Kaderin Adı Tesadüf

By butterfly_lower

326 18 6

Tanışmak tesadüftür, arkadaşlık seçim ama aşk tamamen kaderdir. ... Hayallerimiz, kendimizi gelecekte görmek... More

Giriş
1. Bölüm- Hayranlık dolu bakışlar
2.Bölüm- Her kuş bir öpücük

3. Bölüm- Asker yareni

44 4 3
By butterfly_lower




Bölüm şarkıları;
Zeynep bastık-Lan
Söyle sunam - Nurettin Rençber
Gündoğdu Marşı - Atilla Yılmaz

...

                                           🐬

Yalnızlık; bazen bunaltan kalabalık ortamlarda, kafamızı dinlemek ve düşüncelerimize rahatlıkla odaklanabilmek için, kendi tercihimizle insanların bulunduğu ortamlardan uzaklaşarak, kendimize dinlenebilmek için kurduğumuz alanlar olabiliyor.

Fakat bazen ise kendi isteğimiz ve tercihlerimizin doğrultusunda gerçekleşmeyen yalnızlıklar da vardır. Örneğin;sizi sevmeyen, saygı duymayan, fikirlerinizi önemsemeyip, sizinle vakit geçirmek istemeyerek dışlayan, veyahut sizin hayatınızda, fikir alabileceğiniz, derdinizi anlatıp, mutluluk ve sevginizi paylaşabileceğiniz kimsenizin olamaması da bir yalnızlık olabiliyor maalesef.

Lakin ben hiçbir zaman kalabalık içindeki yalnızlık olmamıştım. Elbette ki, bazen kalabalık ortamlardan bunalarak, ortamdan kopup, dinlenmek amacıyla her insan gibi kendimi yalnız bırakabiliyorum.

Fakat benim hayatımda her zaman yanımda olan insanlar; mutluluğum, fikirlerim, korkularım, sevinçlerim, hayallerim ve dertlerimi dinleyerek, benimle gülüp benimle birlikte ağlayan, bana tavsiye ve öğütler veren, aynı şekilde onların da benim fikirlerimi önemseyip, sıkıntıları ve mutluluklarını paylaştığı kalabalıktan oluşuyordu.

Şimdi ise ilk defa yalnızlığın farklı bir anlamı daha olabileceğini hissediyordum.

Abim...

Bu akşam abim gidecekti, ve ben daha o gitmeden bile yalnız kalacağım ihtimali ile kıvranıp duruyordum.

Dün gece dans ettikten sonra biraz daha eğlendik, oynadık, güldük, bazen ağladık derken, en sonunda artık gitmemizin gerektiğini düşünerek hepimiz mekandan ayrılıp evlerimize dönmüştük. Eve döndükten sonra, teyzem, annem, ben ve abim ile beraber son kahve faslımızı yaparak biraz daha gözyaşı dökütünce, abim bu halimize daha fazla dayanamamış hepimizi uyumak için odalarımıza kovmuştu. Evin diğer üyeleri daha fazla uykusuzluğa dayanamayarak bize katılmayıp çoktan uyumuşlardı bile.

Şimdi ise gözlerimi, kendime bir türlü yediremediğim acı gerçeğin gerçekleşeceği sabaha, sol gözümden şakağıma doğru süzülen bir yaş ile araladım.

Abimin kollarındaydım. Son gecemizde onunla birlikte uyumak istemiştim. Bu isteğimi kırmayarak kabul etmişti. Başım göğsünde, kollarım bedenini sımsıkı sarmış, onun çenesi başıma yaslı, bir kolu saçlarımın biriktiği omzumda, diğer kolu ise belimi sımsıkı sarmış bir şekilde uyuyorduk.

Bugün işe gitmeyecektim. Amirime, abimin durumundan bahsederek bir istisna istemiştim, o da, 'abine, hayırlı teskereler ilettiğimi söylersin." Diyerek kabul etmişti bir günlük izin isteğimi.

Başımı kaldırarak abimin uyuyup uyumadığına baktım ve uyuduğunu gördüm. Elimi komidinin üzerindeki telefonuma uzatarak saate bakınca, saatin 8:27 olduğunu gördüm.

Telefonumu biraz kurcalayarak zaman geçirirken, abimin hareket etmesiyle gözlerimi ona çevirdim. Gözleri yarı aralık bir şekilde bana bakarak, "günaydın,"

"Günaydın yakışıklı,"

"Ne zaman uyandın?"

"Çok olmadı, yeni sayılır. Ben de telefonla uğraşıyordum."

Elleriyle gözlerini ovuşturarak yavaşça doğruldu ve sırtını yatak başlığına yasladı. "Saat kaç?"

"Sekiz buçuk,"

Derin bir nefes alarak, "niye bu kadar uykusuzum ben ya," diye söylenince, "normal abi, sabaha karşı uyuduk," dedim.

Esneyerek, "diğerleri uyanmadı mı?"diye sordu.

Dudak büzerek, "bilmiyorum," diyip yataktan kalktım.

Terliklerimi giyerken abime, "sen biraz daha uyu istersen abi, ben seni uyandırırım kahvaltı hazır olduğunda."

"Ayıp olmaz mı?"diye sordu uykulu, kalın ses tonuyla.

"Niye olsun canım, uykunu alıp dinlenmiş olursun hem," kapıya doğru yöneldim. "Hadi uykun kaçmadan uyu tekrar," diyip, göz kırparak odadan çıkarken, başını tekrar yastığa koyduğunu gördüm.

Banyonun kapısının kapalı olduğunu görünce, tam geri dönüyordum ki, kapı açıldı. Annem beni görünce tebessümle "günaydın kızım," deyince ben de aynı şekilde gülümseyip, "günaydın anne," diyerek yanağından öptüm.

O da aynı şekilde saçlarımdan öperek, "lavaboya mı girecektin?"

"Evet, yüzümü yıkayacaktım,"

"Rüzgar uyandı mı?"diye sordu içli bir ifadeyle.

"Uyandı ama çok uykusu olduğu için biraz daha uyumasını söyledim, tekrar uyudu,"

Başını sallayarak, "uyusun uyusun yavrum," diyerek bana yöneldi. "Kızım, sen yüzünü yıka o zaman, teyzenler daha uyanmadı. Onlar uyanmadan birlikte kahvaltı hazırlarız, olur mu?"

"Olur aşkım."

Sırıtarak verdiğim cevaba karşılık gülerek mutfağa giderken seslenerek, "önce bir hırka geçir üzerine," diyerek beni 'of'latmayı başardı.

Ben de banyoya girerek elimi yüzümü yıkayıp kuruladım. Uyku mahmuru suratıma kan gelmesi için, pamuğa döktüğüm azıcık gül suyunu cildimde gezdirdim. Kuruyan dudaklarıma da nemlendirici sürdükten sonra, pijamalarımı soyma gereği duymadan üzerime bir hırka geçirerek, annemle kahvaltı hazırlamak üzere mutfağa doğru ilerledim.

Buzdolabından kahvaltılıkları çıkaran annemi görünce, "ben ne yapayım anne?"diye sordum.

Annem "Sen patates kızart kızım,"deyince burun kıvırdım. Patates kızartmasını yemeyi her ne kadar çok seviyorsam, doğramasından da bir o kadar hoşlanmıyordum. Ama yine de annemi kırmayarak patatesleri almak üzere balkondaki sebzeliğe yöneldim.

Bir kaç tane patates aldıktan sonra mutfağa girerek onları yıkadım. Bu sırada da annem, "kızım soyacak ile soy istersen, daha kolay olur senin için," deyince başımı sallayarak onaylayıp, soyacağı almak üzere çekmeceyi açarak, gözlerimle soyacağı aramaya başladım.

Soyacağı bulamayınca, "anne, yok burada soyacak falan," diye huysuzlanınca, annem, "orda olması lazım kızım, çekil bir de ben bakayım," deyince ben patatesleri koyduğum kabı alarak, mutfak masasına oturdum.

Bu sırada da annem soyacağı bulmuş, "işte burda kızım, nasıl bulamadın?"diyerek soyacağı bana vermişti.

"Baktım bulamadım,"

"Bakmakla olmaz ki, elinle karıştıracaksın. Sen öylece izliyordun çekmeceyi Ranya," diyerek gülmüş ve beni de güldürmüştü.

Birkaç dakika sonra ise çoktan patatesleri soymuş ve doğramaya başlamıştım bile. Yeni bir patatesi doğramak üzere doğrama tahtasının üzerine bırakırken, kapıdan giren Meral teyzemin şaşkınlıkla bize bakan bakışlarını görmüş ve neşeyle, "günaydın teyzoşum,"diye bağırınca annem de kapıya bakarak, "günaydın Meralcim." Demişti.

"Günaydın, günaydın da, ya ben uyuyakalmışım. Neden uyandırmadınız ki beni,"diyerek hemen anneme yardıma koşmuştu.

Annem ise salatalık ve domates doğrarken, "Çok geç uyuduk zaten, sen de çok yorulmuştun dinlen istedim, nolmuş sanki uyumuşsan,"diye yanıtlamıştı.

"Siz burda kahvaltı hazırlarken ben niye uyuyayım Bahar?"demiş ve çay koymak üzere çaydanlığa su doldurmaya başlamıştı.

Bu şekilde geçen bir kaç dakikanın sonunda ise bu sefer kapıdan, bir eli karnında, halsiz ve çatık kaşlarla içeriye Eylül girdi. "Günaydın herkese," diyerek annesine doğru yürüyüp başını annesinin omzuna yaslamıştı.

Hepimiz, "günaydın," deyince Meral teyzem kızının bu halini fark ederek tedirgin bakışlarla, "günaydın annecim, ne oldu? İyi misin?"demişti.

