Sahibinden Kiralık

By shirretkadin

60 7 20

Büyük şehirde tutunmaya çalışan iki gencin yolu, üstü çizilen kiralık ev ilanlarının arasında iki katlı, cumb... More

2. Gemiyi En Son Kaptanları Terk Eder

1. Sahibinden Kiralık

49 5 11
By shirretkadin

Bu şehre ilk geldiğim günü hatırlıyordum. Çocukluğumu geride bırakıp ergenliğimi paçaları kısa kalmış bir palto gibi üstüme geçirmiştim. Otobüs gara yanaşırken camdaki yansımamdan fark etmiştim üstümdekilerin ne kadar iğreti durduğunu. Ben neyi severdim, neydi üstüme oturan şey? Uçsuz bucaksız ihtimaller denizi önümde uzanırken -veyahutta sadece gardan bir caddeyle ayrılmış, köprünün ve iki yakasının altın düğmeleri gibi duran binaların ışıklarıyla aydınlanmış Marmara Denizi'ydi gördüğüm- korkuyla karışık müthiş bir merak duymuştum. Dürüst olmak gerekirse, geçen beş yılda yaşadığım hiçbir şeyden pişman olmamıştım. Fakat içimde olabilecekken olamamış ve ne olduğunu bilmediğim birtakım şeylerin eksikliğini hissetmekten de kendimi alamamıştım. Ne var ki hayatın beni getirdiği son nokta, önüme soyut "şeylerden" daha somut bir eksiklik koyuyordu: artık evsizdim. Küçükken asla aklım almazdı, insanlar nasıl evsiz kalırdı? Dünyada milyarlarca insan varken, içlerinden birkaç yüzünün henüz yalnızca otuza kadar saymayı öğrendiğim için telaffuz edemediğim kadar parası varken insan nasıl evsiz kalırdı? Biraz klişe olacaktı, fakat sahiden de hiç beklemediğiniz bir anda oluyordu. Öncelikle diplomam, lisedeyken ailemin ve öğretmenlerimin söylediği gibi tüm dünyaya açılan bir anahtar olmamıştı. CV'min en azından okunmadan silinmeden önce tereddütte kalınması için bir detaydı sanki. Aslında birkaç ay öncesine kadar ev arkadaşımla kaldığımız tek odalı evimizden oldukça memnundum. Ev sahibimizin aradığı her an ne olursa olsun telefonunu açmamızı istemesine, evini ve bizi kontrol etmek için canı istediğinde kapıya dayanmasına ve apartman kamerasından eve giren çıkanı dikizlemesine rağmen iyi bir kadındı -veya en azından biz çaresiz olduğumuz için öyle düşünmek istiyorduk. Ta ki bir akşam, biz aramaların ve ziyaretlerin neden birkaç haftadır kesildiğini düşünürken mesaj atana kadar. Evden çıkmamızı istiyordu. Kendi ağzımızla, olmayan paramızla zam teklif etmemiz fayda etmiyordu: Nasıl olsa biz çıkınca evi iki katına kiralardı. Kabullenmekte zorlandım, gezmeye götürülmekle kandırılıp yarı yolda bırakılmış bir çocuk gibi bağırdım, zırladım fakat faydasızdı. Ev arkadaşım ise sükunet içindeydi.

"Zaten bu şehir yaşanacak gibi değil." diye yumurtlayıverdi birden, "Annemler de bir süredir gel, diyor."

