AKÇA

By SumeyyeDemirkan

67.2K 9K 6.4K

More

1.BÖLÜM: "TANIDIK YABANCI"
2.BÖLÜM: "KÖRDÜĞÜM"
3.BÖLÜM: "VİCDAN VE KALP"
4.BÖLÜM: "KOL DÜĞMELERİ"
5.BÖLÜM: "KALBE İLK KURŞUN"
6.BÖLÜM: "SİL BAŞTAN"
7.BÖLÜM: "DERİN İZLER"
8.BÖLÜM: ''KANLI YÜZÜKLER''
9.BÖLÜM: ''PORTAKAL ÇİÇEĞİ''
11.BÖLÜM: "DENİZLE TANIŞMA"
12.BÖLÜM: ''ŞÜPHE"
13. BÖLÜM: ''KALBİN TERAZİSİ''

10.BÖLÜM: ''SIFIRDAN BİRE"

4.1K 610 434
By SumeyyeDemirkan

Merhabalar, biz geldik! Oy vermeyi ve bol yorum bırakmayı ihmal etmeyelim. Heyecanlıyım, keyifle okuyun^^

Anıl Emre Daldal -B.

10.BÖLÜM: "SIFIRDAN BİRE"

Her şeyin yalan olduğu bir dünyada tek bir gerçeğim yoktu, adımdan başka.

Sanki bir gece uykuya dalmışım ve uyanmış hayata başka yerden başlamışım. Biri ölmüş biri gelmiş ve hayatın yalan demiş. Kalbim mi ağlasın ruhum mu dayansın buna? Söyleyin anne kaçıncı rüyadayım anlattığın sahte masallarla?

''Anlamadım?'' dedim şaşkınlıkla. ''Ben gerçekten anlamadım?''

Yavuz tedirgin olmuştu çünkü şu an pek de sağlıklı görünüyor sayılmazdım. Olduğu yerde durmaya devam ederken, ''Ahmer,'' dedi bir kez daha. ''Ferda olmadan önceki o kimsesiz kız çocuğu.''

Yavuz bana bir şeyleri açıklamak yerine işleri daha da zora sokmayı öğretiyordu. ''Dalga mı geçiyorsun?'' diye sordum gülerek. ''Ablam kimsesiz değildi, onun bir ailesi var.''

''O aile senin ailen değildi Akça,'' dedi Yavuz kararlı bir şekilde. ''Ferda senin ablan değildi.''

Donmuş kalmış bedenim sıcak daha doğrusu alaylı bir gülüşle eridiğinde, ''Saçmalıyorsun şu an,'' dedim ve çantamı aldığım gibi çıkmak istedim lakin buna mani oldu. Konuşmadı ama beni durdurmayı başardı. Gözlerine baktığımda korktuğumu fark ettim ama bunu ona hissettirmedim. Dudaklarımı ıslatıp bırakırken, ''Ya sen kimsin?'' diye sordum açık açık. ''Bu fotoğraflar, bu videolar... sen kimsin Yavuz?''

''Ben seni,'' deyip eliyle bacağının yanında hizaladığı mesafeyi gösterdi. ''Şu kadarcıktan beri bilen o kişiyim.''

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerimi sertçe kapatıp açtığımda, ''Ben şu an iyi değilim,'' dedim. ''Az önce film ardından ablamın...'' Elimi yüzüme götürüp indirdim. ''Bak...''

''Akça,'' dedi sakince Yavuz. ''Korkma ama bana inan çünkü zorundasın.''

''Neden zorundayım? Ya yalan söylüyorsan? Ya bu da bir oyunsa?''

''Bu hayatta sana yalan söylemeyecek tek kişiyim,'' dedi dümdüz bir sesle. Gözlerimin içine o kadar sert ama bir o kadar da yumuşak bakıyordu ki dokunsam kalbim ısınırdı ya da dokunsam ruhum donardı. ''Bana güvenmek zorundasın çünkü sana doğruyu söyleyen bir kişi bile yok.''

''Ablamı...'' dedim bu benim için zor olduğunda. ''Ablamı nereden biliyorsun? Onu nerden tanıyorsun?''

Yavuz sorumun üzerine gözlerini bir an olsun kırpmadı. Bakışlarımı ondan hiç çekmedim. Dik duruşumla karşısında durdum.

Yavuz temkinli ses tonuyla, ''Kimseye söylemeyeceğini söyler misin?'' diye sordu. ''Bu benim için çok özel.''

''Peki, söylemem.''

''Bu sır ikimiz de ölene kadar aramızda kalacaktı ama ben oyunu bozdum ve senin daha fazla üzülmeni istemiyorum,'' dedi gözlerini kıstığında. ''Ahmer hiçbir zaman bunu bilmeni istemezdi çünkü üzüleceğini biliyordu ama artık susamam.''

''Ahmer yani ablamın başka bir ailesi mi vardı?''

Duraksadı ve kafasını ağır ağır salladı.

Gözlerim dolduğunda kafamı öne eğdim titreyen parmaklarıma baktım. Ablama kızgın değildim sadece kırgındım ama kendime. Onu bilmediğim, onu tanımadığım onu daha fazla sevemediğim için kızgındım. Bilmediğim gerçekler benden tüm anılarımı silmişti.

''Ablanın bir ailesi vardı ama o bile bilmiyordu kim olduğunu,'' dedi Yavuz daha açık olurken. ''Hiçbir zaman da öğrenemedi. Sadece bir aileye verildi yani size.''

''Peki sen? Seninle ne zaman tanıştı?''

''Benim ilk arkadaşım Ahmer'di,'' dediğinde dudağında buruk bir tebessüm oluştu. Sanki anılarında diri diri yaşatıyordu onu. ''Düştüğünde dizlerine yara bandı yapıştırdığım, ilk yürüyüşüne şahit olduğum kardeşimdi.''

''Kardeşin?''

''Hayır öz değil,'' dedi kafamdaki kalabalığı engelleyerek. Derin bir nefes aldı ve konuşmak onu zorluyordu farkındaydım. ''Biz onunla esirgemede büyüdük Akça. Biz evlatlık çocuklarız.''

Ha?

Her şeyi bu kadar açık söylerken nasıl da her şey bu kadar karmaşıklaşabilirdi?

''Siz evlatlık derken?'' Parçaları zihnimde oturtmaya çalışıyordum ama o anlatsın istiyordum. ''Sen de mi?''

''Ben de öz ailemi bilmiyorum,'' dedi ardından. ''Ben de bu aileye evlatlık verildim ama o zamanlar çok küçüktüm ve hiçbir şeyin farkında değildim üstelik bizim gözümüzü ev diye açtığımız o yuva sadece kimsesiz çocuklardan oluşmuyordu. Özel ve farklı çocuklar da vardı ve Ahmer'le ben bu taraftaydık.''

''Ama Ardıç senin kardeşin ve babanın öz olduğunu söylemiştin.''

''Özür dilerim çünkü ben de sana yalan söyledim,'' dedi ve acele etti. ''Ama öyle olması gerekiyordu.''

''Peki şu an ne değişti?'' Sesim kısıktı ve ağlamaya yakındım.

''Şu an gözlerine baktığım bu kadın,'' dedi parlayan hareleriyle. ''Bana geçtiğimiz yıllardaki sahile vuran deniz kokusunu hissettiriyor ve ben onu çok özledim. Çünkü sen sır tutabileceğini düşündüğüm o deniz kıyısısın, Akça.''

Üst üste koyduğu taşlar bilmediğim şeylerdi ve bir taş daha koyarsa yıkılacaktım, bunun olmasını istemiyordum. Olduğum yere oturdum ve karanlık odadaki göremediğim bir noktaya baktım. Yavuz yanıma geldi ve oturdu. Yönünü bana çevirip ellerini birleştirerek bacaklarını hafifçe ayırdı. Ona bakamıyordum, bakarsam ağlardım. Ağlardım çünkü bir yalan bir gerçeği ancak bu kadar yıkabilirdi.

''Ablan sen doğmadan önce o aileye evlatlık verildi,'' dedi Yavuz açıklamalarına devam ederken. ''O gittiğinde çok üzüldüm çünkü yapayalnız kalmıştım ve hiç kimse yoktu. Sonra birkaç hafta geçti ve beni de bir aileye verdiler... Tesadüf bu ya onunla yeniden tanıştık. Evlatlık verildiğimiz aileler arkadaştı.''

Anlatmaya devam ediyordu, ben duyuyor muydum bilmiyordum.

''Sonra yedi sekiz yaşlarında yeniden kavuştuk işte,'' dedi daha açık konuştuğunda. ''Ve seni gördüm. Dört yaşında falandın...'' Gülümsemesini işittiğimde gözlerimi kapattım. ''Ahmer'le tanıştığımızı kimse bilmiyordu ve biz de kimseye söylemedik fakat ne olduysa bir anda biz Macaristan'a geri döndük.''

''Ablam da Macar mıydı?''

Sorum onu şaşırtmış olacaktı ki afalladı.

''Evet ama...''

Ekledim. ''Soyadı Varga mıydı?''

''Evet ama sen bunları nereden biliyorsun?''

Gülümsedim. ''Hayatta tek uyutulan kişi ben değilmişim demek ki.'' Kafamı kaldırıp gözlerine baktım. Ona yakındım ama ona bin ışık yılı kadar uzaktım. ''Günaydın Yavuz.''

Bana anlam veremediği bakışlarıyla yüzümde gezindiğinde, ''Kim söyledi sana?'' diye sordu.

''Fark eder mi?''

''Eder tabii ki,'' dedi. ''Bunları kimsenin bilmemesi gerekiyordu Akça, sana kim söyledi?''

''Neden kimse bilmiyor? Devlet sırrı mı?''

''Bir nevi.''

Kaşlarımı kaldırdım. ''Bir nevi ha?''

''Sırrımı saklayabilecek misin?'' diye sordu. ''Sana söylediklerimi kalbinde tutabilecek misin?''

''Bana söyleyeceğin şeyler sadece bu kadar mı?''

''Şimdilik sadece bu kadar.''

''Tamam o zaman,'' dedim ve soluklanarak ayağa kalktım. Yavuz da hemen önümde durduğunda neredeyse yüzü yüzüme değecekti. Düşmemek için ellerini belime koydu ve beni kendine yasladı. Kalakaldım. Gözleri gözlerim olmuştu ve ben kendime bakıyordum. Parmaklarının dansını belimde hissediyordum. Kendimi geri çekmeye çalıştım ama pek istekli değildim. ''Dört yaşındaki o küçük kızı özledim,'' dedi sessizce. Kelimeler anılardan dökülüyordu, kelimeler bizi geçmişte yaşatıyordu. ''Seni çok özledim Akça.''