Eylül ise karnını tutmaya devam ederek, "regl oldum anne, karnım çok kötü ağrıyor."

Regl sancısını en iyi bilenlerden birisi olduğum için hemen, "ağrı kesici vermemi ister misin? Ama önce kahvaltı yapman gerekiyor,"diyince başını sallayarak onaylamıştı.

"Yavrum, ağrın olur olmaz hemen ağrı kesiciye başvurman pek sağlıklı değil ama,"demişti Meral teyzem.

"Ama anne dayanamıyorum,"

Anneme bakarak, "sıcak su torbası var mı sende Bahar?"diye sordu teyzem.

"Var getireyim hemen,"diyerek çıkmıştı.

"Tamam annecim, ilk önce sıcak su torbası kullanırsın, işe yaramazsa ağrı kesici içersin."

Eylül başını sallayıp onaylayınca, bir sandalye çekerek oturdu ve bacaklarını karnına çekerek ellerini karnına bastırdı.

Bu sırada da annem sıcak su torbasını getirmiş ve içine dökmek için su kaynatmaya başlamıştı. Ben de patatesleri doğramayı bitirince, onları yıkayarak tuzladım ve teyzemin tavaya döktüğü yağın kızmasını bekledim bir kaç dakika.

O sırada da annem ve teyzem hazırlıkları neredeyse bitirmiş ve evdekileri uyandırmak üzere mutfaktan çıkmışlardı. Ben de büyük bir cozurdama eşliğinde patatesleri yağın içine boşalttım.

Su kaynayınca Meral teyzem, suyu sıcak su torbasına boşalttı. Daha sonra Eylül'ün kazağını kaldırarak karnına gelecek şekilde bırakarak saçlarına öpücük kondurdu.

Babam ve eniştem içeri girerek, "günaydın," diyip masaya oturmuşlardı.

"Günaydın enişte, günaydın baba,"

Kızını halsiz gören Turgut eniştem ise elini kızına uzatarak , "kızım, neyin var?"diyip elini alnına atarak ateşine baktı.

"Ateşim yok baba, sadece karnım ağırıyor,"

"İyi değilsen hastaneye gidelim mi?"eniştemin sorduğu soruya teyzem, "saçmalama canım, ciddi bir şeyi yok, hadi başlayın siz ben çaylarınızı doldurayım."

Onlar konuşmaya devam ederken ben de abimi uyandırmak üzere onun odasına ilerledim. Odanın kapısını çaldım, ses gelmeyince hâlâ uyuduğunu anladım. Kapıyı açarak içeri girdim ve gerçekten de hâlâ mışıl mışıl uyuduğunu gördüm.

Yatağa ilerleyip oturdum. Abimin yanağına eğilerek, kokusunu içime çekip bir öpücük bırakarak fısıldadım, "abim, hadi uyan."

Yönünü değiştirerek uyumaya devam etti. Yuh abi ya! Acıdık haline uyu dedik, illa pişman edeceksin ya!

"Abiii." Diyerek parmağımla dürttüm.

İşe yaramadı. Huylanınca dayanamayıp uyanacağını bildiğim için, saçlarımdan bir tutamı alarak burnunun ucuna dokundurmaya başladım.

İlk burnunu kırıştırdı, daha sonra kaşları çatıldı ve kafasını çevirince geçer sanıp uyumaya devam etti. Ama ben durmadım, devam ettim. En sonunda dayanamamış olacak ki, boğazından bir huysuzlanma sesi çıkararak gözlerini aralamaya çalıştı.

Sonunda uyandığı için sırıttım. "Ne ağır uyku varmış sende de be abi," teessüf edercesine baktım ona, "ya sen böyle mi asker olacaksın, orda nasıl uyanacaksın acaba?"diye söylenince gözlerini ovuşturdu.

"Çok mu uyudum?"diye sordu uyku mahmuru ses tonuyla.

"Yok, diğerleri de yeni uyandı zaten. Kahvaltıyı hazırladık, kahvaltı yapalım diye uyandırdım seni,"

Birden aklına bir şey gelmiş olacakki hemen doğrularak bir şey aramaya başladı.

"Ne oldu?"

"Saat kaç? Telefonum nerd-,"diyordu ki telefonunu bulunca ekranı açarak saate baktı.

"9'u, 10 geçiyor abi, de ne oldu birden?"

"Merve'yi almaya gidecektim. Dün konuştuk, buraya getirecektim onu sabah. Kahretsin ya aklımdan çıkmış." Sıkıntılı bir nefes vererek, "off!"ladı.

"Tamam abi, niye bu kadar panik yaptın ki? Şimdi gider alırım ben hemen." Deyince bana bakarak ciddi olup olmadığımı anlamaya çalıştı.

"Valla mı?"

Tek kaşımı kaldırıp sorgu dolu bakışlar attım. "Niye şaşırdın bu kadar abi ya? Sanki ilk defa böyle bir şey söylemişim gibi,"

"Yok ondan değil... yani, şey, daha kendime gelemedim ben yaa!"diye homurdandı kendine.

"Bence de abi, sen kalk elini yüzünü yıka, bir kendine gel, ben de gidip alayım 5 dakika Merve'yi."

Merve'lerin evi bize yakın mesafede olduğu için, kısa sürede gider alırdım.

Tam kalkacaktım ki abim, "Ranya," diye seslenince durup ona baktım.

"Efendim,"

"Sen kahvaltını yap güzelim, ben alırım onu ayıp olmasın şimdi," deyince bir şey diyemedim. Belki de bugün son günleri olduğu için, her anı değerlendirip vakit geçirmek istiyordu.

"Peki, nasıl istersen."

Yataktan kalkıp ilerleyeceğim sırada birden yanağımdan sert bir şekilde öpünce irkilmiştim.

"Korktum, ne yapıyorsun abi ya?" Diye mızmızlandım.

"Çiçeğimi öpüyorum."dedi, 'ne var bunda' der gibi.

Bu söylediğine gülümseyip ben de yanağına uzanıp öptüm abimi. "Arabanın anahtarını getireyim ben sana,"diyerek odadan çıktım.

Odama girerek, çantamın içinden arabanın anahtarını alarak tekrar abimin odasına yöneldim. Bu sırada kendisi banyodan çıkıyordu. "Masanın üzerine bırakıyorum," diyerek odasının kapısını açıp anahtarı bırakarak odadan çıkıp mutfağa yöneldim.

Annem beni görünce, "hadi kızım, gel otur yanıma."diyerek yanındaki boş sandalyeyi çekmişti.

"Abin uyanmadı mı Ranya?"diye sordu babam.

"Uyandı baba, ama Merve'yi buraya getirmek için çıkacak şimdi, muhtemelen gelince kahvaltı yapar."

Annem ve Meral teyzem, Merve'nin bize geleceğini duyar duymaz birden heyecanla bana dönmüşlerdi.

"Merve mi gelecek dedin sen?"diye sordu teyzem.

"Gelinim mi geliyormuş dedin kızım?"diye sordu annem de.

Ben onlara şaşkınlık ve hayretle bakarak, "neden Merve'nin gelmesi sanki imkansız bir şeymiş gibi şaşırdınız anlamadım? İlk defa mı geliyor sanki?"

"Evet, doğru söylüyorsun kızım,"diye yanıtladı babam.

Turgut eniştem ise gülerek, "bence onların derdi başka Ranya," diyerek tüm bakışları üzerine çekmişti.

"Neymiş bizim derdimiz?" Meral teyzem çayını yudumlarken sordu.

"Hayatım, muhtemelen hazırlık yapmadığınız için kendinizi yiyip bitireceksiniz şimdi," eniştemin kendinden emin ifadesi beni güldürmüştü. Bence de tüm dertleri oydu.

"Bence de, doğru söylüyor eniştem,"diyince annem bana hayret dolu bakışlar atarken konuştu, "hazırlık yapmadık ama kızım, geç uyandığımız için. Gelinim de her gün mü geliyor sanki, tabi ki hazırlık yapacağım ona," diyerek hepimizi güldürdü.

Meral teyzem ise, "hadi hızlı yapalım kahvaltıyı da, bir börek açıp kek falan yapalım gelene kadar," muhtemelen henüz uyanmamış olan Emre ve Selin'e seslenerek, "Emre! Selin! Hadi çocuklar misafir gelecek sofrayı kaldıracağız, vallahi de kalkar kendiniz hazırlarsınız sonra,"diye tehdit etmişti.

Bir kaç dakikaya kalmadan Emre ve Selin de gelerek hep birlikte kahvaltı yapmıştık. Ve şimdi de ben bulaşıkları makineye yerleştirirken Eylül'de bana onları sudan geçirip verirken, annem ve Meral teyzem ise çoktan kek ve börek hazırlığına başlamışlardı.

Abim ve Merve henüz gelmemişlerdi. Eniştem ve babam balkonda çay içerek sohbet ediyorlardı. Ben de mutfaktaki işlerimi bitirince, sigara içmek üzere odama ilerledim. Odama girerek, çantamdan sigara paketini ve çakmağı, komidinin üzerinden de telefonumu ve küllüğü alarak pencereye ilerledim. Pencereyi sonuna kadar açtım ve makyaj masamın pufunu alıp pencerenin önünde oturdum.

Sigara paketinden bir dal alarak yaktım ve içime derin bir nefes çektim. Sol elimle de telefonumun kilidini açarak gelen mesajlara baktım. Rüya ve Yazel mesaj atmışlardı. Ayrıca tim için kurduğumuz gruptan da mesajlar vardı.

En çok mesaj atan Rüya olduğu için, bu kadar önemli olan ne diye onun sohbetine tıklayıp attığı mesajlara bakınca derin bir nefes alarak, "ya sabır,"dedim.