Pes etmişti. Kızgın değildim ona pes ettiği için. Beni yarı yolda bırakmıştı, ama bunu kendisi için bir çıkmaz sokağa girdiği için yaptığını da biliyordum. Yine de yokuşun tepesindeki bir parkta soluklanmak için oturmuş, yer altı dehlizi gibi ışıksız ve havasız evlere yetiremediğim parayla bir buzdolabı kolisinde yaşayıp yaşayamayacağımı tartarken ona da sövmekten kendimi alıkoyamıyordum. İyi hissettiriyordu. İnsanın her daim erdemli ve olgun olması beklenemezdi. Islanan yanaklarımı elimin tersiyle sildim ve temiz ama soğuk havayı içime çekerek etrafıma bakındım. Kat kat giydirildiği için kolları havada kalmış bir çocuk ve annesi dışında ufacık park bomboştu. Gözlerim, hemen karşı kaldırımdaki iki katlı, sarı ve cumbalı eve takıldı. Eski olmasına rağmen bakımlı olan bu bina, insana içinde kimin yaşadığına dair hayal kurduran cinstendi. Mutfakta tıngırdayan tencereyi, evi saran sıcak yemek kokusunu, merdiven basamaklarının gıcırtısını sanki duyabiliyordum. Gerçi ev perdesizdi ve oturduğum yerden oldukça yalın gözüküyordu. Uygunsuz olduğunu bilerek fakat beni yargılayacak kimse olmamasının verdiği rahatlıkla ayağa kalktım ve parmak uçlarımda yükselerek üst kattaki pencerelerden içeriyi görmeye çalıştım. Beklentimin aksine balkonun hemen yanındaki pencerede asılı, görmesi neredeyse imkansız bir A4 kağıdının üstünde bir telefon numarasıydı karşılaştığım. Sanki böyle bir evi karşılamaya imkanım varmış gibi cebime, telefonuma uzandı elim. Zihnimde canlanan hayali devam ettirmek istiyordum yalnızca. O tek bir masa ve iki sandalyenin ancak sığacağı ufak balkondan şehir nasıl gözükür, bilmek istiyordum. 15 gün içinde boşaltmam gereken, kolilerin arasında bulduğum herhangi boşlukta kıvrılıp uyuduğum evi hatırlamak değil, bu evi düşlemek istiyordum. Gözlerimi iyice kısarak numaraları seçmeye çalıştığımda duyduğum sesle irkildim,

"Hiç gözlerinizi yormayın."

Benim yaşlarımda, genç bir adam yanımda dikiliyordu şimdi. Kafamda kurduklarıma öylesine dalmıştım ki yanıma kadar geldiğini fark etmemiştim. "Kusura bakmayın." dedi şaşkınlığımı fark ettiğinde,

"Eve bakıyordunuz değil mi?"

Başımla onaylamakla yetindim. "Baktırmıyorlar bile." diye devam etti sıkkın bir sesle,

"Bekara, öğrenciye, işsize... Ya aile olacakmışsın, ya da memur." Aranan hiçbir özelliğin kendisinde olmadığını gösterircesine omuz silkti.

"Ev için aile, iş için tecrübe istiyorlar. Sanki bu bir yerden başlamamıza fırsat veriyormuş gibi."

Tebessüm ederek onayladı. Henüz ne renk olduğunu anlayacak kadar yakından göremediğim açık renkli gözlerinin kenarları kırışmıştı. "Evi tutabileceğimden değil," dedi ayağının ucuyla yerdeki taşı sürüklerken,

"Gerçi bu civardaki herhangi bir evi tutabileceğimden de değil. Sadece eğer tutabilseydim nasıl olurdu, bilmek istedim."

"Ben de aynısını düşünmüştüm. Sadece bugün bile o kadar çok ev gezip elim boş döndüm ki, bundan biraz keyif almaya çalışmak fena olmazdı."

Yapacak bir şey olmadığını göstermek istercesine iki elini havaya kaldırdı. Tesadüfe şaşırmak istedim, fakat bugünlerde bizim durumumuzda olan iki gencin birbirine rast gelmesi o kadar da ender ve şaşılacak bir mevzu değildi.

"Gerçekten o evi görmeyi istiyor musun?"

Yüzüme boş bir ifadeyle baktı.

"Bunu 'evet' olarak alıyorum."

Kartlığımın ve rujumun dahi kendine güçlükle yer bulduğu çantama elimi daldırdım ve anahtarlığımı çıkartıp ona uzattım. Tereddüt içinde uzandı,

"Ev senin mi?"

"Elbette hayır." dedim gülerek,

"Bu bir klişedir, anahtarlığı parmağına geçirip bir yüzük gibi avucunun içinde tutacaksın."

Sağ elimin işaret parmağında duran taşlı, bijüteri yüzüğü sol elimin yüzük parmağına geçirirken hayretle beni izliyordu. "Hiç böyle bir teklif almamıştım." dedi gülerek.

"Bir evlenme teklifi mi?"

"Hayır. Yani evet, onu da almadım. Ama hiçbir yabancı, birlikte yalan söylemeyi teklif etmemişti."

Durumu en az onun kadar eğlenceli bulmuştum.

"İstemiyorsan yapmayabiliriz. Ama yapacaksak, geç olmadan onları arasak iyi olur."

"Sen ara." diye onayladı düşünmeden,

"Ben az önce konuştum, numaramı tanıyacaklardır."

Oldukça kısa süren bir telefon konuşmasının ardından iki yan evden orta yaşlı bir adam çıktı ve elini kaldırarak bizi selamladı.