Bir uzansam öperdim, bir açsam kolumu sarılır ağlardım, bir dokunsam yanardım ama hepsi çok uzaktı. Hepsi çok yanlış bir zamandaydı.

''Beni özlememelisin,'' dedim acıyla. ''Bana kendimi kötü hissettirme. Beni kırma Yavuz.''

''Sen bu hayatta neyin karşılığı olduğunu bilmiyorsun,'' dedi.

''Neyin karşılığıyım?''

''Hayatımın.''

Doğruysa bu bakışlar, kalbim en başından teslimdi ona. İlk görüşte anlamıştım bir şeyler hissedeceğimi ve onu bir yerden tanıdığımı ama yolun sonunda bilemezdim yine yalnız kalacağımı.

''Ama yapamayız,'' dedim buruk bir gülümsemeyle. ''Sana bir soru sormuştum ve cevap verememiştin. Ben Bahadır'la evlenmeyeceğim Yavuz ama bunu kendim için yapıyorum zira öyle ya da böyle yalnız kalan taraf ben oluyorum.''

Afalladı ve kaşlarını çattı. ''Ne demek bu?''

Usulca ondan çekildim, belimdeki elleri iki yana düştü. Elimi kaldırıp gösterdim. ''Bak parmağım boş çünkü sevmediğim biriyle yaşamak ölmekti ama senin parmağın dolu çünkü sevmediğini söylediğin biriyle ölmeye razısın.''

Susmaya devam ediyordu. Üzerine gitmeyecektim çünkü yorgundum. Az önce duyduğum şeyler beni tatmin de etmemişti ve bir gün her şeyi apaçık öğrenecektim. Bunu bana kendi isteğiyle söyleyecekti.

''Söyleyecek başka bir şeyin var mı?'' diye sordum koyu gözlerimle. ''Gerçi daha hiçbir şey söylemedin. Ablamı da seni de tanımıyorum Yavuz. Nasıl bir maziniz, nasıl bir ailen var bilmiyorum. Sen şu an nasıl bir işin içindesin, kardeş dediğin insanlar kim bilmiyorum ve haklısın; hayatımdaki her şey yalan ama biliyor musun?'' diye sorup bekledim. Bana gelmek istiyordu ama yapamıyordu. Gözlerimi kıstım ona daha iyi bakarken. ''Eğer ablam yaşasaydı onu daha çok severdim çünkü öz ailem bile onun kadar gerçek hissettirmedi.''

🌊

Bazen hiçbir şey bilmemek çok şey bilmekten daha iyi gelirdi. Öyle şeyler bilirdiniz ki ağırlığı altında gün geçtikçe ezilirdiniz ve ayağa kalkmak güçleşirdi ama bazen hiçbir şey bilmezsiniz ve daima güneşe bakan taraf olursunuz.

Ben bildiklerimin altında ezilmeye başlamıştım.

Ablamın mezarına bir buket çiçek bıraktıktan sonra onunla hiç konuşmadan yalnızca mezarına uzun uzun baktım ve mezarlıktan ayrıldım.

Hava kararmak üzereydi. Arabaya geçtim ve derin bir nefes alıp bekledim. Bu süre zarfında telefonum çalmaya başladı. Meraktan uzak bir şekilde telefonuma uzandım ve ismi yazılı olmayan numaraya bakıp telefonu kulağıma yasladım. Karşı taraftan bir kadın sesi işittim. ''Akça, sen misin?''

Tedirginlikle kaşlarımı çattım. ''Evet benim de siz kimsiniz?''

Güldü ve soluklandı. ''Ben Oya, üniversiteden. Unuttum deme bana.''

Birkaç saniyelik duraksamanın ardından, ''Efendim Oya?'' diye karşılık verdim. ''Kusura bakma bir an çıkaramadım.''

''Önemli değil,'' deyip ekledi. ''Nasılsın? Neler yapıyorsun?''

''İyiyim,'' dedim mezarlığın giriş kapısına bakarken. ''Sen?''

''Ben de iyiyim,'' deyip heyecanla ekledi. ''Ya dün Buse ve Ekin'le karşılaştık da eski günleri ayaküstü yad ettik. Bu gece bende toplanacağız sen de gelsene.''

''Başka bir zaman buluşsak olur mu?'' Pek istekli değildim. ''Birkaç gündür hiç havamda değilim de.''

''Aa,'' diye karşı çıktı itici olmadan. ''Olmaz, hem kendin diyorsun işte gel biraz havaya girersin.''

Kolumdaki saate bakıp sıkıntıyla iç geçirdikten sonra kafamı sallayarak önüme baktım. ''Peki Oya ama çok kalmam.''

Oya memnuniyetle karşılığını aldığında telefonu kapatıp emniyet kemerimi bağladım ve onlara gitmeden evvel evime doğru yola çıktım. Aslında birkaç gündür ailemden kimseyi görmemek için ekstra bir çaba harcıyordum ama bunun sonsuza kadar sürmeyeceğinin de farkındaydım. Yüzleşmek istiyor muydum? Elbette ama bunun için de makul bir çabam yoktu. Önce bazı şeyleri sindirmem gerekliydi.

Eve gittiğimde annemin vakıf toplantısında olduğunu öğrendim. Abim de yoktu. Yukarı kata çıktığımda babamı odasından çıkarken gördüm. Hani o hiç kimsenin girmediği, giremediği oda vardı ya... Beni görünce, ''Akça,'' diyerek seslendi. ''Nereden geliyorsun?''

Adımlarım yavaşladığında uzakta da olsam gözlerine yakından baktım. O kadar yakın baktım ki hayatımdaki her şeyi sorgulayacak hale geldim. Konuşmuyordum. Gözlerim babamın boyunu aşıp ardındaki kapıya kaydı. Ne vardı o odada? Ne vardı da bu kadar saklıyordu her şeyi? Ne vardı da ablam ölmeden evvel oraya girmiş görmüştü her şeyi?

''Akça kızım,'' dedi babam usul usul yaklaşırken. ''İyi misin?''

Gözlerimi kapıdan çekip babamın yüzüne sabitledim. Daha fazla yaklaşmadı zira tavrımın sadeliği onu durdurmuştu. ''O odada ne var baba?'' diye sordum, daha önce de sorduğum gibi.

Alnı kırıştı. ''İşle ilgili mühim belgeler.''

''Ben de görebilir miyim?''

Gülümsedi. ''İş hayatımdan uzak durmalısın kızım.''

Mimik vermedim. ''İş hayatın için Bahadır'la evlendiriyordun beni.''

Rengi atmaya başladığında, ''Ama evlenmeyeceksin,'' dedi. ''Sonuç önemli değil mi?''

''Sahi baba,'' dedim kafamı hafifçe sağa yatırıp. ''Neden bir anda tavrın değişti? Bahadır senin için mükemmel bir damat adayı değil miydi?''

''O hiçbir zaman benim için öyle biri olmadı sadece onun tehditlerine boyun eğdim.''

''Doğru,'' diye kollarımı göğsümde birleştirdim ve gözlerimi kısıp puslu puslu baktım. ''Söylesene baba; değdi mi beni bu kadar üzmeye? Ya annem? Ona böyle iğrenç bir ihaneti nasıl yaptın bilmiyorum ama boşanabilirsiniz.''

Şaşırdı.

Gülümsedim. ''Annem üzülmesin diye bunca zaman sustum ve seni kabullendim ama artık öyle düşünmüyorum.''

''Ne zamandır Akça? Daha bir hafta öncesine kadar razıydın.''

''Bir haftada büyüdüm,'' dedim omzumu silkerek. ''Belki gözümün önünde bir perde vardı ve biri açmama yardım etti. Belki bir rüya gördüm ve uyandım olamaz mı?'' Kendimi tutabildiğim kadar tutuyordum. ''Ya da doğru bildiğim şeylerin koca bir yalan olduğunu öğrendiğimle kaldım.''

''Bu da ne demek böyle? Senin zihnin çok kirlenmiş kızım.''

''Evet haklısın,'' dedim peşi sıra. ''Hadi bana yardım et o zaman, temizle zihnimi. Gerçekleri söyle baba.''

Babam anlam veremediği bakışlarla aslında neyin peşinde olduğumu sezmiş gibiydi. En iyi bildiği şeyi yapıp geçiştirme gülüşüyle, ''Tatile ihtiyacın var,'' dediğinde sinirle güldüm. ''Abim de sen de kafayı tatille bozmuşsunuz. Tek çözüm yolumuz bu çünkü değil mi?''

''Sana iyi gelmeye çalışıyorum!'' Sesi biraz ciddileşmişti. ''Sabrımı sınama artık! Günlerdir susuyorum ve seni anlamaya çalışıyorum ama artık eski Akça'mı ver bana.''

''Onu kandırmak kolaydı değil mi? Ablam gibi değildim çünkü.''

''Evet tam olarak öyleydin,'' dedi hızla. ''Ablan gibi asi değildin fakat artık öyle davranıyorsun, ablan oluyorsun.''

Yutkundum, sertçe yutkundum. ''Yani beni de sevmiyorsunuz.''

''Sen iyice saçmalamaya başladın artık,'' dedi ve elini oynattı. Gözlerindeki ateşin harını fark ediyordum ama bunu dengede tutmaya çalışıyordu. ''Ablanı seviyorduk, bununla bizi suçlama.''

Acıyla kafamı iki yana sallarken gözlerimden inkar yaşları aktı. ''Onu hiç sevmediniz çünkü o odada her ne saklıyorsun bunu bilen tek kişi oydu.''

''Akça!'' diye tabiri caizse kükredi babam. Doğru şeylerin üzerine yürüdüğümü anlamıştım. Sarsılmadan dolu gözlerimle babamın az evvel ateşi harladığı bakışlarına soğuk soğuk bakıyordum. ''Yeter artık! Hiçbir şeyi hak etmiyorsun! Babana karşı konuştuğunun farkında ol! Biraz daha ileri gidersen çok kötü olacak!''

Hiçbir şeyi hak etmiyor muydum sahiden?

Yaşımın altında yatan o küçük kız aslında hiç büyümemişti. Sevgi sadece dokunmaktan geçmezdi, bazen bir bakış bile yeterdi binlerce öpücüğe bedel.

''Peki,'' dedim sessizce. Hiçbir şey söylemedim çünkü ailemle savaşmaktan yorulmuştum. Babam gözlerindeki aralığı küçülttüğünde arkamı döndüm. Bunca zaman boşuna üzülmüşüm onlar için, annem farklı olsa da fedakarlık ailem olan ama aile gibi hissettirmeyen insanlara karşı yaptığım pahalı bir ödül olacaktı.