Çünkü hanımefendinin 17 mesajından 16'sı kıyafet modelleriydi. Ve 1 mesajı ise şöyleydi;

Rüya🤍
Ranyoşum, kızma ama ben karar veremiyorum bir türlü :( sence hangileri?

Sigaramdan bir nefes daha çekip dumanını pencereye doğru üfledim ve onu görüntülü aramaya başladım.

"Aşkım,"çekinerek açtığı telefon bir yana, ekrana da kaçamak bakışlar atması beni tam güldürecekken, mod değiştirerek çatık kaşlarla baktım karşımdaki bal porsuğuna.

"Kameraya neden bakmadığını sorabilir miyim acaba?"

"Çünkü... çünkü, bana birazcık, minnacık kızgın olabilirsin,"bu haline kahkaha atmamak elde değildi.

"Nasıl da biliyorsun kızacağımı, ama buna rağmen bana ss atıyorsun," hayırdır der gibi göz kırparak, "çözemiyorum seni maviş,"

Boğazını temizleyerek, yumuşak bir sesle, "ama Ranya kuşum vallahi çok çıkılmaz bir durumdaydım. Her seferinde öyle oluyor biliyorsun. Hem senin hiç kıyafet seçerken kararsız kaldığın olmuyor mu sanki?" Soru dolu bakışlarla benden bir yanıt bekleyerek baktı.

"Oluyorum tabi ki, ama sana mı atıyorum ben? Kendim seçiyorum."

"Ee.. at sen de bana, atma diyen mi var Ranya?Şimdiden kusura bakma, her ne kadar hoşlanmadığını bilsem de atmaya devam edeceğim için,"diyerek beni daha da gerdi.

"Ya sabır!"

"Hepimize, amin,"diyerek ellerini dua edercesine yüzüne tuttu. Bana bakıp sırıtarak, "peki baktın mı kıyafetlere? Beğendiğin oldu mu?"

Kurtuluşum olmayacağını bildiğim için bir cevap vermek zorundaydım bu cadıya!

"Dur bakıyorum,"diyerek aramayı sonlandırmadan, bana attığı fotoğraflardaki kıyafetlerde göz gezdirdim.

"Siyah, saten olan elbise güzel,"dediğimde bu cevabıma sevinerek, "tamam, kenara ekledim onu,"dedi.

Sigaramdan bir nefes daha alarak küllükte söndürürken,"yeşil bluz da güzel... eşofman takımını da beğendim."

"Bluzu ben de çok beğendim,"

"Krem rengi ceket de hoş duruyor, siyah rengi var mıdır bunun?"diye sordum kendim için.

Siyah renk olan her kıyafete bayılıyordum. Bu nedenle kıyafetlerimin çoğu siyah ve koyu renklerden oluşuyordu. Günlük hayatımda siyah rengi hem yakıştığı hem de kurtarıcı renk olduğu için çokça kullanıyordum.

"Siyah aşkını konuşturdun yine bakıyorum da,"diyerek siyaha olan düşkünlüğümü bildiği için dalga geçerek güldü bu halime.

"Seviyorum, ne yapayım?"

"Sev canım sev ona bir şey diyen yok ta, diğer renklerin de sana çok yakışacağına eminim. Ayol hem güzele ne yakışmaz ki?"

Gülerken, "giyorum açık renkler de, sadece çok sık olmadığı için sana denk gelmiyor,"

Göz devirerek, "kesin öyledir, neyse bu arada ceketin siyahı varmış. İstiyor musun?"diye sordu.

Başımı sallayarak onayladım. "İstiyorum, at linkini sipariş vereyim."

"Okey, bedenin ne?"diye sorunca, aval aval baktım ona,

"Ne alaka? Kızım bedenimi napcaksın sen?"

Kaşıyla telefonu işaret ederek, "kıyafetleri sipariş veriyorum işte, vermişken de senin ceketini de alacağım."

Çatık kaşlarla bakarak, "Rüya b- "dediğimi tamamlamama izin vermeden tekrar konuştu.

"Ranya, ne var yani kardeşime bir ceket almışsam? Abartmaz mısın güzelim?" İtiraz kabul etmez bir bakışla konuşmuştu.

Allah'ım yiycem bu kızı.

"Bak ısırırım seni,"dudak büzdüm, "çok tatlısın, iyi ki benim dostum, benim kız kardeşimsin bebek surat," öpücükler attım ona arka arkaya.

Kahkaha atıp, "ya sen bana hep böyle güzel iltifatlarda bulunacaksan donuna kadar alırım ben ya, hiç problem yok vallahi bak,"

"Abartmayalım istersen. Pişman etme beni,"

"Tamam tamam agresifleşme hemen, yürüyen sinir. Hadi bedenini söyle artık,"

"Bedenim M ama bu ceketler biraz salaş durunca daha şık duruyor sanki değil mi?"diye sordum.

"Hıımm... doğru, o zaman L veriyorum bedeni," soru dolu bakışına karşılık, gözlerimi kapatıp açarak onayladım. "Hıhım,"

Telefonla kısa bir süreliğine ilgilendikten sonra, "verdim tamam. Ee ne yapıyorsun?"diye sordu.

Derin bir nefes alarak, "ne yapayım? İşte öyle böyle zaman ilerliyor. Akşama çok az kaldı, geliceksin dimi?"diye sordum.

Rüya da şu an diğer arkadaşlarım gibi görevinin başındaydı. Şu an da benimle, öğlen yemeği saati olduğu için, bir cafede otururken konuşuyordu.

Başını salladı. "Gelicem güzelim, muhtemelen mesai çıkışı direk üzerimi değiştirmeden gelmem lazım ki yetişebileyim,"

"Olsun ne olacak gel sen, beni yalnız bırakma." Ses tonumun düşmesi ve dalgın konuşmam onun dikkatini çekmiş olacak ki, "Ranya,"diye mırıldandı.

Ona baktım yutkunarak, "bir şey yok daldım bir an,"

"Tamam, üzme kendini tamam mı?"

"Tamam hadi görüşürüz, oyalamayayım seni,"

"Görüşürüz birtanem,"

Öpücük atarak aramayı sonlandırdım. Derin bir nefes alarak bir sigara daha yaktım ve bu sefer de Yazel'den gelen mesajlara bakınca kahkaha attım.

Yazel Ada🐣

Sensiz bir günün mesaisi hiç çekilmiyor be yavru kuş :((
Bitmek de bilmiyor ki...

Mesajlar bir yana attığı moodluk fotoğraf beni güldürmüştü. Deli kız, sürekli bana bu şekilde fotoğraflar atardı. Ben bu fotoğrafları kullanmayı sevmediğim için bana özel bir klasör oluşturarak, ona atmamı söylemişti. Ama ben onları değil kullanmak varlıklarını bile unuttuğum için hiç kullanamamıştım. Sevmiyordum öyle şeyleri.

Ona cevap yazmaya başladım.

Ben
Ya, işte böyle sıkılırsınız ben olmayınca.
Kıymetimi anladınız mı bari Yazel komiserim? ,)

Anında çevrimiçi oldu.

Yazel Ada🐣
Fazlasıyla hemde Ranya komiserim. 🐸

Ben
Sevindim Yazelcim, sevindim )

Yazel Ada🐣
Emojiler komiserim? Emojiler!
;) :( bunlar değil 😠

Gülerken sigaramdan bir nefes çekip cevap yazmaya başladım.

Ben
Sevmiyorum yahu biliyorsun.

Yazel Ada🐣
Bu minnoş şeylerin nesini sevmiyorsun acaba ya!

Ben
Siz'li konuşmaya ne oldu? Hawjwkwjsjwkksksq

Yazel Ada🐣
Ancak random at zaten sen😡
Yok sizli konuşma falan sana, o kadar klasör oluşturdum ben, bana bu randomları at diye mi!

Ben
Öfkeli civciv dehşet saçtı. :))

Yazel'i rehbere kaydederken, bilerek civciv emojisi koymuştum. Yazışırken emojileri kullanmayı her ne kadar tercih etmesem de rehberde kullanmayı seviyordum garip bir şekilde. Onu da, minnoş sakin bir kızken, birden sinirlenip parladığı için 'öfkeli civciv dehşet saçtı' espirisinden esinlenerek koymuştum emojiyi.

Yazel Ada🐣
Civciv üzüldü... (üzgün civciv emojisi bulamadım, ama sen varmış gibi hayal et tamam mı?)

Bu mesajına kahkahalara boğuldum. Böyleydi işte benim civcivim Yazel Ada. Onunla birkaç ay önce tanışmış olmamıza rağmen, onun samimi, sevecen hali ve ilgisi sayesinde samimiyetimizi ilerletmiştik. 24 yaşında, İzmirli ve ailesinin tek çocuğuydu Yazel.
Babası genç yaşta kalp krizinden ölünce, annesi tekrar evlenmemiş ve kızını kendi okutmuş. Şimdi ise annesini çalıştırmayan Yazel olmuştu.

Ben
Çoookkkkk seviyoruumm❤️

Onu mutlu etmek için kalp emojisi atarak sevindirmek istemiştim.

Yazel Ada🐣
Ben daha çoooookkkkkk❤️‍🔥❤️‍🔥💋💋

Mesajına gülümseyip ekranı kapattım. Ayağa kalkarak sigaramdan bir duman alıp söndürdüm ve abimin gelip gelmediğini anlamak için pencereden arabama baktım.

Araba buradaydı. Abim ve Merve'de gelmiş olmalıydı.

Hızlıca banyoya giderek dişlerimi fırçaladım. Daha sonra dolaptan temiz bornozumu çıkarıp asarak duşa girdim.

