Gökyüzü'nün İçinde 2 - Kanlı...

By mybahap

16.6K 1.4K 2.5K

"Bu doğru mu bilmiyorum ama onun canını acıtabilmek için her şeyi yapabilirim." More

1. BÖLÜM - BİR SARAY DOLUSU GEÇMİŞ (Part 1)
1. BÖLÜM - BİR SARAY DOLUSU GEÇMİŞ (Part 2)
2. BÖLÜM - DÖNGÜ
3. BÖLÜM - ATEŞ VE BUZ
4. BÖLÜM - GÜNEŞ VE AY
5. BÖLÜM - TEKİNSİZ HATIRALAR
7. BÖLÜM - SIRADIŞI MÜHÜR VE GİZLENEN KEHANET
8. BÖLÜM - SİHİRLİ DEĞNEK
9. BÖLÜM - GÜNAHA BATANLAR
10. BÖLÜM - BÜYÜK SADAKAT YEMİNİ
11. BÖLÜM - NERGİSLER VE CANI ACIYANLAR
12. BÖLÜM - KAÇAMAK ZİYARET
13. BÖLÜM - KUTSAL RUHLAR VE AYDINLANANLAR
14. BÖLÜM - GÖZDEN KAÇAN DETAYLAR
15. BÖLÜM - DOĞRULARIN YANLIŞI
16. BÖLÜM - KARANLIK VE KARINCA
17. BÖLÜM - ÖLÜM MELEĞİ
18. BÖLÜM - GÜNEŞ'İN KANI VE BUZ TUTMUŞ KALP
19. BÖLÜM - YALNIZ KALAN YILDIZ
20. BÖLÜM - KADERİN KIRMIZI İPLİĞİ
21. BÖLÜM - KUTSAL DANS
22. BÖLÜM - SİYAH VE BEYAZ
23. BÖLÜM - KÜL OLMUŞ SIRLAR
24. BÖLÜM - KARANLIK ÇUKURLARDAKİ YILDIZLAR
25. BÖLÜM - DELİCE HAMLELER
26. BÖLÜM - YERİNE OTURAN PARÇALAR
27. BÖLÜM - KELEPÇELER VE ÜZÜMLÜ KEKLER
28. BÖLÜM - PLANLAR VE ONLARA UYANLAR
29. BÖLÜM - ESKİ DOSTLAR
30. BÖLÜM - GECİKMİŞ KEHANET
31. BÖLÜM - GECENİN KÂBUSU (Final)
Yazardan son söz...

6. BÖLÜM - TEHLİKELİ BİR HUZUR

702 60 76
By mybahap

Merhaba sevgili okuyucularım 🖤🤍
Hepinize iyi okumalar diliyorum. Oy vermeyi ve yorumlarda buluşmayı unutmayın! Öpücükler💋😙

Instagram: gokyuzunun_icinde - mirayggy

"Hepiniz aklınızı kaçırmışsınız!" diye sinirle hırladı Nora.

Nora'ya verilen odadaydık. Kanepenin köşesine oturmuş dirseklerimi dizlerime dayamış, başımı da avuçlarıma gömmüştüm. Elio sessizce pencereden kızıl karanlık Gökyüzü'nü seyrederken Nora sinirle odanın içerisinde volta atıyordu. Saatlerdir bu haldeydik.

"Kafayı yemişsiniz!"

Başımı kaldırıp yorgun gözlerle Nora'ya baktım. Ona baktığımı fark edince yerinde durdu ve bana işaret parmağını salladı.

"Özellikle de sen!"

Gözlerimi devirip başımı yeniden avuçlarıma gömdüm. Daha fazla duymak istemiyordum. Üçümüz kendimizi bir odaya kapatmış Davin'in şifacıların yanından dönmesini beklerken Nora'nın hakaretleriyle kafa şişiriyorduk. Ne zaman Elio ile göz göze gelsek Nora sesini daha fazla yükseltiyordu. Ona bu kadar bağırmamasını, bizi duyabileceklerini söylediğimde ise bizi duymalarını engelleyecek bir koruma büyüsü yaptığını söylüyordu. Ve bağırmaya kaldığı yerden devam ediyordu.

"İnanamıyorum! Bu kadar düşüncesiz olmanıza inanamıyorum! Tek başımıza kaldık ve bu insanlara öylece güvendiğinize inanamıyorum!"

"Yeter artık, Nora," dedi Elio. "Bu insanlar sizi oradan kurtarmamız için kendi ordusunu feda ettiler."

"Çünkü işlerine geliyordu!" diye çığlık attı Güneş Prensesi.

Başımı kaldırıp ofladım. Keskin bakışlarını bana çevirdi. Evet, azarlanma vakti gelmişti.

Nora böyleydi. En büyüğümüzdü. Otoriter ve kuralcıydı. Yönetmeyi hepimizden daha çok seviyordu ve ezilmekten, hor görülmekten nefret ediyordu. Bu yüzden bizleri hizaya sokmak için her zaman canla başla çalışırdı. Ve burada tam olarak ikinci kişi muamelesi gördüğümüzü düşünüyordu. Zayıf görünüyorduk ve aslında tam olarak da öyleydik. Muhtaçtık ve o bu durumdan nefret ediyordu.

"Sana saygı göstermelerine nasıl engel olursun?" diye bana doğru yürüdü. "Anlamıyor musun? Sen buradaki güvenliğimiz için en önemli etkensin. Sana saygı duydukları sürece yaptığımız herhangi bir hatayı göz ardı edebilirler." Sözleri üzerine dikleştim. "Şu saçma durumda önceliğimiz güvenliğimiz ve sen bunu berbat ediyorsun."

Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. Ben bunu hiç böyle düşünmemiştim. Yalnızca kraliçelerin ve kralların bana bu kadar saygı duymaları çok ilginç gelmiş ve beni huzursuz etmişti. Ancak Nora haklıydı. Yemek masasında sırf orada ben varım diye Elio'ya hiçbir tepki göstermemişlerdi. Elvis konusunda sıkıntı çıkarmamışlar hatta o Ay Taşı konusunu açmamışlardı. Yani, şimdilik.

Üstüne üstlük Davin bu saraydaydı. Sağı solu belli değildi. Dürüstlüğü belli değildi. Ne yapacağı muammaydı ama yine de bizden bir parçaydı ve onun yapacağı her hatadan hepimiz sorumlu tutulacaktık. Davin'e güvenmiyorduk ancak görünüşe bakılırsa bu Öz'ün soyluları ona hala güveniyorlardı. Çünkü bizim bildiğimiz şeyleri onlar bilmiyordu. Rigel'e yardım ettiğini ve yıllarca kendi annesini zehirlediğini bilmiyorlardı. Yaptığı işlerin amacını ve gizemini koruyan bu Yıldız Prensi'ne daha kendi Öz ailesi güvenmiyorken yabancı bir Öz'ün güvenine ne kadar süreliğine sahip olabilirdi ki?

"Gökyüzü aşkına, haklısın," diye mırıldandım.

Çatık kaşlarımla Nora'nın sözlerini bir bir zihin süzgecimden geçirirken arkama yaslandım.