Odama girdim ve çantamı yatağımın üzerine atıp dolabımın kapağını açtım. Gece için ruhumdaki kırgınlığı kapatacak bir elbise, yüzümdeki hüznü saklayacak bir makyaja ihtiyacım vardı fakat gözlerime dokunamazdım çünkü en samimi hislerim oradaydı.

Bir duşum ardından çabucak hazırlandım. Yani bir yarım saat sürdü diyebilirdim. Güzel, dizlerimin hafif üzerinde bordo renkli ve omuz askılı detayları olan bir elbise giydim. Saçlarımı açık bırakıp bir tık koyu makyaj yaptıktan sonra ufak tefek detayları da halledip evden çıktım.

Oya'nın attığı adrese gitmem çok uzun sürmedi. Apartmanda oturuyordu. Evine gelmeden yaptırdığım bir buket çiçekle arabadan indim ve üçüncü kata çıktım. Uzun zaman sonra farklı yüzleri görmek aslında iyi gelebilirdi. Kendi evrenimden uzakta bir yerlerde başkalarının yaşadığını hissetmek ve onların hayatlarına konuk olmak tatlı bir rüyaya sebebiyet verebilirdi.

Derin bir nefes alıp kapıyı çaldım. İçeriden birkaç kişinin sesini işitebiliyordum. Oya kapıyı açtığında küt saçları ve gülümseyen yüzüyle beni karşıladı. ''Akça, hoş geldin.''

''Hoş buldum,'' dedim ve aralanan kapıdan içeri girdim. Elimdeki buketi Oya'ya uzattığımda, ''Ne kadar incesin,'' diye bana sarıldı. ''Hiç değişmemişsin.''

Gülümsemekle yetindim. Birlikte evin salonuna yürüdük. İçeride Ekin ve Buse vardı. Ekin farklı bir bölümden arkadaşımızdı, Buse'yle çok iyi dost olduğumu söyleyemezdim.

''Merhaba,'' dedim elimi uzatıp onlarla selamlaşarak.

Buse, ''Hâlâ biraz soğuksun,'' diye güldü.

Pek oralı olmadığımda Ekin beni süzüp, ''Ve hâlâ çok güzelsin,'' dedi.

''Çok naziksiniz,'' diyerek boş bulduğum yere geçip oturdum. ''Siz de çok tatlısınız.''

Ekin kısa saçlarını geriye atarak siyah çerçeveli gözlüğünün altında bana baktı. Geriye doğru yaslanıp bacağını rahatça diğer bacağının üzerine attı. ''Ee nasılsın saygıdeğer mimarımız Akça Hanım?''

''İyiyim,'' dedim mesafeli bir sesle. ''Sizler?''

Oya gülümseyerek, ''Kasılma,'' dedi ve ortadaki büyük sehpanın üzerinde duran bira şişesini uzattı. ''Al.''

''Yok içmeyeceğim,'' dedim reddederek. ''Sağ ol.''

Buse birasından bir yudum alıp yüzünü buruşturduğunda, ''Kızım zengin kadına öyle höt höt servis yapılır mı?'' diye alaycı şekilde konuştu. ''Hem bira üst sınıf içkisi değil.''

Boğazımı hafifçe temizledim. ''Statüme senin kadar dikkat etmemiştim Buse'ciğim, hatırlattığın için sağ ol.''

Buse bozuntuya vermeden soluklanırken, ''Yo ondan değil,'' dedi ve arkasına yaslandı. ''Hani üniversitedeyken de biraz burnun kalkıktı ya o yüzden.''

''Öyle değildi,'' dedim ona dönerek. ''Ama senin bana olan garezin platonik olduğun Berke'nin bana olan takıntısıydı sanırım.''

Buse ağzında asılı kalan birasıyla bana bakarken Oya ortamı yumuşatmak için ellerini dizlerine koyarak doğruldu. ''Bir dakika ya! Sakin olun lütfen. Hadi bir şeyler getireyim yeriz.''

Bakışlarımı Buse'nin toksik suratından indirdim. Ekin telefonuyla uğraşırken Oya biraz kuruyemiş ve cips getirip sehpanın üzerine koydu. Aldığı kekleri de paketinden çıkarıp alelade bir tabağa dizmişti. Oya ufak bir mahcubiyetle, ''Biraz özensiz farkındayım,'' dedi bana karşı. ''Kusura bakma.''

''Sıkıntı değil,'' diye mırıldandım.

''Ee?'' dedi Ekin sonra yemişin kabuğunu soyarken. ''Neler yapıyorsun? Mesela hayatında biri var mı?''

''Yok,'' dedim kafamı sallayarak. ''Hayatımdaki tek şey işim.''

''Geçenlerde bir haber gördüm, nişanlanacağına dair...''

''Olmadı o iş,'' deyip kestirip attım. ''İşimle devam ediyorum.''

Buse sessizliğini korurken Oya birasını yudumlayıp dudaklarını yaladı. Kıstığı gözleriyle, ''Oktay'la yeniden olabilirdiniz,'' diye baktı yüzüme. ''Çok yakışıyordunuz.''

Gözlerimi devirmedim bile. ''Beni aldattı, farkında mısın?''

Ekin, ''Ne olacak sanki?'' diye gülüp devam etti. ''Ben de kız arkadaşımı aldatmıştım ama beni affetti tabii sonra yine aldattım.'' Gülmeye devam ederken diğerlerinin de ona eşlik etmesi hiç hoşuma gitmedi.

Onlarla yakın arkadaş değildim ve sadece bu düşünce yapısında olmaları bile yetiyordu.

''Ben öyle düşünmüyorum,'' dedim ve su bardağını elime aldım. ''Bunun da gülünecek bir yanı olduğunu hiç sanmıyorum.''

Buse kıkırdadı. ''Sen idealist bir kadınsın, haklısın.''

''Bunun sadece karakter meselesi olduğunu anlamamak için,'' derken yüzümü Buse'nin yüzüne çevirdim. ''Aptal olmak gerekiyor.''

Ekin ve Oya bir anda gülüşmelerini susturduğunda Buse'nin çıkışacağını sandım lakin öylece yüzüme emanet bir tebessümle bakakaldı.

Oya, ''Tamam canım herkes farklı düşünüyor olabilir,'' dedi yarım gülüşle. ''Oktay da amma salaktı.''

''Onu konuşmasak olur mu?'' dedim tadım kaçmış gibi.

Ekin ağzında attığı fındığı kırdıktan sonra gözlüklerini düzeltip, ''Sen herkesle iletişimi kestin sanırım değil mi?'' diye sordu.

''Çok arkadaşım yoktu ki zaten,'' dedim sakince. ''Normal değil mi böyle olması?''

''Ne bileyim onca ortama girip çıktık sen yoktun hiçbirinde,'' diye ekledi. ''Gerçi öyle olsaydı bu kadar yükselemezdin galiba.''

İç geçirdim. ''Galiba...''

Birkaç saniyelik sessizlik sonrasında Buse'nin yandığı yerden bir ses geldi. Bu banaydı. ''Ablan nasıl öldü?'' Duraksadım, diğerleri de öyle. Ekledi. ''Bir ara internette intihar haberleri bile yapıldı. Sahi neden öldü ablan?''

Sakin kalmalıydım çünkü az önceki lafların acısını çıkarmaya çalışıyordu. Hafifçe boğazımı temizleyerek Buse'nin gözlerinin tam içine baktım. ''Bana olan hayranlığın takdir edilesi, ailemi yakından takip etmen hoşuma gitti.''

Buse gülerek, ''Yok ondan değil,'' dedim. ''Buradan bakınca hiç vazgeçilesi bir hayatınız olduğunu görmüyorum da.''

Ekin onu sessizce uyardığında daha geniş gülümsedim ve bacaklarımın yönünü ona çevirdim. Ellerimi bir araya getirdiğimde, ''Sen oradan bakmaya devam et,'' dedim düz bir sesle. ''Ama ben sana buradan bakınca hiçbir şey görmüyorum.''

Buse tekrar güldüğünde Oya ayağa kalkıp, ''Başka bir şey içmek isteyen var mı?'' diye araya girdi. O da aklı sıra gergin ortamı dağıtacaktı ama ben iyiydim, gayet iyiydim hem de. Kolayca sinirlenmeyecektim. İstediği her neyse alamayacaktı.

Ekin, ''Hadi ama kızlar,'' deyip bira şişesini kaldırdı. ''Bunca zaman sonra bir araya gelmişiz ortamı germeye gerek yok.''

Buse'nin delici bakışlarını üzerimde sezmeye başladığımda yönümü usulca ortaladım ve suyumdan içtim. Derin bir nefes aldıktan sonra Oya oturdu ve eski okul anılarımızdan bahsetmeye başladı. Gece boyunca Buse'nin bakışları altında ezildim daha doğrusu ezilmeye çalışıldım. Onu umursamamak yaptığım en iyi şey oldu.

Sohbetim benim için nispeten heyecanlı yerinde kapı çaldı. Buse ev sahibiymiş gibi hevesle ayaklanarak, ''Ben bakarım,'' dedi ve kapıya gitti. Az sonra da salonda Oktay belirdi.

Kaşlarımı çatarak sırtımı geriye yasladığımda Oktay'ın koyu kahve gözleri gözlerime ulaşıyordu. Rahatsızca bakışlarımı çevirip önüme döndüm. Buse ise bundan keyif alırcasına, ''Aa kim gelmiş,'' dedi, sesinden yapaylık akıyordu. ''Biz de seni anmıştık Oktay'cığım.''

Oktay, ''Beni mi?'' diye sordu şaşkınca. ''Neden?''

''Gel geç otur şöyle,'' dedi Buse.

Oktay çaprazımda bir yere geçerken herkesle selamlaştı. Bana bakıp, ''Merhaba Akça, nasılsın?'' diye sordu.

''İyiyim.''

Gülümsedi. ''Ben de iyiyim.''

Dudaklarımı gerdirip esnettim. ''Ne güzel.''

''Çok uzun zaman oldu seni görmeyeli,'' dedi bana bakmaya devam ederken. Gözlerimi ona çevirmeliydim aksi halde böyle ondan kaçıyormuş gibi davranmam pek hoş olmayacaktı. Yüzümü kaldırdım ve bir zaman sevdiğim gözlerine baktım. Artık içimde zerre kadar bir his yoktu. O kadar duvar gibiydim ki, o kadar soğuktu ki ruhum ona karşı sokakta herhangi bir insandan hiçbir farkı yoktu. ''Hala çok güzelsin.''

Oya, Ekin ve Buse ilgiyle bizi izliyordu ben ise bu durumdan bir hayli memnun değildim.

Gözlerimi çekip çantama dokunduğumda ayağa kalkmaya yeltenerek, ''Ben gitsem iyi olur,'' dedim. ''Yeterince vakit geçirdik zaten.''