Duşum bitince saçlarımın suyunu elimle sıkıp bornozumu giyindim. Küçük ve temiz bir havlu daha alarak saçlarımın nemini alıp kafama sardım. Banyonun kapısını yavaşça aralayarak kimse var mı diye kontrol ettim, kimse yoktu. Hızlıca odama ilerleyip kapıyı kilitledim.

Gardrobuma yönelerek kendime kıyafet seçmeye başladım. Siyah iç çamaşırlar ve düz uzun kollu siyah bir crop, yüksek bel siyah palazzo pantolonu çıkararak giyinmeye başladım.

Saçlarımdaki havluyu açarak, kolay taramak için sprey sıkıp taramaya başladım. Fönü çalıştırarak hızlıca kuruttum. Yüzümü nemlendirip, dudağıma da renkli nemlendirici sürdüm. Makyaj yapmayacaktım. Akşam, ağlamaktan ve akan makyaj yüzünden tanınmayan bir surat görmek istemezdim. Hafif ve çiçeksi parfümümü sıkıp, çoraplarımı giyindim. Şu an bir yere gitmediğim için üzerime ceket giymeme gerek yoktu, o yüzden telefonumu alarak odadan çıktım.

"Benimkiler, nerdesiniz?"diye seslendim.

"Buradayız kızım gel,"dedi annem.

Anne, 'buradayız' güzel bir cevapta, hangi 'buradasınız' ben ne bileyim ya!

Derin bir nefes alarak ilk önce mutfağa baktım, sandalyede oturarak ders çalışan Eylül ve yanında tabletiyle oynayan Selin'den başka kimse yoktu.

"Pştt,"diye seslendim Eylül'e. "Nasıl oldun? Geçti mi ağrın?"

Gülümseyerek başını salladı. "Geçti abla."

"İyi," göz kırpıp salona doğru ilerlemeye başladım.

Herkes ellerinde çayları ile birlikte, televizyonda Müge Anlı'nın programını izliyordu. Abim ve Merve yan yana oturmuş, abim bir kolunu Merve'nin omzuna atmış, diğer eliyle de telefonuyla ilgilenirken, Merve de çekinmiş bir şekilde oturduğu bariz bir şekilde duruyordu.

"Hoşgeldin Merve," gülümseyerek ona doğru yürüyüp sarılınca, o da aynı şekilde karşılık verdi.

"Hoşbuldum ablacım,"

"Nasılsın?"

"İyiyim, teşekkür ederim, sen nasılsın?"

Yanına oturup ayak üstüne ayak atarken cevapladım, "şimdi iyiyim güzelim,"derin bir nefes aldım. "Birazdan daha kötü olabilirim."

Sessiz kalarak yutkunarak başını salladı. Muhtemelen o da aynı durumda olduğu için beni anladı.

"Sıkıldın mı?"diye sordum Merve'ye gülerek.

"Yok sıkılmadım,"diye yanıtladı. Benden iki yaş küçük olduğu için abla diyordu. Defalarca ismimle hitap etmesini söylememe rağmen kabul etmeyip abla diye sesleniyordu.

"Baylar, bayanlar." Diye seslenince hepsi bana baktı.

"Efendim kızım,"dedi annem.

"Yahu gelininiz gelmiş, siz oturmuş televizyon izliyorsunuz ya. Sıkıldı kız burda konuştuğunuz yok, hepiniz dalmışsınız."

Merve hemen panik olarak konuştu. "Hayır hayır, sıkılmadım ben, siz keyfinize bakın lütfen."

Meral teyzem, "ay kusura bakma kızım ya, börek pişene kadar bir göz atalım dedik dalmışız."

Annem birden böreği hatırlamış olacak ki ayaklandı. "Ay ben böreğe bakayım."

Teyzem de arkasından, "ben de bir çay demliyim,"diyerek gitti.

Turgut eniştemin telefonu çalınca odadan çıktı. Babam, ben, abim ve Merve kaldık salonda.

"Bu iki gündür lokantaya uğramadığımız için daha bir bağımlı oldu televizyona annen kızım. Bir de teyzen de izliyormuş, buldular birbirlerini," babamın tatlı isyanını annemler duymasın diye sessizce konuşmasına Merve ile güldük.

Abime dönerek ayağımla ayağını dürttüm. Bana bakınca telefonu işaret ederek 'hayırdır' anlamında göz kırptım. "Hayırdır abi? Sevgilin de yanında ne yapıyorsun telefonla?"

"Arkadaşım yazıyor da, şimdi bitiriyorduk konuşmayı zaten," diyerek son defa klavyede bir şeyler yazarak ekranı kapatarak bize döndü.

Merve'ye bakarak konuştu, "sıkıldın mı bebeğim?"

Abimin bu hitabına Merve utanarak gözlerini kaçırdı. "Yoo iyiyim, sıkılmadım."

Ben de onları yalnız bırakma içgüdüsüyle ayaklanarak, "ben bir mutfağa bakıp geliyorum,"

Merve de, "yardıma ihtiyacınız var mı geliyim ben de?"diyerek ayaklanacaktı ki, izin vermeyerek oturttum onu, "yok canım otur sen, hemen geliyorum."diyerek mutfağa gittim.

Böreği kesen teyzem ve kakaolu ve bol soslu keki dilimleyerek tabaklara yerleştiren annemi görünce konuştum. "Yanmış mı börek?"

"Yok kızım yanmamış, tam zamanında gelmişiz."diye yanıtladı teyzem.

Ben de çaydanlığa doğru yönelerek, "ben de çayları doldurayım o zaman," dedim.

...

Börek ve keklerimizi yiyerek çaylarımızı içerken sohbet ettik. Sonra Leyla teyzem geldi. Daha sonra halam ve eşi, amcam ve yengem, Merve'nin ailesi derken hep birlikte yemeklerimizi yedik. Hafiften güneşin batmasıyla beraber abimin de gitme vaktinin yaklaşmasıyla hepimizin morali düşmüştü.

"Zamanı geldi sanırım Rüzgarım he?"diye sessizliği bozdu amcam.

Abimin de keyfinin kaçtığını görebiliyordum. Derin bir nefes alarak konuştu, "geldi amca," hepimize bakarak konuştu. "Hafiften kalkamaya başlayalım mı? Ne dersiniz?"

"Olur oğlum. Geç kalmayalım."diye yanıtladı babam hafif pürüzlü çıkan ses tonuyla.

"Aşağı inelim, evin önünde toplanırız diğer misafirlerimizle beraber." Meral teyzemin söylediğini onaylayarak yavaşça aşağı inmeye başladı herkes.

Annem abimin önünde durarak, "oğlum, canımın içi... çok dikkat edeceksin kendine tamam mı? Sıkı sıkı giyin oralar soğuktur şimdi,"

Abim yutkunup başını salladı, "merak etme annem, aklın kalmasın,"diyerek elleriyle yüzünü avuçlayıp öptü. Annem gözyaşlarına boğuldu. Onları kenardan izleyen ben, teyzelerim ve Merve ile birlikte gözlerimiz doldu.

"Ne yapacağım oğlum ben sensiz 6 ay?" Abimin gözlerine bakarak konuştu annem.

Ve cevap verirken gözlerini kaçırdı abim. "Anne ben arayacağım sizi zaten hep, siz de arayacaksınız. Çabuk geçer zaten 6 ay," anneme baktı ve yalvarır gibi konuştu. "Böyle yapma be annem... her gözyaşına bitiyorum ben,"annemin gözyaşlarını silerken konuştu, "böyle yaparsan benim için de zorlaşır, yapma canımın içi... lütfen,"

Annem gözyaşlarını silip, boğazını temizledi ve titreyen sesiyle konuştu. "Tamam yavrum iyiyim, sen üzme kendini hiçbir şey için, olur mu? Ve her gün beni arayacaksın, aklım kalır yoksa tamam mı Rüzgar?"

Başını salladı ve gülümsedi abim, "tamam canımın içi tamam, sana hiç tamam olmaz mı?" Bir kere daha öptü annemin alnından.

"Ee ben anlamadım... şimdi burda mı vedalaşıyoruz? Ne oluyoruz ya?" Diyerek ortamdaki hüzün atmosferini dağıtmaya çalıştım.

Güldüler sulu gözlerle. "Bence de aşağı inelim yoksa bizi mahvedecekler, bizi aşağı yollayıp siz yukarda ne yapıyorsunuz diye,"dedi Leyla teyzem.

"Hadi o zaman."

Onlar yavaşça inmeye başlarken, abim Merve'nin yanına giderek elini uzattı. "Hadi yavrum," Merve'nin dolmuş ve kızarmış gözlerini kast ederek, "Merve, kızacağım ama, bu gözlerinin hali ne ama bebeğim... hı?"diyerek dudağına küçük bir buse bıraktı.

"İyiyim, yok bir şeyim. İnelim," dedi gözlerini kaçırarak. Muhtemelen abimin onu benim önümde öpmesinden utanmıştı.

"Ben iniyorum, gecikmeyin siz de,"diyerek yürümeye başladım.

"Geliyoruz biz de," dedi abim.

Ben odama girerek dolabımdan, koyu yeşil deri bomber ceketimi giyindim ve saçlarıma siyah bir şapka geçirdim. Yanıma çantamı alarak, içine güneş gözlüğümü de koydum. Birazdan muhtemelen kıpkırmızı olacak olan gözlerimi gizlemek için. Ve biraz da parfüm sıkıp beyaz spor ayakkabılarımı da giydikten sonra, "kimse var mı?Kapıyı kilitliyorum,"diye seslendim. Kimsenin sesi çıkmadığı için indiklerini anladım ve kapıyı kilitleyip aşağı inmeye başladım.