Nora'nın bedeni gevşedi. Derin ve bıkkın bir nefes vererek omuzlarını düşürdü ve çatık kaşlarını serbest bıraktı. Adımları odanın zemininde yankılanırken giydiği sarı, ışıl ışıl parlayan elbisenin uzun tül eteklerini tutarak yanıma geldi ve dibime oturdu. Gerginlikle kenarlarını soyduğum parmaklarıma uzandı. Elleriyle üzerlerini kapatıp dudaklarına götürdü ve şefkatli bir öpücük kondurdu ellerime.

"Kim olduğunu anlamak zorundasın. Kim olduğunu ve neler yapabileceğini bilmelerine izin vermek zorundasın. Hayatta kalmamızın tek yolu bu. Sen olmadığın sürece biz burada bir hiçiz."

Haklıydı. Bilgeydi. Görebiliyordu. Görünenin ardındaki görünmeyeni bile açıkça görebiliyor, algılayabiliyor ve analiz edebiliyordu. Ne yapması gerektiğini biliyordu, ne yapmaması gerektiğini de. Başına ne gelirse gelsin yıkılmıyordu, sonuna kadar mücadele ediyordu. Çünkü iradesini zorlamayı seviyordu. Enerjisini sonuna kadar kullanmaya bayılıyordu. O Güneş Krallığı'nın Veliaht Prensesi'ydi. Parlamayı herkesten çok istiyordu.

"Düşünemedim," diyebildim yalnızca.

"Artık düşünmek zorundasın."

"Yaşadığı şeyler kolay değil," dedi Elio bakışlarını pencereden çekip bize dönerek. "Hala da yaşıyor. Bunu düşünememesi çok normal."

Nora ona döndü ve ayağa kalktı. "Hepimiz yaşıyoruz, Elio. Yalnızca o değil, hepimiz buradayız. Ayrıca o bir Tanrıça."

"Ben Tanrıça deği-"

Nora hışımla bana döndü. Dönerken etekleri havalandı. "Öylesin!" diye cırladı. "Bunu inkâr etmekten vazgeç artık. Sen seçildin ve seçilmenin bir sebebi var. Kaderini reddetmek yerine onu kabullen ve kendi hükmünü sür."

Bıyık altından sırıttım. "Senin için söylemesi kolay. Siz Güneş'in çocukları özgüven saçıyorsunuz."

Nora alayla güldü ve korkutucu bir şekilde aniden sustu. "Ay Krallığı da çok mu masum yani?" Gözlerini kıstı ve hafifçe kamburlaşarak parmağını bana doğru salladı. "Sakın bana Ay'in özünü mükemmel bir şekilde temsil ettiğinden ve her yanından saflık ve masumluk aktığından bahsetme, Diana. Hepimiz biliyoruz ki bu hiçbir zaman olmadı, olmayacak."

"Ağır ol," diye araya girdi Elio.

Nora onu duymazlıktan geldi.

"Kabul et Diana. Hiçbir zaman Ay Krallığı'nı umursamadın. Sen de tıpkı Güneş Krallığı gibi asiydin, Yıldız Krallığı gibi öngörülemezdin." Durdu ve bakışlarını başka bir yöne kilitleyip delicesine bir kahkaha attı. "Şimdi her şeyi daha iyi görebiliyorum. Bir Tanrıça olarak bütün krallıkların özelliklerine gayet de aşinaydın."

Söyledikleri çok doğruydu ama nedense ağrıma gidiyordu. Ay'ın özüne saygısızlık ediyor gibi hissediyordum. Diğerleri gibi kendi özüme yeterince sahip çıkamamış gibi hissediyordum. Nora haklıydı ancak hakarete uğruyor gibi hissediyordum.

"Şimdi bütün bahanelerini bir kenara bırak ve cesaretini hangi cehennemde kaybettiysen onu bul ve yeniden üzerine geçir. Yoksa daha çok şey kaybedersin." Sözlerini kafasında yeniden kurdu kaşlarını çatarak. "Kaybederiz," diye tamamladı sözünü.

Yeniden Elio'ya döndü. "Sen de kendini toparla artık. Kalbine kulaklarını tıka ve olması gerektiği gibi bir Güneş Prensi ol."

Sözleri üzerine kaşlarımı çatıp Elio'ya baktım. Yüzü Nora'ya dönüktü ancak gözleri birkaç saniyeline bana bakmıştı. Arkası dönük olan Nora'nın göz ucuyla omuzundan bana baktığını gördüm. Kendini düzeltti ve kardeşine geri döndü.

"Davin'le yan yana geldiğinizde hiçbir şey olmamış gibi davranacaksınız. Birlikteyken ne halt yerseniz yiyin ama sakın," Elio'nun burnunun dibine girip parmağını yüzüne doğru salladı. "Sakın diğer soyluların önünde birbirinize girmeyin. Kendi içimizde çatıştığımızı görürlerse bize asla güvenmezler."

Elio dişlerini sıktı, dudaklarını büzdü. Sinirle burnundan soludu. Birkaç adım geri çekilip eliyle saçlarını geriye doğru taradı. Yeniden pencere pervazına dönerken gömleğinin düğmelerini gergince açmaya başladı. Bütün düğmeleri açtıktan sonra gömleğin eteklerini eliyle geriye savurdu ve kolunu pencereye yaslayarak başını koluna dayadı. Sonra da kızıl geceyi izlemeye devam etti.

Odaya yeniden sessizlik hâkim olurken benim zihnim yeniden bir kaos koparıyordu. Aklım Ay Taşı'yla olan o garip olaya gidip duruyordu. Bu konuyu Nora ve Elio'ya nasıl açacağım konusunda hala kararsızdım ancak bir şekilde anlatmalıydım.

Uzanıp masanın üzerindeki altın sürahiyi elime aldım. Boğazım kurumuştu tüm bunların ortasında. Yanındaki aynı renk bardağa içindeki sıvıyı doldurunca şaşkınlıkla kaşlarımı havaya kaldırdım. Su dolmasını bekliyordum fakat kan kırmızı renginde ve aktıkça kokusunun yayıldığı keskin bir şaraptı. Umursamayıp hepsini kafama diktim.

Vay canına. Gerçekten de çok sertmiş.

Alkolün zihnime hücum etmesiyle tüylerim ürperdi. Bir bardak daha doldurdum ancak bu defa sakince içmeye koyuldum.

Elimdeki bardağı sallaya sallaya düşüncelerim arasında kayboldum yeniden. Dudaklarım ne zaman kan kırmızısı sıvıya bulaşsa kaosum biraz daha hafifliyor, bilinçaltımda saklanan ve benim çoktan unuttuğumu düşündüğüm şeyler yeniden gün yüzüne çıkıyordu. Aklıma hücum eden her bir düşünceyle kaşlarımı çatıyordum ancak bedenim uyuşmaya başladığı için bunu uzun süre yapamıyordum.

İkinci bardağımı da bitirince bir kere daha doldurdum. Bu defa düşüncelerim kırmızıya boyanmış dudaklarımdan kendini salıveriyordu.