''Aa,'' dedi Oya alınarak. ''Biraz daha kalmalısın, lütfen.''

''Yok gideyim.''

Oktay oturduğu yerden, ''Benden rahatsızlık duyduysan merak etme birazdan giderim,'' dedi.

Suratımı çevirdim. ''Seninle alakası yok.''

Buse araya girdi. ''Onu takmıyorsan neden kaçar gibi gidiyorsun? Yoksa eski anıların mı depreşti?''

Sert bir tavırla Buse'ye baktım. ''Kaç yaşındasın sen? Ne bu çocuk gibi tavırlar?''

Buse, ''Kaçıyorsun yalan mı?'' diye sordu. Eğleniyordu benimle.

İç geçirdim ve gülümsedim. ''Gazına gelmeyeceğim ama sırf sen istiyorsun diye birkaç dakika daha oturacağım.''

Buse zafer kazanmışçasına gülmeye devam ederken oturdum. Oya mutfağa gittiğinde Ekin de peşinden gitti. Ardından Buse de kalkıp gitti ve kapıyı kapatarak, ''Siz biraz rahat takılın,'' dedi.

İrkildim.

Oktay gülümserken, ''Korkma,'' dedi. ''Sana zarar verecek değilim.''

''Korkmuyorum tabii ki,'' diye karşılık verdim hızla. ''Gereksiz bir hareketti.''

''Akça,'' diye çevirdi beni kendine sesiyle. Üzerindeki ceketin düğmelerini açıp kollarını sıvadı. İfadesizce yüzüne bakmaya devam ettim. ''Seni özlemişim.''

Gözlerimi devirdim. ''Hiç gerek yok bu konulara.''

''Hadi ama sen beni özlemedin mi?''

Güldüm. ''Kazık yediğim birine karşı en ufak bir hissiyatım yok.''

''Aa ufak bir hataydı sadece,'' diye mırıldandı. ''İlişkimiz heyecanını kaybetmişti ve ben...''

''Sen de adam gibi ayrılmak yerine başka heyecanlar peşinde koştun,'' dedim basa basa. ''Ama bak hiç önemi yok hatta iyi ki bitmiş.''

''Tekrar başlayabilir istersen.''

Kaşlarımı kaldırıp, ''Yok ben almayayım,'' dedim ve ayağa kalktım fakat Oktay çıplak bileğimi kavradığı gibi beni oturttu. ''Gitme hemen.''

Bileğimi çabucak çekip, ''Bir daha dokunma bana,'' diye uyardım onu. ''Seni görmek iyi gelmedi.''

Bakışları mayhoş bir hal aldığında muzipçe gülümseyerek, ''Sen de hâlâ unutamadığının farkındasın demek?'' diye üzerime doğru hafifçe yükseldiğinde kendimi geri çektim. ''Oktay mesafeni koru!''

''Affet beni,'' diye diretti ikazımı duymazlıktan gelerek. ''Hadi Akça, affet beni.''

''Oktay!''

Üzerimdeki gölgesi arttığında bir anda kendini bana doğru attı ve ne olduğunu anlamadım. Yüzü boynuma düştü. Bağırdım. Fakat kimse duymadı. Ellerimi kullanarak onu kendimden uzağa itmeye çalıştığımda gülüşü kulaklarımı tırmalamaya başladı. Sesini işittim ve kendini çekti. Dudakları dudaklarıma yaklaşırken öfkeyle, ''Ne yaptığını zannediyorsun lan sen?!'' diye çıkıştım. ''Kalk üzerimden.''

''Beni sevmediğini söyle!''

''Oktay siktir git!''

Nefesi yüzümü ısıtıyordu. ''Hadi beni sevmediğini, istemediğini söyle. Hiç özlemedin mi o günleri sen de?''

''Özlemedim,'' diye tükürdüm suratına. ''Def ol git!''

Oktay yüzünü kapatınca oturduğum koltuğu geriye doğru ittim ve yana düştüm. Birlikte düştük. Kendimi ondan kurtardığımda ayağa kalkıp kapıya koştum fakat beni yakalaması uzun sürmedi. Nabzım deli gibi atıyordu. ''Bırak beni!''

Oktay beni kendine çevirip, ''Beni unutmadığını söyle,'' diye baktı yüzüme.

''Sarhoşsun sen!''

''Seni kaybetmek bana koydu kızım!''

''Böyle biri değildin,'' dedim titremeye devam ederken. Oktay'ın kollarımı sıkı sıkıya kavradığı elleri kelepçe gibi boşluk vermediğinde devam ettim. ''Lütfen bırak beni.''

''Seni özledim,'' diye yöneldi dudaklarıma fakat kafamı çabucak çevirdim. Bu kez dudakları boynuma düştü. Yüzümü kapattım ve bağırdım. ''Oya! Ekin! Yardım edin!''

Kimse beni duymadı.

Oktay'ın dudaklarını boynumda hissetmeye devam ederken debelenmeye başladım fakat ellerim bağlıyken bu o kadar zordu ki. Kalbim dengesiz bir korkuyla savrulurken ruhumdaki acı canlanmaya çoktan hazırdı.

Oktay tüm ikazlarıma rağmen beni öpmeye devam ederken gücümü topladım ve hiç alanımın olmadığı yerde kendime güç bela alan oluşturdum ve dizimi kırıp erkekliğine oldukça sert bir darbe indirdim.

Canı yanmış olacaktı ki kollarımı serbest bırakıp kendini geri çekti. Nefes nefese kalmıştım ama bu korku bana her şeyi yaptırabilecek güçteydi. Oktay ellerini bacaklarının ortasına koyup ağzından bir küfür savurduğunda dağılmış saçlarımı gözümün önünden çekip hiç ummadığı bir şekilde sehpanın üzerinde duran boş bira şişesini aldığım gibi Oktay'ın kafasına geçirdim.

Oktay öylece saniyeler içinde yere yığılırken un ufak olan bira şişesine baktım. Cam parçaları Oktay'ın bedeninden akarken kapalı gözleri, gözlerimdeki korkuyu göremiyordu. Yutkundum. Nefesim ağzımda atıyordu.

Ellerim dahil bedenim titrerken hayatımın en kritik anında donmuş kalmıştım. Oktay'ın üzerine doğru eğildim fakat bana bakmadı. Ona dokunamadım. Ölmüş olamazdı. Ölemezdi. Ben katil olamazdım.

Bir an evvel buradan kaçıp gitmeliydim.

Salonun kapısını açtım. Evde hiç kimse yoktu. Ses dahi gelmiyordu. Arkama dönüp baktığımda Oktay'ın ayaklarını gördüm. Hareket etmiyordu. Korkuyordum. Deli gibi titriyordum. Gözlerim kırmızı bir ateş çemberi gibi yanarken bedenimi ateşten kurmaktan için dairenin kapısını soluk soluğa açtım ve bana endişe dolu bakışlarla bakan Yavuz'a baktım.

''Akça?'' Şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemez bir haldeydi. Gözlerimden aşağısına bakmazken kendimi bir anda ona sarılırken buldum. O kadar korkmuştum ki bir erkeğin şiddetinden kaçıp başka bir erkeğin sevgisine koşmuştum. Yavuz başka biri değildi, en azından şu an için.

Kendimi ona saklar gibi yok etmek istediğimde ellerini sırtıma koydu. ''Akça ne oldu? Neden buradasın?''

''Gitmek istiyorum,'' dedim gözlerimi kapatıp. ''Ne olur gidelim buradan.''

''Akça lütfen anlat bana, bu halin ne?''

''Yavuz lütfen çıkar beni buradan, ne olur!''

Şoktaydım. Yavuz da şoktaydı. Daha önce Bahadır'ın farklı şekillerde tacizlerine maruz kalmıştım ama eski sevgilimin, bir dönem sevdiğim o çocuğun bana bunu yaşatacağı aklımın ucundan dahi geçmezdi.

Nasıl ve ne ara kendimizi apartmanın dışına attığımızı bilemediğim süreçte Yavuz beni durdurdu ve kendine çevirdi. Koluma dokunduğunda kendimi çektim. Korktu. Ellerini kaldırdı. ''Tamam dokunmayacağım sana.''

Kalbim ağrıyordu.

''Akça, ne oldu?'' diye sordu. ''Yukarıda kim var?''

''Gidelim Yavuz,'' dedim acı çeker gibi. ''Uyumak istiyorum sadece belki rüya görüyorumdur.''

Tavırlarım onu iyice korkutmuşa benziyordu. Bir rüzgar estiğinde saçlarım savruldu ve kollarımı kendime sardım. Yavuz üzerindeki kabanı çıkarıp omuzlarımdan örtmeye başladığında duraksadı ve tedirgin bir şekilde, ''Boynun?'' diye sesi kısıldı. ''Boynuna ne oldu?''

Saçlarımla boynumu kapatmaya çalıştım.

Yavuz öfke ve endişeyi harmanlamış hislerle, ''Yukarıdaki her kimse öldüreceğim onu,'' diye ileri adım attı.

Onu durdurdum. ''Yalnız bırakma beni.''

Afalladı ve apartmandan içeri giremeden yüzünü yeniden bana çevirdi. Koyu yeşil gözlerinde yüzümün her yerindeydi. Dudaklarımda, alnımda, yanaklarımda, gözlerimde... Buram buram soluyordu. ''O her kimse sana... sana bir şey...''

''Hayır hayır,'' dedim kafamı iki yana sallayarak. ''Ben iyiyim ama gidelim.''

Dudaklarını ısırıp bıraktığında gözlerini yumdu. Aceleyle İsmail'i aradı. Telefonu kapatıp bana dokunmadan yanımda durduğunda, ''Arabaya geç,'' dedi. ''Hadi gel.''

''Sen de gelecek misin?'' Kalbim normal atışına dönmemişti. Bu hiç iyiye işaret değildi. Derin bir nefes aldığında kafasını ağır ağır salladı ve elini usulca kaldırıp yüzüme koymak istedi ama yapamadı. Gördüm. Ellerini. Titriyordu. ''Geleceğim, portakal çiçeği.''

Beni arabanın ön koltuğuna oturttu ve kapıyı kapattı. Yanımdan ayrılmadı ama dışarıda kalan oydu. Dakikalar içinde İsmail geldiğinde burada onu bıraktı kendisi koşarak yukarı çıktı. Öylece önümdeki boş çöp konteynırını izledim. Yaşadıklarımı unutmak, hatırlamamak istedim ama geçti, çok geçti.

Yavuz çok geçmeden yukarı her ne yaptıysa aşağı indiğinde İsmail'i yanına çağırdı. İsmail burada kalırken Yavuz arabanın kapısını açtı ve şoför koltuğuna geçti. Donuk bakışlarımla ona baktım. ''Ölmüş mü?''