Aşağı indiğimde herkesin burada toplandığını gördüm. Komşularımız, uzaktan akrabalarımız, Merve'nin ailesi ve abimin arkadaşları ile birlikte bayağı bir kalabalık gözüküyorduk. Annem, abimin omzuna kırmızı, asker şalını bağlarken, Leyla teyzem de abimin serçe parmağına kına sürüyordu. Tüm bunlar olurken de, abim bir eliyle de Merve'nin elini tutuyordu.

Gözlerim kalabalığı aşarak, Leyla teyzem ile konuşan Rüya'yı gördü. Onlara doğru ilerledim. Rüya beni görünce sarıldı. Üniformalarla gelmişti yetişmek için.

"Güzelim,hoşgeldin."

"Hoşbuldum Ranyoşum. Naber?"diye sordu bedenlerimiz birbirinden ayrılırken.

Derin bir nefes alarak yutkundum. "Nasıl olsun... gördüğün gibi, senden naber asıl? Nasıl geçti günün?"

Bezgin bir nefes vererek, "ayy! Hatırlatma ne olursun. Sensiz bir gün bir yana da, Alp ve diğerlerinin didişmesinden kafayı yiyecektim yahu. Sen de yoksun kimsenin lafını dinlemiyorlar ki, Yazel ile bana illâllah dedirttiler be!"

Kahkaha atınca, ters ters baktı bana. "Ne var? Çok komik... demek ki sadece benim lafıma geliyorlar he?"diye sordum gururlu ve sinsi bir sırıtış ile, "güzeel" dedim 'e'leri uzatarak.

"Ya sabır! Benim derdim bunun madarası oldu!"

Gülerken, "neyse sonra konuşuruz, hadi gel benim arabaya otogara gideceğiz."

"Sığar mı beni? Sığmazsa arabamla gelirim ben,"diye sorunca ters ters baktım.

"Delirme istersen, 10 kilo bir şeysin zaten, nereye sığmıyorsun acaba?!"

Elimle 'yürü' anlamında işaret yapınca, benimle birlikte ilerleyerek arabamın önünde duran topluluğa baktım. "Abi," kaş göz yaptım, 'artık gidelim ya' anlamında.

"Tamam, bencede." Diyen abim, bu durumun onu da ne kadar bezdirdiğini açıklıyordu. "Araçlara geçelim mi artık?" Diye seslendi herkese.

Turgut eniştem aracına doğru ilerlerken, "Meral, hadi hayatım. Çocuklar nerde?" Diyerek etrafa bakındı.

"Bilmiyorum ki...kaşla göz arasında nereye kayboluyor bunlar!" Diye söylendi teyzem de.

"Buradayız anne,"

"Geldik,"diyerek gelen, Emre ve selin'e döndü teyzem ve eniştem.

"Ablanız nerde?"

"Ayakkabısını giymeyi unutmuş, terlikle inmişti aşağıya. Değiştirmeye gitti,"diye yanıtladı annesini Emre.

"Tamam oğlum hadi siz geçin arabaya, ben ablana bakıp geliyorum."

Emre hoşnutsuz bir tavırla, "anne... ben sizinle gelmesem?"diye sordu çekinerek.

"Ne demek gelmesem oğlum?! Delirtecek misiniz siz bizi!"

"Öyle değil, geleceğim ama sizinle değil de Rüzgar abimin gideceği arabayla gelsem?" Diye sordu büyük bir beklentiyle.

"Ne fark ediyor oğlum?" Diye sordu eniştem.

Emre'nin hevesini anlayarak, sözü devralarak konuştum. "Ben anladım onu teyze, benim arabamla gelecek merak etmeyin. Abim de benimle gelecek. Tamam mı?"

"Peki," dedi teyzem.

"Anlamıyorum ki, bizim arabamızı mı beğenmiyor bu çocuklar?" Diye söylendi eniştem.

Gülerek konuştum. "Yok enişte, onların derdi araba modeli falan değil. Arabanın tavanından çıkıp eğlenmek istiyor sanırım," Emre'ye baktım imalı gözlerle. "Değil mi yakışıklı?"

"Ranya abla, vallahi bazen akıl okuyabilen bir canlı olduğunu düşünmüyor değilim, sırrı falan var mı bunun?" Kolunu omzuma atarak yılışmaya başladı. "Bir taktik ateşlesen mesela,"

"Yılışma yılışma! Hadi yürü!" Diyerek araca doğru yürüdüm.

"Beni de bekleyin, ben de sizinle gelicem!" Bağırarak bize yetişmeye çalışan Eylül'ün sesiydi.

Kısa bir süre içinde hepimiz araçlarımıza yerleşmiştik. Benim arabamda; ben sürücü koltuğunda, Rüya yan koltukta, arkada abim ve Merve, Eylül ve Emre vardı.

Annem,babam ve Leyla teyzem, Ekin ve selin ile birlikte Meral teyzemlerin aracıyla gelmişlerdi. Uzaktan akrabalarımız ve Merve'nin ailesi kendi araçlarıyla, amcam ile yengem ve halam ile eşi de kendi araçlarıyla, abimin arkadaşları da kendi arabaları ile arkamızdaki konvoya katılmış, durmaksızın korna çalıyorlardı.

Abimin arkadaşlarının içinde bulunduğu araç hemen sol şeritte, bizimle aynı hizada ilerliyordu. Kumral saçlı olan genç camını indirerek, abime bakıp eliyle camını açması için işaret yaptı.

Bunu anlayan abim camını indirerek seslendi. "Ne oldu oğlum?"

"Arabanın cam tavanı var, çıksana oraya!"diye bağırdı kumral saçlı genç, sesini duyurmak amacıyla.

"Ferhat! Biliyorsun oğlum sevmiyorum öyle şeyler!"

Adının Ferhat olduğunu öğrendiğim adam konuştu tekrar, "lan ne olacak sanki, alt tarafı dikileceksin orda!"

Emre ise, "doğru söylüyor abi ya, ne olacak çık işte,"diyerek ona gaz vermeye çalışıyordu.

Ya sabır! İki tane yunus polisinin içinde bulunduğu araçta, neyden bahsediyorlardı.

Rüya da benimle aynı düşünüyor olmalı ki benden önce davranarak konuştu. "Yalnız beyler... iki polisin bulunduğu bir ortamda o bahsettiğiniz olay ne kadar doğru?!" Yandaki araca da sesinin gitmesi için yüksek sesle konuşmuştu.

Ferhat, birden benim polis olduğumu hatırlamış olacak ki bir de üstüne Rüya'nın da polis olduğunu öğrenince yutkunup dudağını ısırarak abime baktı. "Ben... şakasına demiştim zaten komiserim."

Birden kahkahalarla gülmeye başladık. "Hep öyle olmuştur biliyor musun?" Gözlerim, yol ve sol tarafımdaki araç üzerinde geziniyordu.

"Afedersiniz komiserim, birden heyecanla söyleyiverdim,"

"Ferhatçım, bir polis olarak bu hareketin cezasını ancak; Trafiğin yoğun ve aracın aşırı hız yaptığı bir alanda, abartılı bir şekilde, hele ki birden fazla kişi ile abuk sabuk hareketler yapılıyorsa hiç acımadan faturayı kesiyoruz." Dudaklarımı dilimle ıslatıp devam ettim konuşmaya, "abi, eğer ki bu hareketi yapmak istiyorsan, trafiğin az olduğu bir alanda arabayı yavaşlatırım yani yapabilirsin, benim için sorun yok."

"Alnından öpüyorum aşkım. Polisleri kötüleyen ve her şeye ceza kestiğimizi sanan insanlar da anlasa bunu keşke, sonra 'biz ne yaptık komiserim' diye dolaşıyorlar ortalıkta... hayır yani daha ne yapacaksın acaba?! Serseri, şımarık hareketler! Hem kendi hayatını düşünmüyorsun, hem de insanların hayatını riske atıyorsun. Resmen canla kumar oynuyorlar ya!" Diyerek öfkesini kustu Rüya.

"Sakin olun hanımlar," abimin gülerek konuşması ile Rüya derin bir nefes aldı.

Merve de sessizliğini bozarak, "işiniz zormuş bayağı ya sizin de,"

"Maalesef,"

Tüm bunlar olurken bizim arabamız konvoyun en önünde ilerken kornalar durmaksızın çalıyordu. Arabaların dış, sol ve sağ aynalarına kırmızı örtüler bağlanmış, ve arabamın arka camına ise kocaman bir Türk bayrağı koymuştuk.

Yarım saatlik bir yolculuğun ardından otogara varmıştık. Arabalarımızı park ederek inmeye başladık.

O sırada annemin babama seslenerek, "Mehmet, simit almamız lazım. Burda simit satan bir adam var bak, gidip al ordan,"

"Simiti ne yapacaksınız ki," diye sordu Eylül.

Leyla teyzem yanıtladı. "Kızım, Rüzgar abinin bir ısırık alması lazım ondan."

"Neden? Yani neden sadece bir ısırık ta hepsi değil?"

"Annesiyle vedalaşırken, annesi oğluna simitten bir parça ısırttırır ve simidi saklayıp evde bir odaya asarlar. Rüzgar abin de askerden gelene kadar o simit saklanır. Askerden döndüğünde ise o simit suda ıslatılarak kuşlar yesin diye atılır. Yani kızım lafın özü; kısmetinin onu geri getireceğine inanılırmış."

Eylül şaşırarak, "vay be... daha neler duyacağım acaba?" Diyince sırıttım.

"Henüz yolun başındasın güzelim," diyerek onlara yaklaştım.

Saate bakarak konuştu abim, "yavaştan geçelim mi? Saat olmak üzere,"

"Olur,"

"Geçelim,"

"Hadi o zaman,"

Herkesten bir söz çıkınca yavaş yavaş otogara doğru yürümeye başladık. Abim, ben ve Merve en arkalarında yavaş adımlarla ilerliyorduk.