"Rigel diğer krallardan daha güçlü," diye mırıldandım. Elimdeki bardağı artık o kadar da sağlam bir şekilde tutmuyordum.

Konuşmamla birlikte ikisi de bana döndü.

"Bunu nereden biliyorsun?" diye sordu Elio.

Üzerime çöken ağırlıkla zar zor omuz silktim. "Eşit değiller gibi. Daha çok Rigel'in emrindeler gibi."

Nora da kendi düşünceleri arasından beni onayladı. "Haklısın. Rigel kralların kralı gibiydi."

"Peki ama neden?"

Sustuk. Bunun cevabını bilmiyordum. Nora da bilmiyordu. Haru ve Pulan neden Rigel'e hizmet ediyor gibi görünsünler ki? Onlar da tıpkı Rigel gibi birer krallardı. Hiçbiri bir diğerinden daha üstün olamazdı.

"Belki de Yıldız Krallığı olduğu içindir," dedi Nora.

Başımı iki yana salladım. "Sanmıyorum. O da asırlardır ortalıklarda yoktu. Nasıl zaman içerisinde sen benden daha güçlü olabiliyorsan diğer krallar da Rigel'den daha güçlü olmalıydı." Yeniden içkimi yudumladım. Bardağı havaya kaldırıp inceledim. "Buna ne koymuşlar böyle? Dehşet bir tadı var. Muhteşem." Artık kelimeleri ağzımda yuvarlıyordum.

Elio hızlı adımlarla yanıma geldi ve önüme çöktü. Elimdeki bardağı aldı ve masaya bıraktı. Odaklanmamı ister gibi bana baktı. "Aklından neler geçiyor, Diana?" diye sordu merakla.

Elio'nun üstü çıplaktı. Ve galiba ben de birazcık kafayı bulmuştum. O benim en yakın arkadaşlarımdan biriydi ama yanımda cezbedici vücuduyla dikiliyordu. Gömleği üstünde değildi. Bronz teni tıpkı bir Güneş gibi parlıyor ve sıcaklık yayıyordu. İnsanın dokunası geliyordu.

Gözlerimle onu süzerken kaşlarımı çattım. "Beş yüz yıl boyunca vücut mu çalıştın sen?" diye ağzımda geveledim. İşaret parmağımla sakıncalı bir unsura dokunuyormuşum gibi göğsünü dürttüm. Şaşkınca gözlerim açıldı. "Vay be."

Parlak beyaz dişleriyle gülümserken bileğimden yakaladı. "Söylediklerin her ne kadar hoşuma gitse de şu an eğlence zamanı değil Prenses."

Onu duymadım. Gözlerim parlak, geniş omuzlarına takılmıştı. Diğer elimle omzuna dokunca tüylerim ürperdi. "Ne kadar da ateşlisin," dedim.

Başını geriye atıp kahkaha attı. Söylediğim şeye neden bu kadar gülmüştü, anlamamıştım. Ancak biraz sonra farkına varınca elimi hemen geri çektim. Sanki ağzımdan çıkan sözcükler önce odada uzunca bir tur atıyor, daha sonra kulaklarıma ulaşıyordu.

"Demek istediğim, ateş gibi sıcaksın," dedim panikle. "Yanıyorsun. Ateş gibi. Of sıcaksın işte Elio!" diye durumu batırdıkça batırdım. Yanaklarımın delicesine ısındığını hissettim.

Elio keyifle gülmeye devam etti. Biraz geriledi ve pazılarını sıktı. Daha sonra moda dergilerine poz verir gibi şekilden şekle girerek şov yaptı.

"Böyle de ateşli miyim Bayan Acemi?"

Gösterişçi ukala.

Nora boğazını temizleyince odaklanıp ona döndüm. Kollarını göğsünde kavuşturmuş sinirli bir şekilde bakıyordu.

"Hani sen Ay Prensesi'sin ya, o da Güneş Prensi. Sen soğuksun o da sıcak. E doğal olarak," diye durumu dağıtmaya çalıştı. Sonra Elio'ya döndü. "Üstünü giy."

Elio bana göz kırparak ve hala sırıtarak ayağa kalktı ve kenara attığı gömleğini üstüne geçirdi. Ancak düğmelerinden sadece birini kapattı. Ona bakmamak için başımı başka yöne çevirmeye zorladım kendimi.

"Ne diyordun?" dedi Nora.

Masadaki bardağıma uzanıp aceleyle şarabı son damlasına kadar içtim. Yeniden doldurunca arkama yaslandım. Gözlerimi kapatıp elimle alnımı kırıştırdım.

"Neden Davin'in her şeyden haberi varken Elio'nun yok?" Gözlerimi açıp Elio'ya döndüm.

Güneş Prensi'nin az önceki keyifli suratı birdenbire silindi.

"Çünkü benim asla böyle bir şey yapmayacağımı biliyorlardı," diye sesini yükselterek kendini savundu.

"Hayır," dedim. "Başka bir şey olmalı."

"Ne gibi bir şey, Diana? Ağzındaki baklayı çıkar," dedi Nora.

Başımı salladım. "Bilmiyorum. Her şey çok saçma." Sert içkimden büyük bir yudum aldım. Başım çok fena dönmeye başlamıştı. Oda etrafımda dönerken gözlerimi kırpıştırdım. "Başka bir kehanet daha var demiştin. Ama kehaneti hiç söylemedin."

"Başka bir kehanet daha mı var?" diye sordu Elio.

"Evet," dedi Nora.

"Bunu neden bana söylemedin?"

"Diana'yla Davin'i bulmaya gittiğinizde son anda öğrenmiştik."

Prensler... Onları sakın yalnız bırakma.

Bu cümleyi yeniden hatırlayınca kaşlarımı çattım. "Bana kehaneti söyle," dedim dikleşerek. Gözlerimi ovuşturdum.

Nora derin bir nefes aldı.

"Binlerce asır gelip geçti,

Güç savaşları bitmek bilmedi.

Denge sarsılacak ve olmamış güç peydahlanacak.

Gündüz ve gece birbirine bulanacak.

Güneş ve Yıldız gardını alacak.

Gökyüzü kanla süslenirken,

Gecenin Prensleri bir uğurda çarpışacak."

Tıpkı benim takıldığım gibi Elio da aynı noktaya takılmıştı. "Gecenin Prensleri mi?"

"Sadece bir tane Gece Prensi var," diye mırıldandım. Nora'ya döndüm. Bir kâhin olarak bu kehaneti çoktan çözmüş olmalıydı. "Sen ne düşünüyorsun?"

"Aslında..." Sanki söyleyeceği şeyleri henüz duymaya hazır değilmişiz gibi temkinliydi. "Kehaneti çözmüş olabilirim."

Ayakta dikilmekten vazgeçip yanıma oturunca Elio da ilgiyle aynanın önündeki makyaj sandalyesini çekip oturdu.

Nora ikimizin de nabzını ölçercesine baktı.

"Anlatsana," dedi Elio.