''Hayır,'' dedi düz bir sesle. ''Ama ölmek için yalvaracak.''

''Yavuz...''

Beni sakince susturdu ve yüzüme baktı. ''Sen hiçbir şey yapmadın tamam mı? Sakın korkma, her şey geçecek söz veriyorum.''

''Ama öylece yatıyordu.''

''Akça, sen hiçbir şey yapmadın. O şerefsize elini bile sürmedin tamam mı?''

Bekledim ve kafamı belli belirsiz aşağı yukarı salladım.

Yavuz arabayı çalıştırdığında dudaklarındaki öfke dışarı vurdu, eminim ki kalbinde daha fazlası vardı. ''Kim bu it? Nereden çıktı karşına?''

Yüzümü diğer cama çevirdim. ''Eski sevgilimdi.''

Duraksadı. Arabanın içindeki sert soluğu yumuşadı ama dinmek için değil daha kuvvetle yükselebilmek içindi. Gözlerimi kapattım ve yanağımdan süzülen soğuk gözyaşıyla tanıştım. Daha evvel de çok akmıştı ama içime dolmuştu denizler, artık yer kalmamıştı. Şimdi ağlıyordum. Bunu yaşadığım için, bunu ve daha fazlasını yaşayan onca kadın için, böyle zalim insanlara çoğu zaman gücümüz yetmediği için, çaresizliğimiz için ve en çok da zamanında verdiğim sevginin yitip gittiğini gördüğüm için.

Yavuz beni daha önce iki kez geldiğim o balıkçı barakasına getirdi. Üşüyordum. Bu hem ruhuma hem de bedenime dokunan soğuk bir temastı. Birlikte barakaya doğru ilerledik. Konuşmuyordum. Kapının önünde durduğumuzda sağ üst köşedeki bölmeye elini uzattı ve anahtarı çıkardı. ''Çelebi abi bu gece balıkta,'' dedi sakince. ''Kimse yok merak etme.''

Bir tepkide bulunmadım.

Kapıyı açtı ve içeri girdik. Direkt gaz lambasını yaktı. Daha sonra da sobanın yanındaki odunları sobaya yerleştirmeye başladı. Köşeye geçip oturdum. Konuşamıyordum çünkü kabusum devam ediyordu. Bitti sanıyordum ama bitmiyordu.

Yavuz dakikalar içinde sobayı ateşe verdikten sonra yanıma oturdu ama aramızda mesafe vardı, olmalıydı da. Yüzünü mahcubiyetle bana çevirdi. ''Daha erken gelmeliydim özür dilerim.''

''Sen neden oradaydın?'' diye sordum zemindeki eski halıyı izlerken. ''Korumacılık oynamayı bırakmadık mı?''

''Bu başka bir şey,'' dedim düz bir sesle. ''O günden beri endişelerim arttı ve yanlış bir şey yapmandan korktum. Seni sana rahatsızlık vermeden izledim. Sonra o apartmana gittin ve saatlerce çıkmadın... ardından birileri ayrıldı iki kız bir erkek...''

Kalbime saplanmış hançeri hissettiğimde, ''Harika arkadaşlar biriktirmişim,'' dedi. ''Hepsi düşman bana.''

''Onlar arkadaşların mıydı?''

''Değillermiş.''

Huzursuzca soluklandı. ''Akça neden böyle bir şey yaptılar sana? O eski sevgilin olacak orospu çocuğu nasıl bunu yapabildi?''

Gözlerimi kapattım. ''Konuşmak istemiyorum, yorgunum.''

''Seni buraya getirmekle iyi yapmadım belki ama evine götürmek de doğru olmazdı.''

''Teşekkür ederim,'' dedim kuru bir sesle. ''Ama duş alabileceğim bir yer olsa fena olmazdı kendimi çok...'' Ayaklarımı geriye doğru çektim ve bacaklarımı sıkıştırdım. Gözlerimi sertçe tekrar yumduğumda Yavuz'un endişeli nefesini ve bakışlarını üzerimde hissettim. ''Geçecek, her şey düzelecek.''

Kafamı salladım.

''Uyumak ister misin?'' diye sordu sessizce.

''İsterim ama,'' derken yutkundum ve Yavuz'a baktım. Ona bakarken gözlerimin dolduğunun farkında değildim ve yine ona bakarken gözlerinin dolduğunu gördüm. ''Aynı kabusu görmekten korkuyorum.''

''Hayır Akça,'' diye usulca üzerime doğru geldi ve kendimi geri çektim. Duraksadı. Yutkundum. Kafamı öne eğerek, ''Kusura bakma,'' diye fısıldadım. ''Sana karşı değil.''

''Bakmadım, bakmam.'' Sesi kısıktı. Geri çekildiğinde bir müddet bekledi ve ayağa kalkıp köşedeki sandığın üzerinde duran yastık ve battaniyeyi getirdi. Olduğum yerde kıvrıldım, kafamı bıraktığı yastığın üzerine koydum. Bacaklarımı kendime çekip ellerimi arasına sıkıştırdım. Yavuz battaniyeyi özenle üzerime serdi. Ona teşekkür ettim.

Karşıma geçip oturduğunda gaz lambasını kısmayı da ihmal etmedi.

Gözlerime bakıyordu onun gözlerindeyken.

Kalp atışlarımın kuvveti normale iniyordu ama gözümü kapatmaya korkuyordum. Bu farklı bir şeydi. Daha önce bu kadar ürktüğüm bir şey yaşamamıştım.

''Şişe vurdum kafasına,'' dedim kendimi tutamayarak. ''Öl-ölmemiş eminsin değil mi?''

''Bunları düşünme,'' diye çevirdi lafı hızla. ''Ölmediğini söyledim, bundan sonra ben ilgileneceğim.''

''Bunu yapacağı aklımın ucundan bile geçmezdi.''

''Seven insan sevdiğine dokunmaya kıyamaz,'' diye mırıldandı ağır ağır. ''Hiç sevmemiş seni.'' Kalbinin ağırlaştığını hissettim. Yutkundu ve dişlerini sıktı. ''İnsan insana şunu yapmaz, yaşamaya hakkı yok.''

''Yavuz...''

''Burada duruyorsam seni yalnız bırakmamak, korktuğunu bildiğim için duruyorum ama zor sabrediyorum emin ol,'' dedi daha net bir dille. ''Ölümlerden ölüm beğenecek.''

''Katil mi olacaksın?''

Tavrı soğuktu ama bana tesir etmiyordu. ''Benim için yeni bir şey değil,'' demekle kaldı.

Ani bir frenlemenin ardından yumuşak bir geçişle bakışlarımın sertliğini eskittim. Gözlerimi kapatıp açtım. ''Böyle olacağını bilemezdim,'' dedim. ''Seni de zor durumda bırakmak...''

''Ne?'' diye çıkıştı beni ürkütmeden. Göğsünü öne iterek şaşkın yüz ifadesindeki gerginliği örselemeye çalıştı ama kelimeler aynı şeyi söylemiyordu. ''Bu durumda en son düşüneceğin şey ben olmalıyım. Duymadım ben böyle bir şey tamam mı?''

''Peki.''

Nefesini ağzından hoyratça verdiğinde geriye yaslandı ve kollarını kaldırıp ellerini ensesinde birleştirdi. Kafasını geriye attığında ademelması boynunda belirgin bir hal aldı. Bir müddet bu pozisyonda kaldıktan sonra, ''Bahadır denen şerefsizden kurtuldun diye sevindim ama şimdi de böyle bir şeyle sınandın,'' deyip yeniden bana baktı. ''Nasıl zor tutuyorum kendimi sırf sen üzülme diye bir bilsen. Ailen zor duruma düşmesin diye ellerimi bağladım.''

''Ailem aslında çoğu şeyi hak etmiyor,'' diye itiraf ettim. ''Baksana hiç kimse aramadı bile, merak edilmiyorum.''

''Aile iyidir Akça, sen onlar için değerlisin.''

''Aslında benden sakladıkları şeyler olmasaydı bu hale gelmezdik, en azından ben. Gizli kapaklı işler olmasa Bahadır'a boyun eğmezdik.''

''Anlamadım Bahadır'a boyun eğmezdik derken?''

''Ben onu hiç sevmedim ki Yavuz.''

Konuşmanın nereye gideceği aşikardı ama zamanı mıydı emin değildim. Yavuz tüm ilgisini daha yoğun bir şekilde bana verdiğinde üzerimdeki battaniyeyi çekip doğruldum. Battaniyeyi bacaklarımı örtecek şekilde kapatıp saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Nasıl göründüğüm hakkında hiçbir fikrim yoktu ama konu şu an bu değildi.

''Bahadır,'' diye başladım söze. Boğazımı temizledim ve Yavuz'un bir büyüyüp bir küçülen gözlerinde soluklandım. ''Beni yanında tehditlerle tutuyordu ki bunu sen de fark etmiştin.''

''Ne gibi tehditler bunlar Akça? Anlat artık bana!''

''Abimin kumar bağımlısı olduğunu söyledi ve gizli kapaklı çok iş çevirdiğini, onun dışında babamın şirketinin büyük bir hissesi onlara ait ve en kötüsü babam annemi aldatmış... Elinde de bunun bir kaseti var.'' Bekledim ve ekledim. ''Bunlar daha hiçbir şey. Annemin üzülmesini istemedim, babam manipüle etti ve ailemiz dağılırsa en büyük suçlunun ben olacağını söyledi daha doğrusu benden bir kahramanlık bekledi.''

''Şerefsiz!''

''Ben sürekli inkar ettim, istemedim ama güçsüzdüm Yavuz. Kimsem yoktu. Abime anlatmaya çalıştım nitekim başardım da ama o kadar kör olmuştu ki ben duymadı bile.''

''Akça neden bana gelmedin?''

''Gelemedim,'' dedim açıkça. Kafamı çevirip ağzımdan çıkmasını istemediğim ama konuşmanın da iyi geldiği şu süreçte beni hiçbir şey tutamazdı. ''Gelemedim çünkü kalbim kırılmıştı sen tarafından. Gelemedim yanlış anlaşılır diye gelemedim çünkü...''

''Çünkü ne Akça?!'' diye baktı dikkatle. ''Nasıl bir sebep bana gelmeni engelledi? Yardım etmez miydim sana? Bahadır'ın elini kolunu kesip atmaz mıydım?''

''Her şeyi bu şekilde çözemeyiz,'' dedim. ''Kesmek biçmek çözüm değil.''

''Boyun eğmek miydi çözüm?''

''Çarem yoktu,'' dedim daha sert bakarken. ''Bunun için sakın bana kızma!''

Hassas olduğumu biliyordu ama kendince yaşadıklarım yüzünden bir nebze bana kızıyor diğer yandan kendini suçluyordu.''