Abime iyice sokularak başımı omzuna koyarken, minik adımlarla yürümeye devam ediyorduk. Daha sonrasında Merve'nin de başını aynı şekilde abimin omzuna yasladığını gördüm, bir gözyaşı eşliğinde.

Abim ikimizin başına öpücük kondurarak fısıldadı. "Çok seviyorum sizi, biliyorsunuz dimi?"

"Biliyoruz," ikimiz de titreyen bir sesle konuşmuştuk.

Yazar anlatımından;

Göz bebeği kız kardeşi ve canından çok sevdiği sevgilisinin titreyen bir sesle konuşması ile beraber, sanki yavaş adımlarla yürümüyormuş gibi, daha da yavaşlattı adımlarını Rüzgar.

Nasıl bırakacaktı ki onları bu halde? Nasıl kıyardı onun için gözlerinden düşen tek bir damla gözyaşına?

Gitmek zorunda olduğu yere giderken bile, ayakları gitmemek için savaşıyordu adeta Rüzgar'ın.

'Gitmekle gitmiş olmazsın; gönlün kalır, aklın kalır, anıların kalır.' Demiş Cemal Süreyya.

Zaten hep öyle olmaz mıydı? Bedenin giderken, aslında geride bıraktığın; aklın, kalbin, mantığın olmaz mıydı her defasında?

Gidememek te aslında gitmek değil midir? Yoksa, bedeni gittiği için, geriye kalan ruhu için de, kalbi sevdikleri için cayır cayır yanarken bile insan 'gitti' diye adlandırılabilir miydi?

Çok zordu Rüzgar için, ailesini bırakmak...

Henüz gideceğinin üzüntüsünü atlatamadan, bir de canından çok sevdiklerinin gözlerinden akan her yaşın nedeni olmak kahrediyordu adeta onu.

Yapabileceği bir şey yoktu.

Söz konusu vatandı.

Söz konusu insanlık vazifesiydi.

Her ne olursa olsun görevini layığıyla yerine getirmek zorundaydı.

Her ne kadar zorlu bir süreç olacağını tahmin etse de, 6 ay idare edecekti. Maddi durumu iyi olduğu halde bedelli askerlik yapmaya hiçbir şekilde olumlu bakmayarak, görevini; ülkesi için en doğru ve kendine yakışacak şekilde yapmak istemişti Rüzgar Yılmaz.

Şimdi ise gitmesinin zamanı geldi de geçiyordu bile. İçindeki huzursuzluğu bir kenara bırakarak, içine derin bir nefes çekip, yutkundu Rüzgar.

Otobüslerin bulunduğu alana yetişmiş sayılırlardı. Kız kardeşi ve sevgilisine bakarak iç çekerek konuşmaya başladı Rüzgar. "Hayatımın anlamları,"

İkisi de başlarını yasladıkları omuzdan kaldırarak buruk bakışlarla sesin sahibine baktılar. Bu sırada otobüsün bulunduğu alana yetişmişlerdi.

Rüzgar zaten yavaş olan adımlarını durdurarak , ona mahzun bakışlarla bakan bu iki bebek suratı biraz da olsa, girdikleri o atmosferden çıkarmak ve yüzlerini güldürebilmek için gülerek konuştu. "Var ya siz iki tavşan... şu an ki suratınızın halinin bir bebek yavrusundan farkı yok biliyor musunuz?"

Haklı çıkmıştı Rüzgar, her ne kadar içten olmasa da biraz olsun güldürebilmişti çiçeklerini.

Onların gülümsemesiyle Rüzgarın gülümsemesi de genişlemiş ve çenesindeki minik gamzesi belli olmuştu.

Anında, kız kardeşi Ranya ve sevgilisi Merve'nin bakışları, varla yok arası belli olan o gamzenin bulunduğu noktaya kaydığı gibi, az önceki buruk ve içten olmayan gülümsemeleri, birden ikisi tarafından sanki anlaşmışçasına, derin ve içten bir tebessüme dönüşmüştü.

Onların bu şekilde gülümsemesine mutlu oldu Rüzgar, oldu da neresine bakarak bu şekilde gülümsemişlerdi onu çözememişti. Bir an için 'acaba yüzümde bir leke falan mı var?'diye düşünerek gülümsemesinin solmasıyla, Merve ve Ranya'nın da bakışları, kaybolan minik gamzenin ardından Rüzgar'ın gözlerine kaymıştı.

"Niye bakıyorsunuz öyle?" Eliyle yüzünü silmeye başladı. "Yemekten falan leke mi kalmış yüzümde?" Demesi ile birlikte Merve ve Ranya birden kahkahalara boğulmuşlardı.

Rüzgar afalladı. Onları bu şekilde güldürebildiğine sevineceğini mi, yoksa söylediği yanlış bir şey var da kendisinin farketmediğini diye düşününce suratı haliyle komik bir hal almıştı.

Merve ve Ranya ise bu afallamış suratı görmeleriyle birlikte, var olan kahkahaları daha da büyümüş ve etraftakilerin dikkatini de çekmeyi başarmışlardı. Çünkü artık onlar da, kahkahalara boğulan bu iki kadını gülümseyerek izliyorlardı.

Rüzgar ise daha fazla dayanamayıp, ikisine bakarak konuştu, "kızım üzüntünüzden delirdiniz mi siz? Neye gülüyorsunuz?"

Kahkahalarını kontrol altına alıp gülerek konuşmaya başladılar.

"Abi...sen-" bir kahkaha daha atınca konuşmasını tamamlayamadı Ranya.

"Sevgilim," gülerken konuştu Merve de. "Yüzünde hiçbir şey yok."

Kaşlarını havalandırdı Rüzgar. E neye gülüyorsunuz oğlum bu kadar! Diye geçirdi içinden.

"Peki neye güldüğünüzü öğrenebilir miyim sevgilim?" Gülümseyerek sordu. "Ben de sizin kadar gülmek istiyorum da şu an."

"Abi," derin bir nefes alarak cümlelerini tamamladı Ranya. "Aslında ortada gülünecek bir konu yoktu. Bizi güldüren de senin mimiklerindi."

Şaşkınca bakmaya devam etti Rüzgar.

"İşte aynı şu şekildeki mimikler." Diyerek işaret parmağıyla abisinin yüzünü işaretledi.

"Ne garipsiniz kızım ya! Bir şey yaptım sandım."

Aralarındaki konuşmayı bölen kişi anneleri ve Leyla Teyzeleriydi. "Gençler, keyfinizi bozmak istemeyiz ama, artık zamanı geldi."

Teyzelerinden bu cümleyi duymalarıyla birlikte birden keyifleri ve gülümsemeleri bıçak gibi kesilmişti. Bir kaç dakika bile olsa gerçeklerden uzaklaşarak, kendilerini anın büyüsüne kaptırmışlardı. Ama maalesef her ne kadar acı verici olsa da, bazen gerçekler de vardı. Ve gerçekleşmesi er ya da geç gereken, ne kadar ertelerseniz erteleyin, zamanı geldiğinde o anı yaşamaktan kaçamayacağınız sayısız anlar gibi...

İşte tam da o anların birindeydiler, Yılmaz ailesi. Her ne kadar üzülseler de, evlatlarını Allah'a emanet ederek vatani görevini gerçekleştirmek üzere görev yerine uğurlayacaklardı, annesi bahar hanım ve babası Mehmet bey.

Ranya, nefesini tuttuğunu fark etmemişti, ta ki içine derince bir soluk çektiğini hissedene kadar.

Merve, ağzından metalik bir tat aldığında ancak dudaklarını kanatmak pahasına dişlediğini fark etmişti.

Rüzgar ise sıkıca yumruk yaptığı ellerinin ağırdığını hissederek yavaşça açtı ve iç çekerek gökyüzüne baktı. Kısa bir anlığına gözlerini kapatarak yutkundu. Gözlerini yavaşça aralayarak gerçek dünyaya teslim etti kendini.

"Veda zamanı geldi o zaman." Diyerek herkeste hızlı hızlı gözlerini gezdirmeye başladı Rüzgar.

İçli bir nefes kaçtı, babası Mehmet beyin dudaklarından. "Veda demeyelim de oğlum, bir süre yüzyüze görüşemeyeceğiz diyelim,"

Hafifçe gülümsemeye çalıştı Rüzgar. Daha sonra ise babasına sımsıkı sarıldı. "Babam..."diye fısıldadı babasıyla sımsıkı sarılmaya devam ederken.

Mehmet bey ise dolan gözleriyle birlikte elini, oğlunun sırtına hafifçe vurup okşayarak, "oğlum... kendine çok iyi bak olur mu? Bir telefon kadar uzağında olduğumu bil, konu her ne olursa tamam mı evladım?"

Yavaşça ayrılırken başını salladı Rüzgar. "Biliyorum babam.. bilmez miyim hiç? Eksik olma, sen de çok dikkat et kendine de anneme de, yalnız bırakmamaya çalış onu bu aralar."

Yutkunarak konuştu Mehmet bey, "bırakmam oğlum, bırakmam hiç. Sen bizi düşünme, aklın kalmasın. Bu arada hesabına bir miktar para attım, yetmezse haber edersin mutlaka."

Kaşlarını çattı Rüzgar. Her ne kadar defalarca, ihtiyacı olmadığını söylese de babası Mehmet bey kabul etmeyerek oğluna, evlendiğinde yaşaması için, bir ev için yatırım yapıyordu. Bu sefer de, babasının gönlünden kopmuş parayı reddederse kalbinin kırılacağını düşündüğünden, pek bir şey söyleyemedi Rüzgar.