Nora gergince, tıpkı Elio'nun yaptığı gibi, elleriyle saçlarını geriye doğru taradı. "Pekâlâ." Derin derin nefesler aldı art arda. "Binlerce asır gelip geçti, güç savaşları bitmek bilmedi, bu kısım Öz'ün aslında o kadar da temiz bir geçmişe sahip olmadığını söylüyor."

"Nasıl yani?" diye sordum şaşkınlıkla.

"Kehanetin en açık olan kısmı burası," diye açıklama yapmaya başladı Nora. "Tıpkı Rigel gibi geçmişte de buna benzer çıkıntılar olmuş olabilir."

"Bu mümkün değil!" dedi Elio. "Öz barış içerisinde yaşayan bir yerdir. Rigel yalnızca kendini bilmez biri. O gerçek bir soylu bile değil! Bir veliahtla evlenmemiş olmasaydı yalnızca sıradan bir insan olacaktı."

"Ama evlendi ve o artık bir kral," dedim. Nora'ya döndüm. "Devam et."

"Denge sarsılacak ve olmamış güç peydahlanacak, denge sarsıldı ve sen çoktan doğdun. Olmamış güç sensin."

Mantıklıydı. Anladığımı belli edercesine başımı salladım.

"Gündüz ve gece birbirine bulanacak, Güneş'in, Ay'ın ve Yıldızlar'ın kaybolmasından bahsediyor. Güneş ve Yıldız gardını alacak, bu ise..."

Gözlerimin içine baktı. Aramızda geçen sessiz diyalogdan sonra aynı anda Elio'ya döndük.

"Prensler... Onları sakın yalnız bırakma," dedim.

"Evet."

"Ne demeye çalışıyorsunuz?" diye sordu Elio.

"Davin'i aramaya gitmeden önce Arya bana bu cümleyi fısıldamıştı," dedim. "Sen ve Davin'i yalnız bırakmamamı söylemek istediğini sanmıştım, ki öyle de oldu. Her fırsatta birbirinize giriyordunuz."

"Kehaneti Arya da mı biliyor yani?" dedi şaşkınlık ile kızgınlık arasında gidip gelerek.

"Beraber bulduk," dedi Nora.

Elio yüzünü buruşturdu. "O halde Davin'le gerçekten savaşacağım, öyle mi?"

Nora yalnızca başını salladı.

Kehanetin devamını söylemek istemiyor gibiydi. Uzanıp elini tuttum. "Devam et."

"Gökyüzü kanla süslenirken..." Boğazı düğümlenmişti. Davin veya Elio'nun ölebileceği anlamına geldiğini düşünüyor olmalıydı. Boğazını temizledi. "Gecenin Prensleri bir uğurda çarpışacak."

Açıklama yapmak yerine önce sustu. Sadece gözlerimin içine baktı. Bakışları bana anla diyordu. Başını hafifçe Elio'nun olduğu tarafa yatırdı. Kaşlarımı çattım.

"Belki de bir Ay Prensi..."

Ne demeye çalıştığını anlayınca nefesim kesildi. Elimdeki bardak yere düştü ve mermer zeminde yankılandı. Kırmızı şarap elbisemin eteklerini ıslattı, sıçradı ve ulaşabildiği her yere bulaştı. Gözlerim usulca yanmaya başladı ve göz yaşlarımla beraber ağzımdan bir hıçkırık kaçtı. Elimle hemen ağzımı kapattım.

"Bir Ay Prensi mi var?" diye sordu Elio soğuk kanlılıkla.

Bir Ay Prensi...

Benim bir kardeşim mi vardı?

Nora'nın altın rengi gözlerinde donakaldım. Bu mümkün olabilir miydi? Yıllarca herkesten gizlenmiş bir Ay Prensi var olabilir miydi? Kimsenin varlığını bile bilmediği bir Ay Prensi...

Kanımda dolaşan alkol veya yanımda bulunan Güneş'in çocukları... Her neyse artık, bu oda bana dayanılmaz derecede sıcak gelmeye başlamıştı. Sırtımdan aşağıya doğru alevlerden bir akıntı akıyor gibiydi. Ne hissedeceğimi, söylemem gerektiğini kesinlikle bilmiyordum. Bir sona yaklaştığımı düşündüğüm her an yeni bir kavşak karşıma çıkıyordu. Tercihler ve tercih edilemeyenler... Sırlar ve yalan dolanlar... Gerçekler ve asla bilinmeyenler... Birbirine dolanmış bir ipliği elime tutuşturmuşlar kördüğümün içerisinde boğulmamı seyrediyorlardı sanki. Her geçen gün başka bir saklanmış gerçeği öğreniyordum ancak yüzüme alışıldık bir maske giydiremiyordum. Ne tepki vereceğimi hala öğrenemiyordum. Her defasında aynı hayal kırıklığıyla ilk defa karşılaşırcasına tekrar tekrar yaşıyordum ancak bir türlü alışamıyordum. Çünkü her biri birbirinden beterdi. Diğerinin şokunu henüz atlatamadan bir diğerine tosluyordum. Yenisiyle karşılaşınca diğerinin acısını hissedemez hale geliyordum. Hayatımın tam ortasına açılan bu yaraların büyük kısmında kanama durmuştu ama asla kabuk bağlamamıştı. Ve sanki hayat buna asla izin vermemeye yeminli gibiydi.

Kalbimde dayanılmaz bir acı hissetmeye başlayınca inledim. Elio hemen ayaklanıp kapıya yöneldi. Alkolün beni uyuşturmasından dolayı ne olduğunu anlamamıştım. Elio'nun Elvis'e seslendiğini ve bir şifacı çağırmasını emrettiğini buğulu bir şekilde duymuştum.

Birkaç dakika sonra bir şifacı geldi. Odada Elio'nun veya Elvis'in olmasını umursamadan elbisemin askılarını hızlıca indirip bandajları sökmeye başladı. Elbisemin askısını indirir indirmez Elvis arkasını dönüp odadan çıktı. O çıktıktan sonra iki tane su elfi içeri girdi.

Tir tir titremeye başladım. Yanıyor, aynı zamanda donuyordum. Arada kalmıştım.

Şifacı büyük bir şişeyi acelece çantasından çıkarıp Nora'ya uzattı. Nora onun bir şey söylemesini beklemeden yatağın yanındaki komodinin üzerindeki bardağı almak üzere koştu. Sıvıyı bardağa boşaltıp içmem için ağzıma götürdü. Kokuyu aldığım an itiraz etmeden yudumladım. Yine o pembe sıvıydı. İçtikçe hararetim de üşümem de geçer gibi oldu. Ancak sırtıma yayılan sıcaklığı daha net hissedebiliyordum.

Gözlerimi kırptım ve yeniden açtığımda artık kimse yoktu. Şifacılar gitmişti. Nora'nın odasında değil kendi odamdaydım artık. Doğrulmaya çalıştığımda ise beni engelleyen keskin acılarım oldu.

Görüşümün netleşmesi için olduğum yerde kaldım. Yüzüstü yatırılmıştım. Yan taraftaki duvarı seyretmeye koyuldum. Başım delicesine ağrıyordu. Tam şu anda bütün ağrılarımı net bir şekilde hissedebiliyordum.

