yaşadıysan, her ne kadar parçalara ayrıldıysan hepsini birer birer düzelteceğim. Bunu beraber aşacağız anlıyor musun? Unutma, sadece sen ve ben varız. Kimse değil, herhangi birinin gereksiz lafları da değil. Benden özür dilemene de hiç gerek yok. Burada eğer bir özrün dilenmesi gerekiyorsa o kişi sen değil, sana bunu yaşatanlar ve buna göz yumanlardır." dediğimde son sözcüklerime kadar konuşmanın ne kadar can acıtıcı olduğunun şimdi farkına varabiliyordum. Dizime yasladığı yanaklarına avuç içimi bastırıp, başını beni görebilmesi için kaldırdım. Ufak bir itirazı bile yoktu.

Gözleri kıpkırmızıydı.

Ne hissettiğini, ne düşündüğünü, nelere lafa yorduğunu, zihninde nelerin geçtiğini merak ediyordum. Mesela şuanda ne düşündüğü bilmek beni büyük bir merakla sürüklüyordu. Ve bu merakımı gidermek için, "Ne düşünüyorsun?" diye sordum.

"Benimle ne zorunuz olduğunu?" diye cevap gelmişti ondan anlamadığım bir şekilde.

"Zorunuz derken? Ben ve kimden bahsediyorsun?" dedim daha açıklayıcı olabilmesi için.

"Bir kalbim bir sen."

Bir kalbim.

Bir sen.

Dudaklarımın arasından onun cevabına karşılık bir cevap çıkamamıştı ama hissetmem gereken hangi duygu varsa en inci tanesine kadar yaşatmıştım içimde. Onun da dediği gibi, yaşamı onun gözünde iyi bir yere inşaat etmiştim. Bazı noktalarda eksiği vardı sadece, inşaatın sağlam olması için gereken bir tuğlaydı benim için. Ruhuma dokunan her bir tuğlaya eş değer olan sevgisi ikimizinde birbirimize karşı desteğini olumlu yönde etkiliyordu.

Ne ara boynunu sardığımı düşünmedim bir an bile olsun. Ensesinden baskı uygulayarak sıkıca sarıldım ona. Hiç bırakmayacakmış gibi, hep yanında olacakmış gibi.

"İnan ki; her zaman olduğu gibi bunun da üstünden geleceğiz, sevgilim."

Olvasás folytatása

You'll Also Like

197K 16.8K 59
Akraba ziyareti Köye aynı anda giden bir birine tanımayan iki kişi . Bunak : demek delinin adı İzel'miş . Bir deliden beklenmeyecek kadar güzel bir i...
2.1M 123K 83
Ceyla: Ben istemiyorum hocam yapamam. Tiyatrocu: İtiraz istemiyorum. Tiyatrocu: Bu sahnenin Juliet'i sensin. Kerem: Ben bunu mu öpücem şimdi? Nihat:...
19.1K 801 34
bilinmeyen : söylenenlere göre bilinmeyen : burada (parmağım kalbimde) bilinmeyen : yakışıklı bilinmeyen : esmer ve kahve gözlü bilinmeyen : okulun...
YUVA _twclr által

Ifjúsági irodalom

744K 36.6K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...