"Adını bile bilmiyorum." dedi adam bize yaklaşırken. Bir yandan da bize yaklaşan adama gergince gülümsüyordu.

"Adım Türkü."

İlk kez duyduğu bir admış gibi bana hızlıca bir bakış attı,

"Ben de Demir. Memnun oldum."

Bu yarım ağız tanışma, bizi o nefis evin duvarları arasında güzel bir yolculuğa çıkartmıştı. Ev sahibinin damadı olan Samet Bey, eve dair ne varsa, sesli bir kitap gibi ezberden ve duraksızca anlatıyordu. Giriş katta bizi yalnızca hol ve dar bir mutfak karşılıyordu. Tahta merdivenleri heyecanla tırmandığımızda çıktığımız salonsa, karşılıklı iki odaya açılıyordu. "Doğalgaz yok mu?" diye sordu Demir salonun ortasındaki kuzineli sobayı işaret ederek. Sanki evden caymak için bir sebep bulmuş gibi davranıyordu. "Ha bugün ha yarın bağlatacağız." dedi adam, pek de güven vermeyen bir tonda. Onlar evin teknik detaylarını ciddi ciddi konuşmaya dalmışken büyük odayı adımladım ve kendimi balkona attım. Batmakta olan güneş karamsar havayı dağıtarak göğü kızıla boyamıştı. Parmaklıklara dayanıp buraya aitmiş gibi yapmanın tadını çıkarttım. Etrafa ufak tefek saksılar, durduğum yere iki iskemle yerleştirdim. Masanın üstünde, sabah uykumu açmak için yudumladığım kahvenin dumanı tütüyordu.

"Hayal ettiğinden çok daha güzel, değil mi?"

Omzumun üstünden pervaza yaslanmış Demir'e baktım. "Ama bu haliyle bana ait değil. En azından hayalimde, salona kırmızı koltuğumu istediğim gibi koyup pinekleyebiliyorum."

"Kırmızı mı?"

Yanıma gelip korkuluklara tutundu,

"Benim de lacivert bir tekli koltuğum var. Acil durumlarda açılıp yatak olabiliyor hatta."

"Ne gibi acil durumlar?" dedim gülerek. Söylediği şeyi o da gülünç bulmuş olacak ki bana katıldı.

"Pek de eğlenceli aciliyetler değil. TUS çalışırken uykusuzluktan ölecek gibi hissettiğimde yanındaki kola asılıyorum ve voila!"

Yalnızca yarım saat önce sokaktan geçen herhangi biri olan bu adam hakkında yeni şeyler öğrenmek ve onunla küçük, beyaz bir yalana ortak olmak onca derdimin arasında oldukça garip bir keyif veriyordu doğrusu. "Ne düşünüyorsunuz?" diye seslendi Samet Bey içeriden. "Ne düşünüyoruz?" diye fısıldadı Demir.

"Kirayı soralım, nasılsa karşılayamıyoruz deriz."

"Bir de soba var, ben soba yakmayı bilmiyorum."

"Tabii, bunu da kesinlikle hesaba katmalıyız."

Birbirimizin peşisıra salona döndüğümüzde alacağımız cevaptan emin bir şekilde sordum,

"Kira ne kadar?"

"15 bin kira, 1 kira da depozito istiyoruz."

Odayı bir anda büyük bir sessizlik kapladı. "Kaç dediniz?" diye sordu Demir duyduğuna inanamayarak. "15 bin?" Samet bey'in sesi, sanki çok uçuk bir rakam söylüyormuş gibi tedirgin çıkmıştı.

"Yani durumumuz bildiğiniz gibi. Kira çok geldiyse babamlarla bir görüşürüz."

Durumu her neyse ikimiz de dinlememiştik! "Yatır mı var?" diye bir fısıltı çıkıverdi ağzımdan. "Ne dedin?" diye döndü Demir.

"Yatır mı var acaba evin altında?"

"Tövbe estağfurullah, hiç olur mu öyle şey?" diye itiraz etti Samet bey.

"Bu arada, sizin meslek neydi?"

Doğrudan Demir'e dönerek sormuştu bu soruyu. Demir kiranın şokunu hala atamamış halde, bir süre duraksadı. "Sana sordu." dedim kinayeli bir sesle.

"İntörnüm."

"Af buyur?"

"Stajyer hekim desek?" diye beyhude bir çabaya giriştim. Samet bey ellerini yer yer beyazlamış, fırça gibi sert saçlarının arasına daldırdı,

"Bu olmadı işte hocam."