"Baba, benim param var. Senin hesabıma atmana da gerek yoktu ama işte bu seferlik bir şey demiyorum."

"Oğlunu biraz benimle de paylaşacak mısın artık Mehmet?" Diyerek araya girdi Bahar hanım.

Güldüler. "Seninle oğlumuzu paylaşmamak mümkün mü Bahar?"

"İmkansız." Kısa ve net bir cevap verdi Bahar hanım.

Kollarını iki yana açarak oğluna doğru yöneldi. Rüzgar da annesi için kollarını açınca, sımsıkı sarıldılar. Annesinin boyu, oğlunun göğsüne denk geldiği için, hafifçe başını eğerek annesinin saçlarına gömdü kafasını Rüzgar.

"Bebeğim," hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı annesi Bahar hanım.

Daha önce de oğlu okulunu okumak için, birkaç saatlik uzaklıkta şehir dışına çıktığı zaman da üzülmüştü Bahar hanım. Ama tek bir farkla, o zamanlar mesafe yakın olduğu için her hafta oğlunu görmeye gidiyor ve ona yemekler yapıyordu. Şimdi ise içinde, anlamını kendisinin de bilemediği bir his vardı. Oğlundan bu kadar ayrı kalmak Bahar hanımı yıpratacaktı.

Annesinin saçlarından derince bir nefes çekerek yutkundu Rüzgar. "Annem," içli bir şekilde söylediği kelimeyle daha da fazla ağladı Bahar hanım.

Bir eliyle saçlarını okşadı annesinin. "Benim kalbim... bana beni ne kadar sevdiğini söyler misin şimdi?"

Bahar hanım tek bir saniye bile düşünmeden yanıtladı oğlunun sorusunu. "Bunca yıldır atan kalbimin nabzı kadar seviyorum seni yavrum. Sayısını tahmin bile edemeyeceğim, milyonlarca sayıdan bile daha fazla, daha içten seviyorum seni ve kardeşini." Gözlerinden yaşlar akmaya devam etti.

Annesinin yüzünü avuçları arasına aldı ve alnına bir öpücük bırakarak, gözlerinin içine baktı. "sevgini aldım annem, hissettim... çok hem de."

Diliyle dudaklarını ıslatarak konuşmaya devam etti Rüzgar. "O zaman anne... beni birazcık olsun düşünüyorsan, yapma böyle. Ağlatma o güzel gözlerini birtanem. Seni her böyle gördüğümde ben kahroluyorum. Kahrımdan öldürme beni oralarda, yalvarıyorum sana."

Dudaklarını ısırdı, tırnaklarını avuç içlerine batırdı, kendini sıktı ve gözyaşlarını durdurmaya çalıştı Bahar hanım. Derin bir nefes çekti içine sakinleşmek için, "tamam, söz oğlum. Sen yeter ki iyi ol... aklın bizde kalmasın."

Başını salladı ve son bir defa daha annesine sımsıkı sarılarak yanaklarını kocaman öptü ve fısıldadı, "seni çok seviyorum anne. Merve'yi çağır yanına arada tamam mı? Mutlu olur."

"Çağıracağım tabi ki oğlum." Bir şaşkınlık nidası eşliğinde konuşmasına devam etti Bahar hanım. "Sen söylemeseydin de ben arar, davet ederdim ki onu, kıyabilir miyim ben hiç o meleği yalnız komaya?"

Güldü Rüzgar. Biliyordu, annesi Merve'yi bu kadar sevip, gelini diye sahiplendikten sonra onu asla rahat bırakmayacağını. Bu konuda gözü arkada kalmayacaktı.

Yavaşça herkesle sarılmaya başladı Rüzgar. Büyükten küçüğe herkesle sırasıyla vedalaşarak ilerliyordu. Sevgilisi ve kız kardeşi Ranya'yı sona bırakmayı tercih etmişti Rüzgar. Çünkü biliyordu, tahmin edebiliyordu da, onlarla vedanın en zorunu yaşayacağını.

Son olarak teyzesi Meral ile de sarıldı Rüzgar. Teyzesi ise yanağından öptü yeğenini. "Rüzgar'ım. Benim ikinci oğlum... bizleri de ara olur mu? Ben senin ne zamanlar müsait olacağını bilemediğim için belki arayamam ama sen ara, çok özlerim yoksa."

Teyzesinin saçlarına bir öpücük kondurarak konuştu. "Ararım tabi ki teyzem. Çok dikkat edin kendinize de çocuklara da tamam mı?"

"Tamam oğlum. Aklın kalmasın, dikkatli ol olur mu?" Elindeki poşetten simiti alarak uzattı teyzesi, "hadi şimdi bir ısırık al bakalım simitten."

Bir ısırık aldı simitten Rüzgar. Yutunca, "yeter mi?"diye sordu.

Başını aşağı yukarı sallayarak konuştu Meral hanım. "Yeterli oğlum. Yolun açık olsun, Allah'a emanet ol." Diyerek son bir defa sarıldıktan sonra yavaşça ayrıldılar.

Gözlerini kapatıp açarak onayladı teyzesini Rüzgar.
Bu sefer de kuzeni Ekin'in etrafı anlandıramayan bakışlarını fark etti. Leyla teyzesi ile sarılmışlardı ama Ekin o sırada Eylül'ün kucağında olduğu için fark etmemişti. Bu sefer de o yavru kuşa yürüyerek kucakladı.

"Abicim," yanağından öptü.

"Abi!" Diye şakıdı Ekin.

Güldü onun bu haline Rüzgar. "Evet abi, bugün gidiyor ama abin. Çok özleyecek seni,"

İşaret parmağıyla, Ranya'nın yaslandığı duvarda, Rüya ile gönsüzce konuşmasını işaret ederek konuşmaya başladı Ekin. "Bak, Yanra! Odaa!"

Gülerek cevapladı Rüzgar. "Evet güzelim orda Ranya ablan. O zaman ben seni annene verip onunla da sarılmaya gideyim olur mu?"

Başını salladı Ekin. "Hıımmm"

Rüzgar, Ekin'i annesine vererek kız kardeşine doğru yürümeye başladı. Bu sırada süresinin azalmaya başladığının da farkındaydı Rüzgar. Otogar kalabalıklaşmaya ve diğer askerlerin de vedalaşması ile yavaşça otobüse binmeye başlayanlar olmuştu.

Adımlarını hızlandırınca Ranya yaşlandığı duvardan doğrularak abisine doğru yürümeye başlamıştı. İkisi de kollarını kocaman açarak sıkıca sarıldılar. Ranya hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Rüzgar'ın gözleri doldu. Kafasını kokusuna ölüp bittiği kardeşinin saçlarına gömdü. Yavaş yavaş titreyen ayaklarında derman kalmayınca daha sıkı tutundu abisine Ranya. Bunu farkedince kardeşini kucaklayarak öptü Rüzgar.

Ağlamalarının arasından, "abi..." diye isyan etti Ranya. "Ne yapacağım?" Yutkundu. "Ne yapacağım sensiz?"

Derin bir nefes alarak konuştu Rüzgar."Benimleyken nasılsan o şekilde devam edeceksin birtanem. Sadece bu sefer konuşmalarımızı yüzyüze değil de telefondan yapacağız o kadar." Saçlarına sayısızca öpücük bıraktı. "Şu an, bu kadar ağladığın için, geldiğimde sana ağır bir ceza keseceğim haberin olsun komiser."

Gözyaşlarının arasından gülmüştü Ranya. "Cezalar her defasında polisler tarafından kesilmez diyorsun yani?" Diye sordu abisinin gözlerine bakarak.

Yavaşça yere bıraktı kardeşini Rüzgar. Ellerini çekmeden konuştu. "Aynen... aynen öyle diyorum minik yunus balığı."

Minik yunus balığı.

Kardeşinin mesleğinden esinlenerek ona koymuştu bu ismi Rüzgar.

Ranya ise abisi ona her o şekilde seslendiğinde adeta eriyordu. Çok hoşlanıyordu, kendisine aşık olduğu mesleğinin isminden yola çıkılarak hitap edilmesinden. Hele ki o kişi abisiyse...

Abisinin boynunun kokusunu içine çekerek kocaman bir öpücük bıraktı o noktaya Ranya. "Seni çok çok çok seviyorum abi. Hadi şimdi git ve bize sağ Salim geri dön."

Gülümseyerek alnından öptü kardeşini. "Ben de seni çok çok çok seviyorum çiçeğim. Kendine ve bizimkilere iyi bak."

Buruk bir gülümseme döküldü Ranya'nın dudaklarından. Keza şu an sarıldığı gibi, abisiyle uzun bir süre sarılamayacaktı.

Merve'nin olduğu tarafa döndü Rüzgar'ın bakışları. İki elini önünde birleştirmiş, parmaklarıyla oynayarak, dudaklarını dişleyen sevgilisini görünce yutkundu. Ona doğru döner dönmez, sevgilisi tarafından sımsıkı sarılmıştı bile Rüzgar.

"Yavrum." Yanağına kocaman bir öpücük bıraktı.

Ağlamaklı bir sesle konuştu Merve. "Sevgilim..." yanağından öptü. "Daha fazla konuşarak bir de ben üzmek istemiyorum seni," bir kere daha öptü. "Seni çok seviyorum ve çok özleyeceğim." Gözlerine bakarak konuştu. "Şimdi gidiyorsun  sevgilim ama, dönüşünle beraber her şey daha da güzelleşecek, biliyorsun değil mi?"

Merve'nin bahsettiği konu, Rüzgar askerliğini bitirip döndükten sonra nişan takacak olmalarıydı. Ortak kararlarıydı döndükten sonra nişanlanmak. Aileler de saygı duymuştu gençlerin kararına.