Ne olduğunu hatırlamaya başlayınca önce şaşkınlık ve heyecanla kalbim hızlanmaya başladı. Daha sonra da her birini unutmak istercesine çaresizlikle gözlerimi kapattım. Nora daha önce hiçbir kehaneti yanlış yorumlamamıştı. Her zaman tam on ikiden vurmuştu. Bu defa yanılmış olabilir miydi? İlk kehaneti öngörememişti ve bu kehanet de kendini daha sonra göstermişti. Art arda iki defa kahinlik görevinde aksama yaşamışken bir defa olsun yorumlamada yanılmış olamaz mıydı? Peki acaba ben gerçekten de yanılmasını istiyor muydum?

Çocukken hiç bu tür şeylerin farkında olmamıştım. Ben en küçükleriydim. Davin'den, hatta Elio'dan bile on yıllar sonra doğmuştum. Zaten Öz'de sürekli barış halinde yaşadığımız için beşimiz de çok yakın büyütülmüştük. Krallık özlerinin eğitimleri dışında aldığımız soyluluk eğitimlerini her zaman beraber almıştık. Bu yüzden kardeşim olup olmaması pek umurumda değildi, ki bunun ne demek olduğunu algılayamayacak kadar da küçüktüm. Ancak yaşımız ilerledikçe bazı şeyler konusunda eksik kaldığımı hissediyordum. Ergenliğe girdiğimiz dönemlerde Davin'in Arya'ya, Elio'nun da Nora'ya karşı çok farklı boyutlarda bir düşkünlüklerinin olduğunu fark etmiştim. Evet, prensesler onların ablalarıydı, hatta Arya ve Davin ikizdi ancak prensler doğdukları andan itibaren koruyucu olmakla aşılandıkları için daha çok onlar ağabeylermiş gibiydi. Yapılan her işte önce Arya ve Nora'ya sahip çıkılırdı daha sonra da bana. Yediğimiz her yemekte önce Arya ve Nora'nın yemek yemelerini beklerlerdi ve eğer prensesler doymazlarsa kendi paylarından onlarla paylaşırlardı. Daha sonra da koruyuculuk yaptıkları için tatmin olmuş bir ifadeyle kendi yemeklerine dönerlerdi. Ay, Yıldız ve Güneş Prensesleri olarak leydilik dersleri alırken bile küçücük boylarıyla muhafızların yanında başları dik dururlar, gözlerini bir an olsun ablalarından ayırmazlardı. Günler geçip ben de tıpkı onlar gibi yaş aldıkça bu tür detayları daha çok fark eder olmuştum. Sonra da sorgulamaya başlamıştım. Benim neden bir kardeşim yok?

Hafızam kayıpken bile Lucas, Pyro ve Kale hakkında neler düşündüğümü anımsadım. Hiçbir şekilde prenseslerin rahatından ödün vermiyorlardı. Hatta bir keresinde bu soruyu dile getirmiştim onlara. Ve bana bir prensesin nasıl dünyaya geldiğini anlatmışlardı. O soruyu sorarken aklımda bir kardeşim olsa nasıl olurdu diye bir fikrim yoktu çünkü olsa bile onu hatırlamıyor olacaktım. Ancak bilinçaltımın derinliklerine sızmış bu açıklık beni o durumdayken bile gafil avlamıştı.

Davin ve Elio'nun, Arya ve Nora'ya olan ilgilerini babama sığınarak karşılamaya çalışıyordum. Güneş ve Yıldız Krallarının yapmadığı her şeyi Ay Kralı benim için yapıyordu. Seve seve krallığını bir kenara bırakıp benimle ben nasıl istersem öyle ilgileniyordu. Hatta eğitimlerime sadece Elio ve Davin gibi beni izlemesi için gelmesini istiyordum ve o bir kere bile beni kırmamıştı. Her defasında genç koruyucuların yanında o da ayakta dikilir ve bir an olsun gözlerini benden ayırmazdı. Bu durum annemin yani Ay Kraliçesi'nin sinirlerini bozardı. Diğer kralların ya da prenseslerin böyle yapmadığını ve biraz daha soylu gibi davranmamız gerektiğinden bahseder dururdu. Yine de Ay Kralı biricik kızının kalbini kırmamak için kraliçesinin emirlerini çiğnemekten hiçbir şekilde çekinmezdi. Birlikte bir Ay soylusuna çılgınca gelebilecek şeyleri yapardık.

Olmayan kardeşimin boşluğunu babamla dolduruyordum. Şimdiyse varlığından şüphe ettiğim babamın boşluğunu bir anda ortaya çıkan kardeşim doldurabilecek miydi?

Kapı tıklatıldı ve ben hevesle gözlerimi açtım. Sonunda Elvis bana yardım etmeye gelmişti. Yanağımda yatak izi çıktığına emindim.

"Elvis," dedim tatlı tatlı ismini uzatarak. "Sonunda geldin. Yatağa yapıştım şurada. Yardım et de kalkayım."

Elvis yanıma geldi. Yüzünü göremedim ancak giydiği kıyafetlerin normal muhafız üniformalarına benzemediğini anlayınca kaşlarımı çattım.

"Ne o? Tarzını mı değiştirdin?" dedim alayla.

Omuzlarımdan tutup beni kaldırdı. Dikkatle oturmamı sağladıktan sonra o da benimle birlikte yatağa oturdu. Ve yüzünü gördüm.

Davin.

Gece Prensi.

Yıldız Prensi.

Ölüm Meleği.

Bana ihanet eden sevgilim.

Maviliklerim onun derin gri gözleriyle çarpıştığı an kapıya döndüm ve Elvis'e seslenmek için derin bir nefes çektim içime. Tam bağıracağım sırada eliyle ağzımı kapattı ve diğer eliyle beni sabitlemek için sardı.

"Sana zarar vermeyeceğim, sakin ol," diye fısıldadı. Ağrılarıma rağmen ondan kurtulmaya çalıştım. "Canının acıdığını biliyorum. Lütfen, sadece konuşmak istiyorum," dedi.

Delici bakışlarımdaki korkuyu silip atamadan ona baktım. Korkuyla göğsüm inip kalkıyor ve gözlerim yanmaya başlıyordu. Bana asla zarar vermeyeceğini her zaman biliyordum. Ancak Rigel'e yardım ettiğini ve bundan çok daha fazlasını yaptığını öğrendiğimden beri onu artık tanıyamıyordum. O benim tanıdığım Davin değildi.

Hızlı hızlı nefes alışlarımın ardından atan kalbim, beni saran kollarına çarparak ona ulaşıyordu. Tepkim hayal kırıklığı yaşadığını gözlerine yansıtıyordu.

"Bu kadar mı korkuyorsun benden?" dedi cevabı duymak istemeyerek.

Başımı yana çektim, ellerinden kurtulmak için. Ancak beni bırakmadı. Eline rağmen konuşmaya çalışınca sesim boğuk ve anlamsız çıktı. Bana güvenmiyordu. Elini çektiği an çığlık atacağımı biliyordu. Bu yüzden bütün gücümle dişlerimi tenine geçirdim.