Kendi yok sayılmamın ve Demir'in küçümsenmesinin yarattığı gerginlikle öne atıldım, "Ben de öğretmenim." Bir dershanede ve yarı zamanlı çalışıyordum, ama tam zamanlıya geçeceğime dair sebebi meçhul bir umudum vardı.

"Ben bir babamla görüşeyim, size dönelim."

Kibarca kapının önüne konduğumuzda bir süre sessizce yokuş aşağı yürüdük. Aslında ikimiz de tam tersi bir senaryoyla karşılaşmayı düşünüyorduk. Sadece bizim ev için değil, evin de bizim için kabul edilemez olduğu bir senaryoyu. Yokuşu bitirdiğimizde ikimiz de durduk. Demir'in kafasında kirayı evirip çevirdiğini, rakamları toplayıp çıkarttığını yüzünden okuyabiliyordum. "Keyifliydi." dedim tokalaşmak için elimi uzatarak. Yolumuz artık ayrılıyordu. Hala düşünceliydi. "Aç mısın?" diye sordu elimi sıkarken. Varlığını o an hatırlamışcasına midem karnımın içinde buruldu. "Biraz." diye itiraf ettim. Sanki duyulmamış bir teklifi kabul etmişim gibi birlikte kalabalığın arasına karıştık ve meydanın keşmekeşinde yolumuzu bulmaya çabaladık. Akşam çoktan çökmüştü ve insanların yüzleri dükkanların sarı ışıklarıyla, sokak lambalarıyla aydınlanıyordu. Havanın soğukluğu, bir akşam gezmesi için fazlasıyla idealdi. Bu kış çok daha soğuk günler görmüştük ve pek daha soğukları da kapıdaydı. Beyaz mermer fayanslı duvarları uçtan uca aynayla kaplı bir güveççiye oturduğumuzda, içerinin sıcağından buğulanan gözlüklerimi çıkartıp kenara koydum. Demir, pek de uzun olmayan ve pileksi kaplı menüyü elinde evirip çevirirken göz ucuyla aynaya bakarak rüzgardan dağılmış saçlarımı diğer yana yatırdım. "Bugün baktığım 2 evden de daha ucuzdu." diye döküldü nihayet siparişleri verdiğimizde.

"Biri bodrum katta, ışık almayan ve küflü peynir gibi kokan bir evdi. Kendimi küpe doldurulup gömülmüş bir peynir gibi hissettim."

İkimiz de gülümsüyorduk, fakat gülüşlerimiz altındaki hüznü ve kaygıyı gizleyemeyecek kadar cılızdı artık.

"O kadar yoruldum ki."

Elimi çeneme dayadım ve masanın üstüne doğru eğildim. Bacaklarım sızlıyor, düşünmekten başım çatlıyordu. Henüz dillendirmesek de tüm imkansızlıkların arasında öylesi bir evin o fiyata karşımıza çıkmış olmasından başka şey düşünemiyor, lafı bir şekilde tekrar oraya getirmeyi kolluyorduk. "Adamın anlattıklarını dinledin mi?" diye sordum garson tabaklarımızı getirdiğinde.

"Bir kısmını duydum, ama dikkatimi vermedim ki! Bolca ailesinden bahsetti. Sanırım ev babaannesininmiş ve o öldükten sonra boşalmış. Uzun uzun cümlelerle ailenin nasıl olduğundan ve kendilerine uygun kiracılar aradıklarından falan bahsetti."

"Neyimizi uygun görmediklerini anlamış değilim."

"Onlar için makbul bir kiracı adayı olmama yalnızca bir sınav vardı oysa."

"Aslında bir de söz, nişan ve düğün gibi şeyler var."

Ben güveçten bir dilimi olduğu gibi ağzıma sokarken o lokmasını yuttu,

"Bunu sadece biz biliyoruz."

"Benim ne iş yaptığımı önemsemediler bile." dedim söylediğinin üstünde durmayarak.

"Sanırım biraz eski kafalı bir aile." diye onayladı beni, fakat ağzındaki baklayı çıkartmaya kararlıydı.

"Eğer işimi, işimizi sorun etmeselerdi evi benimle paylaşır mıydın?"

"Hiç tanımadığım bir adamla evli taklidi yapıp ev sahibimi dolandırarak aynı çatı altında yaşar mıydım mı diyorsun?"

Söylediklerimi kafasında tartar gibi başını yana eğdi,

"Aşağı yukarı."

"Birincisi, beni öldürmeyeceğinden asla emin olamazdım. İkincisi, ille bir yerde açık verirdik. Ve sonuncusu, çok klişe olurdu."