Devam ettim. ''Sen Tuğçe'yle mecburiyetten nişanlandın hoş sebebini bilmiyorum ama ben de öyle olabilirdim.''

''Aynı şey değil yapma.''

''Fark etmez,'' dedim umursamadan. ''Sebep ne olursa olsun fark etmez.''

Yavuz'u susturmayı başardım. Kalbim artık acımıyordu, sahiden ağrımıyordu orası.

''Peki,'' dedi Yavuz gözlerini kısarak. ''Madem o pezevenkin elinde bu kadar güçlü kozlar var nasıl seni rahat bıraktı? Yüzüğünü çıkardığında delirmiş olması gerek!''

''Delirdi zaten,'' dedim onaylayarak. ''Ama artık tehdit eden taraf benim.''

Alnı kırıştı. ''Nasıl yani?''

Göğsümün içindeki kasveti boşaltmak adına soluklandım. Ellerimi ovuştururken başka yere baktım. ''Ablamın ölümüyle onun bir alakası olabilir, odasında bir dosya görmüştüm. Karıştırırken ablamın vesikalık fotoğrafına rastladım ve Ahmer Varga yazıyordu.''

''Bahadır'ın odasında mı?'' Şaşkındı.

''Evet,'' dedim hızla. ''Çok şaşırdım yani o bence daha farklı şeylerin peşinde ya da biliyor. Ablamı da o öldürmüş olabilir.''

Elini alnına koydu ve kafasını eğerek bekledi. Dudaklarımı kemirdim. Artık ikimiz de susuyorduk ama bir şeyleri anlatmak ve onunla konuşmanın bana iyi geldiğini söyleyebilirdim.

''Akça,'' dedi çatık kaşlarıyla. ''Bu piç herif bu kadar kolayca boyun eğmez. Susuyorsa emin ol bir sonraki adımı için. Onun kaybedecek bir şeyi olmadığına eminim fakat herkesin bir zayıf noktası vardır.''

''Ya ne yapmalıydım Yavuz?'' diye sordum saf saf. ''Onunla nişanlanıp evlense miydim?''

Gözlerime boş bir edayla bakarken kaşlarımı çatmam gözlerindeki boşluğu doldurmaya başladı. Doğruldu. ''Kulağına çılgınca gelecek belki ama bir şey yapmanı istiyorum.''

Söylemesini bekledim.

''Onunla nişanlan!''

''Ne?!'' diye döküldü dudaklarımdan kahkaha gibi. Gülüşüm ve şaşkınlığım karman çorman olmuş bir hale geldi. ''Ne diyorsun sen?!''

''Dinle!'' diye uyardı beni. ''Bir planım var.'' Artık daha cüretkardı. Daha sağlam bakıyordu yüzüme. ''Anneni üzecek, kaseti yayacak ama buna mani olacağım. Ablanın katili olduğunu ispat edemeyiz henüz fakat bu işin peşini bırakmayacağım. Her şey bir yana o psikopat durmaz!''

''Ve gidip o psikopatla mı nişanlanayım yani?''

''Hayır!'' dedi yüzünü ekşiterek. ''Yani mış gibi yapacaksın. O gece tüm dikkatler üzerinizde olacak ve ben de kimseler yokken çok rahat bir şekilde belgeleri alacağım. Kaset mi demiştin? Unut o kaseti, hepsini yok edeceğim. Üstelik az önce de söyledim herkesin hiç göstermediği zayıf noktası olabilir, onun da var.''

''Ya yapamazsan?''

''Hiçbir zaman yapamadığım olmadı.''

''Nesin sen?'' diye sordum çenemin ucuyla.

''Ne istersem o olurum,'' deyiverdi.

Dudaklarımı büktüm. ''Yine de ihtimaller var Yavuz. Her şey başka olabilir. Üstelik Bahadır'ın bir sürü adamı var, eminim ki yerin beş kat altında saklıyordur yediği bokları.''

''Oraya da girerim endişe etme.''

Yüzüne birkaç saniye konuşmadan baktığımda karanlık hareleri bana güven vermiyor değildi ama her zaman ihtimalleri düşünmek zorundaydık.

Toparlandım ve dudaklarımı ıslattım. ''Diyelim ki tamam dedim; ya nişana yetişemezsen? Ya onunla geri dönülmez bir yola girersek? Bile isteye ateşe mi yürüyeyim?''

''Sana bunu yaşatır mıyım sence?'' diye sordu sakin bir ses tonuyla. ''Bahadır durmayacak Akça ama onu yavaşlatacak bir şey lazım. Bunu sağlayacağım.''

''Peki bunu başarırsak daha çok saldırgan hale gelmez mi? Bak ben onu tanıyorum, asla uslu duracak biri değil.''

''Seni yalnız bırakmam,'' dedi. ''En azından bir kez olsun bana güven.''

Ne kaybedebilirdim? Her şeyi anlatmış sayılırdım ve ablamı yakından tanıyordu hatta çok daha fazlası olduğuna emindim. Kaybedecek bir şeyim mi kalmıştı sanki? Ona güvenmeliydim, karanlıkta kalmışken ışığa koşar gibi.

🌊

İnsan öleceğini bile bile ileri gitmeye devam eder mi? Her çiçek solacağını bildiği halde açmaktan vazgeçer mi? Ya umutlar peki sevgili portakal çiçeği? Onların da yok olacağını bile bile kurmadın mı hayallerini?

Benim için oldukça zor bir haftayı geride bırakmıştık. Akşam nişanımız vardı. Olmayacak olan nişanımız.

Yavuz'la bir plan yapmıştık daha doğrusu Yavuz benden sadece bu gece için rol yapmamı istemişti. Ona güvenmekten başka çarem yoktu. Haklıydı. Bahadır asla durmayacaktı. Onu bir nebze olsun yavaşlatmış sayılırdım ama hiçbir sırtlan kokusunu aldığı kuzuyu tatmadan bırakmazdı. O bir sırtlandı ama ben kuzusu olmayacaktım.

Epey lüks bir mekanda boğaza nazır bir yerde nişanımız olacaktı. Hay aksi, olmayacaktı ama insanlara renk vermemek için bu fikri kendimle bağdaştırmıştım. Evde varlığı hissedilir bir heyecan hakimdi. Biraz sonra makyajım için evden ayrılacak geceye hazırlanacaktım. Son kez Bahadır'a istediğini verecektim de diyebiliriz.

Birkaç eşya alıp aşağı kata indim. Annem beni görünce, ''Güzelim çıkıyor musun?'' diye sordu.

''Evet,'' dedim kafamı sallarken.

Abim elleri cebinde bana bakarken, ''Akça eminsin değil mi?'' diye sordu. ''Bir anda kararlarının bu kadar çabuk değişmesi sorguluyor kız kardeşim.''

''Eminim merak etmeyin,'' dedim kararlı bir şekilde.

Hayatında belki de ilk defa bakışlarındaki endişeyi hissettirmişti. Her şeyin başına dönebilseydik yanımda olsaydı eğer bunlara gerek kalmazdı ama kolumu kanadını kırdınız abi, işi buralara kadar yine iyi getirdim.

''Babam yok mu?'' diye sordum merak ediyormuş gibi.

''Yukarıda,'' dedi annem gülümseyerek. ''Akşam görürsün.''

''Peki,'' diye mırıldandım. ''Akşam görüşürüz o zaman.''

Anneme sarıldıktan sonra evden ayrıldım. Arabaya geçtiğimde telefonuma mesaj geldi ve açıp okudum.

Yavuz: Bu geceden sonra her şey değişecek, güven bana.

Omuzlarımı kaldırıp indirirken birçok ihtimalin şekli kafamda canlanmaya başladı. Her şey olabilirdi ama yine de içimde bir yerlerde bastıramadığım o küçük heyecanın adı sevgiydi ve olmayacağını bilerek onu istiyordum. Yavuz'u istiyordum, bunu saklayamayacak kadar temizdi duygularım.

Mesajına karşılık verdim ve arabayı çalıştırıp yola koyuldum.

Akça: Başka şansım yok.

Törenin gerçekleşeceği mekana geldim ve makyaj odasına çıktım. Dışarıda bir hayli kalabalık grup akşam için çalışıyordu. Hava soğuktu ama dışarıda olmasını istemiştik. Makyaj odasına doğru çıkarken birinin arkamdan seslendiğini duydum. Bu Bahadır'dı. Derin bir nefes aldım ve elimi koyduğum altın yaldızlı dayanaktan çekip ona döndüm. İki basamak altımdaydı ve bir basamak yükselerek gülümsedi. ''Gelmişsin.''

''Evet akşam için hazırlanmam gerek.''

Daha geniş gülümsedi. ''Sevindim.''

Gülümsedim. ''Sen kaçacağımı mı düşündün yoksa?''

''Konu sen olunca her şeyi düşünüyorum sevgilim,'' dedi ve elini yüzüme koydu. Dayanıyordum, bu gece bu zulüm bitecekti. Gerilmeden rolüme devam ettim ve tebessümle karşılık verdim. Ekledi. ''Bak ne güzel anlaşıyoruz işte gördün mü? İsteyince oluyormuş sevgilim.''

''Haklısın,'' dedim sakince. ''Annenlere de ayıp ettim ama...''

''Sen düşünme onları,'' dedi çabucak. ''Her şeye baştan başlayacağız. Sen bana söylediklerini ben de sana söylediklerimi unutacağım.''

''Kaset? Abim? Annem? Kısaca tüm ailem?'' dedim peş peşe sorularımı sıralarken. ''Bunların hepsini silip atacaksın yani öyle mi?''

Gözlerini kapatıp açarken yanağımdaki elini çekti ve elimi tutup öptü. Tepki vermedim. Mavi gözleriyle yüzüme baktığında, ''Senin için her şeyi silerim,'' dedi. ''Merak etme artık onlar yok.''

''Güzel,'' dedim düz bir sesle. ''Artık tehditler yok yani.''

''Hayır yok,'' diye gülümsedi çok matah bir iş yapıyormuş gibi. Gel de çıldırma! ''Üstelik sen de beni tehdit ettin unutmadım. Ahmer Varga demiştin? Ben nereden bileyim o kim?''

O halde neden sustun Bahadır?

''Doğru,'' deyip gülümsedim ve konuşmaya devam ettim. ''Sen nereden bileceksin o kim? Benim öyle konuştuğuma bakma!''

''Sorun değil,'' deyip yeniden elimden öptü. Ah elimi bir çamaşır suyuna yatırsam fena olmazdı! ''Neyse sevgilim sen hazırlan ve gecenin en güzel kadını ol, zaten öylesin ama... Akşam için sabırsızlanıyorum.''

Gözlerimi kıstım. ''Ben de öyle.''