Hiçbir şey olmadı.

Bir mimiği bile oynamadı.

Bıkkınca nefes verdi. "Çığlık atmayacağına söz verirsen seni bırakırım."

Tek kaşımı kaldırdım. O da aynı şekilde kaldırdı. Gözlerimi devirip hafifçe başımı salladım.

"Birilerine 'seslenmek' de buna dahil," diye uyardı. Daha önce yaptığım kelime oyunlarını ima ediyordu. Tamam haklıydı, ama çığlık atmayacaksın dedi 'seslenmeyeceksin' demedi. "Vurmak da yok."

İtiraz edercesine kaşlarımı çattım. Ancak inatla bana bakmaya devam ediyordu. Yeniden başımı sallayınca beni bıraktı.

"Bu halde nasıl vurayım ki," dedim. "Aptal," diye mırıldandım.

"Anlamadım?" Gayet de anlamıştı.

"Uzaklaş," dedim düz bir sesle. Beni tuttuğu için oldukça yakındık.

İkiletmeden geri çekildi ve ayağa kalktı. Etrafına şöyle bir bakındıktan sonra aynanın önündeki makyaj sandalyesine doğru ilerledi. Sandalyeyi kaptı ve yanıma kuruldu. Rahatça yerine yerleşmesini izlerken onu inceliyordum ben de. Her zamanki gibi siyahlara bürünmüştü. Deri bir pantolon ve salaş bir gömlek giymişti. Saçlarındaki Yıldızlar her hareketiyle ışıldıyorlardı. Bembeyaz teninden yayılan soğuk sis kokusu ciğerlerime dolunca ürpermeme neden oluyordu. Soğuk kokuyordu ancak yanında olmak sıcacık hissetmeme sebep oluyordu. Bir ölü gibi soğuktu ama bir Yıldız kadar da yakıcıydı.

Özlem dolu bakışlarım üzerinde gezinirken bunu gördü ve nefesini sertçe vererek gülümsedi. Kendimi düzelttim ve kollarımı göğsümde bağladım.

"Ne istiyorsun?"

"Konuşmak."

"Ne hakkında?"

Ne mi hakkında, Diana? Tabi ki her şey!

Ben hatalarından ve yaptıklarından dolayı özür dilemesini, belki de her şeyin saçma bir yanlış anlaşılmadan ibaret olduğunu söylemesini beklerken o çok başka bir yerden başladı konuşmaya.

"Beni neden terk ettin?"

"Ne?"

"Beni. Neden. Terk. Ettin?" diye kelime kelime tekrar etti.

Öylece ona baktım. Tanrım! Burada yalnızdık ve ben her şeyi hatırlıyordum. Onun için yaptığım tüm fedakarlıkları hatırlıyor ve onun ihanetlerini biliyordum. Aynı zamanda arzu dolu bakışlarının da neye benzediğini hatırlıyor ve şu anda üzerimde gezindiğini biliyordum. Onu kendime çekip defalarca öpmek istiyordum, bir daha hiç bırakmamak istiyordum ama gururum buna izin vermezdi. Bana, bize, Öz'e yaptıklarından sonra bu bir daha olamazdı.

Gözlerimi diktim meydan okurcasına. "Neden babana yardım ediyorsun?"

"Beni neden terk ettin Diana?" diye diretti sorusunu. Bu defa üslubu daha sertti.

"Babana neden yardım ediyorsun Davin?" Aynı şekilde karşılık verdim.

Ofladı. Yüzünü birkaç saniyeliğine avuçlarına gömdü ve yeniden bana döndü. "Yardım falan ettiğim yok," dedi.

"O zaman Arya nerede?" diye sordum.

"Soyluların yanında da söylediğim gibi, beni alt etti ve babamın yanına gitti."

"Ve sen de buna izin verdin yani, öyle mi?" dedim inanmadığımı belli ederek.

"Tanrıça olan sen değil misin? Senin bile gücünün yetmediği birine ben nasıl engel olayım?"

Kahretsin! Çok mantıklı bir cevaptı.

Bir an için afalladım. Afalladığımı görünce memnun bir ifadeyle kollarını göğsünde birleştirip arkasına yaslandı. Boğazımı temizleyip dikleştim.

"Ben henüz o kadar güçlü değilim," dedim sinirlerime hâkim olmaya çalışarak.

"Ama Tanrıçasın ve hepimizden daha güçlüsün," dedi ve sırıttı.

"Sen de hatırladığımdan farklı büyülerini konuşturuyorsun. Aynısını da kardeşin için yapamadın mı?" dedim.

"Ne gibi?" diye sordu oldukça rahat bir ifadeyle.

"O büyü boşluğuna nasıl gelebildin?" dedim. Rahat duruşu kasılınca doğru noktaya parmak bastığımı anladım.

Öne doğru eğildi. "Yıllarca sizi aradım ve bir yolunu buldum," dedi rahatlığına dönerek.

"Kraliçeler bile bulamazken mi?"

"Krallar onları zehirliyordu," diye çıkıştı.

"Ve sen de kendi anneni mi zehirliyordun?" dedim sertçe.

Sustu. Sustuk. Gözlerimin içine baktı. Uzun süredir bakmadığı gibi bakmaya başladı. Ruhumu okurcasına gözleriyle beni delip geçiyordu. Ama bu defa kendi ruhunu da bana açmıştı. Görmemi ister gibiydi. Masum olduğuna inanmamı ister gibiydi. Ancak bu sessizliğin sürdüğü her geçen saniyede, masum olduğuna olan inancım biraz daha yitip gidiyordu.

Gözlerini sıkıca yumdu ve yeniden arkasına yaslanırken elleriyle saçlarını karıştırdı. Yıldız tozları melankolik bir ses çıkararak omuzlarına dökülürken yeniden gözlerini açtı.

"Bazı sorular, cevabı bulunmadan karanlığa karışır," dedi sakince.

"İnkâr etmiyorsun," dedim onun aksine sinirle.

"İtiraf etmiyorum," diye beni düzeltmek ister gibi bir ton takındı.

Bıkkınca bir nefes verdim. "Peki madem bir yolunu buldun, o halde neden daha erken gelmedin?" Neden beni daha erken kurtarmadın?

"Yapamadım," dedi.

"Neden yapamadın?"

"Çünkü bana engel oluyordun."

"Anlamadım?" dedim tükürürcesine. "Bir zaman boşluğunda hiçbir şeyi hatırlamazken sana engel mi oluyordum?" Bağırmaya başlamıştım.

"Evet," dedi soğukkanlılıkla.

İnanamayarak güldüm. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun?"

"Oradan bakınca öyle mi duruyorum?" Hala ona inanamayarak bakınca yeniden öne eğildi. "O gece sen gittiğinde ruhun seni koruyacak kadar güç toplamıştı. Sen bunu hatırlamasan bile ruhun biliyor ve seni koruyordu," dedi.

Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. "Sen... Bunu nereden biliyorsun?"

"Bazı sorular, cevabı bulunmadan karanlığa karışır," dedi yeniden.

Öfkeyle soludum. Yumruklarımı sıkarken bir yandan çığlık atmamak için direniyordum.

Titrek bir nefes aldım. "O portasyonu nasıl yaptın peki?" dedim.

"Hangi portasyonu?"

"Elio ve beni başka yere, kendini başka yere yolladığın portasyonu."

Omuz silkti. "Beş yüz yıl boyunca hiçbir şey yapmadan duracak değildim. Ben de tıpkı diğerleri gibi güçlendim," dedi.

"Bu kadar mı?" dedim inanmayarak.

"Bu kadar," dedi kendinden emin bir şekilde.

"İyi," dedim ve sinirle yerime sindim.

Sandalyeden kalktı ve yatağa, karşıma oturdu. Kaşlarımı çattım. Çok yakınımdaydı. Elleri saçlarıma uzanınca refleksle geri çekildim ama yanıma yaklaştı ve kısalmış saçlarımı okşamaya başladı.

"Beni neden terk ettin Diana?" dedi melodik bir tonda. Gözlerime bakmamış, eliyle oynadığı saçımın dansına kaptırmıştı kendini.

Elimin tersiyle saçımı ondan kurtardım. "Her şeyi biliyorsun ya. Bunu da biliyorsundur."

Yine saçıma uzandı. Ve yine onu engelleyeceğim sırada elimi tuttu. Bu defa gözlerimin içine baktı. Başını hafifçe iki yana salladı. "Bilmiyorum," dedi.

"Bilmiyor musun?" dedim şaşkınca.

"Hayır bilmiyorum. Senden duymadığım sürece hiçbir şeyi tam olarak bilmiyorum."

Nefesinin yüzüme vurduğunu hissedeceğim kadar yakınlaşmıştı. Soğuk nefesi tenime her değiştiğinde ürperiyordum ama aynı zamanda orada kaybolmak istiyordum.

Yutkundum. Bu kadar yakınımda olması düşünmeden cevap vermeme sebep oluyordu. "Seni korumak için," deyiverdim. Ama bunu dediğim anda pişman olmuştum.

Bu cevabı tahmin edercesine sırıttı. "Unutmamı sağlayarak beni koruyacağını mı düşünüyordun peki?"

"Ama unutmadın," dedim kendimi aklamak istercesine.

Dikleşti ve geri çekildi. Kendini kasarak gülmeye başladı. Elleriyle gergince sakalını sıvazladı. "Seni nasıl unutabilirdim ki?" dedi. "Buna hakkın olduğunu nasıl düşünebildin?" Sesi yükseldi.

"Bana sesini yükseltme," dedim dişlerimi sıkarak. Onu omuzlarından ittim. Beni suçlayamazdı. Onu korumaya çalıştığım için her şey benim hatammış gibi davranamazdı. "Buna dünden hazır olduğumu mu düşünüyordun? Başka çarem yoktu!"

"Bu kadar kolay yapabiliyorsan dünden hazırmışsın demek ki," diye dişlerini sıkarak konuştu o da.

İnanamayarak gülmeye başladım. "Senden ayrılmak çok mu kolaydı sanıyorsun? Beni unutmanı izlemekten zevk mi aldığımı düşünüyorsun? Eğer öyleyse gerçekleri duy benden. Bir zerre dahi zevk almadım!" Gözlerim yanmaya başlamıştı. Sesim istediğim gibi sert çıkmıyordu artık. "Sana bir şeyleri belli etmemek için mutlu gibi davranmak kolay değildi Davin. Beni, yaşadıklarımızı unutmanı izlemek kolay değildi!"

Delicesine bana bakıyordu. Daha önce görmediğim kadar sinirlenmişti. Burnundan soluyor, öfkesine hâkim olmak için kendi içinde savaşıyordu. Gri gözleri, karanlığın en koyu tonuna bürünmüştü.

"Senin ölmeni izlemek kolay mıydı sanıyorsun?" Sesi çatlamıştı. Ama yine de öfkeyle soluyordu. Gözlerimden yaşlar çoktan akmaya başlamıştı. "Senin çığlıklarının ortasında durup hiçbir şey yapamamak kolay mıydı sanıyorsun?"

Sözleriyle ya da belki de ses tonunun çaresizliğiyle göğsümden bir hıçkırık koptu. Onun açısından hiç düşünmemiştim. Onun ne hissettiğini hiç düşünmemiştim. Ben yalnızca o an Arya'nın gözlerinde takılı kalmış, kendi çığlıklarımdan başka bir ses duyamaz olmuştum. Ama o da oradaydı. Hatta ben onun kollarının arasındaydım. Empati yapmaya cüret ettiğimde ise bambaşka bir his kuşattı etrafımı. Tüylerim ürperdi.

"Elçi seni öldürecekti," dedim kısık sesle. Gözlerimi kapatmış, özgürce akmasına izin vermiştim.

"Ve sen de kendini mi öldürmeyi seçtin?" Hala suçlayıcı tonda konuşuyordu.

Aniden gözlerimi açıp ona baktım. "Başka çarem yoktu!" diye bağırdım bu defa.

"Vardı, Diana. Bana her şeyi söyleyebilirdin. Seni korumak için her şeyi yapardım. Kendi isteğimle senden ayrı kalabilirdim."

Başımı iki yana salladım. "Bunun olamayacağını ikimiz de biliyoruz."

"O halde bıraksaydın, beni öldürseydi," diye o da bağırdı bu defa.

"Sen aklını mı kaçırdın?" Onu sertçe yeniden ittirdim. "Seni öldürmesine nasıl izin verirdim?" Ellerimi saçlarımın arasına daldırdım. "Benim yüzümden ölmene asla izin vermezdim!"

"Ama sen benim yüzümden öldün." Bağırmıyordu artık. Sadece buz gibi sesiyle ruhumu delip geçiyordu.

Hıçkırıklarımın arasından ben bağırmaya devam ediyordum. "Unutmanı sağlamak istedim."

"Ama unutmadım," diye dişlerini sıkarak konuştu. Omuzlarımdan tutup beni sarstı. "Her şeyi, her bir saniyesini, her detayı, bütün o acı çığlıklarını hala hatırlıyorum. Yıllarca hatırladım. Akıttığın her kanda defalarca boğuldum. Attığın her çığlıkta defalarca kül oldum. Seni kurtaramadığım her milisaniye için yıllarca kendi içimde kavruldum. Ama bir kere bile unutmadım."

Her bir kelimesi tane tane kalbime çarptı. Birer birer izini bıraktı ruhumda. Teker teker nefesimi kesti.

"Unutmalıydın," diye çıkıştım onca sözüne rağmen. Belki de kendimi haklı çıkarmaya çalışıyordum. Belki de ona kendimi kanıtlamaya çalışıyordum. Ya da belki onun haklı çıkmasını engellemeye çalışıyordum.

"Unutamadım!" diye var gücüyle bağırdı.

"Unutsaydın!"