"Ama..?"

"Ama'sı..." ihtimalleri ciddi ciddi değerlendiriyormuş gibi bir surat ifadesi takındım, "Emlakçı parası ödememek çok cazip. Kiradan bahsetmiyorum bile."

"Öncelikle," diye söze başladı arkasına yaslanarak. Sıcaktan ve tok karnının rehavetinden yanakları kızarmıştı.

"Aynı yurtta kalan iki öğrenciden farksız olurduk. Evde doğru dürüst denk gelemezdik bile. Ben haftanın çoğunda ya nöbetteyim, ya nöbet sonrası ölü gibi uyuyorum ya da kütüphanede ders çalışıyorum. Hatta öyle ki eğer bana kalsa, sınava kadar kalan süreyi hastaneyle kütüphanede kalarak bile geçirebilirim."

"Peki neden sana kalmıyor?"

"Ne önemi var, yalnızca ihtimallerden bahsediyoruz."

"İhtimallerden bahsetmiyoruz, kapının önüne konduk. Çay içer misin?"

"İçerim. Peki ya ben senin beni öldürmeyeceğinden nasıl emin olacağım?"

"Beni ikna etmek için çabalayan sensin. Ayrıca emin olmaman bana kendimi daha güvende hissettirir açıkçası."

Çaylarımızı yudumlarken hala meseleyi tüm ciddiyetimizle ele almayı sürdürüyorduk.

"Balkonlu odayı ben alırım."

"Niyeymiş o?"

"Çoğu zaman evde olmayacağını sen söyledin."

"İyi öyleyse, kokuşmuş çoraplarımı asmak için odandan geçmem gerekir."

"Lacivert koltuğu odana mı alacaksın?"

"Aslında salonda kalır diye düşündüm. Geniş alanda ders çalışmayı daha çok seviyorum, tabii sorun olmazsa."

"Sorun değil, hem ben de salonda çalışmayı seviyorum. Aslında şu an bile kamu sınavına çalışıyor olmam lazım."

Bu ufak oyunun gerçekliğine öylesine kapılmıştık ki, sahiden evin sorunlarına kafa patlatır halde bulmuştuk kendimizi.

"Ya sobayı ne yapacağız?"

Başını ellerinin arasına aldı,

"Hiçbir fikrim yok. Korkarım evi tutamayacağız!"

Çayın burnumdan gelmesini güçlükle engelleyerek gülüşümü bastırdım. Bardakların dibinde kasten bırakılmış ve soğumaya yüz tutan çaylar, gitme vaktinin artık geldiğini hatırlatmak ister gibiydi. Aynı şeyi düşünür gibi sağ bileğine taktığı kol saatine baktı. Sahi, karşılaştığımızdan beri kaç saat geçmişti? Bakmak için telefonu çıkarttığımda kayıtsız bir numaradan gelen cevapsız çağrıyı gördüm.

"Sanırım Samet Bey aramış."

Kaşları ilgiyle havaya kalktı.

"Geri arayacak mısın?"

Aramamı istediğini biliyordum. Garip bir şekilde ben de aramak istiyordum. Fakat tüm bu konuştuklarımız gerçekleşemeyecek kadar akıl dışı ve deliceydi. Kısa bir an düşününce, belki de sırf bu yüzden geri arayabilirdim adamı. Nasılsa telefonu kapattığımda güvenli ve sefil hayatıma geri dönebilirdim. Numarayı çevirdim ve çalarken dudaklarımı gergince birbirine bastırdım.

"Yenge, iyi akşamlar." diye cevapladı aramayı Samet Bey. Telefonu hoparlöre alıp masanın ortasına koydum.

"Babam müsaitseniz yüz yüze görüşmek ister, diye aramıştım. Hala civarda mısınız?"

Dilim tutulmuştu, ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Demir de aynı çaresizlikte, fakat gitmek için yalvaran gözlerle bakıyordu gözlerime. Bu yolun sonu beni nereye götürürdü? "Lütfen." dedi sadece dudaklarını kıpırdatarak. Gardım çok hızlı inmişti. Demir'e değil belki, ama merakıma yenilmiştim.

"Hala yakındayız."

"Tamamdır yenge. Bizim dükkanın konumunu atıyorum. Selametle."

Continue Reading

You'll Also Like

2.4M 38K 55
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...
2M 88.9K 68
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
5.5M 293K 30
!Acemi bir dille yazılmıştır! Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar t...
775K 29.2K 91
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...