Seviniyordu ve hislerimde samimi olduğumu düşünüyordu, demek ki oyunu güzel oynuyordum.

Makyaj odasına girdim ve benimle ilgilenecek üç kişinin olduğunu gördüm. Gayet pozitiftim. Onlarla selamlaşarak koltuğa oturdum. Biri tırnaklarımla, biri saçlarımla biri de makyajımla ilgilenecekti.

Saatler süren hazırlığın ardından nişan kıyafetimi giyindim ve artık gece için hazırdım. Oldukça sadece ama şık bir elbise giymiştim, açıkçası nişan için parmağımın dokunduğu tek konu elbisem olmuştu onun dışındaki hiçbir şeye elimi bile sürmemiştim.

Odada yalnız kaldığımda beklemeye başladım. Telefonuma bakarken İnci'nin aradığını gördüm. Gülümseyerek telefonu açıp kulağıma yasladı. Direkt olarak sesi içime doldu. ''Akça, yanında olamadığım ağlayacağım.''

''Saçmalamaz mısın artık?'' diye kızdım ona. ''Üç gündür kafamın etini yedin!''

''Üzülüyorum, berbat bir arkadaşım.''

''Hayır değilsin.''

''Hayır detayları da bilmiyorum oysa ki, Bahadır'dan nefret ederken nasıl bir anda sevmeye başladın? Bilmediğim bir şey mi var? Yoksa... Yoksa sen hamile misin?''

Gözlerimi açıp şaşkınca, ''Yok artık İnci,'' dedim. ''Ne hamilesi ya?''

''Ne bileyim aklıma ilk gelen şey bu oldu, Bahadır'la başka hangi sebepten ötürü evlenebilirsin?''

''Yok öyle bir şey,'' deyip dudağımın kenarını kıvırdım. ''Bahadır'a bir şans vermeye karar verdim. Onu sevebilirim belki ileride.''

''Belki ileride?'' diye sorguladığında kapım çaldı. Acele edercesine, ''Kapım çalıyor İnci mühim olabilir,'' dedim ve karşılığını aldım. ''Tamam güzelim tamam ben seni sonra yine ararım. En kısa zamanda görmeye geleceğim ama. Her şey bir an da gelişince kendimi ayarlayamadım kusura bakma.''

''Kendini suçlama artık, öpüyorum seni.''

Telefonu kapatıp kapıdaki her kimse içeri gelmesini söyledim. Kapı açılınca beliren kişi Ali oldu. Onu görünce heyecanlandım ve ayağa kalktım. ''Ali, hoş geldin.''

Ali kapıyı kapatıp içeri girdiğinde, ''Abla,'' deyip gülümsedi. ''Bu sen misin gerçekten?''

Duraksadım. ''İyi bir şey mi söyledin?''

''Hangi filtre bu?''

''Ali!''

''Şaka yapıyorum,'' deyip gülümsedi. ''Takılıyorum, çok güzel olmuşsun.''

''Teşekkür ederim.''

''Aşağısı giderek kalabalık bir hale gelmeye başladı. Ben de fırsattan istifade seni göreyim dedim. Gerçi böylesi bir yere uygun muyum emin değilim ama.''

Kaşlarımı çattım. ''Ablan nişanlanıyor yok bir de gelmeseydin?''

''İşin garip yanı da bu,'' dedi omuzlarımı kaldırıp indirdiğinde. Üzerinde sadece beyaz bir gömlek vardı. Kolunda yine babasının saati dikkat çekiyordu. Gözlerini kısarak gözlerimde bir yolculuğa çıktı, gerçeği görmek isteyen bir yolculuğa. ''Akça, emin misin? O psikopatla nişanlanman iyi olmayacak.''

''Sorun yok,'' dedim. ''Bir şey olmayacak.''

''Bu da ne demek?'' Hafif çıkışarak elini yere doğru uzattı. ''Ya adam manyağın teki, şiddete meyilli hatta daha fazlası olan bir kazma! Bunu yapman delilik. Seninle konuşmuştuk hiçbir yararı olmadı mı?''

Benim için endişe etmesine sevinmiştim, bu ona karşı sıcaklığımı artırıyordu.

Gülümseyerek iç geçirdim. ''Ali benim için endişe etme, bir şey olmayacak.''

Kaşlarını çatıp merakını gizlemediğinde kapı bir kez daha çaldı. Bu kez gördüğüm kişi Vera'ydı. Genişçe gülümseyerek onu davet ettim. Kapıyı dikkatle kapatıp bana baktı ve kafasını memnuniyetle salladı. ''Bayıldım sana ama kısa sürebilir bu güzellik, çok alışma kıyafetine.''

''İyiyim iyiyim merak etme,'' diye güldüm.

Vera, ''Yavuz gelecek,'' dedi emin bir şekilde. ''Bunu hesaptan çıkarma sakın.''

''Şüphem yok,'' diye derin bir nefes aldım dudağımın içini ısırırken. ''Daha doğrusu başka yol yok.''

Vera, ''Merak etme ben de buradayım,'' dediğinde Ali daha fazla kendini tutamayarak şaşkın gözlerle ikimizin yüzüne baktı. ''Biriniz bana burada neler döndüğünü anlatabilir mi artık? Hayır eminim bir şeyler olduğuna da.''

Gülmemek için kendimi zor tuttuğumda Vera kollarını göğsünde topladı ve Ali'ye bakıp, ''Bu gece partnerim olur musun?'' diye sordu.

Ali, ''Ne partneri?'' dedi saf saf. ''Dans edecek başka birini bul.''

Vera, ''Çok kabasın,'' diye gözlerini devirdi. Duraksadı ve Ali'ye daha sakin baktı. ''Heyecana ihtiyacın var mı?''

''Ne deli deli konuşuyorsun kızım?'' Ali şaşkındı ama bu hali ona sadece gülümsememi sağlıyordu.

''Bak atarlı çocuk,'' dedi Vera üzerine basa basa. ''Deli değilim ama delirince tam deliririm, içimde manyak biri var. Sana diyorum ki; işe yarar mısın?''

''Ne konu hakkında deli kız?'' diye döndü Ali kollarını göğsünde toplayıp Vera'ya aynı ona bakıldığı gibi bakarken. Çok komik görünüyorlardı.

''Akça hakkında,'' diye karşılık verdi Vera. ''Bu nişan olmayacak. Akça'yı kaçıracağız.''

Ali ile aynı anda ağzımızdan, ''Ne?'' diye dökülürdü verdi şaşkın ifade.

Vera sırıtarak ikimize birden baktığında ekledi. ''Ama kaçırdığımız tek kişi Akça olmayacak, onun da kim olduğunu öğrenirsiniz yakında. Bomba gibi düşecek gündeme...'' Dudaklarını büktü. ''Yavuz'a helal olsun, giremediği yer yok şapka çıkarttım.''

''Bir dakika,'' dedim şaşkınca. ''Kaçırmak derken? Nereye kaçırılacağım? Bu bana söylenmedi?''

''Aslında son ana kadar söylemek niyetinde değildik,'' dedi Vera en başında planın içinde var olan bir isimken. ''Fakat artık zamanı geldi. Biz Ali'yle misafirleri oyalarken Yavuz seni gelip alacak Akça.''

Ali, ''Biz derken?'' diye araya girdi.

Vera nefesini dışarı verdi. ''Ablan için bunu yaparsın diye düşündüm.''

''Pekala,'' dedi Ali bekleyip karar vererek. ''Konuyu tam anlamadım, nasıl bir işin peşindeyiz onu da bilmiyorum ama üzerime düşen her neyse yaparım nasılsa kaybedecek hiçbir şeyim yok.''

Son cümlesi kalbimin üzerine taş gibi oturduğunda gülümsedim ve koşulsuz bunu kabul etmesine sevinmiştim.

''İyi ki varsın, Ali.''

''Umarım sonucu da iyi olur,'' dedi Ali kafasını sallayarak.

Vera araya girdi. ''İşin içinde ben varsam oldu bil.''

Ali dik dik bakıp, ''Seni tanımıyorum nereden bileyim?'' diye mırıldandı.

Vera, ''Tanıman için bir fırsat işte,'' deyip dudağının kenarını kıvırdı.

Ali sabır çeker gibi kafasını yaslayıp, ''Ne büyük şans,'' diye hayıflandı.

Vera pek oralı olmadığında yeniden bana dönerek gözlerime yakından baktı. ''Gece başlıyor, her an her şey olabilir. Odadan çıkma sadece Yavuz'u bekle.''

''Peki,'' dedim gözlerimle kabullenerek.

Ali ve Vera birbirlerine karşı söylenerek odadan çıktıklarında yüzümü aynaya dönerek derin bir nefes alıp verdim. Sonucunda ne olacaktı bilmiyordum ama ilk defa kendim için bir şey yapmak gücümü hissetmeme sebep olmuştu. Üstelik yalnız değildim. Yanımda birileri vardı ve benim için buradalardı. Daha önce böylesini yaşamamıştım, meğer ne güzel bir duyguymuş insanların gözlerine bakması.

Dakikalar geçtikte kalbimdeki ritim de artıyordu. Beklemekten başka şansım yoktu ama biraz sonra tören için aşağı inebilirdik, bunun böyle olmaması lazımdı. Ayaklarımla saniyelerin peşinde giderken kapım açıldı ve Bahadır içeri girdi. Hay aksi! Şu an gelmesi gereken kişi o değildi.

Kapıyı kapatmadan karşımda durdu. ''Akça, sevgilim...'' Ellerime uzandı ve hafifçe kaldırdı. ''Büyülüyorsun beni.''

Gülümsedim. Sadece bunu yapabildim.

''Aşağısı çok kalabalık,'' dedi heyecanla. ''Herkes var. Basın bile kapıda bekliyor ama rahatsız olursun diye içeri aldırmadım. Artık bir ara birlikte röportaj veririz sevgilim.''

Gülümsedim. ''Olur tabii.''

Göğsünü şişirip serbest bıraktı. ''Hazır mısın?''

''Hıhım,'' dedim istemeyerek.

''Hadi,'' deyip adım attığında istenmedik bu durum gelişti ve telefonu çaldı. Ceketinin iç cebindeki telefonuna uzanarak, ''Kim şimdi bu?'' diye homurdandı. Ekrana bakıp kaşlarını çattığında duraksadığını gördüm. Bildiği birindendi. Elimi bıraktı. ''Açsana,'' diye üzerine gittim kim olduğunu bilmeden.

Yutkundu ve bana baktı.

''Bahadır hadi,'' diye devam ettim. ''Önemli olabilir.''

''Bekle,'' diye telefonu saklar gibi çekti. ''Birazdan döneceğim, buna bakmam gerekiyor.''