Merve'nin burnundan öptü Rüzgar. "Biliyorum sevgilim." Yanağından öptü. "Çok güzel olacak her şey, o yüzden kendimizi bununla motive edelim bu süre boyunca olur mu bebeğim."

"Olur sevgilim." Diyerek gülümsedi Merve.

"Çok seviyorum." Diyerek dudaklarına bir öpücük bıraktı Rüzgar. "Ama nasıl seviyorum, anlatamam."

Alınlarını birbirlerine yaslayarak, gözlerinin içlerine baktılar.

"Haber ver yetiştiğinde olur mu?" Dedi Merve.

Alnından öptü ve dudaklarını çekmeden konuştu. "Veririm sevgilim. Sen hiçbir şeyi düşümüyorsun ve kafana takmıyorsun. Ben zaten her gün arayacağım sizi, tamam mı?"

Gözlerini kapatıp açarak onayladı Merve. Daha sonrasında ise bedenleri yavaşça ayrılırken, Rüzgar ellerini, omzuna bağlanan kırmızı asker örtüsüne uzatarak çözdü.

Çözülen örtüyü yavaşça omzundan çıkararak sevgilisinin omzuna bıraktı ve bağlarken, Merve'nin gözlerinden yaşların akmasını sağlayan o sözleri kurmaya başladı. "Mesafe sadece sayılardan ibaret sevgilim, sonsuz olan ise; duygularımız, sevgimiz ve aşkımız. Bu ayrılığın bize getireceği şey, sevgimizin bağlarını daha da güçlendirecek." Örtüyü bağlamış ve sevgilisinin yüzünü elleriyle avuçlamıştı. "Sen de bu söylediklerime inan ve dört gözle beni bekle bebeğim. Yaşayacağımız binlerce güzel anı hayal edip bana da anlat ki, zaman geçmek bilsin."

Merve elleriyle gözyaşlarını silmeye kalktı ki, Rüzgar izin vermeyerek kendi elleriyle sildi. "Hâlâ bir cevap alamadım asker yareni?"

Bu söylediği ile Merve bir an yutkunamamıştı. Evet, artık o da bir asker yareniydi farkındaydı. Başını salladı. "Söz, bizi düşünerek aramızdaki mesafeyi çekilir hâle getireceğim askerim."

Gülümsemişti Rüzgar, sevgilisinin bu söylediğiyle. Omuzuna bıraktığı örtüyü işaret etti gözleriyle. "Sende kalsın." Kısa bir duraksamanın ardından, "fotoğraf çekilelim mi?" Diye sordu.

Merve hevesle başını sallayarak çantasından telefonunu çıkardı. "Çekilelim."

Kamerayı açarak kendilerine çevirdi ve poz vermeye başladılar. İlk fotoğraflarında, Rüzgar Merve'nin arkasına geçerek, ellerini sevgilisinin omuzunun üzerinden sımsıkı sarıp, yanağına öpücük kondururken olmuştu.

İkinci fotoğrafta ise, Merve başını Rüzgar'ın boynunun girintisine atarak gözlerini kapatmıştı.

Bu tatlı anı bölen tabi ki de, kameranın önüne geçerek onlarla fotoğraf çekilmeye çalışan Ranya olmuştu. "Hani bana?" Diyerek homurdanmıştı.

"Merak etme abicim, unutmayız seni."

"Hadi hadi, çekilelim." Diyerek telefonu eline alırken abisinin dediklerini bile duymamıştı Ranya.

Merve ve Rüzgar onun bu haline bakışarak gülerken, Ranya bu anı fırsat bularak hemen onların bu halini anlık bir fotoğraf olarak çekmişti. Daha sonra ise "Bakışmayı bırakın da kameraya bakın." Diye kızmıştı.

Üçü birlikte bir kaç tane fotoğraf çekildi. Daha sonra bu fotoğraflara anne ve babaları, teyzeleri ve halaları derken herkesle bir fotoğraf çekilmişlerdi.

Otobüsün şoförünün yaklaşmasıyla, hepsinin gülen yüzlerinin solması telefonun kamerasına an be an yansımıştı.

Rüzgar yutkundu ve derin bir iç çekerek herkesle son defa bakıştı. "Ben kaçar."

Enişteleri turgut bey, "hayırlı teskerelerin olsun oğlum. Güle güle git, güle güle gel inşallah." Diyerek cebine bir miktar para sıkıştırarak sarılmıştı.

"Amin enişte," derken elini eniştesinin eline atarak konuştu. "Gerek yoktu enişte..." mahcup bir ifadeyle. "Teşekkür ederim."

Gülümsedi ve omzuna iki kere vurdu.

Ailesiyle son bir defa daha sarılmış ve cebine sıkıştırdıkları paralarla Rüzgar'ın dilinden kurtulamamışlardı. Son olarak Merve'nin annesi ve babasıyla da sarılmış aynı davranışı onlardan da alınca, artık bir şey dememeye başlamıştı Rüzgar.

Merve'nin babası, "hayırlı teskereler oğlum, iyi bak kendine." Demiş. Annesi ise, "hayırlı teskerelerin olsun Rüzgar oğlum, sağ salim geri dön inşallah." Diyerek sarılmıştı.

Otobüs şoförü otobüsün 5 dakika içinde kalkacağını söyleyince, ortamdaki gerginlik daha da artmıştı. Rüzgar bir elini annesinin omzuna, diğer elini ise kardeşi Ranya'nın omzuna atarak kendine çekmişti.

"Prenseslerim," diyerek ikisinin de başlarına öpücük bırakmıştı.

"Yavrum." Demişti annesi titreyen sesiyle.

"Yakışıklı." Diyen de Ranya olmuştu.

Diğer asker yakınları ve askerler ile beraber ortam kalabalıklaşınca, askerler yavaşça otobüse binmeye başlamıştı. Rüzgar da aynı şekilde otobüse gitmeye hazırlanırken, annesi ağlamaya başlamış, babası ise ağlayan gözlerini oğlunun görmemesi için başka yöne çevirmişti.

Son olarak Merve'nin yanına giderek alnına bir öpücük bıraktı ve son sözünü fısıldadı sevgilisine. "Allah'a emanet ol sevgilim. Seni çok seviyorum."

Sol gözünden akan bir damla yaşla konuştu Merve de. "Sen de Allah'a emanetsin sevgilim."

Rüzgar herkeste gözlerini gezdirdi ve konuştu. "Allah'a emanetsiniz ailem." Elini salladı ve arkasını dönerek otobüse bindi.

Herkes, İstiklâl Marşı'nı okumak üzere hazır ola geçti. Bir kaç saniye içinde askerler ve aileleri tarafından, İstiklal Marşı okunmaya başlanmıştı.

İstiklal Marşı'nın okunma süresi boyunca hepsinin gözleri Rüzgarın üzerindeydi. Daha sonra İstiklal Marşı biterek, herkes tarafından, "yolunuz açık olsun." Diye bağırılmış ve otobüs hareket etmeye başlamıştı.

Hepsinin gözlerinde yaşlar vardı. Bir kaç dakikanın ardından bulundukları alandan gözyaşlarıyla birlikte evlerine gitmek üzere yürümeye başlamışlardı.

Tam Ranya da gözyaşlarını elleriyle siliyordu ki, gözleri bir anlığına bir noktaya kaydı.

Bir bedene.

Oldukça tanıdık gelen bir beden.

Bir kaç gün öncesinde, trafikte onu izleyen adamdı hem de.

Nasıl olurdu?

Adamın bakışları, yanındaki genç adamın üzerinde ve onunla konuşuyordu. Adam ise dudaklarını ıslattı ve bir elini yanındaki adamın sırtına dostça bir kere vurdu ve bir şeyler daha söyledikten sonra ikisi birlikte, Ranya'nın bulunduğu yöne doğru yürümeye başlamışlardı ki, o adamın da bakışları Ranya'nın olduğu tarafa kaymış ve şaşkınlıkla açılmıştı.

Yürüyen adımları birden duraksadı.

Ranya'nın da onun üzerinde olan bakışları nedeniyle uzaktan şaşkınlık dolu ifadelerle bakışmaya başladılar.

İkisinin de aklından, aynı anda farklı sorular geçmişti.

'Ne yani, dünya bu kadar mı küçük?' Diye geçirdi içinden kadın.

'Yerde ararken, gökte buldum.' Diye geçirdi içinden adam.

Ve işte bu andan itibaren onlar için her şey çok daha farklı olacaktı.

Farkında değillerdi, bilmiyorlardı ama kader artık onların peşini bırakmayacaktı.

Bu onların ne ilk karşılaşması, ne de son karşılaşmaları olarak kalacaktı...

...

Ve 3. Bölüm burada biteerrrr.💃

Bölüm nasıldı?

Sizce, hikaye nasıl ilerliyor? İlginizi çekebildim mi?

Bundan sonra yavaş yavaş bölüm sayfaları da arttığı için biraz geç gelebilir. Ama yine de elimden gelen en hızlı şekilde yazmaya çalışıyorum.🤍

Bu bölüm tam, 7684 kelime ile son buluyor.

Yeni bölümde görüşmek üzere 😘

Continue Reading

You'll Also Like

52.8K 2.3K 59
Y/N L/N was always a believer in the impossible, but he never suspected he would become the impossible. When a fateful lightning strike gives Y/N the...
705K 24.2K 25
"မောင် မဆိုးစမ်းနဲ့ကွယ်" "ကျုပ်ကိုမချုပ်ခြယ်နဲ့"
565K 17.5K 95
ဘယ်သူ့ဘယ်သူမှ ထိခိုက်စေလိုချင်းမရှိပါ
62.8K 1.4K 25
Arranged marriage mikhaiah, with plot twist