Delici gözleriyle baktı bana. Beni öldürecek gibi bakıyordu. Sabrının sınırına geldiğini belli eden bu bakışları daha önce hiçbir yerde görmemiştim. Elio'yla bile kavga ederken bile bu kadar köpürmemişti. Şimdi bütün kötülüğüyle karşımda duruyordu. Beni bir kere daha öldürmemek için kendini çok zor tutuyordu.

Öne doğru hamle yaptığında vuracağını düşünerek irkildim. Ama o vurmak yerine öldürücü darbesini yapmayı tercih etmişti.

Sertçe boynumu kavradı ve bir saniye bile duraksamadan dudaklarıma yapıştı. Ani hamlesinin şokuyla gözlerim kocaman açılmıştı ancak o bütün bunların hıncını alırcasına beni öperken gözlerini kapamıştı. Ensemden aşağıya bir ürperti inince hareketlenip onu göğsünden ittirmeye çalıştım. Fakat benim uyguladığım kuvvete karşı o, bana daha çok çekiliyordu. Bütün gücümü kullanıp yeniden denediğimde ise boşta olan elini belime yerleştirip beni daha çok kendine çekti. İşte o an yeniden fark ettim. Onu ne kadar özlediğimi ne kadar istediğimi yeniden fark ettim. Karşı koyuyordum ama bunu istemiyordum. Karşı koysam bile buna izin vermiyordu. Şimdi, göğüslerimiz birbirine değerken ben de pes etmiştim.

Gururumu bir kenara atmıştım. Beni vahice öptüğü her saniye ruhum şaha kalkıyordu. Ruhum, bütün yara izlerini bu an için bir köşeye bırakmış, anın tadını çıkarıyordu. Soğuk nefesi ama yakıcı dudakları... Tenime değdiği her an ürpermeme sebep oluyordu. Gece sisleriyle donatılmış gibi korkutucu bir huzura çekiliyordum. Tehlikeli bir huzura doğru kör adımlar atıyordum.

Ve yine o günaha çekiliyorduk. Sakıncalı olduğunu bile bile yeniden birbirimize yöneliyorduk. Her defasında inkâr ettiğim bu günahın içerisinde boğulmak için fırsat kolluyormuşum meğer.

Ellerimi karanlık saçlarının içine geçirdim. Yıldız tozları parmaklarıma değdikçe iç gıdıklayıcı bir hisle doluyordum. Benim ellerim boynunda ve saçlarında narince dolaşırken, o hunharca beni sahiplenmeye çalışıyordu. Elleri bedenimde acelesizce dolaşıyor, beni yeniden hatırlamak istiyordu. Öptüğü her saniye alevlere meydan okuyan bedenim, onun buz gibi dokunuşuyla yanıyordu.

Usulca geri çekildi. Dudaklarımız arasında neredeyse hiç mesafe yoktu. Nefeslerimiz birbirine değiyor ve bir ahenk oluştururcasına havaya dağılıyordu.

Göğsü inip kalkarken bile birbirine değer dudaklarımıza rağmen fısıldayarak konuştu.

"Gece midir insanı günaha sürükleyen, yoksa insan mıdır günaha aldanmak için geceyi bekleyen?"

"Gece biziz," dedim soluk soluğa.

"O halde günah da biziz."

Yeniden beni öpmeye başladı. Ama bu defa az öncekinden daha sakindi. Hatırlamaya çalışır gibi öpüyordu. Son öpücüğümüzü hatırlamak ve hatırlatmak istiyordu.

Dudaklarımdan ayrıldı ve yanağıma son bir öpücük kondurdu. Başımı omzuna dayadım ve isyan edercesine göğsünü yumrukladım.

"Senden nefret ediyorum," dedim gözyaşlarımın arasından.

Bana bunu yapmaya hakkı yoktu. Onca şeyden sonra hiçbir şey olmamış gibi bunu yapmaya hakkı yoktu. Beni tekrar kendine aşık etmeye hakkı yoktu. Her şeyi unutmak isterken kafamı karıştırmaya hiç mi hiç hakkı yoktu.

Geri çekildi ve gözlerimin içine baktı. Elinin tersiyle gözyaşlarımı sildi.

Başımı iki yana salladım. "Bunu yapmaya hakkın yok."

Beni duymazdan geldi. "Gerçek aşk Gökyüzü'ne yazılı mıdır, yoksa onu kendimiz mi yaratıyoruz?" dedi düşünceli bir tonda. Cevap vermemi beklemeden kalktı ve kapıya yöneldi.

Kapıyı açtığı anda nöbette olan Elvis şaşkınlıkla donakaldı.

"Prensim," diye reverans yaptı. "Ne zaman geldiniz?"

Davin onu umursamayıp yanından geçip gitti. Elvis benim şaşkın halimi ve ıslak gözlerimi görünce hemen içeri girdi.

"Size bir şey yaptı mı?" diye sordu panikle.

Burnumu çekip başımı iki yana salladım. "Buraya geldiğini kimseye söyleme," dedim.

"Diğer muhafızlar onu çıkarken gördüler, efendim."

Çok sesli bir şekilde ofladım. Gergince saçlarımı geriye doğru taradım. Ben şimdi ne yapacaktım? Zaten darmadağın olan aklım daha da karışmıştı.

Elvis'e döndüm. Çaresizce ona sordum. "Söylesene Elvis, gerçek aşk Gökyüzü'nde yazılı mıdır yoksa onu kendimiz mi yaratıyoruz?"

Elvis'in kaşları önce havalandı, sonra çatıldı. "Anlamadım?"

Elimi havada salladım. "Boş ver gitsin. Bana çikolata bul," deyip örtüyü kafama kadar çektim.

Elvis bir şey söyleyecek gibi oldu ama ben örtüyü çekince sustu. Hızlı adımlarla odadan çıktı ve ben bir ton soru işaretiyle yeniden baş başa kaldım.

☀️🌙✨

// Dolu Kadehi Ters Tut, Selin : Olabilirdik

Davin'cileri şöyle alalım 😌

Continue Reading

You'll Also Like

2.5M 51.7K 100
Hunter called himself an archaeologist, but he was a modern day treasure hunter. Tiyana was a scientist devoted to her craft. They were passionate pe...
76.8K 2.6K 37
(Discontinued) -𝑀𝑎𝑙𝑒 𝑅𝑒𝑎𝑑𝑒𝑟 -𝐵𝑙𝑎𝑐𝑘 𝐶𝑙𝑜𝑣𝑒𝑟 𝑥 𝐺𝑒𝑛𝑠ℎ𝑖𝑛 𝐼𝑚𝑝𝑎𝑐𝑡 (A lot of characters are ooc) ༆𝐈𝐓'𝐒 𝐍𝐎 𝐁𝐈𝐆 𝐒𝐔�...
36.3K 446 32
Kazuto Kurotsuki or reincarnated as him and change his name to Kazuto Homura being 8th Mage and Master of Avenger, will make their move to their aven...
314K 12.9K 33
I turned around the corner of the building, testing to see if they would follow me, and they did. I headed all the way up to my room. The twins had j...