Bahadır çıktıktan sonra ufacık soluklandım ve kafamı öne eğdim ve bir müddet sonra kaldırıp bir çift siyah bot görene kadar. Yavuz gözlerime bakıyordu. Gülümsüyordu. Onu ilk defa bu kadar içten gülerken görmüştüm. Kalbim çok hızlı atmaya başladığında elini uzattı. Eline baktım ve kaşlarımı çatıp şaşkınca gözlerine doğru, ''Yüzüğün yok?'' diye konuştum.

Dudağını kıvırdı ve kararlı bakışlarıyla ağzını araladı. ''Sevmediğim biriyle ölmeye razı değildim ama seninle yaşamak istiyorum.''

Kalbim artık daha hızlı atıyordu.

Elini çekmedi ve tutmamı bekledi. Artık zamanı gelmişti; onunla yeniden tanışmanın ve tüm o saçmalıkları geride bırakmanın. Çocukluktu geçmişte kalanlar ama kalbim artık büyümüştü, durmadan atmak istiyordu.

Elini tuttum. Sıcaktı. Bedenim öyle bir elektriğin içine girdi ki ruhumdan taştı.

Acele ederek kimselere görünmeden arka tarafa doğru ilerledik. Yavuz, ''Kimse görmeyecek bizi son ana kadar,'' dedi güven veren sesiyle. ''Her şeyi planladım.''

''Ama etraf çok kalabalık.''

''Endişelenme o kalabalığın içinden öyle bir geçeceğiz ki Bahadır denen it kılını bile kıpırdamayacak.''

Anlam veremiyordum ama inanıyordum. Yavuz yapamayacağı bir işin içine giremezdi sanırım. Merdivenleri üçer beşer geride bırakırken ayağımdaki topuğun kırılmasıyla duraksadım. Canım hafif yanarken Yavuz, ''Ne oldu?'' diye sordu.

''Dört nala koşarsak böyle olur,'' dedim ve ayakkabımı çıkardım. Artık tamamen çıplak ayakla kalmıştım.

Yavuz kollarını açtı ve beni taşımak için eğildi. Buna mani oldum. ''Kendim koşarım.''

''İkinci kez kucağıma gelmemek için direniyorsun,'' dedi.

Gülümsedim. ''Çekirge de amma inatçıymış ha?''

Gülümsedi. ''Her inadı kıran bir kuş elbet buluruz ha?''

''Albatros diyorsun yani?''

''Aynen, gezgin kuş.''

Gülümsememi sürdürdüğümde burada durmanın pek de mantıklı olmadığını anladım ve koşmaya devam ettik. İnanılmaz büyük bir yer olduğu için çıkışı bulmak zordu. Sağa dönüp karşımızdaki koridoru geçtikten sonra çıkış kapısının önünde durduk çünkü Bahadır bizi bulmuştu.

''Olduğunuz yerde durun yoksa...'' Sesi alev ateşti. Nefesim artık sadece bedenimde değil, her yerdeydi. Yavuz bana bakıp sessizce, ''Korkma,'' diye seslendi. ''Hiçbir şey olmayacak.''

''Yavuz...''

Yavuz gözlerini kapatıp açıp bana güven verdiğinde elimi bırakmadan usulca Bahadır'a döndü. Yutkunarak ben de ona döndüm ve gözlerim kocaman açıldı.

Bahadır'ın elinde bize doğru doğrulttuğu bir silah vardı.

Dudaklarım titrerken Bahadır'ın öfkesi içinden dolup taşıyordu. Silahı sertçe tutarken burnundan soluyarak, ''Bu ihaneti yanına bırakır mıyım sandın Akça?'' diye bağırdı.

Konuşamadım.

Yavuz önüme geçerek görüş alanımı kısıtladı. Bahadır silahıyla işaret ederken, ''Sen çekil lan aradan şerefsiz!'' diye Yavuz'a kükredi. ''Önce arkandaki kahpeyi sonra da seni öldüreceğim!''

Yavuz müthiş bir soğukkanlılıkla, ''Hiçbir şey yapamayacaksın,'' dedi ve gülümsedi.

Bahadır gülerken, ''Artık çıkış yok,'' diye devam etti. ''Arkandaki orospuya söyle anlatsın beni sana.''

Yavuz dişlerinin arasından, ''Bu laflarını sana öyle güzel yedireceğim ki can çekişeceksin ama bugün değil,'' diye hırladı.

Bahadır tekrar gülerek, ''Bence fırsatın varken yap aksi halde son on saniyen kaldı,'' dedi.

Yavuz, ''Geri sayımı başlat o zaman,'' diye dikildi karşısında. ''Hatta işini kolaylaştırayım; dokuz, sekiz...''

Yavuz'un elini daha sıkı tuttuğumda korkunun usulca beni terk ettiğini gördüm oysa tam tersi olması gerekiyordu.

''Yedi, altı, beş...''

Bahadır'ın silahı tutan parmakları oynarken ter bastığını gördüm.

Yavuz ise tüm soğukkanlılığıyla saymaya devam ediyordu. ''Dört, üç, iki...'' Ve duraksayarak şöyle dedi: ''Ama yerinde olsam o kurşunun çıkmamasını isterim aksi halde çok sevdiğin oğlunun yüzünü bir daha asla göremezsin.''

''Ne?'' deyiverdim yüzümü buruşturup. ''Oğlu mu?''

Yavuz gülümsedi. ''Aa, senin haberin yok muydu yoksa? Az kalsın cici anne oluyordun.''

Bahadır'ın bir oğlu mu vardı?

Tüm bakışlarımı Bahadır'a çevirdiğimde korku artık onun tarafına geçmişti. Tüm saflar bizden yanaydı. Bahadır mayına basmış gibi titreyen bedeniyle buraya bakarken, ''Sen,'' diye konuştu zar zor. ''Ne saçmalıyorsun?''

''Dört yaşında bir oğlun var,'' dedi Yavuz düz bir sesle. ''Adı Mert. En sevdiği şey balığını beslemek ve top oynamak... Annesinin adı İdil ama kadını neyle tehdit ediyorsan sefalet bir halde... Mert dün gece uyumadan önce balığını beslerken onun öldüğünü gördü ve...''

''Sus lan sus!'' dedi Bahadır sabırsızca gözlerini kapatarak.

Yavuz, ''En son geri sayım yapıyorduk niye susayım?'' diye sordu.

Bahadır kalakalmıştı.

Yavuz bir adım öne çıkarken elini bırakmadım ve hareketlendim. ''Eğer ki bir hareket yaparsan Mert'i hayatın boyunca göremezsin. Emin ol beni hiç tanımıyorsun! Şimdi biz buradan elimizi kolumuzu sallayarak gideceğiz ve sen hiçbir şey yapmayacaksın. Ha!'' diye durup ekledi. ''Akça'ya ve ailesine karşı en ufak bir saldırıda bulunursan hayatını bitiririm.''

Oldukça şaşkındım. Bahadır bunca zaman bunu nasıl saklayabilmişti? Bir oğlu ve oğlunun annesi vardı...

Bahadır gözlerini kapattı ve kolunu usulca indirdi. Yenilmişti. Daha doğrusu çıkmaza girmişti. Silah yere düştüğünde Yavuz bana döndü ve soğuk bir tebessüm verdi. Artık çıkmalıydık buradan ve kapılar açıldı.

Bahadır'la el ele çıkacağımız yerden Yavuz'la çıkmıştık.

İnsanlar şaşkındı. Annemin, babamın bakışını gördüm. Fakat tek kelime edemedim. Yavuz, ''Koşabilir misin?'' diye sordu.

''Evet,'' dedim. ''Nereye?''

Kafasını kaldırıp ileriyi gösterdi. ''Tekneye!''

''Nereye dedin?'' Gösterdiği yere baktım ve boğazın kıyısında duran tekneyi gördüm. Ali ve Vera oradaydı. Vera çığlıklar eşliğinde bize bağırırken elini salladı. Yavuz'a bakıp şaşırdığımda Yavuz gülümsedi ve gözlerini kaçırdı. ''Kız kardeşim biraz delidir de.''

Güldüm. ''Biliyorum.''

''Hadi o zaman.''

Kafamı sallayıp koşmaya başladığımda annem arkamdan seslendi. Durmalıydım ama yapamazdım. Herkes ama herkes bize bakıyordu. Anlam verilmeyen bakışlar, şaşkınlıkla üzerlerinden akıyordu.

Kimseyi umursamadım, umursamadık ve tekneye doğru koştuk.

Elbisemin eteklerini kaldırıp tekneye adım attım. Vera elini uzattığında tuttum. Ardımdan Yavuz da geldi.

Hiç olmayacak bir işin içindeydim ama daha önce bu kadar iyi hissettiğimi hatırlamıyordum. Tekne dakikalar içinde hareket ederken suyun dalgasına baktım. İpler çözülüyordu. Yukarı çıktım ve arkamda bıraktıklarıma baktım.

İnsanlar her yerdeydi. Kameralar bizi çekiyordu ve sonra Bahadır'ı gördüm. Öne çıktı. Biri koşmak istediğinde onu durdurdu ve gelmesine mani oldu. Bahadır'ın gözlerinde yenilgiyi gördüm.

Yavuz yanıma geldi ve gözlerime baktı. ''Artık anlatabilirim.''

''Neyi?''

Şöyle söyledi: ''Albatros'un hikayesini.''

🌊

Bölüm sonu.

Şimdi şöyle ki: Akça'yı kafamda üç kısma ayırdım ve ilk kısmın sonlarına doğru yaklaşıyoruz. Okuduğumuz bölümler alıştırma kısımlarıydı, artık hikayenin derinine ineceğiz.

Bölümleri her hafta düzenli yayınlamaya çalışıyorum elimden geldiğince fakat arada bu aksayabilir :( ev işi, imzalar, kpss derken bir tık zorlanıyorum. Yazdıkça bölümler gelecek ve araları kısa tutacağıma söz veriyorum. ^^

Gelecek bölümümüzde görüşmek üzere, lütfen oy vermeyi unutmayın.

Instagram. sumeyyedmrkan

❤️‍🩹

Continue Reading

You'll Also Like

1.2K 105 9
Bir umut, bir sezgi; bir his, bir hayal, bir adım... Bunlara yol açan bir düş, bir de Düş Kuşu.
532 537 21
✓ tamamlandı. [ Osaka'dan Tokyo'ya üniversite okumaya gelen Aquila, kaybolunca fakültesini bulmak için eski sevgilisinden yardım alır ] ⋘ ───────...
478 62 15
"Peki Zeze'yi öldüren kimdi?" "Bendim. Zeze'yi ben öldürdüm. Onu korkuluklardan iten ben değildim belki ama Zeze'nin ölmek istemesine neden olan bend...
838K 37.9K 20
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...